Dülük Antik Kenti: Gaziantep

Gaziantep, gezilecek yerler ve tarihiyle dikkat çekiyor. Dülük Antik Kenti, Gaziantep ilinin 10 km kuzeyinde, Antik dönemde ise güney, kuzey, doğu ve batıdan uzanan ticaret yollarının kesiştiği kavşak noktasında yer almaktadır.

Asurlular döneminde Mezopotamya’dan Kilikya’ya uzanan yolun; Helenistik ve Roma döneminde ise, Antakya ve Kilikya’dan Zeugma’ya uzanan ipek yolunun güzergahında bulunmaktaydı. Dülük’te Keber tepesinde yapılan bilimsel kazılarda Alt Paleotik döneme ait çakmaktaşı aletler ve bu aletlerin yapıldığı atölyeler bulunmuştur. Bu taş aletler özgün bir karakter kazandığından literatürde “Dülükien” olarak adlandırılmıştır. Bu dönemde barınma için kullanılan bir mağara (Şarklı Keper Mağarası) da ele geçmiştir. Bu kalıntılara dayanılarak Dülük M.Ö. 600.000 yıllarına tarihlenmekte olup, dünyanın en eski yerleşimlerinden biri olarak gösterilmektedir.

Tarihte Doliche olarak bilinen kent Hititler’in baş tanrısı Teşup’un din merkezi olmuştur. Klasik dönemlerde de önemini koruyan Doliche ve baştanrısı Teşup; Roma döneminde de önemini koruyarak Jupiter Dolichenus diye anılmaya başlanmıştır. Bu inanç Romalı askerler sayesinde Avrupa içlerine, İngiltere’ye, Kuzey Afrika’ya kadar yayılmıştır.

Dülük, antik kent ve kutsal alan olmak üzere ikiye ayrılmaktadır. Antik kent bugün Dülük köyünün kuzey bitişiğindeki Keber tepesi ve çevresinde toprak altındadır. Kutsal alan ise Dülük köyünün yaklaşık . kuzeyinde, sedir ve çam ağaçlarıyla kaplı, 1.020 rakımlı Dülük Baba tepesinde yer almaktadır.

Dülük; Teşup, Zeus ve Jüpiter Dolikhenos inançlarının kült merkezidir. Burada Hitit imparatorluk döneminde (M.Ö. 2.bin) gök ve fırtına tanrısı Teşup’un tapınağı mevcuttu. Teşup sol elinde şimşek demetiyle, sağ elinde çift ağızlı baltayla boğa üstünde durur halde taş üzerine kabartmaları işlenmiş, bronz heykelcikleri yapılmıştır. Hellenistik ve Roma döneminde Teşup’un işlevi aynı, fakat sadece adı Zeus, ve Jüpiter olarak değişmiştir. Roma’lı askerler tarafından Jüpiter Dolikhenos kültü sevilip büyük saygı görmüştür. Kendilerine güç versin diye, Jüpiter Dolikhenos’un küçük heykelciklerini kolye olarak boyunlarına takan askerler, bu dini Roma’ya kadar yaymışlardır.

Dülük’de Mitra inancı da mevcuttu. Dünya’da bilinen yer altına inşa edilen Mitras tapınaklarının (Mithraeum) en büyüğü, Dülük’te Keber tepesinin güney eteğinde bulunmuştur. Bu tapınak iki salonlu olup, yer altı tapınağının mihrabı konumundaki merkezi nişte Tauroktoni adı verilen boğa öldürme sahnesi kabartma halinde işlenmiştir.
Tanrı Mitras, gezegenleri simgeleyen yıldızlar, takım yıldızlarını simgeleyen akrep, yılan, köpek vb. gibi figürlerin de eşliğinde bir boğayı öldürürken resmedilmiştir.

Astrolojiye göre Yunan ve Roma döneminden önce ekinos boğada idi. M.Ö. 4000-3000 de gerçekleşen Boğa çağının sonu, boğa öldürme sahnesiyle ifade edilmiştir. Perseus takım yıldızının tam boğa üzerindeki konumu, boğayı Perseus’un öldürdüğü kavramını yaratmıştır. Bu sahnede Perseus’un yerine geçen Mitras boğanın gücünü yok etmekte, bahar ekinoksunu boğa burcundan çıkarıp, koç burcuna sokmaktadır. Bu sahne, Boğa çağınının sona erdiğini, yeni bir çağın başladığını simgelemektedir. Ayinleri gizli olan bu tapınım çoğu Roma ordusunun askerleriydi.

Üyeleri arasında bürokratlar, tüccarlar ve köleler de bulunmaktaydı. M.S.1. yüzyılda Tarsus’dan yayılmaya başlayan Mitras kültü, 3. yüzyılda İskoçya ve Büyük Sahra’ya kadar ulaşmıştır. Mitras ayinlerinde kurban edilen boğanın kanıyla hem yıkanılır hem de içilirdi. Böylece yok olan bir çağı simgeleyen boğanın temsil ettiği tanrının güçüne ve ölümsüzlüğüne kavuşulacağına inanılırdı. Dülük Mitras tapınağı Gaziantep müzesi ile Almanya’dan Münster Üniversitesinin katılımlı kazıları sonucunda 1997 ve 1998 yıllarında ele geçmiştir. Anadolu’da bulunan Mitras yer altı tapınağının ilkidir.

Bizans döneminde de Dülük kenti Hititlerden beri süregelen kutsal şehir konumunu başpiskoposlukla devam ettirmiştir. Bu dönemde “Telukh” adıyla bir eyalet merkezi olmuştur. İslami akınları neticesinde Dülük kenti oldukça tahrip olmuş. Başpiskoposluğun 7. yüzyılda Zeugma’ya taşınmasıyla birlikte ise dini merkez konumunu kaybetmiştir. Bu tarihten itibaren Gaziantep kalesi çevresinde kurulan yeni bir şehir olan “Ayıntap” Dülük kentinin yerini almaya başlamış ve günden güne küçülen Dülük, Ayıntap’a bağlı bir köy haline gelmiştir. Dülük kutsal alanı ise, evliya Dülükbaba’ (Davut Ejder) nın türbesiyle “kutsal alan” kimliğini günümüze kadar taşımıştır.

Bugün Dülük’te geçmişin kanıtı olarak en eski yerleşim, Keber tepesinin güneyindeki prehistorik mağaradır. Ayrıca Keber tepesinin karşı sırtlarında Nekropol alanı vardır. Burada çok sayıda kayaya oyulmuş oda mezarları mevcuttur. Bu kaya mezarların bazısının ön odasına taş basamaklarla (Dramos) inilerek ulaşılmaktadır. Mezar içerisinde lahitler bulunmaktadır. Bazısında dini mitolojik konulu kabartmalar mevcuttur. Bunların birinde ruh anlamına gelen Psikhe’ye Hermes ölünün ruhunu yer altı dünyasına (Hades) götürmesi için yol göstermektedir. Bazı mezarlarda ise baktığını taşa çeviren Meduza başı kabartma olarak işlenmiştir. Antik dönemde de ölüm sonrası dirilme inancı vardı. Bu sebeple “ölünün evi” olarak bu mezarlar günlük yaşanılan ev biçiminde yapılmıştır. Nekropol ün doğusunda Mar-Slemun manastırına ait olduğu tahmin edilen iki kaya kilisesi de vardır. Ayrıca Dülük köyünün doğusunda antik taş ocakları mevcuttur.

Dülük baba tepesinde, Jüpiter Dolikhenos tapınağının arşitrav parçaları ve taban döşemesine ait yassı blok taşlar az sayıda da olsa toprak üstüne yayılmıştır. Bu alanda Münster Üniversitesi tarafından kazı çalışmaları yapılmaktadır. Ayrıca burada Jüpiter Dolikhenos tapınağındaki görevlilere ait kaya mezarları mevcuttur. Taş basamaklarla inilen mezar girişlerinde dairevi biçimli kapak taşları, mezar içlerinde ise girlantlı lahitler mevcuttur. Bunların 17 adedi Gaziantep müzesi tarafından temizliği yapılarak ziyarete açılmıştır.

Mühür baskılarını içeren Dülük arşivi kaçakcılar tarafından yağmalanmıştır. Çok sayıda mühür baskısı yurt dışına kaçırılmıştır. Mühür baskıları yüzük taşı ve mühürlerin kil çamuruna basılmasıyla yapılan mühür baskıları üzerinde tanrı, tanrıça, kişiler ve hayvanlar gibi çeşitli resimler mevcuttur. Resmi ve özel mektuplarda, belgelerde, para torbaları ve balya vb. nesnelerin mühürlenmesinde kullanılmış olup, mühürlenilen eşyanın güvenliğini sağlamıştır. Bu mühür baskılarından bir gurubu Gaziantep müzesinde teşhir edilmektedir.600.000 yıl öncesinden günümüze uzanan Dülük köyü geleneksel kesme taştan evleri, camisi ve Musa Kazım türbesiyle yöreye özgü geleneksel tarihi mimari özelliğiyle de görülmeye değer yerlerin başında gelmektedir.

Dülük Antik Kenti, bugün Dülük köyünün kuzey bitişiğindeki Keber tepesi ve çevresinde yer almakta olup, ulaşım için Gaziantep – Yavuzeli istikametinde giderken Otoyol gişelerine ulaşmadan sol tarafta Beylerbeyi köyü içinden geçen yaklaşık ‘lik asfalt bir yolla ulaşılır. Köyün girişine geldiğinizde yön levhaları size yardımcı olacaktır.
Çam ağaçlarıyla kaplı, 1.020 rakımlı Dülük Baba tepesinde yer alan Dülük Antik Kenti kutsal alanına ise, Gaziantep şehir merkezine yaklaşık uzaklıktaki Gaziantep – Adana yolu üzerindeki Dülük Ormanları içinden sağlanmaktadır. Ayrıca Dülük Ormanları içerisinde halkın piknik yapabileceği alanlarda mevcuttur.

Karkamış ilçesi yakınında, Fırat’ın batı kıyısında, Türkiye-Suriye sınır hattı üzerinde, Yakındoğu Arkeolojisi’nin en önemli yerleşimlerinden biri olan Karkamış Antik Kenti yer almaktadır. Hitit İmparatorluğu’nun M.Ö. 12. yüzyılın başlarına doğru yıkılışını izleyen 300 yıl içinde kurulmuş olan Geç Hitit Krallıkları’nın en güçlüsü Karkamış Krallığı’dır. Yapılan kazılar sonucunda bulunan kabartmalar, M.Ö. I. bin yıl başlarındaki yaşam biçimine, giysilerine ve kültürüne ışık tutmaktadır. Karkamış kabartmalarının, büyük çoğunluğu bugün Ankara Anadolu Medeniyetleri Müzesi’nde sergilenmektedir. Antik Kentte mayınlardan temizleme işlemi tamamlanarak arkeolojik kazılara başlanılmış olup, ziyarete kapalıdır.

Paylaşın

Zeugma Antik Kenti: Gaziantep

Zeugma Antik Kenti, Gaziantep’in Nizip İlçesine bağlı Belkıs Köyü sınırları içerisinde Fırat Nehri’nin kıyısında yer alır. Yaklaşık 20 bin dönümlük bir arazi üzerine kurulmuştur. Zeugma Antik Kenti; Fırat’ın geçilebilir en sığ yerinde olması, askeri ve ticari bakımdan çok stratejik bir bölge olması nedeniyle tarihin her döneminde önemini korumuştur.

Zeugma’dan Strabon, Plinius ve birçok antik yazar bahsetmiştir. Büyük İskender’in generallerinden Selevkos Nikator I, M.Ö. 300’de, İskender’in Fırat’ı geçtiği bu yerde, kendi adıyla Fırat’ın adını birleştirerek Selevkeia ad Euphrates( Fırat Seleukeia’sı) ismiyle antik kenti kurmuştur. Bu kentin karşısına da eşi Apameia’nın adıyla ikinci bir kent kurarak, bu ikiz kenti bir köprüyle birbirine bağlamıştır.

Kommagane kralı Mitridates I. Kallinikos’un, Selevkos kralının kızı Leodike ile evlenmesiyle kent, çeyiz olarak Kommagane krallığına verilmiş. Leodike’nin oğlu Antiokhos I, bu kentin geliriyle Nemrut dağındaki heykelleri yaptırmıştır. Yaklaşık 40 yıl Kommagene’nin dört büyük şehrinden biri olan kent, M.Ö. 64 de Roma İmparatorluğu’nun topraklarına katılarak, ismi geçit ve köprü anlamına gelen “Zeugma” olarak değiştirilmiştir.

Roma döneminde kent en zengin dönemini yaşamıştır. M.S. 256 yılında Sasani kralı Şapur I, Zeugma’yı ele geçirerek yakıp yıkmış, daha sonra kent bir depremle alt üst olmuştur. Bu tarihten sonra artık Zeugma bir daha kendini toparlayamamış ve eski ihtişamına ulaşamamıştır. Zeugma 5 ve 6 yüzyıllarda Bizans hakimiyetine girmiştir. 7. yüzyılda ise Arap akınları neticesinde terk edilmiştir. Daha sonraları 9-12. yüzyıllar arasında İslami yerleşimi olarak varlığını sürdürmüş. 17. yüzyılda ise yanı başına Belkıs köyü kurulmuştur.

Antakya’dan Çine uzanan tarihi ipek yolu Zeugma’dan geçmekteydi. Ayrıca Batıdan Dülük, Güneyden Antakya, Halep ve Palmira, Doğudan ise Edessa’dan gelen antik yollar da Belkıs/Zeugma’da birleşmekteydi. Uzak doğudan getirilen ipek, baharat ve değerli taşlar Zeugma gümrüğünden geçerek Zeugma agorasında (Pazaryeri) tüccarlara pazarlanmıştır. Arşiv odasında ele geçen ve dünya rekorları kıran, 100.000. (yüz bin)’in üstündeki mühür baskıları Zeugma kentinin haberleşme ve ticaretteki önemini kanıtlamaktadır. Mühür baskıları mektuplarda, noter belgelerinde, para torbalarının ve gümrük balyalarının v.b. mühürlenmesinde kullanılmaktaydı.

Zeugma bu bölgede ticaretin merkezi konumundaydı. Bu kent Roma’nın doğu sınırında en son kentlerden biri olması sebebiyle, stratejik konuma sahipti. Bu nedenle burada önce Anadolulu askerlerden oluşan ve “Sikitia (İskit) Lejyonu” adı verilen askeri birlik, sonraları ise 6 bin askerden oluşan “IV. Lejyon” konuşlandırılmıştır. Ticaretin yoğunluğu, askeri lejyonun ekonomiye katkısı dolayısıyla Zeugma kenti oldukça zenginleşmiştir. Bu zenginlikle birlikte “Fırat manzaralı teraslara” çok sayıda villa inşa edilmiştir.

Zeugma’da, Fırat kıyısından küçük yükseltiler ve yamaçlarla . yükselen akropol tepesinde tüccarların ve kentin koruyucusu Tykhe tapınağı mevcuttu. Çevresindeki ovalara hakim, kartal görünümlü olan bu tepe, aynı zamanda Zeugma’nın büyüklüğünü ve görkemini de yansıtmaktaydı. Bu tapınak Zeugma’nın kendi darp ettiği sikkeler üstüne resmedilmiştir. Kentin kuzeyinde toprak altında; agora, adion ve hamam gibi resmi binalar, batısında; tiyatro, askeri kamp, kuzey batısında; atölyeler, doğusunda ise villaların olduğu teraslar mevcuttur. Nekropol alanı kenti güney ve batıdan iki ucu Fırat nehriyle sonlanan yarım ay biçiminde sarmıştır.

Zeugma kentinin suyu, şehrin . batısındaki dağlardan . yüksekliğinde . genişliğinde su kanallarıyla getirilerek, kanal, künk ve benzeri tali su yollarıyla şehir içine dağıtımı yapılmıştır. Her evin iki adet sarnıcı mevcuttu. Kullanılan su tahliye kanallarıyla galeri biçimindeki atık su kanallarına bağlanmıştır. Sonuç olarak Zeugma’nın kusursuz bir su şebekesi ve alt yapı sistemi mevcuttur.

Evler; ortasında bulunan sütunlu avluların etrafında yer alan odalara sahiptir. Odalar ışığını demir korkuluklu ve camlı geniş pencereleriyle bu avludan almaktaydı. Evlerin tabanı mozaik, duvarlar fresklerle bezenmiş olup, odalar mobilya, heykel ve sair heykelciklerle donatılmıştır. Zeugma’lı mozaik ustası Fırat nehrinden topladığı nehir taşlarını 8-10mm ebadında kübik biçiminde keserek (tessera) mozaikleri yapmıştır. Şayet, açık mavi, açık ve koyu yeşil ve turuncu gibi renkte taşları doğa da bulamaz ise bu renkleri cam tesseralarla elde etmiştir.

Aynı zamanda Zeugma’ya Samsat gibi diğer şehirlerden de mozaik ustası gelerek çalıştığı saptanmıştır. Söz gelimi Samsatlı Zosimos ustanın Venüs’ün doğuşu ve Ziyafet sofrası adlı iki mozaiği ele geçmiştir. Mozaiklerde mitolojik ve tiyatro sahnelerinden seçilen konular işlenmiştir. Ele geçen mozaikler Roma İmparatorluğunun en zengin olduğu, sanatının doruğu ulaştığı 2. ve 3. yüzyıla aittir. Duvar resimlerinde ise tanrıça, insan, hayvan ve geometrik resimler kullanılmıştır. Renkler dün yapılmış gibi canlıdır. Bunun yanı sıra yontu sanatı da oldukça gelişmiştir.

Öyle ki Zeugma’nın kendine özgü heykeltıraşlık ekolü oluşmuştur. Bronz, kireç taşı ve mermerden heykeller, sert kalkerden lahitler yapılmıştır. Erkekler için kartal, kadınlar için ise yün sepeti kabartmalı mezar stelleri de yontulmuştur. Yüzük taşı oymacılığında da (gem, kameo) Zeugma’lı ustalar çok başarılıdır. Antik dönemde varlıklı her kişinin bir yüzük mühürü mevcuttu. Mühründe sevdiği tanrının, tanrıçanın, hayvanın veya kişinin resmi bulunurdu. Bu figürler yaklaşık 3-7 mm. ebadında olup, merceğin henüz keşfedilmediği o dönem için düşünülmeye değerdir.

Zeugma’da ilk kazı, kaçak kazı ihbarına istinaden güney nekropolünde Gaziantep Müze Müdürlüğü tarafından 1987 yılında gerçekleştirilmiştir. Burada oda biçimli aile kaya mezarının ön terasına dizilmiş halde mezar sahiplerine ait heykeller bulunmuştur. Diğer kazı 1992 yılında yine bir ihbar sonucunda yapılmış ve şarap tanrısı Dionysos ve eşi Ariadne’nin düğününün resimlendiği bir taban mozaiği ve villa gün ışığına çıkarılmıştır. Bu alan seyir yeri yapılarak küçük bir müze olarak düzenlenmiştir. 7 yıl süresince Zeugma’ya gelen ziyaretçiler hayranlıkla bu mozaiği seyretmiş ve Zeugma kentinin büyüklüğü o zamandan beri ziyaretçilere görsel olarak sunulmuştur. 15 Haziran 1998 yılında ise bu mozaiğin büyük bir kısmı çalınmıştır.

Birecik Barajının yapımı sebebiyle Zeugma’da kurtarma kazılarının yapılması için bütün üniversitelere çağrı yapılmıştır. 1993 yılında West Avustralya Üniversitesi ve 1995 de Nantes Üniversitesi bu çağrıya cevap vermiş ve Gaziantep Müzesiyle birlikte katılımlı kazılara başlanmıştır. Fakat, kurtarma kazısı yapılacak alanlarda yılda bir, iki ay kazı yapmakla pek fazla bir şeyin kurtarılamayacağı bu kazılarda saptanmıştır.

Gaziantep Valiliğinin desteğiyle, İl Özel İdaresi, SANKO Holding ve Birecik Barajı konsorsiyumun maddi katkılarıyla ve Gaziantep Müzesi sorumluluğunda Arkeolog Mehmet ÖNAL başkanlığında kurtarma kazı çalışmalarına hız verilerek 1999 ve 2000 yıllarında A-bölgesinde hiç ara vermeden çalışılmıştır. Bu çalışmalarda Poseidon ve Euphrates villaları gün ışığına çıkarılmıştır. Mozaikler bu villaların sığ havuz, çeşme ve odaların tabanında yer almaktaydı. Konuları ise Akhileus, Venus’un doğuşu, Dionysos-Telete, Müsalar, Fırat tanrıları, Galatya, Dionysos-Ariadne, Satyros Antiope vb. teatral, mitolojik sahnelerle, geometrik desenlerden oluşmaktadır.

Fresk ve stüko tekniğinde yapılmış figürlü, bitkisel, geometrik duvar resimleri gün ışığına çıkarılmıştır. Çok sayıda sikkenin yanı sıra bronz ve pişmiş toprak heykelcik, kandil ve çömlekler bulunmuştur. Ayrıca; sırt üstü yatar şekilde duran Savaş Tanrısı ünlü bronz Mars heykeli de bu buluntulardan bir tanesidir. Sular yükselirken yapılan bu kurtarma kazılarında ele geçen mozaikler, freskler, mimari parçalar ve benzeri tüm buluntuların çizimleri yapılıp belgelendikten sonra, su altında kalmaktan kurtarılarak Gaziantep Müzesine taşınmıştır.

Zeugma A-bölgesi su altında kaldığında, B- bölgesinde Kültür Bakanlığının izniyle, GAPİdaresi’nin (Güney Doğu Anadolu Projesi) organizasyonunda, PHİ (Packard Humanities Institutes)’nün maddi katkılarıyla, Oxford Unit ve Gaziantep Müzesinin şemsiyesi altında çok uluslu bir arkeoloji ekibiyle Temmuz 2000 de kurtarma kazılarına başlanılmıştır. Bu çalışmalarda Zeugma kentinin evleri, kilisesi, arşivi ve stoası hakkında yeni bilgilere ulaşılmıştır. Ziyafet sofrası, Europa’nın kaçırılışı ve Eros mozaikleri, freskler gün ışığına çıkarılmıştır. Antiokhos steli, heykelcikler, sikkeler, bronz kazanlar ve çömlekler bulunmuştur.

İtalyan CCA restorasyon ekibi bu çalışmalarda görev almıştır. Birecik baraj gölü sularının B bölgesine de ulaşması sebebiyle kurtarma kazı çalışmalarına 4 Ekim 2000 de son verilmiştir. Son durum itibariyle Zeugma’nın yaklaşık 1/4’lik bölümü Birecik Barajı gölü suları altında kalmıştır.

Kurtarma kazıları sonucunda ele geçen sanat şaheserleri, Zeugma’nın önemli bir sanat merkezi olduğunu tüm dünyaya göstermiştir. Zeugma’nın su altında kalmayan büyük bölümünde de villalar, tiyatro, sütünlu caddeler, hamam, agora ve tapınak 3-. toprağın altında uyumaktadır.

Gaziantep Valisi M.Lutfullah BİLGİN, 2003 yılında Zeugma’da kazmayı vurarak restorasyon amaçlı kazı çalışmalarını başlatmıştır. Gaziantep Müze Müdürlüğü başkanlığında Arkeolog Mehmet ÖNAL’ın sorumluluğunda yapılan kazı çalışmalarında Dionysos Villasının kazısı tamamlanarak restorasyona hazır hale getirilmiştir. Ayrıca, Dionysos villasının batı bitişiğinde Danae villası kısmen açığa çıkarılmıştır.

Bu villada ünik bir mozaik olan “Danae ve Diktys” konulu taban mozaiği meydana çıkarılmıştır. 2004 yılında ise bu evin avlu kısmının (Perystil) kazısı tamamlanmıştır. Anılan, villaların restorasyon projelerinin çalışması devam etmektedir. Bu iki villanın restorasyonu neticesinde, Zeugma açık hava müzesinin başlangıcı yapılmış olacaktır. Zeugma’ya gelen ziyaretciler, Zeugma mozaiklerini villalarda orijinal mekanlarında görebilecektir.

Ayrıca, 2004 yılında Fransa Nancy Üniversitesinden C.Abadie-Reynal’da Gaziantep Müzesiyle, Zeugma Tiyatrosunda katılımlı kazı çalışmalarına başlayarak, tiyatroya ait 6 adet oturma sırasını (Cavea) kısmen açığa çıkarmıştır. Bu kazı çalışmaları Zeugma kentiyle birlikte bölgenin de talihini değiştirecektir.

Zeugma’da yapılacak kazıların daha yüzlerce yıl devam edecek olması nedeniyle, 2005 yılından itibaren Zeugma kazı başkanlığı, Ankara Üniversitesi, Dil, Tarih ve Coğrafya Fakültesi, Arkeoloji Bölümü öğretim görevlisi Doç. Dr. Kutalmış GÖRKAY’a verilmiştir.

Kurtarma kazıları sonucunda ele geçen sanat şaheserleri, Zeugma’nın önemli bir sanat merkezi olduğunu tüm dünyaya göstermiştir. Zeugma’nın su altında kalmayan büyük bölümünde de villalar, tiyatro, sütunlu caddeler, hamam, agora ve tapınak 3-4m. toprağın altında bulunmakta olup, gün ışığına çıkarılacağı günü beklemektedirler. Önümüzdeki yıllarda bu alanlarda yapılacak kazılar neticesinde oluşacak olan açık hava ve ören yeri müzesi Zeugma kentinin eserlerinin yerinde görülebilmesini sağlayacaktır.

Paylaşın

Gaziantep’in Tarihi “Bedestenleri”

Eskiden alışveriş hayatının nabzının attığı, üstü kapalı içinde alışveriş yapılan, ince uzun, üstü kapalı çarşı olan Bedestenler Gaziantep’in ticaret hayatında ön plana çıkan yapılardır.

Gaziantep’te ayakta kalan ve ticari fonksiyonlarını devam ettiren bedestenler; Zincirli Bedesten, Hüseyin Paşa Bedesteni ile yan yana ve birbirine bitişik olarak yapılan Kemikli Bedestendir.

Zincirli Bedesten

XVIII. yüzyılın ilk çeyreğinde darendeli Hüseyin Paşa tarafından yaptırılan Zincirli Bedesten, halk arasında “ Kara Basamak Bedesteni” olarak bilinir.

Bedesten, uzun yıllar kasaplara ev sahipliği yaptığı için et hali olarak da adlandırılan tarihi yapı vakıflar bölge müdürlüğünün yaptırdığı restorasyon çalışmaları sonrasında genişlikleri 10- arasında değişen 73 dükkan ile  ticari faliyette bulunmak isteyen özellikle baharatcı ve turistik eşya satıcılarına otantik bir ortam sunmaktadır.

Bedestenin beş kapısı bulunmaktadır. Güney kapısındaki dört mısralık kitabenin yazarı kusiri’dir. Biri kuzeyden güneye,diğeri doğudan batıya uzanan ve birbiri ile kesişen iki bölümden meydana gelmektedir. Üstü kapalı ve tek katlı bir yapıdır. Daha sonraları üzerine bir kat daha yapılarak Adliye binası olarak kullanılmışsa da 1957 yılındaki yangında bu bölüm tamamen yok olmuştur.

Kemikli Bedesten

19.yüzyılda (1865) Müftü Hacı Osman Efendi tarafından yaptırılmış olup, Her biri 15X60 ebadında olan iki bölümlü, dikdörtgen planlı ve kesme taştan yapılmış bir yapıdır.

Temel kazıları sırasında kemik bulunduğu için adına halk tarafından Kemikli Bedesten denmiş ise de asıl adı Mecidiye Bedestenidir. Çatısı oval şekilde yapılmış olan bedestenin, doğu ve batı bölümlerinde ikişer girişi bulunmakta ve içerisinde 72 dükkan bulunmaktadır. Bedestenler inşa edildikleri zamanın mimari üslubunu göstermektedirler.

Gaziantep kısa tarihi

Tarih boyunca Anadolu’da kurulan ve Anadolu’ya egemen olan tüm devletler için önemli bir merkez olmuştur. Gaziantep, Roma İmparatorluğu zamanında bir sınır şehri idi. M.S. 395 yılında Roma İmparatorluğu ikiye ayrılınca Bölge; Doğu Roma İmparatorluğu ( Bizans ) sınırları içerisinde kalmıştır. İslamiyet’in yayılmasından itibaren bölge, İslam ordularının akınına uğramıştır. Gaziantep, Bizans’ın bir uç şehri haline gelerek stratejik bir konuma girmiştir. Bizans bölgeyi kaybetmemek için özel önem vermiştir.

Bölge zaman zaman Araplarla Bizanslılar arasında el değiştirmiştir. Abbasi Halifesi Harun Reşid, 782 yılında bölgeyi fethederek ‘Avasım’ şehri haline dönüştürdü. Bölge 1067 yılında Türklerin egemenliğine girdi. Bu tarihten sonra Gaziantep ve çevresi Anadolu Selçuklu Devleti ile Suriye Selçukluları egemenliğinde yer aldı. Haçlı Orduları 1098 yılında bölgeyi işgal ettiler. Gaziantep, önce Edessa ( Urfa ) Kontluğuna bir müddet sonra da Maraş Senyörlüğüne bağlandı. Bölge 1150 yılında Haçlılardan kurtarılarak tekrar Anadolu Selçuklu Devleti’ne bağlandı.

Ancak bölgede istikrar sağlanamadı. Bölge Anadolu Selçukluları ile Suriye’de kurulan Atabeyliklerin çatışma alanı oldu. Bölge 1258 yılında Moğolların istilasına uğradı. Memlûk Devleti, 1260 yılında Gaziantep’i Moğol istilasından kurtararak sınırları içine aldı. Memlûkların sınır şehri olan Gaziantep, bu defa da Maraş’ta kurulan Dulkadir Beyliği’nin almak için mücadele ettiği bir şehir haline geldi. XIV. yüzyılın sonlarında başlayan bu mücadele bölgeye Osmanlıların gelmesine kadar devam etti.

1516 yılında Gaziantep’e gelen Yavuz Sultan Selim bölgeyi Arap Eyaletine bağlı bir sancak merkezi yaptı. Gaziantep 1531 yılında Dulkadir Beylerbeyliği’ne (Maraş Eyaleti) bağlandı. Bu durum 1830 tarihine kadar devam etti. Ancak 1818-1830 yılları arasında Antep Sancağının vergi gelirleri Halep Eyaletine tahsis edildi. 1830 yılında Antep kaza merkezi yapılarak Halep Eyaletine bağlandı.

Antep, kısa bir dönem Mısır Hidivliği tarafın­dan işgal edildiyse de tekrar Osmanlı yönetiminde Halep Eyaletine bağlandı. Antep, 1908 yılında yapılan idari düzenlemede sancak merkezi oldu. 1913 yılında Kilis ve Halfeti Antep Sancağına bağlandı. 1918 tarihinde Halep’in İngilizler tarafından işgal edilmesi üzerine bağımsız sancak oldu.

Cumhuriyetin ilanından sonra, 1924 yılında tüm sancaklar kaldırılarak il statüsüne dönüştürüldü. 1926 yılında Halfeti ilçesi bucak merkezine dönüştürülerek Şanlıurfa iline, buna karşılık Nizip bucağı ilçe yapılarak Gaziantep’e bağlandı. 1933 yılında Kahramanmaraş ilinden Pazarcık ile Osmaniye ilinin kaldırılması sonucu buraya bağlı İslahiye ilçesi Gaziantep’e bağlandı.

Bir müddet sonra Pazarcık ilçesi tekrar Kahramanmaraş iline bağlandı. 1946 yılında Oğuzeli ilçesi, 1957 yılında ise Araban ve Yavuzeli ilçeleri kurularak Gaziantep’e bağlandı. 1989 yılında Büyükşehir Belediyesi kurularak, Merkezde Şahinbey ve Şehitkamil ilçeleri oluşturulmuştur. 1991 yılında Nizip İlçesi’nden Karkamış, İslahiye İlçesi’nden Nurdağı ayrılarak ilçe olmuştur. 1995 yılında Oğuzeli ilçesine bağlı Elbeyli Bucağı ve köy­leri Kilis iline bağlanmıştır.

Paylaşın

Gaziantep’in Tarihi “Anıt Mezarları”

Anadolu’nun ilk yerleşim alanlarından biri olan ve tarihi M.Ö. 10.000’lere dayanan Gaziantep, çeşitli dönemler ait tarihi esrelere sahiptir. Gaziantep’in Araban İlçesi sınırları içerisindeki Elif, Hisar ve Hasanoğlu köylerinde üç adet Roma mezar anıtı yer almaktadır.

Bu üç anıt askeri ve ticari anlamda Fırat’a paralel olarak kuzey-güney yönünde ve batıdan doğuya Fırat’a doğru gelen çok önemli iki yolun kavşağında yer almaktadır.

Roma döneminde bölgedeki zengin,asil,üst düzey yönetici veya yüksek rütbeli asker kişiler için yapılmış olduğu düşünülmektedir. Her üç mezar anıtının da, birbirlerine oldukça yakın yerlerde yapılmış olmaları bu yol kavşağı ile bağlantılıdır.

Genelde bu mimari biçimindeki anıt mezarlar çoğu kez altta bir mezar odası içeren kaide bölümü, bunun üzerinde araları açık sütun, paye veya kemerli bir üst bölüm ile çoğunlukla da piramidal biçimde bir çatı örtüsünden oluşa üç bölümden meydana gelmektedir.

Hisar Anıt Mezarı

Gaziantep ili Araban ilçesi Hisar Köyünde bulunmakta olan anıt mezar günümüze kadar sağlam olarak gelebilmiştir.

Hisar Anıt Mezarı; kesme taştan düz bir platform üzerinde inşa edilmiş olup, yüksek kare bir kaide üzerine oturan (4X4 m.) dört köşedeki korint başlıklı paye sütunlardan meydana gelen gövde ve bunun üstündeki piramidal çatıdan teşekkül etmiştir.

Bu piramidal çatının üzerinde ise kare kesitli ve korint tipinde bir sütun başlığı mevcuttur. Ayrıca bu başlık üzerinde de şimdi mevcut olmayan bir heykelin bulunduğu düşünülmektedir.

Hisar Anıt Mezarı 10- yüksekliktedir. Süsleme yönünden çok sade bir özelliğe sahip olan bu yapının kimin adına ve kim tarafından hangi tarihte inşa ettirildiği hakkında bir belge elimizde mevcut değildir. Ancak M.S. 2.yüzyıl sonu ile 3. yüzyıl başlarında yapıldığı tahmin edilmektedir.

Elif Anıt Mezarı

Elif Anıt Mezarı, Araban İlçesi’nin Elif Köyü’ndedir. Elif köyü antik Sugga kenti olup, Roma dönemi yol güzergahlarını gösteren antik haritadaki bilgilere göre Dolikhe (Dülük)- Samosata (Samsat) ile Zeugma-Samosata yollarının kesişme noktası civarındadır.

Elif Anıt Mezarı da tıpkı Hisar’daki gibi kesme taştan inşa edilmiş olup, yüksek bir kaide üzerine oturan gövde ve gövde üzerini örten tonozlu bir örtü sisteminden oluşmaktadır.

Anıt mezarın doğu, batı ve güney cepheleri kemerli, kuzey cephesi ise duvar örülerek kapatılmış, alt orta kısmında ise dikdörtgen bir kapı açıklığı bırakılmıştır. Anıt Mezarın gövdesini oluşturan dört hantal paye sütun yerini burada korint başlıklı sütunların üzerine oturan kemerlere bırakmıştır.

Böylece yapı estetik bir görünüm kazanmıştır. Elif Anıt Mezarının örtü sistemi hakkında kesin bir şey söyleyemesekte kalıntılardan tonoz olabileceği anlaşılmaktadır. Elif Anıt Mezarı da M.S 2.yüz sonu ile 3. yüzyıl başlarına tarihlenmektedir.

Hasanoğlu Anıt Mezarı

Araban ilçesi Hasanoğlu Köyünde bulunmaktadır. Hasanoğlu Anıt Mezarı, kare planlı bir kaide üzerine kesme taştan inşa edilmiştir. Güney ve batı cephelerinin paye-sütun ve bunların üzerine oturan kemerlerindeki mimarisinden daha estetik ve itinalı yapıldığını anlıyoruz.

Kuzey ve doğu cephelerindeki duvarların tamamı, kaidenin ise yarıya kadar olan kısmı yıkılmış olduğu görülmektedir. Bu anıt mezarın da M.S 2.yüzyıl sonu ve 3. yüzyıl başlarında yapıldığı sanılmaktadır.

Gaziantep kısa tarihi

Tarih boyunca Anadolu’da kurulan ve Anadolu’ya egemen olan tüm devletler için önemli bir merkez olmuştur. Gaziantep, Roma İmparatorluğu zamanında bir sınır şehri idi. M.S. 395 yılında Roma İmparatorluğu ikiye ayrılınca Bölge; Doğu Roma İmparatorluğu ( Bizans ) sınırları içerisinde kalmıştır. İslamiyet’in yayılmasından itibaren bölge, İslam ordularının akınına uğramıştır. Gaziantep, Bizans’ın bir uç şehri haline gelerek stratejik bir konuma girmiştir. Bizans bölgeyi kaybetmemek için özel önem vermiştir.

Bölge zaman zaman Araplarla Bizanslılar arasında el değiştirmiştir. Abbasi Halifesi Harun Reşid, 782 yılında bölgeyi fethederek ‘Avasım’ şehri haline dönüştürdü. Bölge 1067 yılında Türklerin egemenliğine girdi. Bu tarihten sonra Gaziantep ve çevresi Anadolu Selçuklu Devleti ile Suriye Selçukluları egemenliğinde yer aldı. Haçlı Orduları 1098 yılında bölgeyi işgal ettiler. Gaziantep, önce Edessa ( Urfa ) Kontluğuna bir müddet sonra da Maraş Senyörlüğüne bağlandı. Bölge 1150 yılında Haçlılardan kurtarılarak tekrar Anadolu Selçuklu Devleti’ne bağlandı.

Ancak bölgede istikrar sağlanamadı. Bölge Anadolu Selçukluları ile Suriye’de kurulan Atabeyliklerin çatışma alanı oldu. Bölge 1258 yılında Moğolların istilasına uğradı. Memlûk Devleti, 1260 yılında Gaziantep’i Moğol istilasından kurtararak sınırları içine aldı. Memlûkların sınır şehri olan Gaziantep, bu defa da Maraş’ta kurulan Dulkadir Beyliği’nin almak için mücadele ettiği bir şehir haline geldi. XIV. yüzyılın sonlarında başlayan bu mücadele bölgeye Osmanlıların gelmesine kadar devam etti.

1516 yılında Gaziantep’e gelen Yavuz Sultan Selim bölgeyi Arap Eyaletine bağlı bir sancak merkezi yaptı. Gaziantep 1531 yılında Dulkadir Beylerbeyliği’ne (Maraş Eyaleti) bağlandı. Bu durum 1830 tarihine kadar devam etti. Ancak 1818-1830 yılları arasında Antep Sancağının vergi gelirleri Halep Eyaletine tahsis edildi. 1830 yılında Antep kaza merkezi yapılarak Halep Eyaletine bağlandı.

Antep, kısa bir dönem Mısır Hidivliği tarafın­dan işgal edildiyse de tekrar Osmanlı yönetiminde Halep Eyaletine bağlandı. Antep, 1908 yılında yapılan idari düzenlemede sancak merkezi oldu. 1913 yılında Kilis ve Halfeti Antep Sancağına bağlandı. 1918 tarihinde Halep’in İngilizler tarafından işgal edilmesi üzerine bağımsız sancak oldu.

Cumhuriyetin ilanından sonra, 1924 yılında tüm sancaklar kaldırılarak il statüsüne dönüştürüldü. 1926 yılında Halfeti ilçesi bucak merkezine dönüştürülerek Şanlıurfa iline, buna karşılık Nizip bucağı ilçe yapılarak Gaziantep’e bağlandı. 1933 yılında Kahramanmaraş ilinden Pazarcık ile Osmaniye ilinin kaldırılması sonucu buraya bağlı İslahiye ilçesi Gaziantep’e bağlandı.

Bir müddet sonra Pazarcık ilçesi tekrar Kahramanmaraş iline bağlandı. 1946 yılında Oğuzeli ilçesi, 1957 yılında ise Araban ve Yavuzeli ilçeleri kurularak Gaziantep’e bağlandı. 1989 yılında Büyükşehir Belediyesi kurularak, Merkezde Şahinbey ve Şehitkamil ilçeleri oluşturulmuştur. 1991 yılında Nizip İlçesi’nden Karkamış, İslahiye İlçesi’nden Nurdağı ayrılarak ilçe olmuştur. 1995 yılında Oğuzeli ilçesine bağlı Elbeyli Bucağı ve köy­leri Kilis iline bağlanmıştır.

Paylaşın

Gaziantep’in Kimliği: Tarihi Evler

Tarihsel süreç içinde sürekli olarak gelişen Gaziantep, coğrafi konuma bağlı olarak kentleşme yönünden de gelişim göstermiştir. Osmanlı Döneminde inşa edilmiş geleneksel Gaziantep Evleri’de bu kentleşme sürecinin önemli yapılarındandır.

Tarihi Gaziantep Evleri; yüksek duvarlar arkasında, dış mekanlardan mümkün olduğunca soyutlanmış Hayat (Avlu)’a dönük yapılardır. Evlerin ikinci katında sokağa yapılan konsol çıkıntılarına köşk denir.

Dışı metalle kaplanan bu tür yapılar köşklü ev diye de adlandırılır. Evin ana girişi sokaktan hayata girişle sağlanır. Hayat etrafında ocaklık (mutfak), hazna (kiler), hela gibi mekanlar yer alır. Evler tek, iki ve üç katlı olarak inşa edilmiştir. Genelde iki katlı evler hakimdir.

İçe dönük yaşam tarzında kadınların gün boyu evde oluşları ve yaşamın özellikle yazları sürekli hayatta geçmesi nedeniyle buraya önem verilmiştir. Hayatın tabanında işlemeli taşlar vardır.Hayatın kenarlarında çiçeklikler, genellikle ortasında da gane adı verilen havuz bulunmaktadır.

Evin üst katlarına dıştan merdivenlerle ulaşılır. Sofa etrafında sıralanmış çoğu zaman eyvanlı odalar yer alır. Yörede eyvan adı verilen bu bölümün üst tarafı kapalı olup, ön yüzü avluya bakar. Sıcak yaz günlerinde gölgeli bir mekandır. Sofaya açılan odalar çok işlevli özelliğe sahip mekanlardır. Bu odalar yeme, yatma, oturma gibi günlük yaşamı içeren fonksiyonlara cevap verecek biçimde inşaa edilmiştir.

Hatta eşik dediğimiz girişte yıkanma işlevi dahi gerçekleşmektedir. Odada yatakların konduğu döşeklik, yemek kapları için kübbiye adı verilen dolap nişleri de vardır. Bunlar nacar denen çok güzel ahşap işçiliğine sahiptir. Bu odalardan bina dışına da yansıyan, merdivenlerle çatı arasına çıkılan bölümler vardır.

Önceleri toprak çatı olan mekanlar, daha sonra yerlerini alaturka kiremite (yörede bunlara bardak denir) bırakmıştır. Çatı altları havalandırmanın iyi olması nedeniyle kiler olarak ta kullanılmaktadır. Genelde tavanlar ahşap kalaslar üzerine geçerken bir kısmı da bağdadi sıvaya geçmiştir. Bunların üzerine boya ve resimlerle, tavan süslemeleri yapılmıştır.

Cephelerde genellikle sosyal yaşam şekillerinden oluşan fonksiyonların yansıması vardır. Örneğin mahremiyeti sağlamak için zemin katlarda sokağa bakan pencere açılmamıştır ve tamamen hayata yönelinmiştir. Üst katlarda, yola bakan büyük kafes pencereler bulunmaktadır. Tüm pencerelerin üzerinde ışık ve hava sağlayan kuştağası vardır.

Kuştağaları aynı zamanda güvercin ve kuşların da barındığı yerlerdir. Bazı pencereler ev sahiplerinin dini görüşünü de yansıtmaktadır. Örneğin gayrimüslim evlerinde haçvari pencerelere rastlanmaktadır. Pencereler hava ve ışık ihtiyacını karşılamanın yanı sıra, görsel açıdan da binaların süsü konumundadır. Yörede ahşabın az, taş ocaklarının çok olması kagir malzemelerin kullanılmasını zorunlu kılmıştır.

Taş cinsleri olarak kıymık, minare kayası, havara taşı ve karataş kullanılmıştır. Karataşlar genellikle hayat süslemelerinde kullanılır. Bu taş kagir yapılar binaların içini yazları serin, kışları sıcak tutma özelliğine sahiptir.

Evlerin altında bulunan mahzene, hazna adı verilir. Hazneler genellikle kiler amaçlı olarak kullanılır. Soğuk mahaller olan bu bölüm, yiyeceklerin saklanması için iyi bir mekandır.

Gaziantep kısa tarihi

Tarih boyunca Anadolu’da kurulan ve Anadolu’ya egemen olan tüm devletler için önemli bir merkez olmuştur. Gaziantep, Roma İmparatorluğu zamanında bir sınır şehri idi. M.S. 395 yılında Roma İmparatorluğu ikiye ayrılınca Bölge; Doğu Roma İmparatorluğu ( Bizans ) sınırları içerisinde kalmıştır. İslamiyet’in yayılmasından itibaren bölge, İslam ordularının akınına uğramıştır. Gaziantep, Bizans’ın bir uç şehri haline gelerek stratejik bir konuma girmiştir. Bizans bölgeyi kaybetmemek için özel önem vermiştir.

Bölge zaman zaman Araplarla Bizanslılar arasında el değiştirmiştir. Abbasi Halifesi Harun Reşid, 782 yılında bölgeyi fethederek ‘Avasım’ şehri haline dönüştürdü. Bölge 1067 yılında Türklerin egemenliğine girdi. Bu tarihten sonra Gaziantep ve çevresi Anadolu Selçuklu Devleti ile Suriye Selçukluları egemenliğinde yer aldı. Haçlı Orduları 1098 yılında bölgeyi işgal ettiler. Gaziantep, önce Edessa ( Urfa ) Kontluğuna bir müddet sonra da Maraş Senyörlüğüne bağlandı. Bölge 1150 yılında Haçlılardan kurtarılarak tekrar Anadolu Selçuklu Devleti’ne bağlandı.

Ancak bölgede istikrar sağlanamadı. Bölge Anadolu Selçukluları ile Suriye’de kurulan Atabeyliklerin çatışma alanı oldu. Bölge 1258 yılında Moğolların istilasına uğradı. Memlûk Devleti, 1260 yılında Gaziantep’i Moğol istilasından kurtararak sınırları içine aldı. Memlûkların sınır şehri olan Gaziantep, bu defa da Maraş’ta kurulan Dulkadir Beyliği’nin almak için mücadele ettiği bir şehir haline geldi. XIV. yüzyılın sonlarında başlayan bu mücadele bölgeye Osmanlıların gelmesine kadar devam etti.

1516 yılında Gaziantep’e gelen Yavuz Sultan Selim bölgeyi Arap Eyaletine bağlı bir sancak merkezi yaptı. Gaziantep 1531 yılında Dulkadir Beylerbeyliği’ne (Maraş Eyaleti) bağlandı. Bu durum 1830 tarihine kadar devam etti. Ancak 1818-1830 yılları arasında Antep Sancağının vergi gelirleri Halep Eyaletine tahsis edildi. 1830 yılında Antep kaza merkezi yapılarak Halep Eyaletine bağlandı.

Antep, kısa bir dönem Mısır Hidivliği tarafın­dan işgal edildiyse de tekrar Osmanlı yönetiminde Halep Eyaletine bağlandı. Antep, 1908 yılında yapılan idari düzenlemede sancak merkezi oldu. 1913 yılında Kilis ve Halfeti Antep Sancağına bağlandı. 1918 tarihinde Halep’in İngilizler tarafından işgal edilmesi üzerine bağımsız sancak oldu.

Cumhuriyetin ilanından sonra, 1924 yılında tüm sancaklar kaldırılarak il statüsüne dönüştürüldü. 1926 yılında Halfeti ilçesi bucak merkezine dönüştürülerek Şanlıurfa iline, buna karşılık Nizip bucağı ilçe yapılarak Gaziantep’e bağlandı. 1933 yılında Kahramanmaraş ilinden Pazarcık ile Osmaniye ilinin kaldırılması sonucu buraya bağlı İslahiye ilçesi Gaziantep’e bağlandı.

Bir müddet sonra Pazarcık ilçesi tekrar Kahramanmaraş iline bağlandı. 1946 yılında Oğuzeli ilçesi, 1957 yılında ise Araban ve Yavuzeli ilçeleri kurularak Gaziantep’e bağlandı. 1989 yılında Büyükşehir Belediyesi kurularak, Merkezde Şahinbey ve Şehitkamil ilçeleri oluşturulmuştur. 1991 yılında Nizip İlçesi’nden Karkamış, İslahiye İlçesi’nden Nurdağı ayrılarak ilçe olmuştur. 1995 yılında Oğuzeli ilçesine bağlı Elbeyli Bucağı ve köy­leri Kilis iline bağlanmıştır.

Paylaşın

Gaziantep’in Tarihi ‘Hanları’

Anadolu’nun ilk yerleşim merkezlerinden biri olan, birçok medeniyete ev sahipliği yapmış olan Gaziantep, tarihin her döneminde kültür ve ticaret merkezi olma özelliğiyle ön plana çıkmıştır.

Gaziantep’te bulunan tarihi hanlarda, kentin bir ticaret merkezi olduğunun göstergesidir. Gaziantep’te vaktiyle 31 Han vardı. Bunlardan bir kısmı yıkılarak yok olmuş, bir kısmı ise mimari yönden değişikliğe uğrayarak varlıklarını devam ettirmektedir.

XIV. ve XV. yüzyıllarda yapılıp günümüzde eski fonksiyonlarını kısmen veya tamamen sürdüren, hanlar şunlardır: Şıra Hanı, Tuz Hanı, Paşa Hanı (Lala Mustafa Paşa Hanı) Mecidiye Hanı, Emir Ali Hanı, Anadolu Hanı, Kürkçü Hanı, Belediye Hanı, Elbeyli Hanı, Yeni Yüzükçü Hanı, Tütün Hanı, Hacı Ömer Hanı, Büdeyri Hanı, Millet Hanı ve Yeni Han’dır.

Anadolu Hanı

Hanın ne zaman yapıldığı kesin olarak bilinmemekle beraber 19. Yüzyılın başlarında inşa edildiği tahmin edilmektedir. Osmanlı han mimarisi içinde iki avlulu, iki katlı hanlar grubuna girmektedir. Yapı “yolcu hanı” olarak inşa edilmiş olup, zemin katındaki mekanlar depo ve ahır olarak, üst katlarda yer alan odalar ise yolcuların konaklaması amacıyla yapılmıştır. Doğu-batı istikametinde uzanan yapıda görülen plan tipi diğer hanlarda uygulanmamıştır. Hanın, çarpık plandaki birinci avlusu iki yönden, yine çarpık şekildeki ikinci avlusu da üç yönden çeşitli ebat ve şekillerdeki mekanlarla çevrelenmiştir. Oldukça sade inşa edilen han, 1985 yılında vakıflar bölge müdürlüğü tarafından restore edilmiştir.

Bayaz Han

Bir tütün tüccarı olan, o dönemde Gaziantep’in Hasankeyf tütününü kendine ait olan deve kervanı ile Mısır’a ihraç eden Bayaz Ahmet Ağa, Bayazhan’ı ortağı ile birlikte, Halepli mimar ve taş ustalarına yaptırmıştır. Yapımına 1905 yılında başlayıp 1909 yılında tamamlanmıştır. Birinci Dünya Savaşı sonrası İngilizler Antep’i işgal ettiklerinde, Bayazhan’ı karargâh olarak kullanmışlardır. Hanın bir bölümü ise Antep savunması yıllarında hapishane olarak kullanılmıştır. Gaziantep’te ilk sinema filmi Bayazhan’ın büyük salonunda gösterilmiştir. TOKİ tarafından ihale edilen hanın restorasyonuna, Şubat 2007 tarihinde başlanılmış ve restorasyon çalışmaları tamamlanmıştır. Bayaz Ahmet Efendi tarafından yaptırılmış olan Bayaz Han’ın mülkiyeti 2005 yılında Gaziantep Büyükşehir Belediyesi tarafından alınmıştır.
.
Budeyri Hanı
Yapım tarihi kesin olarak bilinmeyen hanın, 1900′lü yılların başlarında yapıldığı düşünülmektedir. Osmanlı han mimari tipolojisi içinde iki katlı, tek avlulu hanlar grubuna girmektedir. Klasik Osmanlı hanlarından ayrılan bazı yönleri vardır ki; mekanlar avluyu dört taraftan kuşatmayıp, sadece güney ve kuzeyden çevrelemektedir. Güney tarafta yer alan mekanlar tek katlı, kuzey taraftakiler ise iki katlı olarak inşa edilmiştir. Aynı şekilde plan tipi de diğer hanlarda görülmemektedir. Kuzey kanadının alt katındaki mekanlar avlu ile irtibatı bulunmayan ve caddeye açılan dükkanlardan ibarettir. Üst kat ise bir revakın arkasına yerleştirilen yolcu odaları şeklinde tanzim edilmiştir. Güney kanatta avluya açılan 15 mekan yer almaktadır. Hanın ahır kısmı her biri üç sıra halinde doğu batı istikametinde yedişer ayak üzerine oturtulan çapraz tonozlu otuz iki hacimden meydana gelmektedir. Yemiş (maarif) hanı, belediye hanının restorasyon programı dahilinde ele alınarak 2004 yılında restore edilmiştir.

Buğday Hanı

Gaziantep’in buğday arasası semtinde bulunan hanın kesin yapılış tarihi bilinmemektedir. İlkolarak Mustafa Ağa tarafından 1640 yılında tekkeye gelir temin etmek amacıyla yaptırılmıştır. Ancak bu yapı yangınlarla tamamen yok olmuştur. Bugünkü yapının mimari üslubuna bakarak 19.yüzyılda yapıldığı tahmin edilmektedir. İki avlulu,iki katlı bir handır. Osmanlı mimarisinin tipik örneklerindendir. Bir rivayete göre ise 1892 yılında Muhsinzade Hacı Mehmet Bey tarafından yaptırılmıştır. İlk yapıldığında tek katlı yapıldığı ve daha sonraları 2. Katın ilave edildiği zannedilmektedir. 1985 yılında onarılmış ve üst katı kısmen yeniden yapılmıştır.Sade bir yapıdır. Beyaz kesme taştan inşa edilmiştir. İlk yapılışında önden ve arkadan açık, kapısız olarak inşa edilmiştir. Kuzey cephesinde, sokağa bakan dükkânlar bulunur. Eser bugün yöresel gıda ürünlerinin satıldığı han olarak kullanılmaktadır. 2007 yılı içerisinde Vakıflar Genel Müdürlüğü tarafından restorasyonu yapılmıştır.

Gümrük Hanı

Şekeroğlu Mahallesi Gümrük Caddesi No:14 adresinde bulunan han geçmişte yolcu hanı olarak kullanılmıştır. Yöre insanının tarihsel süreçte uğraşı olan gümüşçülük, bakır işlemeciliği, kilimcilik, yemeni yapımı, sedefkârlık, aba dokumacılığı, kutnu ve alaca dokumacılığı, ahşap oyma ve ağaç işleri, mozaik yapımı, tespih yapımı ve Gaziantepli hanımlar tarafından yapılan Antep İşi El İşlemesi gibi meslekler yok olmaya ya da özel turistik amaçlı ürünler yapılarak kısıtlı alanlara sıkışmışlardır. Şahinbey Belediyesi kaybolmaya yüz tutmuş bu el sanatlarını gelecek nesillere aktarmak,tanıtmak ve bu el sanatları ile uğraşanlara satış merkezi olacak şekilde Tarihi Gümrük Hanı’nı restore ettirmiş ve gelecek nesillere aktarma amacı ile “Yaşayan Müze Tarihi Gümrük Hanı” olarak Uzun Çarşı’daki asırlık binayı hizmete açmıştır.

Güven Han

Osmanlı Han Mimarisi içerisinde iki katlı tek avlulu hanlar gurubuna girer orijinalde L planlı olup 19.yy da yapıldığı sanılmaktadır. Orijinalde yolcu hanı olarak yapılmıştır alt katında dükkan,depo,ahır üst katında ise konaklama mekanları yer almaktadır.sonraki eklemelerle özgün yapısı bozulmuştur.Günümüzde dükkan ve depo olarak kullanılmaktadır.

Kumru Hanı

Yapı, Osmanlı han mimarisi içinde tek avlulu üç katlı hanlar grubuna girer. Yapınıncümle kapısında, 1885 tarihli olan Belediye Hanı’nın batı ve kuzey taç kapıları ile büyük bir benzerlik görülmektedir. Bunungibi çevre verilerine dayanarak,yapının 19. Yüzyıl sonlarında inşa edildiği tahmin edilmektedir. Yol ve arsa durumuna göre planlanan han, iki bölüm halinde inşa edilmiştir. Avlunun doğu yönünde yer alan kısım iki katlı, batı tarafının tamamını ve güney kısmını da yarısını kaplayan ve “L” şekline yakın bir plan gösteren bölüm ise üç katlı olarak yapılmıştır. Avlunun kuzey tarafında ise arsanın yetersiz olması sebebiyle hiçbir mekâna yer verilmemiştir. Ayrıca güney cephede de hana girişi sağlayan cümle kapısı ile tek katlı dükkânlar bulunur.

Kürkçü Hanı

Arasa’da yer alan iki katlı 120 yıllık bir han olan Kürkçü Hanı, 2009 yılı sonu itibari ile restore edilmeye başlamıştır. Gaziantep hanları arasından zengin giriş kapısı ile ayrılmaktadır. Memluklu ve Zenği üslubunu yansıtan giriş kapısının siyah ve beyaz taşlardan güneş ışıklarını andıracak biçimde yapılmış olması oldukça ilginçtir. Ayrıca girişin üzerine taş konsollar yerleştirilmiştir. Bunların üzerine de vazoyu andıran sekiz parça taş yan yana dizilmiş ve böylece görkemli bir görünüm ortaya çıkmıştır.Kitabesinde 1890 yılında inşa edildiği yazar. Sonradan yapılan tamiratlarla günümüze sağlam olarak gelmiştir. Osmanlı han mimarisi içinde tek avlulu, iki katlı hanlar grubuna girer. Zemin katta dükkân, depo ve ahırlar, üst katta yolcuların konaklaması için yapılmış odalar bulunur. Avlu geçidinin doğu-batı yönünde uzanan sivri beşik tonozunun orta kısmında, hafif kabartma olarak yapılmış altı kollu yıldız motifi vardır.

Millet Hanı

Sadrazam lala Mustafa Paşa tarafından 1571 – 1572 yılında yaptırılmıştır. Başlangıcı karanlık bedesten (bedesten-i atık) olarak yapılmış zamanla ilavelerle bugünkü şeklini̇ almıştır. Han tipik bir Osmanlı kervan sarayı niteliğindedir. ortada 18mt X 24mt ebatlı avlu zemin katinin güneyinde ahir; diğer kesimlerde tüccar odaları, 1.katta ise istirahat ve gece konaklama odaları mevcuttur. karanlık bedesten belediye tarafından yıktırıldığında, hanin doğusunda ve karanlık bedestene de hizmet eden dükkanlar yıkılmış ve ayrıca Antep harbinde top mermilerinin vermiş olduğu tahribat hani kısmen harabe bir hale getirmiştir. metruk bu hal devam ederken hanı 1996 yılında satın alan Mustafa Geylani̇ tarafından 2001 senesinde onarımı yaptırılarak iki yıl süren onarım çalışmaları sonrasında bu şeklini̇ almıştır. Han önceleri̇ kervansaray olarak kullanılmış; 19.yy ortalarından itibaren Antep’e mahsus kutnu kumaşı imalatı ve satış yeri̇, Antep harbinde mermi ve silah yapım imalathanesi̇ olarak da kullanılmıştır. Ayrıca güneyindeki bölümünün bir kısmında zeytinyağı imalat hanesi̇ (masmana) faaliyet göstermiştir. Hanın bugün mevcut iş yerlerinde Antep’e ait unutulmaya yüz tutmuş el sanatlarını icra eden ustalar gerek yaptıklarıyla gerek verdikleri̇ kurslarla hizmetlerine devam ediyor. Antep’ in ticari faaliyetlerinden olan dericilik zanaatı da handaki yerini̇ almış ve bu zanaatla uğraşan Ayd-i̇ Baba gibi büyük bir zatin da burada bulunmasına vesile olmuştur. Ayd-i̇ Baba’nın zatına yaşantısına ve fikirlerine hürmeten halkımızın tanıması gayesi̇ ile hanin avluda bulunan havuzuna dervişane figürü nakşedilmiştir. Elde keşkül,pejmürde kıyafet, rindane duruş ve başta bulunan derviş külahı her şeyi̇ çok iyi ifade etmektedir.

Pürsefa Hanı

Gaziantep Mevlevihanesinin karşısında yer alan Pürsefa Hanın kapısındaki kitabede, yapım tarihi olarak 1887 yılı yazıyor. Ancak han, bu tarihten önce 2 defa yanmış. İlk inşa tarihinin 400 yıl önce olduğu tahmin ediliyor. Tarih boyunca, konaklama ve sabun imalâthânesi gibi çeşitli amaçlar için kullanılan han, 2008 yılında restore edilerek Gaziantep’e kazandırılmış. Günümüzde turistik eşya satan dükkânlar, lokanta, kafeterya ve tatlıcı dükkânlarının yer aldığı bir turistik mekân olarak hizmet veriyor.

Sabuncu Hanı

Kara hacı Sokağı’nda bulunan yapıdan, Evliya Çelebi Seyahatnamesinde bahsedilmektedir. Hangi tarihlerde kimin tarafından yaptırıldığı bilinmemektedir. Büyük bölümü yıkılmış olan yapının, 3 katlı tek avlulu bir han olduğu ve Gaziantep Savunması sırasında kullanılan bir yapı olduğu çeşitli kaynaklarda belirtilmiştir. Eyvanlı bölümlerinin kalıntıları ve merdivenle çıkılan ikinci katının bir bölümü bulunmaktadır.

Şeker Hanı

Arasta Çarşısı’nda bulunan Şeker Hanı’nın ne zaman yapıldığı konusunda yeterli bilgiler bulunmamaktadır. Bununla beraber, Şer’i Mahkeme sicillerindeki kayıtlara göre 16. Yüzyıl’da bu hanın bulunduğu anlaşılmaktadır. Oldukça düzgün kesme taştan yapılan han, iki katlı hanlar gurubundandır. Hanın oldukça gösterişli bir giriş portalı bulunmaktadır. Hanın odaları ortadaki bir avlunun etrafında sıralanmışlardır. Bu avlu çevresindeki odaların önünde revaklar ve üst katın revaklarını taşıyan direkler vardır.

Şire Han

Han, 1885/1886 yıllarında Halep valisi Cemil bey’in emriyle kaymakam Rüstem bey ve belediye reisi mustafa ağa tarafından belediyenin imkanları ile yaptırılmıştır. Hanın mimarı Kirkor, nakkâşı ise ali efendi’nin oğlu Abbas’tır. Yapı tek avlulu, iki katlı Osmanlı hanları grubuna girmektedir. Klasik Osmanlı han mimarisinin birçok özelliklerini üzerinde taşıyan eser, dikdörtgen planlıdır. Yapı, ‘yolcu ve iş hanı’ olarak inşa edilmiştir. Zemin kattaki mekanlar dükkan, depo ve ahır olarak, üst katta bulunan odalar ise yolcuların ikamet etmesi için yapılmıştır. Avlu, dört taraftan mekanlarla çevrelenmiş olup, güney kısımdaki hacimlerin arkasında doğu-batı yönünde iki sahın halinde uzanan ahır bölümü yer almaktadır. Avlunun ortasında ilk yapıldığı dönemlerde hanın su ihtiyacını karşılamak amacıyla bir kuyu bulunmaktayken, daha sonra bu kuyu kapatılarak avlu zemininden iki basamak aşağıya inilerek ulaşılan şadırvan yapılmıştır. Hanın üst katı doğu, batı ve kuzey taraftan kuşatan revaklarla çevrelenmiştir.

Tuz Hanı

Herhangi bir inşa kitabesi veya vakfiyesi mevcut olmayan tuz hanın, ne zaman yapıldığı kesin olarak bilinmemektedir. Fakat eserin adı, hicri 11. Yüzyıla ait Antep şer’i mahkeme sicilleri’nde ve antep’e ilk kez 1648 yılında gelen evliya çelebi Seyahatnamesi’nde geçmektedir. Bu nedenle, tuz hanının 16.yüzyılın sonlarında inşa edildiği düşünülmektedir.Yapı, Osmanlı han mimarisi içinde tek avlulu, iki katlı hanlar grubuna girmektedir. Hanın işlevine uygun olarak, zemin kattaki mekanlar depo, ahır ve dükkan olarak, üst katta yer alan odalar ise yolcuların konaklaması amacıyla yapılmıştır. Hanın caddeye bakan cephesinde, doğrudan caddeye açılan dükkanlar bulunmaktadır. Hanın ikinci katı, avluyu dört taraftan kuşatan revaklardan ve bunların arkasına yerleştirilen odalardan meydana gelmektedir. Hanın kuzeybatı köşesinde geniş bir alanı kaplayan ve yüksek kahve adıyla meşhur kahvehane bulunmaktadır. Han oldukça sade olup yalnızca kuzey cümle kapısı siyah-beyaz taşlardan oluşturulmuştur. Hanın giriş kapısı dışındaki kısımlarda sarımtırak renkte küfeki kesme taşı görülmektedir.

Tütün Hanı

Herhangi bir inşa veya onarım kitabesi mevcut olmayan Tütün Han’ına ait en eski bilgi, şer’i mahkeme sicillerinde geçmektedir. 1754 tarihli vesikada taşradan Antep’e gelen ve mukataası (götürü ve iş verme yetkisi) Hacı Mehmet’in uhdesinde bulunan tütünler eskiden beri Tütün Han’ında satılır, gümrüğü de burada alınırdı? denilmektedir. Eskiden beri tütünlerin burada alınıp satılması, eserin 1754 yılından daha önceki bir tarihte yapıldığını ortaya koymaktadır. Osmanlı topraklarında tütünün, 17. Yüzyılda yaygınlık kazanmaya başladığı bilinmektedir. Ayrıca 1735 yılında Antep’te tütüncü esnafının bulunduğunun bilinmesi bu hanın tarihinin 1754 yılından daha öncesine gittiğini kesin olarak göstermektedir. 19. Yüzyılda hanın bilinen ilk sahibi nur ali ağa oğlu Hüseyin ağa’dır. 2007 yılında vakıflar bölge müdürlüğü tarafından restore edilmiştir.

Yemiş Hanı

Yapım tarihi kesin olarak bilinmeyen hanın, 1900′lü yılların başlarında yapıldığı düşünülmektedir. Osmanlı han mimari tipolojisi içinde iki katlı, tek avlulu hanlar grubuna girmektedir. Klasik Osmanlı hanlarından ayrılan bazı yönleri vardır ki; mekanlar avluyu dört taraftan kuşatmayıp, sadece güney ve kuzeyden çevrelemektedir. Güney tarafta yer alan mekanlar tek katlı, kuzey taraftakiler ise iki katlı olarak inşa edilmiştir. Aynı şekilde plan tipi de diğer hanlarda görülmemektedir. Kuzey kanadının alt katındaki mekanlar avlu ile irtibatı bulunmayan ve caddeye açılan dükkanlardan ibarettir. Üst kat ise bir revakın arkasına yerleştirilen yolcu odaları şeklinde tanzim edilmiştir. Güney kanatta avluya açılan 15 mekan yer almaktadır. Hanın ahır kısmı her biri üç sıra halinde doğu batı istikametinde yedişer ayak üzerine oturtulan çapraz tonozlu otuziki hacimden meydana gelmektedir. Yemiş (maarif) hanı, belediye hanının restorasyon programı dahilinde ele alınarak 2004 yılında restore edilmiştir.

Yeni Han

Kitabesi bulunmayan Yeni Han’ın yapılış tarihi hakkında kesin bir bilgi mevcut değildir. Ancak 1557 tarihli Ayıntab Vakıf Defteri’nde eserin adının Han-ı Cedid (yeni han) olarak geçmesi nedeniyle han bu tarihten önce yapılmış olmalıdır. Hanın bilinen ilk sahiplerinin Battal Bey’in kızı asiye ve Hacı Osman bey’in kızı emine hatun olduğu kayıtlarda yer almaktadır.Yapı, Osmanlı han mimarisi içinde tek avlulu, iki katlı hanlar grubuna girmektedir. Avlu, zemin katta üç taraftan eyvan ve odalarla, bir taraftan revakla, üst katta ise bir taraftan odalarla, üç taraftan da revakla kuşatılmıştır. Zemin kattaki mekanlar depo ve ahır, üst katta bulunan odalar ise yolcuların konaklaması amacıyla yapılmıştır. Yapıda dikkati çeken tek süsleme, batı cephesindeki cümle kapısı üzerinde siyah ve beyaz kesme taşlarla oluşturulmuş olan süslemedir. Ayrıca giriş açıklığının iki tarafında iki taş seki bulunmaktadır. Hanın diğer kısımları ise oldukça sade bir şekilde inşa edilmiştir. Hanın inşasında siyah ve sarımtırak renkte küfeki kesme taş kullanılmıştır. Örtü sistemi; taş konstrüksiyonlu sivri beşik tonoz, çapraz tonoz ve aynalı tonoz ile düz örtüdür.

Yüzükcü Hanı

Yüzükçü hanı, kitabesi mevcut olan ender hanlardan birisidir. Fakat taç kapısı üzerinde yer alan 1315 (1897) tarihli yazıdan ibaret olan bu kitabe eserin inşa değil yenilenme kitabesidir. Zira 1735 tarihli şer’i mahkeme sicilinde ?iki kapılı han yakınında bir kişinin öldürülmesiyle açılan dava neticesinde tahakkuk eden diyetin uzun çarşı, iki kapılı han ve yüzükçü han esnafından toplanması? şeklinde bir vesika yer almaktadır. Buna göre eser, 1735 tarihinden önce mevcut olup, inşa tekniği ve malzeme durumuna göre yüzükçü han, 1897 yılında büyük ölçüde yenilenmiştir. Hanın bilinen ilk sahibi battal bey’in kızı asiye ve Hacı Osman Bey’in kızı emine hatun’dur.

Paylaşın

Gaziantep’in Dini Yapıları: Kiliseler

Anadolu’nun ilk yerleşim merkezlerinden biri olan Gaziantep, farklı uygarlıkların, kültürlerin ve dinlerin biraraya gelerek birbirleri içinde sentezlendiği gizemli bir tarihe sahiptir.

Gaziantep’te yaşayan Hırıstiyan inanışına hizmet veren dini yapılar da gerek fonksiyonlarına bağlı olarak gerçekleştirdikleri toplayıcı etki, gerekse kent içindeki konumları nedeniyle kentin karakterini belirlemede önemli bir görev üstlenmişlerdir.

Kendirli Kilisesi

Kent merkezinde Atatürk Bulvarı üzerinde, Öğretmenevi bitişiğinde bulunmaktadır. Günümüzde Otelcilik ve Turizm Meslek Lisesi toplantı salonu ve Öğretmenevinin lokali olarak kullanılmaktadır. Kilisenin ilk yapımı 1860 yılıdır.

Gaziantepli Katolik Ermenilerin kilisenin inşasında maddi yönden zorlandıklarından Fransa Kralı III. Napolyon’dan, Fransız misyonerlerinden ve Katolik camiasından maddi destek alınarak yapılmıştır. Daha sonra kullanılmaz hale gelen kilisenin yeniden yapılması için geniş kapsamlı yardım kampanyası düzenlenmiştir.

Eski kilise yıkılarak yerine 1898 yılında şimdiki kilisenin inşasına başlanmış, yapımı iki yıl sürmüş ve 1900 yılında büyük bir törenle açılışı yapılmıştır. Kilisenin planı Roma’daki Saint Fransua Kilisesi’nden örnek alınmıştır. Kilise planı Vatikan’dan Papalık Makamından gönderilmiştir.

Kilise geniş bir bahçe içerisinde siyah kesme taştan temel üzerine, beyaz kesme taştan yapılmıştır. Dikdörtgen planlı ve kırma çatılıdır. Üç basamakla giriş kapısına ulaşılmaktadır. Kilisenin tabanı kırmızı ve beyaz taşlarla satranç tahtası şeklinde döşenmiştir. İç kısmı dört ayak üzerine çapraz tonozludur.

Günümüzde kilisenin ana mekanı betonarme duvarla ikiye bölünmüştür. Apsis kısmı tamirat görerek sahne şekline dönüştürülmüştür. Apsisin karşısındaki kapatılan ana giriş kapısının bulunduğu cepheye balkon eklenmiştir.

Aziz Bedros Kilisesi

1723 yılında yapıldığı tahmin edilen kilise 2005 yılında, belediyenin yolaçmaçalışmaları esnasında ortaya çıkmıştır, batı yönünde iki ana giriş kapısı bulunmaktadır. Oldukça tahrip olan kitabesine göre, Aziz Meryem’e adanmış olan kilise, VIII. Patrik Bedros Krikor Katolikos başkanlığında yapılmıştır.

21×13 metre ebadında olan kilise, 2 sütun dizisiyle 3 nefe ayrılan naos, narteks, atrium ve yan koridorlardan oluşan bazilikal planlı bir yapıdır. Kesme taştan yapılan kilisede pembe mermer ve bazalt taş süsleme elemanı olarak kullanılmıştır. Üç apsisli ve iyi derecede korunmuş olan kilise günümüzde Ömer Asım Ersoy Kültür Merkezi olarak Hizmet vermektedir.

Nizip Fevkani Kilisesi

Nizip ilçesi şehir merkezinde, Şıhlar Mahallesi’nde bulunmaktadır. Ne zaman ve kimler tarafından yapıldığı kesin olarak bilinmeyen kilisenin Bizanslılar döneminde yapıldığı zannedilmektedir. Geçmişte depo ve bir müddet han olarak kullanılan kilise günümüzde herhangi bir fonksiyonu olmadan boş olarak durmaktadır.

Gaziantep kısa tarihi

Tarih boyunca Anadolu’da kurulan ve Anadolu’ya egemen olan tüm devletler için önemli bir merkez olmuştur. Gaziantep, Roma İmparatorluğu zamanında bir sınır şehri idi. M.S. 395 yılında Roma İmparatorluğu ikiye ayrılınca Bölge; Doğu Roma İmparatorluğu ( Bizans ) sınırları içerisinde kalmıştır. İslamiyet’in yayılmasından itibaren bölge, İslam ordularının akınına uğramıştır. Gaziantep, Bizans’ın bir uç şehri haline gelerek stratejik bir konuma girmiştir. Bizans bölgeyi kaybetmemek için özel önem vermiştir.

Bölge zaman zaman Araplarla Bizanslılar arasında el değiştirmiştir. Abbasi Halifesi Harun Reşid, 782 yılında bölgeyi fethederek ‘Avasım’ şehri haline dönüştürdü. Bölge 1067 yılında Türklerin egemenliğine girdi. Bu tarihten sonra Gaziantep ve çevresi Anadolu Selçuklu Devleti ile Suriye Selçukluları egemenliğinde yer aldı. Haçlı Orduları 1098 yılında bölgeyi işgal ettiler. Gaziantep, önce Edessa ( Urfa ) Kontluğuna bir müddet sonra da Maraş Senyörlüğüne bağlandı. Bölge 1150 yılında Haçlılardan kurtarılarak tekrar Anadolu Selçuklu Devleti’ne bağlandı.

Ancak bölgede istikrar sağlanamadı. Bölge Anadolu Selçukluları ile Suriye’de kurulan Atabeyliklerin çatışma alanı oldu. Bölge 1258 yılında Moğolların istilasına uğradı. Memlûk Devleti, 1260 yılında Gaziantep’i Moğol istilasından kurtararak sınırları içine aldı. Memlûkların sınır şehri olan Gaziantep, bu defa da Maraş’ta kurulan Dulkadir Beyliği’nin almak için mücadele ettiği bir şehir haline geldi. XIV. yüzyılın sonlarında başlayan bu mücadele bölgeye Osmanlıların gelmesine kadar devam etti.

1516 yılında Gaziantep’e gelen Yavuz Sultan Selim bölgeyi Arap Eyaletine bağlı bir sancak merkezi yaptı. Gaziantep 1531 yılında Dulkadir Beylerbeyliği’ne (Maraş Eyaleti) bağlandı. Bu durum 1830 tarihine kadar devam etti. Ancak 1818-1830 yılları arasında Antep Sancağının vergi gelirleri Halep Eyaletine tahsis edildi. 1830 yılında Antep kaza merkezi yapılarak Halep Eyaletine bağlandı.

Antep, kısa bir dönem Mısır Hidivliği tarafın­dan işgal edildiyse de tekrar Osmanlı yönetiminde Halep Eyaletine bağlandı. Antep, 1908 yılında yapılan idari düzenlemede sancak merkezi oldu. 1913 yılında Kilis ve Halfeti Antep Sancağına bağlandı. 1918 tarihinde Halep’in İngilizler tarafından işgal edilmesi üzerine bağımsız sancak oldu.

Cumhuriyetin ilanından sonra, 1924 yılında tüm sancaklar kaldırılarak il statüsüne dönüştürüldü. 1926 yılında Halfeti ilçesi bucak merkezine dönüştürülerek Şanlıurfa iline, buna karşılık Nizip bucağı ilçe yapılarak Gaziantep’e bağlandı. 1933 yılında Kahramanmaraş ilinden Pazarcık ile Osmaniye ilinin kaldırılması sonucu buraya bağlı İslahiye ilçesi Gaziantep’e bağlandı.

Bir müddet sonra Pazarcık ilçesi tekrar Kahramanmaraş iline bağlandı. 1946 yılında Oğuzeli ilçesi, 1957 yılında ise Araban ve Yavuzeli ilçeleri kurularak Gaziantep’e bağlandı. 1989 yılında Büyükşehir Belediyesi kurularak, Merkezde Şahinbey ve Şehitkamil ilçeleri oluşturulmuştur. 1991 yılında Nizip İlçesi’nden Karkamış, İslahiye İlçesi’nden Nurdağı ayrılarak ilçe olmuştur. 1995 yılında Oğuzeli ilçesine bağlı Elbeyli Bucağı ve köy­leri Kilis iline bağlanmıştır.

Paylaşın

Musevilerin Gaziantep’teki İzleri: Havra

Gaziantep’te Osmanlılar döneminde nüfusun küçük bir bölümünü oluşturan Musevilerin Yahudi Mahallesi olarak anılan yerde cemaatleri için yeterli büyüklükte bir havraları bulunmaktaydı.

Eldeki kayıtlardaki Halep Salnamelerinde Havra’nın  (Sinagog) ilk yapılış tarihi 1886 olarak kayıtlıdır. Kent merkezinde Düğmeci  Mahallesinde bulunmaktadır. Yapının bulunduğu parselin doğu ve batısı yoldur.

Güneyde ibadet salonları, kuzeyde ise iki katlı lojman bulunmaktadır. İbadet salonları ve yapı kullanılamaz durumdadır. Üç nefli ve galerili olan havranın yan duvarlar, orta kemerlerin birkaçı ayakta olmakla birlikte çatı tamamen yokolmuştur.

Vakıflar Bölge Müdürlüğü tarafından 2013 yılında restorasyonu tamamlanan havra; Gaziantep Üniversitesi Kültür Merkezi olarak  ziyarete açılmıştır.

Gaziantep kısa tarihi

Tarih boyunca Anadolu’da kurulan ve Anadolu’ya egemen olan tüm devletler için önemli bir merkez olmuştur. Gaziantep, Roma İmparatorluğu zamanında bir sınır şehri idi. M.S. 395 yılında Roma İmparatorluğu ikiye ayrılınca Bölge; Doğu Roma İmparatorluğu ( Bizans ) sınırları içerisinde kalmıştır. İslamiyet’in yayılmasından itibaren bölge, İslam ordularının akınına uğramıştır. Gaziantep, Bizans’ın bir uç şehri haline gelerek stratejik bir konuma girmiştir. Bizans bölgeyi kaybetmemek için özel önem vermiştir.

Bölge zaman zaman Araplarla Bizanslılar arasında el değiştirmiştir. Abbasi Halifesi Harun Reşid, 782 yılında bölgeyi fethederek ‘Avasım’ şehri haline dönüştürdü. Bölge 1067 yılında Türklerin egemenliğine girdi. Bu tarihten sonra Gaziantep ve çevresi Anadolu Selçuklu Devleti ile Suriye Selçukluları egemenliğinde yer aldı. Haçlı Orduları 1098 yılında bölgeyi işgal ettiler. Gaziantep, önce Edessa ( Urfa ) Kontluğuna bir müddet sonra da Maraş Senyörlüğüne bağlandı. Bölge 1150 yılında Haçlılardan kurtarılarak tekrar Anadolu Selçuklu Devleti’ne bağlandı.

Ancak bölgede istikrar sağlanamadı. Bölge Anadolu Selçukluları ile Suriye’de kurulan Atabeyliklerin çatışma alanı oldu. Bölge 1258 yılında Moğolların istilasına uğradı. Memlûk Devleti, 1260 yılında Gaziantep’i Moğol istilasından kurtararak sınırları içine aldı. Memlûkların sınır şehri olan Gaziantep, bu defa da Maraş’ta kurulan Dulkadir Beyliği’nin almak için mücadele ettiği bir şehir haline geldi. XIV. yüzyılın sonlarında başlayan bu mücadele bölgeye Osmanlıların gelmesine kadar devam etti.

1516 yılında Gaziantep’e gelen Yavuz Sultan Selim bölgeyi Arap Eyaletine bağlı bir sancak merkezi yaptı. Gaziantep 1531 yılında Dulkadir Beylerbeyliği’ne (Maraş Eyaleti) bağlandı. Bu durum 1830 tarihine kadar devam etti. Ancak 1818-1830 yılları arasında Antep Sancağının vergi gelirleri Halep Eyaletine tahsis edildi. 1830 yılında Antep kaza merkezi yapılarak Halep Eyaletine bağlandı.

Antep, kısa bir dönem Mısır Hidivliği tarafın­dan işgal edildiyse de tekrar Osmanlı yönetiminde Halep Eyaletine bağlandı. Antep, 1908 yılında yapılan idari düzenlemede sancak merkezi oldu. 1913 yılında Kilis ve Halfeti Antep Sancağına bağlandı. 1918 tarihinde Halep’in İngilizler tarafından işgal edilmesi üzerine bağımsız sancak oldu.

Cumhuriyetin ilanından sonra, 1924 yılında tüm sancaklar kaldırılarak il statüsüne dönüştürüldü. 1926 yılında Halfeti ilçesi bucak merkezine dönüştürülerek Şanlıurfa iline, buna karşılık Nizip bucağı ilçe yapılarak Gaziantep’e bağlandı. 1933 yılında Kahramanmaraş ilinden Pazarcık ile Osmaniye ilinin kaldırılması sonucu buraya bağlı İslahiye ilçesi Gaziantep’e bağlandı.

Bir müddet sonra Pazarcık ilçesi tekrar Kahramanmaraş iline bağlandı. 1946 yılında Oğuzeli ilçesi, 1957 yılında ise Araban ve Yavuzeli ilçeleri kurularak Gaziantep’e bağlandı. 1989 yılında Büyükşehir Belediyesi kurularak, Merkezde Şahinbey ve Şehitkamil ilçeleri oluşturulmuştur. 1991 yılında Nizip İlçesi’nden Karkamış, İslahiye İlçesi’nden Nurdağı ayrılarak ilçe olmuştur. 1995 yılında Oğuzeli ilçesine bağlı Elbeyli Bucağı ve köy­leri Kilis iline bağlanmıştır.

Paylaşın

Şahinbey Milli Mücadele Müzesi

Şahinbey Milli Mücadele Müzesi; Anteplilerin İngiliz ve Fransız işgaline karşı kahramanca yürüttüğü ve “Gazi” unvanını kazandığı savunmanın önemini ve detayını günümüz ve gelecek nesillere daha iyi aktarmak amacıyla, 12 odalı tarihi yapı ve altındaki mağara da çağdaş müzecilik anlayışıyla kurulmuştur.

Şahinbey Milli Mücadele Müzesinin gezi güzergâh akışı kronolojik şekilde tasarlanmış olup, karşılama bölümünden müzeye giriş yapan ziyaretçiler, tarihi binadaki sergi-sunum alanlarını, yönlendirmeleri izleyerek gezmektedirler. Sergi-sunum alanlarının ardından ise mağaralara giriş yapılmaktadır.

Mağaralara girince karşımıza mekatronik heykeller ile farklı farklı kompozisyonların oluşturulduğu, dönemin anlık yaşam sahneleri çıkmaktadır. Bu sahneler ziyaretçilere hem görsel, hem de duyusal olarak çeşitli duygular yaşatmaktadır. Mağaralarda aynı zamanda milli mücadeleden önceki dönemlerde çeşitli amaçlarla kullanılmış alanlar da canlandırılmıştır. Örneğin sabun imalathanesi bunlardan bir tanesidir.

Canlandırmalarda çok boyutlu projeksiyon gösterileri ve ses efektleri kullanılmıştır. Müzede hedeflenen, Kurtuluş Savaşı’nda tüm Türkiye’ye gurur veren Gaziantep’in direniş destanının tüm yönlerini etkili sunum alanlarıyla, projeksiyon gösterisiyle, çeşitli dokunmatik ekranlar ile mücadele ruhunu destansı bir anlatımla ziyaretçilerin beğenisine sunmaktır.

Gaziantep savunmasına dair belgelerin kronolojik sırayla anlatıldığı, tarihi binada, İngiliz ve Fransızlara ait silah parçaları şehir halkının kullandığı tabanca, av tüfeği, kılıç, kama, et satırı, kazma, kürek ve nacak gibi şehitlere ait birçok eşya sergilenmektedir.

Müze binasının yanında bulunan yapılar, müze atölyesi, müze kütüphanesi ve toplantı salonları olarak işlevlendirilmiştir. Mağaralardan caddeye açılan çıkışa (İhsan Bey Kasteli) uzanan son mağara bölümü ise geçici sergi alanı olarak hizmet vermek üzere projelendirilmiştir.

Gaziantep kısa tarihi

Tarih boyunca Anadolu’da kurulan ve Anadolu’ya egemen olan tüm devletler için önemli bir merkez olmuştur. Gaziantep, Roma İmparatorluğu zamanında bir sınır şehri idi. M.S. 395 yılında Roma İmparatorluğu ikiye ayrılınca Bölge; Doğu Roma İmparatorluğu ( Bizans ) sınırları içerisinde kalmıştır. İslamiyet’in yayılmasından itibaren bölge, İslam ordularının akınına uğramıştır. Gaziantep, Bizans’ın bir uç şehri haline gelerek stratejik bir konuma girmiştir. Bizans bölgeyi kaybetmemek için özel önem vermiştir.

Bölge zaman zaman Araplarla Bizanslılar arasında el değiştirmiştir. Abbasi Halifesi Harun Reşid, 782 yılında bölgeyi fethederek ‘Avasım’ şehri haline dönüştürdü. Bölge 1067 yılında Türklerin egemenliğine girdi. Bu tarihten sonra Gaziantep ve çevresi Anadolu Selçuklu Devleti ile Suriye Selçukluları egemenliğinde yer aldı. Haçlı Orduları 1098 yılında bölgeyi işgal ettiler. Gaziantep, önce Edessa ( Urfa ) Kontluğuna bir müddet sonra da Maraş Senyörlüğüne bağlandı. Bölge 1150 yılında Haçlılardan kurtarılarak tekrar Anadolu Selçuklu Devleti’ne bağlandı.

Ancak bölgede istikrar sağlanamadı. Bölge Anadolu Selçukluları ile Suriye’de kurulan Atabeyliklerin çatışma alanı oldu. Bölge 1258 yılında Moğolların istilasına uğradı. Memlûk Devleti, 1260 yılında Gaziantep’i Moğol istilasından kurtararak sınırları içine aldı. Memlûkların sınır şehri olan Gaziantep, bu defa da Maraş’ta kurulan Dulkadir Beyliği’nin almak için mücadele ettiği bir şehir haline geldi. XIV. yüzyılın sonlarında başlayan bu mücadele bölgeye Osmanlıların gelmesine kadar devam etti.

1516 yılında Gaziantep’e gelen Yavuz Sultan Selim bölgeyi Arap Eyaletine bağlı bir sancak merkezi yaptı. Gaziantep 1531 yılında Dulkadir Beylerbeyliği’ne (Maraş Eyaleti) bağlandı. Bu durum 1830 tarihine kadar devam etti. Ancak 1818-1830 yılları arasında Antep Sancağının vergi gelirleri Halep Eyaletine tahsis edildi. 1830 yılında Antep kaza merkezi yapılarak Halep Eyaletine bağlandı.

Antep, kısa bir dönem Mısır Hidivliği tarafın­dan işgal edildiyse de tekrar Osmanlı yönetiminde Halep Eyaletine bağlandı. Antep, 1908 yılında yapılan idari düzenlemede sancak merkezi oldu. 1913 yılında Kilis ve Halfeti Antep Sancağına bağlandı. 1918 tarihinde Halep’in İngilizler tarafından işgal edilmesi üzerine bağımsız sancak oldu.

Cumhuriyetin ilanından sonra, 1924 yılında tüm sancaklar kaldırılarak il statüsüne dönüştürüldü. 1926 yılında Halfeti ilçesi bucak merkezine dönüştürülerek Şanlıurfa iline, buna karşılık Nizip bucağı ilçe yapılarak Gaziantep’e bağlandı. 1933 yılında Kahramanmaraş ilinden Pazarcık ile Osmaniye ilinin kaldırılması sonucu buraya bağlı İslahiye ilçesi Gaziantep’e bağlandı.

Bir müddet sonra Pazarcık ilçesi tekrar Kahramanmaraş iline bağlandı. 1946 yılında Oğuzeli ilçesi, 1957 yılında ise Araban ve Yavuzeli ilçeleri kurularak Gaziantep’e bağlandı. 1989 yılında Büyükşehir Belediyesi kurularak, Merkezde Şahinbey ve Şehitkamil ilçeleri oluşturulmuştur. 1991 yılında Nizip İlçesi’nden Karkamış, İslahiye İlçesi’nden Nurdağı ayrılarak ilçe olmuştur. 1995 yılında Oğuzeli ilçesine bağlı Elbeyli Bucağı ve köy­leri Kilis iline bağlanmıştır.

 

Paylaşın

Gaziantep Zooloji ve Doğa Müzesi

Gaziantep Büyükşehir Belediyesi tarafından Burç Ormanları içerisinde 1000 dönümlük bir alan üzerinde kurulan Doğal Hayatı Koruma Alanı ve Hayvanat Bahçesi Türkiye’nin ve Ortadoğu’nun en büyük, Avrupa’nın üçüncü, Dünyanın ise dördüncü büyük hayvanat bahçesidir.

Gaziantep Hayvanat Bahçesi toplamda 325 tür ve 7.100 adet hayvanıyla yalnız Gaziantep’e değil tüm bölgeye ve Türkiye’ye hizmet etmektedir.

Türkiye’ de bir Hayvanat Bahçesi içerisinde ilk ve tek olan, 750 m2’lik bir alan üzerinde kurulmuş olan Gaziantep Zooloji ve Doğa Müzesi, zamanın dondurulduğu fantastik bir dünyanın kapılarını bizlere açarak, milyonlarca yıl önce yaşamış nesli tükenmiş ve tükenmekte olan hayvanlar ile varlığını geçmişten günümüze kadar zamana tanıklık edip sürdüren ve doğayı paylaştığımız yüzlerce hayvan tür ve örneğini yakından görme ve tanıma imkânını ziyaretçilere sunmaktadır.

Gaziantep Zooloji ve Doğa Müzesi’nde; memelilerden sürüngenlere, kanatlılardan deniz hayvanlarına kadar toplam 550 tür olmak üzere 700 adet hayvan örneği ile tarihin derinliklerinde kalmış nesli tükenmiş birbirinden önemli hayvan iskeletleri sergilenmekte ve meraklılarıyla buluşturulmaktadır.

Yeryüzündeki ilk memelimsilerden olan Pelikozorların en ünlü etçil örneği olan Dinazor Ailesinin öncülerinden Dimegrodon, 150 milyon yıl önce yaşamış ve Dünyaya hükmetmiş dinazorlardan Therex, Kedigiller Ailesinden memeli türlerin kâbusu 10 bin yıl önce nesli tükenmiş Kılıç Dişli Kaplan, MÖ 1700 yıllarında yaşamış Filgiller Familyasının nesli tükenmiş cinsi olan Mamut, soyunu sürdürebilmiş ve filden sonraki en iri kara hayvanı olan Gergedan ve Balina’nın 33 milyon yıl önce yaşamış atalarından olan Dorudon Gaziantep Zooloji ve Doğa Müzesinde sergilenmektedir.

Gaziantep Zooloji ve Doğa Müzesi’ndeki teşhir oluşturulurken hiçbir canlıya zarar vermeden, doğada ve Hayvanat Bahçesinde fizyolojik ömürlerini tamamlamış olan hayvanlara, uzmanlar tarafından Tahnit Sanatı yöntemi uygulanmıştır. Hayvanlar avlanırken, av olurken, beslenirken ve uçarken yaşam alanlarındaki duruş ve pozisyonları göz önüne alınarak gerçekçi kompozisyonlar şeklinde teşhir edilmektedir.

Müze, vahşi doğadan enstantanelerin canlandırılmasıyla gerçeği aratmamaktadır. Ötücü kuşlar, yırtıcı kuşlar ve perde ayaklılar gibi türlerden oluşan 187 kanatlı hayvan doğal yaşam alanları yeniden canlandırılarak sergilenmektedir.

Su altı dünyasından 55 deniz canlısı kurutma işlemi ile vücut bütünlüğü korunarak ziyaretçilerin ilgisine sunulmuştur. Yılan, Timsah, Varan ve Balıklardan oluşan 60 hayvan örneği bilimsel yöntemler kullanarak koruyucu bir sıvı ile dolu kavanoz içinde gerçekliğinden ödün vermeden teşhir edilmiştir.

Gaziantep kısa tarihi

Tarih boyunca Anadolu’da kurulan ve Anadolu’ya egemen olan tüm devletler için önemli bir merkez olmuştur. Gaziantep, Roma İmparatorluğu zamanında bir sınır şehri idi. M.S. 395 yılında Roma İmparatorluğu ikiye ayrılınca Bölge; Doğu Roma İmparatorluğu ( Bizans ) sınırları içerisinde kalmıştır. İslamiyet’in yayılmasından itibaren bölge, İslam ordularının akınına uğramıştır. Gaziantep, Bizans’ın bir uç şehri haline gelerek stratejik bir konuma girmiştir. Bizans bölgeyi kaybetmemek için özel önem vermiştir.

Bölge zaman zaman Araplarla Bizanslılar arasında el değiştirmiştir. Abbasi Halifesi Harun Reşid, 782 yılında bölgeyi fethederek ‘Avasım’ şehri haline dönüştürdü. Bölge 1067 yılında Türklerin egemenliğine girdi. Bu tarihten sonra Gaziantep ve çevresi Anadolu Selçuklu Devleti ile Suriye Selçukluları egemenliğinde yer aldı. Haçlı Orduları 1098 yılında bölgeyi işgal ettiler. Gaziantep, önce Edessa ( Urfa ) Kontluğuna bir müddet sonra da Maraş Senyörlüğüne bağlandı. Bölge 1150 yılında Haçlılardan kurtarılarak tekrar Anadolu Selçuklu Devleti’ne bağlandı.

Ancak bölgede istikrar sağlanamadı. Bölge Anadolu Selçukluları ile Suriye’de kurulan Atabeyliklerin çatışma alanı oldu. Bölge 1258 yılında Moğolların istilasına uğradı. Memlûk Devleti, 1260 yılında Gaziantep’i Moğol istilasından kurtararak sınırları içine aldı. Memlûkların sınır şehri olan Gaziantep, bu defa da Maraş’ta kurulan Dulkadir Beyliği’nin almak için mücadele ettiği bir şehir haline geldi. XIV. yüzyılın sonlarında başlayan bu mücadele bölgeye Osmanlıların gelmesine kadar devam etti.

1516 yılında Gaziantep’e gelen Yavuz Sultan Selim bölgeyi Arap Eyaletine bağlı bir sancak merkezi yaptı. Gaziantep 1531 yılında Dulkadir Beylerbeyliği’ne (Maraş Eyaleti) bağlandı. Bu durum 1830 tarihine kadar devam etti. Ancak 1818-1830 yılları arasında Antep Sancağının vergi gelirleri Halep Eyaletine tahsis edildi. 1830 yılında Antep kaza merkezi yapılarak Halep Eyaletine bağlandı.

Antep, kısa bir dönem Mısır Hidivliği tarafın­dan işgal edildiyse de tekrar Osmanlı yönetiminde Halep Eyaletine bağlandı. Antep, 1908 yılında yapılan idari düzenlemede sancak merkezi oldu. 1913 yılında Kilis ve Halfeti Antep Sancağına bağlandı. 1918 tarihinde Halep’in İngilizler tarafından işgal edilmesi üzerine bağımsız sancak oldu.

Cumhuriyetin ilanından sonra, 1924 yılında tüm sancaklar kaldırılarak il statüsüne dönüştürüldü. 1926 yılında Halfeti ilçesi bucak merkezine dönüştürülerek Şanlıurfa iline, buna karşılık Nizip bucağı ilçe yapılarak Gaziantep’e bağlandı. 1933 yılında Kahramanmaraş ilinden Pazarcık ile Osmaniye ilinin kaldırılması sonucu buraya bağlı İslahiye ilçesi Gaziantep’e bağlandı.

Bir müddet sonra Pazarcık ilçesi tekrar Kahramanmaraş iline bağlandı. 1946 yılında Oğuzeli ilçesi, 1957 yılında ise Araban ve Yavuzeli ilçeleri kurularak Gaziantep’e bağlandı. 1989 yılında Büyükşehir Belediyesi kurularak, Merkezde Şahinbey ve Şehitkamil ilçeleri oluşturulmuştur. 1991 yılında Nizip İlçesi’nden Karkamış, İslahiye İlçesi’nden Nurdağı ayrılarak ilçe olmuştur. 1995 yılında Oğuzeli ilçesine bağlı Elbeyli Bucağı ve köy­leri Kilis iline bağlanmıştır.

Paylaşın