YSP’li Oluç: Anayasaya Makyaj Yapmaya Alet Olmayacağız

Meclis’te düzenlediği basın toplantısında gündemdeki gelişmeleri değerlendiren YSP Grup Başkanvekili Saruhan Oluç, yeni Anayasa tartışmalarına ilişkin, “41 yıldır bu anayasanın zulmünü ve hukuksuzluklarını yaşıyoruz. Dün AKP Genel Başkanı Cumhurbaşkanı Erdoğan bir açıklama yaptı ve yeni bir anayasa çağrısında bulundu. Bütün partilerle konuşacağız, dedi. Adalet Bakanı da benzer bir açıklama yaptı. Muhtemelen başka parti sözcüleri ve iktidar sözcüleri de bu açıklamaları yapacaktır. Şunu net olarak söyleyelim. Anayasaya makyaj yapmaya biz asla alet olmayacağız” dedi ve ekledi:

Haber Merkezi / “Birkaç maddesini değiştirmek için adım atılacaksa bu adımların hiçbirinin yanında olmayacağız. Çünkü daha fazla makyaja tahammülümüz yok. Ama gerçekten demokratik sivil bir anayasa yapılacaksa; hem Meclis çatısı altında hem de Meclis dışında toplumun farklı kesimlerinin, STK’ların, uzmanların ve halkın görüş ve önerileriyle iyi bir tartışma süreci yürütülecekse iktidarı ve muhalefetiyle o zaman bu çalışmaların ciddiye alınma ihtimali ortaya çıkar. Ama iktidar kendisine yarayacak yama faaliyetleri ve palyatif tedbirlerle yeni bir anayasa yapıyoruz havasına giriyorsa, biz böyle bir şeyden yana olmayacağız.”

Oluç, açıklamasının devamında, “Evrensel hukuk ilkelerine, hak ve özgürlüklere dayalı bir anayasaya sahip olmak için bir çaba olduğunu görmedik bugüne kadar maalesef. Böyle bir niyet varsa bizler bu tartışmanın değerlendirilmesi gerektiğini elbette ki düşünürüz. Ama ortamın değişmesi lazım. Ağzını açanın, sosyal medya paylaşımı yapanın tutuklandığı, ifade özgürlüğünün esamesinin bulunmadığı, HDP’ye yönelik kumpas davalarının sürdüğü, basın özgürlüğünün kısıtlandığı bir ortamda demokratik ve özgürlükçü anayasa yapılmasının mümkün olmadığı açıktır. Yani ortam demokratikleşmeli ki demokratik ve özgürlükçü bir anayasanın yapılma ortamı da ortaya çıkabilsin” ifadelerini kullandı.

Yeşiller ve Sol Gelecek Partisi (Yeşil Sol Parti) Grup Başkanvekili Saruhan Oluç, Meclis’te basın toplantısı düzenleyerek gündemdeki gelişmeleri değerlendirdi. Oluç, şunları söyledi:

“Öncelikle Libya’da halkın yaşadığı çok acı bir felaket var, başsağlığı dileklerimizi iletiyoruz. Libya halkının acılarını paylaşıyoruz. Yarın 14 Eylül, Madımak Katliamının davası var. 2005 yılında TCK’ya giren “insanlığa karşı suçlar” kapsamında değerlendirilseydi, zamanaşımı diye bir şey olmayacaktı. Fakat bir zamanaşımı kararıyla karşı karşıya kalınmış durumda. Davanın 29’uncu duruşmasında mahkeme, katliamın insanlığa karşı suç olduğu kanaatini ortadan kaldırdı. Adalet Bakanlığı da zamanaşımı tarihinin 2 Temmuz 2023’te dolacağını açıkladı.

Yarın eğer aksi bir karar alınmaz ise dava maalesef zamanaşımına uğratılmış olacak. Bunu kesinlikle doğru bulmuyoruz. Açıkça insanlığa karşı suç işlenmiştir Madımak Katliamında. İktidar bunu örtbas etmek için elinden geleni yapıyor. Ama ne yaparlarsa yapsınlar insanlığa karşı işlenen bu suçun sorumluluğundan kurtulamayacak bu suçu işleyenler. Bu kara leke tarihte hiçbir zaman silinmeyecek. Zamanaşımı kararının yanlış olduğunu bir kez daha vurguluyoruz.

“Seçim sonrası zam yağmuru devam ediyor”

Zamlarla ilgili konuşmadan uzun süredir geçemiyoruz. Eğer beklentiler doğrultusunda adım atılırsa bu akşam benzin fiyatlarına zam gelecek, dün gece motorine zam geldi. Vergi ve kur artışlarının ardından petrol fiyatlarındaki artış akaryakıta zam yağmuruna dönüşmüş durumda. Büyük ihtimalle benzinin litre fiyatına 1 lira 64 kuruş zam gelecek. Motorine de dün akşam zaten 2 lira 3 kuruş zam gelmişti. Bunun sonucunda benzinin litre fiyatı 40 liraya yaklaştı, motorinin litre fiyatı ise kimi yerlerde 40 lirayı geçti. Seçim sonrası zam yağmuru devam ediyor. 14 Mayıs’taki seçim öncesinde İstanbul’da benzinin litre fiyatı 19 lira 81 kuruştu bugün geldi 40 liraya.

Motorinin litre fiyatı 18 lira 58 kuruştu o da 40 lirayı aştı. Seçim sonrasında geçen 3,5 ayda zam oranı motorinde yüzde 105’i aştı, benzinde yüzde 95 oldu. Durum ortada. Bu enflasyon, bu zamlar en çok emekçiyi, memuru, işçiyi vuruyor. Asgari ücretin 2217 lirası eridi gitti. Durum bu. Temmuz’da 11 bin 402 lira olan asgari ücret, şimdi 9 bin 85 liraya gerilemiş oldu. Bunu bir kez daha vurgulayalım.

Zam fırtınası devam ediyor ve bu gidişle de devam edecek. Gıda fiyatlarındaki durum ortada. Türkiye’de 36 aydır kesintisiz bir şekilde gıda fiyatlarında artış yaşanıyor. Dünya Bankasının yayımladığı raporlara göre de Türkiye yıllık bazda en yüksek gıda enflasyonuna sahip 10’uncu ülke. OECD arasında ise 1. sırada yer alıyor. Şekere 4 ayda 11 kez zam yapıldı. Çaya son 3 aydır 4 kez zam yapıldı. Şeker fiyatlarında yüzde 46 artış oldu, çay fiyatlarında yüzde 90 artış oldu. Başka bir şeye herhalde çok fazla gerek yok. Bütün OECD verileri gösteriyor ki Türkiye geçim derdi çeken ülkeler arasında 1. sırada yer alıyor. Ailelerin yaklaşık yüzde 70’i geçim derdi yaşıyor.

Vatandaşların alım gücü her geçen gün eriyor. Zamlar devam ediyor. En ciddi sorunları yaşayanlar ise emekliler. Milyonlarca emekli asgari ücretin 11 bin 402 lira olduğu ve hiçbir şeye yetmediği bir ülkede 7 bin 500 lira maaş alıyor. Açlık sınırı Ağustos ayında, son verilere göre 15 bin liranın üstüne çıktı, yoksulluk sınırı 47 bin liraya dayandı. Ama emekliler 7 bin 500 lira maaş alıyor ve emeklilere hala yılbaşına kadar sabredin diyorlar. Emeklinin yıl sonuna kadar değil, sabahın akşamına kadar sabredecek gücü kalmadı. Emekliler için acilen Meclis açılır açılmaz kararlar alınmalı ve emekli maaşları artırılmalıdır.

Okullar açılalı iki gün oldu ve okul masrafları el yakıyor. Bütün veliler bunun farkında. Sözde ücretsiz eğitim deniliyor ama alakası yok. Çünkü velilerin hepsi biliyor ki okullara verilen bağışlar, kırtasiye masrafları aslında çocukların eğitim masraflarının son derece yüksek olduğunu hepimize gösteriyor. Servis ücretlerinde artış geçen yıla göre neredeyse 3 katına varmış vaziyette. Ailelerin artan eğitim masraflarını karşılamaları iyice zorlaştı. Hele hele bir ailede okuyan birkaç çocuk varsa aileler büyük sıkıntı çekiyor. Ekonomideki bu koşullar “Rasyonel ekonomi politikaları uygulayacağız” diyen Hazine ve Maliye Bakanı döneminde hafiflemiş değil tam tersine artmış vaziyette.

Hiçbir hedefi tutturamayan bir iktidar var ve bu iktidar memur maaşlarını hedef enflasyon ile belirleyeceğiz diyor. Olacak iş değil. Son 3-4 yıla baktığımızda bütçede hiçbir hedef tutmadı. Merkez Bankası ve Hazine verilerine baktığımızda hiçbir hedef tutmadı. Orta vadeli planlara baktığımızda hiçbir hedef tutmadı ve siz şimdi hedef enflasyona göre nasıl memurların ücretlerini belirleyeceksiniz. Hiç anlaşılır bir şey değil. Olacak olan belli. Hedef enflasyonu tutturamayan iktidarın ne yapacağı açık. Enflasyon altında kalan memur maaşları açığa çıkacak. Gerçekten ücretli çalışanlar, kamu emekçileri, işçiler, memurlar çok ciddi ekonomik zorluklarla karşı karşıya kalacaklar.

Bakana söyleyelim; vergileri ve yeniden değerlendirme oranlarını da o zaman hedef enflasyona göre belirleyin, bu konuda adım atın bu kadar ciddi iseniz söylediklerinizde. Orta Vadeli Plan bile ortaya koyduğu vergilerle devletin kendi kurumları arasında uyum olmadığını gösterdi. Orta Vadeli Plandaki yıllık enflasyon hedefi ile 1,5 ay kadar önce Merkez Bankasının açıkladığı yıllık enflasyon beklentisi arasında 10 puan fark var. Devlet kurumları arasında bile bir uyum sağlanmış değil. Ekonomideki sıkıntılar devam ediyor ama iktidarın taktiğinin hepimiz farkındayız.

Yerel seçimlere giderken yıl başından itibaren muhtemelen göz boyamak için çeşitli maaş ve ücret artışı yapacaklar. Yapıldıktan iki ay sonra erimeye başlayan bu artışları yerel seçimlere kadar sağlayacaklar, yerel seçimlerden sonra da büyük sıkıntılarla karşı karşıya kalacağız. İktidar aklını başına toplamalı ve ekonomi tercihlerini emekçiden, kadından, esnaftan, ücretlilerden, emekliden, çiftçiden yana yapmalıdır. Ama iktidar kararlı bir şekilde ekonomi tercihlerini sermayeden ve kendisini destekleyen yandaşlardan yana kullanıyor.

Dün 12 Eylül’dü. 12 Eylül 1980’de gerçekleşen darbenin üzerinden 43 yıl geçti. O günlerde yaşananları hepimiz hatırlıyoruz. Yüz binlerce gözaltı, binlerce tutuklama, işkence, sürgün, idam, faili meçhul her türlü insanlık dışı muamelenin yapıldığı bir dönemdi. Her türlü hukuksuzluğun ve adaletsizliğin yapıldığı bir dönemdi. 12 Eylül’den sonra yapılan anayasanın 1982’de kabul edilmesinin üzerinden 41 yıl geçti.

12 Eylül Anayasasının yıllardan beri değiştirilmesi gerektiğini savunuyoruz. Bu anayasanın demokrasiyle, hukukla, adaletle, evrensel hak ve özgürlükle alakası olmadığını hep söyledik, söylemeye de devam edeceğiz. AKP, bu anayasada 12 kez değişiklik yaptı. 12 kez yama yaptı var olan anayasaya. Aslında her dönemde anayasanın değişmesi gerektiğini söylediler ve sadece yama yaparak günü atlatmaya çalıştılar. Bu demokratik olmayan darbe anayasasından kurtulma imkanını bu toplum bulamadı.

“Anayasaya makyaj yapmaya biz asla alet olmayacağız”

41 yıldır bu anayasanın zulmünü ve hukuksuzluklarını yaşıyoruz. Dün AKP Genel Başkanı Cumhurbaşkanı Erdoğan bir açıklama yaptı ve yeni bir anayasa çağrısında bulundu. Bütün partilerle konuşacağız, dedi. Adalet Bakanı da benzer bir açıklama yaptı. Muhtemelen başka parti sözcüleri ve iktidar sözcüleri de bu açıklamaları yapacaktır. Şunu net olarak söyleyelim. Anayasaya makyaj yapmaya biz asla alet olmayacağız.

Birkaç maddesini değiştirmek için adım atılacaksa bu adımların hiçbirinin yanında olmayacağız. Çünkü daha fazla makyaja tahammülümüz yok. Ama gerçekten demokratik sivil bir anayasa yapılacaksa; hem Meclis çatısı altında hem de Meclis dışında toplumun farklı kesimlerinin, STK’ların, uzmanların ve halkın görüş ve önerileriyle iyi bir tartışma süreci yürütülecekse iktidarı ve muhalefetiyle o zaman bu çalışmaların ciddiye alınma ihtimali ortaya çıkar. Ama iktidar kendisine yarayacak yama faaliyetleri ve palyatif tedbirlerle yeni bir anayasa yapıyoruz havasına giriyorsa, biz böyle bir şeyden yana olmayacağız.

Evrensel hukuk ilkelerine, hak ve özgürlüklere dayalı bir anayasaya sahip olmak için bir çaba olduğunu görmedik bugüne kadar maalesef. Böyle bir niyet varsa bizler bu tartışmanın değerlendirilmesi gerektiğini elbette ki düşünürüz. Ama ortamın değişmesi lazım. Ağzını açanın, sosyal medya paylaşımı yapanın tutuklandığı, ifade özgürlüğünün esamesinin bulunmadığı, HDP’ye yönelik kumpas davalarının sürdüğü, basın özgürlüğünün kısıtlandığı bir ortamda demokratik ve özgürlükçü anayasa yapılmasının mümkün olmadığı açıktır. Yani ortam demokratikleşmeli ki demokratik ve özgürlükçü bir anayasanın yapılma ortamı da ortaya çıkabilsin.

Biliyorsunuz ki 14-28 Mayıs seçimlerinden sonra partimiz bir muhasebe süreci başlattı. Bugüne kadar birçok toplantılar dizisi gerçekleştirdi. Dün de konferanslarımız sonuçlandı. Ekim ayında yapacağımız kongreye 1 ay zaman kaldı. Konferanslarımız, seçimlerin ardından yapılan yeniden yapılanma muhasebesinin sonuçlarını ortaya çıkardı. Bu süreçte bine yakın toplantı yaptık. Hem halk toplantıları hem il ve ilçe toplantıları oldu. Çalıştay ve atölyelerimiz oldu. Bölge konferanslarımız oldu. On binlerce insanın katıldığı bu toplantılar sürecinde ciddi bir muhasebe yapıldı. Konferanslarımızda alınan kararlarla birlikte bu süreci tamamlamış olduk. Bu sonuçları kongremize taşıyacağız. Kongrede bu kararlar kesinleşecek, hem partinin ismi hem tüzüğü hem de parti yönetimi değişecek.

Yeni bir başlangıcı Ekim’de yapacağımız kongreyle gerçekleştireceğiz. Bu konuda çok ders çıkardık. Bütün tartışmalardan, eleştirilerden hareketle bir özeleştiri süreci yaşadık. Hem örgütsel hem de politik açıdan eksik ve gediklerimizi çok yaygın olarak tartıştık ve sonuçlara vardık. Önemli görüyoruz. Belki de muhalefet partileri içinde bu süreci gerçekleştirmiş ve tamamlamış olan tek partiyiz. Ve yapılması gerekenleri de ortaya çıkaran tek partiyiz, bunu da vurgulayalım.

Eş Genel Başkanlarımız, yeni dönemde aday olmayacaklarını açıklayarak bu muhasebede kendilerine düşen payı söylemiş oldular. Çok teşekkür ediyoruz hem Pervin Buldan’a hem Mithat Sancar’a. Kendileri büyük fedakarlıklarla bu süreci sürdürdüler. Dönemin yöneticileri büyük bir fedakarlık ve kararlılıkla bu süreci sürdürdüler ve bu muhasebe sürecinde kendilerine düşen her şeyi yapmaya çaba sarf ettiler. Umuyorum kongremizi de iyi bir şekilde tamamlayıp yeni bir başlangıcı yapacağız. Demokrasi, özgürlük, adalet ve barış mücadelemize hem Meclis’te hem de Meclis dışında devam edeceğiz.”

“Demokratik, sivil ve özgürlükçü bir anayasa temel ihtiyaçtır”

Soru: Anayasadan bahsettiniz. Dün Erdoğan’ın açıklaması oldu, ‘Türkiye’nin zenginliğini ve çeşitliliğini yansıtan bir anayasa yapılacağını” söyledi. Bu konudaki tartışmaları ve söylemleri nasıl yorumluyorsunuz?

İkinci soru olarak Ayhan Bora Kaplan operasyonuyla ilgili ne söylersiniz? Verdiği ifadenin bir kısmı yansıdı. Bir suç örgütünden bahsediliyor ve bu suç örgütünün Emniyette ve yargıda ayakları olduğu söyleniyor. Bu isimlerin İçişleri Bakanına yakın olduğu söyleniyor. Bu konuda ne söylemek istersiniz?

“Anayasa ile ilgili biraz önce görüşlerimizi dile getirdim. Demokratik, özgürlükçü ve sivil bir anayasanın büyük bir ihtiyaç olduğunu hep söyledik. 41 yıldır bir darbe anayasası ile yönetiliyor bu ülke. Dolayısıyla özgürlükçü sivil bir anayasa yapılacaksa bu yeni bir toplumsal sözleşme anlamına gelir. O zaman Türkiye’de yaşayan bütün farklılıkların, farklı anadillerin, kültürlerin, inançların özgür ve eşit olduğunu vurgulayan bir anayasa olmalı. Herkesin anadilinin, kimliğinin, inancının saygın olduğunu vurgulayan eşitlikçi bir anayasaya ihtiyaç var.

Elbette biz henüz bir taslakla karşı karşıya gelmedik. Bir taslak mı olacak çünkü iktidar kanadında farklı partiler var. Bu taslaklar ortaya çıktığında biz de görüşlerimizi söyleyeceğiz. Tartışmalar ve değerlendirmelere katılacağız. Cumhurbaşkanı demiş ki “Hiçbir muhalefet partisinin taslağı ortada yok”. Bizim taslağımız ortada ve bunu her an güncelleyerek ilerliyoruz. Hem dünyadaki hem de ülkedeki gelişmeleri değerlendiren güncellemeler yaparak ilerliyoruz. Eğer böyle bir tartışma gerçekten demokratik bir ortamda halkın katılımıyla gerçekleşirse bizler de taslağımızı ortaya koyacağız.

İkinci sorunuza gelince; özellikle İçişleri Bakanlığı ve Emniyet açısından, kara para aklanmasından mafyatik ilişkilere ve uyuşturucu ticaretine kadar Türkiye yakın tarihinin en şaibeli ve en kirli ilişkilere sahip olunan bir dönemdeyiz. Meclis’te yaptığımız tartışmalarda bunu açık bir şekilde dile getirdik. Baktığınızda tutanaklarda hepsini bulabilirsiniz. Türkiye Cumhuriyeti tarihine baktığınızda İçişleri Bakanlığı açısından en karanlık dönemin yaşandığı çok açıktır.

Ama buna ilişkin gerçekten makyaj tedbirler mi alınıyor, yoksa köklü düzenlemeler mi yapılıyor göreceğiz. Bizler de basında çıkan haberleri, kime nasıl operasyon yapılıyor okuyoruz. Zaten mafyatik ilişkileri bu kadar geniş şekilde kurmuş olan, mafya ve uyuşturucu tacirleriyle çok kalın bir fotoğraf albümü olan bir içişleri bakanlığından bahsettiğimiz için, hani böyle bir iki operasyon ile temizlenecek gibi bir durum görünmüyor. Bu iktidar içi ilişkilerin nasıl ilerleyeceğini, ne tür adımlar atılacağını yakından izliyoruz.”

Paylaşın

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir