Süpernovalar Dünya’da İklim Değişikliğini Tetikleyebilir Mi?

Büyük bir yıldız süpernova adı verilen parlak bir ışıkla patladığında, uzaya yüksek enerjili parçacıklardan oluşan bir dalga gönderir. Bu parçacıklar binlerce ışık yılı yol kat ederek güneş sistemlerini geçebilir ve hatta Dünya’ya bile ulaşabilir.

Haber Merkezi / Yeni bir araştırma, bu kozmik patlamaların geçmişte Dünya’da ani iklim değişikliklerine yol açmış olabileceğini öne sürüyor.

Royal Astronomical Society’nin Monthly Notices dergisinde yayımlanan araştırmada, Arktik ve Alpin Araştırma Enstitüsü’nde (INSTAAR) araştırma görevlisi olan Robert Brakenridge, süpernovaları Dünya iklimindeki ani değişimlerle ilişkilendiren yeni kanıtlar ortaya koyuyor.

Brakenridge’in araştırması, yakın mesafedeki süpernovaların (örneğin, 50-100 ışık yılı uzaklıkta) yaydığı yüksek enerjili parçacıkların ve kozmik ışınların, Dünya atmosferinde iyonlaşmaya neden olabileceğini öne sürmektedir. Bu iyonlaşma, bulut oluşumunu etkileyerek iklimde ani değişikliklere yol açabilir.

Araştırma, geçmişteki bazı iklim değişimlerinin ve çevresel şokların, süpernova kaynaklı kozmik ışınlarla bağlantılı olabileceğini iddia ediyor. Örneğin, bu tür patlamalar ozon tabakasını zayıflatabilir ve UV radyasyonunun yüzeye ulaşmasını artırarak ekosistemleri etkileyebilir.

Brakenridge, bu etkileri anlamak için jeolojik kayıtlar ve izotop analizleri gibi yöntemler kullanmıştır. Özellikle, geçmişteki süpernova patlamalarının izlerini karbon-14 gibi izotop anomalilerinde aramıştır.

Araştırma, süpernovaların iklim üzerindeki etkilerinin dolaylı olduğunu ve genellikle insan kaynaklı iklim değişikliği gibi modern faktörlerden daha az etkili olduğunu vurguluyor. Ancak, yeterince yakın bir süpernova patlaması, atmosferik ve çevresel dengeleri ciddi şekilde bozabilir.

Brakenridge’in araştırması, süpernovaların Dünya tarihindeki kitlesel yok oluşlarla bağlantısını da araştırıyor. Örneğin, yaklaşık 2,5 milyon yıl önceki bazı çevresel değişimlerin, bir süpernova patlamasıyla ilişkilendirilebileceği öne sürülüyor.

Robert Brakenridge, süpernovaların Dünya’nın iklimi ve çevresi üzerindeki etkilerini araştıran bir bilim insanıdır. Yakın zamanda yayımlanan bir çalışmasında, özellikle son 50.000 yıl içindeki süpernova patlamalarının Dünya’nın atmosferine ve iklimine olan etkilerini incelemiştir.

“Süpernovalar Dünya’nın iklimini etkileyebilir” tartışmaları

Bir süpernova, yakındaki bir yıldızın patlaması sonucu ortaya çıkan muazzam enerji ve radyasyon, Dünya’nın atmosferine ve iklimine çeşitli şekillerde etki edebilir. İşte bu tartışmanın temel noktaları:

Kozmik ışınlar ve bulut oluşumu: Süpernovalar, yüksek enerjili kozmik ışınlar üretir. Bu ışınlar Dünya atmosferine ulaştığında, iyonlaşma yoluyla bulut oluşumunu etkileyebilir. Bulut örtüsündeki artış, Güneş ışınlarının yansımasını artırarak küresel soğumaya (albedo etkisi) neden olabilir. Tersine, bulut örtüsünün azalması ısınmaya yol açabilir. Ancak bu etkinin büyüklüğü ve yönü hâlâ tartışmalıdır.

Ozon tabakasının zayıflaması: Süpernovadan gelen yüksek enerjili gama ışınları veya kozmik ışınlar, atmosferdeki ozon tabakasını tahrip edebilir. Ozon tabakasının incelmesi, daha fazla ultraviyole (UV) ışınının Dünya yüzeyine ulaşmasına neden olur. Bu, ekosistemler ve bitki örtüsü üzerinde olumsuz etkiler yaratabilir, dolaylı olarak iklim sistemlerini etkileyebilir.

Yakınlık ve şiddet: Bir süpernovanın Dünya üzerindeki etkisi, patlamanın ne kadar yakın gerçekleştiğine bağlıdır. Örneğin, 10-50 parsek (yaklaşık 30-160 ışık yılı) mesafedeki bir süpernova, atmosferi ciddi şekilde etkileyebilir. Daha uzak süpernovalar ise genellikle minimal etkiye sahiptir. Şu anda bilinen yakın yıldızlardan böyle bir tehdit kısa vadede beklenmemektedir.

Geçmişte süpernovaların etkileri: Bilim insanları, geçmişteki bazı kitlesel yok oluş olaylarının (örneğin, yaklaşık 2,5 milyon yıl önceki Pliyosen-Pleistosen sınırı) süpernova kaynaklı kozmik ışın artışlarıyla bağlantılı olabileceğini öne sürmektedir. Bu olaylar, iklimde ani değişikliklere yol açmış olabilir.

Günümüz bağlamı: Günümüzde insan kaynaklı iklim değişikliği (sera gazları, karbon emisyonları vb.) çok daha baskın bir etkendir. Bir süpernovanın iklim üzerindeki etkisi, ancak çok yakın bir patlama gerçekleşirse belirgin olur. Şu anda böyle bir risk düşük görünmektedir.

Paylaşın

Gıda Enflasyonu: Türkiye Dünyayı Beşe Katladı

Mart ayında küresel gıda fiyatlarında yıllık enflasyon yüzde 6,9 olurken, aynı dönemde Türkiye’de gıda enflasyonu yüzde 37,12 olarak kayıtlara geçti. Böylelikle Türkiye’de gıda enflasyonu küresel enflasyonu beşe katlamış oldu.

BloomberHT’nin haberine göre; Birleşmiş Milletler Gıda ve Tarım Örgütü (FAO) tarafından derlenen, tahıllar, yağlı tohumlar, süt ürünleri, et ve şeker fiyatlarındaki aylık değişimleri izleyen dünya gıda fiyatları endeksi Şubat ayındaki revize edilmiş 126.8 seviyesinden Mart ayında 127.1’e çıktı. Endeks, geçen yılın Mart ayına göre yüzde 6,9 arttı.

Aynı dönemde Türkiye’de gıda fiyatları yıllık bazda yüzde 37,12 arttı. Böylelikle Türkiye ile dünya arasındaki gıda enflasyonu makası 30 puana yükseldi.

Endeksin detaylarına baktığımızda ise dünya tahıl ve şeker fiyatlarındaki düşüşlerin, bitkisel yağ fiyatlarındaki kayda değer artışla dengelendiği göze çarpıyor.

FAO Tahıl Fiyat Endeksi Mart ayında bir önceki aya göre yüzde 2.6, yıllık bazda ise yüzde 1,1 geriledi. Küresel buğday fiyatlarındaki düşüş başlıca Kuzey Yarımküre ihracatçı ülkelerdeki üretim koşullarına ilişkin endişelerin hafiflemesiyle ilişkilendirilirken, döviz hareketleri fiyatların daha da gerilemesini sınırladı. Mısır, arpa ve sorgum fiyatları da Şubat ayına göre düşüş gösterdi. FAO Tüm Pirinç Fiyat Endeksi ise zayıf ithalat talebi ve bol miktarda ihracat arzı nedeniyle yüzde 1.7 azaldı.

Buna karşılık FAO Bitkisel Yağ Fiyat Endeksi, Şubat ayına göre yüzde 3.7 artarak bir önceki yıla göre ortalama yüzde 23.9 yükseldi. Palm, soya, kolza ve ayçiçeği yağı fiyatları, güçlü küresel ithalat talebine bağlı olarak arttı.

FAO Et Fiyat Endeksi ise özellikle Almanya’nın ayak-ağız hastalığından ari statüsünü yeniden kazanmasının ardından Avrupa’da domuz eti fiyatlarının yükselmesi ve Euro’nun ABD doları karşısında güçlenmesi nedeniyle aylık yüzde 0.9 ve yıllık bazda ise yüzde 2.7 artış gösterdi. Dünya kanatlı eti fiyatları, bazı büyük üretici ülkelerdeki yaygın kuş gribi salgınlarının yarattığı zorlukların devam etmesine rağmen Mart ayında büyük ölçüde sabit kaldı.

FAO Süt Ürünleri Fiyat Endeksi, uluslararası peynir fiyatlarındaki düşüşün tereyağı ve süt tozu fiyatlarındaki artışla dengelenmesiyle Şubat ayına göre değişmedi.

FAO Şeker Fiyat Endeksi ise Mart ayında küresel talebin zayıfladığına dair işaretlerin etkisiyle yüzde 1.4 düştü. Brezilya’nın güneyindeki önemli şeker kamışı yetiştirme alanlarında son zamanlarda görülen yağışlar bu düşüşte etkili olurken, Hindistan’daki üretim beklentilerinin zayıflaması ve Brezilya’daki genel üretim koşullarına dair süregelen belirsizlikler ise fiyatlardaki düşüşü sınırladı.

Paylaşın

Araştırma: Güneş, Dünya’yı Felakete Sürükleyebilir

Yeni bir araştırma, Dünya’nın milyarlarca atom bombasından daha güçlü olabilecek yıkıcı bir Güneş parlamasına maruz kalabileceği konusunda uyardı. Süper parlamaların birkaç bin yılda bir gerçekleştiği düşünülüyordu.

Ancak şimdi, 56 bin Güneş benzeri yıldız üzerinde yapılan yeni bir çalışma, bizimki gibi yıldızlarda düşünüldüğünden çok daha sık süper patlama meydana gelebileceğini ortaya koydu.

Bilim insanları, Güneş’in yakın gelecekte Dünya’yı bir süper parlamayla vurmasının muhtemel olduğunu kesin biçimde söyleyebilmek için bu tür açık uçlu konuların daha fazla araştırılması gerektiğini söylüyor.

Yeni gözlemler, Güneş benzeri yıldızların her 100 yılda bir kez milyarlarca atom bombasına denk enerjiye sahip süper parlamalar ürettiğini ortaya koydu.

Süper parlamalar, Güneş’teki diğer parlamalardan binlerce kat daha güçlü olan, elektronik cihazları yakabilecek, veri sunucularına hasar verebilecek ve uyduları yörüngeden çıkararak birçok hasara yol açabilecek mega fırtınalar oluşturabiliyor.

Güneş’ten fırlatılan parçacık ve plazma dalgalarının Dünya’ya yönelerek gezegenin manyetik alanına girmesine Güneş fırtınası adı veriliyor. Bu fırtınalar halihazırda GPS sistemlerini bozabiliyor ve elektrik kesintlerine yol açabiliyor. Bunlardan daha güçlü fırtınalar daha da büyük hasara yol açabilir.

Güneş benzeri yıldızları gözlemleyerek yapılan önceki çalışmalar, süper parlamaların birkaç bin yılda bir gerçekleştiğini öne sürmüştü.

Ancak şimdi, 56.000 Güneş benzeri yıldız üzerinde yapılan yeni bir çalışma, bizimki gibi yıldızlarda düşünüldüğünden çok daha sık süper patlama meydana gelebileceğini ortaya koydu.

Yakın tarihin en büyük Güneş fırtınalarından biri, yaklaşık 10 milyar 1 megatonluk atom bombasıyla eş enerji açığa çıkaran 1859 Carrington Olayı’ydı. Bu olayda Güneş parçacıkları Dünya’ya çarptıktan sonra dünyanın dört bir yanındaki telgraf sistemlerini ateşe vermiş ve dolunay ışığından daha parlak auroraların güneyde Karayipler’e kadar uzanmasına neden olmuştu.

Ancak eski ağaç halkalarının içinde bulunan ve tarihte radyokarbon seviyelerinde ani artışlar meydana geldiğini gösteren izler, Güneş’in Carrington Olayı’ndan yüzlerce kat daha güçlü parlamalar üretebileceğini gösteriyor. Bu tür fırtınalar Dünya’ya doğru yönelirse felaketle sonuçlanabilir.

13 Aralık’ta hakemli bilimsel dergi Science’ta yayımlanan araştırma makalesinde süper parlama yapan yıldızların yüzde 30’unun çiftler halinde olduğu ifade edildi. İki yıldızın ortak bir kütle merkezi etrafında döndüğü bu çiftlere ikili yıldız sistemleri deniyor.

Bu bulgu, süper parlamaların Güneş’te de meydana gelip gelmediğini kesin biçimde cevaplamak için önemli olabilir.

Araştırmacılar, Güneş’in yakın gelecekte Dünya’yı bir süper parlamayla vurmasının muhtemel olduğunu kesin biçimde söyleyebilmek için bu tür açık uçlu konuların daha fazla araştırılması gerektiğini söylüyor.

(Kaynak: Eurnews Türkçe)

Paylaşın

Her 10 Dakikada Bir Kadın Öldürülüyor!

2023 yılında dünya genelinde 85 bin kadın ve kız çocuğu öldürüldü. Bu cinayetlerin yüzde 60’ı (51 bin 100) yakın bir arkadaşı veya bir aile üyesi tarafından işlendi.

Veriler, her gün 140 kadın ve kızın arkadaşları veya yakın bir akrabası tarafından öldürüldüğünü gösteriyor, bu da her 10 dakikada bir kadın veya kızın öldürüldüğü anlamına geliyor.

2023 yılında Afrika, yakın arkadaş ve aileyle ilgili kadın cinayetlerinin en yüksek oranlarını kaydetti, ardından Amerika ve ardından Okyanusya geldi.

Birleşmiş Milletler (BM) Kadın Birimi’nin kadın katliamlarına ilişkin hazırladığı rapora göre, dünya genelinde her gün yaklaşık 140 kadın ve kız çocuğu eşleri ya da aile bireyleri tarafından katlediliyor.

Rapora göre, 2023 yılında 85 bin kadın ve kız çocuğu öldürülürken, cinayetlerin yüzde 60’ı en yakınındaki kişi tarafından işlendi. Raporda, rakamların küresel olarak bir kadın için en tehlikeli yerin evleri olduğunu gösterdiği belirtildi.

The Guardian’ın haberine göre, BM Kadın Birimi İcra Direktörü Yardımcısı Nyaradzayi Gumbonzvanda şunları belirtti: “Verilerin bize söylediği şey, kadınların hayatlarının en güvenli olması gereken özel ve ev içi alanlarının, pek çoğunun ölümcül şiddete maruz kaldığı yer olduğudur.

Bu rapordaki rakamları buzdağının görünen kısmı olarak görüyoruz çünkü tüm kadın ölümlerinin kayıt altına alınmadığını ve tüm ölüm nedenlerinin doğru bir şekilde kadın cinayeti olarak kaydedilmediğini biliyoruz ve hiçbir bilgiye erişemediğimiz birçok topluluk var.”

BM küresel tahminleri, yakın partnerler ve aile üyeleri tarafından öldürülenlerin sayısında bir artış olduğunu gösterdi. BM ajansının verileri, 2023 yılında tahmini 21 bin 700 vaka sayısı ile Afrika’nın en yüksek evli olduğu erkek ve partner kaynaklı kadın cinayeti oranlarını kaydettiğini, onu Amerika ve Okyanusya’nın izlediğini gösterdi.

Avrupa ve Amerika’da kadınların çoğu yakın partnerleri tarafından öldürülürken, diğer yerlerde de yakın aile üyeleri birincil failler oldu. BM Kadın Birimi, Fransa, Güney Afrika ve Kolombiya olmak üzere üç ülkeye ilişkin mevcut verilerin, yakın partnerleri tarafından öldürülen kadınların önemli bir kısmının cinayetten önce yetkililere bir tür şiddet ihbarında bulunduğunu doğruladı.

Raporda, 2023 yılında küresel çapta aile içi şiddet kaynaklı cinayetlerin oranının yüzde 60 olduğu belirtildi.

Bununla birlikte BM ajansı, küresel kadın cinayetleri tahminlerine ilişkin raporunun, dünya çapında birçok ülke tarafından yetersiz veri toplanması nedeniyle engellendiğini ve aile içi alan dışında işlenen kadın cinayetlerine ilişkin doğru veri toplayan çok az hükümet olduğunu kaydetti.

Raporda şu ifadelere yer verildi: “Üye devletler son yıllarda kadın cinayetlerini ele almak için giderek daha fazla önlem alırken, ülkelerin toplumsal cinsiyete dayalı cinayetlerle mücadele çabalarının hesap verebilirliği, kadın cinayetlerine ilişkin istatistiklerinin kalitesi ve kullanılabilirliği ile de ölçülmektedir.

Veri mevcudiyeti açısından olumsuz eğilimi tersine çevirmeye yönelik önemli çabalar, kadına yönelik şiddetle mücadelede hükümetlerin hesap verebilirliğini artıracaktır.”

(Kaynak: Mezopotamya Ajansı)

Paylaşın

Dünya Geçici “Mini Uydusuna” Veda Ediyor

Dünya’nın geçici “mini uydusu” asteroit 2024 PT5, Dünya’nın yörüngesine girişinden iki ay sonra yani 25 Kasım’da gezegenin yörüngesinden ayrılmaya hazırlanıyor.

Haber Merkezi / 10 metre genişliğindeki asteroit, NASA’nın Asteroid Son Uyarı Sistemi (ATLAS) tarafından keşfedilmişti. Dünya için bir tehdit oluşturmasa da minik ay, Ay’ın tarihi hakkında değerli bilgiler sunmuştu.

Spektral analizler, 2024 PT5’in özelliklerinin NASA’nın Apollo programı ve Rusya’nın Luna görevleri de dahil olmak üzere geçmiş Ay görevlerinde toplanan materyallerle uyuştuğunu gösteriyor. Bu, 2024 PT5’in milyarlarca yıl önce meydana gelen bir çarpışma sırasında Ay’ın yüzeyinden fırlayan bir malzeme parçası olabileceği anlamına geliyor.

Madrid Complutense Üniversitesi’nde Profesör Carlos de la Fuente Marcos, bu asteroitin Ay kökenli olduğuna dair çok sayıda kanıt bulunduğunu söyledi. Marcos, mevcut araştırmaların, kanıtları desteklediğini de sözlerine ekledi.

Ay’ın aksine, 2024 PT5 gibi asteroitler Dünya yörüngesinde uzun süre kalmıyor. Düşük hızları nedeniyle geçici olarak yörüngeye yakalanırlar ve Ay’ın Güneş’in etrafında dönmesi gibi Dünya’nın etrafında dönerler.

Dünya ile minik uydusu ile arasındaki ilişki Ay’ın oluşumuna kadar uzanıyor. Dev çarpışma hipotezine göre Ay, yaklaşık 4,5 milyar yıl önce Dünya ile Mars büyüklüğünde bir gök cisminin çarpışması sonucu oluşmuştur.

Çarpmanın etkisiyle erimiş maddeler uzaya fırladı ve soğuyarak Ay’ı oluşturdu.

Mini ay nasıl keşfedildi?

“2024 PT5” isimli mini ay ilk olarak 7 Ağustos’ta Güney Afrika’nın Sutherland kentinde bulunan otomatik bir teleskop tarafından keşfedildi.

Bu otomatik teleskop, potansiyel olarak tehlikeli asteroitleri tespit etmeyi amaçlayan Ulusal Havacılık ve Uzay Dairesi (NASA) tarafından finanse edilen bir sistemin parçası.

Bu ayın başlarında Marcos ve araştırma ortağı Carlos de la Fuente Marcos, 2024 PT5’in keşfini Amerikan Astronomi Topluluğu Araştırma Notları dergisinde duyurdu.

Paylaşın

Dev Meteor Dünya’ya Çarptıktan Sonra Yaşam “Başlamış Olabilir”

Yeni bir araştırma, Everest Dağı’nın dört katı büyüklüğündeki bir meteorun yeryüzüne çarpmasının ardından Dünya’da yaşamın ortaya çıkmış olabileceğini öne sürüyor.

Milyarlarca yıl önce meteorlar sık sık yeryüzüne çarpıyordu ve bu meteorlardan biri de yaklaşık 3,26 milyar yıl önce Dünya’ya çarptı.

Denizlerin ısınmasına veya toz bulutlarının bitkilere güneş ışığının ulaşmasını engellemesine neden olabilen bu meteor çarpmaları, canlılar için felaket olarak değerlendiriliyor.

Ancak araştırmacılar, çapı 37 – 58 kilometre olan S2 meteorunun çarpması sonucu oluşan koşulların aslında bazı yaşam formlarının ortaya çıkmasına neden olmuş olabileceğini öne sürüyor.

S2 meteorunun dinozorları öldüren meteordan 200 kat daha büyük olduğu tahmin ediliyor.

Araştırmacılar, S2 meteorunun Dünya’ya çarpması sonrası okyanusun en üst tabakasının ve atmosferin ısındığını ve kalın bir toz bulutunun her yeri kapladığını söylüyor.

Independent’ın aktardığı araştırmaya göre, çarpma sonrası bakteriyel yaşam hızla toparlandı ve fosfor ve demir elementleriyle beslenen tek hücreli organizmaların popülasyonlarında keskin bir artış yaşandı.

ABD’deki Harvard Üniversitesi’n Jeolog Nadja Drabon, araştırmaya ilişkin bulguların, demir metabolize eden bakterilerin çarpışmanın hemen sonrasında çoğalmış olabileceğini gösterdiğini ifade ediyor.

Araştırmaya dair bulgular Ulusal Bilimler Akademisi Dergisi’nde yayımlandı.

Paylaşın

Yaşanabilir Gezegenler Bulma Yolunda “Büyük Adım”

Dünya’dan yaklaşık 100 ışık yılı uzaklıkta yer alan ve GJ 9827 d olarak adlandırılan gezegen, Dünya’nın yaklaşık iki katı büyüklüğünde ve neredeyse tamamen su buharından oluşan bir atmosfere sahip.

Haber Merkezi / GJ 9827 d bildiğimiz yaşamı desteklemese de, benzersiz atmosferi, diğer küçük gezegenleri ve bu gezegenlerin yaşam barındırma potansiyellerini incelemek için yeni olasılıklar sunuyor.

Montréal Üniversitesi’nden Caroline Piaulet – Ghorayeb liderliğinde yapılan yeni bir araştırmada, GJ 9827 d’nin atmosferik bileşimini ölçmek için transmisyon spektroskopisi adı verilen bir teknik kullanıldı.

Transmisyon spektroskopisi, bir gezegenin atmosferi tarafından farklı dalga boylarında veya ışık renklerinde ne kadar yıldız ışığının emildiğini ölçer.

Piaulet – Ghorayeb, bugüne kadar ölçülen atmosferlere sahip neredeyse tüm dış gezegenlerin en hafif elementlerden, tıpkı güneş sistemindeki gaz devleri Jüpiter ve Satürn gibi hidrojen ve helyumdan oluştuğunu söyledi.

Piaulet – Ghorayeb, “GJ 9827 d, güneş sisteminin karasal gezegenleri gibi ağır moleküller açısından zengin bir atmosfer tespit ettiğimiz ilk gezegen” dedi ve ekledi: Bu çok büyük bir adım.

Piaulet – Ghorayeb, “Bilim insanlarının gelecekte yaşam arayabileceği gezegen türleri olacak” diye ekledi.

GJ 9827 d ilk olarak 2017 yılında Kepler Uzay Teleskobu tarafından tespit edilmişti. Daha sonra, Hubble Uzay Teleskobu gezegenin atmosferinde su buharı izleri bulmuştu.

Bir gezegenin atmosferde su buharının izlerini tespit etmekle, atmosferin su buharıyla kaplı olduğunu söylemek arasında büyük bir fark var.

Bilim insanları, bu farkı ortaya koymak için James Webb Uzay Teleskobu’nun (JWST) Yakın Kızılötesi Görüntüleyici ve Yarıksız Spektrografı veya NIRISS ile yeni gözlemleri kullandılar.

Araştırmada yer alan bilim insanları, yıldızının önünden geçerken veya geçiş yaparken GJ 9827 d’nin atmosferinden geçen ışığın spektrumunu yakalamak için JWST’yi kullandılar.

Paylaşın

Ay’ın Yüzeyinin Altında Gizemli Bir Hareket Keşfedildi

Ay’ın engebeli yüzeyinin altında beklenmedik bir şey oluyor, bilim insanlarının Dünya’nın en yakın göksel komşusuna dair yeniden düşünmelerine neden olan derinlerde bir hareket.

Haber Merkezi / NASA ve Arizona Üniversitesi’nden bilim insanlarının yaptığı yeni bir araştırma, Ay’ın katı mantosu ve metalik çekirdeği arasında sıkışmış yarı erimiş bir malzeme tabakasının sürekli hareket halinde olduğunu ortaya çıkardı.

Bilim insanları, düşük viskoziteli malzemeden oluşan bu katmanın, hem Güneş hem de Dünya tarafından uygulanan yerçekimi kuvvetlerine tepki olarak hareket ederek Dünya’nın okyanus gelgitleri gibi davrandığını keşfetti.

AGU Advances’te yayınlanan araştırmaya göre, bu, Ay gelgitlerinin yıllık olarak nasıl dalgalandığının ilk ölçümü olup, Ay’ın kozmik ortaklarıyla olan yerçekimi dansına ışık tutuyor.

Ay’ın Dünya’nın okyanuslarını çekerek gelgitler oluşturması gibi, Dünya ve Güneş de Ay üzerinde benzer bir etkiye sahip ve Ay’ın içsel “yapışkan”ının yükselip alçalmasına neden oluyor.

Keşif uzun zamandır devam eden bazı soruları yanıtlarken, aynı zamanda yeni soruları da gündeme getiriyor. Bu yarı erimiş tabaka nasıl oluştu? Tam olarak neyden oluşuyor? Ve en önemlisi, onu bu kadar uzun zamandan sonra sıcak ve hareketli tutan şey nedir?

Keşif, Ay’ın şu anki durumunu anlamada değil; aynı zamanda geçmişi ve gelecekteki evrimi hakkında da derin öngörüler sunuyor. Bilim insanları artık Ay’ın nasıl geliştiğine ve hangi iç süreçleri yaşadığına ve gelecekte hangi süreçleri yaşayacağına dair yeni modeller geliştirebilirler.

Daha da heyecan verici olanı, bu araştırmanın gelecekteki keşifler için yeni yollar açmasıdır. Ay’ın yüzeyinin altında başka hangi gizemler yatıyor? Gezegensel oluşum ve dinamikler hakkındaki mevcut anlayışımızı zorlayacak daha beklenmedik keşifler olabilir mi?

Araştırmanın yazarlarının belirttiği gibi, bu erimiş tabakanın varlığı Ay’ın iç yapısı ve evrimi üzerinde önemli etkilere sahip ve hatta çekirdeğinin daha derinlerine inmeyi amaçlayan gelecekteki ay görevlerini bile etkileyebilir.

Paylaşın

Yeni Bir “Kıta” Keşfedildi

Kuzey Atlantik Okyanusu’nun buzlu sularının altında gizlenen yeni bir kıta keşfedildi. Keşif, Kanada’nın Baffin Adası ile Grönland arasında bulunan Davis Boğazı civarında yapıldı.

Haber Merkezi / Davis Boğazı, milyonlarca yıl önce iki ada arasındaki tektonik plakaların yer değiştirmesi ve Dünya’nın kabuğunun yeniden şekillenmesiyle oluşmuştur.

Bu durum, okyanusta kalın bir kıta kabuğunun oluşmasına neden oldu. Bilim insanları, bu kabuğu yeni kıta olarak tanımladı.

Gondwana Research dergisinde yeni yayımlanan araştırmada, bilim insanları, Davis Boğazı civarında yaklaşık 33 ila 61 milyon yıl önce meydana gelmiş olabilecek levha tektoniği hareketlerini yeniden yapılandırdı.

Popular Mechanics dergisinin belirttiğine göre, bunun sonucunda Grönland’ın batı sularında, 12 ila 15 mil uzunluğunda, kalın bir kıtasal kabuk levhasının oluştuğunu buldular.

Bilim insanlarına göre, bu yeni kara parçasının ve oluşumunun incelenmesi, benzer coğrafi yapıların daha geniş bir şekilde anlaşılmasına yardımcı olacak.

Araştırmaya ilişkin yapılan değerlendirmede, “Mikro kıta oluşumuna ilişkin tespit ettiğimiz mekanizma, dünya genelindeki diğer mikro kıtalara da yaygın olarak uygulanabilir” ifadelerine yer verildi.

Paylaşın

Dünya’nın Merkezinde Gizemli Bir “Simit” Keşfedildi

Bilim insanları, Dünya’nın sıvı çekirdeğinin içinde halka biçimli bir bölge keşfetti. Bu bölge, gezegenin manyetik alanının dinamikleri hakkında yeni ipuçları veriyor.

Dünya’nın sıvı çekirdeğindeki halka biçimli bölge ekvatora paralel yalnızca düşük enlemlerde yer alıyor.

Dünya’nın kabuğu yani dış katmanı ortalama 30 ila 70 km, bunun altında yer alan manto yaklaşık 3 bin km kalınlığında. Manto katmanı Dünya’nın toplam hacminin yaklaşık yüzde 84’ünü oluşturuyor.

Ve mantonun altında da çekirdek yer alıyor. Çekirdek de katmanlara ayrılıyor; katı bir iç çekirdek ve sıvı bir dış çekirdek.

Dış çekirdek sıvı demir ve nikelden oluşuyor ve Dünya’nın manyetik alanını yaratıyor. Bu alan, Dünya’nın etrafını bir kalkan gibi sarıyor ve yaşamın sürmesi için gerekli ortamı oluşturuyor.

Bilim insanları Dünya’nın iç kısmına inip inceleme yapamadığı için bu katmanlar hakkında bilinenler çoğunlukla sismik verilerden geliyor.

Avustralya Ulusal Üniversitesi’nden araştırmacılar, büyük depremler sırasında oluşan sismik dalgaları inceledi. Ancak normalden farklı olarak depremin başlamasından saatler sonra ilerleyen dalgaları takip ettiler.

Bilim insanları, mantoyla çekirdeğin sınırına yakın bir yerde dalgaların yavaşladığını gözlemledi.

Bulgularını Science Advances adlı hakemli dergide dün (30 Ağustos) yayımlayan ekip, dış çekirdekte dalgaların yavaşlamasına yol açan, simit şeklinde bir yapı olduğunu buldu. Bu şekillere matematikte torus adı veriliyor.

Araştırmacılar ekvatora paralel şekilde uzanan yapının sadece düşük enlemlerde olduğunu da kaydetti.

Makalenin ortak yazarı Prof. Hrvoje Tkalčić “Bölge ekvator düzlemine paralel uzanıyor, düşük enlemlerle sınırlı ve donut şeklinde” diyerek ekliyor: Donutun kalınlığını tam olarak bilmiyoruz ancak çekirdek-manto sınırının birkaç yüz kilometre altına ulaştığı sonucuna vardık.

Büyük ölçüde sıvı haldeki demir ve nikelden oluşan dış çekirdek, Dünya’yı zararlı kozmik radyasyondan koruyan manyetik alanı üretiyor.

Manyetik alan, yaşamın var olmasında elzem bir yer edindiğinden bilim insanları dış çekirdeğin yapısını daha iyi anlamaya ve bu sayede manyetik alanda yaşanabilecek değişimleri öngörmeye çalışıyor.

Yeni bulgular bu çalışmalara katkı sağlayabilir. Tkalčić “Svı çekirdekteki düşük hız, bu bölgelerde yüksek yoğunlukta hafif kimyasal elementler bulunduğu ve bu elementlerin sismik dalgaların yavaşlamasına yol açtığı anlamına geldiği için bulgularımız ilginç” diyerek ekliyor: Bu hafif elementler, sıcaklık farklılıklarının yanı sıra dış çekirdekteki sıvının karışmasını sağlıyor.

Çalışmanın diğer yazarı Dr. Xiaolong Ma ise yeni çalışmanın, manyetik alanın arkasındaki mekanizma hakkında bir fikir verdiğini ancak çok fazla gizemin çözülmeyi beklediğini söylüyor.

(Kaynak: Independent Türkçe)

Paylaşın