Kobani Soruşturması: Eski HDP Milletvekili Hüda Kaya Tutukladı

Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından yürütülen Kobanî soruşturması kapsamında İstanbul Havalimanı’nda gözaltına alın eski Halkların Demokratik Partisi (HDP) İstanbul Milletvekili Hüda Kaya tutuklandı.

Hüda Kaya’nın avukatı Zilan Leventoğlu, konuya ilişkin açıklama yaptı. Kaya’nın gözaltına alınmasının haksız, hukuksuz ve keyfi olduğunu savunan Zilan Leventoğlu, şunları söyledi:

“Aylardır ulaşılabilir olmasına ve ikametinde olmasına rağmen Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından kaçaklık karar verilmiştir.

Hüda Kaya hakkında 27 Eylül’de hukuksuz bir şekilde kaçak kararı alınması akabinde, tarafımızca bu karara itiraz edilmiş, kaçak olmadığı, ikametinde ulaşılabilir olduğu, telefonlarının açık olduğu, her zaman ifadeye hazır olduğu hem sözlü hem yazılı olarak defalarca belirtilmiş olmasına ve yakın tarihlerde İstanbul Cumhuriyet savcılığına gidip ifade vermiş olmasına rağmen, yine kendisinin savcılık kalemi ile görüşüp gerekirse Ankara’ya gelebileceğini, ifade için hazır olduğunu kaçaklık kararının kaldırılması gerektiğini söylemesine rağmen kaçaklık kararı kaldırılmamış, Hüda Kaya’nın ifade vermek istemesi keyfi şekilde engellenmiştir.

Sonuç olarak bugün müvekkilimiz Hüda Kaya saatlerdir havalimanında olmasına, pasaport işlemlerinin sorunsuzca gerçekleşmesine rağmen uçağın kalkmasına 10 dakika kala yine tamamen keyfi bir şekilde çıkışınız mümkün değil denilerek gözaltına alınmıştır.”

Ardından Artı Gerçek’e konuşan Zilan Leventoğlu, gözaltı kararının Kobani Davası dosyasından verildiğini söyledi. Leventoğlu, gözaltına alınış şeklini eleştirdi:

Hüda Kaya Kobani soruşturmasından dolayı alındı. Yakalama kararı o dosyada verildi. Daha önce ulaşılabilir olmasına rağmen kaçaklık kararı verilmişti. Biz de hem yazılı hem sözlü olarak defalarca kez kaçaklık kararına itiraz ettik. ‘Kendisi buradadır’ dedik. Hatta adresini dahi söyledik. Savcı her defasında asla bizimle muhatap olmadı.

Hüda Hanım 2-3 kez, ‘İfade vermek istiyorum, gerekirse Ankara’ya da ifade vermeye gelirim. Yakında yurtdışı seyahatim’ dedi. Hüda Hanımın yurtdışına gideceği biliniyordu. Geçen haftalarda İstanbul Savcılığı’na ifade vermeye gitmişti. Ulaşılabilir olduğu, Türkiye’de olduğu biliniyordu. Havalimanına da 4 saat öncesinden gitti, herhangi bir ifade alma işlemine karşı. Uçağa 10 dakika kala hukuksuzca gözaltına alındı.”

Hüda Kaya Kimdir?

9 Ekim 1960 tarihinde İstanbul’da dünyaya gelen Hüda Kaya, uzun yıllar Ürdün, Sudan, Pakistan, İran, Keşmir, Lübnan ile Filistin mülteci kamplarında çalışmalarda bulundu. Bunun yanında Kardelen Eğitim Kültür ve Yardımlaşma Derneği’nin kurulmasında büyük rol oynadı.

Uluslararası Müslüman Kadınlar Birliği’ne de üye olan Kaya, üç dönem Halkların Demokratik Partisi’nden (HDP) İstanbul milletvekili seçildi. Ayrıca Demokratik İslam Kongresi Şura Girişimi Üyeliği de yapmaktadır.

Paylaşın

193 Aydın, Sanatçı Ve Gazeteci, Kobani Davasındaki Hukuksuzluğa Tepki Gösterdi

Ahmet Telli, Akın Birdal, Ayşegül Devecioğlu, Baskın Oran, Cezmi Ersöz, Elif Şafak, Emin Alper, Fehim Işık, Fikret Başkaya, İsmail Beşikçi, Murathan Mungan, Nurcan Baysal, Ragıp Zarakol, Rıza Türmen, Şanar Yurdatapan ve Zülfü Livaneli’nin de aralarında olduğu sanatçı, aydın, gazeteciler, Kobani davasındaki hukuksuzluğa tepki gösterdi:

“Uluslararası toplumun tereddütsüz lanetlediği İŞID’in Kobani’ye yönelik saldırıları üzerine 6-8 Ekim 2014’de gerçekleşen protestolar gerekçe gösterilerek, 18’i tutuklu 108 kişinin yargılandığı Kobani davasını endişeyle izlemekteyiz.”

193 aydın, sanatçı ve gazeteci, Kobani davasındaki hukuksuzluğa tepki gösteren bir açıklama yayınladı. Anayasal hakların çiğnendiği belirtilen açıklamada şu ifadelere yer verildi:

“Uluslararası toplumun tereddütsüz lanetlediği İŞID’in Kobani’ye yönelik saldırıları üzerine 6-8 Ekim 2014’de gerçekleşen protestolar gerekçe gösterilerek, 18’i tutuklu 108 kişinin yargılandığı Kobanî davasını endişeyle izlemekteyiz.

AİHM Büyük Dairesi’nin de onayladığı ihlal kararına rağmen hâlâ 18 kişinin tutuklu yargılandığı davada, adil yargılanma hakkı, siyasi faaliyette bulunma ve ifade özgürlüğü hakkı başta olmak üzere bütün anayasal haklar çiğnenmektedir.

Sanat ve fikir insanları olarak bu açık hukuksuzluğun karşısında olduğumuzu beyan ediyor, Ülkemizi hukuktan, barıştan, demokrasiden adeta dev adımlarla uzaklaştıran tutumlardan acilen vazgeçilmesini talep ediyoruz.”

İmzacılar: A. Halûk Ünal, Abdullah Demirbaş, Abdülhakim Daş, Adil Okay, Adnan Özyalçıner, Ahmet Aksel, Ahmet Aykaç, Ahmet Dindar, Ahmet İnsel, Ahmet Kardam, Ahmet Telli, Akın Atalay, Akın Atauz, Akın Birdal, Ali Ekber Kaypakkaya, Ali Topuz, Aliye Özlü, Asuman Bayrak, Atalay Saraç, Aydın Çubukçu, Ayfer Tunç, Ayşegül Devecioğlu, Ayşen Şahin, Aziz Konukman, Bahadır Altan, Bahadır Özgür, Barış Yıldırım, Baskın Oran, Bilge Seçkin Çetinkaya,

Binnaz Toprak, Burhan Sönmez, Bülent Atamer, C. Hakkı Zariç, Celal Yıldırım, Cengiz Arı, Cevat Çapan, Cezmi Ersöz, Cuma Boynukara, Çetin Ali Nergis, Dinçer Demirkent, Doğan Özgüden, Elçin Gizem Tarhan, Elif Şafak, Emin Alper, Ercan Bingöl, Erdal Doğan, Erdoğan Aydın, Erdoğan Kahyaoğlu, Ergin Cinmen, Ergun Babahan, Esra Calus, Esra Koç, Ezel Akay, Faruk Çıkrıkçı, Fatih Polat, Fatma Bostan Ünsal, Fehim Işık, Ferda Koç, Ferhat Tunç,

Fethiye Çetin, Feyyaz Yaman, Fikret Başkaya, Filiz Kardam, Foti Benlisoy, Gaye Boralıoğlu, Gencay Gürsoy, Gökçe Okay, Gökçer Tahincioğlu, Gül Gülsün Yıldız, Güngör Şenkal, Gürhan Ertür, Hacer Ansal, Hakkı Özdal, Halide Yıldırım, Hanife Yüksel, HannaBeth-Sawoçe, Hasan Öztoprak, Hatice Özbay, Hüseyin Habip Taşkın, Ilgın Ruhi Su, İbrahim Ateş, İbrahim Çiftçioğlu, İlkay Alptekin Demir, İlter Sayın, İnci Hekimoğlu, İnci Tuğsavul,

İsmail Beşikçi, İsmet Alıcı, İştar Gözaydın, Jülide Kural, Kadir Akın, Kadri Salaz, Kemal Gökhan, Korkut Akın, Kubilay Dağbatıran, Levent Kaçar, Leyla Şahin, Mahmut Memduh Uyan, Mazlum Çetinkaya, Mecit Ünal, Mehmet Güç, Mehmet Sait Aydın, Mehmet Türkay, Melek Ulagay, Meliha Coşkun, Mesut Kara, Mete Özel, Murat Serhasi Toktaş, Murat Uyurkulak, Murat Yaykın, Murathan Mungan, Musa Özuğurlu, Mustafa Kemal Erdemol,

Mustafa Paçal, Mustafa Peköz, Mustafa Sönmez, Mustafa Ünlü, Nadire Mater, Namık Kuyumcu, Nazan Aksoy, Nazar Büyüm, Necati Abay, Necmi Demir, Necmiye Alpay, Nejla Demirci, Nesrin Nas, Nesteren Davutoğlu, Neşe Yaşın, Nevin Koçoğlu, Nevzat Karakış, Nevzat Onaran, Nezir İçgören, Nilgün Toker, Niyazi Zorlu, Nuray Sancar, Nurcan Baysal,

Okan Toygar, Onur Hamzaoğlu, Orhan Alkaya, Orhan Pamuk, Orhan Silier, Osman Bozkurt, Osman Okkan, Oya Baydar, Ömer Faruk, Ömer Madra, Özcan Sapan, Özge Doğar, Özgür Başkaya, Özgür Müftüoğlu, Özgür Zeybek, Özlem İşbilir, Racho Donef, Ragıp Zarakol, Recep Maraşlı, Rıza Türmen, Sait Çetinoğlu, Salih Öztürk, Sema Kaygusuz, Semih Gümüş, Serap Ogan Eren, Serdar Keskin, Seyit Soydan, Sezai Sarıoğlu, Sibel Özbudun,

Şahabettin Demir, Şanar Yurdatapan, Şebnem İşigüzel, Şengün Kılıç, Tahsin Yeşildere, Tamer Güven, Temel Demirer, Tuğrul Eryılmaz, Turgut Toygar, Vartkes Keşiş, Vecdi Erbay, Vehbi Koca, Viki Çiprut, Vivet Kanetti, Yasemin Bektaş, Yasemin Göksu, Yavuz Baydar, Yetvart Danzikyan, Yücel Demirer, Yücel Tunca, Zafer Köse, Zafer Yılmaz, Zehra Çınar, Zehra Kabasakal Arat, Zeliha Demirel, Zerrin Kurtoğlu Şahin, Ziya Halis, Zülfü Livaneli.

Paylaşın

Selahattin Demirtaş’ın Tahliye Edilmeme Gerekçesi Açıklandı

Eski Halkların Demokratik Partisi (HDP) eş genel başkanı Selahattin Demirtaş’ın tahliye edilmeme gerekçesi açıklandı: Kaçma ve serbest bırakıldıktan sonra adaletin iyi idaresine zarar verecek tarzda önlemler alabilme.

Aralarında Selahattin Demirtaş’ın da bulunduğu HDP’li siyasetçilerin yargılandığı Kobani davasında mahkeme sanıkların tutukluluk hallerinin devamına karar verdi. Mahkemenin Selahattin Demirtaş’ı tahliye etmeme gerekçesi ise dikkati çekti.

T24‘te yer alan habere göre, kararda “Sanığın tahliye olması halinde kaçma tehlikesi olması bir tarafa, serbest bırakıldıktan sonra adaletin iyi idaresine zarar verecek tarzda önlemler alabilecek olma tehlikesi mevcut olduğu değerlendirilmiştir” denildi. Mahkeme tarafından, savcının 5 bin 267 sayfalık esas hakkındaki görüşü konusunda sanıklara savunma için sadece 27 gün süre vermesi tartışmalara yol açtı. Buna göre savunmalara 28 Temmuz’da başlanacak.

Tutuklu sanıkların tamamının tahliye taleplerini reddeden mahkeme, bu kararında bazı sanıklar yönünden ilginç gerekçelere dayandı. Buna göre, Demirtaş’ın tahliyesine ilişkin talebin reddedilme gerekçelerinden biri, 2015 yılında verdiği bir röportajda ağabeyi hakkında sorulan bir soruya verdiği yanıt oldu.

Demirtaş’ın bu röportajda ağabeyi Nurettin Demirtaş için söylediği, “Üniversite öğrencisiyken hapse girdi, ömrünün yarısını cezaevlerinde geçirdi, demokratik siyasete girmek istedi, partiye girdi, eş genel başkan oldu. Yargı baskısı ile siyaset yapamayacak bir hale getirdiler. Çok ağır cezalar verdiler kendisine. Çok sayıda dava açtılar.

Burada bir kez daha yıllarını cezaevlerinde geçirsin istemedik. Şu an Erbil’de yaşıyor. Sadece o değil, on binlerce insan sürgünde yaşamak zorunda kalıyor. Her biri benim için burukluk ve yaradır. Sadece ağabeyim değil o da onlardan biridir sadece. On binlerce insan bu şekilde ülkesinden vatanından ayrı sadece düşüncelerinden dolayı ülkesine gelemez durumdadır” şeklindeki sözleri kaçma şüphesi olarak değerlendirildi.

“Adaletin iyi idaresine zarar verecek tarzda önlemler alabilecek olma tehlikesi”

Mahkemenin Demirtaş’ı tahliye etmemesinin bir diğer gerekçesi ise mahkeme kararında şöyle ifade edildi:

“Sanığın söylemleri itibariyle davaya savunma vermesi halinde mahkum edileceği, siyasi kimliği nedeniyle yargılandığı, dosyada ki delillerin uydurulmuş olduğu, iktidarın değişmesi durumunda tahliye olacağı ve hakkında beraat kararı verileceği iddiası -tavrı ile savunma yapmaktan kaçındığı, birleşen bazı dosyalar bakımından dahi yeterli süre ve imkan verilmesine rağmen halen savunma yapmadığı hususunun pasif olarak duruşmaya çıkmama olarak değerlendirilmesi gerektiği, öte yandan sanığın tahliye olması halinde kaçma tehlikesi olması bir tarafa serbest bırakıldıktan sonra adaletin iyi idaresine zarar verecek tarzda önlemler alabilecek olma tehlikesi mevcut olduğu değerlendirilmiştir.

“Tekrar suç işleme ve kamu düzenini bozma tehlikesi”

Öyle ki atılı suçlar bakımından savunma yapmak yerine sürekli mahkeme heyetinin hukuksuz olduğunu iddia ettiği kararları nedeniyle hakimlerin yargılanacağını dile getirmekle ileri sürdüğü gerekçeler itibariyle atılı suçlar bakımından yargılanmamak üzere kendisine Anayasanın 10. Maddesine açıkça aykırılık teşkil edecek şekilde muamele yapılmasını beklediği değerlendirilmektedir.

Dolayısıyla sanığın, tekrar suç işleme ve kamu düzenini bozma tehlikesi bulunduğu tartışılabilir noktaya geldiği söylenebilir. Tüm bu değerlendirmeler ışığında kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren somut delillerin varlığı isnat edilen suç ile ölçülü olması, sanığın somut olarak kaçacağı şüphesini uyandıran olgular itibariyle adli kontrol hükümlerinin bu nedenle sanık hakkında yetersiz kalacağı düşünüldüğünden tutukluluk tedbirinin gerekli olduğu anlaşılmıştır.”

Paylaşın

Sancar’dan “Kobani Davası” Açıklaması: Amaç, Demokratik Siyasetin Tasfiyesi

HDP Eş Genel Başkanı Mithat Sancar, “Kobani Davası” davasına ilişkin yaptığı açıklamada, “Kobani Davası’nın bir amacı da demokratik siyaseti kuşatmak ve tasfiye etmektir” dedi. Sancar, davanın, ‘Çöktürme Planı’nın bir unsuru olduğunu belirterek sözlerini şöyle sürdürdü:

Haber Merkezi / “Demokratik siyaseti tümüyle etkisiz hale getirmek, mümkünse tasfiye etmek iktidarın temel amaçlarındandır. 2020’de başlayan Kobani Kumpas Davası operasyonları aynı zamanda HDP’ye karşı kapatma davası açılmasının da bir ön aşaması olmuştur. 2020 Eylül’ünde MYK üyelerimize düzenlenen operasyondan sonra 17 Mart 2021’de, yani yaklaşık 6 ay sonra HDP hakkında kapatma davası açılmıştır. Bütün bunlar gösteriyor ki bu dava tamamen siyasi amaçlarla açılmıştır ve siyasi hedeflerle yürütülmektedir. Bu davanın hukukla bir ilgisi yoktur.”

Sancar ayrıca, başta siyasi muhalefet olmak üzere, dava karşısında ‘güçlü bir dayanışma’ sergilenmediğini söyledi, “toplumsal dayanışmayı ve ortak demokratik mücadeleyi büyütme” çağrısı yaptı.

Dava savcısının seçimlerden kısa bir süre önce mütalaasını sunduğunu hatırlatan Sancar, “Amaç, seçimlerde bu mütalaayı kullanmaktı. Muhtemelen aynı taktiği önümüzdeki dönemde yerel seçimleri gözeterek yine devreye sokacaklardır. Bu davayı iktidar yerel seçimlerde kendi hedefleri için istismar etmek isteyecektir” dedi.

Halkların Demokratik Partisi (HDP) Eş Genel Başkanı Mithat Sancar ile HDP Hukuk ve İnsan Hakları Komisyonu Eş Sözcüleri Nuray Özdoğan ve Serhat Eren 52’nci duruşma periyodu görülmeye başlanan Kobani Davasına ilişkin basın toplantısı düzenledi. Duruşmanın sabahki oturumunu da izleyen Sancar, konuya ilişkin şunları söyledi:

“Kobani Kumpas Davasının 52’nci duruşma periyodundan çıkıp geldik. Biliyorsunuz bu dava 2020 Eylül’ündeki operasyonlarla başlamıştı. MYK üyelerimizi ve eş genel başkanları da kapsayan bir soruşturma şeklinde yürütüldü. Bugünkü 52’inci duruşma periyodunda, sanık sandalyesine oturtulan arkadaşlarımızın mütalaaya karşı beyanlarını vermesi isteniyordu.

Biraz geriye gidelim, bu davanın niteliğini bir kez daha hatırlayalım. Bu dava bir kumpas davasıdır. Bunun kumpas davası olduğuna dair bugüne kadar çok veri sunduk ama Türkiye toplumunun hafızasını kontrol etme amacında olan bu iktidara karşı hatırlatma önemli bir yöntemdir.

Bu dava 2014 yılında IŞİD’in Kobanî’yi kuşatmasına ve işgal girişimine karşı başlayan protestoların, tepkilerin devamında HDP MYK’nın bir bir açıklaması gerekçe gösterilerek başlatıldı. O tweet Ekim 2014’te atılmıştı. Operasyonlarla başlayan bu dava ise 2020 yılında açıldı. Yani aradan 6 yıl geçtikten sonra bir tweet gerekçe gösterilerek partimizin MYK üyelerinin tamamını kapsayan bir dava açıldı.

Davanın açıldığı tarih önemli. Davanın gelişim seyrine baktığımızda, bütün aşamaların iktidarın siyasi ihtiyaçlarına göre düzenlendiğini görebilirsiniz. Kobani Kumpas Davasının asıl amacı nedir? Bir; IŞİD vahşetini ve tehlikesini unutturmak. 2014 yılında sadece Türkiye’de, sadece Kobanî ve Rojava’da değil bütün dünyada IŞİD vahşeti konuşuluyordu. İnsanlığa karşı bu büyük tehlike tartışılıyordu.

IŞİD’in başlattığı hamlelerin son aşaması olarak Kobani’nin düşürülmesi söz konusuydu. IŞİD’in temel hedefi olarak ortada duruyordu. IŞİD’in Kobanî’yi kuşatmasına karşı sadece Türkiye’de değil dünyanın pek çok ülkesinde eylemler ve gösteriler, dayanışma faaliyetleri ortaya konuldu. Türkiye’de de bunlar yine aynı şekilde yaşandı. IŞİD’in saldırılarına karşı dayanışma ve Türkiye’de hükümetin Kobanî’ye yardım için koridor açma talebi dile getiriliyordu bu eylemlerde.

“Çağrımız demokratik ve barışçıl bir çağrıydı”

Partimiz HDP’nin o dönem yaptığı çağrı da bu çerçevedeydi. Demokratik barışçıl bir şekilde Kobani halkıyla dayanışma, IŞİD vahşetine karşı birlikte durma çağrısını içeriyordu. IŞİD’in o dönem yarattığı büyük tehdide karşı Kobani’de halkların sergilediği direniş bütün insanlık tarafından şanlı bir sayfa olarak görüldü. IŞİD’in geriletilmesi ve çöküş süreci Kobani’deki yenilgi ile başladı.

İşte IŞİD tehlikesini, IŞİD’in o dönem yarattığı ve bugüne sarkması muhtemel bütün tehditleri unutturmak için, hükümetin o dönem kendi sorumluluğunu örtmesi için Kobani Kumpas Davası devreye sokuldu. Kobanî Kumpas Davası öncelikle bu hakikatleri karartma ve unutturma amacı taşıyor. Dönemin hükümetinin IŞİD’e karşı Kobanî halkıyla dayanışma taleplerine kulak tıkamasının unutturulmak istendiği bir kumpasla karşı karşıya olduğumuzu bir kez daha hatırlatayım.

Öte yandan 6-8 Ekim 2014’te yaşananların kirli tezgahlar olduğuna dair dönemin en yetkili bakanlarının açıklamaları var. O dönem sergilenen kirli ve kanlı tezgahların ortaya çıkmasını bu iktidar hiçbir zaman istemedi. Partimizin Meclis Grubu ve diğer organlarıyla hakikatin bütün boyutlarıyla açığa çıkarılması için yürüttüğü çalışmalar ya engellendi ya da yok sayıldı.

Meclis’te verilen çok sayıda araştırma önergesi iktidar blokunun oylarıyla reddedildi. Partimiz o dönem neler yaşandığının bütün ayrıntılarıyla ortaya çıkmasını her zaman talep etti. Çünkü o tarihten sonra yaşanan siyasi gelişmeler şu an içinde yaşadığımız rejimin yerleşmesi için kurulan planların birer parçasıydı. Eğer hakikatler ortaya çıkarılabilseydi, iktidar blokunun bu siyasi darbe operasyonları için planladığı aşamaların boşa çıkarılması çok daha mümkün olacaktı.

“7 Haziran’ın intikamını almak istiyor”

Aynı şekilde iktidar bu dava ile bir tür intikam alma peşindedir. IŞİD’e karşı yürütülen mücadelenin ardından Kobani’nin kurtarılması ve 7 Haziran 2015 seçimlerinde AKP’nin Meclis’te hükümet kurma çoğunluğunu kaybetmesi bu iktidar için bir travma olmuştur. Bunlar arka arkaya yaşanan gelişmelerdir. Kobani’de IŞİD’in geriletilmesi ve yenilmesinin birkaç ay sonrasında 7 Haziran seçimleri gerçekleşmiştir.

O seçimlerde AKP, tarihinin en ağır yenilgisini almıştır. Hem IŞİD’e karşı Kobani’de yürütülen direnişin hem de 7 Haziran’da AKP’nin aldığı seçim yenilgisinin intikamı Kobani Kumpas Davasıyla alınmak isteniyor. Aynı şekilde hatırlarsak; dönemin AKP yönetiminin Suriye planları da hem Kobani’de IŞİD’in yenilmesi hem de 7 Haziran seçimleri ile boşa düşmüştür.

O tarihlerden sonra yeni bir siyaset izlemek zorunda kalmışlardır. 1 Kasım seçimlerinden sonra izledikleri politikaları da Kürtlerin Suriye’de elde ettikleri kazanımlara saldırmak şeklinde olmuştur. Kobani Kumpas Davası da bu saldırıların bir parçası olarak görülmelidir. İntikam amaçlı bir kumpas ve oyun söz konusudur. Kobani Kumpas Davasının bir amacı da demokratik siyaseti kuşatmak ve tasfiye etmektir.

Bunun Çöktürme Planından gayet iyi biliyoruz. Kobani Kumpas Davası, Çöktürme Planının bir unsurudur. Demokratik siyaseti tümüyle etkisiz hale getirmek, mümkünse tasfiye etmek iktidarın temel amaçlarındandır. 2020’de başlayan Kobanî Kumpas Davası operasyonları aynı zamanda HDP’ye karşı kapatma davası açılmasının da bir ön aşaması olmuştur. 2020 Eylül’ünde MYK üyelerimize düzenlenen operasyondan sonra 17 Mart 2021’de, yani yaklaşık 6 ay sonra HDP hakkında kapatma davası açılmıştır.

Bütün bunlar gösteriyor ki bu dava tamamen siyasi amaçlarla açılmıştır ve siyasi hedeflerle yürütülmektedir. Bu davanın hukukla bir ilgisi yoktur. Bu davada hiçbir işlemi hukuk çerçevesinde değerlendirme imkanı bulunmamaktadır. Esasen duruşmayı yakından takip edenler gayet iyi görüyorlar ki burada uygulanan hukuk ne evrensel ilkelere uygundur ne de “milli” hukuka uygundur. Tam tersine Kobanî Kumpas Davasında uygulanan hukuk düşman hukukudur.

“Evrensel ve ulusal hukukun bütün kuralları hiçe sayılıyor”

Sanık sandalyesine haksız yere oturtulan arkadaşlarımız bütün meşru haklarından mahrum bırakılmaktadır. En başta yargılama hukuku açısından vazgeçilmez nitelikte olan savunma hakları gasp edilmektedir. Soruşturmayı ve kovuşturmayı genişletme talepleri dikkate alınmamaktadır. Duruşma periyotları iktidarın siyasi hedefleriyle uyumlu olacak şekilde düzenlenmektedir. Bir mizansen, bir kurgu dava söz konusudur.

Burada dünya tarihinde örneğine az rastladığımız, kara leke olarak hukuk ve siyaset tarihine geçen örneklerden biri ile karşı karşıyayız. Dreyfus Davası gibi, Leipzig Davası gibi kurgu davadır Kobanî Kumpas Davası. O davalarda bile dönemin yönetimleri ve yargısı hiç olmazsa görüntüyü kurtarmak için bazı kurallara uymaya dikkat etmiştir. Kobanî Kumpas Davasında ise mahkeme heyetinin böyle bir kaygısı bile yoktur. Evrensel hukukun temel ilkelerinden biri olan masumiyet karinesi ve yargıya müdahale yasağı da bu duruşmalarda ayaklar altına alınmıştır.

İktidar temsilcileri en tepeden aşağılara kadar süreli olarak sanık sandalyesine oturtulan arkadaşlarımızı sürekli olarak mahkum gibi göstermek istemişlerdir. Haklarında mahkeme tarafından kesin hüküm verilmediği halde, iktidar temsilcileri hüküm merciiymiş gibi kesin ifadeler kullanmış, arkadaşlarımızı suçlamış, mahkum etmeye çalışmıştır. Kobanî Kumpas Davası bir hukuksuzluk ve adaletsizlik laboratuvarı olarak görülmelidir. Bunu hep söyledik.

Bu davada yapılan her şey zamanı geldiğinde bütün muhaliflere karşı uygulanacak bir norm yaratma amacını da taşımaktadır. Yani bu davayı sadece HDP’ye karşı, sadece HDP’nin şahsında demokratik siyasete karşı bir tasfiye planı olarak görmek yanıltıcı olacak demiştik. Ne yazık ki haklı çıktık. Aynı hukuksuzluklar başka yargılamalarda da sürdürüldü. Ama asıl bu hukuksuzlukların test edildiği yer Kobani Kumpas Davası olmuştur. Bugün bu tür davalara ve tezgahlara karşı geniş bir toplumsal duyarlılık ve kararlı bir demokratik mücadele en etkili yöntemdir.

Ne yazık ki Kobani Kumpas Davası boyunca başta siyasi muhalefet olmak üzere genel olarak güçlü bir dayanışma sergilendiğini söyleyemeyiz. Gerçi iktidarın basın üzerinde yoğun bir baskısı olduğunu biliyoruz ama buna rağmen siyasi muhalefet de çeşitli toplumsal çevreler de daha yüksek bir ilgi ve dayanışma gösterebilirdi. Şüphesiz burada davayı başından beri aynı dayanışma ruhuyla ve demokratik kararlılıkla takip eden dost ve yoldaş çevreleri bunun dışında tutuyoruz. Eğer bu ülkede adaletin hakim kılınmasını istiyorsak yapmamız gereken şey, toplumsal dayanışmayı ve ortak demokratik mücadeleyi büyütmektir.

“Tuzak ve kumpastır”

Duruşma salonunda yoldaşlarımızın yaptığı adalet talebini herkes için hakim kılacak sesi yükseltmektir. Onlar herkes için adalet, gelecek ve bugün için demokrasi ve barış taleplerini dile getirmekten bir an bile geri durmadılar. Kobani Kumpas Davası aynı zamanda demokrasi ve barışa karşı bir tuzak ve kumpastır.

Özellikle 2013-15 yılları arasında yürütülen Çözüm Sürecindeki faaliyetlerin bile isnat konusu, suç konusu yapılması bunun açık göstergesidir. Bu dava ile barış umudu yargılanmak isteniyor, Kürt sorununda demokratik çözüm arayışlarının önüne geçilmek isteniyor. Bütün bunları dikkate aldığımızda, Kobanî Kumpas Davasına karış sergilenecek tutum aynı zamanda adalet, demokrasi ve barış için verilecek mücadele açısından da çok değerlidir.

Bizler bu konularda mücadelemizden en ufak bir adım geri atmayacağız. Hem Kürt sorununda demokratik çözüm hem bütün Türkiye’de özgürlük ve demokrasi hem de kalıcı barış için mücadelemize devam edeceğiz. Bugün yargılanmakta olan arkadaşlarımızın, savcıların sunduğu mütalaaya karşı savunmaları alınmak isteniyordu. Adil bir yargılama beklemiyoruz ama bu kadar acil bir yargılamanın da bir sebebi ve amacı vardır.

Dün 2 Temmuz Sivas Katliamının yıl dönümüydü. Korkunç bir katliam yaşandı o gün Sivas’ta. 30 yıl geçti üzerinden. 33 insanımız diri diri yakıldı. Hepsini saygıyla ve minnetle anıyorum. Sivas Katliamı Davası firari sanıklar hariç zaman aşımına uğradı. Orada yargının da bir acelesi yoktu, yargıyı kontrol eden iktidar merkezlerinin de bir acelesi yoktu; tersine davanın zaman aşımına uğraması için ellerinden gelen her şeyi yaptılar.

Bütün Türkiye’nin hatta dünyanın gözleri önünde 33 insanın diri diri yakıldığı bu katliamın davası zaman aşımına uğratılıyor, böylece sanıklar serbest kalmış oluyor. Yani sanıklar bir şekilde aklanmış oluyor, katliam aklanmış oluyor. Öte yandan hukuksuz ve adaletsiz olduğu apaçık olan Kobanî Kumpas Davasında mahkeme adeta zamanla yarışıyor, bir an önce sona ulaşmak istiyor.

“Yerel seçimlerde de malzeme olarak kullanmak istiyor”

Savcı mütalaasını seçimlerden kısa bir süre önce sunmuştu. Amaç seçimlerde bu mütalaayı kullanmaktı. Muhtemelen aynı taktiği önümüzdeki dönemde yerel seçimleri gözeterek yine devreye sokacaklardır. Bu davayı iktidar yerel seçimlerde kendi hedefleri için istismar etmek isteyecektir.

Bu nedenle Kobani Kumpas Davası sadece demokratik siyasetin, HDP’nin tasfiyesi amacına yönelik değildir; Türkiye’de siyaseti bir bütün olarak dizayn etme gibi bir amaca da yöneliktir. O nedenle demokrasiden, adaletten, özgürlükten ve barıştan yana herkesin bu davayı yüksek duyarlılıkla takip etmesi ve iktidarın oyunlarına karşı ortak irade sergilemesi gerekmektedir.

“Savcının mütalaası iktidarın siyasi hedeflerini yansıtan bir manifestodur”

Eğer savcının sunduğu mütalaayı okuma imkanınız olursa, 5200 sayfa tutan bir mütalaa göreceksiniz ki herhangi bir hukuki argüman yoktur. Mütalaa iktidarın siyasi görüş ve hedeflerini yansıtan bir tür manifestosudur. Şimdi durum bu kadar açıkken, bu davaya karşı sessiz ve tepkisiz kalmak iktidarın oyunlarını sergilemesine cesaret vermek anlamına gelir.

İddianamenin kopyası bir mütalaa söz konusu, hiçbir lehe delil dikkate alınmamış, çelişkiler ve iftiralar art arda sıralanmış, AİHM kararları yok sayılmış, gizli tanık uygulaması artık pervasızlık sınırlarını aşan bir noktaya gelmiştir. Böyle bir mütalaa ve bunun kopyası olan bir iddianame ile arkadaşlarımız ağır cezalara çarptırılmak isteniyor. Mahkeme salonlarında arkadaşlarımızın gösterdiği onurlu duruş ve direniş bizler için de ilham kaynağıdır. Bizler de aynı şekilde bu mücadeleyi sonuna kadar aynı kararlılıkla sürdüreceğiz.

Bugün aynı zamanda 3 Temmuz Çorum Katliamının yıl dönümü. Orada da hayatını kaybeden canları rahmetle anıyoruz. Adaletsizliği bu ülkeden ortadan kaldırana kadar; adaleti, demokrasiyi, barışı ve özgürlüğü hakim kılıncaya kadar her alanda mücadelemiz kararlılıkla devam edecektir. Bütün bu sorumlulukları dikkate alan çizgimizi ve yürüyüşümüzü güçlendireceğiz.

Soru: Yerel seçimlerden önce davanın sonuçlanmasını bekliyor musunuz?

Bu davada her şey keyfi yürüyor. Bütün önemli yargılama aşamaları iktidarın amaçlarına göre ayarlanıyor. Siyasi iktidar kendisi için bir menfaat görürse, hangi tarihte bu menfaatin en iyi gerçekleşeceğini varsayarsa bu davanın da o zaman biteceğini tahmin edebiliriz.”

Paylaşın

Kobani Davası; Demirtaş: Bu Dava 14 Mayıs’ta Bitiyor

Kobani davasında konuşan Selahattin Demirtaş, “Düşmanın merti makbuldur. Onu görmedik sizde.  Belki de bugün son savunmamız. Sonuç ne olursa olsun siz beni göremeyeceksiniz ben de sizi göremeyeceğim. Yargılanmanız için hukukçu olarak elimden geleni yapacağım. Ne suç işlediğinizi delilleri ile anlatacağım” dedi ve ekledi:

“Diktatörlük yıkılırsa, kendimiz için de sizin için de adil yargılama talep edeceğim. Siz cezaevinde insan muamelesi görün diye çabalayacağız. Yedi yıldır bizi burada tuttunuz ama biz burayı direniş kalesine çevirdik. Seyit rıza ile bitireyim. ‘Biz sizin oyunlarınızı çözemedik, bu bize dert oldu ama siz de bize diz çöktüremediniz bu da size dert olsun’.”

Demirtaş, konuşmasının devamında, “Dört gün sonra seçimler var. Bu dava bitmiştir. Bize, ailelerimize zulüm etmeye kalktınız. Hepimizin ailesi bu süreçte çok yıprandı. Yine de direniyorlar. Eşim Başak Demirtaş yola çıktı Adana, Mersin mitingine gidiyor. Boyun eğmiyor, Kürt kadınları direniyor. Binlerce genç siyasetçi alanlarda direniyor. Aralarında Figen’ler, Gülten’ler var. Seçimler hayırlı olsun. Benim için savunma da yargılama da bitmiştir. Bu siyasi bir süreçtir ve bu süreç 14 Mayıs’ta bitiyor.” ifadelerini kullandı.

Kobanî davasının 25. duruşma periyodunun 1. oturumu Sincan Cezaevi Kampüsündeki Ankara 22. Ağır Ceza Mahkemesinde görüldü.

Davada, Halkların Demokratik Partisi’nin (HDP) önceki dönem Eş Genel Başkanları Figen Yüksekdağ ile Selahattin Demirtaş, Demokratik Bölgeler Partisi (DBP) eski Eş Genel Başkanı Sebahat Tuncel, HDP Onursal Başkanı Ertuğrul Kürkçü ve HDP MYK üyelerinin de aralarında bulunduğu 108 kişi yargılanıyor.

3 bin 530 sayfa ve 324 klasörden oluşan iddianamede 108 siyasetçi için “Devletin birliği ve ülke bütünlüğünü bozma” ile 37 kez “insan öldürme” başta olmak üzere pek çok suçtan ceza isteniyor.

“Erdoğan Kürtler sayesinde gidecek”

MA’nın haberine göre, duruşmada ilk olarak söz alan Sebahat Tuncel, mütalaanın Yargıtay Başsavcılığı ve saray avukatları ile birlikte hazırlandığını belirtti:

“Bu dosyada Kürtler bir taraf devlet bir taraf. Devletin bütün kurumları burada müştekidir. Bunları topladığımızda ortaya bu çıkıyor. Türkiye’nin en temel meselesi Kürt meselesidir, turnusol kağıdıdır. Nasıl yaklaşırsanız öyle. AKP 20 yıldır iktidarda ise bunun sebebi Kürtlerdir. Çünkü çözüm sürecidir derken Kürtler çok şans verdi ama bugün de Erdoğan Kürtler sayesinde gidecektir.

Masumiyet karinesi diye bir şey var. Bunu ihlal eden bir noktada Kürt düşmanlığı yapılıyor. Reklamlarını bile Kürtleri nasıl öldürürüz diye yapıyor. İHA’larla SİHA’larla bunu yapıyorlar. Bunu kimler üzerine kullanacak, Kürtler üzerine kullanacak. O yüzden kaybediyor.

Bugün ekonomik krizin nedeni de bu. Neden Rojava ile barış sürecini yürütmüyor. 2015’teki çözüm sürecinde tahtını kaybettiğini gördü. Meclis konuşmalarınız önümüzde var. Türkiye’de 30 milyona yakın Kürt yurttaş var. Bu yurttaşların anadilde eğitim, örgütlenme talebi görülmüyor.

Kürtler bağımsızlık da isteyebilir. Hiçbir talep terörizm ile bağdaştırılamaz. Savcı bey bunları yazmış mütalaada. Peki savcı bey bunu yazdı diye Kürtler bu taleplerden vaz mı geçecek? Akıl yoksunu bir yaklaşım ile karşı karşıyayız. Tayyip Erdoğan’ın geldiği noktada kendisine karşı olan bütün Kürtler terörist.

Bu ülkede her şey olabilirsin ama Kürt olamazsın. Kürt olduğun an terörist oluyorsun. Irkçılığı bizzat geliştiren AKP iktidarının kendisidir. Suç işliyorlar. Bu topluma karşı suç işliyor, toplumu birbirine karşı kışkırtıyorlar. Bu tehlikeli bir durum. birilerinin buna dur demesi lazım. 14 Mayıs bu açıdan çok önemli bir tarih.”

“Halkımız Kılıçdaroğlu’na oy vermeli”

Değişimin sadece sandıkla olmayacağına dikkat çeken Tuncel, sözlerine şöyle devam etti:

“14 Mayıs seçimleri önemli çünkü Tayyip Erdoğan tek adam rejimini kurumsallaştırmak istiyor. Buna dur demek için önemli bir tarihtir. O yüzden halkımızın gidip demokrasi ve özgürlükler için yol açacağına inanıyorum.

Kürt düşmanlığına, kadın düşmanlığına karşı gidip Kılıçdaroğlu’na oy vermeliler. Bu sorunların çözümü için de gidip Yeşil Sol Parti’ye oy vermeliler. Yasama, yürütme ve yargı erkinin tek elde birikmesi çürümenin esas nedeni.

Ben size de davette bulunuyorum. Kılıçdaroğlu’na oy verin. Bu halk Türkiye’de demokrasi ve özgürlükler açısından yeni bir süreç getirebilir. 14 Mayıs seçimleri Kürt sorunun çözümü, barışçıl bir dış politika, ekonomik sorunlar için çözüm olabilir. Ekonomik sorunların nedeni de Kürt sorunudur. Bu 14 Mayıs seçimlerinin bir son değil, bir başlangıç olduğunu ifade ediyorum. Belki o zaman cübbenize yaraşır kararlar verirsiniz.

Çünkü şimdi siyasi iktidarın isteklerine göre karar veriyorsunuz. Tutuk incelemelerini formalite olarak yapıyorsunuz. Bunu yapacaksanız bu formalite işleri yapmayın. Hukuk bir bütündür. Beğenmediğimiz darbe anayasasına uyun diyoruz ama biz Yeşil Sol’un bunu değiştireceğine de inanıyoruz.

Türkiye’nin krizi, yapısaldır. Cumhuriyet Kuruluşunda bir İslamcılar yer almadı bir de Kürtler yer almadı. İslamcılar başa gelince daha beterini yaptı. Kürtler gelince herkese yaşam alanı tanıyacak. Yeşil Sol eminim Türkiye’de kurucu bir meclis olacak. Demokratik bir Anayasa bu çoğulculukla yapılacak. AKP Kürt meselesine adım atarak iktidarını aldı şimdi düşman politikasını yürüterek iktidarını kaybedecek.”

“Biz tahliyemizi halktan talep ettik”

Ardından söz alan eski HDP Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş, şunları söyledi:

“Tutuk inceleme duruşması yapıyorsunuz. Davanın hakimi savcısı Recep Tayyip Erdoğan Batman’da konuşuyormuş. Dolayısıyla siz neyi inceleyecek, neyi kararlaştıracaksınız bilmiyoruz ama Erdoğan, bizim tahliyemizin nasıl olacağını söylüyor. ‘Ben görevde olduğum müddetçe çıkamazlar’ diyor. Dolayısıyla seni görevden alacağız.

Sizden bizi tahliye etmenizi istemiyorum. Siz şehvetle, heyecanla, zevkle bu işi yaptınız. Ben baskı altında olan hakimleri gördüm. Karar vermeye çalışıyorlar, adaleti uygulamak için direniyorlardı. dosyada hukuk işlesin diye ellerinden gelenleri yapıyorlardı. Biz Erdoğan görevde olduğu sürece çıkamayacaksınız.

Biz tahliyemizi halktan talep ettik. Halk isterse çıkarız. Cezaevinde de mücadelemizi sürdürüyoruz ama durdurulması imkansız bir değişimin başladığını herkes kabul edecektir. Değişim tabandadır. Z kuşağı kitlesi açısından insanların kimliği, inancı, cinsel yönelimi bir ayrımcılık meselesi değil.

İnsanların kimliklerinden dolayı ayrımcılığa uğramalarını Kürt genci de Türk genci de yadırgıyor. Artık toplum, tabandan bir değişim rüzgarı ile sarsılıyor. Bahçeli ve Erdoğan’ın göremedikleri buydu.

Biz Kılıçdaroğlu’ndan da tahliyemizi talep etmedik, söz de almadık. Gerçekten yargılayacaksak adil, tarafsız bir yargı tarafından yargılanmak istiyoruz. Toplumdaki değişim rüzgarını kimse yönetemez. Yönetecekler olanlar Türkiye’nin demokratlarıdır. Bu değişimi görenler, inananlar ve bu değişime kendinden başlayacak olanlardır. Yeşil Sol Parti buna en açık partidir.

O yüzden partimize güveniyoruz. İlkelere, ahlaka, etik değerlere güveniyoruz. Seçim sonuçları ne olur Pazar günü göreceğiz. Ne olursa olsun bu değişim isteği bitmeyecek. Yeni iktidar bu değişim talebini karşılamaya aday olsa da bunu değiştirebilecek düzeyde değil. Hala muhafazakar, değişime kapalıdırlar. Şu anda Türkiye’de siyaset geriyi, arkaik olanı temsil ediyor. Buna göre  herkes bu seçime yüklenmiş durumda. Sizin mahkemenize verilen rol her ne idiyse başaramadınız. Bu değişime engel olamadınız.

Türkiye Cumhuriyeti değişiyor, değişmek zorundadır. Kemalistler, Kürtler, milliyetçiler değişiyor. 100’üncü yılına giren bir Cumhuriyet yoluna değişmeden devam edemez.

Duruşmalar benim umurumda olmadı. Biz siyasetçiyiz. Buradan halka ulaşmaya çalıştık. Ayın 15’ine ilişkin hesabın kitabım yok. Buradan halkımız, arkadaşlarımız için bir şeyler yapmaya çalıştım. Biz eş Başkanız ama hepimiz yoldaşız. Sizin kararınızın ne olduğu umurumda değil. Zevkle yaptınız her şeyi.

Düşmanın merti makbuldur. Onu görmedik sizde.  Belki de bugün son savunmamız. Sonuç ne olursa olsun siz beni göremeyeceksiniz ben de sizi göremeyeceğim. Yargılanmanız için hukukçu olarak elimden geleni yapacağım. Ne suç işlediğinizi delilleri ile anlatacağım.

Diktatörlük yıkılırsa, kendimiz için de sizin için de adil yargılama talep edeceğim. Siz cezaevinde insan muamelesi görün diye çabalayacağız. Yedi yıldır bizi burada tuttunuz ama biz burayı direniş kalesine çevirdik. Seyit rıza ile bitireyim. ‘Biz sizin oyunlarınızı çözemedik, bu bize dert oldu ama siz de bize diz çöktüremediniz bu da size dert olsun’.

Dört gün sonra seçimler var. Bu dava bitmiştir. Bize, ailelerimize zulüm etmeye kalktınız. Hepimizin ailesi bu süreçte çok yıprandı. Yine de direniyorlar. Eşim Başak Demirtaş yola çıktı Adana, Mersin mitingine gidiyor. Boyun eğmiyor, Kürt kadınları direniyor. Binlerce genç siyasetçi alanlarda direniyor. Aralarında Figen’ler, Gülten’ler var. Seçimler hayırlı olsun. Benim için savunma da yargılama da bitmiştir. Bu siyasi bir süreçtir ve bu süreç 14 Mayıs’ta bitiyor.”

Paylaşın

Sırrı Süreyya Önder: Milletvekilliğine Hazırlıktan Cezaevi Hazırlığına Geçtim

‘Kobanî Davası’ mütaalasının seçim çalışmalarını etkileyip etkilemediğine dair değerlendirme yapan Sırrı Süreyya Önder “Evet, sınırlı imkânlara ve zamana rağmen seçim kampanyası yürütüyoruz. Bunların üzerine bir de savcı, sizin de içinde olduğunuz insanların tutuklanmasını, hatta hemen yakalanmasını istiyor” dedi ve ekledi:

“Ne yapayım? Eve geldim. Valizimi hazırladım, beklemeye başladım mahkeme ne karar verecek diye. Böyle bir temsiliyet ve sorumlulukla yola çıkınca bunlara da dikkat etmek gibi büyük bir sorumluluğumuz var.”

Önder, açıklamasının devamında, “Ama özetlemek gerekirse milletvekilliğine, temsiliyete hazırlık çalışmalarından cezaevine hazırlık aşamasına geçtim. Durum budur kabaca ve kısaca.” ifadelerini kullandı.

IŞİD’in Kobanî’ye saldırılarına karşı 6-8 Ekim 2014’te gerçekleştirilen protestolar gerekçe gösterilerek Halkların Demokratik Partisi (HDP) eski Eş Genel Başkanları Figen Yüksekdağ ve Selahattin Demirtaş başta olmak üzere HDP MYK üyelerinin de aralarında bulunduğu 17’si tutuklu 108 ismin yargılandığı Kobanî Davası’nın 24’üncü duruşmasının 3’üncü oturumu, 14 Nisan’da Sincan Cezaevi Kampüsü’ndeki Ankara 22. Ağır Ceza Mahkemesinde görüldü.

Son görülen duruşmada okunan mütalaada savcı, aralarında Sırrı Süreyya Önder’in de bulunduğu 12 siyasetçi hakkında Türk Ceza Kanunu (TCK) ve Terörle Mücadele Kanunu (TMK) kapsamında tutuklamaya yönelik yakalama emri çıkarılmasını talep etti. Karar duruşması 3 Temmuz’a bırakıldı.

Boş salona okunan mütalaayı bianet’ten Tuğçe Yılmaz’a değerlendiren Sırrı Süreyya Önder, hâlihazırda Yeşil Sol Parti’nin İstanbul 1. Bölge 1. Sıra adayı.

Kobanî Davası’nın “garabet bir dava” olduğunu söyleyen Önder, mütalaanın seçim çalışmalarını da etkilediğini belirtti:

“Bu davayı belli bir tarihsellik içerisinde ele almak zorunlu. Bu dava, demokratik siyaset alanında faaliyet yürüten insanların, siyaset kanallarını kapatmak için bir tıkaç gibi kullanıldı. Dosya içeriğine bakan herkes –derinlemesine bir inceleme yapmadan– beş dakikada bunun böyle olduğunu anlar.

Bir partinin karar süreçlerinde yer almanız ya da bunu da geçtim, bir partinin kamuoyunca tanınan bir yüzü olmanız faillikle suçlanmanız için yeterli birer delil bu davayı yürütenlere göre. Bu dava, göz göre göre Türkiye’deki iç siyasette hakim olan baskıcı rejimin bütün kırılma ve dönüm noktalarında bir enstrüman gibi kullanılmak istendi. Bunu yine kısacık bir arşiv taraması yapan herkes görecektir.

Eve geldim, valizimi hazırladım

Açıp bakalım. Diyelim ki demokrasi güçleri güçlü bir şekilde bir araya gelecek, hemen bu dava güncellenir. Dosyanın içinden spekülatif bir-iki şey alınır ve belli bir dozda manipüle edilerek piyasaya sürülür.

Son geldiğimiz aşamada ise ne ilginçtir ki bu hasım dilli mütalaanın, Cumhurbaşkanının tam da Diyarbakır ziyaretine denk gelen bir acele ve acelecilikle okunduğunu görüyoruz. Hasım dilli diyorum, çünkü ‘Avukatlar sıvıştı’ gibi ifadeler yer alıyor.”

Mütaalanın, seçim çalışmalarını etkileyip etkilemediğine dair ise Önder şöyle dedi:

“Evet, sınırlı imkânlara ve zamana rağmen seçim kampanyası yürütüyoruz. Bunların üzerine bir de savcı, sizin de içinde olduğunuz insanların tutuklanmasını, hatta hemen yakalanmasını istiyor. Ne yapayım? Eve geldim. Valizimi hazırladım, beklemeye başladım mahkeme ne karar verecek diye. Böyle bir temsiliyet ve sorumlulukla yola çıkınca bunlara da dikkat etmek gibi büyük bir sorumluluğumuz var.

Ama özetlemek gerekirse milletvekilliğine, temsiliyete hazırlık çalışmalarından cezaevine hazırlık aşamasına geçtim. Durum budur kabaca ve kısaca.”

3 bin 530 sayfa ve 324 klasörden oluşan iddianamede 108 siyasetçi için “Devletin birliği ve ülke bütünlüğünü bozma” ile 37 kez “insan öldürme” başta olmak üzere pek çok suçtan ceza isteniyor.

14 Nisan’da görülen ve sanık avukatlarının katılmadığı duruşmada Savcı Cemalettin Şimşek mütalaanın tamamını okumadı.

Mahkemede okunamayan bölümler Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından “Bilgi Notu” başlığıyla adliye muhabirlerine servis edildi.

Servis edilen metinde aralarında Selahattin Demirtaş, Ahmet Türk, Bircan Yorulmaz, Ali Ürküt, Alp Altınörs, Altan Tan, Ayhan Bilgen, Ayla Akat Ata, Aysel Tuğluk, Ayşe Yağcı, Bülent Parmaksız, Cihan Erdal, Nazmi Gür, Dilek Yağlı, Emine Ayna, Figen Yüksekdağ Şenoğlu, Sırrı Süreyya Önder, Gülser Yıldırım, Gültan Kışanak, Günay Kubilay,

İsmail Şengül, Zeki Çelik, Pervin Oduncu, Sebahat Tuncel, Zeynep Karaman, İbrahim Binici, Mesut Bağcık, Can Memiş, Gülfer Akkaya, Berfin Özgü Köse, Meryem Adıbelli, Nezir Çakan ve Aynur Aşan’ın da bulunduğu 36 sanığın “devletin birliği ve bütünlüğünü bozma suçlaması” ile Türk Ceza Kanunu (TCK) 302/1’den ağırlaştırılmış müebbet ve ayrıca TMK kapsamındaki diğer suçlamalardan ötürü de hapisle cezalandırılmaları talep edildi.

Paylaşın

Kobani Davası: Yüksekdağ Ve Demirtaş’a Ağırlaştırılmış Müebbet Hapis Talebi

Esas hakkında mütalaası açıklanan Kobani Davası’nda aralarında eski HDP Eş Genel Başkanları Figen Yüksekdağ ve Selahattin Demirtaş’ında bulunduğu 36 kişiye en az bir kez ağırlaştırılmış müebbet hapsi istendi.

Mezopotamya’nın haberine göre, 6-8 Ekim 2014 tarihinde gerçekleştirilen protestolar gerekçe gösterilerek eski Halkların Demokratik Partisi (HDP) Eş Genel Başkanları Figen Yüksekdağ ve Selahattin Demirtaş başta olmak üzere HDP Merkez Yürütme Kurulu (MYK) üyelerinin de aralarında bulunduğu 17’si tutuklu 108 ismin yargılandığı Kobani Davası’nın 24’üncü duruşmasının 3’üncü oturumu, Sincan Cezaevi Kampüsü Duruşma Salonu’nda görüldü.

Ankara 22’nci Ağır Ceza Mahkemesi Heyeti tarafından görülen davanın duruşmasına, siyasi parti ve sivil toplum örgütleri temsilcileri katıldı.

Sincan Kadın Kapalı Cezaevinde bulunan siyasetçilerin bir kısmı duruşmaya gelirken, farklı cezaevinde bulunan siyasetçiler, duruşmaya Ses ve Görüntü Bilişim Sistemi (SEGBİS) aracılığıyla katıldı. Duruşma, mahkemenin 2’nci periyotunda verilen ara kararın okunması ile başladı. İddia makamı esas hakkındaki mütalaasını okumaya başlarken, tutuklu siyasetçiler ise savunma yapmak istediklerini dile getirdi, mütalaanın okunmasına devam edildi.

Bu esnada tutuklu siyasetçiler ayağa kalkıp alkışlayarak söz konusu kararı protesto etti. Protestolar sürerken, iddia makamı mütalaasını okudu. Mahkeme başkanının “Dinlemek istemeyen gidebilir” demesi üzerine salonda bulunan tutuklu siyasetçiler, alkış, zılgıt ve “Jin, jiyan azadî”, “Faşizme karşı omuz omuza”, “Direne direne kazanacağız” sloganları ile salonu terk etti. SEGBİS’ten katılım sağlayan tutuklu siyasetçiler de bulundukları odayı “Jin, Jiyan, Azadî” sloganı ile terk etti.

Salonda bulunan katılımcılar ve avukatlar ise söz konusu durumu ayakta alkışlayarak protesto etti. HDP Hukuk ve İnsan Hakları Komisyonu Eş Sözcüsü Avukat Nuray Özdoğan, “Buyurun, seçim beyannamenizi verin.” derken, avukat ve katılımcılar salonu terk etti. Tutukluların salonu terk etmesinin ardından mahkeme salonunun alt katında tutuklu siyasetçilerin slogan ve zılgıt sesleri duyulmaya devam etti.

Savcı Cemalettin Şimşek, 13 bölümden oluşan mütalaasını boş salona okudu. Savcı Şimşek mütalaasında, HDP Eş Genel Başkanları Selahattin Demirtaş ve Figen Yüksekdağ’ın arasında bulunduğu 36 ismin en az bir kez ağırlaştırılmış müebbet hapsini istedi.

Savcı, Ayhan Bilgen, Bircan Yorulmaz, Emine Ayna, Emine Beyza Üstün, Gülfer Akkaya, Gülser Yıldırım, İbrahim Binici, Mesut Bağcık, Pervin Oducu, Nezir Çakan, Sırrı Süreyya Önder, Sibel Akdeniz hakkında TMK kapsamında tutuklamaya yönelik yakalama emri çıkarılması, tutuklu bulunan siyasetçilerin ise tutukluluk halinin devamına karar verilmesini istedi. Savcı, hakkında yakalama emri çıkarılan Cihan Erdal, Zeki Çelik’in de yakalanma kararının devam  etmesini talep etti.

Mütalaada demans hastası Aysel Tuğluk ve Ahmet Türk’ün yaşadığı sağlık sorunları nedeniyle CMK 109 kapsamında adli kontrol şartıyla tahliyelerinin devamı talep edildi.

Paylaşın

Demirtaş, ‘Kobani Davası’nda Savunmasını Kürtçe Yaptı

Edirne F Tipi Cezaevi’nde tutuklu bulunan eski HDP Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş, Kobani Davassı’nda savunmasını Kürtçe yaptı. Demirtaş, “Dava adı altında sürdürülen bu siyasi faaliyetin temel amacı HDP’yi suçlu gibi göstererek siyasi olarak izole etmektir. Bu şekilde de AKP-MHP iktidarının bir kez daha seçim kazanmasını sağlamaktır.” dedi ve ekledi:

“Ancak bu gayrı meşru hedefe ulaşmak için ellerindeki tek kumpas aracı bu dava değildir. HDP kapatma davası da aynı amaçla yürütülen bir başka siyasi faaliyettir.”

Demirtaş, savunmasına, “Fakat bunun dışında HDP’ye yönelik en ciddi saldırı, partimizin içine yönelik geliştirilen ayrıştırma, karşıtlaştırma ve parçalama siyasetidir. Bunu son derece sinsi yöntemlerle denediklerini geçmiş deneyimlerimizden çok iyi biliyoruz.

Bu kirli operasyonlara karşı bizim cevabımız, HDP’nin etrafında her zamankinden fazla kenetlenmek ve demokrasi, özgürlük ve barış mücadelesini büyütmek olacaktır. Herkes şunu çok iyi bilmeli ki, biz siyasette gelenek partilerimiz ve HDP ile doğduk, HDP ile büyüdük ve HDP ile kazanacağız” ifadeleriyle devam etti.

Kobani davasının 18. duruşma periyodunun 8. oturumu Sincan Cezaevi Kampüsündeki Ankara 22. Ağır Ceza Mahkemesinde görüldü.

Davada, Halkların Demokratik Partisi’nin (HDP) önceki dönem Eş Genel Başkanları Figen Yüksekdağ ile Selahattin Demirtaş, Demokratik Bölgeler Partisi (DBP) eski Eş Genel Başkanı Sebahat Tuncel, HDP Onursal Başkanı Ertuğrul Kürkçü ve HDP MYK üyelerinin de aralarında bulunduğu 21’i tutuklu 108 kişi yargılanıyor.

Sincan Cezaevi’nde tutulan siyasetçiler duruşma salonunda hazır bulunurken, farklı cezaevlerinde bulunan siyasetçiler Ses ve Görüntü Bilişim Sistemi (SEGBİS) aracılığıyla duruşmaya bağlandı.

“Savunmamı kendi anadilimde yapmak istiyorum”

HDP’nin önceki dönem Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş, savunmasını Kürtçe yaptı. Demirtaş’ın savunmasının Türkçesi şöyle:

“Bu celsede savunmamı kendi anadilimde yapmak istiyorum. Öncelikle tüm arkadaşlarımı, avukatlarımızı ve salonda dayanışma için bulunan herkesi yürekten selamlıyorum.

Savcının mütalaasına karşı kısaca birkaç şeyi belirtmek istiyorum. Her periyotta altını çizdiğimiz bir noktayı tekrarlayarak başlayacağım. Bu yargılama baştan sona politik bir faaliyettir. İktidarın siyasi amaçları doğrultusunda yürüyen hukuk dışı bir faaliyetle karşı karşıyayız. Buna bir yargılama denemez. Hukukun zerresinin uygulanmadığı bir faaliyete dava ya da mahkeme de denemez. O nedenle, savcılığın mütalaasına da mütalaa değil, siyasi bir çarpıtma belgesi denebilir ancak. Biz de bu siyasi girişime elbette siyasi bir duruşla cevap verdik, vermeye de devam edeceğiz.

Dava adı altında sürdürülen bu siyasi faaliyetin temel amacı HDP’yi suçlu gibi göstererek siyasi olarak izole etmektir. Bu şekilde de AKP-MHP iktidarının bir kez daha seçim kazanmasını sağlamaktır.

Ancak bu gayrı meşru hedefe ulaşmak için ellerindeki tek kumpas aracı bu dava değildir. HDP kapatma davası da aynı amaçla yürütülen bir başka siyasi faaliyettir.

“Ayrıştırma, karşıtlaştırma ve parçalama siyaseti”

Fakat bunun dışında HDP’ye yönelik en ciddi saldırı, partimizin içine yönelik geliştirilen ayrıştırma, karşıtlaştırma ve parçalama siyasetidir. Bunu son derece sinsi yöntemlerle denediklerini geçmiş deneyimlerimizden çok iyi biliyoruz. Bu kirli operasyonlara karşı bizim cevabımız, HDP’nin etrafında her zamankinden fazla kenetlenmek ve demokrasi, özgürlük ve barış mücadelesini büyütmek olacaktır. Herkes şunu çok iyi bilmeli ki, biz siyasette gelenek partilerimiz ve HDP ile doğduk, HDP ile büyüdük ve HDP ile kazanacağız.

Bizi yüz binlerce yıl hapis cezasıyla tehdit etseniz de ömür boyu hapiste tutsanız da biz buraya HDP’li olarak girdik, HDP’li olarak çıkacağız.

“Fikirlerimizden dolayı rehin tutuluyoruz”

Hepimiz haksız ve suçsuz yere, açık bir kumpas neticesinde cezaevinde tutuluyoruz. Ben kendim için değil ama rehin tutulan arkadaşlarım için üzülüyorum. Her birimiz silahın, şiddetin, savaşın bitmesi ve onurlu bir toplumsal barışın gerçekleşmesi için uzun yıllardır siyasi mücadele yürütüyoruz. Ve hepimiz tümüyle ve sadece ama sadece fikirlerimizden, konuşmalarımızdan dolayı rehin tutuluyoruz.

Ancak tarihte binlerce örneği yaşandığı gibi bizim de fikirlerimiz hapsedilemez. Örneğin yolsuzluktan, hırsızlıktan, rüşvetten hapiste olsaydık çaldığımız malları beraberimizde hapse getiremezdik. Katil olsaydık cinayet silahını yanımızda hapse getiremezdik. Oysa bizim suç olarak görülen fikirlerimiz şa anda yanımızda kafamızın içindedir. Aramalarda bulunamıyor, x-ray cihazından geçtiğimizde sinyal vermiyor. Zaten suç unsuru olsalardı içeri getiremezdik. Çünkü saydığım gibi, suç unsurları cezaevlerine getirilemiyor.

Fikirlerimizi, ilkelerimizi kimse bizden alamadı, bundan sonra da kimse alamayacak. Bu kararlılığımızı sağlayan en temel nedenlerden biri de dünyanın dört bir yanındaki halkımızın, sürekli artan kararlı desteğidir. Bugüne kadar halka, halkın değerlerine, mücadelesine uygun şekilde hareket etmeye çalıştık, bundan sonra da aynı şekilde olacak.

“Savunma hakkına sınırlamayı kabul etmiyorum”

Mütalaayı bu gerekçelerle reddediyor, kabul etmiyorum. Tüm rehine arkadaşlarım açısından tutukluluk hali ağır bir ihlale dönüşmüşken heyetinizin savunma hakkımıza bir iki günlük sınırlama getirmesini de kabul etmiyorum.

Savunma sırası gelen ve hazır olan arkadaşlarımızın savunmaları bittikten sonra, en sonda savunma yapacağım. Tüm arkadaşlarımın tahliyesine karar verilmesini talep ediyor, herkese bir kez daha selamlarımı ve sevgilerimi iletiyorum.”

Paylaşın

Selahattin Demirtaş: Tek Dil, Tek Millet Hitler’in Sloganıdır

Kobani davasının 16. duruşmasına SEGBİS aracılığıyla bağlanarak savunma yapan Selahattin Demirtaş, “Bir kimlik etrafında bütünleşmeden ortak ulusal değerler yaratılabilir. Devletin ve bizim çok kültürlü ulusun bağımsızlığını simgeleyen bayrak bunlardan biridir” dedi.

Demirtaş, savunmasının devamında, “Hukuk, ulusal birliğin güvencelerinden biridir. Diller de bunlardan biridir. ‘Burası Türk yurdudur. Sevmeyen terk etsin’ diyorlar. Hayır burası hepimizin yurdudur. Kürt olarak benim Ankara’da, Trabzon’da hakkım var. Bölünmeyi engellemenin yolu tekleştirmek değil birleşmektir. Birlik çokluktur. Tek dil, tek millet Hitler’in sloganıdır.” ifadelerini kullandı.

Kobani davasının 16. duruşma periyodunun 6. oturumu Sincan Cezaevi Kampüsündeki Ankara 22. Ağır Ceza Mahkemesinde görüldü.

Davada, Halkların Demokratik Partisi’nin (HDP) önceki dönem Eş Genel Başkanları Figen Yüksekdağ ile Selahattin Demirtaş, Demokratik Bölgeler Partisi (DBP) eski Eş Genel Başkanı Sebahat Tuncel, HDP Onursal Başkanı Ertuğrul Kürkçü ve HDP MYK üyelerinin de aralarında bulunduğu 21’i tutuklu 108 kişi yargılanıyor.

Sincan Cezaevi’nde tutulan siyasetçiler duruşma salonunda hazır bulunurken, farklı cezaevlerinde bulunan siyasetçiler Ses ve Görüntü Bilişim Sistemi (SEGBİS) aracılığıyla duruşmaya bağlandı.

Duruşmada mahkeme başkanı, iddia makamının mütalaası ve bu celsede okunan belgelere dair siyasetçilere ve avukatlarına söz verdi.

Söz alan önceki dönem HDP Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş, davada yaşanan hukuka aykırılıkları defalarca dile getirdiklerini belirtti:

“Dosyanızda benimle ilgili bir AİHM kararı var. Orada da yargılananların siyasi saiklerle tutuklu bulunduğuna dair bir karar var. O nedenle davanın siyasi amaçlarını es geçerek tartışmak hukuku görmemek olur.

Neden bu davayı biz Türkiye tarihinin önemli bir siyasi davası olarak görüyoruz? Osmanlı çökerken İttihatçıların iki ayrı kanadının çatışması, Cumhuriyet’in kurulmasıyla son bulmadı. Demokrat Parti ve CHP olarak ikiye ayrılan gelenek, dillendirilen devletin bekası gereği laik seküler Türkiye Cumhuriyet Devleti’ni, bütün kimlikleri inkâr ederek inşa etmeye karar verdiler.

O günden bugüne baktığımızda bu davanın neden siyasi kırım davası olduğu daha iyi anlaşılır. Osmanlı dağılırken milliyetçi akımların Osmanlı’yı böldüğü paranoyası nedeniyle Anadolu’daki millet tanımının tartışmalar sonucu Türklük üzerinden kurulmasına karar verildi. Kimi İslam’a denk bir Türklük, kimi büyük Turan’ın bugünkü ismi olarak tartışıyor. En nihayetinde etnik bir Türklük tanımı bütün Anadolu’da bir çimento olarak ortaya çıkıyor.

İttihat Terakki’nin tartışmaları bu konuda uzlaşma sağlıyor. ‘Milletin bir tek dili olmalıdır. TC’ye bağlı herkes Türk’tür. Bilinci ve tarihi aşılanmalı. Bunun dışına çıkan herkes de rejimin radarına girmelidir’ deniliyor. Kendi aralarında ayırımlar olsa da uzlaşma sağladıkları nokta budur.”

“O yıllarda yapılan hatalar düzeltilebilir”

Kobanî Davası’nda yargılananların da resmî ideolojiye karşı gelen siyasetçiler olduğunu vurgulayan Demirtaş, sonrasında şunları söyledi:

“Resmi ideolojiye uymuyorsa sanatçı da olsa, siyasetçi de olsa terörist kabul ediliyor. Salonda bulunan asker, polis ve diğer kamu görevlilerinin bu resmî ideolojiye inandığını düşünüyorum. ‘Devletin bütünlüğünü nasıl koruyacağız’ diye düşünüyorlar. Kendilerini devlet yanlısı olarak tanımlıyorlar. Tarih 1925’ten 2022’ye aynı kodlarla devam ediyoruz ama yanılıyorsunuz. O yıllarda yapılan hatalar düzeltilebilir.

Devlet parçalanmadan, ulus bütünlüğü bozulmadan yeni tanımlar oluşturulabilir. Anadolu ve Mezopotamya coğrafyası aynı zamanda Mısır gibi büyük bir medeniyet merkezi, İstanbul gibi medeniyet merkezi var.

Dünyada bu tanımları doğuracak hiçbir kimse olmasa bile biz bu zenginliklerle ve deneyimlerle kendimiz üretebiliriz. Dinlerin bize kazandırdığı muazzam birikimler var. Ayrıca yaşadığımız savaşlar, soykırımlar var. Kürt isyanları var. Buradan çıkarmamız gereken dersler var.

Anadolu coğrafyası halklar ve medeniyetler bileşkesidir. Çok sayıda kültür vardır. Bunlar yok etmek veya tekleştirmek mümkün değildir. Bu bir ihanet olacaktır aynı zamanda gereksizdir. Bir kimlik etrafında bütünleşmeden ortak ulusal değerler yaratılabilir.

Devletin ve bizim çok kültürlü ulusun bağımsızlığını simgeleyen bayrak bunlardan biridir. Hukuk, ulusal birliğin güvencelerinden biridir. Diller de bunlardan biridir. ‘Burası Türk yurdudur. Sevmeyen terk etsin’ diyorlar. Hayır burası hepimizin yurdudur. Kürt olarak benim Ankara’da, Trabzon’da hakkım var. Bölünmeyi engellemenin yolu tekleştirmek değil birleşmektir. Birlik çokluktur. Tek dil, tek millet Hitler’in sloganıdır.

“Mütalaanın temelinde Kürt sorunu var”

Cumhuriyet’in kuruluş felsefesi, Kürtleri, Alevileri ve Çerkesleri savaşa dahil edebilmek için çoğulcu söylemlere yer vermiştir. Anadolu halkları da bu savaşta katkı sağlamıştır. Kürdistan’ın güney bölgesi Misak-ı Milli sınırları içerisinde tartışılıyordu ama Lozan ve 1924 Anayasası’nda bu iş bozuldu ve Türkleştirmenin resmi ideolojisi ortaya konuldu.

Sene 2022’de savcı önümüze bir mütalaa koymuş. Mütalaanın temelinde Kürt sorunu, Kürtçe konuşma ve Kürtlükle ilgili meseleler. Herkes ders çıkarmalı. Yüz yıldır birbirimize çektirdiğimiz acılara son vermemiz lazım. 2012 sonu 2013 başındaki Çözüm Süreci’nde özgürlüklerle ve kansız bir çözüm talebi yükselmişti.

Çözüm Süreci Cumhuriyet’in kuruluş felsefesinin ayakları üzerine oturtulması isteğidir. Türkiye Devleti, kendi Kürt halkına dürüst ve eşit davransın ki Kürt de devletine taş atmasın istiyorduk.

İşin emperyalizm boyutu da var. Emperyalizm Kürt Türk’ü vurmuş Türk Kürt’ü vurmuş buna bakmaz, rantına büyümesine bakar. Bu sorunun çözülmesinde sen ya da ben zarar görmeyiz. Emperyalizm zarar görür. Bu nedenle bu mesele aynı zamanda bir sınıf meselesidir.

Çözmek için birilerinin cesaretli davranması gerekir. Özgürlüğünden feragat etmesi gerekecek. Korkak ve kaypak siyasetçilerle bu iş yürümez. Bize fedai siyasetçiler lazım. Terörist yaftası yemeyi göze almanız lazım. Çözüm için Abdullah Öcalan yetkilidir. Türkiye Cumhuriyeti demokrasi karşılığında Öcalan ile görüşmelidir.

“Artık değişim zamanı”

Irkçılık üzerine kurulan beka çoktan yıkıldı. Artık değişim zamanıdır. Bir kısım muhalefet partisi dahil HDP’yi dışlayan ve kapatmaya çalışanlara karşı biz değişim zamanının geldiğini düşünüyoruz. Savcının mütalaası ile devleti korumaya çalışıyorlar. Başaramayacaksınız.

Ülkeyi bölünme tehdidi ile karşı karşıya bırakanlar biz değil bu mütalaanın arkasındakilerdir. Türkiye Cumhuriyeti’ne herkesten çok sahip çıkacağız. İtirazı olan var mı? Devletin bekasını tekçilik üzerinden kuranlar, cemaatçiler, emperyalistler itiraz ediyor, evet.

Tam böylesi bir tarihsel kırılma varken, AKP iktidarı, 1400 yıllık İslam medeniyetinin yeni ve en modern temsilcisi olarak 2002 Kasım’da seküler laik Atatürk Cumhuriyeti’nde tek başına iktidar oldu. Çok ilginç bir gelişmedir bu.

Cumhuriyet’in yanlışlarının düzeltilmesi ve Cumhuriyet’in ötekileştirdiği muhafazakarlar, Kürtler ve Alevilerin Cumhuriyet’le barışması açısından önemli bir gelişmeydi. Geldiğimiz gün itibariyle ise yolsuzluk, hırsızlık, haksızlık, adaletsizlik, İslamın ‘i’si bile olmadan İslam adına hareket ettiler.

Erdoğan-Bahçeli ittifakı tarihi yenilginin hesabı sorulmasın diye şimdi her türlü hukuksuzluğun öncüsü oluyor. Türkiye artık değişim kapılarını aralamıştır. Şimdi kazananın ne olduğunun tartışılmasıdır. Kazanan, özgürlük, demokrasi, İslam, kadınlar, emekçiler olmalıdır. AKP, her şeyi berbat etmiştir. İslam’ın bu şekilde horlanmasından üzüntü duyuyorum.

“Tehdit, Binali Yıldırım’ın Hollanda’daki serveti”

Kobanî davası bu çatışmaların bir sonucudur. Biz silaha bulaşmadık. PKK savaşıyor. Biz HDP’yiz, siyasetçiyiz. Bekacılar ve hırsızlar bir kurgu oluşturdu. HDP’nin oyu ile belirlenecek bir MGK, devlet için bir tehdit olarak görülüyor.

Biz neden tehdit olalım, Binali Yıldırım’ın Hollanda’daki 26 milyar Dolar serveti tehlikedir. Eskiyi savunanlar yenilmiştir. Yenilen Türk halkı değildir.

Bu yenilgiden büyük bir zafer çıkacaktır. Demokratik Cumhuriyet çıkacaktır. Biz de Kürtler olarak Türkiye Cumhuriyeti’ni yeniden inşa etmek için var gücümüzle mücadele edeceğiz.

Yüz yıldır Kürtler kendi devletini kuramadı. Yüz yıldır Türkler, Kürtleri bitiremedi. Bir yerde uzlaşmamız lazım. Bizim evlatlarımız bu ülkede birbirini öldürmesinler. Askerlerin ve Kürt çocuklarının yattığı mezarlarda bir daha kimse ölmeyecek. Herkes eceliyle ölsün. Tarih bizim dediğimiz şekilde gerçekleşecek. Ben halkın istediği şey dışında kimseye tabi değilim.”

Paylaşın

Selahattin Demirtaş: Ahmet Hakan Mısın Nesin Paramı Ver

Kobani Davası duruşmasında konuşan Selahattin Demirtaş, iktidara yakın medyada yer alan haberlere tepki gösterdi, “Seçime doğru giderken bu algı operasyonları devam edecek” dedi.

IŞİD’in Kobani’ye yönelik saldırılarına karşı 6-8 Ekim 2014’te gerçekleşen protesto eylemleri gerekçe gösterilerek Halkların Demokratik Partisi (HDP) eski Eş Genel Başkanları, Merkez Yürütme Kurulu (MYK) üyelerinin de aralarında bulunduğu isimlerin yargılandığı Kobani Davası’nın 15’inci duruşması ikinci gününde Sincan Cezaevi Kampüsü’nde görüldü.

Sincan Cezaevi’nde tutulan siyasetçiler duruşma salonunda hazır bulunurken, farklı cezaevlerinde bulunan siyasetçiler ise Ses ve Görüntü Bilişim Sistemi (SEGBİS) aracılığıyla duruşmaya bağlandı. Mahkemede söz alan Avukat Kenan Maçoğlu, duruşmanın birinci günü yaşanan tartışmaları hatırlatarak “Biz gergin geçen duruşmalarda size yeni ajandalar verildiğini düşünüyoruz. Size verilen yeni ajandalar var mı bilmiyoruz” diye konuştu. Maçoğlu, mahkemenin gizli tanıkları bilgi vermeden dinlemesine de tepki gösterdi.

“Fiilen tutukluyuz”

HDP eski Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş duruşmada konuştu. Demirtaş, “Yasalara uymayan uygulamalar yaşanıyor. Fiilen tutukluyuz. Ben Kobani olaylarına ilişkin tutukluluğumun limitini aştım. Asliye Ceza Mahkemelerinde tutukluluk süresi en fazla 18 aydır ama biz hala içerdeyiz. Tutukluluğumun 20’inci ayında da bunu dile getirmiştim. Edirne Cezaevi, Asliye Ceza Mahkemesindeki tutukluluğumun işleme konulmadığını, ‘örgüt üyeliği’ nedeniyle tutuklu bulunduğumu söyledi. O zaman Kobani olayları nedeniyle tutukluluğumu ne zaman yerine getireceğim diye itiraz ettiğimde, sürecin hukuksuzluk olduğu ortaya çıkınca Kobani olayları ‘terör suçları’ kapsamına alındı. Hukuk işleyecek bir gün. Hukuk işlemeye başlayınca bunun nasıl bir hukuksuzluk olduğunu anlatacağım. Gelen evrakları reddediyorum. Tüm tanıkların huzurda dinlenilmesini talep ediyorum” dedi.

 ‘Seçimler yaklaşıyor bizi yeniden yıpratmak istiyorlar’

İktidara yakın medyanın kendilerine yönelik haberlerini eleştiren Demirtaş şöyle devam etti:

“Geçen günlerde Yeni Şafak ve Hürriyet bir manşet çıkarttı, ‘Kandil’den Demirtaş’a 16 Milyon Dolar’ diye. Külliyen yalan, böyle bir ifade dosya evraklarında yok. Yeni Şafak bu haberin altına benim, Cemil Bayık ve Merdan’ın fotoğraflarını basmış. Yalan olduğu belli ama seçim yaklaştığı için ne lazım iktidara? Bizim yıpratılmamız gerekiyor. Bir yandan Kandil’e para gönderdik iddialarıyla yargılanıyoruz bir yanda da güya Kandil bize para yollamış. Bir karar verir verin. Peki, neden şimdi bunlar ortaya çıkıyor? Çünkü seçimler yaklaşıyor ve bizi yeniden yıpratmak istiyorlar. Bir algı operasyonu yürütülüyor. Bayık’ın, Merdan’ın ve benim fotoğrafımı yan yana koyarak bir algı yaratıyorlar. Yazdıklarının yalan olduğunu biliyorlar ama gerçek kimsenin umurunda değil. Seçime doğru giderken bu algı operasyonları devam edecek. Hürriyet Gazetesi 16 Milyar dolar olarak girmiş aynı haberi. Avukatlarım söyledi 1 milyar dolar bir tır para ediyormuş. O zaman bana 16 tır paranın gelmesi lazımdı. Ben paramı istiyorum valla. Hürriyet’ten istiyorum, paramı verin. Ahmet Hakan mısın nesin paramı ver.”

‘HDP ayaktadır, cezaevinde de ayaktadır’

Demirtaş’ın ardından söz alan eski MYK Üyesi Nazmi Gür, medya aracılığıyla yayılan haberle kendilerine yönelik psikolojik bir savaşın yürütüldüğünü söyledi. Gür, “Yazdıkları her şey yalan, bir propaganda savaşı yürütüyorlar. Bu savaşla bizi durdurabileceklerini mi sanıyorlar? Asla böyle bir şey olmayacak. Biz baştan beri bunun bir kumpas olduğunu söyledik. Avukatlarımız bütün belgelerle olayın kumpas olduğunu kanıtladı. Siz aslında bizi yargılamıyorsunuz, barış sürecini yargılıyorsunuz, AKP’yi yargılıyorsunuz. İleride Cumhurbaşkanı dahil herkesin yargılanmasının yolunu açıyorsunuz. Bizi neye dayanarak tutuklu tutmaya devam ediyorsunuz? Üç tane gizli tanık dinlediniz, onları da gizli dinlediniz. Üçünün ifadeleri ayrı ayrı da yalan, üst üste koysanız da yalan. Bu yüzden bu ifadeleri reddediyoruz. Bu tarz oyunlarla, yöneticilerini tutuklayarak, davalar açarak HDP’yi yolundan vazgeçireceğinizi mi sanıyorsunuz? HDP ayaktadır, cezaevinde de ayaktadır” ifadelerini kullandı.

(Kaynak: Gazete Duvar)

Paylaşın