Akustik Nörinom: Hayati Vücut Fonksiyonlarını Etkileyebilir

Akustik nörinom, iç kulak ile beyin arasında uzanan vestibüler sinirde yavaş büyüyen iyi huylu bir tümördür. Vestibüler sinirin farklı dalları denge ve işitmeden sorumludur.

Haber Merkezi / Ancak tümörün sinire olan baskısı arttığında işitme kaybı, kulak çınlaması ve denge kaybı olur.

Akustik nörinom genellikle sinirleri kaplayan ve destekleyen schwann hücrelerini etkiler. Nadir durumlarda tümör hızla büyüyüp genişler, beyne daha fazla baskı yapar ve hayati vücut fonksiyonlarını etkileyebilir. Tümör vücudun diğer bölgelerine yayılmaz.

Nedenleri:

Genetik yatkınlık: Nörofibromatozis tip 2 (NF2) ile ilişkilidir; bu genetik bozukluk, bilateral akustik nörinom riskini artırır.
Radyasyon maruziyeti: Nadiren, yüksek doz radyasyona maruziyet riski artırabilir.
Spontan gelişim: Çoğu vaka, bilinen bir neden olmadan ortaya çıkar (sporadik).

Belirtileri:

İşitme kaybı: Genellikle tek taraflı, yavaş ilerleyen işitme kaybı.
Kulak çınlaması (Tinnitus): Etkilenen kulakta sürekli uğultu veya çınlama.
Denge sorunları: Baş dönmesi (vertigo) veya dengesizlik.
Yüzde uyuşma/karıncalanma: Tümör büyüdükçe yüz sinirine baskı yapabilir.
Baş ağrısı: Nadiren, büyük tümörlerde kafa içi basınç artışı nedeniyle.

Teşhisi:

Odyolojik testler: İşitme kaybının derecesini değerlendirmek için audiometri.
Görüntüleme: Manyetik Rezonans Görüntüleme (MRI) ile tümörün yeri ve boyutu belirlenir. Bilgisayarlı Tomografi (BT) de kullanılabilir.
Nörolojik muayene: Denge, yüz siniri fonksiyonları ve diğer kranial sinirler değerlendirilir.

Tedavisi:

Gözlem: Küçük, semptomsuz tümörlerde düzenli MRI takibi ile izleme (özellikle yaşlı hastalarda).
Cerrahi: Tümörün çıkarılması için mikrocerrahi (örn. retrosigmoid veya translabirentin yaklaşım).
Radyocerrahi: Stereotaktik radyocerrahi (Gamma Knife veya CyberKnife) ile tümör büyümesinin kontrol altına alınması.

Not: Tedavi, tümörün boyutu, hastanın yaşı, genel sağlık durumu ve semptomların şiddetine göre bireyselleştirilir. Erken teşhis, tedavi başarısını artırır.

Paylaşın

“Çene Tıkırdaması” Hastalığın Habercisi Olabilir

Temporomandibular eklem bozukluğu, çene hareketine izin veren kaslar, kemikler ve eklem bileşenleriyle ilgili sorunların neden olduğu ağrı, sertlik veya diğer semptomları tanımlamak için kullanılan genel bir terimdir.

Haber Merkezi / Temporomandibular eklem (TME), iki eklem başı ve bunların yer aldığı temporal fossadan oluşan tek eklemdir. Baş ile fossa arasında eklem diski, sinovyal sıvı, çevresinde bağlar ve kaslar bulunur.

Üst çene, konuşurken veya çiğnerken her zaman hareketsiz kalır, ağzın açılması sadece alt çene tarafından sağlanır. Her şey normal ise alt çene sessizce hareket eder, ancak eklemde hasar varsa, bağlar gerilir ve kaslar spazmodik ise ağız açıldığında eklemde tıkırtı ve çıtırtı sesleri veren hava titreşimleri meydana gelir.

Belirtileri:

Çene ağrısı veya hassasiyeti
Çenede kilitlenme, takılma veya hareket kısıtlılığı
Çiğneme sırasında ağrı
Çeneden tıklama, çıtırtı veya sürtünme sesleri
Kulak ağrısı, baş ağrısı veya yüz ağrısı
Ağzı tam açamama

Nedenleri:

Bruksizm: Diş gıcırdatma veya sıkma
Stres: Kas gerginliğine yol açabilir
Artrit: Osteoartrit veya romatoid artrit gibi eklem iltihapları
Travma: Çeneye darbe veya yaralanma
Diş yapısı sorunları: Yanlış hizalanmış dişler veya çene
Kötü alışkanlıklar: Kalem çiğneme, sakız çiğneme

Tanısı:

Doktor veya diş hekimi, fiziksel muayene, tıbbi öykü ve gerekirse görüntüleme testleri (röntgen, MR, BT) ile tanı koyar.

Tedavisi:

Konservatif yöntemler:

Yumuşak gıdalar tüketme
Stres yönetimi (meditasyon, terapi)
Çene egzersizleri veya fizik tedavi
Gece plağı veya splint kullanımı (diş gıcırdatmayı önlemek için)

İlaçlar:

Ağrı kesiciler (ibuprofen gibi)
Kas gevşeticiler
Anti-anksiyete ilaçları (stres kaynaklı durumlarda)

İleri tedaviler:

Botoks enjeksiyonları (kas gerginliğini azaltmak için)
Or todontik tedavi (diş hizasını düzeltmek için)
Nadiren cerrahi (artrosentez, açık eklem cerrahisi)

Paylaşın

Vertigo: Göz Ardı Edilmemesi Gereken Baş Dönmesi Nedeni

Vertigo, bireyin kendisinin veya çevresinin hareket ettiğini veya döndüğünü hissetmesine neden olan bir rahatsızlıktır. Vertigo, baş dönmesinden farklıdır, baş dönmesi bir hareket yanılsamasıdır.

Haber Merkezi / Bireyin, kendisinin hareket ettiğini hissetmesine subjektif vertigo, çevredeki ortamın hareket ettiğini hissetmesine objektif vertigo denir.

Belirtileri:

Baş dönmesi (etrafın dönmesi hissi),
Bulantı, kusma,
Denge kaybı,
Nistagmus (gözlerde istemsiz hareketler),
Bazen kulak çınlaması veya işitme kaybı.

Nedenleri:

Benign Paroksismal Pozisyonel Vertigo (BPPV): İç kulaktaki kristallerin yer değiştirmesiyle başın belirli hareketlerinde kısa süreli baş dönmesi olur.
Meniere Hastalığı: İç kulakta sıvı birikimi, baş dönmesi, kulak çınlaması ve işitme kaybına yol açar.
Vestibüler Nörit veya Labirentit: İç kulak iltihabı, genellikle viral enfeksiyon sonrası baş dönmesi ve denge sorunlarına neden olur.
Migrenle İlişkili Vertigo: Migren ataklarıyla birlikte baş dönmesi görülebilir.
Akustik Nörinom: İç kulak sinirinde iyi huylu bir tümör, nadiren vertigoya sebep olabilir.

Tanısı:

Doktor muayenesi, öykü ve fiziksel testler (örn. Dix-Hallpike manevrası)
İşitme testi, denge testleri, MR veya BT gibi görüntüleme yöntemleri

Tedavisi:

BPPV için: Epley manevrası gibi repositioning hareketleri.
Meniere için: Düşük tuz diyeti, diüretikler, bazen steroidler.
Vestibüler nörit için: Semptomları hafifletmek için ilaçlar (antihistaminikler, antiemetikler) ve vestibüler rehabilitasyon.
Migrenle ilişkili vertigo için: Migren tedavisi ve tetikleyici faktörlerden kaçınma.
Altta yatan ciddi durumlar (tümör, inme) için spesifik tedaviler.

Ne zaman doktora başvurmak gerekir?

Sık veya ani denge kaybı,
Bulantı veya görme bozuklukları,
Titreme, alışılmadık yorgunluk veya tekrarlayan düşmeler,
Belirtiler günlük yaşantıyı etkilediği durumlarda.

Paylaşın

Mide Ağrısı: En Sık Görülen Nedenler Nelerdir Ve Ne Yapılmalı?

Mide ağrısı her yaştan bireyi etkileyen en yaygın sağlık şikayetlerinden biridir. Uzmanlar, bunların geçici ve zararsız olabileceği gibi ciddi sağlık sorunlarının da habercisi olabileceğini söylüyor.

Haber Merkezi /  Mide ağrısıyla başa çıkmanın ilk adımı, nedenlerini anlamak ve doğru önlemi almaktır. İşte mide ağrısının en sık görülen nedenleri ve önerileri:

Nedenler

Hazımsızlık (Dispepsi): Aşırı yemek, yağlı veya baharatlı gıdalar, hızlı yemek yeme hazımsızlığa neden olabilir.  Hazımsızlık şişkinlik ve geğirme gibi belirtilere neden olabilir.

Gastrit: Mide zarının iltihaplanması; genellikle Helicobacter pylori enfeksiyonu, aşırı alkol, NSAID ilaçlar (örn. ibuprofen) veya stresle ilişkilidir. Gastrit, yanma, ekşime ve bulantı gibi belirtiler gösterebilir.

Gastroözofageal Reflü Hastalığı (GERD): GERD, mide asidinin yemek borusuna kaçması durumudur. GERD, öğüste yanma (heartburn), ekşi tat ve boğazda gıcık gibi belirtilere neden olabilir.

Gıda İntoleransı veya Alerjisi: Gıda intoleransı, glüten hassasiyeti gibi durumlarda ortaya çıkabilir ve gıda intoleransı, şişkinlik, ishal ve kramp gibi belirtiler gösterebilir.

Bağırsak Sorunları: Bu durum kabızlık veya ishale neden olabilir. Karın krampları, gaz, değişken dışkılama alışkanlıkları gibi belirtiler gösterebilir.

Mide Ülseri: Mide zarında yaralanma olarak tanımlayabileceğimiz mide ülseri, keskin ve yanıcı ağrıya neden olabilir.

Stres ve Anksiyete: Psikolojik faktörler mide asidi üretimini artırabilir. Bu a mide krampı ve bulantıya neden olabilir.

Enfeksiyonlar: Viral veya bakteriyel enfeksiyonlar, mide ağrısına neden olabilir. Bulantı, kusma, ishal ve ateş gibi belirtiler gösterebilir.

Ne yapılmalı?

Diyet ve Yaşam Tarzı Değişiklikleri: Küçük porsiyonlarla, yavaş yemek yemek, yağlı, baharatlı, asitli gıdalar (kahve, narenciye, domates) ve alkolden uzak durmak, bol su içmek ve yemekten sonra hemen uyumamak, bu değişiklikler arasında sayılabilir.

Stres Yönetimi: Meditasyon, nefes egzersizleri veya hafif egzersiz (yoga).

Ne Zaman Doktora Gitmeli?

Şiddetli veya sürekli ağrı (özellikle göğse veya omuza yayılıyorsa).
Kanlı kusma, siyah/katran gibi dışkı, veya kanlı ishal.
Yüksek ateş, şiddetli ishal veya dehidrasyon belirtileri.
Kilo kaybı, iştahsızlık veya yutma güçlüğü.
Ailede mide kanseri öyküsü varsa.
Ağrı birkaç günden uzun sürüyorsa veya sık tekrarlıyorsa.

Paylaşın

Meme Kanseri Hakkında 5 Şaşırtıcı Gerçek

Günümüzde meme kanserinin teşhisi ve tedavisinde etkileyici ilerlemeler kaydedilmiştir, ancak en sağlıklı hayatı yaşamak için meme kanseriyle ilgili gerçeklerden haberdar olmanız da önemlidir.  

Haber Merkezi / İşte meme kanseri hakkında beş şaşırtıcı gerçek:

Erkekler de meme kanseri olabilir: Her ne kadar nadir olsa da, erkeklerde de meme kanseri görülebilir. Erkek meme kanseri vakaları, tüm meme kanseri vakalarının yaklaşık yüzde 1’ini oluşturur.

Genetik mutasyonlar her zaman gerekli değildir: BRCA1 ve BRCA2 gibi genetik mutasyonlar meme kanseri riskini artırır, ancak meme kanseri vakalarının sadece yüzde 5-10’u bu genetik mutasyonlarla bağlantılıdır.

Alkol tüketimi riski artırabilir: Günde bir kadeh alkol tüketimi bile meme kanseri riskini yüzde 7-10 oranında artırabilir, özellikle östrojen reseptörü pozitif kanser türlerinde.

Meme kanseri genç kadınlarda da görülebilir: Meme kanseri genellikle 50 yaş üstünde yaygın olsa da, 20’li ve 30’lu yaşlarda da ortaya çıkabilir. Genç kadınlarda genellikle daha agresif seyreder.

Egzersiz riski azaltabilir: Haftada 150 dakika orta düzeyde egzersiz yapmak, meme kanseri riskini %20’ye kadar azaltabilir. Fiziksel aktivite, östrojen seviyelerini dengeleyerek koruyucu bir etki sağlar.

Paylaşın

Adele Sendromu: Kırık Bir Kalp Asla İyileşmez

Aşk güzel bir şey olabilir ama bazen bireyin hayatını mahveden bir saplantıya da dönüşebilir. Adele sendromu, bir kişiye karşı duyulan duyguların normal sınırları aşarak duygusal ve ruhsal çöküntülere yol açtığı patolojik bir aşk bağımlılığıdır.

Haber Merkezi / Rahatsızlık adını Fransız yazar Victor Hugo’nun kızı Adele Hugo’dan almaktadır. Polis memuru Albert Pinson’a deliler gibi aşık olan Adele Hugo, Pinson’ın kendisine karşı hislerine karşılık vermemesine rağmen onu takip eder. Bu takıntısı öyle yıkıcı bir hal alır ki ailesi onu bir psikiyatri kliniğine yatırmak zorunda kalır.

Bu sendrom, kişinin gerçeklikten koparak karşılıksız bir sevgiye tutkuyla bağlanması ve bu uğurda mantıksız davranışlar sergilemesiyle karakterizedir.

Belirtileri:

Takıntılı düşünceler: Sevilen kişiyle ilgili sürekli düşünme, hayaller kurma.
Gerçeklikten kopma: Karşılıksız sevginin karşılık bulduğuna inanma.
Aşırı fedakârlık: Sevilen kişi için mantıksız fedakârlıklarda bulunma (örn. maddi harcamalar, hayatını değiştirme).
Depresif belirtiler: Reddedilme durumunda derin üzüntü, umutsuzluk.
Sosyal izolasyon: Diğer insanlara ve aktivitelere ilgisizlik.
Riskli davranışlar: Sevilen kişiye ulaşmak için tehlikeli veya uygunsuz eylemler.

Nedenleri:

Duygusal travmalar veya çocuklukta yaşanan bağlanma sorunları.
Düşük öz saygı ve onaylanma ihtiyacı.
Romantik idealleştirme eğilimi.
Psikolojik yatkınlıklar (obsesif-kompulsif özellikler, borderline kişilik yapısı).

Tedavisi:

Psikoterapi: Bilişsel davranışçı terapi (BDT) veya psikodinamik terapi, takıntılı düşünceleri anlamaya ve yönetmeye yardımcı olur.
Psikiyatrik destek: Gerektiğinde anksiyete veya depresyon için ilaç tedavisi.
Destek grupları: Benzer deneyimler yaşayanlarla paylaşım.
Öz bakım: Sağlıklı ilişkiler kurma ve kişisel sınırlar oluşturma becerisi geliştirme.

Paylaşın

Alzheimer’ın Yeni Bir Nedeni Bulundu

Bilim insanları, yirmi yıldan uzun bir süredir, Alzheimer’a neyin sebep olduğunu ve nasıl tedavi edilebileceğini bulmaya çalışıyor. Ancak, hala kesin cevaplar yok.

Haber Merkezi / Birçok bilim insanı, uzun bir süre, Alzheimer’ın beyinde amiloid-beta adı verilen yapışkan bir proteinin birikmesinden kaynaklandığına inanıyordu. Alzheimer hastalığından muzdarip olan kişilerin beyinlerinde bulunan bu proteinin beyin hücrelerine zarar vererek hafıza kaybına ve diğer sorunlara yol açtığı düşünülüyordu.

Ancak yakın zamanda farklı bir teori ilgi görüyor. Teori, Alzheimer’ın aslında hücrelerin enerjiyi nasıl ürettiği ve kullandığıyla ilgili sorunlarla başlayabileceğini öne sürüyor. Teoride, mitokondri adı verilen hücrelerin küçük parçalarının hasarına odaklanılıyor.

Mitokondriler hücreler için enerji santralleri gibidir; hücrelerin düzgün çalışması için gereken enerjiyi üretirler. Mitokondriler düzgün çalışmayı bıraktığında, tüm beyni etkileyebilir ve muhtemelen Alzheimer gibi hastalıklara yol açabilir.

Yale-NUS College’dan bilim insanlarının yakın zamanda yaptığı bir araştırma bu yeni teoriyi destekliyor. Araştırma, metabolik işlev bozukluğu adı verilen hücre enerjisi kullanımıyla ilgili sorunların, amiloid-beta proteinlerindeki herhangi bir büyük artıştan önce ortaya çıkabileceğini ortaya koydu. Başka bir deyişle, enerji sorunları önce başlayabilir ve protein birikimi daha sonra gerçekleşebilir.

Araştırma ayrıca bu tür enerji sorunlarının sadece Alzheimer’la ilgili olmadığını, yaşlanmanın normal bir parçası olduğunu da belirtiyor.

Bu, Alzheimer dahil olmak üzere birçok yaşa bağlı hastalığın, yaşlanma sürecinin bir parçası olarak daha iyi anlaşılabileceği anlamına gelir. Yani, bilim insanları hücresel düzeyde yaşlanmayı yavaşlatmanın yollarını bulabilirlerse, bu yalnızca bir hastalığı değil, birçok hastalığı önlemeye yardımcı olabilir.

Dr. Jan Gruber ve ekibi tarafından araştırma eLife adlı bilimsel dergide yayınlandı.

Paylaşın

Yetişkinlerde, Otizmin En Sık Görülen Dokuz Belirtisi

Sosyal medyada, yetişkin bireylerin otistik olduklarını fark etmelerine neden olan ayrıntılı videolar görmüş olabilirsiniz. İzleyiciler, bu videoları aydınlatıcı ve rahatlatıcı buluyor.

Haber Merkezi / Yakın zamanda yapılan bir araştırma, otizmli bireylerin yüzde 80’inin 18 yaşına geldiklerinde hala teşhis edilmediğini ortaya koydu.

Otizm, genellikle çocukluk döneminde fark edilse de, bazı bireylerde yetişkinlikte teşhis edilebilir ya da belirtileri daha belirgin hale gelebilir. Yetişkinlerde otizmin en yaygın belirtileri, bireyin sosyal etkileşim, iletişim ve davranış kalıplarıyla ilgili zorluklar yaşaması şeklinde ortaya çıkar.

Yetişkinlerde otizmin en sık görülen 9 belirtisi sıralanmıştır:

Sosyal etkileşimde zorluk: Yetişkinlerde otizm, başkalarıyla bağlantı kurmakta veya sosyal ipuçlarını anlamakta güçlük çekme şeklinde kendini gösterebilir. Örneğin, göz teması kurmaktan kaçınma veya sohbetin akışını sürdürememe yaygın olabilir.

Rutinlere bağlılık: Değişikliklere karşı aşırı hassasiyet ve günlük yaşamda katı rutinlere ya da alışkanlıklara sıkı sıkıya bağlılık gözlemlenebilir. Planlarda ani bir değişiklik bu kişilerde kaygı yaratabilir.

Duyusal hassasiyet: Işık, ses, doku veya koku gibi duyusal uyarılara karşı aşırı duyarlılık ya da tam tersine duyarsızlık sık görülür. Örneğin, yüksek seslerden rahatsız olma veya belirli kumaş türlerini giymekten kaçınma.

İletişim zorlukları: Sözlü veya sözsüz iletişimde güçlük çekme, mecazları, şakaları veya ima edilen anlamları anlamama gibi durumlar ortaya çıkabilir. Monoton bir ses tonuyla konuşma da yaygın bir işarettir.

Yoğun ilgi alanları: Belirli bir konuya veya hobiye aşırı odaklanma ve bu konuda derinlemesine bilgi sahibi olma eğilimi. Bu ilgi alanları genellikle diğer insanlara sıra dışı gelebilir.

Tekrarlayıcı davranışlar: El çırpma, sallanma gibi fiziksel hareketler ya da belirli kelimeleri/cümleleri tekrarlama gibi alışkanlıklar yetişkinlikte de devam edebilir.

Empati kurmada zorluk: Başkalarının duygularını anlamakta veya uygun duygusal tepkiler vermekte güçlük çekme. Bu, soğuk veya ilgisiz gibi algılanmalarına neden olabilir, ancak bu kasıtlı değildir.

Zaman yönetimi ve organizasyon sorunları: Günlük görevleri planlama, önceliklendirme veya birden fazla işi aynı anda yürütme konusunda zorluk yaşayabilirler.

Kaygı ve stres: Sosyal durumlar, duyusal aşırı yüklenme veya belirsizlik gibi tetikleyiciler nedeniyle yoğun kaygı veya stres yaşama eğilimi. Bu, bazen geri çekilme veya “erime” (meltdown) olarak adlandırılan duygusal patlamalara yol açabilir.

Bu belirtiler kişiden kişiye farklılık gösterebilir ve şiddeti değişebilir. Otizm bozukluğu (OSB) tanısı için bir uzmana danışmak önemlidir, çünkü bu belirtiler başka durumlarla da karışabilir.

Paylaşın

Doğum Sonrası Hipertansiyon Nedir? Nedenleri Belirtileri Ve Tedavisi

Yeni anne olanlar, doğum sonrası sadece uykusuz gecelerle değil aynı zamanda hipertansiyon da dahil olmak üzere bir dizi farklı sorunla da mücadele etmek zorunda kalıyor.

Haber Merkezi / Doğum sonrası hipertansiyon, bir kadının doğumdan sonraki dönemde (genellikle doğumdan sonraki ilk 6 hafta içinde) kan basıncının yüksek olması durumudur. Tıbbi olarak, kan basıncı 140/90 mmHg veya üzerinde ölçüldüğünde hipertansiyon tanısı konur.

Bu durum, hamilelik sırasında hipertansiyonu olan kadınlarda (örneğin, preeklampsi veya gestasyonel hipertansiyon) devam edebilir ya da tamamen yeni bir durum olarak ortaya çıkabilir.

Doğum sonrası dönemdeki hormonal değişiklikler, stres, sıvı dengesizlikleri ve diğer faktörler bu durumu tetikleyebilir.

Türleri ve nedenleri:

Gebelikle ilişkili hipertansiyonun devamı:

Preeklampsi: Doğum sonrası devam ederse, genellikle ilk 48 saat içinde belirgin olur, ancak haftalarca sürebilir.

Gestasyonel hipertansiyon: Gebelikte başlayan yüksek tansiyonun doğumdan sonra normale dönmemesi.

Yeni başlayan hipertansiyon: Doğum sonrası stres, ağrı, ilaç kullanımı (örneğin, NSAID’ler) veya sıvı tutulumu gibi faktörler nedeniyle gelişebilir.

Kronik hipertansiyon: Gebelikten önce var olan ancak fark edilmemiş bir hipertansiyonun doğum sonrası dönemde belirginleşmesi.

Belirtileri:

Doğum sonrası hipertansiyon genellikle belirti vermeyebilir (asemptomatik), bu yüzden kan basıncı düzenli olarak kontrol edilmelidir. Ancak bazı durumlarda şu belirtiler görülebilir:

Şiddetli baş ağrısı
Bulanık görme veya çift görme
Karın ağrısı (özellikle sağ üst tarafta)
Nefes darlığı
Yüzde, ellerde veya ayaklarda şişlik (ödem)

Bu belirtiler, özellikle preeklampsinin devam ettiği durumlarda ciddi komplikasyonların (örneğin, eklampsi veya HELLP sendromu) habercisi olabilir.

Risk faktörleri

Gebelikte hipertansiyon öyküsü
Obezite
35 yaş üstü olmak
Çoğul gebelik (ikiz, üçüz)
Diyabet veya böbrek hastalığı gibi kronik sağlık sorunları
Ailede hipertansiyon öyküsü

Tedavisi:

Tedavi, hipertansiyonun şiddetine ve nedenine bağlıdır:

Evde yönetim: Hafif vakalarda, dinlenme, tuz alımını azaltma ve kan basıncını düzenli ölçme önerilir.

İlaç tedavisi: Beta blokerler (örneğin, labetalol), kalsiyum kanal blokerleri (nifedipin) veya ACE inhibitörleri gibi ilaçlar kullanılabilir. Emziren anneler için güvenli seçenekler tercih edilir.

Acil durum: Kan basıncı çok yüksekse (örneğin, 160/110 mmHg üzeri) veya preeklampsi belirtileri varsa, hastanede magnezyum sülfat gibi tedaviler gerekebilir.

Ne zaman doktora gidilmeli?

Doğum sonrası hipertansiyon ciddi olabilir, bu yüzden şu durumlarda acilen tıbbi yardım alınmalı:

Kan basıncı 140/90 mmHg veya üzerindeyse ve düşmüyorsa,
Şiddetli baş ağrısı, görme sorunları veya nefes darlığı varsa,
Göğüs ağrısı veya bilinç bulanıklığı gibi belirtiler ortaya çıkarsa.

Paylaşın

Biriktirme Bozukluğuna Ne Sebep Olur? Tedavisi Ve Yönetimi

Biriktirme bozukluğu (hoarding disorder), bireyin eşyaları atamama veya onlardan ayrılma konusunda aşırı zorluk çekmesiyle karakterize edilen bir ruh sağlığı durumudur.

Haber Merkezi / Bozukluk, genellikle biyolojik, psikolojik ve çevresel faktörlerin bir kombinasyonundan kaynaklanır.

İşte biriktirme bozukluğuna yol açabilecek temel sebepler:

Biyolojik Faktörler:

Genetik yatkınlık: Araştırmalar, biriktirme bozukluğunun ailelerde görülme eğiliminde olduğunu gösteriyor. Eğer bir kişinin yakın akrabalarında bu durum varsa, risk artabilir.

Beyin işleyişi: Beynin karar verme, duygusal bağlanma ve ödül sistemiyle ilişkili bölgelerindeki (örneğin prefrontal korteks ve amigdala) anormallikler biriktirme davranışını tetikleyebilir. Nörogörüntüleme çalışmaları, bu bireylerde eşyalara aşırı değer biçme eğilimi olduğunu ortaya koyuyor.

Psikolojik Faktörler:

Duygusal bağlanma: Biriktiren kişiler, eşyalara güvenlik, kimlik ya da anılarla bağlantı gibi duygusal anlamlar yükleyebilir. Bir eşyayı atmak, bu duygusal bağı kaybetmek gibi hissedilebilir.

Kaygı ve karar verme zorluğu: Biriktirme, genellikle eşyaları atma konusunda yoğun kaygı veya kararsızlıkla ilişkilidir. “Ya bir gün buna ihtiyacım olursa?” düşüncesi yaygındır.

Travma veya kayıp: Önemli bir kayıp (örneğin sevilen birinin ölümü) ya da travmatik bir olay, eşyalara tutunmayı bir başa çıkma mekanizması haline getirebilir.

Obsesif – kompulsif eğilimler: Biriktirme bozukluğu, geçmişte obsesif – kompulsif bozukluk (OKB) ile ilişkilendirilse de artık ayrı bir tanı olarak kabul ediliyor. Yine de bazı kişilerde OKB benzeri özellikler görülebilir.

Çevresel Faktörler:

Çocukluk deneyimleri: Eşyaların zorla elinden alındığı, yoksulluk çekilen veya aşırı korumacı bir ortamda büyüyen bireyler, ileride biriktirme eğilimi geliştirebilir.

Stresli yaşam olayları: Boşanma, iş kaybı veya sağlık sorunları gibi durumlar, eşyalara tutunmayı bir kontrol sağlama yolu olarak ortaya çıkarabilir.

Kültürel etkiler: Bazı toplumlarda tasarruf veya eşyaları saklama alışkanlığı teşvik edilir, bu da biriktirme davranışını normalleştirebilir.

Eşlik Eden Durumlar:

Biriktirme bozukluğu sıklıkla depresyon, anksiyete bozuklukları veya dikkat eksikliği hiperaktivite bozukluğu (DEHB) gibi diğer ruh sağlığı sorunlarıyla birlikte görülür. Bu durumlar, biriktirme eğilimini şiddetlendirebilir.

Biriktirme bozukluğu nasıl başlar?

Biriktirme genellikle yavaşça gelişir. Kişi başlangıçta “faydalı olabilir” düşüncesiyle eşya biriktirmeye başlar, ancak zamanla bu davranış kontrolden çıkar ve yaşam alanını işlevsiz hale getirir. Yaş ilerledikçe, özellikle sosyal izolasyon veya fiziksel sınırlamalar arttığında, durum daha belirgin hale gelebilir.

Tedavisi ve yönetimi:

Biriktirme bozukluğunun tedavisi ve yönetimi, bireyin hem zihinsel hem de pratik düzeyde desteklenmesini gerektirir. Bu süreç genellikle uzun vadeli bir yaklaşım gerektirir ve sabır, profesyonel yardım ve bazen çevresel düzenlemeleri içerir.

İşte biriktirme bozukluğunun tedavisi ve yönetimi için etkili yöntemler:

Tedavi Yöntemleri:

Bilişsel Davranışçı Terapi (BDT): BDT, biriktirme bozukluğunun temelinde yatan düşünce kalıplarını (örneğin “Bu eşyayı atarsam bir parçamı kaybederim” veya “İleride buna ihtiyacım olabilir”) hedef alır. Terapist, kişinin bu düşünceleri sorgulamasını ve daha işlevsel alternatifler geliştirmesini sağlar.

Terapide, eşyalara duygusal bağlanmayı azaltmak için exposure (maruz bırakma) teknikleri kullanılır. Örneğin, kişi önce önemsiz bir eşyayı atmayı dener ve bu süreç kademeli olarak ilerler.

Karar verme becerileri geliştirilir; hangi eşyanın gerçekten gerekli olduğuna dair mantıklı bir filtre oluşturulur. Araştırmalar, BDT’nin biriktirme semptomlarını azalttığını ve uzun vadeli iyileşme sağladığını gösteriyor.

Motivasyonel görüşme: Motivasyonel görüşme, kişinin kendi nedenleriyle değişim isteği geliştirmesine odaklanır. Terapist, “Eşyalarını azaltmak sana ne kazandırır?” gibi sorularla bireyi motive eder.

İlaç tedavisi: Biriktirme bozukluğuyla birlikte depresyon, anksiyete veya OKB gibi durumlar varsa, seçici serotonin geri alım inhibitörleri (SSRI’lar) gibi antidepresanlar reçete edilebilir.

İlaç tedavisi, doğrudan biriktirmeyi tedavi etmez, ancak altta yatan duygusal yükü hafifletebilir.

Yönetim Stratejileri:

Pratik organizasyon ve temizlik: Tüm evi bir anda temizlemeye çalışmak yerine, küçük bir alanla başlanır (örneğin bir masa veya bir çekmece). Eşyalar “sakla”, “bağışla”, “at” gibi kategorilere ayrılır.

Bu süreçte bir profesyonel organizatör veya aile üyesi destek olabilir. Kişinin rızası olmadan eşyaların atılması, güven kaybına ve daha fazla biriktirmeye yol açabilir.

Destek grupları: Biriktirme bozukluğuyla yaşayan diğer bireylerle deneyim paylaşımı sağlayan gruplar. Yalnızlık hissini azaltır, pratik ipuçları sunar ve motivasyonu artırır.

Aile ve çevre desteği: Aile üyeleri, suçlayıcı olmayan bir yaklaşımla bireyi teşvik edebilir. Örneğin, “Birlikte bu köşeyi düzenleyelim mi?” gibi öneriler faydalıdır.

Yaşam alanı düzenlemeleri: Güvenli ve işlevsel bir ortam yaratmak. Örneğin, biriktirme yangın veya düşme riski yaratıyorsa, öncelik bu tehlikeleri ortadan kaldırmak olmalıdır.

Depolama çözümleri (raf, kutu) veya eşya miktarını sınırlayacak kurallar getirilebilir.

Uzun vadeli yönetim: Biriktirme davranışı zamanla geri dönebilir. Düzenli terapi seansları veya takip planları bu riski azaltır. Haftada bir kez eşya gözden geçirme gibi alışkanlıklar geliştirilebilir.

Psikolojik dayanıklılık: Stresle başa çıkma becerileri (meditasyon, egzersiz) biriktirme dürtüsünü kontrol altına alabilir.

Paylaşın