Türkiye’de Her Çocuk 2 Milyon Lira Borçla Doğuyor

TBMM’de gündeme ilişkin basın toplantısı düzenleyen DEM Parti Grup Başkanvekili Gülistan Kılıç Koçyiğit, Hazine ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek’in Türkiye’nin borcuyla ilgili olarak “ortada abartılacak bir şey yok” açıklamasına ilişkin yaptığı değerlendirmede, “Biz ne diyeceğimizi bilemiyoruz. Gerçekten ibretlik ve hayret verici bir durum” dedi ve ekledi:

Haber Merkezi / “Bu lakaytlığa, Türkiye’deki milyonlarca işçinin, emekçinin, yoksulun, emeklinin, kadının aklıyla dalga geçen bu açıklamaya ne diyelim? Tam ibretlik verici bir açıklama olduğunu ifade edelim. Sayın Mehmet Şimşek rasyonel politikalara geçtiğini ifade eden bir bakan olarak ortada duruyor ama Türkiye’nin kocaman büyüyen borç yüküne “abartılacak bir şey yok” diyor. Buradan bir iki rakam vermek itiyorum ve kendisine sormak istiyorum. Bütün bu tablo abartılacak bir tablo değil midir?”

Gülistan Kılıç Koçyiğit, açıklamasının devamında, “Bu ülkede her çocuk yaklaşık 2 milyon TL borçla doğuyor. Birey kredi kartı borçları 1 trilyon 407 milyar TL’ye ulaşmış. Bireysel borçluluk 1 trilyon 610 milyar TL’ye ulaşmış. 2023’te toplam 111 bin 576 esnaf kepenk kapatmış. Çiftçi borçları 600 milyar TL’ye yaklaşmış. 2024 bütçesinde her 100 liranın 11.3 lirası faiz ödemelerine gidiyor. 2024 bütçesinde her 100 liranın 10.2 lirası askeri harcamalara harcandı. Türkiye gıda enflasyonu 3 yıldır sürekli artıyor ve rekor üzerine rekor kırıyor.

OECD ortalamasının 5 katı yüksekliğinde. Bugün büyük bir gıda yoksulluğu ve gıda yoksunluğu yaşıyor Türkiye halkları. Çocuklar yumurtaya, ete, süte hasret kalmış durumda. İnsanlar neredeyse öğün atlayarak yaşama tutunmaya çalışıyor. Türkiye’nin gıda enflasyonunda dünyanın ilk sıralarında yer alması da sanırım Sayın Bakan açısından abartılacak bir durum değil. Yine Türkiye enflasyonda 4’üncü ülke ama sanırım Bakan Bey açısından bu da abartılacak bir durum değil. Soralım bütün bunlar kimin eseri? Bütün bunlar AKP hükümetinin en büyük ekonomi duayeni olan Erdoğan’ın eseri değil mi?” ifadelerini kullandı.

Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi (DEM Parti), Grup Başkanvekili Gülistan Kılıç Koçyiğit, TBMM’de gündeme ilişkin basın toplantısı düzenledi. Koçyiğit, şunları söyledi:

“Bugün Çorlu tren kazasının karar duruşması görüldü. Bu karar duruşmasında Türkiye kamuoyunu üzüntüye boğan cezasızlık meselesini hep beraber gördük. 8 Temmuz 2018’de Uzunköprü-Halkalı seferini yapan yolcu treni kaza yaptı ve 7’si çocuk 25 kişi bu kazada ne yazık ki yaşamını yitirdi. 340 kişi ise yaralanmıştı. Peki, bu gerçekten bir kaza mıydı? Hayır, daha önce yaşanan Pamukova kazasında olduğu gibi göz göre göre gelen bir katliamdı aslında. Bunun özel olarak altını çizelim. Eğer gerçekten gerekli tedbirler alınsaydı, bakım onarım için gerekli bütçe ayrılmış olsaydı, 138 km’lik yola tek bir yol bekçisi yerine birden fazla görevlendirme yapılsaydı, kilometreye bölünmüş olsaydı belki de bu kaza olmayacaktı.

Ama ne yazık ki bunların hiçbiri yapılmadı. Menfezlerin bakımına para ayırmak yerine iktidar lüks ve şatafata para ayırmayı tercih etti. Halkın canını korumak yerine sermayeyi korumayı önceledi ve göz göre göre gelen bir kazayı biz hep beraber izledik. Ben bir kez daha o kazada yaşamını yitirenleri rahmetle anıyorum. Bugün çıkmış olan bu haksız hukuksuz cezalarla bir kez daha yaralanan ailelerin yanında olduğumuzu da ifade etmek istiyorum.

Her mahkeme aşamasını takip ettik. Her mahkeme öncesi, özellikle Sayın Mısra Öz başta olmak üzere, ailelerin feryatlarını hep beraber bütün Türkiye kamuoyu duydu. Bir tek AKP iktidarı bu feryadı, bu acıyı, bu adalet talebini duymadı. AKP iktidarının talimatlı yargısı da ne yazık ki yeni bir adaletsizliğe daha imza atmış oldu. Özellikle şunu söylemek gerekiyor. Ailelerin talepleri hiçbir şekilde karşılanmadı.

Davanın açıldığı ilk günden itibaren yargı aslında Devlet Demir Yollarını koruma görevini üstlendi. İlk etapta dosyada 4 kişi yargılandı ve bütün bu yargılananların asli sorumlular olmadığını çok iyi biliyoruz. Ailelerin avukatlarının çabası sonucunda yargılanan sayısı 9’a çıkarıldı ama yine içerisinde gerçek anlamda bir sorumlu olmadığını görüyoruz. Örneğin Ulaştırma Bakanı istifa etmedi, hükümet düşmedi. Her şey normalmiş, her şey olağanmış, bu yaşananlar her zaman olabilecekmiş gibi bir tutum takınıldı.

25 insanın yaşamına mal olan bu kazanın üzerinden atlandı ve bu aslında adaletten kaçırılan bir dava oldu. Sadece Devlet Demir Yollarındaki Bakım Servis Müdürü 50 günlük bir cezaevi süreci yaşadı. O yüzden aslında hiçbir şekilde adaletin olmadığını, bütün yargılama boyunca devletin tutumunun toplum karşıtı olduğunu ve ailelerin acısına acı katan bir yargılama olduğunu yeniden ifade etmek istiyoruz. Belki yarına kalır ama AKP’nin bu hukuksuzluklarının yanına kalmayacağını da ifade etmemiz gerekiyor.

Yargılamanın burada bittiğini sananlar, bu defterin kapandığını sananlar, Çorlu tren kazası başta olmak üzere diğer bütün kaza ve katliamlarda yaşamlarını yitirenleri sadece sayılarla ifade edenler, yurttaşların en temel hakkı olan yaşam hakkının ihlal edilmesinde hiç payları olmadığını düşünenler elbette bir gün gerçek bir hukuk önünde bütün bunların hesabını verecektir. Bunun için bizler elimizden gelen bütün mücadeleyi yürüteceğiz. Çorlu tren kazasında yaşamını yitirenlerin ailelerinin bugün yaşadıkları hayal kırıklığını ve acıyı anladığımızı, onların yanlarında olduğumuzu, bundan sonraki hukuki süreci de birlikte yürüteceğimizi tekrardan ifade etmek istiyorum.

Ülkede yargılamalarda bu kadar büyük adaletsizlikler oluyor. Ne yazık ki yargı her zamanki gibi yeniden ve yeniden iktidarı, sermayeyi ve muktedirleri koruyor ama toplumu koruyan bir sistem yok. Bu sistemin başındaki Adalet Bakanı yargıdaki bütün hukuksuzluklar, çarpıklıklar ve çürümeye karşı bir şey yapıyor mu? Hayır, hiçbir şey yapmıyor. Kendisi AKP’nin yeni Goebbels’i olmuş galiba. Ülkede adalet ve yargı yerlerde, o yemiyor içmiyor DEM Parti’ye söz söylemeye, DEM Parti üzerinden algı yaratmaya devam ediyor.

DEM Parti’yi yeni bir hukuksal kıskaca almak için sözler kuruyor. Adalet Bakanına buradan sormak istiyorum: Sizin gerçekten başka işiniz yok mu? Sayın Adalet Bakanına Goebbels olmak yetmemiş, bir de Süleyman Soylu olmaya soyunmuş. Adalet Bakanı Yılmaz Tunç, mübaşiri MHP olan HDP Kapatma Davasının hakimliğine soyunmuş durumda. Bu kapatma davası kendilerine yetmemiş olacak ki DEM Parti’ye kapatma davası açması için yargıya talimat veriyorlar, yargıyı yönlendirmeye çalışıyorlar.

Bakan konuşmasında AİHS’in 10 ve 11’inci maddelerini referans gösteriyor. Peki, geçmişte hukuksuz bir şekilde kapatılan partilerden bahseden Adalet Bakanı, Türkiye’nin AİHM’de mahkum edilen kapatma davalarına dair neden tek bir cümle kurmuyor, Türkiye’nin bu konuda mahkum edildiğini neden ifade etmiyor? Bilmediğinden değil tabii ki işine gelmiyor. Çünkü onun işi adaletin tesisini sağlamak değil adaletsizliğin tesisi için algı yaratmak, manipülasyon yapmak. Kapatma davasının iddianamesini satır satır okumuş biri olarak şunu söyleyeyim; o kadar akıldan yoksun, hakikaten uzak bir iddianame ki okuduğumuzda utandığımızı ifade etmek istiyorum.

Kumpas, kurgu diyeceğim ama onu da becerememişler. Bir kurgunun en azından aklı olur. Ancak burada tam bir akıl tutulmasının olduğunu, intikam ve düşmanlık duygusuyla ve siyasi saiklerle hazırlandığını görüyoruz. Adalet Bakanına soruyorum; Kobanî Davasında unutulan kapatma davası açma talimatına ilişkin belgeye dair niye hiçbir şey söylemiyorsunuz? Çünkü kumpası çökerten, kurguyu çürüten bir belge. Siz o belgeye bir şey söyleyemezsiniz, üzerinden atlayıp görmezden geliyorsunuz. Neden Hazine yardımımıza bloke konulması kararında, 3 gün kala siparişle getirilmiş bir gizli beyanının dosyaya konulduğundan bahsetmiyorsunuz? Çünkü o süreci de elinize yüzünüze bulaştırdınız, o süreci de talimatla yürüttünüz.

“Anayasa Mahkemesine emir vermekten derhal vazgeçin”

Neden kapatma davasına konu edinilen birçok iddiaya dair AİHM’in ihlal kararı verdiğini söylemiyorsunuz? Çünkü aslında konuşurken dayandığınız AİHS maddeleriyle çeliştiğini siz de iyi biliyorsunuz. Biz konuşmaların hukuki bir değerlendirmesini yapmayacağız. Çünkü Sayın Bakanın ağzından hukuk adına tek bir cümle çıkmıyor. Halkın sinir uçlarını zıplattığımızı söylemişler.

Biz söyleyelim; halkın sinir uçlarını zıplatmadığımız seçim sonuçlarıyla açık ve nettir. Ama seçimde kazandığımız başarının birilerinin sinir uçlarını zıplattığını, AKP ve MHP’yi korkuttuğunu çok açık ve net bir şekilde bir kez daha söyleyelim. Ne HDP ne de DEM Parti birilerinin ağzına meze olacak, birilerinin yöneleceği bir parti değildir. Onun için de partimizi yargılamak için yargıya talimat vermekten, Anayasa Mahkemesine emir vermekten derhal vazgeçin. Adalet Bakanını bir kez daha hukuka davet ediyoruz, bir kez daha görev tanımına uygun davranmaya davet ediyoruz.

Şimdi partimizi kapatmak istiyorlar. Peki, partimiz talimatla kapatılacak bir parti mi? Hayır. Bizim partimiz aslında bir siyasi parti olmanın çok çok ötesindedir; halkın partisidir, halkın evinde kurulmuş bir partidir, bir fikriyattır, bir felsefedir. Partimiz, yeni yaşamı örgütleyen ve inşa eden temel güçtür. Bu gücü kapatmaya hiçbir yargısal karar, hiçbir talimat tabii ki yetmeyecektir. Bakan’ın anlamadığı ve anlayamayacağı işte bu hakikatin tam da kendisidir. Onun için önerimiz şudur Bakan’a ve diğer sinirleri zıplayanlara; partimizin adını sürekli karalamaya çalışmak yerine sakinleştirici alabilirsiniz.

Seçim sürecini sindirmek için bir dönem inzivaya çekilebilirsiniz ve en nihayetinde bu sonuçları tabii ki sindireceksiniz çünkü bu sonuçlar halkın iradesinin sonuçlarıdır. Halkımızın ortaya koyduğu sonuçlardır. Halkın iradesine meydan okunamayacağını da 31 Mart seçimleri hepinize açık ve net bir şekilde göstermiştir. Ne yaparsanız yapın çökeceksiniz ve çözüleceksiniz. Çünkü halkın iradesinin karşısında duran her yapı çökmüştür ve çözülmüştür. 31 Mart seçimleri bunun açık ve net bir şekilde fotoğrafını ortaya koymuştur. Ama 31 Mart seçimlerinden sonra gerekli dersleri aldığını söyleyenlerin yine aynı pratiklere girmesi aslında hiç de bu dersi almadıklarını gösteriyor. Yine aynı yoldan yürüyeceklerini gösteriyor. Buna karşı da Van’da olduğu gibi duracağız, bunlara geçit vermeyeceğiz, bunlara prim vermeyeceğiz.

“2024 bütçesinde her 100 liranın 11.3 lirası faiz ödemelerine gidiyor”

Hazine ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek bir röportajında Türkiye’nin borcuyla ilgili olarak “ortada abartılacak bir şey yok” demiş. Biz ne diyeceğimizi bilemiyoruz. Gerçekten ibretlik ve hayret verici bir durum. Bu lakaytlığa, Türkiye’deki milyonlarca işçinin, emekçinin, yoksulun, emeklinin, kadının aklıyla dalga geçen bu açıklamaya ne diyelim? Tam ibretlik verici bir açıklama olduğunu ifade edelim. Sayın Mehmet Şimşek rasyonel politikalara geçtiğini ifade eden bir bakan olarak ortada duruyor ama Türkiye’nin kocaman büyüyen borç yüküne “abartılacak bir şey yok” diyor. Buradan bir iki rakam vermek itiyorum ve kendisine sormak istiyorum. Bütün bu tablo abartılacak bir tablo değil midir? Bu ülkede her çocuk yaklaşık 2 milyon TL borçla doğuyor. Birey kredi kartı borçları 1 trilyon 407 milyar TL’ye ulaşmış. Bireysel borçluluk 1 trilyon 610 milyar TL’ye ulaşmış. 2023’te toplam 111 bin 576 esnaf kepenk kapatmış.

Çiftçi borçları 600 milyar TL’ye yaklaşmış. 2024 bütçesinde her 100 liranın 11.3 lirası faiz ödemelerine gidiyor. 2024 bütçesinde her 100 liranın 10.2 lirası askeri harcamalara harcandı. Türkiye gıda enflasyonu 3 yıldır sürekli artıyor ve rekor üzerine rekor kırıyor. OECD ortalamasının 5 katı yüksekliğinde. Bugün büyük bir gıda yoksulluğu ve gıda yoksunluğu yaşıyor Türkiye halkları. Çocuklar yumurtaya, ete, süte hasret kalmış durumda. İnsanlar neredeyse öğün atlayarak yaşama tutunmaya çalışıyor. Türkiye’nin gıda enflasyonunda dünyanın ilk sıralarında yer alması da sanırım Sayın Bakan açısından abartılacak bir durum değil. Yine Türkiye enflasyonda 4’üncü ülke ama sanırım Bakan Bey açısından bu da abartılacak bir durum değil. Soralım bütün bunlar kimin eseri? Bütün bunlar AKP hükümetinin en büyük ekonomi duayeni olan Erdoğan’ın eseri değil mi?

İnsanlar cebinde minibüs parası bulamıyor, çocuklar okula aç gidip geliyor, kadınlar en temel ihtiyaçlarını karşılayamıyor, emekliler ikinci bir iş yapmak zorunda kalıp 70-80 yaşında çalışmak zorunda kalıyor. Bütün bunların müsebbibi kim, bütün bunlar abartılmaya değer değil midir? Bir de Mehmet Şimşek neredeyse makamında oturamıyor, ülkeden ülkeye koşup duruyor. Uçaktan indiğini görene aşk olsun! Neden bu kadar koşturuyor, çünkü para arıyor.

Çünkü sıcak paraya ihtiyacı var. Çünkü Türkiye’nin ciddi bir likidite sorunu var ve bu parayı aramak için kah IMF’nin kapısına gidiyor, kah Londra’da sermaye gruplarıyla toplantılar alıyor, kah Katar’a ve Suudi Arabistan’a gidiyor. Neden, çünkü para arıyor. Neden bu kadar borç arıyorsunuz diye buradan sormamız gerekiyor. Bunun bir de matematiksel bilanço boyutu var. 2024 bütçesinin bütçe açığı 2,6 trilyon lira. Madem abartılacak bir şey yok, bu açığı kapatmak için neden halkın sırtına yeni vergiler yüklemeye çalışıyorsunuz? Neden yeni vergi yüküyle, örneğin Motorlu Taşıtlar Vergisini iki defa alarak insanlarımızı mağdur ettiniz?

Bütün bunlara nasıl açıklama getiriyor Sayın Bakan? “Deprem oldu”. Evet, deprem bir hakikat ama deprem harcamalarının bu bilançonun sorumlusu olmadığını biliyoruz. Bu bilançonun sorumlusunun, Türkiye’nin bu kadar ciddi enflasyonla baş başa kalmasının sebebinin, yoksulluğun bu kadar artmasının sebebinin Kürt düşmanlığı nedeniyle artan savaş harcamaları ve sermayenin çıkarları için yapılan düzenlemeler olduğunu çok iyi biliyoruz.

Sadece Saray’ın şatafatının bile bu bilançodaki payını görmemiz gerekiyor. Her halde Saray’ın sadece ışıkları kapatılsa Türkiye ciddi bir tasarruf yapmış olacak. Bunu da ne yazık ki yapmıyorlar. Tıpkı 15 Temmuz darbe girişiminin AKP’nin yeni rejimi ikame etmesinde kullanışlı aparat olması gibi, ekonomiyle ilgili her soruna da bugün depremi bahane ediyorlar. Deprem onlar için artık Allah’ın bir lütfu haline gelmiş. Biz işçilere zam yapın, asgari ücrete zam yapın diyoruz; para yok, deprem oldu diyorlar. Emekli maaşlarını arttırın diyoruz; para yok, deprem oldu diyorlar. Hayat pahalılığı artıyor, gıda enflasyonunu düşürün diyoruz; para yok, deprem oldu diyorlar. Yakında Taksim Meydanını kapatma gerekçelerini depreme bağlarlarsa şaşırmayacağız.

Çünkü her şeyi depremle kapatmaya, depremi bir gerekçe yapmaya çalışıyorlar. Buradan söyleyelim; depremin bütçesi elinizdeydi, deprem vergileri nereye gitti? 99 depreminde topladığınız paraları nereye, kimlere harcadınız? Deprem gerekçesine sığınmak yerine bu soruların cevabını verin. Deprem olduktan sonra canlı yayında topladığınız paraları şu anda faizde tutuyorsunuz. Deprem bölgesinde insanlar konteynerde yaşıyor, temel gereksinimlerinden yoksunlar ama siz parayı kasada, faizde tutuyorsunuz. İnsanları bir konuta ulaştırmadınız. O yüzden Mehmet Şimşek’in sözü bitmiş, makyajı dökülmüş ve bu gerekçeleri de hiç kimse tarafından kabul edilmeyen bir bakan olduğunu ifade etmek isterim.

“Hükümete kırmızı kart gösterdiler”

1 Mayıs öncesindeyiz. İşçi sınıfının uluslararası birlik mücadele ve dayanışma günü olan 1 Mayıs bu yıl yine ağır ekonomik krizlerin ve boş tencerelerin gölgesinde meydanlarda kutlanacak. İşsizlik artmış durumda, iş cinayetleri bir katliama dönüşmüş durumda. Güvencesizlik en temel sorunlardan biri olarak görülüyor. Bütün bu tablonun içinde işçiye ve emekçiye bir kez daha kemer sıkma politikaları dayatılıyor. Hak ve özgürlüklerin tırpanlandığı, adaletin sadece muktedirlere sağlandığı, savaş siyasetinin hayata geçirildiği, sermayenin hak ve imtiyazlarının emekçilerin aleyhine her geçen gün arttığı bu dönemde işçi sınıfı 31 Mart seçimlerine damgasını vurdu.

İşçiler ve emekçiler seçimlerde genel gidişe dur dediler, hükümete kırmızı kart gösterdiler. O nedenle siyasal iklim değişmiştir. Artık okumaları 1 Nisan öncesi ve sonrası olarak yapmak zorundayız. Kadınların, gençlerin, ezilenlerin, yoksulların yan yana geldiği ve birlikte mücadele ettiği yeni bir dönemin kapısı aralanmıştır. Bu dönemin kapısını aralayan halklarımız, işçi ve emekçi sınıfı tabii ki 1 Mayıs İşçi Bayramını meydanlarda kutlayacaktır. Bunun önünde hiçbir irade duramaz, duramayacağını 1 Mayıs alanlarında görmüş olacağız.

Bu yıl Uluslararası Sendikalar Konfederasyonu bütün dünyada otoriter rejimlerin yükselmesine, demokrasinin gerilemesine ve işçi haklarının zayıflamasına karşı “Demokrasi İçin” başlıklı küresel bir kampanya başlatmıştır. 1 Mayıs, bütün dünyada sermayenin ve otoriter rejimlerin tahrip ettiği demokrasinin yeniden inşa edilmesi için meydanların dolacağı önemli bir tarihtir. Bu tarihe biz de hep beraber tanıklık edeceğiz. Ülkede otoriter rejime karşı itirazın ilk nüveleri 1 Nisan’da ortaya çıktı, şimdi bunu daha da ilerletme zamanıdır.

1 Mayıs meydanlarında işçiler ayaklarıyla oy kullanacaklar bu sefer. Bu yıl biz ve birçok emek ve meslek kuruluşu Taksim’e çağrı yaptık. Taksim 1 Mayıs 1977 nedeniyle tarihsel önemi olan bir meydan. 42 emekçinin yaşamını yitirdiği manevi değeri olan bir meydan ve bu meydan bu yıl yine yasaklandı. Üç açıklama geldi bu konuda. İstanbul Valiliği yasaklandığını ifade etti. İçişleri Bakanlığı yasaklama değil kısıtlama kararı olduğunu ifade etti. Çalışma Bakanı ise böyle kısıtlamalar olursa dayanışma ruhunun zedeleneceğinden söz etti. Kim doğru söylüyor? Hakikati İstanbul Valisi söylemiş. Bir kez daha Taksim 1 Mayıs’ını yasaklama ayıbı yaşayan bir iktidarla karşı karşıyayız.

“Milyonlarca emekçiyi 1 Mayıs alanlarında buluşmaya çağırıyoruz”

Biz bu tartışmaları elbette Taksim Meydanına sıkıştırmayacağız. Milyonlarca işçi emekçi alanlarda olacak, taleplerini haykıracak ve yeni bir dönemin kapısını hep beraber işçi ve emekçi sınıfı zorlayacaktır. Bütün bu yasaklama kararlarının yok hükmünde olduğunu ifade edelim. Bizler de DEM Parti olarak 1 Mayıs’ta Taksim Meydanında olacağız. İşçi ve emekçi halkımızla birlikte yan yana duracağız. Güvenlik gerekçesiyle sürekli yasaklanan Taksim’de 2010 yılında 1 Mayıs kutlamasına izin verilmişti ve o zaman tek bir işçinin burnu kanamamıştı, hiçbir sorun çıkmamıştı. Onun için güvenlik gerekçesinin sadece bir bahane olduğunu biliyoruz. Güvenlik önlemi alması gerekenlere, güvenliği gerekçe yaparak alanları ve meydanları kadınlara, halklara, işçi ve emekçi sınıfına kapatma tutumundan bir an önce vazgeçmeleri çağrısını yapmak istiyoruz.

Tüm emekçi kardeşlerimizi de 1 Mayıs meydanlarında omuz omuza bu işçi sınıfı düşmanı, sermaye yanlısı iktidara karşı gücümüzü göstermeye, işçi ve emekçi örgütlülüğünü bir kez daha büyütmeye davet ediyoruz. Şimdiden bütün işçi ve emekçilerimizin 1 Mayıs İşçi Bayramı kutlu olsun. Bu bayram tarihi bir bayramdır. 77’deki 1 Mayıs kadar önemli bir bayramdır. Türkiye’nin demokratikleşmesinin yolunu işçi sınıfının zorlayacağının önemli bir eşiğini göstereceğimiz bir bayramdır. Ben herkesin bu hassasiyetle sürece yaklaşacağına inanıyorum. Hükümete ve İçişleri Bakanlığına da bir an önce bu yanlıştan dönme çağrımı yapmak istiyorum.”

Paylaşın

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir