Saruhan Oluç’tan ‘Açlık Grevi’ Ve ‘Ölüm Orucu’ Açıklaması

Halkların Demokratik Partisi (HDP) Grup Başkanvekili Saruhan Oluç, Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde (TCMM) düzenlediği basın toplantısında gündeme ilişkin değerlendirmelerde bulundu. 

Saruhan Oluç, basın toplantısında, Soma’daki maden faciasının üzerinden 5 yıl geçtiğini ve hayatını kaybeden 301 madenciyi saygıyla andıklarını belirterek, maden sahibine ödül gibi bir ceza verildiğini söyledi.

HDP Hakkari Milletvekili Leyla Güven’in 187 gündür açlık grevinde olduğunu ve cezaevlerinde de açlık grevlerinin devam ettiğini hatırlatan Oluç, cezaevlerinde 15’er kişilik iki grubun da ölüm orucuna başladığını ifade etti.

İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’nun, “Önümüzdeki 5 yıl aynı şekilde devam edelim orada HDP’nin belediyesi filan kalmaz” dediğini savunan Oluç, “Bu ifadeniz bile hukuksuzluğun çok açık bir şekilde ortaya konulmuş olmasıdır. İçişleri Bakanı’nın zaten hukuk, yasa, anayasa, uluslararası demokratik sözleşme gibi dertlerinin olmadığını bu ülkedeki bütün aklı başında insanlar biliyorlar” diye konuştu.

Oluç, Yüksek Seçim Kurulu’nun (YSK) İstanbul kararına ilişkin tartışmaların devam ettiğini anımsatarak, YSK’nin, Anayasa’nın 79. maddesine göre 7 asil, 4 yedek üyeden oluştuğunu ve işleyişinin yasalarla belirlendiğini kaydetti.

Ekonomik gelişmelere ve dolar kurunda yaşananlara değinen Oluç, palyatif  adımlarla Türk lirasının değerinin düşmesinin, doların ise yükselmesinin engellenemeyeceğini öne sürdü.

HDP Grup Başkanvekili Saruhan Oluç, basın açıklamasında şöyle konuştu:

Bugün Soma’da yaşanan maden faciasının, işçi katliamının 5. yıldönümü. 301 işçi, madenci  yaşamını yitirmişti. 301 madenciyi saygıyla anıyoruz, onları unutmuyoruz, ailelerine bir kez daha sabır diliyoruz.

Az maliyet-çok kar, az zamanda-çok çalıştırma anlayışı nedeniyle bu katliam yaşanmıştı. Madenlerde özelleştirme, taşeronlaştırma, rödovans, sendikasızlaştırma ve kölelik koşullarında çalıştırma sistemi nedeniyle bu katliam yaşanmıştı.

Aradan 5 yıl geçti, peki bu konuda adalet sağlandı mı? sorusunun yanıtı tek kelime: Hayır. Ödül gibi bir ceza verildi maden sahibine. Bu yetmedi, ocağın işletilmesini yasaklayan yargı kararı kaldırıldı. Bütün bunların hepsi aslında Türkiye’deki çalışma yaşamına ve hukuka ilişkin eksikliklerin, yanlışların çok açık ifadesi.

Siyasi iktidar ve sermaye sahipleri iş cinayetlerinin birinci dereceden müsebbibidir. 2018 yılında en az 1923 işçi hayatını kaybetti. 2019 Ocak-Mart 3 aylık bilançosuna baktığımızda, en az 392 işçi hayatını kaybetti iş cinayetlerinde; hem madenlerde hem de genel olarak çalışma yaşamında. Bu sorunların çözümü çok açık.

Bir; denetimin ciddi olması, yaptırımların ciddi olması ve uygulanması. İki; çalışma yaşamında insanca çalışmayı sağlayacak yasal reformların ve yapısal düzenlemelerin gerçekleşmesi.

Her ikisi de savsaklanıyor. Hem siyasi iktidar hem sermaye sahipleri iş cinayetlerinin birinci dereceden müsebbibi olmaya devam ediyor. Bir kez daha Soma’da yitirdiğimiz 301 madenciyi saygı ile anıyoruz.

“Açlık grevlerinde son derece vahim bir tablo ile karşı karşıyayız”

Açlık grevleri sürüyor biliyorsunuz. Bugün Leyla Güven’in açlık grevinin 187. günü. Milletvekillerimiz Dersim Dağ 72. gününde, Tayip Temel ve Murat Sarısaç 67. gününde. Geçmiş dönem milletvekillerimiz Sebahat Tuncel ve Selma Irmak 118’inci gününde. Dilek Öcalan’ın da içinde bulunduğu bir grup 148. gününde. Açlık grevleri devam ediyor ve cezaevlerinde 150. güne varıldı. Ve 15’er kişilik iki grup ölüm orucuna başladı. Birinci grup 14’ünci gününde, diğeri 4’üncü gününde. Yani açlık grevlerinin tablosu çok vahim, son derece vahim.

“Bu ülkeyi yönetenlere soruyoruz, ne bekliyorsunuz?”

Önce yetkililere, Adalet Bakanlığı’na, bu ülkeyi yönetenlere soruyoruz, ne bekliyorsunuz? Adaletin, hukukun uygulanması için, var olan yasaların, Anayasa’nın ve uluslararası demokratik sözleşmelerin uygulanması için ne bekliyorsunuz?

Bir kez 2 Mayıs’ta avukatların İmralı’ya gitmesinin sorunu çözemediğini görüyorsunuz. Sorunun çözülmesi, gayri hukuki durumun sona ermesi için niye adım atmıyorsunuz? İnsan hakları hukukuna aykırı bu durumu düzeltmek için niye adım atmıyorsunuz?

Bu keyfi tutum gerçekten kabul edilemez. Bir kez daha Adalet Bakanlığı başta olmak üzere yetkililere sesleniyoruz. Bir an evvel hukukun uygulanmasını sağlayın, bir an evvel hükümlü haklarını İmralı’da bulunan hükümlüler için de kullanılabilir hale getirin.

“CHP ve İYİ Parti, MHP’nin söylediğini söyleyemeyecek mi?”

Muhalefet partilerine sormak istiyoruz; Meclis’te grubu bulunan İYİ Parti’ye, CHP’ye sormak istiyoruz: “Öcalan avukatlarıyla ve ailesi ile görüşebilmeli, hukuk uygulanmalı” cümlesini kurmak sizin açınızdan bu kadar zor mu? İnsani ve hukuki bir talebin yerine getirilmesini söylemek sizin için bu kadar zor mu?

MHP Genel Başkanı Bahçeli bile, ki pozisyonu bellidir, o bile avukat görüşünün yapılabilmesi konusundaki görüşünü beyan etti. Sizler muhalefet partisisiniz. Bu hukuk dışılığa itiraz etmeyecekseniz, neye itiraz edeceksiniz? Hukuk ve demokrasi konusundaki çifte standardınıza ne zaman son vereceksiniz? Bir kez daha insani ve hukuki açıdan bir an evvel adım atılması ve bu duruma son verilmesi gerekmektedir.

“İçişleri Bakanı hukuk dışı kararlar veriyor ve uygulatıyor”

Dün anneler günüydü ve yine cezaevleri önünde İstanbul Bakırköy’de, Diyarbakır, Van, Gebze ve diğer cezaevleri önünde anneler ağır baskı ile karşılaştı. Daha önce de söylemiştik. Bu tabloları yaratmayın. Bu tabloları insanlara yaşatmayın.

Annelere yönelik bu davranış hukuksuzdur. Bu davranışın kararını veren İçişleri Bakanlığı aslında hukuksuz bir adım atmaktadır. O kararı valiler ve kaymakamlara iletmektedir ve onlar da hukuksuz bir kararı yerine getirmektedirler.

Annelere yönelik saldırılar ve şiddet hukuksuzdur. Annelerin vicdani hakkıdır ses çıkarmak, çocuklarıyla dayanışma göstermek. Bu ayrı. Ama aynı zamanda anayasal haklarıdır. Gösteri hakkı anayasal haktır. Şiddet kullanmadan gösteri yapmak anayasal bir haktır. Bunun karşısında kullanılan şiddet ise hukuksuzluktur.

Tabii bu İçişleri Bakanlığı’nın ilk icraatı değil. İçişleri Bakanı şimdi de muhtarları görevden almaya ve kayyım atamaya başladı. 10 mahalle muhtarı Diyarbakır Lice ilçesinde görevden alındı.

Neden görevden alındılar belli değil. Haklarında kesinleşmiş bir yargı kararı yok. Her biri yüzde 80-85 oy almış muhtarlar. Halkın teveccühüne sahip oldukları için görevden alındılar. Suçlu ilan ediliyorlar. Neye göre? Haklarında bir mahkeme kararı bulunmuyor. Anayasa’nın 132. Maddesi de, AİHS 6/2 Maddesi de der ki, “suçluluğu ispatlanıncaya hiç kimse suçlu ilan edilemez”. Masumiyet (suçsuzluk) karinesi diye bir şey var, ama İçişleri Bakanı’nın umurunda değil bu.

“İçişleri Bakanı’nın hukuk gibi bir derdi yok”

Hangi anlayışla İçişleri Bakanı görevden alıyor? Geçen gün söyledi: “Önümüzdeki 5 yıl aynı şekilde devam edelim, böyle devam edersek 5 yıl sonra HDP belediyesi kalmaz”. 5 yıl sonrasını hep beraber görürüz, böyle davranmaya devam ederseniz. Ama kayyım atamaya devam etme yönündeki bu ifadeniz bile hukuksuzluğun açık bir şekilde ortaya konulmuş olmasıdır. Niyetiniz belli. İçişleri Bakanı’nın zaten hukuk, yasa, Anayasa, uluslararası demokratik sözleşme gibi bir derdi olmadığını herkes biliyor.

“YSK yıllardır Anayasa’yı çiğniyor” 

Bir konuya daha değinmek istiyorum. YSK ile ilgili tartışmalar. Biliyorsunuz İstanbul kararı ile YSK’nin hukuka ve demokrasiye açık bir şekilde darbe yaptığını ifade ettik. Bugünlerde tartışılan bir diğer konu var.

YSK, oluşumuna baktığımızda anayasal bir kurumdur. 7 asil 4 yedek üyesi olan bir YSK vardır. İşleyişi yasalarla belirtilmiştir. Her anayasal kurum gibi asil üyelerle toplanır. Asil üyelerinin katılamaması durumunda yedek üyelerin devreye girmesi söz konusu olabilir.

Ama 8 senedir YSK bu şekilde çalışmıyor. Yani Anayasa ve yasaya aykırı bir şekilde çalışıyor. Asil üyelerle, yedek üyeler birlikte toplanıyor. 2014’ten bu yana da, 5 senedir de yedek üyelere oy kullandırarak çalışıyor.

Yani mesele sadece İstanbul kararı ile ilgili değil, yıllardır Anayasa çiğneniyor. 2014’ten bu yana verdiği tüm kararlarda; Cumhurbaşkanlığı seçimi, referandum, bütün kararlarda meşruiyeti sorgulanan bir kurum haline gelmiştir. YSK’nin Anayasa’yı ve yasaları çiğneme hakkı yoktur.

“Kararlarına itiraz edilecek merci olmamasına güveniyorlar”

Şuna güveniyorlar belli ki; kendilerinden sonra bir üst mahkeme olmadığı için kararları bir üst mahkemeye taşınamadığı için böyle rahat davranıyorlar. Mesela KHK’li olanlardan mazbataları geri alıp seçilmemiş ikinci kişiye mazbatayı verme hukuksuzluğunu yapıyorlar. Kendilerini halk iradesinin yerine, Meclis iradesinin yerine ikame edebiliyorlar. Anayasa’yı ve yasaları çiğnemekten geri durmuyorlar. Günü geldiğinde bunların hepsinin hesabı hukuken sorulacaktır.

“Dolar yükselmiyor, TL’nin değeri düşüyor”

Biliyorsunuz geçtiğimiz hafta dolar 6.25’lere kadar yükseldi. Daha sonra yapılanlarla 5,98’e kadar geriledi. Buraya gelmeden önce baktım; şu anda yine 6’nın üzerinde. Neden böyle?

Çünkü gerçekler Hazine ve Maliye Bakanı’nın anlattığı gibi değil. Başarılı ekonomi yönetimi yüzünden dolar 6,25’ten 5,98’e inmedi. Hazine ve Maliye Bakanı çarpıtıyor.

Yükselme nedenleri: Birincisi, Türkiye’de hukukun üstünlüğü, yargı bağımsızlığı ve demokrasi açısından atılan bütün yanlış adımlardır. Yanlış adımların güvensizliği ekonomi çevrelerinde artırmasıdır. Güvensizlik arttığı için TL’nin değeri düşüyor. Dolar yükselmiyor, TL’nin değeri düşüyor. İkincisi; ekonomide doğru adım atılmadığını iş çevrelerinin görmesidir. İş çevreleri bunu gördüğü için TL değer kaybediyor.

“Palyatif tedbirlerle ve pembe tablolar çizerek krizi çözemezsiniz”

Peki doların düşüş nedenleri neydi? Bir tanesi, Merkez Bankası’nın örtülü faiz artırımıdır. Yani gecelik faiz oranı örtülü olarak yüzde 1,5 artırıldı. Birinci nedeni buydu, palyatif bir tedbir. İkincisi; kamu bankaları 4 buçuk milyar dolar satım yaptılar. Bu da palyatif bir tedbirdir.

Nitekim bu adımların sonuçları görüldü ve tekrar ibre tersine döndü. Palyatif adımlarla doların yükselmesini engelleyemezsiniz. Bunu defalarca söyledik bir kez daha söylüyoruz. Bu palyatif adımların ekonomik maliyeti son derece ağır olacaktır. Başarısız bir ekonomi yönetimi ve başarısız bir Hazine ve Maliye Bakanı vardır. Pembe tablolar çizerek ekonomiyi toplamanız mümkün olmayacaktır.

Soru: Muhalefet partilerinin Öcalan’ın avukatlarıyla görüşmesi noktasında adım atmasından bahsettiniz. Bahçeli’nin açıklamasını örnek gösterdiniz. İktidara bir çağrınız yok mu? Bahçeli’nin açıklamasını samimi buluyor musunuz?

Biz bütün muhalefet partilerinin ve iktidar partisinin Türkiye’deki hukuka, Anayasa’ya ve hükümlü haklarına, uluslararası demokratik sözleşmelere uygun davranması gerektiğini düşünüyoruz. Bahçeli’nin sözü buna işaret eden bir sözdür. Muhalefet partilerinin de hukuka sahip çıkma, hükümlü haklarına sahip çıkma konusunda aynı cesareti göstermesi gerektiğini düşünüyoruz. İYİ Parti ve CHP’ye çağrımız bu açıdandır. Hukuk uygulansın sözünü açık şekilde ifade etmeleri gerekir ki, bütün partiler hukuk ve demokrasi konusunda hukukun üstünlüğü konusunda buluşabilmiş olsun.

Soru: Öcalan, avukatlarıyla 8 yıldır görüşmedi. Neden şimdi olduğu tartışılıyor. İstanbul seçimleri de bir tarafta. İktidara bir çağrınız yok mu?

Tabii ki iktidara çağrımız var. Adalet Bakanlığı başta olmak üzere ülkeyi yönetenlere çağrımız çok açık. Açlık grevlerinin bir an evvel sonlandırılması, herhangi bir insanın yaşamına ve sağlığına zarar gelmemesi için 2 Mayıs’ta avukatların İmralı’ya gitme uygulaması istikrarlı olarak devam etmelidir. Hukuka uygun davranılırsa ne açlık grevi kalır, ne ölüm orucu kalır. Onların da talebi hukukun uygulanması, hükümlü haklarının uygulanması talebidir. Bu talep doğrultusunda iktidarın adım atması, bir normalleşme yaşanması gerekir. Herkes biliyor ki, son 8 yıl içinde 810 kez avukat başvuru yapması ve bunların 809’unun reddedilmiş olması son derece keyfi ve hukuka uymayan bir tutumdur. Artık bunun değiştirilmesi gerektiğini açık bir şekilde ifade etmek istiyoruz. Çağrımızı da yeniliyoruz.

Soru: İstanbul seçimlerine ilişkin HDP açıklama yapmasına rağmen tartışmalar devam ediyor. HDP’nin İmamoğlu’nu destekleyip desteklemeyeceği yönünde tartışmalar var. HDP nerede duruyor? 

31 Mart öncesinde de bunları yaşamıştık. Bakın HDP’nin kurulları var ve bu kurullar demokratik tartışma geleneğine sahip kurullardır. Bu kurullar toplanır, tartışır ve karar alır. Bunlardan biri MYK’dir. MYK toplanmış ve tartışmıştır. Belli bir yol haritası üzerinde mutabakat sağlanmıştır. Ama MYK tek kurul değildir; diğer taraftan Parti Meclisi var. PM de toplandı ve tartıştı. Bugün MYK ve Meclis Grubu birlikte toplantı halinde şu anda. Orada da tartışılacak. Son olarak da İstanbul’da il ve ilçe örgütü yöneticilerimizle ve seçim çalışması yürüten komisyonlarla birlikte bir toplantı olacaktır. Bütün bu tartışmalar bittikten sonra da HDP yetkili ağızlarından sonuçlar ve kararlar açık bir şekilde deklare edilecektir. Olağan bir süreç işlemektedir. Yavaş işliyor diyebilirsiniz, ama öyle değil, bir hafta içinde hepsi tamamlanmış olacaktır. Bugün yine dijital medyada gördüm. “Türk vekillerle Kürt vekiller anlaşamadı” diye bir haber vardı. Gülüp geçiyoruz bu haberlere. Türk ya da Kürt vekiller ayrımı yok kendi içimizde. Hepimiz HDP vekilleriyiz. Tutumumuz da bu hafta sonunda net bir şekilde kamuoyuyla paylaşılacaktır.

Paylaşın

Canan Kaftancıoğlu: Sloganımızı Da Çalmaya Çalışacaklar, Dikkat

CHP İstanbul İl Başkanı Canan Kaftancıoğlu, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın kendisine “Her şey güzel olacak” diye seslenen bir kişiye “Daha güzel olacak” yanıtını vermesine de atıfta bulunarak, “Sloganımızı da çalmaya kalkışacaklar dikkat” dedi.

CHP İstanbul İl Başkan Canan Kaftancıoğlu, Twitter hesabından bir açıklama yaptı.

Kaftancıoğlu, İstanbul Büyükşehir Belediye (İBB) Başkan Adayı Ekrem İmamoğlu’nun kampanyası ile ilgili materyallerin dağıtılmaya başlanmadığına dikkat çekerek “Çok yakında her şey çok güzel olacak” ifadesini kullandı.

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın kendisine “Her şey güzel olacak” diye seslenen bir kişiye “Daha güzel olacak” yanıtını vermesine de atıfta bulunan Kaftancıoğlu, “Sloganımızı da çalmaya kalkışacaklar dikkat” görüşünü dile getirdi.

Paylaşın

CHP’li Karabıyık: Asgari Ücretliler İftar Sofrasını Borçla Kuruyor

CHP Genel Başkan Yardımcısı ve Bursa Milletvekili Lale Karabıyık, Asgari ücretli bir çalışanın başka hiçbir gideri olmasa dahi 29 günlük iftar sofrasını borçla kurduğunu söyledi.

Lale Karabıyık, mübarek Ramazan ayının ilk günlerinde cep yakan iftariyelik fiyatlarını yaptığı basın açıklaması ile gündeme taşıdı.
Sağlıkçıların 2019 yılında günlük yaklaşık 17 saat sürecek oruç ibadetinin ardından, kişinin sağlıklı bir şekilde enerji ihtiyacını gidermesi ve günlük gereksinim duyduğu besinleri alması için yaklaşık 3 bin kalorilik bir iftara ihtiyaç duyduğu tavsiyesine dikkat çeken Karabıyık, yüzde 32 olarak açıklanan gıda enflasyonunun yanısıra iftariyeliklere yapılan zamlar nedeniyle dört kişilik bir ailenin sadece peynir, zeytin, domates, salatalık ve çaydan oluşan iftar yemeğinin bile günlük 15-20TL tuttuğunu ve yalnızca ekmek, peynir, zeytin, çay ve şeker ile orucunu bozacak vatandaşın, sofrasını geçtiğimiz yıla göre yaklaşık %22 zamlı kurduğunu dile getirdi.

CHP’li Karabıyık, “Aynı ailenin mercimek çorbası, etsiz kuru fasulye yemeği, pirinç pilavı ve güllaçtan oluşan 4 çeşit yemekli ramazan sofrasının maliyeti ise en düşük fiyatlı ürünler kullanıldığında 40-45 TL’ye mal oluyor. Bu menüye pide/ekmek, su, meşrubat, meyve, hurma vs. de eklendiğinde, etli bir yemek ile birlikte günlük iftar maliyeti 90 TL’yi buluyor. Yani; tavsiye edilen 3 bin kalorilik menu ile yalnızca oruç açmanın ramazan boyunca yaklaşık maliyeti 2600 TL’yi aşıyor. 2018 yılındaki fiyatlar doğrultusunda aynı hesap yapıldığında, günlük yaklaşık 65-70 TL’ye malolan iftar sofrası, Ramazan ayı 2019 yılında 29 gün sürecek olmasına rağmen, geçtiğimiz yıldan bugüne ortalama yaklaşık %25 oranında artan fiyatlar nedeniyle vatandaşın yaklaşık 500 TL daha fazla harcayacağını gösteriyor” dedi.

“Asgari ücretliler iftar sofrasını borçla kuruyor”

Bütün bu zamlar nedeniyle bereketi kalmayan iftar sofralarının maliyeti göz önüne alındığında, asgari ücretli bir çalışanın başka hiçbir gideri olmasa dahi 29 günlük iftar sofrasını borçla kurduğunun altını çizen Karabıyık, “Ortalama memur maaşının 3 bin 785 TL olduğu ülkemizde bir memurun maaşının %70’ini yalnızca oruç açmak için ayırmak zorunda kaldığını görüyoruz. Asgari ücrete ve memur maaşlarına yapılan zamlar, temel tüketim ürünlerine yapılan zamlar karşısında günden güne erirken, 2019 yılında iftar sofrası kurmak bile bu zamlar nedeniyle bir hayale dönüşüyor. Diyanet İşleri Başkanlığı, asgari şartlara göre belirlenen fitre miktarını bu zamlar nedeniyle artırarak 23 TL olarak belirlemişken, gelinen noktada dört kişilik bir ailenin aylık harcaması 2 bin 760 iken asgari ücretin 2 bin 20 lira olması asgari ücretle çalışan vatandaşımızın fitreye muhtaç olduğunu gösteriyor” sözleriyle konunun önemine dikkat çekti.

Ramazan Bayramı’nda yapılacak ev ziyaretlerinin de, geleneksel ikramlardaki zamlardan etkilendiğini söyleyen CHP’li vekil, “Misafirlerine çay/kahve ve ev baklavası hazırlayacak bir aile, undaki %66, cevizdeki %25, nişastadaki %33’lük ve toz şekerdeki yüzde 5’lik artışla, cevizli baklavayı ortalama yüzde 32’lik zam ile ikram edecek. Misafirler orta şekerli kahveyi de küp şekerdeki %43, Türk kahvesindeki %15’lik zam ile içecek” sözleriyle açıklamasını tamamladı.

Paylaşın

CHP’li Öztırak: Saray Ve YSK El Ele Verip Sandık Darbesi Yapmıştır

CHP Genel Başkan Yardımcısı ve Parti Sözcüsü Faik Öztrak, düzenlediği basın toplantısında, “YSK, iktidarın azmettirmesiyle İstanbul seçimlerini iptal etmiş Saray ve YSK el ele verip sandık darbesi yapmıştır” dedi.

Öztrak, konuşmasının devamında, YSK’nın İstanbul’da seçimin yenilenmesine ilişkin kararının ayrıntılı gerekçesinin yayınlanmadığını hatırlatarak, “AK Parti’nin seçimi kaybetmiş belediye başkan adayı ve diğer isimler bunları dile getiriyor. Gerekçeleri dillendirenler YSK’yı bu darbeye azmettirenlerdir” ifadelerini kullandı.

CHP Sözcüsü Faik Öztrak’ın açıklamalarından öne çıkanlar şöyle:

6 Mayıs’ta Saray, YSK’yla el ele vererek bir sandık darbesi gerçekleştirdi. 73 yıllık çok partili yaşamımızda demokrasimize böyle bir darbe vurulmamıştı. Saray ve onun seçimi kaybeden İstanbul Büyükşehir Belediye Başkan Adayının, şimdi de yeni bir algı operasyonuna giriştiklerini görüyoruz. Darbenin müellifleri sıkılmadan, utanmadan kendilerini mağdur gösterip, sandık darbesinin gerçek mağduru olan CHP’yi, Genel Başkanımız Sn. Kemal Kılıçdaroğlu’nu, Millet İttifakı’nı ve tabi ki en önemlisi, İstanbul’un Seçilmiş Belediye Başkanı Sn. Ekrem İmamoğlu’nu suçlamaya kalkışıyorlar.

Dün akşam, Saray’ın kibirli kişisi, bir iftar yemeğinde, açmış ağzını yummuş gözünü. İftar sofrasını adeta kendine miting alanı yapmış. Artık vatandaşlarımızın inançlarına da saygı kalmadı. Mübarek ramazan ayında, milletimizin huzur içerisinde orucunu açmasına bile izin verilmiyor. Anayasa’ya göre “milletimizin birliğini temsil etmesi” gereken, Cumhurbaşkanlığı koltuğuna otururken “tarafsız kalacağına” namusu ve şerefi üzerine yemin eden Adalet ve Kalkınma Partisi Genel Başkanı, iftar sofralarında bile milletin arasına kin, nefret, nifak tohumları saçmaya devam ediyor.

“YSK el ele verip sandık darbesi yapmıştır”

Öncelikle, Saray’ın sandıktan çıkan millet iradesini ve İstanbul’un seçilmiş Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu’nun mazbatasını gasp etme operasyonunun detaylarına bir bakalım. İlk olarak şunu açık ve net olarak ortaya koymamız gerekiyor: Seçimin güvenliğini sağlamakla görevli YSK, iktidarın azmettirmesiyle İstanbul seçimlerini iptal etmiş, saray ve YSK el ele verip sandık darbesi yapmıştır. Bunu hep söyleyeceğiz. YSK bu kararıyla, hukuku ve içtihatlarını çöpe atmış, kendi varlık sebebini inkar etmiştir. Bugüne kadar demokrasinin ve hukuk devletinin tüm temel taşlarını söküp atan iktidar ise bu kumpasla, elinde kalan son meşruiyet kalesi olan sandığı da ateşe vermiştir.

Kurul, kısa kararında “bir kısım sandık kurulunun kanuna aykırı oluşturulması ve bunun seçim sonuçlarını etkiler nitelikte olmasını” İstanbul Belediye Başkanlığı seçiminin iptalinin gerekçesi olarak göstermiştir. Daha ortada gerekçeli karar yoktur. Fakat AK Parti, kısa kararda olmayan çok daha ayrıntılı iptal gerekçelerini, yargıçlar daha yazmaya başlamadan sıralayıp durmaktadırlar. AK Parti’nin seçimi kaybetmiş belediye başkan adayı, Genel Başkanları bunları dile getirmekte, bir de bununla ilgili yalan rüzgarı romanları etrafta servis edilmektedir.

“Bu iptal gerekçelerini yazanlar YSK’dakileri bu darbeye azmettirenlerdir”

Aslında bütün bunlar bir şeyi ortaya koyuyor. Bu ayrıntılı iptal gerekçelerinin hangi adreslerde kaleme alındığını ortaya koyuyor. Bu iptal gerekçelerinin müellifi bellidir. Bu iptal gerekçelerini yazanlar YSK’dakileri bu darbeye azmettirenlerdir. Seçimin iptali için gerekçe gösterilen, sandık kurul başkanının devlet memuru olmadığı iddia edilen sandıkların tamamında AK Parti adayı Binali Yıldırım’ın oyu, İstanbul’un seçilmiş Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu’nun oyundan fazla çıkmıştır. Hatta AK Parti’nin gözlemcisinin bulunmadığı ve sandık başkanının da memur olmadığı 141 sandıkta da AK Parti adayı önde çıkmıştır. Bu nasıl şaibedir, bu nasıl bir yolsuzluktur, bu nasıl bir organize iştir ki bunların yapıldığını iddia sahibinin oyu, o iddialara konu olan sandıklarda diğer adaydan daha yüksek çıkmıştır.

“Sandığın da hukukun da tabutuna çivi çakılmıştır”

Tüm bu tablo vatandaşlarımıza şunu göstermektedir: Sandığın da hukukun da tabutuna çivi çakılmıştır. Şimdi bu çiviyi çakanlar çıkmışlar mağdur rolü oynamaya çalışmaktadırlar. Sandık kurulu başkanları hakkında yapılan bu suç duyuruları 45 gün sonra yapılacak seçimde il, ilçe ve sandık kurulları üzerinde şimdiden ciddi bir baskı oluşturmaya başlamıştır. Bu, seçim güvenliği açısından çok ciddi bir tehdit oluşturmaktadır.

AK Parti Genel Başkanı, dün katıldığı iftar yemeğinde ve ödül töreninde, “milli iradeye saygının seçim sonuçlarını kabul etmeyi gerektirdiğinden” bahsetmiştir. Evet, inanılmaz ama gerçek. Bunu seçimlere girmek serbest ama kazanmak yasak anlayışıyla hareket eden birinden duymak gerçekten trajikomiktir. AK Parti Genel Başkanı, adet haline getirdiği üzere milletin aklıyla alay etmekte, yalanı hakikat gibi gösteren gerçek ötesi bir siyasetle sandıktan çıkan millet iradesini itibarsızlaştırmaya çalışmaktadır.

AK Parti Genel Başkanı “alenen çalınmış oylardan”, “yolsuzluktan” bahsetmektedir. Ama YSK’nın kısa kararında bununla ilgili hiçbir husus yer almamaktadır. Hatırlayacaksınız, Rusya’ya gitmeden önce seçimlerle ilgili “kameraların tespit ettiği usulsüzlükler olduğunu” söylemişti. Aynı Kabataş’ta deri pantolonlu üstü çıplak adamların başörtülü bir kadına saldırdığı yalanı gibi bu görüntüleri de hala bekliyoruz kamera görüntülerini seçimde yolsuzluk yapıldığına dair.

“O mazbatayı da alıp Binali Yıldırım’a verseydiniz”

Adalet ve Kalkınma Partisi Genel Başkanı ve sözcüleri, işlenen hukuk cinayetini “başka adayın kazandığı seçimi alıp başka adaya vermiyoruz ki. Yeniden yapalım, madem kazandınız yeniden kazanırsınız” demektedirler. Bir de onu yapsaydınız. Ekrem İmamoğlu’nun mazbatasını gasp ettiniz yetmez birde onu yapsaydınız. O mazbatayı da alıp Binali Yıldırım’a verseydiniz. Ha bunu da konuşmamış değilsiniz. Sizin içinizde bunu önerenlerde var, böyle olsun diyenler de var.

İstanbul seçimleri misket oynamaya benzemez. Dünyanın pek çok ülkesinden daha büyük bir şehri yönetecek belediye başkanını mı seçiyoruz yoksa birbirimizi ütmesine misket mi oynuyoruz? Gerçekten akıl almaz bir ciddiyetsizlikle karşı karşıyayız.

Son olarak, iftar sofrasında Tayyip Erdoğan, Sayın Genel Başkanımıza demediğini bırakmamış. Ne diyelim? Kişi aslında herkesi kendi gibi bilirmiş. Ama ben şunların altını çizerek söyleyeyim. Bizim Genel Başkanımız, iftarlarda siyaset konuşmaz. Milletin seçtiği başbakanı görevden alıp da partisinin içinde darbe yapmaz. Tarafsız kalacağına namusu ve şerefi üzerine yemin edip bu yemine rağmen dönüp de partisinin Genel Başkanlığı koltuğuna oturmaz. YSK’yı sandık darbesine azmettirmez. Milletin gözü önünde milli iradeye kumpas kurmaz. Faşizm, faşizm demişler faşizm bunları yapanların adreslerinde aranmalıdır.

“‘Edep ya hu’ diyoruz”

AK Parti Genel Başkanına bir kez daha hatırlatalım: Cumhuriyet Halk Partisi, demokrasiden ve sandıktan yana olan tavrını, size “muhtar bile seçilemez” denirken, millet öyle istiyor deyip başbakanlık yolunu açtığın da göstermiştir. Türkiye bugün tek kişi parti devleti eliyle 1946’nın da gerisine düşürülmüş, 73 yıllık demokratik birikimimiz, 36 günde çöpe atılmıştır. Millet iradesini yok sayanların, millete verdiği sözleri unutanların, milletin sesini duymayanların, şimdi çıkıp da bize hakaretler yağdırması ne izanla ne de insafla bağdaşır. Çok şükür, Sayın Genel Başkanımızın ve bizlerin yalan, iftira, tehdit ve hakaret hiçbir zaman siyasi sermayesi olmamıştır. Yalanı, iftirayı, tehdidi ve hakareti bir siyasi üslup haline getirenlerin kimler olduğunu da milletimiz gayet iyi takdir etmektedir. Biz, bu kem sözlerin sahibine “edep ya hu” diyoruz.

Ama biz Sarayın kibirli kişisindeki bu telaşın nedenini de gayet iyi biliyoruz. İstanbul’un seçilmiş Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu, 19 günlük icraatıyla İstanbul’un parasının İstanbulluların olacağını, İstanbul’un rantının İstanbullularda kalacağını, İstanbul’un kaynaklarını İstanbullular için kullanacağını göstermiştir. Su fiyatlarında yapılan indirimler, öğrencilerin, yeni doğum yapan annelerin, çocukların ulaşımında sağlanan indirimler, 19 gün içinde bunlar yapıldı.  Uygulanacak sosyal demokrat politikaların, halktan yana politikaların İstanbullunun rantını İstanbulluya vermeyi öngören politikaların ipuçlarını açıkça ortaya koymaktadır. İstanbul’un rantını bugüne kadar havuzdaki dostlarına vermeye alışmış olanların tabi ki bundan paniklemesi normaldir. Ancak bir hususu anlamadığımızı da burada söylemek isteriz. Saray’ın kibirli kişisi neden İstanbul Belediyesi’ndeki verilerin Büyükşehir Belediye Başkanı tarafından kontrol edilmesinden bu kadar rahatsız olmuştur, bu kadar paniklemiştir? Bu verilerde ne vardır?

Çok partili demokrasi tarihimizin en büyük mağduriyeti, milletimizin sandıkta vereceği oylarla giderilecektir. Seçilmiş İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu’nun gasp edilen mazbatası, milletin eliyle yeniden kendisine verilecektir. Bundan en ufak bir şüphemiz yoktur. Benim söyleyeceklerim bu kadar. Şimdi sorularınız varsa alabilirim.

Soru- Efendim az önce değindiniz ama ben biraz daha detay sormak istiyorum. Cumhurbaşkanı dün akşamki konuşmasında yine seçimlerde oyların çalındığını, yine Binali Yıldırım ve oy hırsızlığının olduğunu söyledi. Ama YSK’nın kararında biz böyle bir gerekçe görmedik şimdiye kadar. Sadece sandık kurulunda memurların olmadığını bu yüzden seçimlerin tekrar edildiğini, iptal edildiğini gördük. Bu açıklamaları neye bağlıyorsunuz bu birinci sorum.

İkincisi de halen çok tartışılıyor aynı zarfta, tek zarfta 4 pusula sadece İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı seçimi iptal edildi. AK Parti bir klip yayınladı klipte de 123 sandıkta 42 bin oy sadece Büyükşehir Belediyesine etki ediyor ilçelere etki etmiyor denildi. Bu açıklamaları neye bağlıyorsunuz?

Faik Öztrak: Minareyi çalanlar şimdi minarenin kılıfını hazırlamaya çalışıyorlar. YSK üyeleri daha henüz gerekçeli kararı yazmamışken, Adalet ve Kalkınma Partisi yetkililerinin, Adalet ve Kalkınma Partisi’nin İstanbul Büyükşehir adayının kısa kararda yazan gerekçelerin çok ötesine giden gerekçeleri söylüyor olması, 7 tane üyenin yazacağı gerekçeli kararın müellifinin kim olduğunu açık seçik ortaya koymaktadır. Bu kararın hangi mahfillerde yazılmış olduğunu açıkça ortaya koymaktadır. 31 Mart akşamı Ekrem İmamoğlu’nun İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığını kazandığının belli olmasından itibaren dört başı mamur bir kumpas uygulamaya konmuştur. O kumpas çerçevesinde öyle anlaşılıyor ki YSK’nın iptal gerekçeleri dahi yazılmıştır. O kumpası hazırlayan mahfillerde.

Soru- Bir de diğer soru vardı efendim tek zarf 4 pusula?

Faik Öztrak: Biraz önce minare örneğini onun için verdim. Ama mesele açık. Aynı sandıkta tek bir zarfın içine 4 tane pusula atıyorsunuz, gerekçeniz sandık kurullarının yasada tarif edilen biçimde oluşmadığı ve sandık kurullarında öngörülen memurların bulunmadığı. Aynı sandık kurullarının ilçe belediyeleri, ilçe belediye meclisleri ve muhtarlıklar için yapmış olduğu uygulamaları doğru kabul ediyorsunuz, buna karşılık Büyükşehir Belediyesi için yapılan uygulamalar için aradaki farkı gerekçe göstererek seçim sonuçlarını etkileyebilir diyorsunuz.
Şimdi bakın arkadaşlar, bu sandıkları kim oluşturmuş? İlçe seçim kurulları. İlçe seçim kurulları kimlere bağlı? İl seçim kuruluna, il seçim kurulu da YSK’ya. Soru şu, bu sandıklarda partilerin temsilcileri var mıydı? Vardı. Bu sandıkların etrafında gözlemciler var mıydı? Vardı. Bu sandıklarda yolsuzluk yapıldığına dair herhangi bir tutanak var mı? Yok.

Yani bu sandıkların bu şekilde oluşumunun seçmenin sandıkta oluşan iradesini etkileyecek bir durumu olmadığı ortada. O zaman ne oluyor? Hani o mühürsüz oylarda “seçmen iradesinin üstünlüğü” diyerek mühürsüz oyları geçerli saymıştınız ya… Çünkü “mühim olan seçmen iradesidir, oyun mühürlü ya da mühürsüz olması seçmenin iradesini etkilemiyor” demiştiniz. Şimdi de o sandıkta memur bulunup bulunması ya da bulunmaması öyle gözüküyor ki seçmenin iradesini etkilememiş. Bir önce verdiğiniz karar orada dururken kalkıp bunu iptal ederseniz milletin vicdanı rahatsız olur. Milletin vicdanı bunu kabul etmez, millet bunu kabul etmez, millet bunun hesabını sorar.

Soru- Efendim Sayın Genel Başkanın İstanbul’da bir teknede yaptığı görüşmeye dair bazı iddialar ortaya çıkmıştı hatta eski Cumhurbaşkanı Sayın Abdullah Gül’le görüştüğü iddia edilmişti yalanlandı o bilgi ama bugün Genel Başkana dair fotoğraflar çıktı. Paylaşacağınız bir detay var mıdır görüşmeye dair?

Faik Öztrak: Arkadaşlar öyle gözüküyor ki istihbarat teşkilatları Genel Başkanımızı çok yakından takip ediyor. Biz de zaten biliyoruz bunu. Ama bizim gizlimiz, saklımız yok her şey açıkta. Genel Başkanımızın gizli saklısı yok her şeyi açıkta yapıyor. Eğer gizli saklı bir görüşme yapsaydı, herhalde birilerinin yatında oturup görüşmezdi. Şimdi istihbarat örgütlerinin kendi ellerindeki materyalleri alıp yandaş medyaya servis edip bunun üzerinden bizleri itibarsızlaştırmaya dönük hikayeler yazdırmaya kalkmaları gerçekten ayıptır. Türkiye’de istihbarat teşkilatının, o istihbarat teşkilatının bağlı olduğu makamların ne hale düştüğünü ortaya koymaktadır. Gerçekten yazık, gerçekten komik.

Soru- Efendim birkaç tane kısa kısa sorum olacak. Dün akşam Sayın Cumhurbaşkanı Erdoğan Sayın Kılıçdaroğlu’na yönelik YSK üyelerine atfen “dokunulmazlığına mı güveniyorsun da konuşuyorsun” gibi bir atıfta bulundu, dokunulmazlık tartışması başladı. Birinci sorum bu olacak.

İkincisi, bazı sanatçılar Ekrem İmamoğlu’na yönelik desteklerini açıkladılar. Cumhurbaşkanlığı Arşiv Daire Başkanı, destek veren sanatçıların isimlerini sosyal medyada yayınladı. Sanatçılar tepki gösterdi, fişleme yapılıyor diye. İkinci sorum bu olacak.

Ve son olarak yine Cumhurbaşkanı Erdoğan dün akşamki konuşmasında Ankara ve İstanbul’da özellikle TC ibareleri geri gelmişti, “TC ibaresini geri getirmek tekrar yeniden koymak riyakarlıktır” dedi. Bir de bu olacak sorum.

Faik Öztrak: Şimdi en sonuncundan başlayım. CHP, Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran parti. Dolayısıyla CHP’nin TC ibaresine sahip çıkmasından daha doğal hiçbir şey yoktur ve sonuna kadar da CHP olarak biz, TC ibaresine sahip çıkacağız niye riyakarlık olsun? Riyakarlık yapanlar TC’ye inanmayıp onu kaldırıp sonra getirip yeniden koyanlardır.
İkincisi, dokunulmazlık meselesinde dün söyleyeceğimi söyledim. Hodri meydan. Devlet Bahçeli de Genel Başkanımızın dokunulmazlığını gündeme getirdi, Cumhurbaşkanı da şimdi “dokunulmazlığına mı güveniyorsun” diyor. Biz de diyoruz ki, kaldırın bakalım hodri meydan, kaldırın. Her yerden çok ciddi bir baskı süreci yeniden başlamıştır. Çok da ilginçtir bundan önceki dönemde milyonluk tazminat davaları açarak, daha sonra hapis cezalarıyla, daha sonra idam sehpaları göstererek muhalefet partilerini kampanya sürecinde tehdit edenler yine başka başka noktalara doğru gitmektedir. Bir şeyi anlayamadılar, demirden korksak trene binmezdik.

Soru- Bir de sanatçılar vardı efendim.

Faik Öztrak: Söylüyorum arkadaşlar yani bu baskı sadece liderlerle de sınırlı kalmıyor anlaşılan şimdi sanatçılara da yansıyor. Bakınız, Türkiye’de artık herkes konuşacak engelleyemezler. Çünkü işin nereye gitmekte olduğu ortada. Buna evet denilmesi, buna razı olunması halinde sandıkla gelen sandıkla gitmeyecek.
Herkes konuşacak her şey çok güzel olacak.
Teşekkür ediyorum.

Paylaşın

Yıldırım’ın ‘Mağduriyet’ Açıklamasına İmamoğlu’ndan Yanıt

31 Mart yerel seçimlerinde İBB Başkanı seçilen ancak YSK’nın iptal kararıyla mazbatası alınan CHP’li Ekrem İmamoğlu, AK Partili Binali Yıldırım’ın ‘mağduriyet’ açıklamasına yanıt verdi.

Cuma namazını Beylikdüzü Fatih Sultan Mehmet Camii’nde kılan ve ardından gazetecilerin sorularını yanıtlayan İmamoğlu, konuya ilişkin şunları söyledi:

“Bir daha karşılaştığınızda sorun, acaba kendi söylediklerine kendisi inanıyor mu diye? Ben inandığını düşünmüyorum. Neyin gaspı, hangi gerekçe? Millet görüyor zaten bence şu an söylediklerine kendisi de inanmıyordur. Mağduriyet kavramı da şöyle; Belki aday olmakla mağdur olmuş olabilir.”

Binali Yıldırım ne demişti?

Binali Yıldırım, YSK’nın seçimi iptal etme kararını değerlendirirken, “Asıl mağdur edilen benim. 31 Mart’ta gasp edilen oyların hesabını 23 Nisan’da soracağız” ifadelerini kullandı.

Paylaşın

HDP Sözcüsü Kubilay: ‘Türkiye ittifakı’ Türkiye’yi Kapsamıyor

HDP Parti Sözcüsü Günay Kubilay, Cumhurbaşkanı Erdoğan tarafından dile getirilen Türkiye İttifakı’nı eleştirerek, “Türkiye ittifakı” diye dile getirilen bakış açısının da Türkiye’yi kapsamadığını düşünüyoruz. O ittifak sadece bugünkü kan kaybetmeye başlayan iktidar blokunu güçlendirmeye yönelik yeni bir dayanak arama çabasıdır. Bunu bulup bulamayacaklarını bilmiyoruz. Bizim sorunumuz da değil. Biz demokrasi kulvarındayız ve bununla ilgileniyoruz” dedi.

Halkaların Demokratik Partisi (HDP) Sözcüsü Günay Kubilay, partisinin genel merkezinde düzenlediği basın toplantısında gündeme ilişkin değerlendirmelerde bulundu.

Konuşmasının başlangıcında, Abdullah Öcalan’ın 2 Mayıs’ta avukatlarıyla görüşmesini değerlendiren Kubilay, “Bu görüşme adımını biz HDP olarak geç kalınmış ama doğru ve önemli bir adım olarak değerlendiriyoruz” dedi.

Kubilay, devam etmekte olan açlık grevleri ve ölüm oruçlarına da değinerek, “Ölüm oruçları, açlık grevleri ve tecrit konusu bunlardan bağımsız olarak değerlendirmelidir. Bu son derece insani ve hukuki bir konudur. Gerekli adımlar atılarak ölüm oruçları kırılma yaratmadan açlık grevinin sona ermesini, tecrit konusunun Türkiye’nin gündeminden kalkmasını bekliyor ve istiyoruz” ifadelerini kullandı.

HDP’nin 6 belediye eşbaşkanı ve 56 belediye meclisi üyesinin mazbatasının alınması ile İstanbul seçiminin iptal edilmesini ‘Saray Darbesi’ olarak değerlendiren HDP Sözcüsü Kubilay’ın basın açıklamasında öne çıkan bölümler şöyle:

“6 Mayıs’ta İstanbul’da YSK eliyle İstanbul seçimlerinin yenilenmesini isteyen bir sandık darbesi yapıldı. İstanbul’da seçimlerin yenilenmesi YSK eliyle yapılmış bir sandık darbesidir. Darbeler sadece üniformayla, silahla yapılmıyor. Bunların her biri kendi içinde farklı araç ve yöntemlerle gerçekleştiriliyor. Dolayısıyla 6 Mayıs’ta İstanbul’da gerçekleştirilen Saray darbesi ne ise, bizim 6 belediye başkanımızın 56 belediye meclis üyemizin mazbatasına el koyan anlayış da aynıdır. Halkın sandıktan çıkmış siyasi iradesine saygı göstermeyen zihniyetin aynı olduğunu düşünüyoruz. Biz İstanbul kararının AKP ve MHP iktidar blokunun siyasi operasyonu olduğunu düşünüyoruz. YSK kararları bir kez daha hukuka ve YSK içtihatlarına ters, direktiflerle verilmiş siyasi kararlardır. Hukuksal dayanağı yoktur ve gayrı-meşrudur.

“YSK kendisine karşı da suç işlemiştir”

O kadar ilginçtir ki YSK iktidar blokunun siyasi baskısı ve kuşatması karşısında o kadar çaresiz kalmıştır ki kendi belirlediği sandık kurullarının yasadışı olduğunu ilan etmek zorunda kalmıştır. O bakımdan da bu kararın yasal sorumluluğu YSK’ya aitse siyasi sorumluluğu da AKP ve MHP’ye aittir. Dolayısıyla İstanbul halkının iradesine nasıl saygısızlık yapılmışsa, YSK kendisine karşı da suç işlemiştir.

31 Mart seçimlerinde Türkiye ekonomisinin,turizminin yüzde 70’ine hitap eden başta İstanbul olmak üzere Ankara, Adana, Mersin, Antalya gibi büyük metropollerde seçimi kaybetmiş olmasının AKP-MHP iktidar blokunda büyük bir kan kaybına yol açtığı ve bu kan kaybını durdurabilecek en başat olgunun İstanbul olduğu ve dolayısıyla İstanbul’da seçimi yenileyerek bu kan kaybının durdurulabileceği düşünülüyor.

Ekim 2016’da Sayın Gültan Kışanak’ın mazbatasına ve 6 belediye başkanının mazbatasına el koyan zihniyet ne ise Sayın İmamoğlu’nun mazbatasına el koyan zihniyet de aynıdır. Onlar aynı tornadan çıkmış ikiz kardeşlerdir.

“Perşembenin gelişi çarşambadan belliydi”

Bugün HDP’nin bir yasal parti olarak hukuki talepleri reddedilirken seyirci kalanlar düşünmelidir. KHKli arkadaşların bırakın sadece belediye başkanlığını, seçilme hakkı elinden alınmak istenirken bu konuda ses çıkarmayanlar düşünmelidir. Hep birlikte düşünmeliyiz, bugün Erdoğan ve hükümetin HDP’ye yönelik tehdit ve şantajlarına, karalamalarına rıza gösterenler bunları düşünmelidir. Dolayısıyla perşembenin gelişi çarşambadan belliydi. Burada zihniyet aynı. Sadece biçim değiştiriyor.

HDP’nin ne yapacağı belli değil mi?

Herkes HDPye soruyor, yahu siz ne yapacaksınız? HDP’nin ne yapacağı belli değil mi? HDP’nin ne yapacağı bellidir. Belki de en az soru sorulması gereken HDP’dir. Bir otoriterleşme sürecinin, bir despotik siyaset tarzının uzun zamandan beri bu ülkeyi kasıp kavurduğunun altını sürekli çizen HDP’dir. Bunun karşısında demokrasiden, barıştan, özgürlükten, haktan ve hukuktan yana olacak HDP’nin bundan başka politikası ne olabilir?

“Kazanımları korumak lazım”

Bugün demokrasi isteyen, demokrasi arayışı içinde olan bütün güçler demokrasi ortak paydasında buluşmak zorundadır. Bunun için demokratik ve meşru yöntemlerle mücadelenin öznesi olmak zorundadır, biz buna “demokrasi ittifakı” diyoruz. Demokrasi isteyen güçlerin birleşik mücadelesine “demokrasi ittifakı” diyoruz.

“Türkiye İttifakı” denilen bakış açısı Türkiye’yi kapsamıyor 

“Türkiye ittifakı” diye dile getirilen bakış açısının da Türkiye’yi kapsamadığını düşünüyoruz. O ittifak sadece bugünkü kan kaybetmeye başlayan iktidar blokunu güçlendirmeye yönelik yeni bir dayanak arama çabasıdır. Bunu bulup bulamayacaklarını bilmiyoruz. Bizim sorunumuz da değil. Biz demokrasi kulvarındayız ve bununla ilgileniyoruz.

Demokrasi kulvarındaki herkesle birlikte olmak istiyoruz

Bununla birlikte demokrasi kulvarında olan herkesle Parlamento içinde veya dışında birlikte olmak istiyoruz. Bu zamana kadar fabrikalarda, tersanelerde ve sokaklarda meşru mücadele yöntemleri ile kazanılmış her şeye Parlamento’da da sandıkta da sahip çıkmak istiyoruz. HDP’nin politik tutumu budur.

Paylaşın

Erdoğan: Camiler Sadece Betondan İbaret Binalar Değildir

Cumhurbaşkanı Erdoğan, Kuzey Yıldızı Camii ve Külliyesi’nin açılışında yaptığı konuşmada, “Camiler sadece betondan ibaret binalar değildir. Camiler tüm farklılıklarımızı bir kenara bırakıp hakkın karşısında eşitlendiğimiz, günde beş defa kulluk görevimizi icra ettiğimiz mekanlardır” ifadelerini kullandı.

Erdoğan, konuşmasının devamında, “Camilerimiz birer ibadethane olmanın ötesinde mimarisiyle, süslemeleriyle bulunduğu mekanla, ismiyle, medeniyetimizin farklı özelliklerini yansıtan mimari eserlerdir. Hepsinden önemlisi camilerimiz inşa edildikleri şehirlere kimlik, kişilik ve karakter kazandıran yapılardır” dedi.

Erdoğan’ın konuşmasından öne çıkan bölümler şöyle:

“Bu eserin Ankara’ya kazandırılmasında emeği geçen, alın teri olan herkese şükranlarımı sunuyorum. Başta Ankara Büyükşehir Belediye Başkanlığımıza, önceki Başkanlarımız Melih Gökçek ve Mustafa Tuna Beyefendi’ye özellikle teşekkür ediyorum.

Camiler sadece taştan, tuğladan, betondan ibaret binalar değil, müminlerin tüm farklılıklarını bir tarafa bırakıp Hakk’ın karşısında eşitlendiği, cem olduğu, günde 5 defa kulluk görevinin ifa edildiği mukaddes mekanlardır.

“Camiler, şehirlere kimlik, kişilik ve karakter kazandırır”

Camilerin birer ibadethane olmanın ötesinde mimarisiyle, süslemeleriyle, hüsnühat ve tezhipleriyle bulunduğu mekanla, ismiyle, medeniyetin farklı özelliklerini yansıtır. Birer mimari eser olan camilerin, inşa edildikleri şehirlere kimlik, kişilik ve karakter kazandırır.

Medeniyetimizin sembol şehirlerinin hemen hepsi yine sembol bir cami, medrese ve külliyeyle anılır, böyle hatırlanır. İstanbul’u Sultanahmet’siz, Süleymaniye’siz, Edirne’yi Selimiye’siz, Bursa’yı Ulu Cami’siz düşünemeyiz. Mardin denilince, Erzurum, Konya, Kayseri denilince aklımıza önce her biri ayrı güzellikteki medreseleri, camileri gelir. Ankara’yı Hacı Bayram Veli Camisi ve türbesi olmadan anlatmak mümkün değildir.

Merhum Turgut Özal’ın gayretleriyle tamamlanan Kocatepe Camisi de yakın dönemde Ankara’yı anlatan sembol eserlerden biridir. Hamdolsun dönemimizde Beştepe Millet Camisi ve Melike Hatun Camimizin de kısa sürede başkentimizin timsalleri arasına katıldığını görüyoruz. Ankaralıların yanı sıra farklı vesilelerle şehrimize gelen vatandaşlarımız da muhakkak buraları ziyaret ediyor.

“Şehrimizin yıllardır örselenen kadim kimliğini güçlendirecektir”

Ggeçen hafta ibadete açılan Büyük Çamlıca Camisi’nin şimdiden İstanbul’un abide eserlerinden biri haline gelmiştir. Kadını, erkeği, genci, yaşlısıyla milletimizin tüm fertleri sadece mübarek gün ve gecelerde değil sabah namazlarında da Büyük Çamlıca Camisi’ne koşuyor, tam bir muhabbet ikliminde ibadetlerini yerine getiriyor. 60 bini aşkın cemaati kubbenin altında ve avlusunda toparlayabiliyor.

Osmanlı, Selçuklu ve modern mimarinin en güzel özelliklerini barındıran Diyanet Bilim ve Kültür Merkezinin Ankara’ya damgasını vuracaktır. Bu abide eser Cumhuriyetin Ankara’sını Selçuklu’nun, Osmanlı’nın Ankara’sı ile yeniden kucaklaştıracak, şehrimizin yıllardır örselenen kadim kimliğini güçlendirecektir.

“Camilerin süsü cemaatidir, özellikle de gençlerdir”

Nasıl ki kalp insanı hayatta tutan ana organsa mabetler de ilim, hikmet ve fazilet merkezi olarak toplumu diri tutar, canlı tutar, ayakta tutar. Camilerimizi sadece namaz kılınıp dağılınan ibadet mekanlarına dönüştürmek ona yapılacak en büyük saygısızlıktır. Camilerin süsü cemaatidir, özellikle de gençlerdir. Çocuklarımızın neşesiyle, gençlerimizin heyecanıyla, pirifanilerin tecrübesiyle, kadınlarımızın nezaket ve becerisiyle dolmayan bir cami mahzun ve öksüz kalmış demektir. Çocukların gelmediği, gençlerin uğramadığı, hanımların sahip çıkmadığı camiler ne kadar muhteşem olurlarsa olsun boynu bükük kalmaya mahkumdur. Geçmişte olduğu gibi bugün de cami merkezli bir hayatı özendirmemiz, teşvik etmemiz gerekiyor.

Geleceğin teminatı olan genç kuşakla camilerin arasında yapay duvarlar örmemek, gençlerin kalplerini camilere ısındıracak faaliyetler düzenlemek gerekiyor. Günde 5 vakit bize kulluğumuzu hatırlatan çağrıya cevap vererek, önce kendimizin sonra evlatlarımızın ayaklarını camilere alıştırmalıyız.

 

Paylaşın

İmamoğlu’na Destek Veren Athena Gökhan: Bu Gece Güneş Vardı Gökyüzünde

Athena grubunun solisti Gökhan Özoğuz, Yüksek Seçim Kurulu (YSK) tarafından iptal edilen İstanbul seçimleri sonrası mazbatası alınan Ekrem İmamoğlu’na desteğini sürdürüyor.

Seçimlerin yenileceği kararının alınmasının ardından ortaya çıkan “Her şey çok güzel olacak” sloganı üniversite şenliklerinde de dile getiriliyor.

Slogana destek veren Athena grubu da Muğla Sıtkı Koçman Üniversitesi’nde verdiği konserde bu sloganla aynı adı taşıyan şarkısını yüzlerce kişiyle birlikte söyledi.

Bu anları da Instagram hesabından paylaşan Gökhan Özoğuz “Bu gece güneş vardı gökyüzünde” ifadelerini kullanarak Ekrem İmamoğlu’na desteğini sürdürdü.

Paylaşın

Ege, İmamoğlu İçin Şarkı Yazdı!

Yüksek Seçim Kurulu’nun (YSK) İstanbul Büyükşehir Belediye (İBB) Başkanlığı için verdiği iptal kararına tepki gösteren Şarkıcı Ege, mazbatası geri alınan Ekrem İmamoğlu için şarkı yazdı.

Yüksek Seçim Kurulu (YSK) tarafından İstanbul Büyükşehir Belediye (İBB) Başkanlığı seçiminin iptal edilmesi sonrası bazı sanatçılardan tepki geldi.

Twitter hesabında “Her şey çok güzel olacak” diye yazan sanatçılarla birlikte, Ege de mazbatası geri alınan Ekrem İmamoğlu için bir şarkı yazdı.

Şarkının sözleri şöyle:

“Bu defa her şey çok güzel olacak

Bu defa güzel bir yaz olacak

Geldin güler yüzle gün doğdu şehrime

Bu defa daha çok millet seninle

Yolumuz hak yolu

İstanbul’u dinle

Ekrem Başkan diyen millet seninle.”

Paylaşın

Karamollaoğlu, İktidara Seslendi: Seçmen İradesine İpotek Koyacak Davranışlar Asla Sergilenmemeli

Saadet Partisi Genel Başkanı Temel Karamollaoğlu haftalık basın toplantısında iktidara seslenerek, “Seçmen iradesine ipotek koyacak davranışlar asla sergilenmemelidir… Seçmenlerin ve partilerin tutumları kutuplaştırmaya ve cepheleşmeye fırsat vermemelidir” dedi.

Karamollaoğlu, Yüksek Seçim Kurulu (YSK) tarafından iptal edilen İstanbul Büyükşehir Belediye (İBB) Başkanlığı seçiminde aday çıkarıp çıkarmayacaklarına ilişkinde “Yüksek İstişare Kurulunu da toplayıp onların da kararını alacağız. Kesin kararımızı bu toplantıların ardından açıklayacağız” ifadelerini kullandı.

YSK tarafından iptal edilen İBB Başkanlığı seçimine dair görüşlerini dile getiren Karamollaoğlu, “Bu, hukuk kurallarının yanlış yorumlanması değil, tam manasıyla bir hukuk cinayetidir, faciadır, hukukun katledilmesidir” dedi.

Karamollaoğlu, haftalık basın toplantısında, İstanbul’da yenilenecek seçim ve YSK kararına ilişkin özetle şunları söyledi;

“Ülkemizin en önemli gündem maddesi ise Yüksek Seçim Kurulu’nun İstanbul seçimlerine ilişkin vermiş olduğu karardır. Sözü hiç uzatmadan, dolandırmadan ifade etmek istiyorum ki bu, hukuk kurallarının yanlış yorumlanması değil hukuk kurallarının hiçe sayılmasıdır. Bir faciadır, cinayet mesabesindedir, hukukun katledilmesidir. Yüksek Seçim Kurulu’nun alnına vurulmuş kara bir leke olarak tarihe geçecektir. Bu durumun kamu vicdanında apaçık bir hak gasbı olduğu kanaati hakimdir. Böyle bir kararın alınmasına neden olanlar da kuşkusuz milletimizin vicdanında mahkûm olmuşlardır. Değerli basın mensupları bu arada şu husus bizi gerçekten çok üzüyor. Nasıl oluyor da Adalet ve Kalkınma Partili yöneticiler partilerinin bekasını ülkenin bekasının önüne koyacak kadar akl-ı selimden ve sağduyudan bu kadar uzaklaşabiliyorlar?

“Millet iradesinin sandığa gereği gibi yansımasını temin etmeliyiz”

Öyle görülüyor ki Adalet ve Kalkınma Partisi’nin sağduyu tarafı tamamen felç olmuş. Arkadaşların bu haline üzülüyorum. Ama biliyorum ki alınan bu karar AK Parti’ye oy vermiş, gönül vermiş geniş bir kesimin de rahatsızlığına neden olmuştur. Bu durumu geçmişte Ak Parti’de üst düzey görevlerde bulunanlarda açık ve net bir şekilde dile getirmiştir. Biz ülkemizin içinde bulunmuş olduğu bu ağır şartların üstesinden geleceğimize yürekten inanıyoruz. İnşallah 23 Haziran’da gerçekleştirilecek olan İstanbul seçimleri, kampanya süreçleri ve neticesi itibari ile Türkiye’mizin normalleşmesine, hak ve hukukun üstünlüğüne, bir arada yaşama bilincinin pekişmesine vesile olacaktır.

Bunun için bu süreci herkesin, bütün siyasi partilerin akl-ı selim, sağduyu ve teenni ile yürütmesi gerektiği hususunun altını özellikle çizmek istiyorum. Böylesine haksız, hukuksuz bir kararı aldıran iktidarın 23 Haziran’da İstanbul’da kazanabilmek için her türlü gerginleşmeyi, kutuplaşmayı artırması muhtemeldir. Şimdi millet olarak bütün bu tuzaklara düşmeden hareket etmeli ve millet iradesinin sandığa gereği gibi yansımasını temin etmeliyiz.”

“Ne yaşanırsa yaşansın tek çözüm yolu sandık ve demokrasidir”

Çözümün sandıkta olduğunu sözlerine ekleyen Karamollaoğlu; “Buradan aziz milletimize seslenmek istiyorum her ne yaşanırsa yaşansın asla ve asla gelecekten ümit kesilmemelidir.  Bu süreçte ülkemizi bekleyen en önemli tehlike bir takım provokasyonlar ve kışkırtmalardır. Herkes bilmeli ki ne yaşanırsa yaşansın tek çözüm yolu sandık ve demokrasidir. Sokaktan medet umanlara bu süreçte asla taviz verilmemelidir.

Buradan iktidara da sesleniyorum;

Seçmen iradesine ipotek koyacak davranışlar asla sergilenmemelidir. Bu seçimde medya ve yetkili kurumlar adil davranmalı, şaibeye yer verecek bir tutumun içine asla girmemelidir. Seçmenlerin ve partilerin tutumları kutuplaştırmaya ve cepheleşmeye fırsat vermemelidir” diye konuştu.

 

Paylaşın