Yılmaz Güney Kimdir? Hayatı, Eserleri

1 Nisan 1937 yılında Adana’nın Karataş ilçesine bağlı Yenice Köyü’nde dünyaya gelen Yılmaz Güney, 9 Eylül 1984 yılında mide kanserinden dolayı Paris’te hayatını kaybetti. Yılmaz Güney’in naaşı Père Lachaise Mezarlığı’na defnedildi.

Asıl adı Yılmaz Pütün olan Yılmaz Güney’in babası kan davası yüzünden Adana’ya göçen aslen Urfa Siverekli çiftçi başı Hamit (Hamo) Pütün (Hamit Çavuş), annesi ise Güllü (Gule) (nüfustaki adı Nafiye) Hanım’dır. Yazarın annesinin ilk eşi Koço Bey’den iki kardeşi; babası Hamit Bey’in ikinci eşi Sebiha Hanım’dan dört kardeşi vardır. Öz kardeşi Leyla ise 1938’de doğdu.

İlkokul üçüncü sınıfa kadar Yenice İlkokulunda, sonra sırasıyla Adana İnönü ve Adana İnkılap İlkokullarında okudu. Ortaokulu Adana Ortaokulunda tamamladı. Öykü yazmaya lise yıllarında başladı. “Unutulmuş Adam” (1956), “İçimizden Biri” (1956), “Ölüm Beni Çağıyor” (1956) yazarın ilk öykülerindendir. 1955’te (kimi kaynaklara göre 1956) On Üç, Fikir Sanat Dergisi’nde yayımlanan “Üç Bilinmeyenli Eşitsizlik Sistemleri” yazar için hayatının dönüm noktası oldu. 1956’da Adana Erkek Lisesinden mezun oldu.

Çocukluğundan itibaren simitçilik, çobanlık, bekçilik, ırgatlık vb. işlerde çalışan Yılmaz Güney, lise yıllarında ve sonrasında film şirketlerinde pursantaj memuru olarak çalıştı. 1956’da yazar, Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesine kaydını yaptırdı. Derslere devam zorunluluğu yoktu. Bunun üzerine Adana’ya döndü; amacı hem okuyup hem çalışmaktı.

Fakat iki iş bir arada yürümedi ve okulun yarıyıl sonu sınavlarına dahi giremedi. 1957’de İstanbul’a gitti. 1958’te İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesine kaydını yaptırdı. Yılmaz Güney’in İstanbul’a gelirken en büyük amacı büyük bir yazar olabilmekti. Çeşitli sebeplerle okula devam edemedi. 1958’de yayımlanan “İyi Günler Pazar” öyküsünden itibaren yazılarında da Yılmaz Güney adını kullandı.

Yazar İstanbul’da bir taraftan sinema sektöründe çalışmaya bir taraftan da edebiyatçılarla tanışmaya, gazete/dergilere yazı yazmaya devam etti. 1958’de Atıf Yılmaz’ın yönettiği “Bu Vatanın Çocukları” filminde ilk asistanlık, senaryo yardımcılığı ve başrol oyunculuğu deneyimini yaşadı. “Üç Bilinmeyenli Eşitsizlik Sistemleri” adlı hikâyesinde siyasi propaganda yaptığı gerekçesiyle 1956’da başlayan yargılanma süreci 1961’de sona erdi ve yazar bir buçuk yıl ağır hapis, sürgün ve kamu haklarından ömür boyu men cezası aldı.

Hapishanede iken senaryolar yazarak geçimini sağladı. 1962’de Konya’da sürgündeyken içkili eğlence mekânında şarkıcılık yapan Birsen (Can) Ünal’la tanıştı. 1963’te İstanbul’a döndü ve sinema sektöründeki kariyerine devam etti. Can Ünal’la evlilik dışı birlikteliklerinden Elif adında kızları oldu. 1964-65 yıllarında Yılmaz Güney sinema sektöründe rüştünü ispat etti ve çok meşhur bir aktöre dönüştü. 1966’da çekilen “Çirkin Kral” filminden sonra bu takma adıyla anılmaya başlandı. 1966’da ilk romanı Boynu Bükükler yayımlandı.

1967’de Nebahat Çehre (gerçek adı Hilal) ile yaptığı evlilik bir yıl sürdü. 1968-1970 yılları arasında önce Sivas ardından Muş’ta askerlik görevini tamamladı. 1970’de İstanbul’a döndü. Ara vermeden film çekimlerine başladı. Aynı yıl Jale Fatma (Fatoş) Hanım’la evlendi. 1970’de yönetmenliğini yaptığı “Umut” filmi Türk ve Dünya sinemasında oldukça ses getirdi. 1971’de oğlu Yılmaz dünyaya geldi. 1972-74 yılları arasında İstanbul Selimiye askeri cezaevinde tutuklu kaldı.

1974’te af yasasıyla hapishaneden çıktıktan sonra ideolojik görüşünün ağır bastığı filmlere imza attı. Aynı yıl “Endişe” filminin çekimlerinde Adana’da bir gazinoda silahlı tartışmada yargıç Sefa Mutlu’yu öldürmekten tutuklandı. On dokuz yıl ağır ceza hapsi aldı. Cezaevindeyken Nihat Behram’la birlikte Güney isimli dergi çıkardı; senaryoları Zeki Ökten, Şerif Gören gibi yönetmenler tarafından filme çekildi. 1981’de firar ederek Paris’e kaçtı. 1984’te Paris’te mide kanserinden vefat etti. Filmleri dışında ayrıca 1971’de yayımlanan Boynu Bükük Öldüler romanıyla 1972 Orhan Kemal Roman Ödülünü kazandı.

Yüzden fazla filmde oyuncu, yönetmen ve senarist olan Yılmaz Güney pek çok ödül almıştır. Aldığı ödüllerden en önemlileri şöyledir:

Hudutların Kanunu (1966)-4. Antalya Film Festivali (1967), En iyi erkek oyuncu; Seyyit Han (Toprağın Gelini)-1. Adana Film Şenliği (1969) En başaralı üçüncü film/en başarılı erkek oyuncu; Bir Çirkin Adam (1969)-7. Antalya Film Festivali (1970) En başarılı film/en başarılı erkek oyuncu; Umut (1970)-2. Adana Film Şenliği (1970) En iyi film/en iyi senaryo/en iyi erkek oyuncu-25. Uluslararası Cannes Film Festivali (1971) yarışma dışı gösterildi-27. Uluslararası Berlin Film Festivali (1977) Fibresci Ödülü; Acı (1971) Adana Film Festivali (1971)En başarılı ikinci film/en başarılı erkek oyuncu; Ağıt (1971)- Adana Film Festivali (1971)En başarılı film/en başarılı yönetmen/en iyi erkek oyuncu; Umutsuzlar (1971)-3. Adana Film Festivali (1971) En iyi üçüncü film; Arkadaş (1974)-Antalya Film Festivali (1975) En iyi ikinci film; Zavallılar (1974)- 12. Antalya Film Festivali (1975) En iyi üçüncü film;

Endişe (1974)-12. Antalya Film Festivali (1975) En iyi film/en iyi senarist; Sürü (1978)-29. Uluslararası Berlin Film Festivali (1979) Jüri özel ödülü, Sinema Yazarları Derneği (1980) En iyi film/en iyi senarist, 32. Locarno Film Şenliği (1979) En iyi film, özel mansiyon, 10. Antwerp Film Festivali (1979) Belçika Kraliyet film arşivi ödülü/büyük ödül, Londra Film Festivali (1980) En özgün ve yaratıcı film, Valencia Film Festivali (1980) Büyük ödül; Düşman (1979) 30. Uluslararası Berlin Film Festivali (1980) En iyi senaryo jüri özel ödülü/Katolik kilisesi büyük ödülü, Sinema Yazarları Derneği (1981)En iyi üçüncü film/en iyi senaryo; Yol (1981) 35. Uluslararası Cannes Film Festivali (1982) Altın Palmiye ödülü.

İlk hikâyeleri On Üç, Salkım, Nasır, Doruk, Yeni Ufuklar ve Pazar Postası gibi dergilerde yayımlanan Yılmaz Güney hikâye dışında roman, deneme, mektup ve senaryo türlerinde eserler kaleme alır. Çocukluğundan itibaren okumaya ve edebiyata düşkün olan Güney’in gençlik dönemi hikâyeleri alttan alta bir sınıf bilinci taşısa da tam anlamıyla belirli bir dünya görüşüne yaslanmazlar. Yazar bu dönemde aynı zamanda sinema sektöründe oyunculuk ve yönetmenlik yapmaktadır.

Bu nedenle hikâyelerinin kurgusunda sinematografik öğelere rastlanır. Birey-toplum ilişkisi, ezilen insanlar, insanın hiçliği, yalnızlığı öykülerinin tematik evrenini oluşturur. Bu eserlerde yer yer düş ile gerçeğin iç içe geçtiği ve fantastik unsurların kullanıldığı görülür. Yazar, karakterlerin bilinçaltını okuyucuya sunmaya çalışır, psikolojik tahlillere yer verir. Hikâyelerde varoluşçuluk akımının etkileri gözlenir. Bu dönem eserlerinde yer yer şiirsel söylem göze çarpar.

Yılmaz Güney’in öykücülüğünün ilk evresinden sonra araya hapishane yılları girer. Bu dönemden sonra yazarın eserlerinde varoluşçu duyuştan ziyade somut gerçekliklerin ağır bastığı gözlemlenir. Artık dünya görüşünün üstün geldiği yapıtlar kaleme alır. Boynu Bükükler( 1966) / Boynu Bükük Öldüler (1971) romanı bu evreye denk gelir. Feodal üretim biçimi olarak ağalık düzeninin anlatıldığı romanda ahlak, sevgi ve insan ilişkileri gibi kavramlar sorgulanır. Köyü ele alması bağlamında eser Yaşar Kemal’in Çukurova’yı anlattığı hikâye ve romanlarıyla, Orhan Kemal’in eserleriyle benzerlikler taşır. Fakat romanda köyü terk eden kahramanların şehirdeki serüvenine de yer verilir. Eser, toplumsal düzende ataerkil erkek kimliğinin eleştirisini de içerir.

Hücrem-Salpa-Sanık (1975) üçlemesinde yazarın doğrudan mesaj kaygısı taşıdığı gözlemlenir. Çünkü Güney, artık sesinin geniş kitlelere ulaştığının ve bu kitleler üzerindeki etkisinin de farkındadır. Bu eserlerde toplumsal/siyasal olayları yazar. Hücrem’de devrimci düşünce ve sınıf mücadelesi temel izleklerdendir. Salpa’da aydın kesimin egemen ideoloji ile bağını Mehmet Salpa karakteri üzerinden sorgular. Sanık’ta ise Yaşar Yılmaz karakteri üzerinden tezini ortaya koyar. Buna göre kitlelerle organik bağı bulunmayan aydınlar yalnızlığa mahkûmdur. Soba, Pencere Camı, İki Ekmek İstiyoruz (1999), gecekondu çocuklarının suçla olan bağlantısını işler ve eserde çocuk cezaevlerinin durumu anlatılır.

Yazarın senaryolarında gözlem gücünün ağır bastığı görülür. Güney’in yaşadığı ve gördüğü her şey senaryolarının malzemesini oluşturur. Denemeleri toplumsal ve siyasal meseleler üzerinedir. Selimiye Mektupları (1995) ise 1972-74 arasında yazarın Selimiye Cezaevinden eşi Fatoş Güney’e yazdığı mektuplardan oluşur.

Yılmaz Güney’in eserleri: Boynu Bükükler (1966 Roman), Boynu Bükük Öldüler (1971 Roman), Umut (1975 Diğer), Arkadaş (1975 Diğer), Umutsuzlar (1975 Diğer), Hücrem (1975 Roman), Salpa (1975 Roman), Sanık (1975 Roman), Baba (1976 Diğer), Asılacak Adam (1976 Diğer), Seyyit Han (1976 Diğer), Endişe (1976 Diğer), Ağıt (1976 Diğer), Zavallılar (1976 Diğer), Acı (1977 Diğer),

Yumurtalık Olayı ve Yılmaz Güney (1977 Diğer), Hudutların Kanunu (1977 Diğer), Aç Kurtlar (1977 Diğer), Savunma (1977 Diğer), Faşizm Üzerine (1979 Deneme), Paris Komünü Üzerine (1979 Deneme), Siyasal Yazılar (3 Cilt) (1985 Deneme), Ölüm Beni Çağırıyor (1988 Hikâye), Yunan Bıçağı (1990 Hikâye), Yol (1994 Diğer), Sürü (1994 Diğer), Selimiye Mektupları (1995 Mektup), Duvar Yılmaz  (1999 Diğer), Oğluma (1999 Diğer), Soba, Pencere Camı, İki Ekmek İstiyoruz (1999 Roman).

Paylaşın

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir