Türkiye, Küresel Organize Suç Endeksi’nde Avrupa’da Birinci

Türkiye, başta uyuşturucu kaçakçılığı, göçmen ve tarihi eser kaçakçılığı, insan ticareti, yolsuzluk, sigara ve alkol kaçakçılığı, silah ve mühimmat kaçakçılığı gibi başlıkların yer aldığı Küresel Organize Suç Endeksi’nde Avrupa’da birinci dünyada ise 14. sırada.

Araştırma için organize suça ilişkin yayınlar incelenerek veriler toplanıyor. Yerel uzmanlar ve gruplar bunların doğruluğunu kontrol ediyor. Sonra da endeks skoru ortaya çıkıyor. 1 en düşük, 10 ise en yüksek skor. Yüksek skorlar bu ülkede organize suç oranının yüksek olduğunu gösteriyor.

Küresel Organize Suçlar Raporu, Türkiye’de çeşitli mafya gruplarının hükümet ve diğer siyasetçilerle yakın ilişki kurarak polis ve yargı karşısında koruma sağladıklarının aktarıldığını bildirdi. Türkiye’nin 2023 skoru 7,03 puan. Bu skor 2021 yılında 6,89 idi. Bu son iki senede işlerin biraz daha kötüye gittiğini gösteriyor.

Uluslararası Organize Suç İnisiyatifi’nin Küresel Organize Suç Endeksi 2023 raporu yayımlandı. Endeks BM üyesi 193 ülke içinde gelişen organize suç faaliyetlerini karşılaştırıyor.

Organize suç skoru için ülkedeki suç ortamı ve suç aktörlerine bakılıyor. Bunlar toplam 20 alt başlıktan oluşuyor. Suç ortamına dair başlıklar arasında insan ticareti, insan kaçakçılığı, silah kaçakçılığı, eroin ticareti, kokain ticareti, sentetik uyuşturucu ticareti, mali suçlar, yenilenemez kaynakların yasadışı ticareti, uyuşturucu ticareti gibi başlıklar bulunuyor. Suç aktörleri için ise mafya grupları, kriminal ağlar, devlet bağlantılı aktörler, yabancı suç aktörleri ve özel sektör aktörleri inceleniyor.

Türkiye’nin genel organize suç skoru 7,03. Alt başlıklarda ise devlet bağlantılı suç aktörleri ve insan kaçakçılığı 9 puan ile Türkiye’nin en kötü olduğu alanlar olarak kayda geçti.

İnsan kaçakçılığı birilerinin kendi rızası ile kaçak yollarla bir ülkeye sokulması anlamına gelirken insan ticareti ise kişilerin rızası dışında fuhuş ve zorla çalıştırma da dahil olmak üzere sömürü için gerçekleştirilen ticaret.

Silah ticareti, eroin ticareti ve mafya vari suç gruplarında ise Türkiye’nin puanı 8,5. İnsan ticareti puanın 8 olması da bunun Türkiye’de ne kadar büyük bir sorun olduğunu ortaya koyuyor.

Küresel Organize Suç Endeksi’nin zirvesinde ise 8,15 puan ile Myanmar yer alıyor. Ardından Kolombiya ve Meksika geliyor. İran, Türkiye ile aynı puan ile yine 14. Sırada bulunuyor. Rusya ise 6,87 puan ile 19. sırada.

Türkiye Avrupa ülkeleri arasında ise ilk sırada. Organize Suç Endeks skoru en yüksek olan AB ülkesi ise İtalya oldu.

Türkiye hakkında öne çıkan bulgular

Endeks dışında ülkeler raporda başlık başlık değerlendiriliyor. Öne çıkan bazı bulgular şöyle:

Türkiye’nin Asya, Orta Doğu ve Avrupa arasındaki kavşakta yer alan coğrafi konumu ve uzun sınırları, ülkeyi insan ticareti ve insan kaçakçılığı için önemli bir transit ve hedef ülke haline getirmektedir.

Özellikle cinsel sömürü ve zorla çalıştırma amaçlı insan ticareti Türkiye’de giderek yaygınlaşıyor. Türkiye büyük bir mülteci nüfusuna ev sahipliği yapmaya devam ederken, insan tacirleri bu toplulukların savunmasızlığından yararlanarak kadınları ve çocukları cinsel sömürü için insan ticaretine zorlamaktadır.

Genç kızların gayri resmi dini törenler yoluyla zorla evlendirilmesi, ekonomik bir başa çıkma mekanizması olarak giderek yayılmaktadır.

Suç şebekelerine ek olarak, devlet içinde yerleşik aktörler de insan ticaretinde rol almakta ya da en azından kolaylaştırmaktadır.

Rapora göre Türkiye; Suriye ve Afganistan gibi ülkelerden Avrupa’ya yönelik göçmen kaçakçılığında kilit transit ülke olmaya devam ediyor.

Ayrıca Afrika ülkelerinden gelen düzensiz göçmen sayısında da bir artış söz konusu ve bu artış Türkiye’nin vize şartlarını hafifletmesi ve ülkeye giriş için iyi havalimanı bağlantıları sayesinde kolaylaşmaktadır.

İnsan ticaretine benzer şekilde, insan kaçakçılığı da yolsuzluğa bulaşmış hükümet yetkilileri tarafından kolaylaştırılmaktadır. Haberler, devletle ile bağlantılı aktörlerin ve meşru işletmelerin bu pazara doğrudan dahil olduğunu iddia ediyor.

Rapora göre akaryakıt kaçakçılığı, daha ucuz petrole olan talepten ve özellikle Suriye, Irak ve İran kaynaklı kaçak petrol satışından vergi geliri elde etme fırsatından yararlanan Türkiye’deki organize suç grupları için en kârlı gelir kaynaklarından birisi.

Türkiye, coğrafi konumu nedeniyle eroin ticareti için bir kaynak, transit ve hedef ülke konumunda.

Türkiye tarihsel olarak uluslararası kokain kaçakçılığı rotasında yer almamasına rağmen, son birkaç yıl içinde ele geçirilen kokain miktarındaki artışın, Amerika ve Avrupa’daki yüksek sayıdaki ele geçirmeler nedeniyle nakliye rotalarındaki değişimin bir sonucu olduğu düşünülmektedir. Dolayısıyla Türkiye, Güneydoğu ve Doğu Avrupa’yı hedef alan kokain kaçakçılığında daha önemli bir transit ülke haline gelmektedir

Türkiye’de faaliyet gösteren ve geleneksel mafya sistemini model alan önemli sayıda mafya tarzı grup bulunmaktadır. Ülkede varlıklarını sürdüren bu grupların hükümetle ve diğer siyasetçilerle yakın ilişkiler geliştirdikleri ve bu sayede kolluk kuvvetleri ve yargı karşısında koruma sağladıkları bildirilmektedir.

(Kaynak: Euronews Türkçe)

Paylaşın

NASA’dan Bir İlk: 4.5 Milyar Yıllık Asteroit Örnekleri Dünya’ya Getirildi

4,5 milyar yıllık asteroit örnekleri taşıyan NASA’nın insansız uzay aracı Osiris-Rex, yıllar süren yolculuğun ardından Dünya’ya indi. Uzay aracında asteroitten alınan en az 250 gram moloz olduğu belirtiliyor.

Numune kutusu NASA’nın Houston’daki Johnson Uzay Merkezi’ne götürülecek ve burada özel olarak tasarlanmış yeni bir laboratuvarda açılacak. NASA’nın gezegen bilimi bölümü yöneticisi Lori Glaze, “Bunlar yıllar ve yıllar boyunca bilimsel analizler için bir hazine olacak.” diye konuştu.

Osiris-Rex uzay aracı, 2016 yılında 1 milyar dolarlık görev için roketle yola çıktı. İki yıl sonra asteroite ulaştı ve uzun bir çubuk vakum kullanarak 2020’de küçük uzay kayasından molozları aldı. Uzay aracı toplamda 6,2 milyar kilometre yol kat etmiş oldu.

ABD Ulusal Havacılık ve Uzay Dairesi NASA’nın Osiris-Rex uzay aracı, bir asteroitten aldığı toz örnekleriyle Pazar günü mermiden 15 kat daha hızlı bir şekilde Dünya atmosferine girerek güvenli bir şekilde iniş yaptı.

Bir araba lastiği büyüklüğündeki uzay aracı, saniyede 12 kilometrelik hızıyla gökyüzünde bir ateş topu oluşturdu. Uzay aracının hızı, ısı kalkanı ve paraşütlerle yavaşlatıldı ve ABD’nin Utah eyaletinde Batı Çölü’ne yumuşak iniş yaptı.

Uzay aracının getirdiği yaklaşık 250 gram ağırlığındaki örnekler, analiz edilmek üzere Teksas’taki Johnson Uzay Merkezi’ne götürüldü.

Dağ büyüklüğündeki asteroit Bennu’dan aldığı bir avuç tozu getirecek uzay aracı, en derin sorulara yanıt vermesi bekleniyor: Nereden geliyoruz?

Misyonun baş araştırmacısı Profesör Dante Lauretta, “Asteroit Bennu’dan 250 gramlık numuneyi Dünya’ya getirdiğimizde, gezegenimizden önce var olan malzemeye, hatta belki de Güneş Sistemimizden önce var olan bazı taneciklere bakıyor olacağız” diyor.

“Başlangıcımızla ilgili ipuçlarını bir araya getirmeye çalışıyoruz. Dünya nasıl oluştu ve neden yaşanabilir bir dünya haline geldi? Okyanuslar suyunu nereden aldı; atmosferimizdeki hava nereden geldi; ve en önemlisi, Dünya’daki tüm yaşamı oluşturan organik moleküllerin kaynağı nedir?”

Bilim insanlarının genel kanısı, önemli bileşenlerin birçoğunun aslında gezegenimize erken dönemlerinde çarpan asteroitlerle taşındığı yönünde. Güneş Sistemi’nin yaklaşık 4,6 milyar yıl önce oluştuğu hesaplanıyor.

Osiris-Rex ekibinin bir üyesi uzay aracının inişi sırasında İngiltere’de bir konser turnesi için prova yapıyordu. Aynı zamanda bir astrofizikçi olan Queen’in baş gitaristi Brian May, paylaştığı mesajda, “Bu değerli örnek kurtarılırken kalbim sizinle birlikte. Örnek Dönüş Gününüz kutlu olsun.” dedi.

Görevde yer almayan İngiliz gökbilimci Daniel Brown, NASA’nın yarım yüzyıldan uzun bir süre önce Apollo’nun aya inişinden bu yana yapılan görevden “harika şeyler” beklediğini söyledi.

Nottingham Trent Üniversitesi’nden Brown, bu asteroit örnekleriyle “erken kimyasal bileşimini, suyun oluşumunu ve yaşamın dayandığı molekülleri anlamaya yaklaşıyoruz” diye konuştu.

NASA’dan Nicole Lunning, kesin bir ölçüm elde etmenin birkaç hafta alacağını söyledi. Dünya’dan 81 milyon kilometre uzaklıkta Güneş’in yörüngesinde dönen Bennu, 500 metre genişliğinde.

Osiris-Rex, iki yıllık bir araştırma sırasında Bennu’yu kayalar ve kraterlerle dolu moloz yığını olarak bulmuştu.

Japonya da örnek getirdi

Uzaydan örnek getiren diğer ülke olan Japonya, iki asteroit görevi sırasında yaklaşık bir çay kaşığı büyüklüğünde malzeme toplamıştı.

Paylaşın

Bilim İnsanları, Dünya’nın Ürkütücü Sonunu Canlandırdı

Güneş ömrünü tamamladığında şimdiki boyutunun çok ötesine geçerek şişecek. Dünya’daki okyanuslar kaynarken, nihayetinde yıldız, gezegeni ve kalabilecek son yaşam kırıntılarını da yutacak.

Üstelik Dünya yutulduktan sonra da Güneş şişmeye devam edecek. Yıldız yaklaşık 7,59 milyar yıl içinde tam gelişmiş bir kırmızı dev haline geldiğinde yarıçapı, şimdikinin 256 katına ulaşmış olacak.

Aralarında Avrupa Güney Gözlemevi’nin (ESO) de yer aldığı birçok kurumdan bilim insanları ve tasarımcılar, Güneş’in son günlerinde nasıl görüneceğine dair önemli ipuçları veren videolar servis ediyor.

Şimdiye dek yapılan araştırmalar ve ömrünün sonlarına gelmiş Güneş benzeri yıldızlardan toplanan veriler doğrultusunda hazırlanan bu canlandırmalar, aynı zamanda Dünya’nın nasıl yok olacağını da dehşetengiz biçimde gözler önüne seriyor.

Buna göre birkaç milyar yıl içinde Dünya yok olmaya başlayacak. Güneş ömrünü tamamladığında şimdiki boyutunun çok ötesine geçerek şişecek. Yıldızlar bu aşamada “kırmızı dev” adını alıyor.

Dünya’daki okyanuslar kaynarken, nihayetinde yıldız, gezegeni ve kalabilecek son yaşam kırıntılarını da yutacak. Üstelik Dünya yutulduktan sonra da Güneş şişmeye devam edecek.

Yıldız yaklaşık 7,59 milyar yıl içinde tam gelişmiş bir kırmızı dev haline geldiğinde yarıçapı, şimdikinin 256 katına ulaşmış olacak.

ESO’nun YouTube kanalında yayımlanan bir videoda, Güneş’in bu devasa boyutlara nasıl ulaşacağı ayrıntılı biçimde gösteriliyor. Videoda Dünya’nın konumu değişmezken, Güneş’in giderek büyüdüğü ve gezegene hızla yaklaştığı, sonunda da onu içine yuttuğu görülüyor.

Bu gerçekleştiğinde Güneş Sistemi’nin halihazırda Dünya’yı kapsayan yaşanabilir bölgesi de çok daha uzağa kaymış olacak.

Bilim insanları o gün geldiğinde sistemin yaşanabilir bölgesinin Kuiper Kuşağı olabileceğini düşünüyor. Güneş Sistemi’nin uzak kenarında yer alan bu kuşak, uzay kayaları ve cüce gezegenlerden oluşuyor. Bu da Dünya’nın yok olmasının ardından bu kayalık cisimlerde hayatın var olabileceği anlamına geliyor.

Coconut ScienceLab adlı YouTube kanalında yayımlanan bir diğer videodaysa Güneş’in genişlemesi, yörüngesinde dönen diğer gezegenlerle birlikte resmediliyor.

Öte yandan Güneş, bir gün kırmızı dev evresini aşıp çok daha kararlı olan ve hiç rüzgar yaymayan beyaz bir cüceye dönüşecek. İşte bu noktada sistemdeki bir gezegenin hayatta kalmasının mümkün olabileceği düşünülüyor.

Zira bilim insanları, beyaz cüce yıldızların, yörüngelerinde yaşanabilir gezegenlere ev sahipliği yapabileceğini düşünüyor. Ancak bu gezegenlerin, kırmızı dev evresinden sonra ortaya çıkması gerekiyor. Diğer bir deyişle Dünya’nın beyaz cüceye dönüşen Güneş’in etrafında dönmeye devam etmesi mümkün görünmüyor.

(Kaynak: Independent Türkçe)

Paylaşın

Dünya Genelinde 2,6 Milyar Kişi Hala İnternete Ulaşamıyor!

Dünya genelinde geçen yıldan bu yana internet erişimi olan insan sayısının,100 milyon kişi artarak 5,4 milyar kişiye yükseldiği duyuruldu. İnternete erişimi olmayan insan sayısını ise 2,6 milyar olarak aktarıldı.

Sanayi ülkelerinin tamamında internete erişim 2023 yılı itibarıyla sağlanmış durumda. Düşük gelirli ülkelerde ise internet ağı hızla yayılmasına rağmen, nüfusun üçte birinden az bir bölümü internetten faydalanabiliyor.

Birleşmiş Milletler’e (BM) bağlı Uluslararası Telekomünikasyon Birliği (ITU), dünya nüfusunun üçte birinin hala internete erişiminin olmadığını açıkladı.

BM bünyesinde teknolojik konularla ilgili bir alt örgüt olan ITU, geçen yıldan bu yana internet erişimi olan insan sayısının, dünya genelinde 100 milyon kişi artarak 5,4 milyar kişiye yükseldiğini duyurdu. Söz konusu rakamın dünya nüfusunun yüzde 67’sine tekabül ettiğini belirten ITU, internete erişimi olmayan insan sayısını ise 2,6 milyar olarak aktardı.

ITU Başkanı Doreen Bogdan-Martin konuyla ilgili açıklamasında, “İnternet ağının iyileştirilmesini doğru yöne atılmış bir başka adım” olduğunu, ancak “2030 yılına dek evrensel ve amaca uygun bir ağ oluşturabilmek için” kalıcı çabalara ihtiyaç duyulduğunu vurguladı.

Yapılan araştırmaya göre sanayi ülkelerinin tamamında internete erişim 2023 yılı itibarıyla sağlanmış durumda. Düşük gelirli ülkelerde ise internet ağı hızla yayılmasına rağmen, nüfusun üçte birinden az bir bölümü internetten faydalanabiliyor.

Google’ın yargılanmasına başlandı

Öte yandan Amerika Birleşik Devletleri (ABD) Adalet Bakanlığı’nın, teknoloji devi Google’a karşı tekel oluşturma suçlamasıyla açtığı davanın ilk duruşması yapıldı. Washington’da görülen davada Google, piyasaya hükmeden pozisyonunu yasa dışı yöntemlerle elde etmek ve böylece rekabet hukukuna aykırı davranmakla suçlanıyor.

İddianamede Google’ın, Apple ve Samsung gibi akıllı telefon üreticileri ile yaptığı özel sözleşmelerle, kendi arama motorunun telefonlarda standart özellik olarak yer almasını sağladığı ve bir Microsoft markası olan Bing ya da DuckDuckGo gibi arama motorlarına rekabet etme şansı tanımadığı da yer alıyor.

Duruşmaya katılan Adalet Bakanlığı temsilcisi Kenneth Dintzer, “Bu davada internetin geleceğini ve Google’ın bundan sonra internet aramalarında ciddi bir rakibi olup olamayacağını ele alıyoruz” ifadelerini kullandı. Adalet Bakanlığı tarafından açılan davaya, çok sayıda ABD eyaleti de davacı olarak iştirak ediyor.

Dünya çapında, arama motoru pazarının yüzde 90’ını elinde tutan Google ise suçlamaları reddederek, başarısının arkasındaki nedenin, rakiplerinden daha iyi olması olduğunu öne sürüyor.

Paylaşın

Gıda Fiyatları, Dünya Genelinde Yüzde 11 Düştü, Türkiye’de Yüzde 73,6 Arttı

İktidar ekonomide pembe tablolar çizmeye çalışsa da, açıklanan her veri yaşanan ekonomik krizin derinliğini ortaya koyuyor. Son olarak, dünya genelinde gıda fiyatları son 1 yılda yüzde 11,8 gerilerken, Türkiye’de yüzde 73,6 artış gösterdi.

Birleşmiş Milletler Gıda ve Tarım Örgütü (FAO), Küresel Gıda Fiyatları Endeksi Ağustos verilerini açıkladı. Açıklanan verilere göre; Küresel gıda fiyatları, yemeklik yağ, süt ürünleri ve temel gıda maddelerinin tedarikine ilişkin endişelerin devam ettiği bir ortamda, iki yıldan uzun bir sürenin en düşük seviyesine geriledi.

FAO, Küresel Gıda Fiyat Endeksi’nin geçen ay zayıf talep ve verimli bitkisel yağ ve süt üretimi nedeniyle yüzde 2,1 düşerek 121,4’e gerilediğini belirtti. Göstergeler, Rusya-Ukrayna savaşı nedeniyle tahıl ihracatının Mart 2022’de kesintiye uğrayarak rekor seviyelere ulaşmasından bu yana yüzde 24 geriledi.

Ülkelerin tahıl alanında uyguladığı regülasyonlar ve iklim koşulları da gıda tedarikinde tehdit oluşturdu. Örneğin, Hindistan, dünya çapında milyarlarca insanın beslenmesinin hayati bir parçası olan pirince ihracat kısıtlamaları getirerek FAO’nun Pirinç Endeksi’ni geçen ay 15 yılın zirvesine çıkarmıştı.

Diğer taraftan, sıcak hava koşulları çeşitli mahsulleri etkilerken, yüksek enerji ve işçilik maliyetleri nedeniyle birçok ülkede gıda enflasyonu yüksek seyretti. FAO yayımladığı raporda ayrıca, süt ürünleri, bitkisel yağ ve et fiyatlarının geçen ay en az yüzde 3 oranında düştüğünü açıkladı.

TÜİK verilerine göre, enflasyon Ağustos’ta bir önceki aya göre yüzde 9,09, bir önceki yılın aynı ayına göre yüzde 58,94 olarak gerçeklemişti. Ana harcama gruplarına bakıldığında bir önceki yılın aynı ayına göre en yüksek artış yüzde 89,31 ile lokanta ve otellerde görülmüştü. Bu grubu yüzde 73,6 ile gıda izlemişti.

Bu verilere göre, dünyada gıda fiyatları son 1 yılda yüzde 11,8 gerilerken, Türkiye’de Gıda Fiyat Endeksi Ağustos’ta yıllık yüzde 73,6 artış gösterdi.

Paylaşın

Kanser Vakaları Yüzde 80 Arttı: Zengin Sanayi Ülkeleri Başı Çekiyor

Dünya genelinde kanser vakalarının sayısı yüzde 80’e yakın arttı. Kanser vakalarının en yoğun gözlendiği bölgeler ise Kuzey Amerika, Batı Avrupa ve Okyanusya’daki Avustralasya oldu.

Tüm olası yan faktörlere rağmen kanserde genetik etkenlerin yanı sıra sağlıksız beslenme, alkol ve tütün tüketimi, hareket eksikliği, aşırı kilo ve yüksek kan şekeri değerlerinin rol oynadığına dikkat çekildi.

Kanser, vücudun herhangi organ ya da dokusundaki hücrelerin kontrolsüz çoğalması ve büyümesi sonucu ortaya çıkan bir hastalık tablosudur. Kanser oluştuğu dokuya göre adlandırılır. 200’den fazla tipi tespit edilmiştir. En sık görülen ve ölüme yol açan kanser türleri akciğer, mide, karaciğer, kolon ve meme kanseridir.

Dünya genelinde kanser vakalarının sayısı son 30 yıllık dönemde yüzde 80’e yakın artış gösterdi. Uluslararası araştırmacılar grubunun 1990-2019 yılları arasındaki verilerden oluşturduğu ve BMJ Oncology dergisinde yayımlanan analize göre 50 yaş altı grupta vakalardaki en güçlü artış, yemek borusu kanseri ve prostat kanseri vakalarında görüldü, karaciğer kanseri vakalarında ise yüzde 3’lük düşüş kaydedildi. 2019’da teşhis edilen kanser türleri arasında ise meme kanseri başı çekti.

Araştırmada 14-49 yaş aralığına odaklanan bilim insanları, 204 ülkede 29 kanser türüne ait verileri analiz etti. Bu yaş grubunda 2019 yılında, 1990’a göre yüzde 79’luk artışla toplam 3 milyon 260 bin kanser vakası kaydedildi. Yine 2019’da kanser nedeniyle hayatını kaybedenlerin sayısı 1990’a göre yüzde 28 artarak 500 bini geçti. Ölüm vakalarının çoğunluğunu meme, yemek borusu, akciğer, bağırsak ve mide kanseri vakaları oluştururken ölümlerdeki en güçlü artış böbrek ve yumurtalık kanseri vakalarında kaydedildi.

Coğrafi olarak dünya genelinde kanser vakalarının en yoğun gözlendiği bölgeler ise Kuzey Amerika, Batı Avrupa ve Okyanusya’daki Avustralasya oldu. Araştırmacılar, düşük ve orta gelirli ülkelerde de, özellikle kadınlarda kanser vakalarının arttığına işaret etti.

Analizde, ülkeler arasında kanser vakalarının kayda geçirilmesi ve teşhis kalitesi konusunda önemli farklılıklar bulunduğuna, bu nedenle gerçek rakamların daha yüksek olabileceğine de dikkat çekildi. Araştırmacılar, vakalarda kaydedilen artışın, sanayi ülkelerindeki erken tanı imkanlarının iyileşmesiyle de bağlantılı olabileceğini not etti.

Sağlıklı beslenme ve hareketin önemi

Ancak tüm olası yan faktörlere rağmen kanserde genetik etkenlerin yanı sıra sağlıksız beslenme, alkol ve tütün tüketimi, hareket eksikliği, aşırı kilo ve yüksek kan şekeri değerlerinin rol oynadığına da dikkat çekildi.

Yapılan analizler temelinde kanser vakaları ve kansere bağlı ölümlerde artışın devam edeceği öngörüsünde bulunan bilim insanları, 2030 yılına kadar 50 yaş altı grupta kanser teşhisinin yüzde 31 ve ölümlerin yüzde 20 oranında artmasını beklediklerini bildirdi. Araştırmacılar, son otuz yıllık dönemde kanserden en çok etkilenen grubun 40-49 yaş grubu olduğuna işaret ederek gelecekte de 40 yaş üstü grubun en riskli grup olmayı sürdüreceğini kaydetti.

Paylaşın

“Dünya Nüfusu Bu Yüzyılda 100 Milyona Düşebilir” Uyarısı

“İnsanlık, bir nüfus patlaması-düşüş döngüsünün karakteristik dinamiklerini sergiliyor” diyen popülasyon ekolojisti William Rees, “Küresel ekonomi kaçınılmaz olarak daralacak ve insanlık bu yüzyılda büyük bir nüfus ‘ıslahı’ yaşayacak” diye ekledi.

Biyolog Tony Barnosky de dünyanın dinozorlardan bu yana en kötü küresel kitlesel yok oluşla karşı karşıya olduğunu yazmıştı.

Rees’e göre de insan nüfusu bu hızla büyümeye devam ederse sert bir uyanışla karşı karşıya kalabilir. Olası bir çöküşte yalnızca en zengin ve dayanıklı toplumların hayatta kalabileceğine inanılıyor.

Dünya nüfusu 8 milyara ulaşırken, bilim insanları çok yakında bir “uygarlık çöküşü” yaşanabileceği görüşünde.

Kanada’daki British Columbia Üniversitesi’nden popülasyon ekolojisti William Rees, bu yüzyıl bitmeden insan nüfusunun hızla azalabileceği ve 100 milyona kadar düşebileceği öngörüsünde bulundu.

Bilimsel dergi World’de bir makale kaleme alan araştırmacı, bu büyük insan kitlesinin yakın zamanda “nüfus ıslahıyla” karşı karşıya kalabileceğini ifade etti.

“İnsanlık, bir nüfus patlaması-düşüş döngüsünün karakteristik dinamiklerini sergiliyor” diyen Rees, “Küresel ekonomi kaçınılmaz olarak daralacak ve insanlık bu yüzyılda büyük bir nüfus ‘ıslahı’ yaşayacak” diye ekledi.

Uzmanlar uzun süredir insanların doğal kaynakları geri dönülemez biçimde sömürdüğünü belirterek dünya kamuoyunu uyarıyor. Önceki aylarda, Stanford Üniversitesi biyoloğu Tony Barnosky de dünyanın dinozorlardan bu yana en kötü küresel kitlesel yok oluşla karşı karşıya olduğunu yazmıştı.

Rees’e göre de insan nüfusu bu hızla büyümeye devam ederse sert bir uyanışla karşı karşıya kalabilir. Olası bir çöküşte yalnızca en zengin ve dayanıklı toplumların hayatta kalabileceğine inanılıyor.

Rees söz konusu hesaplamaları yaptığı makalesinde, “Homo sapiens katlanarak çoğalmak, coğrafi açıdan genişlemek ve mevcut tüm kaynakları tüketmek üzere gelişti” ifadelerini kullandı.

“İnsanlığın evrimsel tarihinin büyük bir bölümünde, bu tür yayılmacı eğilimler olumsuz sonuçlarla karşı karşıya kaldı” diyen araştırmacı, sözlerini şöyle sürdürdü: Öte yandan, bilimsel devrimler ve fosil yakıtların kullanımı, birçok olumsuz sonucun etkisini azaltarak, üstel büyüme için Homo sapiens’e fırsat verdi ve tam potansiyeline erişmesini sağladı.

Rees, gezegen üzerindeki insan hakimiyetinin, “hâlâ doğal seçilim tarafından yönlendirildiğimizi unutturduğuna” da dikkat çekti.

İnsanlığın kaynakları aşırı tüketmesi ve devamlı kısa vadeli düşünmesi, Dünya’nın karşı karşıya olduğu tahmin edilen 6. kitlesel yok oluşu hızlandırıyor.

Uzmanlara göre bu durum, gezegenin yaşamı destekleyen temel sistemlerini çökme riskiyle baş başa bırakıyor.

Dahası, yenilenebilir enerji kaynaklarına geçmek gibi çözümler, aslında üstel nüfus artışı sorununu çözebilecek nitelikte değil. Rees’e göre yeni çözümlerle birlikte aşırı tüketim de hızlanıyor.

Makalede çok yakında gıda kıtlığının, habitat kaybının, savaş ve hastalıkların nüfusu düşürmeye başlayacağı öngörülüyor. Rees konuyla ilgili şu ifadeleri kullanıyor: Mümkün olan dünyaların en iyisindeyiz. Milyarlarca insanın gereksiz yere acı çekmesini önleyecek değişim mümkün.

(Kaynak: Independent Türkçe)

Paylaşın

Dikkat Çeken Araştırma: Dünyanın Yarısı Akıl Hastası Olacak

Geniş çaplı bir araştırma, dünya genelinde her iki kişiden birinin 75 yaşına kadar depresyon veya anksiyete gibi bir akıl sağlığı sorunu yaşayabileceğini öne sürdü. Araştırmanın baş yazarı Profesör John McGrath, en yaygın sorunların duygudurum bozuklukları olduğunu söyledi.

Harvard Üniversitesi’nde sağlık politikası uzmanı olarak görev yapan Dr. Ronald Kessler “Bu bozuklukların yaygın olarak ortaya çıktığı yaşı belirleyerek, uygun müdahaleler geliştirmeliyiz ve risk altındaki kişilere destek verebilmek için kaynak bulmalıyız” dedi.

Araştırmada, 29 ülkeden 156 bin yetişkin ve Dünya Sağlık Örgütü’nün yirmi yıllık verilerinden yararlanıldı.  Çalışmada; ABD, Suudi Arabistan, Katar, Japonya, İsrail, Avustralya, Yeni Zelanda, Meksika ve Avrupa, Birleşik Krallık, Güney Amerika ve Afrika gibi ülkeler yer aldı.

ABD’li bilim insanlarının yaptığı bir araştırmada, dünyanın yarısının 75 yaşına kadar akıl sağlığını kaybedeceği, özellikle kadınların anksiyete bozukluğu nedeniyle tehlikede olduğu açıklandı.

Araştırmacılar depresyon ve anksiyete dahil olmak üzere 13 ruh sağlığı problemi üzerinde incelemeler yaptı. Kadınların anksiyete bozukluğunun yanı sıra majör depresyona sahip olma olasılığı daha yüksek çıktı.

Araştırmada, 29 ülkeden 156 bin yetişkin ve Dünya Sağlık Örgütü’nün yirmi yıllık verilerinden yararlanıldı. İki kişiden birinin, yaşlanıncaya kadar en az bir akıl sağlığı bozukluğuna sahip olabileceği öngörüldü.

Yaşam boyunca akıl hastalığına yakalanma riski, erkek katılımcılar için yüzde 46 iken, kadınlarda yüzde 53 olarak belirlendi. Özellikle kadınlar travma sonrası stres bozukluğu açısından büyük risk altında olduğu bildirildi. Erkeklerin ise alkolü kötüye kullanma olasılığı yüksek çıktı.

Majör depresif bozukluk oranının, her iki cinsiyette de eşit derecede yaygın olduğu görüldü. ABD’deki akıl hastalığı oranları, son birkaç yılda artış gösterdi ve bu süreçte intihar sayısı 45 bin 900’den 48 binin üzerine çıktı.

Son analizler, akıl sağlığı krizinin ABD ile sınırlı kalmadığını, küresel boyutlara ulaştığını vurguluyor. Harvard Tıp Okulu ve Avustralya’daki Queensland Üniversitesi’ndeki araştırmacılar tarafından gerçekleştirilen çalışmada; ABD, Suudi Arabistan, Katar, Japonya, İsrail, Avustralya, Yeni Zelanda, Meksika ve Avrupa, Birleşik Krallık, Güney Amerika ve Afrika gibi ülkeler yer aldı.

Lancet Psychiatry dergisinde yayınlanan araştırma hakkında konuşan Dr. John McGrath “En yaygın ruh sağlığı bozuklukları, majör depresyon veya anksiyete çıktı. Kadınların, yaşamları boyunca anksiyete bozukluğu yaşama olasılığı, erkeklerden çok daha yüksek görünüyor” ifadelerini kullandı.

Araştırmacılar, bu akıl sağlığı bozukluklarının başlangıç ​​yaşının 15 olduğunu vurguladı. Harvard Üniversitesi’nde sağlık politikası uzmanı olarak görev yapan Dr. Ronald Kessler “Bu bozuklukların yaygın olarak ortaya çıktığı yaşı belirleyerek,uygun müdahaleler geliştirmeliyiz ve risk altındaki kişilere destek verebilmek için kaynak bulmalıyız” dedi.

ABD’de son yıllarda gerçekleşen akıl sağlığı bozuklukları oranındaki artış, pandemi dönemindeki tecrit ve izolasyon sürecinde daha da şiddetlendi. Amerika’da en çok gençleri etkileyen bu virüs dönemi, bireyleri yalnızlığa itti ve sosyal bağlar kuramamalarına sebep oldu.

Hastalık Kontrol ve Önleme Merkezleri tarafından hazırlanan bir raporda, 2021’de ABD’li lise öğrencilerinin yüzde 10’unun son 12 ayda intihara teşebbüs ettiği ve bu oranın 2019’dan bu yana arttığı ortaya çıktı.

(Kaynak: Gazete Pencere)

Paylaşın

Ay Madenciliği: Yarış Yeniden Başladı, Kim Kazanacak?

Amerika Birleşik Devletleri (ABD), Rusya, Çin ve Hindistan’ın da aralarında bulunduğu büyük güçler, Dünya’nın tek doğal uydusu Ay’ın kaynakları için yeniden harekete geçtiler.

Uzay madenciliği, Ay’da, diğer gezegenlerde ve Dünya’ya yakın asteroitlerde (Near-Earth Asteroid- NEA’s) bulunan doğal kaynakların keşfedilmesi, işletilmesi ve kullanılması olarak tanımlanmaktadır.

Büyük güçler dünyanın tek doğal uydusu Ay’da bulunan elementler hakkında daha fazla bilgi edinmeye çalışırken cuma günü Rusya ise 47 yıl sonra Ay’a iniş yapan ilk uzay aracını fırlattı.

Rusya, Ay’a yönelik daha fazla misyon başlatacağını, ardından ise Çin ile ortak bir misyon gönderme, hatta orada bir üs kurma olasılığını araştıracağını bildirdi. Ay’daki altın potansiyelinden bahseden NASA, Ay madenciliğini gündeme getirdi.

Gezegenimizden 384 bin 400 kilometre uzaklıkta olan Ay, dünyanın kendi eksenindeki dönüşünü hafifletiyor. Ayrıca dünya okyanuslarında gelgitlere neden oluyor. Ay’ın yaklaşık 4,5 milyar yıl önce devasa çarpışma neticesinde enkazın bir araya gelmesiyle oluştuğu düşünülüyor.

Ay’daki sıcaklıklar değişiklik gösteriyor. Günde altı saatten fazla güneş ışığına maruz kaldığında sıcaklık 127 santigrat dereceye yükselirken karanlıkta ise yaklaşık eksi 173 dereceye düşebiliyor. Ay’ın egzosferi güneşten gelen radyasyona karşı koruma sağlamıyor.

Su

NASA’nın bildirdiğine göre, Ay’da suya ilişkin ilk kesin keşif 2008 yılında Hindistan’ın Chandrayaan-1 misyonu tarafından yapıldı.

Tespit edilen hidroksil molekülleri ay yüzeyine yayılmış ve kutuplarda yoğunlaşmış haldeydi. İnsan hayatı için elzem olan su, aynı zamanda roketleri harekete geçirmek için kullanılan hidrojen ve oksijen kaynağı da olabilir.

Helyum-3

Helyum-3 dünyada nadir bulunan bir helyum izotopudur. Ancak NASA, bu maddenin Ay’da 1 milyon ton kadar bulunduğunun tahmin edildiğini söylüyor.

Avrupa Uzay Ajansı’nın (ESA) bildirdiğine göre bu izotop bir füzyon reaktöründe nükleer enerji sağlayabilir, ancak radyoaktif olmadığı için tehlikeli atık üretmeyecektir.

Nadir toprak elementleri

Boeing tarafından yapılan araştırmaya göre, akıllı telefonlarda, bilgisayarlarda ve ileri teknolojilerde kullanılan nadir toprak elementleri olan skandiyum, itriyum ve diğer 15 lantanit Ay’da mevcut halde.

Ay madenciliği nasıl işliyor?

Net bir yöntemi bulunmuyor.
Bunun için ayda bir tür altyapı kurulması gerekecek.
Ay’ın koşulları, zor işlerin çoğunu robotların yapması gerektiği anlamına gelse de, Ay’daki su insanların uzun süreli varlığına imkan sağlayabilir.

Yasalar nedir?

Bu yöndeki yasalar belirsizlikler ve boşluklarla dolu. Birleşmiş Milletler Dış Uzay Anlaşması (1966), hiçbir ülkenin Ay ya da diğer gök cisimleri üzerinde egemenlik iddiasında bulunamayacağını, uzayın keşfinin tüm ülkelerin yararına gerçekleştirilmesi gerektiğini söylüyor.

Ancak hukukçular, özel bir kuruluşun Ay’ın bir bölümü üzerinde egemenlik iddia edip edemeyeceğinin belirsiz olduğunu söylüyor.

RAND Corporation geçen yıl yayınladığı bir yazıda, “Bu potansiyel yüksek risklere rağmen uzay madenciliği nispeten az sayıda mevcut politika veya yönetişime tabidir” ifadeleri yer almıştı.

Devletlerin Ay’da ve Diğer Gök Cisimlerindeki Faaliyetlerini Düzenleyen Ay Anlaşması’nda (1979), Ay’ın hiçbir parçasının herhangi bir devletin, uluslararası hükümetler arası veya hükümet dışı kuruluşun, ulusal kuruluşun veya hükümet dışı kuruluşun ya da herhangi bir kişinin mülkü olmayacağı belirtiliyor.

Bu madde hiçbir büyük uzay gücü tarafından onaylanmadı. ABD, 2020 yılında, adını NASA’nın Artemis programından alan Artemis Anlaşmalarını ilan ederek, Ay’da güvenli bölgeler oluşturulmasıyla mevcut uluslararası uzay hukukunu geliştirmeyi amaçladı. Rusya ve Çin ise bu anlaşmaya katılmadı.

(Kaynak: Independent Türkçe)

Paylaşın

Dünya Nüfusunun Yüzde 81’i İklim Değişikliğinden Etkilendi

İklim değişikliği günlük ortalama sıcaklıkları önemli ölçüde artırırken 6,5 milyardan fazla kişi ya da dünya nüfusunun yüzde 81’i, bu durumdan etkilendi. İklim Değişimi Endeksi adlı bir ölçüm aracı geliştirildi.

Bu araç, Avrupa ve ABD hava tahminlerini, gözlemlerini ve bilgisayar simülasyonlarını kullanarak iklim değişikliğinin, dünyadaki sıcaklıklar üzerindeki etkisini gerçek zamanlı hesaplıyor.

İklim değişikliğinin etkisini ölçmek için bilim insanları, kaydedilen sıcaklıkları, iklim değişikliğinden kaynaklanan ısınmanın olmadığı daha soğuk olan simüle edilmiş bir dünyayla karşılaştırıyor. Bu simülasyon 1,2 Santigrat derece daha soğuk.

İnsan kaynaklı küresel ısınma Temmuz ayını dünya yüzünde 5 kişiden 4’ünü etkileyecek kadar sıcak hale getirdi. Yeni bir araştırmaya göre 2 milyardan fazla kişi iklim değişikliğinin tetiklediği ısınmayı günlük olarak hissediyor.

Kar amacı gütmeyen İklim Merkezi’nin yayımladığı yeni bir rapora göre, iklim değişikliği günlük ortalama sıcaklıkları önemli ölçüde artırırken 6,5 milyardan fazla kişi ya da dünya nüfusunun yüzde 81’i, bu durumdan etkilendi.

İklim Merkezi Başkan Yardımcısı Andrew Pershing, “İklim değişikliğini gerçekten neredeyse her yerde hissediyoruz” dedi.

Araştırmacılar Temmuz ayında 4 bin 711 kentin 4 bin 19’unda iklim değişikliği izlerine rastladı. Diğer uzmanlar da Temmuz ayının kayıtlara geçen en sıcak ay olduğu görüşünde.

ABD’de 244 milyondan fazla kişi iklim değişikliğinden kaynaklanan aşırı sıcakları hissetti. ABD’de en az 244 milyon kişi Temmuz ayında iklim değişikliğinden kaynaklanan aşırı sıcakları hissetti. ABD’de iklim değişikliğinden en çok etkilenen yer ise Florida eyaleti.

Çalışmaya göre tropik kuşakta yaşayan 2 milyar kişi için Temmuz ayının her gününün, eski Temmuz aylarına oranla daha sıcak olma ihtimali üç kat arttı. Buna Suudi Arabistan’daki Mekke ve Honduras’taki San Pedro Hula gibi milyonlarca kişilik nüfusu olan kentler de dahil.

İklim değişikliği etkisinin en yoğun hissedildiği gün 10 Temmuz’du. Rapora göre 10 Temmuz’da 3,5 milyar kişi küresel ısınmadan kaynaklanan aşırı sıcakları hissetti. Bu Maine Üniversitesi’ne göre küresel düzeyde en sıcak gün olan, 7 Temmuz’dan farklı.

Çalışma hakem incelemesinden henüz geçmedi çünkü Temmuz ayı daha yeni sona erdi. Ancak çalışma diğer grupların da kullandığı hakem incelemesinden geçen iklim parmakizi metotlarını kullandı. Bu nedenle Ulusal Bilimler Akademisi tarafından geçerli kabul ediliyor. Associated Press haber ajansına konuşan iki iklim uzmanı da araştırmanın güvenilir olduğu görüşünü doğruladı.

İklim Merkezi bir yıldan uzun süre önce, İklim Değişimi Endeksi adlı bir ölçüm aracı geliştirdi. Bu araç, Avrupa ve ABD hava tahminlerini, gözlemlerini ve bilgisayar simülasyonlarını kullanarak iklim değişikliğinin, dünyadaki sıcaklıklar üzerindeki etkisini gerçek zamanlı hesaplıyor.

İklim değişikliğinin etkisini ölçmek için bilim adamları, kaydedilen sıcaklıkları, iklim değişikliğinden kaynaklanan ısınmanın olmadığı daha soğuk olan simüle edilmiş bir dünyayla karşılaştırıyor. Bu simülasyon 1,2 Santigrat derece daha soğuk.

Princeton Üniversitesi’nden iklim bilimci Gabriel Vecchi, “Şimdiye kadar hepimiz sıcak hava dalgalarının küresel ısınmadan kaynaklanıyor olduğunu biliyorduk. Ancak maalesef bu ay bu çalışmanın da gösterdiği gibi gezegendeki insanların büyük çoğunluğu, küresel ısınmanın ‘aşırı sıcaklık etkisini’ hissetti” dedi.

ABD’de 22 şehir iklim değişikliğinin aşırı ısınmayı üç kat arttırmasının muhtemel olduğu en az 20 gün geçirdi. Bu şehirler Miami, Houston, Phoenix, Tampa, Las Vegas ve Austin.

ABD’de Temmuz ayında iklim değişikliğinden en çok etkilenen kent ise Florida’daki Cape Coral oldu. Fosil yakıt tüketimi Temmuz ayı sıcaklık artışını 4,6 kat daha mümkün kıldı. Temmuz boyunca 31 günün 29’unda iklim değişikliğinin önemli izlerine rastlandı.

ABD’nin kuzeyinde Temmuz ayında daha az iklim değişikliği etkisi görüldü. Araştırmacılar Kuzey Dakota, Güney Dakota, Wyoming, kuzey California, New York’un kuzeyi, Ohio, Michigan, Minnesota ve Wisconsin’de iklim değişikliğinin önemli etkilerine daha az rastladı.

İklim Merkezi Başkan Yardımcısı Pershing, ABD’nin güneybatısı, Akdeniz ve Çin’deki sıcaklık dalgalarının, iklim değişikliğini inceleyen uluslararası girişim World Weather Attribution tarafından özel bir incelemeye tabi tutulduğunu, ancak Karayipler ve Orta Doğu gibi yerlerin çok büyük iklim değişikliği sinyalleri alınmasına rağmen dikkat çekmediğini belirtti.

(Kaynak: VOA Türkçe)

Paylaşın