HDP, Kapatma Davasında Savunmasını AYM’ye Sundu

Halkların Demokratik Partisi (HDP) Hukuk ve İnsan Hakları Komisyonu ve “HDP’yi savunuyoruz” hukuk ekibi, parti hakkında açılan kapatma davasına karşı hazırladıkları esas hakkındaki savunmayı Anayasa Mahkemesi’ne (AYM) sundu.

HDP Hukuk ve İnsan Hakları Komisyonundan Sorumlu Eş Genel Başkan Yardımcısı Ümit Dede ve Avukat Maviş Aydın AYM önünde basın açıklaması yaptı.

“Savcının her iddiasına tek tek cevap verdik”

Ümit Dede, iddianamenin HDP’yi demokratik siyasetin dışına itme operasyonu olduğunu söyledi:

“Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından yazılan iddianamenin kabul edilmesiyle birlikte ön savunmamızı AYM’ye sunmuştuk, sonra Başsavcılığın verdiği mütalaaya karşı da bugün esas hakkındaki savunmamızı mahkemeye verdik.

Biz iddianame tebliğ edildikten sonra bir tespitte bulunmuş, HDP’nin temelli kapatılması talebiyle hazırlanan iddianamenin siyasi bir belge olduğunu ifade etmiştik. Elbette bu tespiti yapmak için özellikle 2015 yılından beri HDP’ye yönelik yapılan saldırılara bakmak yeterli olacaktı.

Biz hukukçular iddianameyi satır satır inceledik ve bu tespitin sadece siyasi bir tespit olarak değil hukuki bir tespit olarak da doğru olduğunu gördük.

Türkiye’nin saygın hukukçuları ve AYM’nin kendisi de Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından verilen ilk iddianamenin CMK’da aranan şartlara uygun olmadığını ve Anayasanın 68 ve 69’uncu maddelerine de aykırı olarak düzenlendiği tespit etmişti.

Ardından 7 Haziran tarihinde verilen ikinci iddianame de ilk iddianameden hiçbir farklılık içermiyordu. Ön savunmamızda iddianamenin siyasi bir belge olduğuna dair hususları ayrıntılı ifade ettik.

Esas hakkındaki savunmamızda da ayrıntılara inerek savcının her bir iddiasına tek tek cevap verdik; bu iddianamenin hukuka aykırı tanzim edildiğini, siyasi iktidar ve ortaklarının zorlaması sonucu Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına ısmarlama belge olarak hazırlatıldığını ortaya koyduk.

2015 yılından bugüne kadar HDP’ye yönelik gerçekleştirilen saldırıların son halkası olarak nitelendirdiğimiz bu belge, HDP’yi demokratik siyasetin dışına itme operasyonunun bir argümanı olarak kullanılıyor.”

“HDP 7 Haziran’la hedef haline geldi”

Dede, neden HDP’nin hedef haline geldiğinin, 7 Haziran seçim sonuçlarına bakıldığında görüleceğini söyledi:

“Yine 2019 yerel seçimlerine bakıldığında neden HDP’nin iktidar ve ortakları tarafından hedef haline getirildiği görülecektir.

Elbette Türkiye’de demokrasi ve özgürlük mücadelesi veren, hukukun üstünlüğünü savunan tek güç HDP değil; fakat bunları bünyesinde toplayan, kadın özgürlük mücadelesinden ekoloji mücadelesine kadar, Kürt halkının taleplerinin kabul edilmesinden barış hakkını savunmaya kadar tüm bu taleplerin savunucularını kendi bünyesinde barındırabilmiş ve her birinin özgünlüğünü kurmak suretiyle birlikte mücadele etmenin formülünü bulabilmiş, bunu hayata geçirebilmiş dünyadaki tek örnek olması da hedef haline getirilmesinin sebebidir.

“İddianame CMK’da belirtilen şartları taşımıyor”

HDP’nin kapatılması kisvesi altında dile getirilmiş olsa da kadın özgürlük mücadelesinin de Kürt halkının özgürlük mücadelesinin de ekoloji mücadelesinin de bu iddianamede hedef haline getirildiğini gördük.

Siyasi bir belgedir, CMK’da belirtilen şartları taşımıyor, Anayasada belirtilen şartları taşımıyor dedik. Birkaç örnek vermek bu iddianamenin ruhunu göstermek açısından önemlidir.

AYM ilk iddianameyi iade ederken “Kişilerin kimliğini bile doğru tespit edememişsin” demişti Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısına. İkinci iddianamede Başsavcının yine kişilerin kimliklerini tespit ederken hataya düştüğünü gördük.

Bir başka kişi ile ilgili iddiaları davaya koyup başka bir kişinin siyaseten yasaklanmasını talep etmiş ve bu kişi HDP’li değil. Fakat HDP’nin kapatma davasının konusu olmuş.

AYM ayrıca “Dosya içerisine koyduğun kişilerin HDP üyesi olup olmadığını, HDP’de bir görev yapıp yapmadığını tespit etmemişsin” demişti Başsavcılığa. “Bizi ancak HDP’nin üyesi olduğu dönemde işlediği fiiller ilgilendirir,” demişti, fakat iddianameye baktığımızda başta HDP EŞ Genel Başkanlığı görevini yürütmüş arkadaşlarımız olmak üzere HDP’li olmadan hatta HDP kurulmadan önce işlenen fiillerin yine AYM iade kararına ve CMK’ya aykırı bir şekilde ikinci iddianameye de konulduğuna tanıklık ettik.

“İddianame Anayasadaki şartları taşımıyor”

Başsavcının yapması gereken neydi, AYM’nin istediği neydi aslında? Anayasanın 69’uncu maddesinde belirtildiği üzere HDP merkez organlarının Anayasa 68’de belirtilen fiillerin odağı olma halini gerçekleştirip gerçekleştirmediği, üyelerinin faaliyetlerinin bu kapsamda zımnen ya da açıkça benimseyip benimsenmediğini sormuştu Başsavcıya.

Fakat buna ilişkin mütalaasında tek bir değerlendirmesi bulunmamaktadır. Tek bir merkez organının HDP’nin PM’sinin, MYK’sının, Meclis Grubunun tek bir açıklamasını, tek bir faaliyetini ve fiilini iddianameye koymadan Başsavcı HDP’nin odak olma iddiasını gösterme cüretini göstermiştir.

Bütünen değerlendirdiğimizde bu iddianame CMK’da Anayasanın 68 ve 69’uncu maddelerinde belirtilen şartları asla taşımamaktadır.

“Demokrasi mücadelesi hedef alındı”

Bu belge, siyaseten HDP’yi demokratik siyasetin dışına itme amacıyla yazılmıştır. İddianameyle HDP’yi tasfiye operasyonlarına hukuki bir kılıf uydurulmak istenmiştir, fakat Cumhuriyet Başsavcısı bu kılıfı uyduramamıştır.

HDP’ye dönük geliştirilen bu kapatma saldırısıyla Türkiye’deki demokrasi mücadelesi bir bütünen hedef haline getirilmekle birlikte bu mücadelenin en dinamik kesimleri olan Kürt halkının özgürlük ve barış talepleri, kadınların özgürlük mücadeleleri ve talepleri özellikle hedef haline getirilmiştir.”

25 Kasım ve 8 Mart ile “örgüt bağlantısı”

Avukat Maviş Aydın da şu bilgileri verdi:

“İddianameye, hem HDP’nin temsil ettiği ideolojiyi hem de özelde kadın mücadelesini siyasi alanın dışına itme belgesi olarak yaklaştık.

İddianamede 25 Kasım Kadına Yönelik Şiddetle Mücadele Günü, 8 Mart Kadınlar Günü gibi eylemlerin suç isnadı olarak yer alması ve suçlama konusu yapılması kadınların özgürlük mücadelesine karşı bir tehdittir. Bu tehdidin boyutunu AYM’nin ciddi ve titizlikle değerlendirmesi gerektiğini düşünüyorum.

Kadınların aktif olarak siyasette yer alması gerektiğini düşünüyoruz. Kadınların siyaset dışına itilmesinin ciddi riskler taşıdığını, bugüne kadar kadınların kazandığı bütün haklara zarar vereceğini düşünüyoruz.

Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığınca eşbaşkanlık sistemi üzerinden ve kadınların eylemleri üzerinden örgüt bağlantısı kurulmasını kadın mücadelesine karşı tehdit olarak görüyoruz.

Bu savunma içerisinde kadınlara ayrılmış bölümün, HDP’nin kadın mücadelesine bakışının neticesinde sadece kadınlar tarafından yazıldığını belirtelim.

HDP’li kadınlar, kadın hukukçular ve kadın milletvekilleri olarak, kadın mücadelesi tarihine ve yasak istenen yüzlerce kadının siyaset dışına itilmesiyle nelerin zarar göreceğine ilişkin kapsamlı değerlendirmeler yaptık.”

(Kaynak: Bianet)

Paylaşın

CHP, Seçim Yasası’nı AYM’ye Taşıdı

Cumhuriyet Halk Partisi (CHP), AK Parti ve MHP’nin ortak imzasıyla Meclis’e sunulan ve geçtiğimiz günlerde yasalaşan Milletvekili Seçimi Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun’u Anayasa Mahkemesi’ne (AYM) taşıdı.

Başvuruya ilişkin CHP’den yapılan açıklamada, seçim kanununun seçim kurullarını düzenleyen 5-6, Cumhurbaşkanını propaganda yasakları dışında tutan 11 ve seçim kurullarının 3 ay içinde yenilenmesini öngören 12. maddelerinin iptali için hazırlanan dilekçenin, AYM’ye iletildiği belirtildi.

Söz konusu maddelerin, telafisi imkansız zararlar ortaya çıkacağı için iptal davası sonuçlanıncaya kadar yürürlüklerinin durdurulmasına ve iptallerine karar verilmesi talep edilen başvuru dilekçesinde şu görüşlere yer verildi:

“7393 sayılı Milletvekili Seçimi Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun’un 5, 6, 11 ve 12’nci maddeleriyle 298 sayılı Kanun’da yapılan değişiklikler (il ve ilçe seçim kurullarında görev alan hakimlerin kıdem esası yerine ad çekme usulüyle belirlenmesi ve mevcut kurulların üç ay içinde getirilen değişikliğe istinaden yeniden teşekkül ettirilmesi ile Cumhurbaşkanı için öngörülen propaganda yasaklarında hukuki boşluk oluşturulması) başta demokratik hukuk devleti ve seçim güvenliği ilkeleri olmak üzere; Anayasa’nın 2, 5, 11, 13, 14, 17, 36, 37, 67, 68, 79, 138’inci maddelerine aykırı olması sebebiyle; telafisi imkansız zararlar ortaya çıkacağı için, iptal davası sonuçlanıncaya kadar ivedilikle yürürlüklerinin durdurulmasına ve iptallerine karar verilmesi talep edilmektedir.

Kanunun 5., 6. ve 12. maddeleriyle; çok partili yaşamımızın ilk yıllarından bugüne uygulanmış olan il ve ilçe seçim kurullarının başkanlarının ve üyelerinin kıdem esasına göre belirlenmesi kuralının yerine, kurul başkan ve üyelerinin birinci sınıfa ayrılmış hakimler arasından kura ile belirlenmesi ve halihazırda yaklaşık iki yıl görev süreleri bulunan kıdemli kurul başkan ve üyelerinin yerine (Anayasa’ya aykırı şekilde) kurayla belirlenecek yeni kurul başkan ve üyelerinin yerleştirilmesi öngörülmektedir.

Ayrıca, Ocak 2022’de yürürlükteki Kanun’a göre oluşmuş olan ve iki yıl görev yapması gereken seçim kurullarının lağvedilecek olması ise Anayasa’nın amir hükümlerini açıkça ihlal etmektedir. Anlaşılmaktadır ki, son yıllarda AKP teşkilatıyla organik ya da dolaylı bağı olduğu için yargıç yapılan kişilerin birkaç ay içinde kurayla seçim kurulu başkan ve üyelerinin olmasını ve böylece önümüzdeki seçimlerin partizanca gerçekleştirilmesi tasarlamaktadır. Bu bakımdan yaklaşık iki yıl görev süresi olan ve seçim hukukunu uygulayan kurulların lağvedilmesi, Anayasa madde 79’daki ‘seçimler, yargı organlarının genel yönetimi ve denetimi altında yapılır’ kuralına, madde 138’deki ‘mahkemelerin bağımsızlığı’ ilkesine ve madde 139’daki ‘hakimlik ve savcılık teminatlarına’ açıkça aykırıdır.

Kanunun, seçim yasaklarına ilişkin maddesinde, parti genel başkanı ve aday olan yürütme yetkisini tek başına kullanan Cumhurbaşkanı’nın dahil edilmemiş olması, ‘tarafsız’, ‘eşit’, ‘serbest’ ve ‘adil’ seçim olanağını ortadan kaldırmaktadır. Bu durum, devleti adeta “aday” konumuna taşımaktadır. Parlamenter rejimin geçerli olduğu dönemde başbakan ve bakanlar kurulunun sahip olduğu tüm yetkilere bugün tek başına sahip konumda bulunan ve uygulamada parti genel başkanı olan Cumhurbaşkanı’nın bu yasaklardan bağışık tutulması, kabul edilebilir değildir. Ayrıca ‘Cumhurbaşkanı yardımcıları’ da Cumhurbaşkanı ile birlikte yasaklar kapsamına dahil edilmelidir.”

Paylaşın

CHP ‘Seçim Kanunu’ İçin AYM’ye Gidiyor!

Cumhuriyet Halk Partisi (CHP), Cumhurbaşkanı tarafından onaylanmasının ardından Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren Seçim Kanunu’ndaki 3 madde için Anayasa Mahkemesi’ne (AYM) başvuracak.

Haber Merkezi / Başvuruda, il ve ilçe seçim kurullarının oluşumları, kıdemli hakimler yerine birinci sınıf hakimler arasından kura çekimi ve üç ay içinde seçim kurullarının yeniden oluşturulması yönündeki düzenlemelerin Anayasa’ya aykırı olduğu için yürütmesinin durdurulması ve iptali talep edilecek.

Seçim Kanunu’ndaki değişiklikler

Milletvekili Seçimi Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun, Resmi Gazete’de yayımlandı. Kanuna göre, seçimlerde yüzde 10 olarak uygulanan ülke seçim barajı yüzde 7’ye indirildi.

İttifakın aldığı oy toplamı ülke barajını geçtiği takdirde, seçim çevrelerinde milletvekili hesabı ve dağılımı, ittifak içinde yer alan her bir partinin o seçim çevresinde almış olduğu oy sayısı dikkate alınarak yapılacak.

İttifakı oluşturan siyasi partilerin her birinin çıkaracağı milletvekili sayısı, her seçim bölgesinde ittifak içinde elde ettiği oy sayısı esas alınarak genel D’Hondt uygulaması ile belirlenecek.

Seçime katılma yeterliliği elde eden parti, Siyasi Partiler Kanunu’nda öngörülen ve parti tüzüğünde belirtilen süreler içerisinde ilçe, il ve büyük kongrelerini üst üste iki defa yapmamışsa seçime katılma yeterliliğini kaybedecek. Salt TBMM’de grup kurmuş olmak, seçime katılabilmenin yeter şartından biri olamayacak.

Görme engelli seçmenlerin oyun gizliliği esasına uygun şekilde oy kullanabilmelerine imkan sağlanacak. Bu kapsamda Yüksek Seçim Kurulu (YSK), görme engelli seçmenlerin kullanabilmesi için oy pusulalarına uygun şablon sağlayacak.

Seçim kurulunun belirlenmesi

İl seçim kurulu, bir başkan, iki asıl üye ile iki yedek üyeden oluşacak.

İl seçim kurulu başkanı ve asıl üyeleri ile yedek üyeleri, iki yılda bir ocak ayının son haftasında, il merkezinde görev yapan, kınama veya daha ağır disiplin cezası almamış, en az birinci sınıfa ayrılmış ve birinci sınıfa ayrılma niteliklerini kaybetmemiş hakimler arasından, adli yargı ilk derece mahkemesi adalet komisyonunca ad çekme suretiyle tespit edilecek.

Kurada ilk çıkan hakim başkan, sonraki iki hakim asıl ve son çıkan iki hakim yedek üye olarak belirlenecek. Ad çekmeye katılacak hakim sayısının beşten az olması durumunda, bu hakimler arasında ad çekme işlemi yapıldıktan sonra eksik kalan asıl ve yedek üyeler, en kıdemli hakimden başlayarak belirlenecek.

Ad çekmeye katılacak hakimin bulunmaması durumunda ise başkan ve asıl üyeler ile yedek üyeler en kıdemli hakimden başlayarak belirlenecek. Bu suretle kurulan il seçim kurulu iki yıl süre ile görev yapacak.

Kıdemin belirlenmesinde kınama veya daha ağır disiplin cezası almış olanlar diğerlerinden daha az kıdemli sayılacak.

İl seçim kurulu başkanlığının boşalması halinde asıl ve yedek üyelerden en kıdemli hakim il seçim kuruluna başkanlık edecek.

İlçelerde, ilçede görev yapan kınama veya daha ağır disiplin cezası almamış en az birinci sınıfa ayrılmış ve birinci sınıfa ayrılma niteliklerini kaybetmemiş hakimler arasından, merkez ilçelerde ise aynı nitelikleri taşıyan hakimler arasından adli yargı ilk derece mahkemesi adalet komisyonunca ad çekme suretiyle belirlenen hakim, kurulun başkanı olacak.

Ad çekmeye katılacak hakimin bulunmaması durumunda ise en kıdemli hakim kurulun başkanı olacak.

Seçmen kütüğünden güncelleme

Sandık kuruluna üye bildirme hakkı olan bir parti, oluru olmadan başka bir parti üyesini sandık kurulu üyesi olarak gösteremeyecek.

Mahalli İdareler ile Mahalle Muhtarlıkları ve İhtiyar Heyetleri Seçimi Hakkında Kanun uyarınca yapılacak mahalli idareler genel seçimlerinde, yerleşim yeri adresine göre oluşturulan seçimin başlangıç tarihinden 3 ay önceki seçmen kütüğü üzerinden güncelleme yapılacak.

Kütük düzenlemesi nedeniyle seçmen hiçbir şekilde oy kullanma hakkından yoksun bırakılmayacak. Adresi kapanmış olması sebebiyle adres kayıt sisteminde görünmeyenlerin, Nüfus ve Vatandaşlık İşleri Genel Müdürlüğünün adres kayıt sisteminde bulunan en son geçerli adres bilgileri esas alınacak.

Muhtarlık bölgesi askı listelerinin askı süresi içinde bir seçim çevresinden diğerine yapılan seçmen nakil istemleri hakkında, ilçe seçim kurulu başkanı tarafından itiraz üzerine veya nakil isteminin şüpheli bir girişim olduğu kanaatine varılması üzerine, resen yapılacak araştırma ve inceleme neticesinde, nakil isteminin kabul edilmemesi halinde, seçmen kaydı dondurulamayacak ve bir önce kayıtlı olduğu adreste seçmen kaydı devam edecek.

İl seçim kurulu başkan ve üyeleri ile ilçe seçim kurulu başkanları, kanunun yürürlüğe girmesinden itibaren 3 ay içinde yapılan değişikliklere göre yeniden belirlenecek. Bu şekilde belirlenen başkan ve üyeler, önceki başkan ve üyelerin görev süresini tamamlayacak.

Yasayla Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’ne paralel olarak Seçim Kanunu’ndaki “başbakan” ibaresi kanundan çıkarıldı.

Paylaşın

Anayasa Mahkemesi: Zorunlu Din Dersi İnanç Özgürlüğünün İhlalidir

Anayasa Mahkemesi (AYM), kızının zorunlu din dersinden muaf olmak için verdiği dilekçe reddedilen babanın yaptığı başvuruda, Anayasa’nın “din ve vicdan özgürlüğü” maddesinin ihlal edildiğine karar verdi.

Kısa Dalga’dan Kemal Göktaş’ın haberine göre; Anayasa Mahkemesi’nin “ebeveynlerin eğitim ve öğretimin kendi dinî ve felsefi inançlarına göre yapılmasını sağlama hakkının ihlal edildiğini” belirterek verdiği karar AİHM (Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi) kararlarına uyum gösterilmesi anlamına geliyor.

AYM’nin önümüzdeki günlerde açıklayacağı gerekçeli kararının, zorunlu din derslerinden muafiyet konusunda ebeveynlerin talebinin yeterli görülmesi ve dersin içeriği konusunda önemli hükümler içermesi bekleniyor.

Anayasa Mahkemesi’nin Hüseyin El ve kızı Nazlı Şirin El adına avukat Esra Başbakkal’ın başvurusu üzerine aldığı karar, 13 yıllık bir hukuk mücadelesi sonunda çıktı.

Hüseyin El, 2009 yılında Eskişehir Havacılar İlköğretim Okulu Müdürlüğü’ne başvurarak o tarihte 4. sınıf öğrencisi kızı Nazlı Şirin El’in din kültürü ve ahlak bilgisi derslerinden muaf tutulmasını istedi. Okul müdürlüğü ise Millî Eğitim Bakanlığı İlköğretim Genel Müdürlüğü’nden alınan görüş doğrultusunda bu talebi reddetti.

“Sadece azınlıklar muaf olabilir”

Okul müdürlüğünün ret yazısına eklenen Genel Müdürlük yazısında ‘azınlık okulları dışında kalan ilk ve orta öğretim okullarımızda öğrenim gören T.C. uyruklu Hıristiyanlık ve Musevilik dinlerine mensup öğrencilerin, bu dinlerden birine mensup olduklarını belgelendirmeleri kaydıyla, Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi dersine girmelerinin zorunlu olmadığı’ belirtildi. Yani Millî Eğitim Bakanlığı, Hıristiyan veya Musevi azınlığa mensup olmayanların zorunlu din dersinden muaf tutulamayacağı gerekçesiyle başvuruyu reddetti.

Kimliğinden “İslam” ibaresini çıkardı

Hüseyin El, bunun üzerine nüfus cüzdanındaki İslam ibaresini çıkardı ama bu da kızının zorunlu din dersinden muaf olmasını sağlamayınca Millî Eğitim Bakanlığı ve Eskişehir Valiliği’ne karşı dava açtı. Dava dilekçesinde din kültürü ve ahlak bilgisi dersinin kendisinin dini veya felsefi inancına uygun olmadığı, herhangi bir din mensubu olduğuna bakılmaksızın din ve inanç özgürlüğünün uygulanması kapsamında çocuğunun bu dersten muaf tutulmasını istedi. Ayrıca, dersin müfredatının belirli bir din anlayışını esas aldığı, nesnel ve rasyonel bir öğretime yönelik olmadığı belirtildi.

Yerel mahkeme haklı buldu

Ankara 1. İdare Mahkemesi, dava sonunda Hüseyin El’i haklı bularak muaf tutulma talebinin reddedilmesine ilişkin kararın iptal edilmesine karar verdi. Mahkeme kararında, AİHM’in 2007 yılında verdiği Hasan ve Eylem Zengin kararına atıf yaptı ve din kültürü ve ahlak bilgisi dersinin içeriğinin ‘çoğulculuk anlayışı içerisinde, nesnel ve rasyonel bir şekilde’ verilmediği belirtildi. Kararda, “din eğitiminin ancak kişilerin kendi isteğine, küçüklerin de kanuni temsilcilerinin talebine bağlı olduğuna” vurgu yapılarak bu dersin zorunlu tutulmasının hukuka aykırı olduğu ifade edildi.

Danıştay kararı bozdu

Ancak bakanlık ve valiliğin temyiz başvurusu üzerine Danıştay 8. Dairesi, mahkemenin bu kararını “mevzuata aykırı olduğu” gerekçesiyle bozdu. Ankara 1. İdare Mahkemesi’nin bu bozma kararına uyarak davanın reddine karar verdi. Mahkeme bu ret kararını 2005-2006 öğretim yılında yapılan değişlik nedeniyle, dersin çoğulcu nesnel ve rasyonel bir şekilde yapıldığına ilişkin bilirkişi raporuna dayandırdı. Bu kararın temyiz incelemesini yapan Danıştay 8. Dairesi de ret kararını onadı.

“Baskıya maruz kaldı”

Kararın kesinleşmesinin ardından avukat Esra Başbakkal, 2014 yılında Anayasa Mahkemesi’ne müvekkili Hüseyin El ve kızı Nazlı Şirin El adına bireysel başvuru yoluna gitti.

Başbakkal’ın bireysel başvuru dilekçesinde, dava süreci devam ederken Nazlı Şirin El’in sınıf kaybettiği, karnesinin kendisine verilmediği ve din dersine girmediği için okul yönetimi, öğretmenler ve öğrenciler tarafından manevi baskıya maruz kaldığı için okul değiştirmek zorunda kaldığı belirtildi.

Dilekçede, “din kültürü ve ahlak bilgisi dersinin müfredat programının ve dersin genel niteliğinin müvekkilin düşünce yapısının dışında olduğu ve bu dersin zorunlu tutulmasının ve Hıristiyan ve Musevi olmak dışında başka bir seçenek sunulmamasının Anayasal ilkelere aykırı olduğu” savunuldu.

“AİHM kararına aykırı”

Dilekçede AİHM’in Alevi yurttaşların zorunlu din derslerinden muaf tutulmamasını insan hakları ihlali olarak gören Hasan-Eylem Zengin kararına atıfta bulunularak şöyle denildi:

“AİHM’in Hasan-Eylem Zengin kararında bu dersin gerçekten farklı dini kültürlerle ilgili bir ders olması halinde, yalnızca Müslüman çocuklar için zorunlu tutulmasına sebep olmadığı vurgulanmıştır. Kaldı ki, bugün itibariyle durum halen aynı olup, bu ders halen Müslüman çocuklar için zorunluluğunu korumaktadır. Başvurucu açısından çocuğu için zorunlu olan Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi dersinin müfredatının Sözleşme’nin ve AİHS’nin belirlediği; eğitim sisteminde, din dersleriyle ilgili çoğulculuk, nesnellik ve eleştirellik koşullarının yerine getirilmemesi ve başvurucunun ebeveyn olarak inançlarına saygı gösterilmesini sağlayacak uygun bir yöntem sunulmaması Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ne aykırıdır.”

“Din ve vicdan hürriyetinin ihlali”

Anayasa Mahkemesi, 2014 yılında yapılan bu başvuruyu önceki gün (7 Nisan 2022) görüştü. AYM’nin açıklanan kısa kararında “Anayasa’nın 24. maddesinin dördüncü fıkrasında güvence altına alınan ebeveynlerin eğitim ve öğretimin kendi dinî ve felsefi inançlarına göre yapılmasını sağlama hakkının ihlal edildiğine” karar verildiği belirtildi.

AYM’nin ihlal edildiği sonucuna vardığı Anayasa’nın “din ve vicdan hürriyeti” başlıklı 24. maddesinin 4. fıkrası “Din ve ahlâk eğitim ve öğretimi Devletin gözetim ve denetimi altında yapılır. Din kültürü ve ahlâk öğretimi ilk ve ortaöğretim kurumlarında okutulan zorunlu dersler arasında yer alır. Bunun dışındaki din eğitim ve öğretimi ancak, kişilerin kendi isteğine, küçüklerin de kanunî temsilcisinin talebine bağlıdır” hükmünü taşıyor.

AYM’nin önümüzdeki günlerde açıklanacak olan gerekçeli kararı, din derslerinden muafiyet ve bu derslerin müfredatı konusunda Millî Eğitim Bakanlığı’nı bağlayıcı hükümler içermesi bekleniyor.

Paylaşın

“Seçim Yasası Değişikliği Anayasa Mahkemesi’ne Götürülmeli”

AK Parti ve MHP’nin 2023 seçimlerinde uygulanması amacıyla hazırladığı Seçim ve Siyasi Partiler Yasası değişikliği, Türkiye Büyük Millet Meclisi (TBMM) Genel Kurulu’nda yapılan kısmi değişikliklerle 31 Mart’ta kabul edildi.

Yasa değişikliğinin Genel Kurul’da 3 gün boyunca tartışıldığını hatırlatan Adil Seçim İçin Seçim Güvenliği Platformu, bu sürece ilişkin gözlemlerini paylaşarak şu hususlara dikkat çekti:

  • Teklifin Komisyon ve Meclis görüşmelerinde muhalefet sözcüleri önemli açıklamalar yaptılar. Ancak, bu açıklamaların kamuoyu ile paylaşılması ve seçmen tabanına ulaştırılması için çaba harcanmadı.
  • Muhtarlarla ilgili maddenin (madde 13) çıkartılması, seçmen kütük işlemlerinin bir yıl önceki kayıtlar üzerinden alınmak yerine üç ay öncesine çekilmesi Meclis’te bir şeylerin değişebildiğinin göstergesi idi. Bunlar dikkate alınıp teklif iyileştirilebilir, partilerin tam katılım sağlaması ve ortak hareket etmesi ile bu antidemokratik teklifin demokratik hale getirilebilmesi için çaba gösterilebilirdi.
  • Genel Kurul tutanakları ve basına yapılan açıklamalar incelendiğinde muhalefet cephesinde iktidarın zaten gideceği havasının yaygın olduğu, bu nedenle değişikliklerin önemsenmediği görüldü.
  • Kanun tekliflerinin açık oylandığı TBMM Genel Kurulu’nda bu Teklif açık olarak oylanmadı ve bir madde hariç vekillerin elektronik oy kullanması sağlanmadı. Böylesi bir değişikliğe neden olanlar kayıtlara geçmemiş oldu.
  • Komisyon aşamasında 14 partinin 8’inin katılmamasına ek olarak, Genel Kurul aşamasına katılan muhalif milletvekili sayısının azlığı dikkat çekti. Bu önemli kanunda yapılacak olan değişiklikler sırasında parti genel başkanlarının Genel Kurulda bulunmaları ve oylamaya katılmaları kamuoyunun bilgilendirilmesi açısından son derece yararlı olurdu.

“Sandık güvenliğine darbe”

Seçim Güvenliği Platformu, yeni düzenleme ile eski Seçim Kanunu’ndan “daha kötü, daha adaletsiz bir seçim sistemine geçildiğini ve seçim süreci güvenliği ve sandık güvenliğinin ciddi olarak darbe aldığını” belirtti. Platformun açıklamasında şu değerlendirmeler yer aldı:

“İl barajı görevi görecek ve birinci partiye imtiyaz sağlayarak, diğerlerinin temsil hakkına el koyacak bir düzenlemenin getirildiğini, kıdemli hakimlerin tasfiye edileceği, daha önce bakanlar ve başbakana getirilen seçim yasaklarından Cumhurbaşkanı’nın muaf tutulduğunu ve Cumhurbaşkanı’nın geçen seçimlerde suistimal ettiği her şeyin böylece kanuni hakkı haline getirilmesini adil ve güvenli bir seçim açısından son derece tehlikeli buluyoruz.

“2018 seçimlerinde Cumhurbaşkanı’nın kampanya bütçesi, hazine yardımı TRT’ye çıkma süreleri, TV reklamları, kamu kaynaklarının kullanımı gibi pek çok konuda eşitsizliği bizzat uyguladığını hatırlatmak istiyoruz.

“Teklif AYM’ye götürülmeli”

“Önümüzdeki dönemde, muhalif siyasi partilere, sivil toplum kuruluşlarına ve yurttaşlarımıza önemli görevler düşüyor. Daha önce başbakan ve bakanlara getirilen seçim yasaklarının bu değişiklik ile Cumhurbaşkanı’na getirilmemesi Anayasa’ya aykırıdır. Bu nedenle teklifin Anayasa Mahkemesi’ne (AYM) götürülmesi gerekiyor.

“Başvurunun tek parti tarafından değil, adil bir seçimin herkesin çıkarına olacağı düşüncesi ile bütün partilerin ortak imzası ile AYM’ye iletilmesinin çok daha değerli olacağını düşünüyoruz. Yurttaşlar ve sivil toplum kuruluşları süreci yakından izlemeli ve görüşlerini siyasi partilere iletmelidirler.”

“Seçim güvenliği hayati önemde”

Seçim Güvenliği Platformu’nun açıklamada dikkat çektiği son konu ise yeni düzenleme sonrası seçim güvenliği çalışmaları oldu. Platform, çalışmaların yerele indirilmesinin ve muhalif tüm siyasi partilerin yerelde birlikte hareket etmelerinin hayati önem taşıdığını söyledi:

“Adil Seçim İçin Seçim Güvenliği Platformu olarak; seçimlerin adil ve eşit koşullarda yapılması için, içinde bulunduğumuz seçim süreci, seçim günü ve seçim sonrasında, başta bu seçim kanunu ile ortaya çıkacak sorunlar ve zaten var olan sorunların çözümüne dönük bir yurttaş seferberliği yaklaşımıyla hareket edeceğiz.

“Seçmenlerin seçime katılımını artıracak önlemleri ortaya koymaya, kamuoyu ve siyasi partilerle veri paylaşımı başta olmak üzere iş birliğini geliştirmeye, sandıklara giren oyun aynı şekilde çıktığı, sonuçta halkın iradesinin sandığa yansıdığı bir seçim için kararlılıkla çalışmaya devam edeceğiz.”

Adil Seçim İçin Seçim Güvenliği Platformu üyeleri

DİSK, KESK, TMMOB, TTB, SODEV, Alevi Bektaşi Federasyonu, Eşit Haklar İçin İzleme Derneği, Hak İnisiyatifi Derneği, İnsan Hakları Derneği, Mülkiyeliler Birliği, ODTÜ Mezunları Derneği, Anıtpark Forum, Anti Kapitalist Müslümanlar, Demokrasi İçin Birlik, Doğu ve Güneydoğu Dernekleri Platformu, Hak ve Adalet Platformu, Seçim 2023 Yerel Medya Koordinasyonu, Sensiz Olmaz Hareketi, Yurttaş Girişimi.

(Kaynak: Bianet)

Paylaşın

Anayasa Mahkemesi Kayyum Başvurularını Reddetti

Anayasa Mahkemesi (AYM), görevden alınarak yerlerine kayyım atanan Diyarbakır Sur Belediyesi eski Eş Başkanvekili Azize Değer Kutlu ve Hani Belediyesi eski Eş Başkanı Abdurrahman Zorlu’nun başvurularını karara bağladı. 

İki eş başkan, ayrı ayrı yaptığı başvurularda “Hakkaniyete uygun yargılama”, “Masumiyet karinesi”, ” Özel hayata saygı hakkı” ve “Seçme ve seçilme hakkı”nın ihlal edildiğini belirti.

Kutlu, başvurusunda “göreve başladığı günden itibaren hakkında hiçbir idari ve cezai soruşturma açılmadığını, görevi boyunca yaptığı tüm işlemlerin hukuka uygun olduğunu” ifade etti.

Kutlu, savunması dahi alınmadan, gerekçesiz bir şekilde görevine son verildiğini belirterek, bunun “suçta ve cezada kanunilik ilkesini de ihlal ettiğini” belirtti.

Dosyada, yerine kayyım atandıktan sonra tutuklanan eski Hani Belediyesi Eş Başkanı Abdurrahman Zorlu’nun da açtığı davadaki “göreve başladığı günden itibaren hakkında hiçbir idari ve cezai soruşturma açılmadığı”na ilişkin savunması yer aldı.

Seçimle geldiği görevinden bu şekilde alınmasının seçme ve seçilme hakkına aykırı olduğunu söyleyen Zorlu, masumiyet karinesinin de ihlal edildiğini belirtti.

Resmi Gazete’de yayımlanan kararında İçişleri Bakanlığı’nın görüşüne de yer verip birçok yasa maddesi de sayan AYM, Zorlu ve Kutlu’nun başvurularını reddetti. Yüksek Mahkeme, oybirliğiyle başvuruların “Kabul edilemez olduğuna” karar verdi.

Kararda, bunun gerekçeleri ise şöyle açıklandı: “Hakkaniyete uygun yargılama hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle”, “Masumiyet karinesinin ihlal edildiğine ilişkin iddianın Kutlu yönünden ‘konu bakımından yetkisizlik’, Zorlu bakımından ise ‘açıkça dayanaktan yoksun olması’ nedeniyle, “Özel hayat ve aile hayatına saygı hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle”, “Serbest seçim hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın konu bakımından yetkisizlik nedeniyle…”

Anayasa Mahkemesi, yargılama giderlerinin ise başvurucular üzerine bırakılmasına karar verdi.

(Kaynak: Bianet)

Paylaşın

Anayasa Mahkemesi, HDP’li Güzel’in Başvurusunu Reddetti

Anayasa Mahkemesi (AYM), Halkların Demokratik Partisi (HDP) Diyarbakır Milletvekili Semra Güzel’in, yasama dokunulmazlığının kaldırılmasına ilişkin Türkiye Büyük Millet Meclisi (TBMM) kararının iptali istemiyle yaptığı başvuruyu reddetti.

Güzel’in dokunulmazlığının kaldırılmasında AKP’nin yanında İyi Parti ve CHP de “evet” oyu kullanmıştı. 1 Mart’ta TBMM Genel Kurulu’nda dokunulmazlığı kaldırılan Güzel, dokunulmazlığının kaldırılmasına ilişkin iki ayrı TBMM kararının iptali istemiyle Anayasa Mahkemesine başvurdu.

Anayasa Mahkemesi Genel Kurulu, iki ayrı başvuruyu görüştü. İki başvuruyu birleştiren Mahkeme, Güzel’in dokunulmazlığının kaldırılmasına ilişkin iki TBMM kararının, anayasaya, yasaya ve TBMM İçtüzüğü’ne aykırı olmadığına ve iptal istemlerinin oy birliğiyle reddine karar verdi.

TBMM tarafından yasama dokunulmazlığının kaldırılmasına karar verilmesi durumunda, bu karara karşı iptal istemli başvurularda Anayasa Mahkemesi iptal istemini “kesin” olarak karara bağlıyor. Anayasa Mahkemesinin ret kararının gerekçesinin yazılmasının ardından süreç tamamlanacak.

Ne olmuştu?

2017’de Türk Silahlı Kuvvetleri’nin düzenlediği hava operasyonunda öldürülen PKK üyesi Volkan Bora’nın cep telefonunda yapılan incelemede Semra Güzel ile birlikte çektirdikleri fotoğraflar kamuoyuna yansıdı.

Fotoğrafların iktidara yakınlığıyla bilinen medya organlarında yayımlanmasının ardından AKP Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı Erdoğan, “Karma komisyona süratle bunu gönderdik. Gereği yapılacaktır. Biz parlamentomuzda bu tür birilerini görmek istemiyoruz” dedi.

Güzel, Bora’nın “sözlüsü” olduğunu, fotoğrafın da “çözüm sürecinde çekildiğini” söyledi. Fotoğrafın çekildiği dönemde hiçbir siyasi parti ile ilişkisinin olmadığını, Bora’nın üzerinden çıkan fotoğrafla ilgili de hakkında şimdiye kadar bir soruşturma açılmadığını belirtti. 5 yıl önce ele geçtiğini tahmin ettiği fotoğrafların kendisine yönelik “kumpas” amaçlı kullanıldığını savundu.

Fotoğraf nedeniyle Güzel’in dokunulmazlığının kaldırılması için fezleke hazırlandı ve TBMM Anayasa ve Adalet Komisyonu üyelerinden oluşan Karma Komisyon’a gönderildi.

Komisyon’un dün (20 Ocak) bir araya gelmesinden önce  İyi Parti Genel Başkanı Meral Akşener ve CHP Grup Başkanvekili Özgür Özel Güzel’in fezlekesiyle ilgili görüşmelerde “evet” oyu kullanacaklarını açıkladı.

Paylaşın

AYM, MASAK’ın ‘Her Türlü Bilgiyi İsteme’ Yetkisini İptal Etti

Anayasa Mahkemesi (AYM), Hazine ve Maliye Bakanlığı’na bağlı olan Mali Suçları Araştırma Kurulu’na (MASAK) kamu kurum ve kuruluşları, gerçek ve tüzel kişiler ile tüzel kişiliği olmayan kuruluşlardan her türlü bilgi ve belgeyi isteme yetkisi veren Cumhurbaşkanlığı kararnamesini anayasaya aykırı bularak iptal etti.

DW Türkçe’den Alican Uludağ’ın haberine göre; Mahkeme ayrıca, TBMM Başkanı’nın Meclis’e istediği aracı alma yetkisini de anayasaya aykırı buldu.

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın imzasıyla 6 Ağustos 2019 tarihinde Resmi Gazete’de yayımlanan Cumhurbaşkanlığı Kararnamesiyle, 1 Nolu Cumhurbaşkanlığı Teşkilatı Hakkında Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi’nde değişiklik yapılmıştı. Kararnameyle MASAK’ın yetkileri yeniden düzenlenmişti.

Bu kapsamda MASAK’a “Kamu kurum ve kuruluşları, gerçek ve tüzel kişiler ile tüzel kişiliği olmayan kuruluşlardan her türlü bilgi ve belgeyi istemek” yetkisi de verilmişti. Bu yetkiyle birlikte MASAK, Milli İstihbarat Teşkilatı (MİT) gibi istediği kişi ve kurumdan hiçbir sınırlama olmadan istediği bilgiye ulaşma olanağı yakalamıştı.

CHP, söz konusu düzenlemeyi anayasaya aykırı olduğu gerekçesiyle Anayasa Mahkemesi’ne taşımıştı.

AYM’den MASAK’a yetki freni

Yüksek Mahkeme, 24 Şubat tarihli toplantısında iptal talebini görüştü. Mahkeme, MASAK’ın kurum ve kişilerden her türlü bilgileri isteyebileceği yönündeki düzenlemeyi anayasaya aykırı bularak iptal etti.

Alınan bilgiye göre, mahkemenin iptal gerekçesinde, düzenlemedeki bilgilerin kişisel verileri de kapsadığı, buna ilişkin herhangi bir güvence kararnamede olmadığı, bu konuda MASAK’a geniş yetki verildiği belirtildi.

TBMM Başkanı’nın sınırsız taşıt yetkisi de iptal

Öte yandan Anayasa Mahkemesi, 2020 ve 2021 yıllarına ilişkin Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu’nun bazı maddelerinin iptali talebini de görüştü. Mahkeme, TBMM’nin ihtiyacı olan taşıtların cinsi ve fiyatının TBMM Başkanı tarafından belirleneceği, bu konuda Cumhurbaşkanı kararı aranmayacağı yönündeki düzenlemeyi de iptal etti.

Böylece TBMM TBMM Başkanı’na istediği aracı alma yetkisi veren düzenleme de anayasaya aykırı bulunmuş oldu. Aynı yetki, bu yılki bütçe de Meclis Başkanı’na verilmişti.

Paylaşın

Anayasa Mahkemesi’nden Tartışmalı Gizli Tanık İçtihadı

Anayasa Mahkemesi (AYM), ilk kez Ergenekon soruşturması sırasında savcı Zekeriya Öz tarafından kullanılan, 15 Temmuz darbe girişimi sonrasında da sıkça başvurulan gizli tanıklar konusunda tartışma yaratan bir karar verdi.

Mahkeme, “somut olgular” içermesi halinde tek başına gizli tanık ifadesiyle tutuklama kararı verilebileceğine hükmetti. Hukukçu Celal Ülgen, tek başına gizli tanığın ifadesinin hükme esas olamayacağını belirterek, “kuşkuya kapıldım” dedi.

Arasında İrfan Fidan’ın da olduğu beş üyeli AYM Birinci Bölüm, Diyarbakır Eğil Belediye Meclis Üyesi Rıza Barut’un gizli tanık ifadesi üzerine 2020 yılında “terör örgütü üyeliği” iddiasıyla bir ay süreliğine tutuklanmasıyla ilgili hak ihlali kararı verdi.

Mahkeme, gerekçeli kararında Barut’la ilgili gizli tanık ifadesinin “soyut beyanlar” içerdiği; yer, zaman, kişi ve eylem bilgileri ihtiva etmediği ve bu anlamda yargı makamlarına denetim imkanı vermediği belirtti. Bu nedenle Barut’un tutuklanması hukuka aykırı bulundu.

Ancak Yüksek Mahkeme, gerekçeli kararının ayrıntılarında, tek başına gizli tanık ifadesiyle kişilerin tutuklanabileceğini belirtti. Kararda; daha önce Rahip Brunson gibi bazı AYM kararlarında diğer tanık anlatımları ve telefon görüşmeleriyle desteklenen gizli tanık anlatımlarını kuvvetli belirti olarak kabul edildiği anımsatıldı.

Ancak mahkeme, Rıza Barut kararında tek başına gizli tanık beyanının “kuvvetli belirti olup olmadığına yönelik” ilk kez değerlendirme yaptı. Kararda, “şüpheli ya da sanığa gizli tanık beyanını yeterince denetleme imkanı sunulduğu durumlarda gizli tanık beyanının tutuklama bakımından kuvvetli belirti olarak kabul edilebileceği” belirtildi.

Mahkeme, bunun için gizli tanığın anlatımlarının “yer, zaman, kişi ve eylem bilgileri” içermesi şartıyla yargı makamlarına denetim imkanı veren somut olgular içeren gizli tanık beyanının tutuklama bakımından kuvvetli belirti saydı.

Böylece AYM, başka delillerle desteklenmeyen gizli tanık ifadelerinin “somut olgular” içermesi halinde “tek başına kuvvetli belirti olabileceğini” kaydetti. Mahkeme, ayrıca başka bir kararına atıf yaparak, duruşmada sanık tarafından denetlenebilen gizli tanıkların beyanının da mahkumiyete esas alınabileceği değerlendirmesinde bulundu.

“Gizli tanık” endişesi

DW Türkçe’den Alican Uludağ’ın haberine göre Avukat Celal Ülgen, mahkemenin bu gerekçesiyle kuşkuya kapıldığını belirterek, “Bu ister istemez F tipi yargının, başta Zekeriya Öz olmak üzere yaptığı kurgulamaları akla getiriyor. Tabii bundan üzüntü duyuyor insan” dedi.

Halbuki gizli tanığın tek başına ifadesinin hükme etki etmemesi gerektiğini vurgulayan Ülgen, “Gizli tanığın ifadesini doğrulayan ve ona somutluk kazandıran yan delillerin de aranması gerekiyor. Bunu yapmadan sadece gizli tanıkla yaparsanız, böyle kumpas ve kurgu davalarının özellikle yargının bağımsız olmadığı, bir erkin/oligarşinin elinde olduğu süreçlerde bir giyotin gibi çalışmasına sebebiyet verirsiniz” değerlendirmesini yaptı.

Zekeriya Öz’ün mirası

Gizli tanık uygulaması, ilk kez Ergenekon soruşturması kapsamında firari savcı Zekeriya Öz tarafından 2017 yılında kullanılmıştı. Öz, Danıştay saldırısı sanığı Osman Yıldırım’ı gizli tanık olarak kullanmıştı. 2008 yılında 5726 sayılı Tanık Koruma Kanunu’na yapılan eklemelerle gizli tanıklık kurumu yasallaşmıştı.

Tanık Koruma Kanunu’nun 9’uncu maddesinde gizli tanığın beyanının tek başına hükme esas teşkil edemeyeceği düzenlenmişti. Yargıtay 16. Ceza Dairesi de 2019 yılında verdiği bir kararda, gizli tanık tarafından verilen ifadenin başka delillerle desteklenmediği takdirde hükme esas alınamayacağına hükmetmişti.

Paylaşın

AYM, Sedef Kabaş’ın Başvurusunu Reddetti

Anayasa Mahkemesi (AYM), “Cumhurbaşkanına hakaret”  ve “kamu görevlisine görevinden dolayı hakaret” suçlamalarıyla 12 yıl 10 ay hapis cezası istenen tutuklu gazeteci Sedef Kabaş’ın avukatlarının, “tedbir yoluyla derhal tahliye edilmesi” talebini reddetti.

AA’nın haberine göre; Kabaş’ın avukatları, tahliye isteminin yerel mahkemece reddedilmesi üzerine Anayasa Mahkemesi’ne bireysel başvuru yapmış, başvurunun öncelikle görüşülmesini isteyerek, tedbir talebinde bulunmuştu.

Başvuruda, Sedef Kabaş’ın “tedbir yoluyla derhal tahliye edilmesi ve başvurunun öncelikli olarak pilot dava usulüne göre incelenmesi” talep edildi. Anayasa Mahkemesi İkinci Bölümü, “tedbiren tahliye talebi”ni reddetti.

AYM: Tehlike bulunmuyor

Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü uyarınca, tedbir talebi, başvurucunun yaşamına ya da maddi veya manevi bütünlüğüne yönelik ciddi bir tehlike bulunduğunun anlaşılması üzerine verilebiliyor.

Yüksek Mahkeme’nin de “başvurucunun ceza infaz kurumunda tutulmasının yaşamına, maddi veya manevi bütünlüğüne yönelik bir tehlike oluşturduğuna dair derhal tedbir kararı verilmesini gerektirir bir durum bulunmadığı sonucuna vararak, bu aşamada başvurucunun tedbir talebinin reddine karar verilmesi gerektiği” yönünde karar verdiği öğrenildi.

Sedef Kabaş’ın, tutuklanmasıyla kişi hürriyeti ve güvenliği, ifade ve basın özgürlüğü haklarının ihlal edildiğinin tespit edilmesi de talep edilen bireysel başvuru, esas yönünden inceleme yapılmak üzere daha sonra görüşülecek.

Ne olmuştu?

TELE 1’de Uğur Dündar’ın sunduğu ‘Demokrasi Arenası’ programına Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı eleştiren sözlerinin ardından Sedef Kabaş, 22 Ocak Cumartesi gece yarısı polis baskını ile İstanbul’daki evinden gözaltına alındı.

Tutuklanmasına sebep olan televizyon programında Kabaş bir Çerkes atasözünden alıntı yaparak “Büyükbaş hayvan saraya girdiği zaman kral olmaz, o saray ahır olur” ifadelerini kullanmış ve eklemişti:

“Çok meşhur bir söz vardır; taçlanan baş akıllanır diye, ama görüyoruz ki gerçek değil.”

Kabaş’ın sözlerinin yetkililer tarafından Cumhurbaşkanına hakaret olarak algılanmasının ardından hakkında soruşturma açıldı. Programın yayımlanmasının ardından pek çok siyasetçi ve hükümet yetkilisi Kabaş’ın ifadelerini kınadı.

Tepki gösterenler arasında yer alan Adalet Bakanı Abdülhamit Gül, Kabaş’ın ifade işlemleri sürerken, Kabaş’ın sözlerinin “haset ve nefretten doğan hadsiz ve hukuksuz ifadeler” olduğunu ve “adalet önünde hak ettiği karşılığı bulacağını” belirten bir açıklama yaptı. Gül’ün açıklamasının ardından aynı Kabaş “cumhurbaşkanına hakaret” suçlaması ile tutuklandı.

Kabaş’ın avukatı 26 Ocak’ta verdikleri tutukluluğa itiraz dilekçesinin mahkeme tarafından reddedildiğini açıkladı. Kabaş’ın avukatı ayrıca, Kabaş’ın sorgusu sırasında Gül’ün açıklamalarıyla yargıyı etkilemeye teşebbüs ettiğini öne sürerek Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (AİHS) 6. maddesince garanti altına alınan “adil yargılanma hakkının” ihlal edildiğini söyledi.

Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin Ekim 2021’de açıklanan Vedat Şorli kararı, Türk Ceza Kanunu’nda yer alan cumhurbaşkanına hakaret suçunun ifade özgürlüğü ile uyumsuz olduğunu belirtti.

Yüksek mahkeme, ayrıca Facebook’ta Erdoğan hakkından eleştirel içerik paylaşan bir kişinin gözaltına alınmasının veya ona hapis ceza verilmesinin hukuki bir dayanağı olamayacağına kanaat getirdi.

Kabaş’ın tutuklanması öncesi, Radyo ve Televizyon Üst Kurulu (RTÜK) Başkanı Ebubekir Şahin Kabaş’ın sözleri nedeniyle TELE 1’e soruşturma başlatıldığını açıkladı. 24 Ocak’ta yapılan üst kurul toplantısında TELE 1’e yıllık reklam gelirinin yüzde 5’i oranında idari para cezası ve beş kez program durdurma cezası verildi. RTÜK’ü TELE 1’e yapılan soruşturma sebebiyle eleştiren gazeteci Uğur Dündar’ın eleştirileri sebebiyle de kanala yüzde 3 daha idari para cezası verildi.

Gazeteci Alican Uludağ ise, Kabaş’ın tutukluluk kararını veren hâkimin 2020’de Osman Kavala’nın tutukluluk kararını veren aynı hâkim olduğunu ortaya çıkararak haberleştirmesinin ardından Twitter’da ölüm tehditleri aldı.

Paylaşın