Yeni Keşfedilen Bir Çift Yıldızlı Sistem Çok Tuhaf Davranışlar Sergiliyor

Gökbilimci André-Nicolas Chené, “Samanyolu’nun en az 100 milyar yıldız ve muhtemelen 100 milyarlarca yıldız daha içerdiğini biliyoruz. Bu olağanüstü çift yıldızlı sistem esasen 10 milyarda bir görülür” diyor ve ekliyor:

“Çalışmamızdan önce, Samanyolu gibi sarmal bir galakside bu türden sadece bir veya iki sistemin bulunabileceği tahmin ediliyordu.”

Yeni keşfedilen ve çok nadir olan bir çift yıldızlı sistem, onu bulan araştırmacılara göre çok tuhaf davranışlar sergiliyor.

Sistem o kadar alışılmadık ki muazzam büyüklükteki Samanyolu galaksimizde ondan sadece yaklaşık 10 tane bulunduğu düşünülüyor.

Bu sistem bir kilonovayı, yani nötron yıldızları çarpıştığında meydana gelen patlamayı tetikleyerek evren boyunca tespit edilebilecek ultra güçlü bir patlamayı harekete geçirmek için tüm koşullara sahip.

NOIRLab’de gökbilimci olan, yeni çalışmanın ortak yazarı André-Nicolas Chené, “Samanyolu’nun en az 100 milyar yıldız ve muhtemelen 100 milyarlarca yıldız daha içerdiğini biliyoruz. Bu olağanüstü çift yıldızlı sistem esasen 10 milyarda bir görülür” diyor:

“Çalışmamızdan önce, Samanyolu gibi sarmal bir galakside bu tüden sadece bir veya iki sistemin bulunabileceği tahmin ediliyordu.”

Bu ikiz yıldızları bulan gökbilimciler, sistemin X-ışınlarıyla parladığını ve kütlesinin büyük olduğunu söylüyor. Fakat bu özellikle olağandışı çünkü gökbilimciler, iki yıldızın birbirlerinin etrafındaki yörüngede “tuhaf bir dairesel” rotada döndüğünü söylüyor.

Sözkonusu sistem olağan ve etkileyici bir patlamadan ziyade, bir yıldız patlamasının yani süpernovanın sönmesiyle oluşmuş gibi görünüyor.

Yıdızların tuhaf yörüngesi sayesinde araştırmacılar, iki yıldızdan birinin “tükenmiş” bir süpernova olduğunu buldu. Bu, yakıtı tükenip çekirdeği çöktüğünde yıldızın nispeten zayıf bir patlama geçirdiği anlamına geliyor.

Bu patlama yıldızları genellikle uzun bir eliptik yörüngeye sokar. Ancak bu yıldızda böyle bir patlama meydana getirmek için bile yeterli enerji kalmadığından iki yıldız bunun yerine dairesel bir yörüngede yakınca hizalanmış.

Zamanla bu iki yıldız, kozmos boyunca güçlü kütleçekimsel dalgalar gönderip gümüş ve altın gibi ağır elementleri arkasında bırakarak birleşecek.

Bu yıldız çifti kendi başına bile yeterince tuhaf. Ancak bilim insanları bunun gibi sistemleri bulmanın kilonovaları daha iyi anlamaya yardımcı olabileceğini umuyor. Bu etkileyici patlamaların evrendeki altının kaynağı olduğu da düşünülüyor.

Chené, “Uzunca bir süre, gökbilimciler nihayetinde bir kilonovaya yol açabilecek kesin koşullar hakkında tahminler yürüttü” diyor:

“Bu yeni sonuçlar en azından bazı durumlarda iki kardeş nötron yıldızının, biri klasik bir süpernova patlaması olmadan meydana gelse bile birleşebileceğini gösteriyor.”

CPD-29 2176 diye bilinen bu çift yıldızlı sistem, Dünya’dan yaklaşık 11 bin 400 ışık yılı uzaklıkta bulunuyor. İlk olarak NASA’nın Neil Gehrels Swift Gözlemevi’nin tespit ettiği sistemin olağandışı doğası, daha sonra Şili’deki 1,5 metre çaplı SMARTS teleskobu kullanılarak yapılan gözlemlerle doğrulandı.

Bulgular, Nature adlı bilimsel dergide dün yayımlanan “A high-mass X-ray binary descended from an ultra-stripped supernova” (Çok düşük maddeli bir süpernovadan türeyen yüksek kütleli bir X-ışını ikilisi) başlıklı yeni bir makalede açıklanıyor.

(Kaynak: Independent Türkçe)

Paylaşın

İki Düzine Yıldız Kalıntısı İçeren Galaksi “Mezarlığı” Görüntülendi

Samanyolu Galaksisi’nde yer alan 20 yeni olası yıldız kalıntısı (süpernova patlamasından sonra bir yıldızın yaşamının son evresi) görüntülendi. Galakside gökbilimcilerin henüz keşfetmediği yaklaşık 1500 süpernova kalıntısı daha olabileceği tahmin ediliyor.

Kayıp kalıntıları bulmak galaksimizi ve tarihini daha iyi anlamamıza katkı sağlayacak.

Samanyolu’nun yeni ve net bir görüntüsü, yaklaşık iki düzine patlayan yıldızın kalıntılarını içeren bir galaksi “mezarlığını” ortaya çıkardı.

Genişleyen bir gaz ve toz bulutu olan bu kalıntılar, süpernova patlamasından sonra bir yıldızın yaşamının son evresine işaret ediyor.

Önceki çalışmalarda bu tür yıldız kalıntılarının muhtemelen halihazırda gözlemlenenden 5 kat daha fazla olduğu hesaplansa da Avustralya’daki Macquarie Üniversitesi’nden Andrew Hopkins’in de aralarında bulunduğu araştırmacılar radyo teleskoplar kullanılarak gözlemlenen sayının “çok düşük” olduğunu söylüyor.

Henüz yayımlanmayan yeni araştırmada, ölü yıldızlara daha fazla ışık tutma amacıyla Avustralya’nın ASKAP radyo teleskobuyla Parkes radyo teleskobu Murriyang tarafından yapılan gözlemler birleştirildi.

Araştırmacıların Samanyolu’ndaki bazı yıldızlar arasındaki boşlukta bulduğu “ince saplar ve topak bulutlar”, gerçekten daha fazla süpernova kalıntısı olduğuna işaret ediyor.

Bilim insanlarına göre yıldızların doğum ve ölüm yerlerini gösteren yeni görsel, galaksimizin şimdiye kadarki en ayrıntılı radyo görüntüsü.

Daha önce sadece 7 tanesi bilinirken, bu görüntü yaklaşık 20 yeni olası yıldız kalıntısını ortaya çıkardı.

Avustralya’daki Macquarie Üniversitesi’nden, projenin baş bilim insanlarından Profesör Andrew Hopkins bu görüntünün, galaktik düzlemi “şimdiye kadarki en ince ayrıntısıyla” gösterdiğini söylüyor.

Hopkins bu görselin, “ölen yıldızlar arasındaki boşluğu dolduran hidrojen gazıyla ilişkili ve yeni yıldızların doğuşuyla bağlantılı geniş çaplı salımın ve süpernova kalıntıları olarak adlandırılan sıcak gaz kabarcıklarının” bulunduğu, Samanyolu’nda bir bölgeyi gösterdiğini belirtiyor.

The Conversation’a konuşan Dr. Hopkins, “Bütün Samanyolu’nun sadece yüzde 1’i kadar olan bu küçük alanda, daha önce sadece 7’si bilinen 20’den fazla yeni olası süpernova kalıntısı keşfettik” dedi.

Çalışmada yapılan daha önce hiç görülmemiş detaylı gözlemler, farklı teleskoplardan elde edilen verilerin bir araya getirilmesi sayesinde mümkün oldu.

Avustralya’nın ASKAP radyo teleskobu, 6 kilometre genişliğinde tek bir büyük teleskobu taklit eden, her biri 12 metre genişliğinde 36 tane nispeten küçük çanaktan oluşuyor.

ASKAP iyi bir çözünürlüğe sahip olsa da araştırmacılar en büyük ölçeklerdeki yıldız bölgelerinden gelen radyo dalgasını kaçırdığını söylüyor.

Bu nedenle bilim insanları, İtalya Ulusal Astrofizik Enstitüsü’nden Ettore Carretti liderliğindeki Pegasus adlı başka bir projeyle güçlerini birleştirdi.

Pegasus projesinde dünyanın en büyük tek çanaklı radyo teleskoplarından biri olan Parkes/Murriyang teleskobu kullanılıyor.

Kanada’nın Alberta Üniversitesi’nden doktora öğrencisi Brianna Ball, danışmanı Roland Kothes’la birlikte çalışmayı yürüttü.

Araştırmacılar, Pegasus haritasını Avustralyalı ekiplerin haritasıyla birleştirerek Samanyolu’ndaki yıldız kalıntılarını “son derece yüksek hassasiyet ve doğrulukla” ortaya çıkardı.

Bilim insanları, gökyüzünün yüksek kaliteli görüntülerini oluşturmak için bu yaklaşımı kullanarak gökbilimcilerin, gelecekteki gözlemlerle Galaksi ve ötesi hakkındaki anlayışlarını sağlamlaştırabileceğine inanıyor.

Dr. Hopkins, “Nihai sonuçlar bu ilk görüntüden yaklaşık 100 kat daha büyük şekilde, neredeyse tüm Samanyolu’nun benzeri görülmemiş bir görüntüsü olacak ve aynı ayrıntı ve hassasiyet düzeyine ulaşacak” dedi.

Galakside gökbilimcilerin henüz keşfetmediği yaklaşık 1500 süpernova kalıntısı daha olabileceği tahmin ediliyor. Kayıp kalıntıları bulmak galaksimizi ve tarihini daha iyi anlamamıza katkı sağlayacak.

(Kaynak: Independent Türkçe)

Paylaşın

Bilim İnsanları Şaşkına Döndü: Güneş Sistemi’ni Bir Parıltı Sardı

Güneş Sistemi’nin etrafını belli belirsiz bir parıltının sarması karşısında şaşkına dönen bilim insanları ışığın tam olarak nereden geldiğini henüz bulabilmiş değil. Bilim insanları, parıltının güneş sistemimizdeki bilinmeyen bir yapıdan kaynaklanabileceğini tahmin ediyor. 

Bu yapı, güneş sistemine düşen kuyruklu yıldızlardan oluşan ve güneş ışığını yansıtan bir toz küresi olabilir. Ancak bu toz kabuğu varsayımsal kalmaya devam ediyor ve eğer gerçekse, o zaman güneş sisteminin mimarisine ilişkin anlayışımızı değiştirecek.

Güneş sistemimizi “belli belirsiz bir parıltının” sardığını söyleyen bilim insanları bunun nereden geldiğinden emin değil.

Independent Türkçe‘nin aktardığına göre, bilim insanları, beklenen ışık kaynakları çıkarıldığında bile loş parıltının devam ettiğini söylüyor. Yeni bir çalışmada yıldızlar ve galaksiler gibi bilinen kaynaklardan gelen ışığı çıkaran araştırmacılar, bir şeyin kaldığını buldu.

Işık miktarı çok az: tüm gökyüzüne yayılmış 10 ateşböceğine eşdeğer. Fakat yine de bu parıltı karşısında şaşkına dönen bilim insanları ışığın tam olarak nereden geldiğini henüz bulabilmiş değil.

Bu keşif, bilim insanlarının NASA’nın Hubble Uzay Teleskobu’ndan alınan 200 bin görüntüyü kullanmasıyla yapıldı. Araştırmacılar daha sonra beklenen tüm ışığı kaldırarak herhangi bir arka plan parıltısı olup olmadığına baktı.

Bilim insanları, parıltının güneş sistemimizdeki bilinmeyen bir yapıdan kaynaklanabileceğini tahmin ediyor. Bu yapı, güneş sistemine düşen kuyruklu yıldızlardan oluşan ve güneş ışığını yansıtan bir toz küresi olabilir.

Ancak bu toz kabuğu varsayımsal kalmaya devam ediyor ve eğer gerçekse, o zaman güneş sisteminin mimarisine ilişkin anlayışımızı değiştirecek.

2021’de New Horizons (Yeni Ufuklar) uzay aracı da güneş sisteminde az miktarda arka plan ışığı olduğunu bulmuştu. Bu ışık da hâlâ açıklanabilmiş değil ve önerilen olası açıklamalar arasında bir dizi gizli uzak galaksiden, çürüyen karanlık maddeye kadar her şey yer alıyor.

Ancak New Horizons’ın tespit ettiği ışık, Hubble görüntülerinde bulunandan daha az yoğundu. Bunun nedeni New Horizons’ın daha uzakta, Güneş’ten yaklaşık 6,5 ila 8 milyar kilometre uzakta olması olabilir.

Bu da araştırmacıları ışığın yakınımızdan, güneş sistemimizin içinden geldiğine inanmaya itiyor. Bu iki bulgu birlikte ele alındığında, güneş sisteminin daha önce ölçülmemiş bazı elementler içerebileceğini düşündürüyor.

Bulgular, The Astronomical Journal ve The Astrophysical Journal Letters adlı bilimsel dergilerde yayımlanan yeni makalelerde rapor edildi.

Paylaşın

Samanyolu Galaksisi’nin ‘En Yaşlı’ Yıldızı Keşfedildi

Dünya’nın da içinde yer aldığı Güneş Sistemi’ni kapsayan Samanyolu Galaksisi’nin en eski yıldız sistemi keşfedildi. Warwick Üniversitesi öncülüğündeki gökbilimciler galaksimizde, yörüngesindeki gezegenlerden enkaz toplayan en eski yıldızı tespit etti ve bu yıldız, Samanyolu’nda keşfedilen en eski kayalık ve buzlu gezegen sistemlerinden biri oldu.

Bilim insanlarının ulaştığı bulgular 5 Kasım günü Royal Astronomical Society’nin aylık bülteninde yayınlandı. Araştırmada, Dünya’ya 90 ışıkyılı mesafedeki soluk bir beyaz cücenin ve yörüngedeki gezegen sisteminin kalıntılarının 10 milyar yıldan daha yaşlı olduğu sonucuna varıldı.

Güneşimize benzeyenler de dahil olmak üzere, yıldızların büyük kısmının yazgısı bir beyaz cüceye dönüşmek. Beyaz cüceler, yakıtının tamamını tüketip dış katmanlarını uzaya saçan ve artık bir küçülme ve soğuma sürecinden geçen yıldızlardır. Bu süreç esnasında, yörüngede dolanan gezegenler parçalarına ayrılır ve kimi durumlarda dağılan enkazlar beyaz cücenin yüzeyine çekilerek yok edilir.

Bu araştırma doğrultusunda, Warwick Üniversitesi öncülüğünde çalışan bir astronomi ekibi, Avrupa Uzay Ajansı’na ait GAIA adlı uzay gözlemevince saptanan iki olağandışı beyaz cüceyi modelledi. Araştırma ekibinin daha fazla analize tabi tuttuğu yıldızların her ikisi de gezegen enkazlarıyla kirlenmiş durumda; biri alışılmadık düzeyde mavi, diğeriyse yerel galaktik mahallemizde bugüne dek saptanan en soluk ve en kırmızı yıldız.

Gökbilimciler, “kırmızı” yıldız WDJ2147-4035’in ne kadar sürede soğuduğunu anlamak için GAIA, Karanlık Enerji Araştırması ve Avrupa Güney Gözlemevi’nde bulunan X-Shooter aracından elde edilen spektroskopik ve fotometrik verileri kullanarak, yıldızın yaklaşık 10,7 milyar yaşında olduğunu ve 10,2 milyar yılını bir beyaz cüceye dönüşerek geçirdiğini ortaya çıkardılar.

Spektroskopi, bir yıldızın atmosferinde bulunan elementlerin farklı renklerdeki ışığı ne kadar zaman boyunca emdiğini saptayabilen ve bunların hangi elementler olduğunu ve ne kadarının atmosferde mevcut olduğunu belirlemeye yardım eden, yıldızdan gelen ışığın farklı dalga boylarındaki analizini içerir. Araştırma ekibi, WDJ2147-4035’in spektrumunu inceleyerek, yıldızda biriken sodyum, lityum, potasyum ve geçici olarak tespit edilen karbon metallerinin mevcudiyetini ortaya çıkardı ve bulgular onu şu ana dek keşfedilen en eski metalle kirlenmiş beyaz cüce haline getirdi.

Gezegenlerin evrimine ilişkin yeni bilgilere ulaşıldı

Mavi olan ikinci yıldız WDJ1922+0233, WDJ2147-4035’ten yalnızca biraz daha genç ve Dünya’nın kıtasal kabuğunu andıran bir bileşime sahip olan gezegen kaynaklı enkazlarla kirlenmiş halde. Bilim ekibi, düşük ısıdaki yüzey sıcaklığına karşın WDJ1922+0233’ün mavi renginin, olağandışı helyum-hidrojen karşımı atmosferinden kaynaklandığı neticesine ulaştı.

Diğer yandan, kırmızı olan WDJ2147-4035 yıldızının barındırdığı neredeyse saf haldeki helyum ve yüksek yer çekimli atmosferinde var olan enkaz yıldızın bir beyaz cüceye dönüşümünden sağ kurtulan eski bir gezegen sisteminden geriye kalanlardan oluşuyordu ve gökbilimcilerin, bunun en eski gezegen sistemi olduğu sonucuna varmasına imkân tanıdı.

Warwick Üniversitesi Fizik Bölümü’nde doktora öğrencisi olan araştırma başyazarı Abbigail Elms, şöyle konuştu: “Bu, metalle kirlenmiş haldeki yıldızlar, Dünya’nın eşsiz olmadığını, Dünya’ya benzer gezegensel yapılara sahip başka gezegen sistemleri olduğunu gözler önüne seriyor. Var olan bütün yıldızların yüzde 97’si beyaz cüce haline gelecek ve evrenin her yerinde o denli çoklar ki, özellikle de bu son derece havalı olanları anlamak büyük önem taşıyor. Galaksimizde var olan en eski yıldızlardan meydana gelen soğuk beyaz cüceler, Samanyolu’ndaki en eski yıldızların yörüngesinde dönen gezegen sistemlerinin oluşumu ve evrimine dair bilgi sağlıyor. Geçmişte Samanyolu’nda Dünya’ya benzeyen gezegenlerce kirletilen en eski yıldız kalıntılarını ortaya çıkardık. Bu olayın 10 milyar yıllık bir ölçekte meydana geldiğini ve bu gezegenlerin Dünya oluşmadan çok daha önceleri yok olduğunu düşünmek şaşkınlık verici.”

“Evrenin geçmişine ve geleceğine bakabileceğiz”

Bunun yanı sıra, gökbilimciler, bu metallerin yıldızın çekirdeğinde ne hızla battığını tespit etmek amacıyla yıldızın spektrumlarını da kullanabiliyorlar ve bu, zamanda geriye doğru bakmalarına ve bu metallerin her birinin orijinal gezegen gövdesinde ne oranda bulunduğunu belirlemelerine imkân sağlıyor. Bu materyal düzeylerini, kendi güneş sistemimizde var olan astronomik nesnelerle ve gezegen kaynaklı materyallerinkiyle karşılaştırarak, yıldız henüz ölmeden ve bir beyaz cüceye dönüşmeden önce bu gezegenlerin ne durumda olacağını öngörebiliriz; bununla birlikte, WDJ2147-4035’in durumunda, bunu yapmanın epey zor olduğu kanıtlandı.

Abbigail, “Kızıl yıldız WDJ2147-4035, yığılan gezegensel enkaz lityum ve potasyum açısından zengin olduğu ve kendi güneş sistemimizde bilinen hiçbir şeye benzemediği için hâlâ gizemini koruyor. O, aşırı soğuk yüzey sıcaklığı, onu kirleten metaller, ileri yaşı ve manyetik oluşu onu son derece ender bulunur hale getirdiği için, fazlasıyla ilgi çekici bir beyaz cüce” diyor.

Warwick Üniversitesi Fizik Bölümü’nden Profesör Pier-Emmanuel Tremblay, şu ifadeleri kullanıyor: “Bu yaşlı yıldızlar günümüzden 10 milyar yıldan daha uzun bir süre önce ortaya çıktığında, metaller evrim geçiren yıldızlarda ve devasa yıldız patlamalarında meydana geldiği için, şimdikine kıyasla evren metal bakımından daha fakirdi. Gözlemlenen iki beyaz cüce, Güneş Sistemi’nin meydana geldiği koşullardan farklı, metaller bakımından fakir ve gazlar bakımından zengin olan bir ortamdaki gezegen oluşumuna dair heyecan verici bir bakış imkânı sunuyor.”

(Kaynak: Gazete Duvar)

Paylaşın

Bilim İnsanları, Dünyaya En Yakın ‘Kara Deliği’ Tespit Etti

Bilim insanları, dünyaya şu ana kadar bilinen en yakın kara deliği keşfetti. 1.600 ışık yılı uzaklıkta yer alan kara delik güneşten 10 misli daha büyük ve yeryüzüne daha önce tespit edilenden 3 misli daha yakın.

Bilim insanları kara deliği ona eşlik eden yıldızı sayesinde tespit edebilidi. Yıldızın kara deliğin etrafında dünyanın güneş yörüngesi ile aynı mesafede bir yörüngede seyrettiği keşfedildi.

Astrofizik Merkezi’nde görevli Kareem El-Badry yaptığı açıklamada, Avrupa Uzay Ajansı’nın (ESA), Samanyolu Galaksisi’nin (Milky Way) doğru ve eksiksiz haritasını oluşturmak amacıyla Gaia misyonu kapsamında topladığı veriler değerlendirilirken, “kara deliğin” tespit edildiğini aktardı.

El-Badry ve ekibinin ABD’nin Hawaii eyaletindeki Gemini Uluslararası Rasathanesi’nden aldığı bilgileri de teyit ederek kaleme aldığı bilimsel makale, aylık çıkan Kraliyet Astronomi Derneği (Royal Astronomical Society) dergisinde yayımlandı.

Kara delik nedir?

Kara delik; uzayda bulunan ve ışığın dahi kaçamadığı çok çok güçlü bir çekim gücüne sahip olan kozmik gökcismidir. Einstein’ın genel görelilik kuramıyla tanımlanmış olan kara delikler ışık yaymadığı için kara olarak nitelendirilir.

Kara delikler ne kadar büyüktür?

Kara delikler çeşitli büyüklüklerde olabilirler, fakat temel olarak 3 çeşit kara delik vardır. Kara deliklerin Kütle si ve büyüklüğü onların türünü belirler.

En küçük kara delikler ilksel kara delikler olarak bilinir. Bilimciler, bu tür kara deliklerin bir atom kadar küçük olduklarını ancak büyük bir dağ kadar büyük bir kütleye sahip olduklarını düşünüyorlar.

En yaygın kara delik tipi ise yıldızsal olarak isimlendirilen orta-büyüklükteki kara deliklerdir. Bir yıldızsal kara deliğinin kütlesi Güneş’in kütlesinden yaklaşık 20 kat daha büyük olabilir ve yaklaşık olarak 16 km çapındaki bir topun içerisine yerleştirilebilir. Samanyolu Galaksi’sinde düzinelerce yıldızsal kara delik bulunabilir.

En büyük kara delikler ise “süper kütleli” olarak isimlendirilir. Bu kara delikler bir milyon tane Güneş’in bileşiminden daha büyük kütlelidirler ve çapı, yaklaşık olarak Güneş Sistemi büyüklüğünde olan bir topun içerisine yerleştirilebilir. Bilimsel deliller; büyük galaksilerin her birinin merkezinde bir tane süper kütleli kara delik bulunduğunu gösteriyor.

Samanyolu Galaksisi’nin merkezinde olduğu düşünülen süper kütleli kara deliğin ismi ise Sagittarius A’dır. Bu kara delik, yaklaşık 4 milyon tane Güneş’in kütlesine eşit bir kütleye sahiptir ve yaklaşık bir güneş büyüklüğünde çapı olan bir topun içerisine yerleştirilebilir.

Kara delikler nasıl oluşurlar?

İlksel kara deliklerin evrenin ilk zamanlarında, Büyük Patlama’dan (Big Bang) hemen sonra oluştuğu düşünülüyor.

Yıldızsal kara delikleri ise; çok büyük kütleli bir yıldızın kendi merkezine doğru patlaması (çöküşü) sonucu oluşurlar. Bu çöküş aynı zamanda bir süpernovaya ya da uzaya doğru patlayan yıldız patlamalarına sebep olur.

Süper kütleli kara delikler için ise; bilimciler bu kara deliklerin içerisinde bulundukları galaksiler ile aynı anda oluştuklarını düşünüyorlar. Bu kara deliklerin büyüklüğü içerisinde bulundukları galaksinin kütlesine ve büyüklüğüne bağlıdır.

Paylaşın

Devasa Büyüklükte Ölü Yıldızlar ‘Mezarlığı’ Bulundu

Bilim insanları Samanyolu’nun üç katı yüksekliğine ulaşan devasa bir ölü yıldızlar “mezarlığı” buldu. Eski güneşlerden oluşan yığın, ilk “galaktik ölüler diyarı” haritasında keşfedildi. Bu harita, o zamandan beri kara delikler ve nötron yıldızları haline gelen çeşitli yıldız kalıntılarını gösteriyor.

Harita, bir zamanlar kendi galaksimizin içinde olan nesnelerin birçoğunun galaksiden dışarı atıldığını ortaya koyuyor. Onları ilk bulan araştırmacılara göre bu nesneler, bizim gördüğümüz şekliyle Samanyolu’ndan “temelde farklı bir dağılım ve yapıda” diziliyor.

Samanyolu gençliğinden beri milyarlarca yıldız oluşturmuş olmalı. Ama şimdiye kadar bunlar büyük ölçüde saklı kalmış, yıldızlararası uzayın karanlığına atılmışlardı.

Orada, gökbilimciler tarafından görülmemiş halde uzanıyorlardı. Ama şimdi bilim insanları, uzun süredir ölü olan bu cesetlerin yaşam döngüsünü yeniden oluşturmayı başardı ve şu anda nerede olabileceklerini çözdü.

Makalenin ortak yazarı, Sidney Astronomi Enstitüsü’nden Peter Tuthill, “Bu antik nesneleri bulmaktaki sorunlardan biri, şimdiye kadar nereye bakacağımızı bilmememizdi” dedi ve ekledi:

“En eski nötron yıldızları ve kara delikler, galaksi daha genç ve farklı şekildeyken yaratıldı ve ardından milyarlarca yıla yayılan karmaşık değişikliklere maruz kaldı. Onları bulmak için tüm bunları modellemek büyük çaba gerektirdi.”

Araştırmacılar bunu, yıldızların uzaydaki hareketlerinin tüm karmaşıklığını açıklayan karmaşık bir model oluşturarak yaptı. Samanyolu’nun galaktik ölüler diyarı versiyonu çok farklı görünüyor: Çok daha yükseklere uzanıyor ve normal galaksimizden gayet iyi tanıdığımız sarmal kolların hiçbiri yok.

Araştırma, bu ölü yıldızların yakınlarda bize dadanmış olabileceğini de gösteriyor. Profesör Tuthill, “İstatistiksel olarak en yakın kalıntılarımız sadece 65 ışık yılı uzakta olmalı; galaktik açıdan aşağı yukarı arka bahçemizdeler” dedi.

Bulgular, Royal Astronomical Society’nin Monthly Notices akademik dergisinde yayımlanan “The Galactic underworld: The spatial distribution of compact remidants” (Galaktik ölüler diyarı: Yoğun kalıntıların uzayda dağılımı) başlıklı yeni bir makalede bildirildi.

(Kaynak: Independent Türkçe)

Paylaşın

Bilim İnsanları, Yıldız Tozunun Kaynağını Bulduklarına İnanıyor

Bilim insanları Güneş Sistemi’mizdeki yıldız tozunun nereden geldiğini bildiklerine inanıyor. Yıldız tozu genellikle yıldızlardan gelen gazların soğumasından kaynaklanan, rüzgar veya şiddetli bir süpernova yoluyla uzaya püskürtülen toz parçacıkları olarak düşünülür.

Bu süreçte, uçucu olmayan elementlerin büyük bir kısmı yoğunlaşarak yıldız tozuna dönüşür fakat birçoğu tekrar yok olacaktır. Hayatta kalan parçacıklar yaklaşık 4.6 milyar yıl önce Güneş Sistemi’ndeki gezegenlerin bünyesine katıldı.

Bilim insanları, yıllarca Güneş Sistemi’mizdeki yıldız tozunun sadece nispeten az bir kısmının süpernovalardan ve onları doğuran süper dev yıldızlardan geldiğini varsaydı. Fakat yeni araştırmalar, Güneş Sistemi’ndeki yıldız tozunun yüzde 25’inden fazlasının süpernovalardan geldiğini gösteriyor.

Araştırmacılar, “güneş öncesi parçacıklara” veya Güneş Sistemi’mizden önce var olan ve halen bulunabilen yıldız tozuna bakarak bunu keşfetti. Günel öncesi parçacıklar göktaşlarında ya da uzaydan Dünya’ya düşen diğer maddelerde bulunabilir ve sıradışı kimyasal yapılarıyla tanınırlar.

Bilim insanları, güneş öncesi parçacıkları inceleyerek Güneş Sistemi’mize tozlarını bırakan yıldız türlerini belirleyebiliyor. Bu da kimyasal elementlerin nereden geldiğini ve gezegenimizin çevresinin sıfırdan nasıl oluştuğunu daha iyi anlamamızı sağlıyor.

MPI Kimya’da Parçacık Kimyası Bölümü’nde grup lideri ve Nature Astronomy’de yayımlanan makalenin baş yazarı Peter Hoppe, “Yıldız tozunun çok daha büyük bir kısmının süpernova patlamalarından geldiğinin bilinmesi, araştırmacılara yıldızlararası ortamda toz evriminin bilgisayar modellerini oluşturmak için önemli yeni parametreler sağlıyor” dedi.

Bu durum, süpernova şok dalgaları içlerinden geçerken, özellikle yeni ortaya çıkan süpernova tozunun ve eski yıldızlararası tozun hayatta kalmasını tanımlarken geçerli.

Toz, yıldızlararası moleküler bulutlardaki kimyasal reaksiyonların katalizörü olabileceğinden ve yeni gezegenlerin yapıtaşları olduğundan, yıldız tozunun zamanla uzaya nasıl karıştığını keşfetmek, güneş sistemlerinin nasıl geliştiğine dair yeni bir bakış açısı sağlayabilir.

Yıldız tozu

Yıldızların yaşam döngüleri vardır. Uzayda toz ve gaz parçaları yoğunlaşıp birbirinin üzerine çöküp ısındığında doğarlar. Oluşan yıldızlar milyonlarca ile milyarlarca yıl boyunca yanarlar ve sonra ölürler.

Öldüklerinde rüzgârlarında oluşan parçacıkları uzaya fırlatırlar ve bu yıldız tozu parçalarından yeni gezegenler ve uyduları, göktaşları ile birlikte yeni yıldızlar oluşur.

Bir yıldızdan kopup uzaya saçılarak soğuyan parçalara yıldız tozu adı verilir. Bu yıldız tozları bir meteor içinde sıkışıp milyarlarca yıl boyunca orada kalabilir. Bunlar Güneş Sisteminden önceki zamanda neler olup bittiği hakkında ipuçları taşırlar.

Ancak bu tür antik tanecikleri bulmak zordur. Oldukça ender bulunurlar. Bu taneciklere Dünya’ya düşen meteorların sadece yüzde beşinde rastlanır.

Paylaşın

Komşu Yıldızla Yakınlaşma, Tüm Güneş Sistemi’ni Dağıtabilir

Kanadalı iki araştırmacı, komşu yıldızlardan birinin Güneş Sistemi’ni dağıtabileceğini gösteren bir çalışmaya imza attı. Monthly Notices of the Royal Astronomical Journal adlı hakemli bilimsel dergide yayımlandı.

Yeni araştırma, bir yıldızın yakın geçişiyle tetikleyebileceği, Güneş Sistemi gezegenlerinin yörüngelerindeki küçük kaymaların olası yıkıcı etkilerini gözler önüne serdi.

Toronto Üniversitesi’nde görev alan Garett Brown ve Hanno Rein’in yürüttüğü araştırmada komşu bir yıldızın Güneş’in kabaca 37 milyar kilometre yakınına gelmesinin etkileri bilgisayar simülasyonlarıyla canlandırıldı.

Yaklaşık 3 bin simülasyonu inceleyen araştırmacılar, bu yakın geçişten 4,8 milyar yıl sonrasına kadar Güneş Sistemi’nde neler yaşanabileceğini gözlemledi.

Sonuçlar Neptün’ün yörüngesindeki sadece yüzde 0,1’lik bir kaymanın tüm Güneş Sistemini kaosa sürükleyebileceğini gösterdi.

Yakın geçisin sonuçta kartopu etkisiyle diğer gezegenlerin birbirine çarpmasına veya sistemden tamamen atılmasına neden olabileceği ortaya çıktı.

Brown, “Güneş Sistemi’nin uzun vadeli istikrarı üzerinde herhangi bir etki yaratması için Neptün’ün yörüngesinde 4.5 milyar metre civarında değişiklik olması gerektiğini gördük” diye konuştu:

Bu kritik değişiklik, Güneş Sistemi’nin temelli istikrarsızlaşma ihtimalini 10 kat artırabilir.

Öte yandan, simülasyonların hepsi felaket ve yıkıma işaret etmedi. 960 simülasyonda olayın önemsiz değişikliklerle sonuçlandığı görüldü.

Araştırma, bu türden bir yakın geçişin meydana gelme ihtimaline dair de fikir veriyor. Brown bunu şöyle açıklıyor:

Güneş Sistemi’nin yanından geçecek bir yıldızın sistemin mevcut mimarisinin parçalanma ihtimalini 10 kat artırması için yaklaşık 100 milyar yıl beklememiz gerek.

(Kaynak: Independent Türkçe)

Paylaşın

Bilinen En Hızlı Yıldız Keşfedildi

Araştırmacılar bilinen evrendeki en hızlı yıldızı keşfetti. S4716 adı verilen yıldız, Samanyolu galaksimizin merkezindeki Sagittarius A kara deliğinin etrafında, 100 Astronomik Birim (AU, Dünya ile Güneş arasındaki mesafe) uzaklıkta dönüyor.

Yıldız, 100’den fazla yıldızdan oluşan ve özellikle hızlı hareket etmesiyle bilinen bir S kümesinde.

S4716’yı yaklaşık 20 yıl boyunca gözlemleyen bilim insanları, yıldızın 23,5 milyon kilometre çapa sahip süper kütleli kara deliğin etrafında saniyede 8 bin kilometre hızla ilerlediği ve yörüngedeki turunu sadece 4 yılda tamamladığı sonucuna vardı.

Yeni çalışmanın baş yazarı Dr. Florian Peissker, “Bir yıldızın, süper kütleli bir kara deliğin çevresinde, bu kadar yakın ve hızlı bir sabit yörüngede olması tamamen beklenmedik bir şeydi. Bu geleneksel teleskoplarla gözlemlenebilecek sınırı teşkil ediyor” dedi.

S4716’nın yakın mesafeli yörüngesi bilim insanlarının kafasını karıştırmayı sürdürüyor. Çek Cumhuriyeti’nin Brno kentindeki Masaryk Üniversitesi’nden çalışmaya dahil olan astrofizikçi Michael Zajaček, “Yıldızlar kara delik yakınlarında bu kadar kolay oluşamaz. S4716 içe doğru hareket etmek zorunda kalmış, örneğin S kümesindeki diğer yıldızlara ve nesnelere yaklaşmış ve bu da yörüngesinin önemli ölçüde küçülmesine neden olmuş” dedi.

Yıldızı gözlemlemek için toplam 5 teleskopa ihtiyaç duyulmuş. 5 teleskoptan 4’ü daha da doğru ve ayrıntılı gözlemlere imkan tanımak için büyük bir teleskop oluşturacak şekilde birleştirilmiş.

Araştırma, The Astrophysical Journal adlı bilimsel dergide yayımlandı.

(Kaynak: Independent Türkçe)

Paylaşın

Samanyolu Galaksisi’nde ‘Dev Alkol Molekülü’ Keşfedildi

Almanya’daki Max Planck Radyo Astronomi Enstitüsü’nden bir ekip, Samanyolu Galaksisi’nin merkezine yakın noktada dev bir alkol bulutu tespit etti. Uzayda molekül arayışı 50 yılı aşkın bir süredir devam ediyor.

Araştırmacılara göre, propanol maddesinden oluşan bu moleküler bulut, aynı zamanda uzayda şimdiye dek görülmüş en büyük alkol molekülü keşfi oldu.

Propanol, Dünya’da antiseptiklerde, dezenfektan yapımında veya temizlik ürünlerinde kullanılıyor.

Söz konusu madde, Samanyolu’nun merkezindeki Sagittarius A* adlı süper kütleli kara deliğin yakınlarındaki Yay B2 bölgesinde saptandı. Yıldızların yoğun biçimde oluştuğu bu bölge, “yıldız doğum odası” diye niteleniyor.

Diğer bir deyişle yeni keşif, yıldızların oluşumunda alkol moleküllerinin rolüne dair önemli ipuçları da verebilir.

Keşfin ardındaki isimlerden Arnaud Belloche, “Grubumuz 15 yıldan uzun bir süre önce Sgr B2’nin kimyasal bileşimini araştırmaya başladı” diye konuştu:

Gözlemler başarılı oldu ve diğer birçok keşfin yanı sıra özellikle birkaç organik molekülün ilk yıldızlararası tespitini sağladı.

Keşif, hakemli bilimsel dergi Astronomy Astrophysics’te yayımlanan iki yeni makalede detaylandırıldı.

Söz konusu yıldız oluşum bölgesinde propanolün bilinen iki çeşidi de tespit edildi: Normal propanol ve izo-propanol. İzo-propanol, Dünya’daki el dezenfektanlarının ana bileşeni olarak da biliniyor.

Bu keşif, izo-propanolün yıldızlararası ortamda ilk kez saptanması, normal propanolün de yıldız oluşum bölgesinde ilk kez görülmesi anlamına geliyor.

Makalelerin ortak yazarı, Virginia Üniversitesi’nden Rob Garrod şu açıklamalarda bulundu:

Bunlar birbirlerine çok benzedikleri için, fiziksel açıdan da çok benzer şekillerde davranır. Yani iki molekülün de aynı yerde aynı anda bulunması gerekiyordu.

Yıldızlararası uzayda bu tür kimyasalların keşfi, Yay B2 gibi yıldız oluşum bölgelerini daha iyi anlamak için yürütülen uzun erimli araştırmaların sonucunda mümkün oluyor.

Uzayda molekül arayışı 50 yılı aşkın bir süredir devam ediyor. Gökbilimciler bugüne kadar yıldızlararası ortamda 276 molekül tanımladı.

(Kaynak: Independent Türkçe)

Paylaşın