Belçika Devrimi: Avrupa’yı Şaşırtan Bağımsızlık Hareketi

Belçika Devrimi, modern Belçika Krallığı’nın kuruluşuna yol açan ve Birleşik Hollanda Krallığı’ndan (Hollanda ve Belçika eyaletlerini içeren) ayrılma sürecini tetikleyen bir dizi ayaklanma ve çatışmayı tanımlar.

Haber Merkezi / 19. yüzyıl Avrupa milliyetçilik dalgasının önemli bir parçası olarak kabul edilen devrim, Belçika’nın bağımsızlığını pekiştirmiştir.

Napolyon Savaşları’ndan sonra (1815 Viyana Kongresi), Avrupa güçleri (Avusturya, Prusya, Rusya ve Birleşik Krallık), Fransa’nın yeniden güçlenmesini önleme amacıyla, Belçika eyaletlerini (güneydeki Katolik ve Fransızca konuşan nüfus) Hollanda ile birleştirerek Birleşik Hollanda Krallığı’nı kurmuştur.

Ancak, kuzeydeki Protestan ve Felemenkçe konuşan Hollandalılarla güneydeki Katolik Valonlar ve Flamanlar arasında derin kültürel, dini ve dilsel farklılıklar vardı. Ayrıca, Güney eyaletleri (bugünkü Belçika), birleşme sonrası ekonomik olarak da ihmal edilmiştir.

Devrimin Temel Tetikleyicileri:

Dini Farklılıklar: Kuzey Protestan, güney Katolik nüfus arasında gerilim. Kral I. Willem’in Protestan yanlısı politikaları (örneğin, karma eğitimde dini ayrımcılık) güneyde tepki çekmiştir.

Dil ve Kültürel Baskı: Fransızca egemen güneyde, Felemenkçe resmi dil olarak dayatılmış; bu, elit Fransızca konuşan sınıfı öfkelendirmiştir.

Ekonomik Sorunlar: Güneydeki sanayi gerilemesi, yüksek vergiler ve işsizlik. Endüstri Devrimi’nin getirdiği düzensiz çalışma koşulları işçileri isyana sürüklemiştir.

Siyasi Baskı: Merkeziyetçi yönetim, güney eyaletlerine özerklik vermemiştir. Ayrıca, sansür ve basın özgürlüğünün kısıtlanması entelektüelleri rahatsız etmiştir.

Bu faktörler, 1828 yılında liberal muhalefetin yükselişiyle birleşince devrimi hazırlamıştır.

Devrim, 25 Ağustos 1830’da Brüksel’de bir tiyatro gösterisiyle (Daniel Auber’in özgürlük temalı “La Muette de Portici: Sessiz Kız operası) başlamıştır. Opera sırasında seyirciler arasında spontane protestolar patlak vermiş ve bu, barikatlara dönüşmüştür.

Eylül 1830’da ayaklanmalar Brüksel’den Liege, Mons ve diğer şehirlere yayılmıştır: Fabrikalar işgal edilmiş, ulusal muhafız birlikleri kurulmuştur.

Ekim 1830’da Kral I. Willem ayaklanmaların olduğu şehirlere asker göndermiştir, ancak Brüksel’de gerçekleşen 10 günlük “Ekim Günleri” çatışmalarında Belçikalılar galip gelmiştir (yaklaşık 600 ölü).

Kasım 1830’da Ulusal Kongre toplanmıştır. Kongre, bağımsızlığı ilan etmiş ve anayasa hazırlamıştır. Geçici hükümet kurulmuş ve Erasme Louis Surlet de Chokier naip seçilmiştir.

1831 ve 1832’de Hollanda ordusu iki kez ayaklanmalara müdahale etmiştir, ancak Fransızların yardımıyla (General Gerard komutasında) püskürtülmüştür. Çatışmalar, özellikle Limburg ve Lüksemburg’da sınır anlaşmazlıklarına yol açmıştır.

İngiltere, Fransa, Avusturya, Prusya ve Rusya’nın katıldığı Londra Konferansı’nda (1830-1831) Belçika’nın tarafsız ve bağımsız bir krallık olması kararlaştırılmıştır (20 Ocak 1831). Hollanda başlangıçta bu kararı reddetmiş, ancak 1839 yılında Londra Antlaşması’yla kabul etmiştir.

Belçika Devrimi, Avrupa’daki milliyetçilik dalgasını güçlendirmiştir. Polonya’daki 1830 Kasım Ayaklanması ve İtalya’daki birleşme hareketleri gibi diğer ulusal hareketler üzerinde dolaylı etkileri olmuştur.

Belçika’nın başarısı, baskıcı rejimlere karşı halk hareketlerinin mümkün olduğunu göstermiştir.

Paylaşın

Güneş Alerjisi Nedir? Nedenleri, Belirtileri, Tedavisi

Güneş alerjisi, tıbbi adıyla fotosensitivite veya solar ürtiker, cildin güneş ışığına veya ultraviyole (UV) ışınlarına karşı anormal bir reaksiyon göstermesi durumudur.

Haber Merkezi / Bu durum, ciltte kaşıntı, kızarıklık, kabarıklık (ürtiker), yanma veya döküntü gibi belirtilere yol açabilir. Durum, genellikle güneş ışığına maruz kaldıktan kısa süre sonra ortaya çıkar ve birkaç dakika ila birkaç saat içinde kendiliğinden kaybolabilir.

Nedenleri:

Fototoksik reaksiyonlar: Bazı ilaçlar (örneğin, antibiyotikler, antihistaminikler), kimyasallar veya bitkisel maddeler cildi güneş ışığına karşı hassas hale getirebilir.

Fotoalerjik reaksiyonlar: Bağışıklık sisteminin güneş ışığına veya ciltteki bazı maddelerle UV ışınlarının etkileşimine karşı alerjik bir tepki vermesi.

Genetik faktörler: Bazı genetik hastalıklar, örneğin porfiri veya lupus, güneş ışığına hassasiyeti artırabilir.

Kronik hastalıklar: Lupus, dermatit veya bazı metabolik bozukluklar bu duruma yol açabilir.

Belirtileri:

Ciltte kırmızı, kaşıntılı döküntüler veya kabarıklıklar.
Yanma veya batma hissi.
Nadiren, baş ağrısı, mide bulantısı veya halsizlik gibi sistemik sorunlar.

Tedavisi ve önlenmesi:

Güneşten korunma: Geniş kenarlı şapka, UV koruyucu kıyafetler ve yüksek SPF’li güneş kremi kullanmak.

İlaç kontrolü: Fotosensitiviteye neden olabilecek ilaçların doktor kontrolünde değiştirilmesi.

Antihistaminikler: Alerjik reaksiyonları hafifletmek için kullanılabilir.

Fototerapi: Bazı durumlarda, cildi UV ışınlarına alıştırmak için kontrollü ışık tedavisi uygulanabilir.

Doktor kontrolü: Altta yatan bir sağlık sorununun belirlenmesi için dermatolog veya alerji uzmanına başvurulmalı.

Paylaşın

Reformasyon Neden Önemlidir? Türkiye Üzerindeki Etkileri

16. yüzyılda Avrupa’da ortaya çıkan ve Hristiyanlık inanışında köklü değişikliklere yol açan Reformasyon (kilisenin yenilenmesi hareketi), hem dini hem de toplumsal açılardan büyük önem taşır.

Kurtuluş Aladağ / Hareket, Katolik Kilisesi’nin otoritesine karşı çıkarak, Martin Luther, John Calvin gibi reformcuların öncülüğünde Protestan mezheplerinin ortaya çıkmasını sağladı. İncil’in konuşulan dillere çevrilmesi ile birlikte, bireylerin dini metinlere doğrudan erişimi sağlandı, ki bu kişisel inanç özgürlüğünü güçlendirdi.

Katolik Kilisesi’nin tartışmalı uygulamalarına (örneğin, endüljans satışı) karşı bir tepki olarak başlayan Reformasyon, kilisenin mutlak otoritesini sorgulayarak, bireylerin dini konularda daha fazla söz sahibi olmasını sağladı. Bu da, modern bireycilik anlayışının temellerini attı.

Hareket, Avrupa’da siyasi dengeleri de değiştirdi. Protestan prenslikleri ile Kutsal Roma İmparatorluğu gibi merkezi otoriteler arasında yaşanan çatışmalar, modern ulus-devlet anlayışının gelişmesine katkıda bulundu. Ayrıca, mezhep savaşları ve bu savaşlar sonunda yapılan barış antlaşmaları da (örneğin, 1555 Augsburg Barışı) dini hoşgörünün ilk adımlarını attı.

Reformasyon, okuryazarlığın artmasına ve eğitim sistemlerinin gelişmesine katkıda bulundu. Protestanların İncil’i yaygınlaştırma çabaları, matbaanın da etkisiyle, halkın okuma yazma öğrenmesini teşvik etti. Bu süreç, modern eğitim sistemlerinin ve bilgi toplumunun temellerini güçlendirdi.

Özellikle Protestan çalışma ahlakı (Max Weber’in teziyle ilişkilendirilen) aracılığıyla kapitalizmin gelişmesine dolaylı olarak katkıda bulunan Reformasyon sürecinde, çalışma, disiplin ve bireysel sorumluluk vurgusu, ekonomik üretkenliği artıran bir etken olarak görüldü.

Sonuç olarak, modern dünyanın şekillenmesinde kritik bir dönüm noktası olarak kabul edilen Reformasyon, sadece dini bir hareket değil, aynı zamanda Avrupa’nın ve dünyanın toplumsal, siyasi ve kültürel yapısını derinden etkileyen bir dönüşüm sürecidir.

Hareketin Türkiye üzerindeki etkileri

Reformasyon’un dolaylı etkileri, Osmanlı Devleti’nin siyasi, kültürel ve ekonomik ilişkileri üzerinden Türkiye coğrafyasında da hissedilmiştir.

Osmanlı Devleti, bu dönemde Avrupa’daki güç dengelerinden faydalanarak stratejik ittifaklar kurdu. Özellikle Katolik Habsburg Hanedanı’na karşı Protestan devletlerle (örneğin, Fransa ile ittifaklar) iş birliği yaptı. Bu durum, Osmanlı’nın Avrupa siyasetindeki etkisini artırdı.

Reformasyon, Avrupa’da ekonomik dönüşümleri (örneğin, Protestan çalışma ahlakı ve kapitalizmin gelişimi) tetikledi. Bu, Avrupa ile Osmanlı arasındaki ticari ilişkileri dolaylı olarak etkiledi. Osmanlı limanları, özellikle İzmir ve İstanbul, Avrupa’daki Protestan tüccarlarla ticaretin önemli merkezleri haline geldi.

Hareketin matbaayı yaygınlaştırma ve okuryazarlığı artırma etkisi, Osmanlı Devleti’nde doğrudan bir karşılık bulmasa da, Hristiyan azınlıkların eğitim kurumları üzerinde etkili oldu. 19. yüzyılda Protestan misyonerler, Osmanlı topraklarında okullar ve hastaneler kurdu (örneğin, Amerikan Board of Commissioners for Foreign Missions). Bu kurumlar, modern eğitim sistemlerinin Osmanlı’da yayılmasına katkıda bulundu.

Reformasyon’un bireycilik ve sorgulayıcı düşünceye vurgusu, Osmanlı aydınları üzerinde dolaylı bir etki oluşturdu. Tanzimat döneminde, Avrupa’daki fikir akımlarından etkilenen Osmanlı elitleri, modernleşme ve reform çabalarını hızlandırdı.

Sonuç olarak, Reformasyon’un Türkiye üzerindeki etkileri, doğrudan dini bir dönüşümden ziyade, siyasi, ticari ve kültürel alanlarda dolaylı olarak kendini göstermiştir.

Paylaşın

Avrupa’daki En Eski Kemik Mızrak Ucu Neandertaller Tarafından Yapıldı

Kuzey Kafkasya bölgesindeki Mezmaiskaya Mağarası’ndan çıkarılan 9 santimetre uzunluğundaki kemik mızrak ucunun, Avrupa’da keşfedilen türünün en eski örneği olduğu doğrulandı.

Haber Merkezi / İlk olarak 2003 yılında keşfedilen hayvan kemikleri, taş aletler, çakmak taşı ve bir ocağın kalıntıları arasında bulunan kemik mızrak ucu, radyokarbon ve diğer tarihleme yöntemleriyle, yaklaşık 80 bin ile 70 bin yıl öncesine (BP) tarihlendi.

Bu tarih, Son Buzul Dönemi’nin erken evrelerine denk gelir ve Musteryen kültürüyle ilişkilidir.

Bizon kemiğinden yapılmış 9 cm’lik alet, hem teknik işçilik hem de işlevsellik açısından Neandertallerin ileri düzey bir teknolojiye sahip olduğuna işaret etmektedir. Keşif, Neandertallerin bilişsel ve teknik kapasitesine dair geleneksel görüşleri yeniden şekillendirmektedir.

Kemik mızrak ucu ayrıca, Avrupa’da kemik alet teknolojisinin Neandertaller arasında yaygınlaşmaya başladığını ve Musteryen kültürünün teknolojik çeşitliliğini yansıttığını göstermektedir.

Kemik alet teknolojisi, genellikle Homo sapiens ile ilişkilendirilmekteydi (örneğin, Fas’taki 107 bin yıllık bulgular), ancak, Mezmaiskaya’daki kemik mızrak ucu, Neandertallerin de bu teknolojiyi bağımsız olarak geliştirmiş olabileceğine işaret etmektedir.

Journal of Archaeological Science’da yayımlanan araştırmaya liderlik eden Paleoarkeolog Liubov V. Golovanova ve ekibi, mızrak ucunu “benzersiz sivri kemik eseri” olarak tanımlamaktadırlar.
Paylaşın

Türkiye, Asgari Ücrette Avrupa’nın En Ucuz 6. Ülkesi

Türkiye, 684 Euro ile Ukrayna hariç Avrupa’nın en düşük ücretli ülkeleri arasında. Asgari ücret karşılaştırmalarında Türkiye, Avrupa’nın en düşük ücret veren 6. ülkesi konumunda.

2025 yılına girilmesiyle birlikte Türkiye’de asgari ücret yüzde 30 zam alarak net 22 bin 104 TL’ye (brüt 26 bin 5 TL) yükseltildi. Döviz kurlarındaki dalgalanmalar nedeniyle asgari ücretin Euro bazında karşılığı ise 684 Euro oldu. Avrupa ülkeleri de 2025 yılı için asgari ücretlerini güncellerken, Türkiye 28 ülke arasında 22. sırada yer aldı.

Avrupa’daki en yüksek asgari ücreti 2 bin 637 Euro ile Lüksemburg verirken, Ukrayna 182 Euro ile listenin sonunda yer aldı. Türkiye ise 684 Euro ile Ukrayna hariç Avrupa’nın en düşük ücretli ülkeleri arasında bulunuyor. Asgari ücret karşılaştırmalarında Türkiye, Avrupa’nın en düşük ücret veren 6. ülkesi konumunda.

Avrupa ülkelerinde asgari ücret oranları

Avrupa İstatistik Ofisi (Eurostat) verilerine göre bazı ülkelerde 2025 yılı için güncellenen brüt asgari ücretler şu şekilde:

Lüksemburg: 2.637 Euro
İrlanda: 2.281 Euro
Hollanda: 2.193 Euro
Almanya: 2.161 Euro
Belçika: 2.070 Euro
Fransa: 1.881 Euro
Güney Kıbrıs: 1.000 Euro

Polonya: 1.091 Euro
Slovakya: 816 Euro
Çekya: 825.89 Euro
Estonya: 886 Euro
Hırvatistan: 970 Euro
Macaristan: 700 Euro
Yunanistan: 968.33 Euro

Türkiye’nin gerisinde kalan ülkeler ise Bulgaristan (550 Euro), Karadağ (670 Euro), Moldova (284 Euro), Arnavutluk (487 Euro) ve Ukrayna (182 Euro) oldu.

Avrupa ülkelerinde asgari ücret seviyesi belirlenirken enflasyon oranları da büyük bir etken olarak öne çıkıyor. Türkiye’de yıllık enflasyon yüzde 42 seviyesinde seyrederken, birçok Avrupa ülkesinde enflasyon oranları tek haneli seviyelerde bulunuyor. Bu durum, Türkiye’de asgari ücretin alım gücünü doğrudan etkileyerek düşük Euro karşılığına rağmen hayat pahalılığının yüksek seyretmesine neden oluyor.

Avrupa ülkelerinde asgari ücretle çalışanların toplam iş gücü içindeki oranı genellikle yüzde 10’un altında seyrederken, Türkiye’de bu oran yüzde 42’nin üzerine çıkıyor. Asgari ücrete yakın maaş alanlarla birlikte değerlendirildiğinde ise çalışanların yaklaşık yarısının asgari ücret veya ona çok yakın bir maaşla geçindiği görülüyor.

Öte yandan, Avrupa Birliği üyesi Danimarka, İtalya, Avusturya, Finlandiya ve İsveç gibi ülkelerde ise asgari ücret uygulaması bulunmuyor. Bu ülkelerde maaşlar sektör bazında sendikalar tarafından belirleniyor.

(Kaynak: Karar)

Paylaşın

Avrupa’da Çalışanların Beşte İkisi “Ruh Sağlığı Riski” Altında

Fransa, İtalya, İspanya, Polonya, Almanya ve Hollanda’yı kapsayan yeni bir araştırmaya göre, çalışanların neredeyse beşte ikisi “yüksek ruh sağlığı riski” taşıyor.

Ruh sağlığına ilişkin veriler ülkelere göre farklılık gösteriyor. İspanya’da çalışanların yüzde 48’i yüksek ruh sağlığı riski taşıyor, bunu Polonya (yüzde 45) ve İtalya (yüzde 43) takip ediyor. Öte yandan, Hollanda yüzde 24 ile yüksek ruh sağlığı riski taşıyan çalışanların en düşük oranına sahip.

Yeni bir araştırmaya göre, Avrupalı her beş çalışandan yaklaşık ikisi “yüksek ruh sağlığı riski” taşıyor. Sağlık hizmetleri ve teknolojileri sağlayıcısı TELUS Health Fransa, İtalya, İspanya, Polonya, Almanya ve Hollanda olmak üzere altı Avrupa ülkesindeki çalışanların durumuyla ilgili yıllık ruh sağlığı endeksini yayınladı.

Her ülkede 500 kişiyle yapılan anketin sonuçlarına göre, 80’in altında puan alan kişiler risk altında kabul edildi. Ruh sağlığına ilişkin skorlar ülkelere göre farklılık gösterdi. İspanya’da çalışanların yüzde 48’i yüksek ruh sağlığı riski taşıyor, bunu Polonya (yüzde 45) ve İtalya (yüzde 43) takip ediyor. Öte yandan, Hollanda yüzde 24 ile yüksek ruh sağlığı riski taşıyan çalışanların en düşük oranına sahip.

TELUS Health’in küresel lideri ve araştırma ile içgörülerden sorumlu başkan yardımcısı Paula Allen, yaptığı açıklamada, ruh sağlığı üzerine fark yaratan üç ana faktörden bahsetti. Allen, bunlardan ilki olarak, o ülkedeki genel durumları ve özellikle Polonya’nın, 1.000 gün önce Rusya tarafından işgal edilen Ukrayna’ya coğrafi yakınlığını örnek gösterdi.

Allen, kültür ve altyapıdaki farklılıkların yanı sıra cinsiyet, yaş ve sosyo-ekonomik durum gibi faktörlerin de önemli bir rol oynadığını belirtti. Örneğin, kadınların ruh sağlığı puanlarının erkeklerden beş puan daha düşük olduğunu söyledi.

“Kadın olduğunuzda deneyimlediğiniz dünya ile erkek olduğunuzda deneyimlediğiniz dünya farklıdır,” diyen Allen, bu farklılıkların mali kaynaklar, istihdam ve iş bölümü gibi eşitsizliklerden kaynaklandığını vurguladı.

Sağlık alanında da eşitsizlikler bulunduğuna dikkat çeken Allen, “Şu anda çok net bir şekilde biliyoruz ki sağlık sisteminin erkeklere ve kadınlara verdiği tepki çok farklı,” diyerek, kadınların sağlık hizmeti sağlayıcılarıyla olumsuz deneyimler yaşama ihtimalinin daha yüksek olduğunu ifade etti.

Allen ayrıca, endometriozis, perimenopoz ve menopoz gibi kadınların yeterince tanınmayan sağlık sorunlarına da dikkat çekti.

Yeni yapılan bir ankete göre, sık egzersiz yapan çalışanların ruh sağlığı puanlarının daha iyi olduğu ortaya çıkmıştır. Ancak, her 10 çalışandan biri fiziksel aktiviteye katılmıyor ve bu durum yılda yaklaşık üç ekstra iş günü kaybına neden oluyor. Bu grup, ruh sağlığı açısından neredeyse 10 puan daha düşük bir ortalamaya sahip.

Genel olarak, günde altı veya daha fazla saat oturmak ya da hareketsiz kalmak, daha kötü ruh sağlığı ile ilişkilendirilmiştir. Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ-WHO), haftada 2,5 ila 5 saat orta yoğunlukta fiziksel aktivite veya 1,3 ila 2,5 saat daha yoğun egzersiz yapılmasını önermektedir.

Ayrıca, acil durum birikimi olmayan çalışanların anksiyete veya depresyon yaşama olasılığı üç kat daha fazladır. TELUS Health’in küresel lideri Paula Allen, acil durum birikimi eksikliğinin “kronik anksiyete durumuna” yol açabileceğini ve bu durumu “güvenlik ağı eksikliği” olarak tanımladığını belirtti. Acil durum birikimi olmayan çalışanların ruh sağlığı skoru ortalama 62 iken, bu durumu yaşayanların skoru ortalama 42 civarında.

Şirketler ne yapabilir?

Allen, işverenlerin çalışanların refahını desteklemede kritik bir rol oynadığını vurguladı ve sağladıkları hizmetlerin çalışanlar üzerinde derin bir etki yaratabileceğini belirtti. İşverenlerin, çalışanların hem fiziksel hem de ruhsal sağlığını koruyabilmek için iş sağlığı ve güvenliği yönergelerine uygun çalışma ortamları oluşturmaları gerektiğini söyledi.

Ayrıca, işverenlerin eğitim programları, dayanıklılık koçluğu ve sağlık rehberliği gibi girişimlerle çalışanlarının fiziksel ve ruhsal sağlığını iyileştirebileceğini ifade etti. Bu tür adımların, şirket kültürüne entegre edilerek daha sağlam bir sağlıklı çalışma ortamı yaratılabileceğine dikkat çekti.

Allen, “Bu gerçekten de size sürdürülebilir bir çerçeve sunuyor ve bir işveren olarak elde ettiğiniz faydalar bu konuda attığınız her adımla birlikte artıyor” diyerek, sağlıklı bir çalışma ortamının uzun vadeli faydalarına vurgu yaptı.

(Kaynak: Euronews Türkçe)

Paylaşın

“Düşük Eğitimli Nüfus” Oranında Türkiye Avrupa’da Birinci Sırada

Türkiye, Avrupa’da “düşük eğitimli” nüfusun açık ara en yüksek paya (yüzde 61,8) sahip olduğu ülke oldu. Düşük eğitim okul öncesi, ilköğretim ve alt ortaöğretimi kapsıyor.

Eurostat Avrupa genelindeki eğitim seviyelerinin oranlarını ortaya koyan bir istatistik yayımladı.

Avrupa Birliği’ndeki (AB) ya da aday ülkelerde 25-74 yaş arası yetişkinliklerin eğitim seviyelerini ortaya koyan istatistikte İskandinav ve Baltık ülkelerinde yükseköğretim mezunlarının oranı AB ortalamasından yüksekken, Türkiye, düşük eğitimli nüfusun açık ara en yüksek paya (yüzde 61,8) sahip olduğu ülke oldu.

Çalışmada eğitim seviyeleri üç kategoriye ayrıldı. Buna göre “düşük seviye” okul öncesi, ilköğretim ve alt ortaöğretim (ISCED seviyeleri 0-2), “orta seviye” lise ve lise sonrası yükseköğretim dışı eğitim (ISCED seviyeleri 3 ve 4) ve “yüksek seviye,” yükseköğretim (ISCED seviyeleri 5-8) içerdi.

İsveç ve Norveç, yükseköğretim mezunlarının yüzde 45’inden fazlasıyla üçüncü ve dördüncü sırada yer almıştır. Letonya’da ise nüfusun yüzde 44’ü yükseköğretim derecesine sahip. Diğer İskandinav ve Baltık ülkeleri de yükseköğretim mezunları açısından AB ortalamasının üzerinde yer almakta.

Türkiye’de ise yükseköğrenim mezun oranı yüzde 20,6. Onu takip eden İtalya yüzde 18,5, sıranın en altında ise Romanya yüzde 17,4 ile yer almakta.

Birleşik Krallık’ta 25-74 yaş arası nüfusun yüzde 43,5’i yüksek öğrenim görmüş kişilerden oluşuyor ki bu oran AB’nin “Dört Büyük” olarak adlandırılan ülkelerinin üzerinde. Fransa (yüzde 38,2) bu ülkeler arasında en yüksek paya sahipken, onu İspanya (yüzde 38) takip ediyor.

Genel ve mesleki yönelimden oluşan orta eğitim düzeyinin ayrıntılarına bakıldığında, mesleki eğitimin payının birçok ülkede oldukça yüksek olduğu görülmekte.

Çekya (yüzde 63,9), Polonya (yüzde 52,2) ve Almanya (yüzde 47,4) dahil olmak üzere dokuz AB ülkesinde, orta eğitim düzeyinde mesleki yönelime sahip kişilerin payı yüzde 45’in üzerinde. Türkiye ise 36,2 oranı ile Avrupa Birliği hedefinin (yüzde 45) altında kalmış durumda.

Yükseköğretim mezunlarının payı Avrupa genelinde genç nüfus arasında önemli ölçüde artmakta. Bu durum, ülkelerin son yıllarda eğitim düzeylerindeki gelişmeleri de göstermekte. Bu nedenle, 25-34 yaş arası nüfusun eğitim seviyesi uluslararası kuruluşlar tarafından büyük ölçüde analiz edilmekte.

Verilerin mevcut olduğu 35 Avrupa ülkesinde, 25-34 yaş arası kadınların yükseköğrenim görme oranı erkeklerden daha yüksek. 2022 yılında, ortalama olarak yükseköğrenim görmüş kadınların oranı yüzde 47,6 iken, erkeklerin oranı yüzde 36,5.

Finlandiya hariç, İskandinav ve Baltık ülkelerinde cinsiyetler arasındaki fark kadınlar lehine önemli ölçüde daha yüksek. En yüksek fark İzlanda’da (yüzde 25,4 puan) tespit edilirken, Slovenya’da 23,8 puan ve Slovakya’da 22,8 puanlık fark göze çarpıyor.

Türkiye (1,3 puan), İsviçre (3,6 puan) ve Almanya (4,6 puan) ise farkın en az olduğu ülkeler, bu da yükseköğretim derecesine sahip kadın ve erkeklerin paylarının birbirine çok yakın olduğunu göstermekte. AB’de 25-74 yaş arası yükseköğrenim görmüş kişilerin oranı sürekli olarak artmakta. Bu oran 2004 yılında yüzde 19.1 iken 2022 yılında yüzde 31.8’e yükseldi.

Hayat boyu öğrenme: Eğitimdeki yetişkinler

İnsanların becerilerini güncellemeleri gerekebileceğinden yaşam boyu öğrenme de büyük önem taşıyor. Bu, yetişkinler için eğitim ve öğretime katılım olarak da bilinir.

Eurostat’a göre, yaşam boyu öğrenme, örgün, yaygın veya gayri resmi eğitim faaliyetlerini içerir. Amaç, katılımcılar arasında bilgi, beceri ve yeterlilikleri geliştirmektir. İşgücü piyasasında dijitalleşme ve otomasyon söz konusu olduğunda, yetişkin öğrenimi önemli bir unsur olarak öne çıkar.

2022 yılında, AB’de 25-64 yaş aralığında olup son 4 hafta içerisinde eğitim veya öğretime katılmış kişilerin oranı yüzde 11,9. Bu oran Bulgaristan’da yüzde 1,7 ve İsveç’te yüzde 36,2 arasında değişmekte. İskandinav ülkelerinde yetişkin öğrenimi oranı yüksekken, Balkan ülkeleri AB ortalamasına kıyasla önemli ölçüde daha düşük paylara sahip.

(Kaynak: Euronews Türkçe)

Paylaşın

Rusya’dan “Avrupa’nın Başkentleri Hedef Alınacak” Uyarısı

Kremlin Sözcüsü Dimitri Peskov, “Avrupa bizim füzelerimizin hedefi, bizim ülkemiz de Avrupa’daki ABD füzelerinin hedefi. Biz, bu füzeleri durdurabilecek kabiliyete sahibiz ancak bunun potansiyel kurbanları, bu ülkelerin başkentleridir” diye konuştu.

1987’de dönemin ABD Başkanı Ronald Reagan ve Sovyetler Birliği lideri Mihail Gorbaçov tarafından imzalanan Orta Menzilli Nükleer Kuvvetler Anlaşması, menzili 500 kilometreyi geçen ve karadan ateşlenen füzelerin kullanımını yasaklıyordu. Ancak Donald Trump yönetimindeki ABD, anlaşmadan resmen çekilmişti.

Rusya, Almanya’ya Amerika Birleşik Devletleri’nin (ABD), aralarında Tomahawk füzelerinin de bulunduğu uzun mesafeli silahlarını konuşlandırma kararının, Avrupa başkentlerini Rus füzelerinin hedefi hâline getirebileceği tehdidinde bulundu.

Kremlin Sözcüsü Dimitri Peskov, ABD’nin kararının bir “paradoks” oluşturduğunu söyledi. Peskov, “Avrupa bizim füzelerimizin hedefi, bizim ülkemiz de Avrupa’daki ABD füzelerinin hedefi. Biz, bu füzeleri durdurabilecek kabiliyete sahibiz ancak bunun potansiyel kurbanları, bu ülkelerin başkentleridir” diye konuştu.

Washington ile Berlin’in yayınladığı ortak açıklamada, SM-6 ve Tomahawk seyir füzeleri ile Avrupa’daki tüm füzelerden daha uzun menzile sahip hipersonik silahların Almanya’ya konuşlandırılacağı belirtilmişti. İki ülkenin ortak duyurusuna göre silahlar 2026’dan itibaren Almanya’ya getirilecek. Füzelerin “Avrupa’nın güvenliği” için konuşlandırılacağı belirtilirken, Rusya bu adıma “askeri yanıt” vereceğini duyurmuştu.

Söz konusu kararın duyurulmasının ardından ABD Savunma Bakanı Lloyd Austin ve Rus mevkidaşı Andrey Belusov, bir telefon görüşmesi gerçekleştirdi. Rus Savunma Bakanlığı tarafından yapılan açıklamada, “Görüşmede, güvenlik tehditlerinin engellenmesi ve gerilimin tırmanması olasılığı riskinin düşürülmesi ifade edilmiştir” denildi.

ABD Savunma Bakanlığı Pentagon’un sözcülerinden biri ise, Austin’in Moskova ile “iletişim hatlarının ayakta tutulmasının taşıdığı anlamı” vurguladığını kaydetti.

1987’de dönemin ABD Başkanı Ronald Reagan ve Sovyetler Birliği lideri Mihail Gorbaçov tarafından imzalanan Orta Menzilli Nükleer Kuvvetler Anlaşması, menzili 500 kilometreyi geçen ve karadan ateşlenen füzelerin kullanımını yasaklıyordu. Ancak Donald Trump yönetimindeki ABD, anlaşmadan resmen çekilmişti.

Söz konusu adımı savunan Almanya Başbakanı Olaf Scholz, kararın “çok iyi bir karar” olduğunu söylemiş ve ABD füzelerinin Almanya’nın savunmasına katkıda bulunacağını kaydetmişti.

Ancak karar, Almanya’da tartışma yaratmış bulunuyor. Sol Parti anlaşmayı “son derece problemli” şeklinde nitelerken, Sol Parti’den kopan Sahra Wagenknecht İttifakı (BSW) ise kararın “çok tehlikeli” olduğunu söyledi. Aşırı sağcı Almanya için Alternatif (AfD) ise, Konuşlandırma Almanya’yı hedef haline getiriyor” diye tepki verdi.

(Kaynak: DW Türkçe)

Paylaşın

Almanya’da Ortalama Emekli Maaşı Türkiye’nin Neredeyse 7 Katı

Yerel seçimlere sayılı saatler kalırken, seçimler sonrası ekonomide daha sıkı kemer sıkma politikalarının uygulanacağı tahminleri seçimleri daha da önemli hale getiriyor. 2023 yılı Türkiye’de emekliler için son 20 senedeki en kötü dönem oldu.

Emeklilerin durumu 2024 yılında daha da geriye giderken, Türkiye, Avrupa’da 32 ülke arasında 2021 yılı itibarıyla Euro bazında ortalama emekli maaşlarının en düşük olduğu ikinci ülke. Almanya’da ortalama emekli maaşı Türkiye’nin neredeyse 7 katı. 2012-2021 yılları arasında Avrupa’da ortalama emekli maaşı büyük ölçüde artarken Türkiye’de yüzde 34 düştü.

Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu Araştırma Merkezi (DİSK-AR) “Avrupa’da ve Türkiye’de emeklilerin durumu” başlıklı raporu yayımladı. Prof. Dr. Aziz Çelik editörlüğünde hazırlanan rapora Deniz Beyazbulut ve Zeynep Kandaz katkı verdi. Rapor AB İstatistik Ofisi Eurostat verilerine dayanıyor. Eurostat’ın son güncel verileri 2021 yılını kapsıyor.

Emekli maaşları dört ana kalemden oluşuyor: Yaşlılık aylığı, malullük aylığı, ölüm aylığı ve erken emeklilik ödemesi. Bu gösterge haberimizde “emekli maaşı” olarak adlandırılacak. “Yaşlılık aylığı” ise belirlenen yaşta bir işten emekli olduktan sonra emeklinin gelirini korumak ve desteklemek amacıyla yapılan ödeme. Ortalama maaşlar toplam ödeme miktarının yararlanıcı sayısına bölünmesiyle hesaplandı.

2021 yılında ortalama brüt emekli maaşı Türkiye’de 237 Euro oldu. Türkiye 32 ülke arasında sondan ikinci sırada. Türkiye’den daha düşük olan tek ülke 224 Euro ile Bulgaristan. En yüksek ortalama emekli maaşı ise 2 bin 734 Euro ile Lüksemburg’da.

Bu miktar diğer bazı ülkelerde şöyle: Hollanda (2 bin 3), İtalya (bin 582), Almanya (bin 552), Fransa (bin 485), Yunanistan (bin 26), Macaristan (427) ve Romanya (351).

Almanya’da emekli maaşı Türkiye’dekinin 7 katı

Almanya’da ortalama emekli maaşı Türkiye’dekinin tam 6,5 katı. Bu oran Fransa’da ise 6,3 kat. 2012 yılında Türkiye’de ortalama brüt emekli maaşı 357 Euro idi.

2012-2021 arasında 31 ülkeden 30’unda Euro bazında ortalama brüt emekli maaşı arttı. Türkiye ve Yunanistan’da ise düştü. Yunanistan’da düşüş sadece yüzde 2 olurken Türkiye’de emekli maaşları yüzde 34 geriledi.

En büyük artış yüzde 98 ile Romanya’da gerçekleşti. Maaşlar Almanya’da yüzde 32 yükselirken Fransa’da yüzde 36 arttı. Yaşlılık aylığında ise Türkiye sondan üçüncü durumda. 2021’de Türkiye’de ortalama brüt emekli aylığı 281 Euro oldu. En yüksek aylık ise 2 bin 764 Euro ile Lüksemburg’da gerçekleşti.

Ortalama brüt emekli yaşlılık aylığı diğer ülkelerde şöyle: Avusturya (bin 998), İtalya (bin 660), İspanya (bin 477), Almanya (bin 448), Yunanistan (bin 35) ve Polonya (517). 2012-2021 arasında Euro bazında ortalama brüt emekli aylığı Türkiye’de yüzde 37 geriledi. Türkiye’de 2012 yılında brüt yaşlılık aylığı 447 Euro idi.

Türkiye’de emeklilerin nüfusa oranı artarken emeklilerin milli gelirden aldığı pay ise düşüyor. Emekli maaşlarının gayrisafi yurt içi hasılaya (GSYH) oranında Türkiye 36 Avrupa ülkesi içinde sondan ikinci sırada. En düşük emekli ve memur maaşlarının asgari ücrete oranı ise AK Parti iktidarında 2023 yılındaki kadar düşük olmamıştı. 2024’te bu oranların daha da düşmesi bekleniyor.

Ortalama emekli brüt yaşlılık aylığının asgari ücrete oranında da Türkiye alt sırada yer alıyor. Türkiye’de bu oran yüzde 64. Yani, asgari ücretliler 100 lira kazanırken emekliler 64 lira kazanıyor. Türkiye bu alanda 21 ülke içinde sondan dördüncü. En iyi oran yüzde 135 ile Yunanistan; en düşük oran ise yüzde 57 ile Litvanya’da.

(Kaynak: Euronews Türkçe)

Paylaşın

“Dört Büyükler” Avrupa’nın En Kötü 10 Takımı Arasında

Süper Lig’de “Dört Büyükler” olarak adlandırılan Galatasaray, Fenerbahçe, Beşiktaş ve Trabzonspor’un, 2023 yılında Avrupa’da net öz sermayede en fazla zarar eden takımlar arasında yer aldı.

Beşiktaş 151 milyon avro ile dördüncü, Trabzonspor 110 milyon avro ile 5’inci, Galatasaray 109 milyon avro ile 6’ncı ve Fenerbahçe 82 milyon avro zararla 7’nci sırada yer aldı.

UEFA (Avrupa Futbol Federasyonları Birliği) tarafından yayımlanan Avrupa Kulüp Finansmanı ve Yatırım Raporu’na göre Süper Lig takımları, finansal performanslarıyla Avrupa’da net öz sermayede en fazla zarar veren ligini oluşturdu.

Süper Lig’de “Dört Büyükler” olarak adlandırılan Beşiktaş, Trabzonspor, Galatasaray ve Fenerbahçe’nin, 2023 yılında Avrupa’da net öz sermayede en fazla zarar eden takımlar arasında yer aldığı açıklandı.

UEFA’dan yapılan uyarıda, takımların gelecekte kulüp lisansı alabilmek için bilançolarını güçlendirmek zorunda olduğu vurgulandı. İlk 10’da 4 Süper Lig takımı dışında, İtalya’dan 3, Portekiz, İsrail ve İspanya’dan birer ekip bulunuyor.

Avrupa’da 2023 yılında net öz sermaye zararı veren ilk 10 kulüp şu şekilde:

1- Roma – İtalya – 436 milyon Euro
2- Porto – Portekiz – 176 milyon Euro
3- Inter – İtalya – 162 milyon Euro
4- Beşiktaş – Türkiye – 151 milyon Euro
5- Trabzonspor – Türkiye – 110 milyon Euro

6- Galatasaray – Türkiye – 109 milyon Euro
7- Fenerbahçe – Türkiye – 82 milyon Euro
8- Real Betis – İspanya – 72 milyon Euro
9- M. Haifa – İsrail – 63 milyon Euro
10- Lazio – İtalya – 38 milyon Euro

Trabzonspor, 2023 yılında 35 milyon euro faaliyet zararıyla da Avrupa’da ilk 5’te yer aldı.

En fazla faaliyet zararı açıklayan 5 ekip şöyle:

1- Barcelona – İspanya – 179 milyon Euro
2- Roma – İtalya – 53 milyon Euro
3- Monaco – Monaco – 41 milyon Euro
4- Aston Villa – İngiltere – 39 milyon Euro
5- Trabzonspor – Türkiye – 35 milyon Euro

Süper Lig, UEFA’ya üye 55 ülke arasında net öz sermayede en fazla zarar veren kulüp sayısına (18) sayısına sahip.

Raporda paylaşılan son verilere göre, Süper Lig’den 18 kulüp, toplam 814 milyon Euro net öz sermaye zararına ulaştı.

Süper Lig, en fazlı takımın (18) net öz kaynak zararı verdiği birinci seviye futbol organizasyonu olarak gösterildi.

Ayrıca, raporda açıklanan verilere göre Süper Lig, takımlarının 1 milyar Euro’luk brüt banka borcuyla Avrupa’da 55 ülke arasında 4. sırada yer aldığı belirtildi.

Süper Lig ekipleri, 157 milyon Euro’luk kadro maliyetiyle ise 11. sırada yer aldı.

(Kaynak: Gazete Duvar)

Paylaşın