HDP Kapatma Davası: Çözüm Süreci Kriminalize Ediliyor

Halkların Demokratik Partisi (HDP) Eş Genel Başkan Yardımcısı Ümit Dede, partinin kapatılması istemiyle açılan davada verilen esas hakkındaki görüş ve hukuki süreçle ilgili, birçok eylem ve fiilin, HDP kurulmadan önce olduğunu, çözüm sürecinde gösterilen çabaların da kriminalize edilmeye çalışıldığını ileri sürdü. Dede, “Bu sürecin yargılama konusu yapılması Türkiye ve demokrasi açısından olduğu kadar AKP açısından da tehdit barındırıyor.” ifadelerini kullandı.

Haber Merkezi / HDP Eş Genel Başkan Yardımcısı Ümit Dede, parti genel merkezinde düzenlediği basın toplantısında, Anayasa Mahkemesinin, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının esas hakkındaki görüşünü HDP’ye gönderdiğini söyledi. Dede, esas hakkındaki görüşün HDP’nin kapatma gerekçelerini taşıyıp taşımadığının anlatılması yerine algı yaratılmaya çalışıldığını iddia etti. Dede açıklamasında şu ifadeleri kullandı:

“Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı’nın mütalaasının Anayasa Mahkemesi tarafından dün bize tebliğ edilmesi sebebiyle basın açıklaması yapma ihtiyacı duyduk. AYM’nin bir kısım kararları da var bize ulaşan. Bunları da değerlendirmek istedik. Savcının mütalaası 41 sayfadan oluşuyor. 800 sayfalık bir iddianameden sonra 41 sayfaya sıkışan bir mütalaa dikkat çekici. Tabii biz mütalaayı inceledik, çok daha derinlikli incelememiz devam edecek. Buna karşı savunmamızı da AYM’nin bize verdiği süre içinde tamamlayacağız.

Bir basın toplantısında mütalaada belirtilen hususlara cevap vermemiz mümkün olmayacağına göre bazı kısımlarını değerlendireceğiz. Toplantıdan sonra hem mütalaayı hem de partimizin ön savunmasını size göndereceğiz. 41 sayfalık mütalaayı incelediğimizde, ilk 16 sayfasında benzer tüm mütalaalarda olduğu gibi uzun uzun savcı PKK’yi anlatmış. Bu mütalaayı okuyan herhangi biri, davadan haberi olmayan biri davayı PKK’nin kapatma davası gibi düşünebilir. Amaç algı yaratmaktır.

HDP’nin kapatma gerekçelerini taşıyıp taşımadığını anlatmak yerine algı yaratmaya çalışıyor. Mütalaayı okumaya başlar başlamaz bunu çok net bir biçimde görüyoruz. Savcılığa sunulan ön savunmamıza cevap verilmiş. Bu husus önemli. Hatırlarsanız Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı daha önce eline geçen bütün bilgileri, birçok yığını iddianame içine boca etmişti ki AYM ilk iddianameyi iade etmişti. Ön savunmamızda vurguladığımız tezlerimize cevap vermeye başlamış ve savcılık savunmaya geçmiş durumda. Savcı ön savunmamıza cevap verme telaşına girmiş. Ve bunu başaramamış olması bu davanın siyasi olduğu gerçeğini gösteriyor.

“Tarihler siyasi bir dava olduğunu gösteriyor”

Biz davanın siyasi bir dava olduğunu iddia ederken seçilen tarihlerin de buna göre seçildiğini belirtmiştik. Savcı bu konuda suçüstü yakalandı. Bunu yakalayan sadece biz değildik. Bu tarihlere yetiştirmek için o kadar çok acele etmişti ki dosyayı birçok eksiklikle sunmuştu ve bu yüzden AYM ilk iddianameyi eksik bulduğu için iade etti. Bu eksikliğe rağmen savcı bu iddianameyi 18 Mart’taki MHP kongresine yetiştirmek için acele etmişti. Çünkü bu talimatı veren Bahçeli’dir. Özellikle 7 Haziran tarihine denk getirildiğini iddia ediyoruz ama savcı bu tarihlerin tesadüf olduğunu söylüyor. Oysa bu tarihe yetiştirmek için savcı eksik sundu iddianameyi, daha sonra eksikleri tamamladı. 7 Haziran’da iddianameyi sunmuş olması da davanın siyasi bir dava olduğunu göstermektedir.

“Savcının can simidi itirafçı beyanlarıdır, bu metin hukuki bir metin değildir”

Mütalaa incelendiğinde fark edilecektir ki savcının can simidi itirafçı beyanlarıdır. Bu beyanların tamamı hukuka aykırı bir şekilde elde edilmiştir. Bir siyasi partinin kapatılma davasının bunun üzerine oturtulması savcının nasıl da aciz kaldığını göstermektedir. Hem iddianame hem de mütalaa bu hukuka aykırı ifadeler üzerine oturtulmuştur. Arkadaşlarımızın konuşmalarına hem mütalaada hem de iddianamede yer verilmiş ama savcı yandaş basın gibi önünü arkasını keserek AYM üzerinde bir algı oluşturmak üzere bunları almış.

Hiçbir arkadaşımızın konuşmasının tamamı verilmemiş. Bu haliyle bile herhangi bir hukukçunun ilk değerlendirmesiyle bütün bu konuşmaların ifade özgürlüğü çerçevesinde olduğu ve dönemin koşulları içinde değerlendirildiğinde barışın önünü açan Kürt sorunu başta olmak üzere bu ülkenin sorunlarını çözmek adına söylenmiş konuşmalar olduğu görülecektir. Bunu tespit etmek çok kolay.

Örneğin mütalaanın 10’uncu sayfasında HDP’nin neden olduğunu sözüm ona açıklamış. Savcı bunu ifade ederken neden HDP’nin kapatılmaması gerektiğini kendisi de açık bir şekilde ifade etmiş. Bir diğer husus da şudur; birçok eylem ve fiil, HDP kurulmadan önce yapılmıştır. Bunlar sanki HDP’liler tarafından gerçekleştirilmiş gibi konulmuş ki bunu savcı bilmeyecek değil. Bunların dosyaya konulmuş olması da algı operasyonunun sonucudur. Bu metin bir hukuk metin niteliği taşımıyor, algı yaratmaya yönelik siyasi bir metin niteliğindedir.

“Çözüm Sürecini kriminalize etme çabası var”

Savcının, Çözüm Sürecinde gösterilen çabaları kriminalize etme çabası var. Biz o dönemde çıkarılan yasa kapsamında yürütülen faaliyetlerin yargılama konusu yapılmayacağını ön savunmamızda söylemiştik. Bundan da öte uluslararası sözleşmelerle güvence altına alınan barış hakkı faaliyetleri yargılama konusu yapılamaz. Tam tersine barış için mücadele etmenin güvence altına alınmış temel bir hak olduğunu ifade etmiştik. Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı, neden o dönemin yargılama konusu yapılması gerektiğini söylemiyor.

Buradan HDP’ye kapatma kararı çıkmaz. Ancak buradan AKP’ye seslenmek istiyorum hem Kobanî Kumpas Davasında hem de kapatma davasında AKP’nin de altına dinamit döşeniyor. O dönem yürütülen faaliyetlerin hiçbiri sadece HDP tarafından yürütülen faaliyetler değildi. Bizzat Erdoğan’ın koordinasyonunda Kamu Güvenliği Müsteşarlığının, MİT’in asker ve sivil bürokrasinin katılımıyla yürütülen bir süreçti. Bu sürecin yargılama konusu yapılması Türkiye ve demokrasi açısından olduğu kadar AKP açısından da tehdit barındırıyor.

Burada hedeflenen HDP ve HDP’li siyasetçiler değildir. Barış ve müzakere döneminde yapılan faaliyetler; bundan sonra hiç kimse böyle bir süreci yürütmesin, bu çatışma devam etsin, şiddeti reddeden yöntemlerle Türkiye halklarının sorunlarını çözmeye kimse cesaret edemesin diye yargılama konusu yapılıyor.

“Savcı düşmanca hareket ediyor “

Ön savunmamızda altını çizdiğimiz hususlar vardı. Avrupa hukuk sistemine tabiyiz. Daha önce verilen kapatma davalarına ve kararlarına ilişkin AİHM’in verdiği sayısız kararlar var. Bu kararlarda sadece Refah Partisi kararı aleyhe bir karar, diğerlerinde ise kapatma kararının hukuka uygun olmadığı söylendi. Bunlardan en önemlisi de DTP konusunda verilen karardı. Oysa savcı da siyasetçiler de ısrarla Herri Batasuna kararını örnek gösteriyorlar. Herri Batasuna’nın ETA’yı eleştirmediği ve kınamadığı için o kararın verildiğini savunuyor ki gerçek bu değil.

Bir taraftan savcı AİHM’in bir kararına uzun uzun atıf yaparken öte yandan diğer AİHM kararlarını tümden görmezden geliyor. Bir taraftan İspanya’da verilen bir karar HDP kapatma davasına gerekçe gösteriliyor öte yandan AİHM kararlarından hiçbirinden bahsedilmiyor. CMK’ya göre Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı bir iddianame hazırlarken ya da mütalaa sunarken sanığın lehine de olan delilleri sunması gerekiyor. Ancak savcı HDP lehine olan hususları mahkemenin gözünden kaçırıyor, kötü niyetle hareket ediyor, düşmanca hareket ediyor. Bu da savcının tarafsız ve bağımsız bir şekilde hareket etmediğini, aksine HDP’yi düşman olarak gördüğünü gösteriyor.

“Davanın hukuki temeli yok” 

Sadece HDP kapatma davasında değil genel olarak bir suçlama yönelttiğinizde bunun 3 kriteri içermesi gerekiyor. Biri kanuniliktir, bir diğeri demokratik toplum gerekliliğidir. Demokratik toplumda HDP kapatılmalı mıdır, kapatılmamalı mıdır? Son olarak meşru amaç çok önemlidir. Bir kişi fiiliyle bir tehdit oluşturuyorsa, bu kişinin eylemini engellemek meşru bir temele dayanıyorsa bir anlam ifade edebilir. Hukuki bir temeli olmayan bu davanın meşru bir temeli olduğu ileri sürülebilir mi?

Dün AYM’nin bize tebliğ ettiği 3 karar var. Bunlarla ilgili sizleri haberdar etmek isterim. Bu kararlardan biri şu AYM siyasi yasak istenen 451 kişiye iddianameyi tebliğ etmeyi ve yazılı savunmalarını almalarını kabul etmişti. Biz bu kişilerin savunmaları alındıktan sonra mütalaanın verilmesinin doğru olacağını söylemiştik. Eğer bu yapılmış olsaydı savcı mütalaasında birçok hatasını da düzeltecekti. AYM bu talebimizi reddetmiş.

Biz AYM’nin bu kararının hukuka uygun olmadığını düşünüyoruz. Eğer savcının kişilerin savunmasını okumasına gerek yoksa savunma yapmasına da gerek yoktur. “Savcının okunmasına gerek yok, biz okuyacağız diyor” mahkeme. O zaman savcıya ne gerek var? Yargının 3 temel ayağı var. Bu ayaklardan herhanginin birinin eksik olması o yargılamayı adil yargılama olmaktan çıkarır. AYM kararının hem savunma hakkını kısıtlamaya yönelik bir eksik yaratacağını hem de savcının mütalaasının da eksikliğe yol açacağını ifade etmek isteriz.

“İrfan Fidan itirazımız reddedildi”

800 küsur sayfalık iddianamenin 4/3’ü kişilerin eylem ve söylemlerine yönelik, yani onlar hakkında yürütülen soruşturmalara yönelik. Savcı en çok bunlara güveniyor. Biliyorsunuz İrfan Fidan daha önce savcılık yapmış ve ardından AYM Üyesi olarak belirlenmiştir. İrfan Fidan bu iddianamede yer alan 40’ı aşkın dosyanın da savcısıdır. Eğer bir hakim soruşturma aşamasında savcı ya da bilirkişi olarak dahil olmuşsa, o hakim o davaya bakamaz.

Bu emredici bir hükümdür. İrfan Fidan savcı olarak bu dosyaya müdahil olmuş, önüne gelen dosyalara ilişkin karar vermiş ve iddianame hazırlamış. İhsası rey niteliğindedir. “Ben tarafsız olarak bu olayı inceleyeceğim” dese bile biz bunu kabul etmeyiz. Ayrıca öncesinde de fikir belirtmiş. HDP’ye kapatma davasına hakim olarak katılması AYM’nin güvenirliliğini de zedeleyecektir. Biz İrfan Fidan’ın bu davaya katılmamasını istemiştik, AYM bu talebi de reddetmiş.

Bu dosyada siyaset yasağı olan bazı arkadaşlarımızın avukatları AYM’ye başvurarak müvekkilleriyle ilgili iddialara ulaşamadıklarını söylemişti. Çünkü bunların bir kısmı fezleke. TBMM fezlekeleri kişilere, avukatlarına göndermiyor. Diğer taraftan gizlilik kararı olduğu için ulaşamadıkları dosyalar olduğunu belirtiyorlar. O yüzden müvekkilleriyle ilgili dosyalara ulaşmak için fezlekelerin kendilerine ulaştırılmasını istiyorlar. Biz de bunların bize tebliğ edilmesini istemiştik savunmayı etkin olarak kurmak için. AYM bu talebi de reddetmiştir.

Bakın, verilen her karar gerekçeli olmak zorundadır. Mahkemeler karar verirken dosya içerisinde bulunan tarafların ulaşabildiği delilleri sadece esas alabilir. AYM bizim talebimizi reddederken diyor ki bunlar zaten dosyada da yok. Dolayısıyla dosyada olmayan bir şeyi size gönderemeyiz. Bu şu demek savcı iddianamede yer verdiği iddiaların kanıtını dosyaya sunmamıştır. AYM dosyayla sunulmamış delilleri esas alamayacaktır. Aksine bizim ulaşmamıza, dokunmamıza izin vermediği delilleri esas alarak bir hüküm kurarsa o hüküm geçersiz olacaktır. AYM’nin bu belgelere dayanarak hüküm kuramayacağına dair bir kanaat bizde oluştu.

Sizlerin de dikkatinizi çekmiştir. Uzun süredir bir sessizlik varken bir anda bu mütalaa bize tebliğ edildi. Biz AYM’nin yazılı savunmaları bekleyeceğini düşünüyorduk. Aynı noktaya geliyoruz; bu dava hukuki bir dava değil, iddianamelerin AYM’ye verildiği tarih de rastgele seçilmiş bir tarih değildir. Dün itibariyle mütalaanın bize tebliğ edilmesi de rastgele yapılan bir durum değil. Bir süredir Semra Güzel vekilimiz üzerinden çok haksız ve ahlaksız bir kampanya yürütülüyor. Bu yalan üzerinden toplumda algı operasyonu yapılıyordu. Bu algı operasyonunun bir parçası olarak HDP’nin kapatma davasına ilişkin mütalaa bu ortam içerisinde bize tebliğ ediliyor.

İkisi arasında bir bağ kurarak bu yargılama süreci yürütülüyor. Biz kapatma davasını öğrendiğimiz ilk andan itibaren ısrarla şunu belirttik. HDP’ye yönelik açılan bu kapatma davası sadece AYM koridorlarında hazırlanan bir dava değil, iktidarın en güçlü şekilde muhalefet yürüten HDP’yi etkisiz hale getirme çabasıdır. Güçlü bir avukat ekibimiz var ve güçlü bir savunma hazırlığımız var. Bu konuda kendimize güvenimiz tam. Fakat bu davanın savunmasını bütün toplumla, halklarımızla birlikte yapacağız. Demokratik çevrelerle, hukukun üstünlüğüne inan çevrelerle birlikte yürüteceğiz. Sadece bizim büromuz ya da AYM koridorları bu davanın görüleceği yer değil. Şimdiye kadar yanımızda olan bütün çerçeveleri HDP’yi savunmaya davet ediyoruz.

Soru: İrfan Fidan ile ilgili değerlendirmede bulundunuz bir de yeni seçilen AYM Üyesi Kenan Yaşar da AKP üyeliği yapmış. Bu konuda reddi hakim talebinde bulunacak mısınız? Yazılı savunmalar tamamlanmadan iddianame bize tebliğ edildi diyorsunuz bu hızlandırma mı? Sizin karara ilişkin bir öngörünüz var mı?

İrfan Fidan ile ilgili durum yasada belirlenen somut bir durum. Son seçilen AYM üyesinin durumu pek çok üye için geçerlidir. Bu üyelerin neredeyse tamamının bir siyasi partinin genel başkanı tarafından atanmış olması nedeniyle tarafsız ve bağımsız olacaklarına dair bir kaygı var. Hakimin reddini talep etmek için somut iddialara ihtiyaç var. Son üyeye ilişkin iddialar var. Eğer çok somut bir veriye ulaşmamız söz konusu olursa bunu değerlendirmeyi düşünebiliriz.

İkinci soruya ilişkin olarak bir yönüyle rutin bir süreçtir. Mütalaa da bir buçuk ay önce savcılık tarafından sunulmuştur. AYM’nin yazılı savunmaları bekleyerek bunu tebliğ etmesi bekleniyordu. Bir hızlandırma var mı? Yazılı savunmaların beklenmemiş olması böyle bir intiba oluşturuyor. Tarihler, siyasi ortam ve bunun bu davayla ilişkilendirilmesi, dikkat çekilmesi gereken budur. Böyle bir linç ortamında AYM kararları 20 gün önce verilmiş. Kararların alınmasından 20 gün sonra linç ortamında tebliğ edildi. Kapatma davası da Kobanî Kumpas Davası da bir kampanya biçiminde yürütülüyor. Bu hukuk açısından bir utanç. Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısının bu kadar bu işi siyasallaştırılması Türkiye hukuk sistemi açısından kaygı verici. HDP ile ilgili bu linç durumunun devam etmesi Türkiye’de demokrasisi açısından nasıl bir tehdit olduğuna dair önemli veriler sunuyor.

Soru: Siyaset yasağı istenen isimler için AYM  tarafından belirlenen bir savunma süresi var mı? 

AYM aldığı kararda tebliğ edildikten sonra kişilerin 30 gün içinde savunmalarını sunmasını istiyor ama henüz iddianamenin tebliğ edilmediği kişiler de var. Ancak AYM, kişilerin savunmalarının gerekmediği yönünde bizim de hayret ettiğimiz bir karar verdi.

Paylaşın

“İktidar Ülkeyi Tecritle Kuşattı, Cezaevine Çevirdi”

Halkların Demokratik Partisi (HDP) Hukuk ve İnsan Hakları Komisyonundan Sorumlu Eş Genel Başkan Yardımcısı Ümit Dede, 10 Aralık Dünya İnsan Hakları Günü vesilesiyle partisinin genel merkezinde basın toplantısı düzenledi.

Haber Merkezi / İşkenceye maruz kalmış olan Garibe Gezer’in hapishanede şüpheli şekilde hayatını kaybetmesini kınayan Dede, konuşmasında şunları söyledi;

“Garibe Gezer’in hayatını kaybettiği bilgisi bizlere ulaştı. Garibe Gezer’in yaşamına sona vermesine giden süreç insan hakları özetidir. Hükümetin yarattığı çatışmalı ortamda bir abisi yaşamını yitirdi, onun cenazesini almaya giden diğer abisi yaralandı ve felç kaldı, Garibe’ye de cezaevleri yolları göründü. Cezaevinden cezaevine sürülen Garibe Gezer en son Kandıra Cezaevine götürüldü. Önce darp edildi, sonra tecavüze maruz bırakıldı. En son ailesiyle yaptığı telefon görüşmesinde biz bu uygulamaları öğrenmiş olduk. Gardiyanlara bir işlem yapılmazken, Garibe Gezer hücre cezasına çarptırıldı ve dün de hücrede hayatını kaybettiği açıklandı. Avukatlar cezaevine alınmadı, diğer müvekkilleriyle yapmak istedikleri görüşmeler de engellendi. Garibe Gezer’in yaşadıkları Türkiye’de yaşanan hak ihlallerini özeti niteliğindedir. Kendisine rahmet, ailesine başsağlığı diliyoruz.

“İnsanın zorbalık ve baskıya karşı son çare olarak başkaldırmak zorunda kalmaması için insan haklarının hukukun egemenliğiyle korunmasının önemli olduğunu’’ vurgular İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi. Birleşmiş Milletler, 6 yıl süren ve milyonlarca insanın yaşamına mal olan İkinci Dünya Savaşı’nın yol açtığı ağır insani yıkımın tekrar etmemesi için “bir daha asla” sloganıyla barış, özgürlük, eşitlik, insan hakları ve demokrasiye dayalı uluslararası bir sistem oluşturma hedefiyle kurulmuş ve İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi de bu saiklerle bundan tam 73 yıl önce 10 Aralık 1948’de BM Genel Kurulu’nda kabul edilmiştir.

İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi iç hukukun parçasıdır

Türkiye’nin de imzacısı olduğu ve böylece Anayasa’nın 90’ıncı maddesi gereğince iç hukukun bir parçası olan İnsan Hakları Evrensel Bildirgesinde ve yine Türkiye’nin imzacısı olduğu başkaca uluslararası sözleşmelerde ve ayrıca Anayasada güvence altına alınan hak ve özgürlüklerin AKP iktidarı açısından bir anlam ifade etmediğini AKP Genel Başkanı Erdoğan her fırsatta açıkça ifade etmektedir. Anayasayı, uluslararası sözleşmeleri ve yasaları hiçe sayan AKP iktidarı, hukuk tanımaz tutumuyla geçmiş yıllarda olduğu gibi 2021 yılında da tüm vatandaşların ve mültecilerin yaşamını katlanılamaz hale getirdi. Nitekim yakın zamanda Dünya Adalet Projesi tarafından açıklanan Hukukun Üstünlüğü Endeksinde (Rule of Law Index) Türkiye’nin 2021 yılında 139 ülke arasında 117’nci sırada yer aldığı duyuruldu. Türkiye, Doğu Avrupa ve Orta Asya grubunda bulunan 13 ülke arasında ise Rusya’nın da gerisinde kalarak sonuncu sırada yer aldı. Aynı araştırmada, hükümetin hesap verebilirliği açısından 128 ülke arasında Türkiye 97’inci, yasal ve yönetsel düzenlemelerin adil ve etkili biçimde uygulanması açısından 110’uncu, iktidarın sınırlanması açısından ise 124’üncü sırada olduğu açıklandı.

Mücadelemizi sürdürüyoruz

“Bir daha asla” diye çıkılan yolda ‘’İnsanlık ailesinin bütün üyelerinin doğal yapısındaki onuru ile eşit ve devredilemez haklarını tanımanın dünyada özgürlük, adalet ve barışın temeli olduğu’’ inancıyla, sadece HDP’ye ve HDP’lilere yapılan haksızlıklara karşı değil tüm insanlara karşı yapılan haksızlıklara ilişkin kararlılıkla mücadelemizi sürdürüyoruz. AKP iktidarının 2021 yılı içerisinde gerçekleştirdiği ve her biri mücadele gerekçemiz olan hak ihlallerini insan hakları günü vesilesiyle bir kez daha ifade etmek isteriz. Türkiye’de yaşanan ihlalleri tek bir açıklama ile anlatmak mümkün değil özetle ihlalleri anlatmaya çalışacağız.

Irkçı ve ayrıştırıcı dil katliamlara neden oluyor 

Cumhur İttifakı iktidarının kullandığı ayrıştırıcı, ötekileştirici, cinsiyetçi dil ve başta Kürt halkının talepleri olmak üzere tüm toplumsal talepleri şiddet yoluyla bastırma konsepti önceki yıllarda olduğu gibi 2021 yılında da birçok insanın yaşamını kaybetmesine yol açtı. Yaşam hakkı ihlalleri Dersim Ovacık’ta 7 Mayıs’ta hayvanlarına barınak yapmak için aracıyla evden ayrıldıktan sonra SİHA ve helikopterlerle bombalanarak yaşamını yitiren Murat Yıldız isimli vatandaş ve Kadıköy’de “dur” ihtarına uymadığı iddiasıyla polisin ateş ederek öldürdüğü 15 yaşındaki E.Ç. gibi şiddet kullanma tekelini elinde bulunduran kolluk kuvvetleri tarafından gerçekleştirilen ihlaller ile sınırlı değildir. Yapısal şiddetin bir ürünü olarak üçüncü kişiler tarafından gerçekleştirilen fakat devletin “önleme ve koruma” yükümlülüğünü yerine getirmeyerek ve hatta katillere cesaret veren dili, tutumu ve cezasızlık politikası ile adeta teşvik ettiği ihlalleri de kapsamaktadır. Bu bağlamda, Konya’da yaşayan bir Kürt aile olan Dedeoğlu ailesinin 11 Temmuz’da “biz ülkücüyüz sizi burada yaşatmayacağız” diyen 60 kişilik ırkçı grubun saldırısına uğraması ve kısa süre sonra saldırganların neredeyse tamamının serbest bırakılması, 26 Temmuz’da yine Konya’da yaşayan Kürt bir aile olan Dal ailesinin 60 kişilik bir ırkçı grubun saldırısına uğraması ve Hakim Dal’ın katledilmesi, 30 Temmuz’da Dedeoğulları ailesinden 4’ü kadın 7 kişinin katledilmesi ve bu katliama ilişkin tutuklanan 13 kişiden 12’sinin daha duruşma başlamadan tahliye edilmesi ve sadece bir kişinin tutuklu olması hukuk çerçevesinde izah edilebilir mi?

Deniz Poyraz’ın katledilmesi iktidarın ırkçı politikalarından ayrı düşünülebilir mi?

Elbette 2021 yılında yaşanan en acı olaylardan biri de Deniz Poyraz yoldaşımızın 21 Haziran’da Onur Gencer isimli kişi tarafından katledilmesidir. Sosyal medya profillerinde silahlı fotoğraflarını yayınlayan, Kürtlere ve HDP’lilere tehditler yağdıran katilin İzmir kent merkezinde 24 saat polis gözetiminde olan il binamıza elinde silahların bulunduğu bir çantayla elini kolunu sallayarak girmesi, polisin saatlerce katili etkisiz hale getirmek ve Deniz’i yaşatmak için hiçbir girişimde bulunmaması, kadınları ve anneleri yerlerde sürükleyen polisin, saatler sonra il binamızdan dışarı çıkan katili şefkatle karşılaması ve “abicim’’ diye hitap etmesi, önceki dönem milletvekilimiz Behçet Yıldırım somut hiçbir delil bulunmaksızın 8 gün gözaltında tutulmuşken, Deniz’in katilinin sadece 18 saat gözaltında tutulmuş olması, etkin bir soruşturma yürütmeyen ve avukat arkadaşlarımızın taleplerini yanıtsız bırakan savcının bu siyasi katliamı gerçekleştiren katilin bağlantılarını ortaya çıkaracak hiçbir araştırma yapmadan alelacele iddianame hazırlaması hukuk çerçevesinde izah edilebilir mi? Bu katliamların ve benzer mahiyette sayısız katliamın Cumhur İttifakının yürüttüğü ırkçı, militarist politikalardan ve cezasızlık politikasından bağımsız olduğunu kabul etmek mümkün müdür?

Tüm ülke işkence merkezi haline getirildi

Anayasa’nın ve Türkiye’nin de bir parçası olduğu evrensel hukukun mutlak olarak yasaklamasına ve insanlığa karşı bir suç olma vasfına rağmen işkence olgusu 2021 yılında da Türkiye’nin en başat insan hakları sorunu olmuştur. Resmi gözaltı merkezlerinin yanı sıra kolluk güçlerinin barışçıl toplanma ve gösterilere müdahalesi sırasında sokak ve açık alanlarda ya da ev ve iş yeri gibi mekânlarda yaşanan işkence ve diğer kötü muamele uygulamaları yeni bir boyut ve yoğunluk kazanmıştır. Denilebilir ki siyasal iktidarın baskı ve kontrole dayalı yönetme tarzı sonucu günümüzde tüm ülke adeta işkence mekânı haline gelmiştir. 21 Kasım’da Diyarbakır’ın Sur ilçesinde Tacettin Aslan isimli vatandaş ailesinin gözü önünde ters kelepçe yapılarak yere yatırılmış, çok sayıda polis tarafından saldırıya uğramış, götürüldüğü çarşı karakolunda işkence ve kötü muamele devam etmiştir. Bu olaya ilişkin polis memurları hakkında idari ve adli soruşturma başlatılmamış, Tacettin Aslan hakkında ise polise mukavemet ettiği iddiasıyla soruşturma açılmıştır. Melih Bulu’nun Boğaziçi Üniversitesi Rektörlüğüne kayyım olarak atanmasının ardından öğrencilerin yaptıkları eylemlere müdahale eden polisin öğrencilere ters kelepçe, darp, çıplak arama, cinsel taciz, su verilmemesi gibi birçok işkence ve kötü muameleyi sokaktan başlayarak gözaltı merkezlerine kadar uygulaması Cumhur İttifakı iktidarının 2021’de hafızalara kazınan uygulamalarından biriydi.

15 Temmuz darbe girişimini “Allah’ın lütfu” olarak değerlendiren iktidar, 2020 Mart ayından başlayarak tüm dünyayı etkisi altına alan COVID 19 salgınını aynı anlayışla değerlendirmiş ve salgının devam ettiği 2021 yılında da otoriterleşmenin, yasaklamaların ve engellemelerin bir aracı haline getirmiştir. Pandemi gerekçe gösterilerek en temel anayasal haklardan olan toplantı, gösteri ve yürüyüş yapma hakkı keyfi olarak kısıtlanmıştır. Cumhur İttifakı üyesi siyasi partiler, açık ve kapalı alanlarda binlerce kişinin katılımıyla etkinlikler ve kongreler gerçekleştirirken muhaliflerin açık alanda gerekli tedbirleri alarak yapmak istedikleri eylem etkinlikler ise kısıtlanmıştır. İşçilerin, kamu çalışanlarının, öğrencilerin, kadınların, siyasi partilerin, STK’ların ve bir bütünen muhalif tüm kesimlerin toplanma özgürlüğü yok sayılırken, toplantı gösteri ve yürüyüş hakkını ihlal etme konusunda Van Valiliği 5 yılı aşkın süredir kesintisiz uyguladığı yasaklama kararlarıyla 2021 yılını da birincilikle göğüslemiş oldu.

11 ayda 310 kadın katledildi

AKP iktidarı “aile yapısını bozduğu” iddiasıyla 20 Mart 2021 tarihinde Resmî Gazetede yayımlanan Cumhurbaşkanı Kararnamesi ile sözleşmeden çekildi. Salgın koşullarında kadına dönük şiddetin oldukça arttığı bir dönemde İstanbul Sözleşmesinden çekilmenin sonucu olarak 2021 yılı kadınlara yönelik ayrımcılık ve şiddetin arttığı bir yıl olmuştur. Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Örgütü’nün (OECD) verilerine göre cinsiyet ayrımcılığının en fazla olduğu ülkeler arasında yer alan Türkiye, 129 ülkenin olduğu listede 26’ncı sırada yer almıştır. Türkiye aynı zamanda OECD’ye üye ülkeler arasında kadına şiddetin en yaygın olduğu ülke durumuna düştü. 2021 yılının ilk 11 ayında en az 310 kadın katledilmiş, binlerce kadın taciz, tecavüz ve şiddete maruz kalmıştır. Siyasi iktidarın, İstanbul Sözleşmesinden çekilmenin yanı sıra kadınların İstanbul Sözleşmesinden çekilme kararına karşı gerçekleştirdiği eylemleri engellemesi, eylem yapan kadınların darp edilerek gözaltına alınması, kadınlara karşı suç işleyen erkeklere “iyi hal” indirimi uygulanması ve kadın mücadelesi yürüten aktivistlere cezalar verilmesi gibi politikaları kadınlara dönük şiddetin 2021 yılında daha da artması sonucunu doğurmuştur.

Çocuklara dönük hak ihlalleri de 2021 yılında yoğunluk kazanarak devam etti. Şırnak’ta çocuğa yönelik istismarda bulunan Uzman Çavuş Aslan A.’ya yargı “cinsel istismar” suçundan ödül gibi 2,5 yıl hapis cezası verdi. Urfa’nın Eyyübiye ilçesine bağlı Şıhmahsut Mahallesi’nde yaşayan Mohammad Dwla isimli erkek,  13 yaşındaki çocuğu Amara Dwla’ya şiddet uyguladı. Fail erkek daha sonra çocuğu işkence ederek katletti. Batman’ın Bağlar Mahallesi’nde Emniyet Müdürlüğü’ne ait zırhlı araç çocukların bulunduğu sokakta çocukları kovalayarak ezmeye çalıştı. Bitlis’in Ahlat ilçesinde aşırı hız yapan askeriyeye ait sivil plakalı otomobilin çarptığı 10 yaşındaki Eyüp Kırtay yaşamını yitirdi. Şırnak’ın İdil İlçesinde bisikletiyle gezen 7 yaşındaki Mihraç Miroğlu zırhlı polis aracının çarpması sonucu hayatını kaybetti.

Kürtçeye yönelik düşmanlık artarak devam ediyor

Kürt diline tahammülsüzlük 2021 yılında da öne çıkan hak ihlalleri arasında yer aldı. KADES uygulaması 6 dilde hizmet vermeye başlarken Kürtçe dilini seçeneklerine eklemedi. TJA Sözcüsü Ayşe Gökkan’ın yargılandığı davada Kürtçe savunma yapmasına izin verilmedi. Bitlis’teki bir camiye asılı olan ve 5 dilde ayet yazılı olan tabeladan Kürtçe çıkarıldı. TBMM’de Kürtçe konuşan Ayşe Sürücü’nün mikrofonunun sesi kapatıldı.

2021 yılında en yoğun yaşanan ihlallerden biri de düşünce ve ifade özgürlüğü hakkına yönelik oldu. Sosyal medya başta olmak üzere düşüncelerini ifade eden muhalifler vesayet altındaki yargı tarafından cezalandırılmaya devam etti. Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanı Fahrettin Altun’un dört maaş aldığı yönündeki paylaşımla ilgili olarak “ohhhh yiyin bakalım, boğazınıza dizilsin milyonlarca yoksul insanın hakkı” yazan avukat Neslihan Ceylan’a ‘kamu görevlisine hakaret’ suçlamasıyla dava açıldı. İYİ Parti Genel Başkanı Meral Akşener’in Siirt ziyaretinde “Burası Kürdistan’dır ama inkar ediliyor” diyen esnaf Cemil Taşkesen gözaltına alındı. “Cezai ehliyeti yoktur” raporu olan 96 yaşındaki Aliye Yabansu hakkında Cumhurbaşkanına hakaret”ten dava açıldı. Fırat Üniversitesi’nde araştırma görevlisi olan Hifzullah Kutum’a sosyal medya hesabından yaptığı “Şoreşa Îlonê hemû Kurdan pîroz be, Bijî Kurdistan” paylaşımı gerekçesiyle dekanlık tarafından uyarı cezası verildi, sonraki süreçte görevden alındı ve tutuklandı.

Göçmen ve mülteciler ırkçı saldırılara maruz kalıyor  

Sayılarının 5 milyonu geçtiği tahmin edilen sığınmacı/mülteci/göçmenler 2021 yılında da her türlü ayrımcılığa ve istismara, nefret söylemine ve ekonomik sömürüye yoğun bir şekilde maruz kalmalarının yanı sıra kolluk güçlerinin ve sivil kişilerin ırkçı şiddetine maruz kalmışlardır. İran sınırını kullanarak Van üzerinden Türkiye’ye gelen Afganistanlılar, Suriye’deki iç savaştan Türkiye’ye sığınmak zorunda kalan Suriyeliler ve Rojavalılar bu saldırıların temel hedefleri oldular. 12 Ağustos 2021’de Ankara Altındağ’da bir söylenti üzerine toplanan kitlenin Suriyelilere ait ev ve dükkânlar ile otomobilleri ateşe vermesi, Suriyelileri linç etmek istemeleri ve polisin bu duruma seyirci kalması siyasi iktidarın mültecilere ilişkin politikalarının önemli bir yansıması olarak hafızalara kazındı.

Basına yönelik saldırılar sürüyor

20121 yılında basın organlarına sansür ve erişim engeli uygulamaları devam ettirilirken basın emekçileri gözaltına alındı, darp edildi ve haklarında yürütülen yargılamalarda cezalara çarptırıldı. Ankara’da, Konya’daki katliamı protesto edenlere polisin müdahalesini takip eden muhabir Delal Akyüz polisler tarafından darp edildi. Ardından gazeteciyi yere yatırarak darp eden polisler, Delal’in telefonuna el koydu. Çektiği fotoğrafları sildi. Kanun Hükmünde Kararname (KHK) ile kapatılan Özgür Gündem gazetesinin ana davasında karar çıktı. Mahkeme heyeti Kemal Sancılı, İnan Kızılkaya ve Eren Keskin’e “örgüt üyeliği” iddiasıyla 6’şar yıl 3’er ay, Zana Kaya’ya ise “örgüt propagandası” iddiasıyla 2 yıl 1 ay hapis cezası verdi.

Kobanî Kumpas Davası, Çöktürme Planının yeni aşamasıdır  

AKP iktidarı 2021 yılında Çöktürme Planının yeni aşamalarını devreye koymayı da ihmal etmedi. 2020 yılının Ekim ayında dönemin MYK üyelerinin tutuklanmasıyla yeni bir evreye dönüşen Kobanî soruşturması 2021’in ilk günlerinde davaya dönüştü. 3530 sayfa iddianame ve 370 klasör ekle başlayan davada, dosyadaki gizlilik kararının kalkmasıyla kumpasın belgelerine ulaşıldı. Ankara TEM Şube Müdürlüğü antetli ve kim tarafından yazıldığı belli olmayan belge, soruşturmanın, iddianamenin ve bir bütünen dava dosyasının özeti niteliğindeydi. Söz konusu belgede özetle savcıya kumpası nasıl kuracağının talimatı verilmekteydi. 3530 sayfalık iddianame ve ekindeki 370 klasör belgeyi 3 iş günü içerisinde ‘’titizlikle’’ inceleyip iddianameyi kabul kararı veren mahkeme, kimlik tespiti yapmadan, iddianameyi okumadan başladığı yargılamada bir başkan ve bir üye değişikliği ile 8 ayı geride bıraktı. AİHM kararını tanımadığı gibi adil yargılanma hakkından da bihaber olan mahkeme heyeti, avukatların ve yargılanan arkadaşlarımızın adil yargılanma koşulları oluşmadan katılmayacaklarını bildirdiği ve katılmadığı duruşmaları salona doldurduğu jandarma ve polislerle aç/kapa yaparak devam ettiriyor.

Partimiz ve bu davayı gören AYM kapatılma tehdidi altında

İktidarın, vesayeti altındaki yargı eliyle kurduğu kumpasların en büyüğü olan HDP kapatma davası da 2021 yılında yargının siyasallaşmasının geldiği noktayı gösteren önemli bir gelişme oldu. Cumhur İttifakının baskısı altındaki Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı tarafından MHP kurultayına yetiştirilmek için alelacele hazırlanan iddianamenin Anayasa Mahkemesi tarafından iade edilmesi kararına içerlenen Bahçeli’nin ‘’ Anayasa Mahkemesi de kapatılsın’’ söylemi Cumhur İttifakının hukukun üstünlüğüne, hukuk devleti ilkesine nasıl yaklaştıklarını göstermesi açısından önemli bir örnek olarak tarihe geçti. HDP’nin kapatılması iddiasıyla hazırlanan iddianamenin Anayasa Mahkemesine verildiği 17 Mart tarihinde milletvekilimiz Ömer Faruk Gergerlioğlu’nun milletvekilliği, daha sonra Anayasa Mahkemesince ihlal ve yeniden yargılama kararı verilecek olan hukuksuz karara dayanılarak düşürüldü. Karara karşı TBMM’deki HDP Grubunda protesto eylemi yaparken sabaha karşı polislerce Meclis’ten çıkarılan Gergerlioğlu sonrasında tutuklandı. İktidarın vesayeti altındaki yargı mensupları tarafından HDP’lilere, kadın hakları aktivistlerine, gazetecilere, kötü çalışma koşullarını protesto eden sağlık çalışanlarına, üniversite öğrencilerine, muhalif duruş sergileyen vatandaşlara ilişkin gözaltılara, tutuklamalara ve davalara 2021 yılında da devam edildi. Binlerce muhalif vatandaşın hukuksuzca gözaltına alındığı 2021 yılının hukuksuz gözaltılara ilişkin özeti, İçişleri Bakanı Soylu’nun 15 Şubat’ta 40 ilde yapılan eş zamanlı operasyonlarda bir günde 718 kişinin gözaltına alındığını gururla (!) duyurması oldu.

AİHM kararları uygulanmıyor, siyasetçilerimiz halen rehin olarak tutuluyor

Hukuka aykırı tutuklamalar devam ederken AİHM tarafından derhal serbest bırakılmaları yönünde karar verilen Selahattin Demirtaş ve Osman Kavala, iktidarın vesayeti altındaki yargıçların hukuk tanımaz tutumu nedeniyle 2021 yılını da cezaevinde geçirdi. Binlerce muhalife de yargılandıkları mahkemelerce akıl almaz cezalar verildi. HDP milletvekili Leyla Güven’e siyasi faaliyetlerinden dolayı verilen 22 yıl 3 ay, TJA Sözcüsü Ayşe Gökkan’a kadın mücadelesi faaliyetlerinden dolayı 30 yıl ceza ve tutuklama kararı verilirken, Siirt’te 18 yaşındaki İpek Er’i nitelikli cinsel saldırıya maruz bırakarak intihara sürükleyen Uzman Çavuş Musa Orhan’a 10 yıl hapis cezası verildi ve tutuklanmasına ilişkin talep mahkeme tarafından reddedildi. Elbette Cumhur İttifakı yargısının adaletinden milletvekilleri de nasibini aldı. 27’inci dönemde Meclis’e toplam 1467 fezleke gönderildi. Bu 1392 fezlekenin 1041’i ise 60 HDP’li milletvekili hakkındaydı.

Cezaevleri ihlal merkezi haline getirildi

Yıl boyunca hak ihlallerinin en yoğun yaşandığı alan cezaevleri oldu. Pandemiyi de” Allah’ın lütfu” olarak değerlendiren iktidar, 7242 sayılı yasada yaptığı değişiklikler ve Cumhurbaşkanlığı tarafından yayınlanan yönetmelikteki düzenlemelerle cezaevlerini özellikle siyasi tutsaklar açısından işkence ve kötü muamelenin kesintisiz sürdürüldüğü mekanlar haline getirdi. Çete liderlerinin yüzü suyu hürmetine topluma karşı suç işleyenler ödüllendirilerek salıverilirken, siyasi tutsaklar ve muhalifler cezaevlerinde tutulmaya devam edildi. Siyasi tutsaklar en temel hakları olan sosyal, sportif etkinlikleri ile havalandırma imkanı, sağlığa erişim hakkı, aile ve avukat görüş hakkı gibi temel haklarından yararlanamaz hale geldi. Ailelerinden yüzlerce kilometre uzaktaki cezaevlerine sürgün edilen siyasi tutsaklar daha cezaevi girişinde çıplak arama dayatması ve işkenceyle karşılanıp keyfi disiplin cezaları verilerek kısıtlı sosyal imkanlardan ve iletişim imkanlarından mahrum bırakılmış, hücre cezası rutin haline getirilmiş ve bu disiplin cezaları bahane edilerek tutsakların infazları yakılmış, denetimli serbestlik kurumundan yararlanmaları engellenerek ceza içinde ceza uygulaması devam ettirilmiştir. Yaşadıkları hak ihlallerine ilişkin dilekçeleri kayda alınmayan tutsaklara ayrıca bu dilekçeleri yazmış olmaları sebebiyle disiplin cezaları verilmiştir. Muhalif yayınlara erişebilme ve radyo kullanma olanakları ellerinden alınan tutsaklara Kürtçe kitaplar verilmedi, ailesiyle anadilinde konuşan mahpusların telefonları kesildi. Batman Cezaevinde tutuklu oğlunun görüşüne giden ve başka bir tutukluya Kürtçe selam veren Fatime Demir’e 6 aylık görüş yasağı verildi.

Hasta tutsaklar ölüme terk edildi 

2021 yılında cezaevlerinde hak ihlallerinden en çok zarar gören kesim yine hasta tutsaklar oldu. Hastalıkları ağırlaşmasına ve yaşları ilerlemesine rağmen Adalet Bakanlığı ya da cezaevi yönetimleri hasta tutsakları cezaevlerinden tahliye etmedi, yakınlarıyla vedalaşma hakkı tanımadı. Mide kanseri olan ve “cezaevinde kalamaz” raporu verilen Hadi Yalçın ile akciğer kanseri olan 65 yaşındaki Hayrettin Yılmaz 2021 yılında kaybettiğimiz hasta tutsaklardan sadece ikisi olurken, 26 yıldır haksız yere cezaevinde tutulan ve 10 farklı ağır hastalığı olmasına rağmen bugüne kadar Adli Tıp Kurumuna sevk edilmemiş olan M. Emin Özkan pandemi koşullarında gerekli tedbirler alınmadığı için Korona Virüse yakalandı ve şimdi yoğun bakımda yaşam mücadelesi veriyor. DTP Eş Genel Başkanlığı, HDP Eş Genel Başkan Yardımcılığı ve milletvekilliği görevlerini yürütmüş olan Aysel Tuğluk, Kocaeli Tıp Fakültesi Adli Tıp Kurumunun “cezaevinde tedavi olamaz ve tek başına yaşamını idame ettiremez” raporuna karşın iktidarın vesayeti altındaki İstanbul Adli Tıp Kurumunun “cezaevinde kalabilir” raporu vermesi sebebiyle tahliye edilmedi.”

Paylaşın