Özgür İrade Bir İllüzyon Mu?

Özgür irade, insanlık tarihinin en tartışmalı konularından biridir. Felsefe, bilim, nörobilim, psikoloji ve din gibi birçok disiplin, özgür iradenin var olup olmadığını veya bir illüzyon olup olmadığını sorgulamıştır.

Haber Merkezi / Bu soruya verilen yanıtlar, bireyin dünya görüşüne, inancına ve bilimsel verilere nasıl yaklaştığına bağlı olarak değişmektedir.

Felsefi Perspektifler

Felsefede özgür irade, insanın kararlarını ve eylemlerini tamamen kendi kontrolü altında, dışsal veya içsel zorunluluklardan bağımsız olarak gerçekleştirebilme yeteneği olarak tanımlanır. Bu konuda başlıca üç ana görüş vardır:

Determinizm: Evrendeki her olay, önceki olayların bir sonucu olarak belirlenmiştir. Bu görüşe göre, özgür irade bir illüzyondur çünkü tüm kararlarımız fiziksel yasalar, genetik faktörler ve çevresel etkiler tarafından belirlenir. 18. yüzyıl filozofu Pierre-Simon Laplace, “Laplace’ın Şeytanı” düşünce deneyinde, eğer evrenin tüm durumunu ve fiziksel yasalarını bilebilseydik, geleceği mükemmel bir şekilde tahmin edebileceğimizi öne sürmüştür. Bu durumda özgür irade için yer kalmaz.

Libertaryenizm (Özgür İradecilik): Özgür iradenin gerçek olduğunu ve insanın deterministik olmayan bir şekilde seçim yapabileceğini savunur. Bu görüş, bilinç ve iradenin fiziksel yasaların ötesinde bir özgürlük alanına sahip olduğunu öne sürer. Örneğin, bazı filozoflar (örneğin, Immanuel Kant), özgür iradenin ahlaki sorumluluk için gerekli olduğunu savunur.

Uyumlulukçuluk (Compatibilism): Özgür irade ile determinizmin bir arada var olabileceğini savunur. Bu görüşe göre, özgür irade, eylemlerimizin dışsal zorlamalar olmaksızın kendi arzularımıza ve niyetlerimize göre belirlenmesi anlamına gelir, ancak bu arzular ve niyetler yine de deterministik süreçlerin bir sonucu olabilir. Filozof Daniel Dennett, bu görüşün modern savunucularından biridir.

Bilimsel Perspektifler (Nörobilim ve Fizik)

Bilimsel araştırmalar, özellikle nörobilim ve fizik alanındaki gelişmeler, özgür irade tartışmasını daha da karmaşık hale getirmiştir.

Nörobilim ve Libet Deneyi: 1980’lerde Benjamin Libet tarafından yapılan deneyler, özgür irade tartışmasında büyük yankı uyandırmıştır. Libet, bir kişinin bir hareketi yapmaya karar vermeden önce (örneğin, elini kaldırmak) beyinde bilinçsiz bir hazırlık potansiyelinin (readiness potential) oluştuğunu göstermiştir.

Bu, karar verme sürecinin bilinçli farkındalıktan önce başladığını ve dolayısıyla özgür iradenin bir illüzyon olabileceğini düşündürmüştür. Ancak bu deneylerin yorumu tartışmalıdır; bazıları bunun özgür iradeyi tamamen ortadan kaldırmadığını, sadece bilinçli kontrolün zamanlamasını sorguladığını savunur.

Kuantum Fiziği: Kuantum mekaniği, evrende belirli bir düzeyde belirsizlik (indeterminism) olduğunu gösterir. Bazı filozoflar ve bilim insanları, bu belirsizliğin özgür irade için bir alan açabileceğini öne sürer. Ancak, kuantum belirsizliği özgür irade anlamına gelmez; çünkü rastgelelik, bilinçli kontrolün bir biçimi değildir.

Genetik ve Çevresel Faktörler: İnsan davranışlarının genetik yapımız, çevresel koşullar ve geçmiş deneyimler tarafından büyük ölçüde belirlendiği bilinmektedir. Bu durum, özgür iradenin sınırlarını sorgulatır.

Psikolojik ve Toplumsal Perspektifler

Psikoloji, özgür irade algısının insan davranışı ve ahlaki sorumluluk üzerindeki etkilerini inceler. Özgür irade bir illüzyon olsa bile, bu algının varlığı bireylerin ve toplumların işleyişi için önemli olabilir:

Özgür İrade Algısının Önemi: Araştırmalar, özgür iradeye inanmanın bireylerin daha ahlaki ve sorumlu davranmasına yol açabileceğini göstermektedir.

Bilinçaltı Etkiler: Psikolojik deneyler, bilinçaltı etkilerin (örneğin, reklamlar, önyargılar, alışkanlıklar) kararlarımızı büyük ölçüde şekillendirdiğini göstermektedir. Bu, özgür iradenin en azından kısmen bir illüzyon olabileceğini düşündürmektedir.

Dini ve Metafizik Perspektifler

Dinler ve metafizik sistemler, özgür irade konusuna farklı yaklaşımlar sunarlar:

Teistik Dinler: Hristiyanlık, İslamiyet ve Yahudilik gibi tek tanrılı dinler, genellikle özgür iradenin varlığını savunur. İnsanların ahlaki sorumluluk taşıyabilmesi ve Tanrı’nın adaletinin anlamlı olabilmesi için özgür iradenin gerekli olduğu düşünülür. Ancak, bazı teolojik görüşler (örneğin, Kalvinizm’deki kadercilik), Tanrı’nın her şeyi önceden belirlediğini ve özgür iradenin sınırlı olduğunu öne sürer.

Doğu Felsefeleri: Hinduizm ve Budizm gibi geleneklerde, özgür irade kavramı daha karmaşıktır. Örneğin, Budizm’de “kader” (karmanın bir sonucu olarak) ve özgür irade arasında bir denge aranır; birey, geçmiş karmanın etkileri altında olsa da, bilinçli seçimlerle geleceğini şekillendirebilir.

Sonuç olarak özgür irade, hem bilimsel hem de felsefi olarak çözülmesi zor bir sorundur. Günümüz bilimsel verileri, özgür iradenin en azından kısmen bir illüzyon olabileceğini düşündürse de, bu durum insan bilincinin ve ahlaki sorumluluğunun önemini ortadan kaldırmaz. Özgür irade bir illüzyon olsa bile, bu illüzyon insan hayatı için anlamlı ve işlevsel olabilir.

Bu soruya verilen yanıtlar, hem bilimsel keşiflerin ilerlemesine hem de bireysel dünya görüşüne bağlı olarak değişmeye devam edecektir.

Paylaşın

İmamoğlu, Diyarbakır’da Konuştu: Silahlar Susmalı, Çatışma Bitmeli

Diyarbakır’da konuşan İBB Başkanı Ekrem İmamoğlu, “Türkiye’nin barışa ve huzura kavuşması çok önemli. Ama ne yapılacaksa samimiyetle tutarlılıkla yapılmalı. Sandık menfaati değil milletimizin menfaati gözetilmeli” dedi ve ekledi:

“Şiddetle, çatışmayla, terörle hiçbir yere varılamaz. Silahlar susmalı, silahlar susmalı, silahlar susmalı… Çatışma bitmeli, bitmeli, bitmeli… Herkes kendini bu ülkenin eşit vatandaşı, eşit hissedarı olarak hissetmeli. Bunu yapmak da devletin ve hepimizin görevidir.”

İstanbul Büyükşehir Belediye (İBB) Başkanı Ekrem İmamoğlu, CHP’nin cumhurbaşkanı adayını belirlemesi için yapılacak ön seçimle ilgili çalışmalarına devam ediyor. Diyarbakır’a giden Ekrem İmamoğlu, buradaki programda açıklamalarda bulundu. İmamoğlu’nun açıklamalarından öne çıkan bölümler şu şekilde:

“Sokaklarında dolaştığım, iyi gününde acısında yanında olduğum, bizim bir parçamız olan Diyarbakır’da olmaktan mutluk duyuyorum. Siz de hoş geldiniz sefalar getirdiniz. Her birinizi kucaklıyorum. Diyarbakır’ın vicdanı, bilgeliği hepimize kılavuzluk yapacaktır. Bu topraklarda birikmiş çok değerli sözler, ilkeler hepimize katkı sunmuştur. Mezopotamya’dan beri, bu kadim topraklarda muazzam bir gelecek tahayyülü için buradayız.

Tabii ki burada bulununca söylemeliyim, daha dün akşam Trabzon’daydım oradan size selamlar getirdim. Sizden de buradan gideceğim Erzincan’a selam götüreceğim. Elbette Amedspor’a da başarılar diliyorum. Amedspor şehre büyük bir heyecan katmıştır, Amedspor’u destekliyorum, gücüm yettikçe de destekleyeceğim. Hakkari’deki kadın voleybolu, Van’daki spor faaliyetlerini de takip ediyorum, bütün coğrafyayı takip ediyorum. Bu anlamda Amedspor’a da farklı branşlarda da, özellikle olimpik branşlarda atılım bekliyorum. Çünkü bu kardeşiniz olimpiyatları İstanbul’a getirecek, orada Türkiye’nin her yerinden olimpiyat şampiyonu istiyoruz.

CHP’nin değerli evlatları, slogan attığınız her şeyi gönülden isterseniz her şeyi başarırsınız. Bundan sonra hep beraber bu yükü yükleneceğiz. Mübarek ramazan ayındayız. Bu mübarek günden peygamberler ve sahabeler şehri Diyarbakır’da olmanın gururunu yaşıyorum. Bu topraklar üstünde yaşayan hepimizin hayatında bereket çok önemlidir. Hepimiz bereket dileriz, dua ederiz. Birbirimize de dileriz. Ama bugün ülkenin neresine giderseniz bereket yok. Az kazanan da çok kazanan da ‘Paramızın bereketi kalmadı’ diyor. Vatandaşına parmak sallayanlar var.

Bu tabloyu yaratan, o bereketi kaçıran bugünün iktidarıdır çok net. Bugün aramızdaki STK’lar, tüm kuruluşlar bu bereketsizliği en iyi tespit edenlerdir. Çünkü bunların içinde adalet yok, iyilik yok, maneviyat yok. Bunların koltuklarını korumaktan başka dertleri yok. Sebep oldukları haksızlıkların adaletsizliklerin milletin canını nasıl yaktığını görmüyorlar. İşçi, asgari ücretli, emekliler… Hele emekliler, hepimiz onların sayesinde bugün buraya geldik. Bir emekli torununa harçlık veremiyorsa bundan daha acı bir şey yok. Anneler çocukların yemek alabilmek için eşten dosttan medet umuyor. Bizden istenen sosyal yardımlar son dönemde iki kat arttı.

“Türkiye’de gelmiş geçmiş en demokratik…” 

Biz bu tabloyla mücadele etmekten asla vazgeçmeyeceğiz ve bu ülkenin dilediği ne varsa bizlerle beraber gelecek. Hep birlikte başaracağız. Memleketin bereketini kaçıranların biz de uykularını kaçırdık. Beni rüyasında ya da kabusunda görüp uyananları kabusun kabusunda boğacağım. Ondan sonra bu yürüyüş, o genel seçimde onları evlerine yollayacak. Bir kişinin ya da bir kadronun yürüyüşünden bahsetmiyorum. Bu yürüyüş CHP’nin tabandan tavana yürüyüşüdür. Haftaya herkesin göreceği bu yürüyüş bir demokrasi devrimidir. Bunu organize eden herkese teşekkür ederim. Biz Türkiye’de gelmiş geçmiş en demokratik, en özgürlükçü yönetimi kuracağız. Bizim derdimiz, kişilerle, siyasi ikballe değil.

Bu ülkede istibdat rejiminin bir daha gelmesine izin vermeyecek güçlü bir demokrasi sistemi inşa edeceğiz. Bununla sadece yakın coğrafyamıza değil tüm dünyaya örnek olacağız. Bizim derdimiz ‘O gitsin bu gelsin’ değil. Derdimiz kişilerle değil, siyasi ikballe ilgili değiliz. Bizim mücadelemiz çocuklarımız için. Biz bu bozuk düzeni değiştirmek için yola çıktık. Bir daha bu ülkede hiçbir siyasi otorite, milletin iradesine kayyumlarla çökmesin diye yola çıktık. Bir daha yargının sopa olarak kullanılmaması için yola çıktık. Milletimizin her bir ferdi bu devletin tek sahibi olduğunu hissedecek ve bizzat yaşayacak. Kimliği, inancı, yaşam tarzı nedeniyle kimse kendini güvensiz hissetmeyecek.

Hiç kimseyi piyasanın insafına bırakmayacağız. Erişilebilir ticaret şartlarını getireceğiz. Türkiye’miz adaletin, eşit yurttaşlığın etkileriyle zenginleşecek ve güçlenecek. Biz adil, güçlü, etkin, güven veren bir devleti yeni baştan inşa edeceğiz. Cumhuriyetimizin ikinci yüzyılına yakışacak bir Türkiye inşa edeceğiz. Bu topraklarda güçlü ve dayanışmacı bir toplum yaratacağız. GAP’ı hak ettiği değere kavuşturacak olan da biz olacağız, Diyarbakır’dan söz veriyorum.

Biz milletin haklarını siyasi hesaplarına malzeme yapanlara benzemeyiz. Kıymetli Diyarbakırlılar, Türkiye’nin barışa ve huzura kavuşması çok önemli. Ama ne yapılacaksa samimiyetle tutarlılıkla yapılmalı. Sandık menfaati değil milletimizin menfaati gözetilmeli. Şiddetle, çatışmayla, terörle hiçbir yere varılamaz. Silahlar susmalı, silahlar susmalı, silahlar susmalı… Çatışma bitmeli, bitmeli, bitmeli… Herkes kendini bu ülkenin eşit vatandaşı, eşit hissedarı olarak hissetmeli. Bunu yapmak da devletin ve hepimizin görevidir.

Kürtler ‘Bizim bir sorunumuz var’ dediği sürece tabii ki ortada bir Kürt sorunu vardır. Bu sorun, şehit aileleri başta olmak üzere herkesi gözeterek diyalogla çözülmelidir. Biz bunu çözmek adına yaptıklarımızla milyonlarca insana yapıldığı gibi terörist damgası yiyoruz. Bakın mesela Esenyurt Belediyesi Başkanımız Ahmet Özer, görevden alınıyor hapse atılıyor. Yuh olsun bu karara! ‘Türkiye İttifakı’ dediğimiz için, eşit vatandaş gördüğümüz ve kardeşlerim komşularım olan insanlarımıza belediyede temsil hakkı verdiğimiz için bu insanlar hepse atıldı. Bu insanlar işinde gücünde ekmeğinde insanlardı.

Bir savcı iddianamede yazmış ki; ‘Batı’daki Kürtler nasıl orada söz sahibi olurlar?’ Kürdün Batı’da olanı Doğu’da olanı olur mu? Siz böyle bir şey duydunuz mu daha önce? Bunun farkı ne olur? Köyünde başka Nişantaşı’nda başka giyinir en fazla o olur. Bunların kafasına neler sokmuşlar? Bu ülkede Kürtler Türkler aynı haklara sahiptir. Böyle bir şeyi utanmadan iddianameye yazıyorlar. Bizi yargılasanız ne olur, biz Türkiye Cumhuriyeti devletinin milletinin vicdanında yargılanırız. Bunlara göre Kürtler sadece Diyarbakır’da temsil edilir o da kayyum atanana kadar. Bu zihniyeti siyasetten de hukuktan da temizleyelim. Bugün ak dediğine yarın kara diyenler bu ülkede adaleti sağlayamazlar.

Dün köyüme gittim, 100 yaşındaki anneannemin elini öptüm. Her evde vardır anneannelerimiz, babaannelerimiz. Biz her bir yöreden anneannelerimizin elini tüm Türkiye’ye uzatmaya geliyoruz. Ben bugün buraya özlemini duyduğumuz barışın tesisi için geldin. Ben buraya birleştirmeye, kucaklaştırmaya geldim. Her birinizi o kadar çok seviyorum ki… Her bir vatandaşımı. Bu topraklarda hiçbirimiz diğerinden üstün de değiliz eksik de değiliz, hepimiz aynı çınarın dallarıyız. Hepimizin üstünde al bayrağımız var.

Hukuksuzluğu, adaleti, ayrımcılığı, yoksulluğu bitirmeye söz veriyor muyuz? Bu düzeni değiştirmeye söz veriyor muyuz? Söz verelim ki, demokrasiye kayyum atayan zihniyet bu topraklardan silinip gitsin. Adaletin terazisi kimsenin elinde oyuncak olmasın. Hiç kimse bir partinin genel başkanını, Selahattin Demirtaş gibi hapiste haksız yere tutamasın. Bir partiye genel başkanlık yapmış bir insanı yıllardır siyasi rehine olarak tutuyorsunuz. Aynısını şimdi Ümit Özdağ’a da yapıyorlar. Ben bunu yaşayan kim olursa olsun, yanındayım.

Ben ‘Sizinle kardeşim’ deyip ‘Aslında ben ağabeyim benim dediğim olur’ demek istemiyorum. Ben gerçekten kardeşim. Kimseyi ağabey veya küçük kardeş olarak görmüyorum. Benim ruhumda Mevlana var, Hacı Bektaş-i Veli var. Milletin tamamını, bu ülkenin eşit hissedarı olarak görürüm. Ülkemizi inşa ettiğimiz temel kavramlar benim için her şeyin üstündedir. Yani Cumhuriyet, demokrasi, laiklik, hukukun üstünlüğü, sosyal adalet benim için en öndedir. Bunu yaparsak bu ülkeye bereket yağar, huzur yağar.

Bir hafta öncesine kadar ‘Ön seçime ne gerek var, böyle şey olur mu?’ diyenler, iktidarın kanallarında bizi karalamaya çalışanlar nasıl korkuyor şimdi. Onlar bu umudun bu ülkeyi nasıl değiştirebileceğini görecekler. İktidar da bu sebeple bana karşı aceleci bir saldırıya geçti. Ben birden hakkında 25 yıl hapis cezası ve 5 kez siyasi yasak istenen birine dönüştüm. Benim 30 senelik diplomamı bile iptal ettirmeye çalışıyorlar. Bu yargı eliyle siyaset mühendisliğidir. Tüm dertleri benim Erdoğan’ın karşısında seçime girmemi engellemek. Ama beşleyeceğiz değil mi?

Nefes aldığım sürece, sesim çıktığı sürece adaletsizliğe karşı sesimi yükseltirim. Hak da yemem, hakkımı da yedirmem, milletimin hakkını da yedirmem! Bu artık benim şahsi meselem olmaktan çıktı. CHP’li kardeşlerimin sandığa koşacağından eminim. Tek bir fire vermeden, bu ülkeye değişim umudunu vereceğimizden eminim. Onlar yenilecekler. Temiz kalbimize, hoşgörümüze yenilecekler. Türkiye kazanacak, CHP başaracak.

Diyarbakır sen çok acı çektin, çok sınandın ve çok direndin biliyoruz. Kürdün, Türkün, Arabın, Alevinin, Sünninin müjdecisi olmaya geldik. Baharın geldiğini haber vermeye geldik. Ülkemizi karanlıktan kurtarmaya, kara bulutları def etmeye geldik. Hepinizin Newroz’unu kutluyorum. Newroz pîroz be! Halepçe’de yaşanan katliamında hayatını kaybedenleri de anıyorum. Türkiye, yanıbaşımızdaki Alevi katliamı karşısında dimdik durmalıdır. Türkiye devleti Kürdün de Arabın da yaşam kalitesi için vardır. Biz her kökenden insanın teminatı olmak zorundayız.”

Paylaşın

Evren Her Yönde Aynı Mıdır?

Evrenin her yönde aynı olup olmadığı, kozmolojide uzun süredir tartışılan ve araştırılan bir konudur. Genel olarak, evrenin izotropik ve homojen olduğu kabul edilir.

Haber Merkezi / Bu durum, kozmik mikrodalga arka plan ışıması (CMB) gibi gözlemlerle desteklenir. CMB, Büyük Patlama’dan kalan ve evrenin her yönünde neredeyse aynı sıcaklıkta (yaklaşık 2.7 Kelvin) yayılan bir ışıma olarak ölçülmüştür.

Bu homojenlik ve izotropi, evrenin geniş ölçekte aynı fiziksel yasalarla işlediğini ve yönlerden bağımsız olarak benzer özellikler gösterdiğini düşündürmektedir. Bu, kozmolojik ilke olarak bilinir.

Ancak, bu izotropi tam anlamıyla mükemmel değildir. CMB’de çok küçük sıcaklık dalgalanmaları (yaklaşık 1/100.000 ölçeğinde) tespit edilmiştir ve bu farklılık, evrenin erken dönemindeki kuantum dalgalanmalarından kaynaklanarak galaksilerin oluşumuna yol açmıştır.

Yani, detaylara inildiğinde evren her yönde aynı değildir; yıldızlar, galaksiler ve diğer yapılar farklı konumlarda bulunurlar.

Gözlemlenebilir evren (ışık hızı ve evrenin yaşı nedeniyle görebildiğimiz kısım) izotropik görünse de, gözlemlenebilir alanın ötesinde ne olduğu şu an için bilinmez konumda. Bazı teoriler (örneğin, çoklu evren hipotezi) evrenin farklı bölgelerinin farklı özelliklere sahip olabileceğini öne sürmekte, ancak bu deneysel kanıtlarla desteklenmemiştir.

Evrenin oluşumu, insanlık tarihinin en büyük sorularından biri olmuştur ve bu konuda farklı bilimsel teoriler, felsefi yaklaşımlar ve dini inançlar öne sürülmüştür.

Büyük Patlama (Big Bang) Teorisi: Günümüzde bilim dünyasında en çok kabul gören teoridir. Evrenin yaklaşık 13,8 milyar yıl önce, sonsuz yoğunluk ve sıcaklıkta bir noktadan (singülerite) genişleyerek oluştuğunu savunur.

Durağan Durum (Steady State) Teorisi: Büyük Patlama’ya alternatif olarak 20. yüzyılda önerilen bu teori, evrenin başlangıcı olmadığını ve sonsuz bir geçmişe sahip olduğunu savunur. Evren genişlerken, sürekli olarak yeni madde yaratılır ve evrenin genel yapısı değişmez.

Çoklu Evren (Multiverse) Teorisi: Büyük Patlama’nın bir parçası veya alternatif bir yorumu olarak, bilinen evrenin tek olmadığı, birden fazla evrenin (paralel evrenler) var olabileceğini önerir.

Siklik (Döngüsel) Evren Modeli: Evrenin bir genişleme ve büzülme döngüsü içinde olduğunu öne sürer. Yani, Büyük Patlama bir başlangıç değil, bir önceki evrenin çöküşünden sonraki bir olaydır.

Plazma Evren Modeli: Büyük Patlama yerine, evrenin plazma ve elektromanyetik kuvvetlerin etkisiyle şekillendiğini savunur. Nobel ödüllü fizikçi Hannes Alfvén tarafından önerilmiştir.

Felsefi ve Dini Yaklaşımlar: Bilimsel teorilerin yanı sıra, evrenin oluşumu hakkında felsefi ve dini açıklamalar da bulunmaktadır. Bunlar bilimsel teorilerle çelişebilir veya tamamlayıcı olarak görülebilir:

Teistik Yaklaşımlar: Birçok dini gelenek, evrenin bir yaratıcı (Tanrı) tarafından oluşturulduğunu savunur. Örneğin, Hristiyanlık, İslam ve Yahudilik gibi tek tanrılı dinlerde evrenin bir başlangıcı olduğu ve Tanrı tarafından yaratıldığı inancı vardır.

Panteizm ve Panenteizm: Evrenin kendisinin ilahi olduğunu (panteizm) veya evrenin bir ilahi varlığın parçası olduğunu (panenteizm) savunan felsefi yaklaşımlar.

Doğu Felsefeleri: Hinduizm ve Budizm gibi geleneklerde, evren döngüsel bir süreç olarak görülür ve zamanın başlangıcı veya sonu olmayabilir.

Simülasyon Hipotezi: Modern bir felsefi ve bilimsel hipotez olarak, evrenin bir tür gelişmiş bilgisayar simülasyonu olabileceğini öne sürer. Bu fikir, Nick Bostrom gibi düşünürler tarafından popüler hale getirilmiştir.

Paylaşın

Karanfil Devrimi Neydi?

Karanfil Devrimi, 25 Nisan 1974 tarihinde Portekiz’de bir askeri darbe ile başlayan ve şiddet kullanılmadan, otoriter bir rejimden demokrasiye geçiş sürecini ifade eden bir olaydır.

Haber Merkezi / Portekizce “Revolução dos Cravos” olarak bilinen devrim, adını halk tarafından silahların ve tankların namlularına  karanfiller takılmasından almıştır. Portekiz tarihinin en önemli noktalarından biri olarak kabul eden bu olay, Avrupa’daki faşist rejimlere karşı mücadelede sembolik bir öneme sahiptir.

Karanfil Devrimi, 1930’larda Antonio de Oliveira Salazar tarafından kurulan ve Marcelo Caetano tarafından devam ettiren (Estado Novo / Yeni Devlet) rejime bir tepki olarak ortaya çıkmıştır. Bu dönemdeki rejim, baskıcı politikalar, siyasi muhalefetin susturulması, sansür, özgürlüklerin kısıtlanması ve sömürgeci politikalarla karakterize edilmiştir.

Özellikle Afrika’daki sömürgelerde (Angola, Mozambik, Gine-Bissau gibi) sürdürülen savaşlar, ekonomik krizler ve halkın artan hoşnutsuzluğu, devrimin temel nedenlerini oluşturmuştur.

Portekiz, 1960’lardan itibaren Afrika’daki sömürgelerinde bağımsızlık hareketleriyle karşı karşıya kalmıştır. Angola, Mozambik ve Gine-Bissau’daki savaşlar, hem ekonomik hem de insan kaynakları açısından ülkeyi tükenme noktasına getirmiştir.

Zorunlu askerlik süresinin uzatılması ve asker kaçaklarının artması, halkın ve ordunun rejime olan tepkisini artırmıştır. Yoksulluk, işsizlik ve düşük yaşam standartları halk arasında büyük bir memnuniyetsizlik yaratmıştır.

Estado Novo rejimi, muhalefeti bastırmış, siyasi partileri yasaklamış ve özgürlükleri ciddi şekilde kısıtlamıştır. Bu durum, halkın demokratik bir yönetim talebini artırmıştır.

Özellikle genç ve sol eğilimli subaylar, rejimin politikalarından ve sömürge savaşlarından duydukları rahatsızlık nedeniyle bir hareket başlatmıştır. Bu grup, Silahlı Güçler Hareketi (Movimento das Forças Armadas – MFA) adı altında örgütlenmiştir.

Devrimin başlangıç işareti: Ve Vedalaştıktan Sonra

Devrimin ilk sinyali, 24 Nisan 1974 tarihinde Eurovision Şarkı Yarışması’nda Portekiz’i temsil eden Paulo de Carvalho’nun “E depois do adeus” (Ve Vedalaştıktan Sonra) adlı şarkısının çalınmasıyla verilmiştir. Bu şarkı, devrimin başlangıç işareti olarak kullanılmıştır.

Ertesi gün, 25 Nisan 1974 saat 00:15’te, Zeca Afonso’nun “Grandola, Vila Morena” adlı şarkısının ulusal radyo kanalında çalınmasıyla Silahlı Güçler Hareketi devrimi resmen başlatmıştır.

MFA’nın liderliğindeki kuvvetler, stratejik noktaları (havaalanları, radyo istasyonları, hükümet binaları) ele geçirmiştir. Radyolardan sokağa çıkma yasağı ilan edilmesine rağmen, halk devrimcileri desteklemek için sokaklara dökülmüştür.

Lizbon Çiçek Pazarı’nda bulunan karanfiller, askerlerin silahlarının ve tanklarının namlularına takılmış, bu da devrimin barışçıl doğasını ve halkın desteğini simgelemiştir. Bu görüntü, devrimin “Karanfil Devrimi” olarak anılmasının temel nedeni olmuştur.

Başbakan Marcelo Caetano ve devlet başkanı Americo Tomas, iktidarı bırakarak Brezilya’ya kaçmıştır. Devrim, özellikle düşük rütbeli subaylar ve sol görüşlü askerler tarafından gerçekleştirildiği için “Yüzbaşılar Hareketi” olarak da bilinir.

Avrupa’daki faşist rejimlere darbe

Devrim, Portekiz’de otoriter rejimin sona ermesini ve iki yıllık bir geçiş sürecinin ardından demokratik bir yönetimin kurulmasını sağlamıştır. 1976’da yeni bir anayasa kabul edilmiş ve özgür seçimler yapılmıştır.

Devrim, Portekiz’in Afrika’daki sömürgeci politikalarını sona erdirmiştir. Gine-Bissau, Angola, Mozambik, Sao Tome ve Principe gibi ülkeler kısa sürede bağımsızlıklarını kazanmıştır. Ancak, Doğu Timor’un bağımsızlığı Endonezya tarafından işgal edilmesiyle kesintiye uğramıştır.

Karanfil Devrimi, Avrupa’daki diğer faşist rejimlere (örneğin, İspanya’daki Franco rejimi) karşı bir ilham kaynağı olmuştur. Portekiz, Batı Avrupa’nın en uzun süren diktatörlüklerinden birini devirerek demokrasi yolunda önemli bir adım atmıştır.

Devrim, Portekiz toplumunda köklü değişimlere yol açmıştır. İşçi hakları, kadın hakları ve eğitim gibi alanlarda reformlar yapılmış, sansür kaldırılmış ve siyasi mahkumlar serbest bırakılmıştır.

Karanfil Devrimi’nin önemi

Karanfil Devrimi, sadece Portekiz için değil, dünya tarihi için de önemli bir olaydır. Şiddet kullanılmadan bir diktatörlüğün devrilmesi, halkın ve ordunun dayanışması, ve karanfil çiçeğinin barışçıl bir sembol olarak kullanılması, devrimi eşsiz kılmıştır.

Devrim, özellikle sosyalist ve anti-faşist hareketler için bir ilham kaynağı olmuş, aynı zamanda “renkli devrimler” veya “çiçek devrimleri” olarak bilinen diğer barışçıl hareketlere (örneğin, Gürcistan’daki Gül Devrimi) örnek teşkil etmiştir.

Karanfil Devrimi,, Portekiz’de “Özgürlük Günü” olarak kutlanmakta ve karanfil çiçeği, özgürlük ve demokrasinin sembolü olarak anılmaktadır.

Paylaşın

Süleyman Hanedanlığının Kökenleri

Süleyman Hanedanlığı (veya Solomon Hanedanlığı), Etiyopya’yı uzun yıllar yönetmiş olan ve kökenlerini efsanevi bir şekilde Hz. Süleyman (İslam ve Yahudi-Hristiyan geleneğinde Kral Süleyman) ile Saba Melikesi’ne (veya Sebe Kraliçesi, Belkıs) dayandıran bir hanedanlıktır.

Etiyopya tarihinin en önemli siyasi ve kültürel yapılarından biri olarak kabul eden Süleyman Hanedanlığı, 13. yüzyıldan 20. yüzyıla kadar Etiyopya’da hüküm sürmüştür.

Süleyman Hanedanlığının kökeni, Etiyopya’nın ulusal destanı olan Kebra Nagast (Kralların Zaferi) adlı metne dayanır. Bu metin, hanedanın meşruiyetini ve kökenini dini ve efsanevi bir anlatıyla açıklar:

Kebra Nagast’a göre, Saba Melikesi (İncil’de ve Kur’an’da adı geçen Sebe Kraliçesi), Hz. Süleyman’ın bilgeliğini ve zenginliğini duymuş ve onu ziyaret etmek için Kudüs’e gitmiştir. Bu ziyaret, hem İncil’de (1. Krallar 10:1-13) hem de Kur’an’da (Neml Suresi 27:20-44) anlatılır, ancak detaylar farklılık gösterir. Etiyopya geleneğinde, bu ziyaret sırasında Saba Melikesi ile Hz. Süleyman arasında romantik bir ilişki gelişmiş ve bu ilişkiden bir çocuk doğmuştur.

Çocuğun adı I. Menelik’tir ve Etiyopya geleneğine göre, Menelik, Süleyman Hanedanlığının kurucusu olarak kabul edilir. Menelik, büyüdüğünde babasını ziyaret etmek için Kudüs’e gitmiş ve dönüşünde kutsal Ahit Sandığı’nı (İncil’de ve Yahudi geleneğinde kutsal emanetlerin saklandığı sandık) Etiyopya’ya getirmiştir. Etiyopya Ortodoks Tewahedo Kilisesi, Ahit Sandığı’nın Aksum’daki Meryem Siyon Kilisesi’nde korunduğuna inanır.

Bu efsane, Süleyman Hanedanlığı’nın hem siyasi hem de dini meşruiyetini güçlendirmiştir. Hanedan üyeleri, kendilerini Yahudi – Hristiyan geleneğinin bir parçası olarak konumlandırmış ve “Davud’un Soyu” ile “Yahuda Aslanı” unvanlarını kullanmıştır. Bu unvanlar, özellikle Hristiyanlık Etiyopya’da resmi din olduktan sonra (4. yüzyıl), hanedanlığın kutsal bir statüye sahip olduğunu vurgulamak için önemli bir araç olmuştur.

Bu efsane, tarihsel olarak doğrulanabilir bir gerçeklikten çok, siyasi ve dini meşruiyet sağlamak için oluşturulmuş bir mit olarak değerlendirilir. Ancak, Etiyopya kültürü ve kimliği üzerinde derin bir etkisi olmuştur.

Süleyman Hanedanlığının tarihsel kökenleri, efsanevi anlatıların ötesine geçtiğimizde, Etiyopya’nın daha erken dönemdeki siyasi yapılarına, özellikle Aksum Krallığı’na ve onun ardılı olan Zagve Hanedanlığı’na dayanır.

Aksum Krallığı (MÖ 1. yüzyıl – MS 7. yüzyıl): Etiyopya’nın kuzeyinde (bugünkü Tigray bölgesi) kurulan Aksum Krallığı, bölgenin ilk büyük medeniyetlerinden biri olarak kayıtlara geçmiştir. Kızıldeniz ticaret yollarında stratejik bir konuma sahip olan Aksum, Güney Arabistan (Yemen), Roma İmparatorluğu ve Doğu Afrika ile yoğun ticari ilişkiler geliştirmiştir.

Aksum Krallığı, 4. yüzyılda Hristiyanlığı resmi din olarak kabul etmiş ve bu, Etiyopya’nın dini kimliğinin temelini oluşturmuştur. Ancak, Aksum Krallığı, 7. yüzyılda İslam’ın yayılması ve ticari yolların değişmesiyle zayıflamış ve çökmüştür.

Zagve Hanedanlığı (10. yüzyıl – 13. yüzyıl): Aksum Aksum Krallığı’nın çöküşünden sonra, Etiyopya’da siyasi güç boşluğu oluşmuş ve bu dönemde Zagve Hanedanlığı ortaya çıkmıştır. Ancak, Zagve Hanedanlığı, Süleyman Hanedanlığının kökeni açısından bir geçiş dönemi olarak değerlendirilir.

Süleyman Hanedanlığı (1270 – 1974): Süleyman Hanedanlığı, tarihsel olarak 1270 yılında Yekuno Amlak’ın Zagve Hanedanlığını devirmesiyle başlamıştır. Yekuno Amlak, kendisini I. Menelik’in soyundan geldiğini iddia etmiş ve böylece Süleyman Hanedanlığının meşruiyetini efsanevi anlatıya dayandırmıştır. Süleyman Hanedanlığı, Etiyopya’yı yeniden birleştirerek güçlü bir merkezi otorite kurmuş ve Hristiyan kimliğini pekiştirmiştir.

Süleyman Hanedanlığı, 1270’ten 1974’e kadar (son imparator Haile Selassie’nin devrilmesine kadar) Etiyopya’yı yönetmiş ve bu süre zarfında birçok önemli başarılara imza atmıştır:

Süleyman Hanedanlığı, özellikle İslam’ın yayıldığı Orta Çağ döneminde, Etiyopya’nın Hristiyan kimliğini korumuştur. 16. yüzyılda Adal Sultanlığı ile yaşanan savaşlar (Osmanlı İmparatorluğu’nun dolaylı desteğiyle), hanedanlığın bu kimliği savunma mücadelesinin bir örneğidir. Portekiz’in askeri desteğiyle bu savaşlardan galip çıkan Etiyopya, Hristiyan bir devlet olarak varlığını sürdürmüştür.

Hanedanlık, Etiyopya’nın farklı bölgelerini birleştirerek merkezi bir yönetim kurmuş ve ülkenin sınırlarını genişletmiştir. Özellikle 19. yüzyılda II. Menelik döneminde, Etiyopya modern bir imparatorluk haline gelmiş ve İtalya’nın sömürgeci girişimlerini (Adwa Savaşı, 1896) püskürtmüştür.

Kebra Nagast gibi metinlerin yazımı, dini sanatın gelişimi ve mimari eserlerin inşası, hanedanlığın kültürel başarıları arasında yer alır.

Süleyman Hanedanlığı, 1974 yılında askeri bir darbeyle (Derg rejimi) sona ermiştir. Son imparator Haile Selassie, hanedanın son temsilcisi olarak tahttan indirilmiş ve bir yıl sonra öldürülmüştür. Bu olay, 700 yılı aşkın bir süredir devam eden hanedanlığın resmi olarak sonunu işaret etmiştir.

Sonuç olarak Etiyopya Süleyman Hanedanlığının kökenleri, tarihsel ve efsanevi unsurların bir karışımıdır. Efsanevi olarak, hanedan kökenlerini Hz. Süleyman ve Saba Melikesi’ne dayandırır ve bu anlatı, Kebra Nagast ile Etiyopya’nın ulusal kimliğinin bir parçası haline gelmiştir.

Tarihsel olarak ise, hanedanlık, 1270 yılında Yekuno Amlak tarafından Zagve Hanedanı’nın devrilmesiyle başlamış ve Aksum Krallığı’nın mirası üzerine inşa edilmiştir. Bu, siyasi meşruiyet ve dini kimlik oluşturma açısından önemli bir rol oynamış, ancak modern tarihsel araştırmalar, efsanevi unsurların tarihsel gerçeklikten çok sembolik bir anlam taşıdığını göstermektedir.

Paylaşın

İmamoğlu: Milletin İradesi Her Şeyin Üstündedir

Trabzon’da konuşan İBB Başkanı Ekrem İmamoğlu, “Cumhuriyet Halk Partisi, kayıtsız şartsız millete güvenmenin partisidir. Bizim siyasetimizin temel ilkesi, önderimiz Atatürk’ün hayata geçirdiği, ‘Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir’ ilkesidir” dedi ve ekledi:

“Bunu unutmayın sevgili hanımefendiler, beyefendiler; çocuklarınıza, torunlarınıza öğretin: Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir. Millet büyüktür. Milletin iradesi her şeyin üstündedir. Ve en güçlü iradedir.”

İstanbul Büyükşehir Belediye (İBB) Başkanı ve CHP’nin cumhurbaşkanı aday adayı Ekrem İmamoğlu, Trabzon’da seçmenlerine seslendi. BirGün’ün aktardığına göre; Konuşmasını sosyal medyadan “Karadeniz’in hırçın dalgaları kadar cesur, çalışkan ve güçlü Karadenizli vatandaşlarım, benim can hemşehrilerim hepinize selam olsun. Trabzon’dan Rize’ye, Gümüşhane’ye, Bayburt’a, Giresun’a, Ordu’ya, Samsun’a, Artvin’e selam olsun” ifadeleriyle duyuran İmamoğlu, şunları söyledi:

“Ben, bütün milletimi seviyorum. Partililerimi de seviyorum. Kimse birbirine nispet yapmayacak. Bu, milli bir seferberlik süreci. Umudunu bize bağlamış milyonlara, topyekun biz cesaret vereceğiz. Kimseden korkmadığımızı, korkmayacağımızı göstereceğiz. Hep birlikte ses vereceğiz. Ey iktidar sahipleri… Ey güç sahipleri… Ey ülkenin çoğunluğu için değil, küçücük bir avuç insan için koltuklarına yapışanlar…

Davalarınızla gelin, soruşturmalarınızla gelin. Bana tek bir toz zerresi bile konduramazsınız. Benim yaptığım her iş, tertemiz. Ekrem İmamoğlu bunları o kadar korkutmuş ki, partililerimle yapacağım toplantılara dahi bana Kastamonu’da salon vermiyorlar, Erzincan’da vermiyorlar. Ordu’nun oy kullanma günü için salon vermiyorlar. Bana Trabzon’da salon vermiyorlar. Yahu, sizin o vermediğiniz salon, benim şuradaki bir ablamın oturma odasından bile küçük gelir bana be.

Ondan bile küçük gelir bana. Siz kim oluyorsunuz? Sizi kendini bilmezler sizi. Sanırsınız kendi malını bize vermiyor. Yahu bu millet var ya, sizi öyle bir yollayacak ki, öyle bir yollayacak ki, kaçacaksınız, kaçacaksınız. Kaçarken ayağınız dolaşıp, yüzüstü yere vuracaksınız, yüzüstü. Kaçmayı bile beceremeyeceksiniz. Sizi beceriksizler. Cumhuriyet Halk Partisi’ne salon vermeyecekmiş, aha size salon. Aha size salon. Salona sığmaz zaten bu insanlar, meydanlarda buluşur, tek yürek olur, sizi yener.

Biz, güçlü kadroyla, ülkemizin her sorununa detaylı çözümler üretiyoruz? Cumhuriyet Halk Partisi’nin, aziz milletimizin sorunlarına çözümleri var. Çünkü Cumhuriyet Halk Partisi; genç dinamik ve yenilikçi kadrolarıyla ayakta. Sevgili yol arkadaşlarım, inancımız çok yüksek. Evet, yolumuza engeller koyuyorlar.

Ama Ortahisar’dan, Pazarkapı Mahallesi’nden, şuradan, kendi evime, binama bakarak, doğduğum, büyüdüğüm sokaktan söylüyoruz, inançla söylüyoruz: İktidar olacağız, iktidar olacağız, iktidar olacağız. Sevgili kardeşlerim, Karadeniz’in vatanperver evlatları, nasıl dün olduysa, yarın da Cumhuriyet Halk Partisi, tarihinden aldığı güçle, yine yol gösterici olacak, milleti birleştirecek, millet için çalışacak.

Bizim yolumuz bellidir. Cumhuriyet Halk Partisi, kayıtsız şartsız millete güvenmenin partisidir. Bizim siyasetimizin temel ilkesi, önderimiz Atatürk’ün hayata geçirdiği, ‘Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir’ ilkesidir. Bunu unutmayın sevgili hanımefendiler, beyefendiler; çocuklarınıza, torunlarınıza öğretin: Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir. Millet büyüktür. Milletin iradesi her şeyin üstündedir. Ve en güçlü iradedir.

Bak Cumhurbaşkanı; vatandaş sana Karadeniz’den, turpun büyüğünü gösteriyor, turpun büyüğünü. Aha o da Ekrem’in yanında, bak turpun büyüğü burada. Onun da heybesinde varmış! Beşinci kez bana yol arkadaşlığı yapmaya, yarenlik yapmaya ve bu beşinci kez yapacağımız seçimde, bu iktidarı, bu düzeni, bu sistemi, artık bu rejimi Türkiye’nin tarihinden silmeye, demokratik parlamenter düzeni bu ülkeye tekrar getirmeye, bu yola çıkmaya bütün Karadeniz hazır mı? Hep birlikte kazanmaya, milletimizi ikna etmeye, bu yolculuğa hep birlikte çıkmaya hazır mı?

23 Mart’ta, hep birlikte, üyelerle coşa coşa, ön seçimde oy kullanmaya, ‘bir kişi bile eksik kalmayacak’ diyerek inançla, demokrasi bayramı yaşamaya hazır mı? Sevgili dostlarım; ben buradayım, Trabzon’dayım. Beyaz gömleğim var ya bu beyaz gömleğim; ne yaparsanız yapın, buna toz zerresi kadar leke düşüremeyeceksiniz. Ne yaparsanız yapın, bu bileği dört kez bükemediniz, hiç bükemeyeceksiniz, bükemeyeceksiniz.

Salon verilmemişti

İmamoğlu, memleketi Trabzon’da salon engeli ile karşılaşmış ve Ortahisar Belediyesi önünde gerçekleştirilecek buluşmaya çağrısında “Beni Trabzon’da hiçbir yere sığdıramazlar” demişti.

Paylaşın

Babacan Diyarbakır’da Konuştu: Barış Savaştan İyidir

Diyarbakır’da katıldığı bir etkinlikte konuşan DEVA Partisi Ali Babacan, “Barış savaştan iyidir. Sükût kavgadan iyidir, diyalog çatışmadan iyidir. Yaşamak ölmekten iyidir” dedi.

Demokrasi ve Atılım (DEVA) Partisi Genel Başkanı Ali Babacan, Diyarbakır’da katıldığı iftar programında konuştu. Karar’ın aktardığına göre; Babacan’ın konuşmasından satır başları şöyle:

“Barış savaştan iyidir. Sükût kavgadan iyidir, diyalog çatışmadan iyidir. Yaşamak ölmekten iyidir. Ülkemiz bitmek bilmeyen çatışmalardan, saldırılardan, kardeşi kardeşe kırdıranlardan çok çekti. Birliğimizi, beraberliğimizi kaybettik.

Ülkenin büyük ekonomik potansiyelini kaybettik. Ama her şeyden önce canlarımızı kaybettik, bu toprakların evlatlarını kaybettik… On binlerce aileye ateş düştü.

Ama artık kaybedecek tek bir günümüz, tek bir saatimiz bile yok. Ya ileriye bakacak, hep birlikte kararlılıkla yürüyeceğiz; Ya da arkamıza bakıp, yalpalayıp, bu fırsatı kaçıracağız. Ya bin yıldır beraber yaşayan insanlar olarak sarılıp helalleşeceğiz; Ya da çeşit çeşit bahane üretip ayrışmaya devam edeceğiz.”

Ali Babacan, bölgede barış ve çözüm sürecini sekteye uğratmak isteyenlerin varlığına dikkat çekerek, özellikle Suriye üzerinden yürütülen çatışmaların tehlikesine işaret etti. Lazkiye ve çevresinde yaşanan katliamları hatırlatan Babacan, Türkiye’nin bu tür mezhep veya etnik temelli çatışmalara sürüklenmemesi gerektiğini belirtti.

“Etnisite, din veya mezhep üzerinden çıkarılan çatışmaları doğru okumalı, bu tartışmaların bu topraklarda büyümesine izin vermemeliyiz. Türkiye on yıllardır çektiği sorunlardan kurtulmalı artık.

Geçtiğimiz Ekim ayından bu yana, barış çağrılarıyla başlayıp devam eden süreci yakından izliyoruz. İhtiyatlı bir iyimserlikle takip ediyoruz. İlk günden bu yana aynı noktadayız. Çözüm için %5 bir ihtimal bile olsa, biz o ihtimali bile destekleriz. Bazıları gibi, bu kadim meseleyi siyasi “fırsatçılık” alanı olarak görmüyoruz.”

“Ana dili, insanlara anasının ak sütü gibi helaldir”

Babacan, konuşmasının devamında kimlik ve özgürlükler konusunda net bir duruş sergilediklerini belirterek, vatandaşların anadilini konuşma hakkını tartışma konusu haline getirmenin yanlış olduğunu vurguladı:

“Kimlikler üzerinden sürekli kavga üretilen bir Türkiye istemiyoruz. İnsanların hayat tarzına müdahale edilen bir Türkiye istemiyoruz. Yanlış kayyum uygulamalarıyla, seçmenin iradesinin gasp edildiği bir Türkiye istemiyoruz.

‘Ana dili, insanlara anasının ak sütü gibi helaldir’ diyoruz. ‘Bu ülkenin her vatandaşı, eşit ve onurlu vatandaştır’ diyoruz. ‘Haklar ve özgürlükler pazarlık konusu yapılamaz, derhal tanınır’ diyoruz.

Bizim durduğumuz yer açık, net. Çözüm, meşru demokratik siyasetle olacaktır. Sorunların tartışılması ve çözüm üretilmesi için doğru zemin de Türkiye Büyük Millet Meclisi’dir.”

Ali Babacan, Diyarbakır’daki konuşmasında, Türkiye’deki siyasi aktörlerin çelişkili duruşlarını eleştirerek, DEVA Partisi’nin her zaman tutarlı bir çizgide ilerlediğini ifade etti:

“Biz, hiçbir zaman, Diyarbakır’da kuzuyu hatırlayan, Ankara’da kurdun yanı başında hizaya girenlerden olmadık.
Biz, çareyi hiçbir zaman düşman üretmekte görmedik. Hamasetin arkasına sığınmadık, çözüm ürettik. Popülizmin arkasına saklanmadık, siyaset ürettik.”

Babacan, çözüm için diyaloğun önemine vurgu yaparak, siyasi tartışmaların Türkiye Büyük Millet Meclisi çatısı altında yürütülmesi gerektiğini söyledi.

DEVA Partisi lideri, konuşmasında muhalefete de eleştiriler yöneltti. Kimlik siyaseti ve popülizm üzerinden yapılan tartışmaların çözüm üretmekten uzak olduğunu belirten Babacan, “Sürekli hamasetle, sert söylemlerle, halkın gerçek sorunları görmezden geliniyor” dedi.

Babacan, Türkiye’nin içinde bulunduğu ekonomik ve siyasi sorunların çözümü için yapıcı politikalar geliştirilmesi gerektiğini belirterek, DEVA Partisi’nin çözüm odaklı bir yaklaşım sergileyeceğini ifade etti.

Paylaşın

Süper Lig: Beşiktaş Derbi Öncesi Yara Aldı

Süper Lig’in 28. hafta maçında Konyaspor ile Beşiktaş, Konya Stadyumu’nda karşı karşıya geldi. Hakem Ali Şansalan’ın yönettiği karşılamadan Beşiktaş, 1-0 mağlup ayrıldı.

Haber Merkezi / Kanyaspor’un golünü 45. dakikada Uğurcan Yazgılı kaydetti.

Konyaspor, bu galibiyet ile puanını 31’e yükseltti. Beşiktaş ise 44 puanda kaldı. Beşiktaş, ligin 29. haftasında Galatasaray ilse karşılaşacak.

Konyaspor’da Melih Bostan 27. dakikada, Alassane Ndao ise 65. dakikada kırmızı karttan oyun dışı kaldı.

45. dakikada Tunahan Taşçı’nın sağ kanattan ortasında kale önünde rakibinden önce önce vuran Uğurcan Yazğılı meşin yuvarlağı ağlarla buluşturdu. 1-0

Stat: Konya

Hakemler: Ali Şansalan, Bersan Duran, Candaş Erbil

Konyaspor: Deniz Ertaş, Ndao, Adil Demirbağ, Uğurcan Yazgılı (Pedrihno dk. 60), Guilherme, Jevtovic, Tunahan Taşçı (Keyta dk. 46 (Boranijasevic dk. 83), Aleksic (Calusic dk. 77), Melih İbrahimoğlu (Prip dk. 83), Yusuf Erdoğan (Bazoer dk. 62), Melih Bostan

Beşiktaş: Mert Günok, Tayyip Talha Sanuç (Semih Kılıçsoy dk. 46), Gabriel Paulista (Emirhan Topçu dk. 46), Uduokhai (Onur Bulut dk. 54), Arthur Masuaku, Gedson Fernandes, Alex Oxlade-Chamberlain (Keny Arroyo dk. 67), Milot Rashica (Salih Uçan dk. 79), Rafa Silva, Joao Mario (Ernest Muçi dk. 46), Ciro Immobile

Gol: Uğurcan Yazgılı (dk. 45) (Konyaspor)

Paylaşın

Suriye’deki Çatışmalarda Sivil Can Kaybı Bin 500’e Ulaştı

Suriye’nin Lazkiye ve Tartus vilayetleri ile Hama kırsalındaki saldırılarda, aralarında kadın ve çocukların da bulunduğu en az bin 500 sivil hayatını kaybetti.

Haber Merkezi / Heyet Tahrir Şam’a (HTŞ) bağlı 125 güvenlik gücü mensubunun yanı sıra devrik lider Beşar Esad’ı destekleyen 148 militanın da çatışmalarda öldüğü belirtildi.

Suriye İnsan Hakları Gözlemevi (SOHR), 6 Mart’ta Suriye’nin sahil kentlerinde sivillere dönük başlayan ve hala devam eden saldırılarda, hayatını kaybedenlerin sayısının bin 500’e ulaştığını duyurdu. SOHR’a göre, çok sayıda sivil sokaklarda, evlerde ve tarlalarda katledildi.

Ne olmuştu?

Suriye’de 8 Aralık 2024’te Esad ailesinin 53 yıllık yönetimi ve Baas Partisi’nin 61 yıllık hâkimiyetinin sona ermesinin ardından, Alevi ve Şiilerin yoğun olarak yaşadığı bölgelerde sivillere yönelik saldırılar ve cinayetler artış gösterdi.

Ülke nüfusunun yüzde 10-13’ünü (yaklaşık 2 ila 3 milyon kişiyi) oluşturan Aleviler, ülkenin batısında “sahil bölgesi” olarak bilinen Lazkiye ve Tartus vilayetlerinde yoğun olarak yaşıyor. Ayrıca, Humus ve Hama vilayetleri ile başkent Şam’ın bazı bölgeleri de önemli Alevi nüfusuna ev sahipliği yapıyor.

Artan saldırılar ve HTŞ öncülüğünde başlatılan “güvenlik operasyonları,” bölge halkının güvenliği üzerinde ciddi bir tehdit oluştururken, Alevi toplumu, bu saldırıların durdurulması ve bölgedeki güvenliğin sağlanması için yetkililere acil çağrıda bulunuyor.

Son olarak, Suriye’de yeni yönetime bağlı güvenlik güçleri, Lazkiye kırsalında eski Suriye ordusu unsurları ile 6 Mart’ta yaşanan çatışmaların ardından, bölgede yaşayan Alevilere yönelik intikam saldırıları başlattı.

Suriye’de genel durum

Esad’ı deviren silahlı güçlerin başını çeken İslamcı Heyet Tahrir eş-Şam (HTŞ) grubu ülkede bir geçiş yönetimi kurdu. Geçiş dönemi başkanlığına HTŞ lideri Ahmet eş-Şara atandı.

Şubat sonunda ülkenin yol haritasını belirlemek için bir “Ulusal Diyalog Konferansı” düzenlendi. Konferans, yeterince kapsayıcı olmadığı gerekçesiyle başta Suriye’deki Kürtler olmak üzere azınlıklar tarafından eleştirildi.

Ülkenin kuzeydoğu vilayetleri, omurgasını Halk Savunma Birlikleri’nin (YPG) oluşturduğu Suriye Demokratik Güçleri (SDG) kontrolü altında. Türkiye, iki grubu da PKK’nın uzantısı “terör örgütü” olarak kabul ediyor.

SDG ve Şam arasında grubun yeni kurulan Suriye Ordusu’na katılması ve kuzeydoğu topraklarının Şam yönetimine verilmesi üzerine müzakereler yürütülüyor. SDG ve Türkiye’nin desteklediği Suriye Milli Ordusu’na (SMO) bağlı gruplar Aralık 2024’ten bu yana çatışmayı sürdürüyor.

Son olarak 7 Mart’ta SDG ve SMO arasındaki bölgede kalan Tişrin Barajı’nda da iki grup arasında çatışmalar yaşandığına dair haberler geldi.Ankara, SMO unsurlarına silah bırakıp Şam’ın kurduğu orduya katılma çağrısı yaptı.

Bazı grupların bu çağrıya uyduğuna dair haber ve açıklamalar mevcut, ancak entegrasyon sürecinin nasıl ilerleyeceğine dair net bir yol haritası yok. Ülkenin güneyindeyse İsrail ordusu, işgal altındaki Golan Tepeleri’nden Suriye topraklarına girerek başkent Şam’a 20 kilometre uzağa kadar geldi.

İsrail, Şam yönetimini tanımadıklarını duyuran ve başkentte güvenlik güçleriyle çatışmalara giren Dürzi grupları destekliyor. Başbakan Binyamin Netanyahu ve Savunma Bakanı İsrail Katz, İsrail ordusuna gerekirse Dürzi grupları korumak üzere teyakkuzda olma emri verdi.

Paylaşın

Pakistan’da Beluç İsyancılar 214 Rehineyi Öldürdü İddiası

Pakistan’da Belucistan Kurtuluş Ordusu, 48 saatlik sürenin sona ermesinin ardından 214 rehineyi infaz ettiğini açıkladı. Belucistan, Pakistan’ın en büyük ama aynı zamanda en az nüfusa sahip eyaleti.

Pakistan’da bir trene saldırı düzenleyerek çok sayıda kişiyi rehin alan silahlı militan grup Belucistan Kurtuluş Ordusu, ellerindeki 214 rehineyi infaz ettiklerini öne sürdü. Yetkililere 48 saat süre tanıyan militanlar, rehineler karşılığında tutuklu üyelerinin serbest bırakılmasını talep etmişti.

Hindustan Times’ın aktardığına göre militanlar, yetkililerin uyarıyı dikkate almadıkları gerekçesiyle rehineleri öldürdüklerini açıkladı. Öte yandan grup iddialarını destekleyecek herhangi bir kanıt sunmadı.

Pakistan Ordusu sözcüsü Ahmed Şerif Çaudri ise askerlerin 33 militanı öldürdüğünü ve 354 rehineyi kurtardığını iddia ediyor.

Çaduri, grubun elinde başka rehinelerin bulunduğuna dair bir kanıt olmadığını söylerken, Pakistanlı yetkililer de iddiaların abartılı olduğunu savunuyor.

Petrol ve mineral zengini Belucistan, Pakistan’ın en büyük ama aynı zamanda en az nüfusa sahip eyaleti. Ülkenin etnik Beluç toplumu genellikle bu eyalette konumlanıyor. Beluçlar merkezi hükümet tarafından ayrımcılık ve sömürüye maruz kaldıklarını söylüyor.

Ayrılıkçı grupların yanı sıra, İslamcı militanlar da eyalette faaliyet gösteriyor.

Belucistan Kurtuluş Ordusu, Ağustos ayında Belucistan genelinde yolcu otobüslerine, polise ve güvenlik güçlerine yönelik çok sayıda koordineli saldırı gerçekleştirerek çoğunluğu sivil olmak üzere 50’den fazla kişinin ölümüne neden olmuştu.

2024 sonlarında ise Pakistan’ın güneybatısında bir tren istasyonunda canlı bomba saldırısı gerçekleştiren örgüt, askerler ve demiryolları personeli de dahil olmak üzere en az 24 kişinin hayatını kaybetmesine sebebiyet vermişti.

(Kaynak: Euronews Türkçe)

Paylaşın