Eskişehir’in Gezinti Yeri “Adalar”

Eskişehir, gezilecek yerler ve tarihiyle dikkat çekiyor. Eskişehir şehir merkezinden geçen Porsuk nehrinin kenarı bir gezi ve eğlence bölgesine dönüşmeye başladıktan sonra “Adalar” olarak isimlendirilir.

Haber Merkezi / Porsuk Nehri kenarında 1960’lı yıllarda bulunan yazlık sinemalar, 1970’li yıllarda yerini gazinolara, 1980’li yıllarda ise lunaparklara bırakır. 1980’li yılların sonuna doğru ise lunaparklar yerini kafelere bırakır ve Adalar bir gezinti yeri olur. 1980’lerin sonuna kadar Porsuk Nehri’nin bu bölgesinde kayıklarla nehir gezintisi yapılırdı.

Porsuk çevresi, şimdilerde 24 saat boyunca sunduğu eğlence seçenekleriyle şehrin enerjik uğrak yeri. Adalar’da her köşe başında farklı bir müzik türüne ve atmosfere tanıklık edebilirsiniz. Ayrıca Adalar, birçok canlı müzik performansı sunan mekâna da ev sahipliği yapmaktadır.

Eskişehir Kısa Tarihi

Üzerinde asırlarca kanlı ve çok önemli savaşların cereyan ettiği Eskişehir’in bilinen tarihi Hititlere dayanır. Hititler zamanında bu bölgeye “Masa” denirdi. Hititlerden sonra Frigyalalılar bölgeye hakim oldular. Başkentleri Gordion (Polatlı civarı) bu bölgeye yakın olduğundan, krallığın önemli bir bölgesiydi.

Eskişehir’in eski ismi “Dorylaion” olup, Frigyalılar zamanında Eretrialı Doryleos tarafından kurulmuştur. Frigyalılardan sonra Lidyalılar bölgeye hakim olmuşlardır. M.Ö. 6. asırda Persler, Lidya Devletini yıkarak topraklarını istila etiler.

M.Ö. 4. asırda Makedonya Kralı İskender Persleri yenerek Anadolu’yu işgal etti. Makedonya İmparatorluğu İskender’in ölümü üzerine komutanları arasında taksim edildi. Porsuk Çayının kuzeyinde Bitinya ve güneyinde Galatya krallıkları kuruldu. M.Ö. 1. asırda Roma İmparatorluğu bu bölgeyi ilhak etti.

M.S. 395 Roma İmparatorluğu ikiye bölününce, bütün Anadolu gibi bu bölge de Doğu Roma (Bizans) payına düştü. Bizans imparatorlarından bazıları Eskişehir’de oturdular. Bizans’ın kuvvetli bir askeri üssü haline geldi.

Sasaniler, İstanbul ve Üsküdar önlerine giderken buradan geçtiler. 708 senesinde Emevi kumandanı Abbas İbnü’l-Velid Eskişehir’i fethetti. Abbasiler devrinde ise Hasan ibni Kahtaba 778’de Eskişehir önlerine kadar geldi. Araplar Dorylaion’a “Duruliye” dediler.

1071 Malazgirt Zaferinden az sonra Anadolu Fatihi ve Anadolu’da Türkiye devletinin kurucusu Selçuklu Kutalmışoğlu Birinci Süleyman Şah’ın başkumandanlığı altındaki Türk orduları Eskişehir’i fethettiler. Birinci Haçlı Seferinin en büyük ve en kanlı meydan muharebesi Eskişehir ovasındaki Porsuk civarında cereyan etmiştir.

“Dorylaion” (Eskişehir) (Porsuk) Meydan Muharebesi olarak tarihe geçen bu savaşta, Kılıç Arslan emrindeki Türk ordusu, Haçlı ordusunu hezimete uğrattı. Selçuklu, Osmanlı ve Türkiye Cumhuriyetinin varoluşunun kökleri Alparslan’ın Malazgirt ve Kılıç Arslan’ın, Sultan Mes’ud’un Eskişehir zaferlerine dayanır.

1175’te Bizans İmparatoru Manuel Kommenos Eskişehir’i işgal etti. Ertesi sene Birinci Mes’ud’un oğlu İkinci Kılıç Arslan, Bizans imparatorunu Miryakefalon (Karamukbeli) Meydan Muharebesinde yenerek Eskişehir’i geri aldı.

On üçüncü asır başlarında Eskişehir Bizans sınırında bir “uç” olarak bulunuyordu. Ertuğrul Gazi ve oğlu Osman Gazi uç beyi idiler. 1289’da Eskişehir-Bilecik- Kütahya vilayetlerinin kesiştiği bölge, Osmanoğullarının elindeydi. Orhan Gazi, Eskişehir’in bütün topraklarını Osmanlı Devletine kattı. Osmanlılar, şehrin kendisine Eskişehir derken, civarındaki topraklara “Sultanönü” dediler.

Sultanönü; merkezi Kütahya’da olan (1451’den önce Ankara) Anadolu Beylerbeyliği eyaletinin 14 sancağından biriydi. On dokuzuncu asır başlarında geriledi ve kasaba haline geldi. Yirminci asır başlarında ise Hüdavendigar (Bursa) eyaletinin Kütahya sancağına bağlı 5 kazadan birinin merkeziydi.

On dokuzuncu asrın sonlarında Eskişehir’den demiryolu geçince, yeniden gelişmeye başladı. 1894’te Eskişehir’de 17 cami, 3 medrese, 4 tekke, 25 han, 700 dükkan ve 2 kervansaray vardı. Rum, Ermeni gibi gayri müslim halk sayısı sadece 2000 idi. 20 Temmuz 1921 ile 2 Eylül 1922 arasında 1 sene 1 ay 13 gün Yunan işgalinde kaldı. Yunanlılar Eskişehir’den kaçarken en az yarısını yıktılar, yaktılar ve harabe halinde terk ettiler.

Cumhuriyet devrinde sancaklara (mutasarrıflıklara) “vilayet-il” denilince, Eskişehir il olmuştur. Cumhuriyet devrinde en hızlı gelişen şehir Eskişehir’dir denilebilir. Demiryolu ve karayolu kavşağı olması, sanayi tesisleri, uçak ve demiryolu fabrikası ve Anadolu’nun en büyük askeri hava meydanına sahib olması, Eskişehir’in gelişmesinde mühim rol oynamıştır.

Paylaşın

Solon’un Mezarı (Arslanlı Mabet)

Eskişehir, gezilecek yerler ve tarihiyle dikkat çekiyor. Frig ve Roma dönemlerinde kullanılan Solon’un Mezarı (Arslanlı Mabet), Eskişehir’in 75 km, Seyitgazi’nin 36 km güneyinde yer alan Kümbet köyündedir.

Haber Merkezi / Yarım Ağa konağının doğusunda köy evlerinden birine bitişik bir kaya kütlesine oyulmuştur. İlk yapılışı Frig dönemine geri gider. Özellikle cephesinde yapılan anıtsal düzenleme ve kabartmalarıyla Roma döneminde ikinci kez kullanılmıştır.

Yüksek kabartma olarak işlenmiş olan akroterli üçgen alınlıkta ortada bir kalkan ile her iki yanında birer kartal kabartması vardır. Alınlığın altındaki tabula ansata içerisinde ortadaki kraterin her iki yanında karşılıklı yerleştirilmiş iki aslan kabartması bulunur.

Mezar, ismini ana odanın kapı lentosundaki yazıtta geçen Solon isminden alır. Aslan kabartmaları nedeniyle Aslanlı Mabet olarak da bilinir.

Eskişehir Kısa Tarihi

Üzerinde asırlarca kanlı ve çok önemli savaşların cereyan ettiği Eskişehir’in bilinen tarihi Hititlere dayanır. Hititler zamanında bu bölgeye “Masa” denirdi. Hititlerden sonra Frigyalalılar bölgeye hakim oldular. Başkentleri Gordion (Polatlı civarı) bu bölgeye yakın olduğundan, krallığın önemli bir bölgesiydi.

Eskişehir’in eski ismi “Dorylaion” olup, Frigyalılar zamanında Eretrialı Doryleos tarafından kurulmuştur. Frigyalılardan sonra Lidyalılar bölgeye hakim olmuşlardır. M.Ö. 6. asırda Persler, Lidya Devletini yıkarak topraklarını istila etiler.

M.Ö. 4. asırda Makedonya Kralı İskender Persleri yenerek Anadolu’yu işgal etti. Makedonya İmparatorluğu İskender’in ölümü üzerine komutanları arasında taksim edildi. Porsuk Çayının kuzeyinde Bitinya ve güneyinde Galatya krallıkları kuruldu. M.Ö. 1. asırda Roma İmparatorluğu bu bölgeyi ilhak etti.

M.S. 395 Roma İmparatorluğu ikiye bölününce, bütün Anadolu gibi bu bölge de Doğu Roma (Bizans) payına düştü. Bizans imparatorlarından bazıları Eskişehir’de oturdular. Bizans’ın kuvvetli bir askeri üssü haline geldi.

Sasaniler, İstanbul ve Üsküdar önlerine giderken buradan geçtiler. 708 senesinde Emevi kumandanı Abbas İbnü’l-Velid Eskişehir’i fethetti. Abbasiler devrinde ise Hasan ibni Kahtaba 778’de Eskişehir önlerine kadar geldi. Araplar Dorylaion’a “Duruliye” dediler.

1071 Malazgirt Zaferinden az sonra Anadolu Fatihi ve Anadolu’da Türkiye devletinin kurucusu Selçuklu Kutalmışoğlu Birinci Süleyman Şah’ın başkumandanlığı altındaki Türk orduları Eskişehir’i fethettiler. Birinci Haçlı Seferinin en büyük ve en kanlı meydan muharebesi Eskişehir ovasındaki Porsuk civarında cereyan etmiştir.

“Dorylaion” (Eskişehir) (Porsuk) Meydan Muharebesi olarak tarihe geçen bu savaşta, Kılıç Arslan emrindeki Türk ordusu, Haçlı ordusunu hezimete uğrattı. Selçuklu, Osmanlı ve Türkiye Cumhuriyetinin varoluşunun kökleri Alparslan’ın Malazgirt ve Kılıç Arslan’ın, Sultan Mes’ud’un Eskişehir zaferlerine dayanır.

1175’te Bizans İmparatoru Manuel Kommenos Eskişehir’i işgal etti. Ertesi sene Birinci Mes’ud’un oğlu İkinci Kılıç Arslan, Bizans imparatorunu Miryakefalon (Karamukbeli) Meydan Muharebesinde yenerek Eskişehir’i geri aldı.

On üçüncü asır başlarında Eskişehir Bizans sınırında bir “uç” olarak bulunuyordu. Ertuğrul Gazi ve oğlu Osman Gazi uç beyi idiler. 1289’da Eskişehir-Bilecik- Kütahya vilayetlerinin kesiştiği bölge, Osmanoğullarının elindeydi. Orhan Gazi, Eskişehir’in bütün topraklarını Osmanlı Devletine kattı. Osmanlılar, şehrin kendisine Eskişehir derken, civarındaki topraklara “Sultanönü” dediler.

Sultanönü; merkezi Kütahya’da olan (1451’den önce Ankara) Anadolu Beylerbeyliği eyaletinin 14 sancağından biriydi. On dokuzuncu asır başlarında geriledi ve kasaba haline geldi. Yirminci asır başlarında ise Hüdavendigar (Bursa) eyaletinin Kütahya sancağına bağlı 5 kazadan birinin merkeziydi.

On dokuzuncu asrın sonlarında Eskişehir’den demiryolu geçince, yeniden gelişmeye başladı. 1894’te Eskişehir’de 17 cami, 3 medrese, 4 tekke, 25 han, 700 dükkan ve 2 kervansaray vardı. Rum, Ermeni gibi gayri müslim halk sayısı sadece 2000 idi. 20 Temmuz 1921 ile 2 Eylül 1922 arasında 1 sene 1 ay 13 gün Yunan işgalinde kaldı. Yunanlılar Eskişehir’den kaçarken en az yarısını yıktılar, yaktılar ve harabe halinde terk ettiler.

Cumhuriyet devrinde sancaklara (mutasarrıflıklara) “vilayet-il” denilince, Eskişehir il olmuştur. Cumhuriyet devrinde en hızlı gelişen şehir Eskişehir’dir denilebilir. Demiryolu ve karayolu kavşağı olması, sanayi tesisleri, uçak ve demiryolu fabrikası ve Anadolu’nun en büyük askeri hava meydanına sahib olması, Eskişehir’in gelişmesinde mühim rol oynamıştır.

Paylaşın

Midas Antik Kenti (Yazılıkaya)

Eskişehir, gezilecek yerler ve tarihiyle dikkat çekiyor… Millatan Önce (M.Ö) Porsuk Nehri kıyılarında Frigyalılar tarafından kurulan Eskişehir, Türkiye’nin en önemli yol kavşaklarından birisidir. 

Kuruluş döneminden itibaren Anadolu’daki ünlü merkezlerden biri olan Eskişehir, Türkiye’de görülmesi gereken yerleri arasında ilk sıralardadır. Çok yönlü bir kent olan Eskişehir, Türkiye’nin en çok tekrar ziyaret edilen şehridir.

Eskişehir’in gezilecek yerleri bitmez. Gezilecek yerler arasında Midas Antik Kenti’de (Yazılıkaya) önemli bir yer tutar.

Midas Antik Kenti

Eskişehir’in Çiftelere ilçesine 39 km uzaklıkta bulunan Midas, binlerce yıl önce kayalık bir platform üzerine kurulmuştur. 1315 metre yükseklikte, dikdörtgen şeklindeki, Frigya yaylası üzerinde bulunmaktadır. Roma devrindeki yazarlar, bu bölgenin havasının sağlıklı ve toprağının bereketli olduğundan söz etmişlerdir. Bardakçı Suyu da bu bölgeden geçmektedir.

Midas Anıtı, Frigya sanatının tipik bir örneğidir. Bu anıt, bir mezar anıtı olmayıp, Frigya’da pek çok kaya anıtı örneğinde görüldüğü gibi, bir Kybele (Ana Tanrıça) heykeli koymak üzere yapılmıştır. Anıtın üzerinde Frig yazıları olduğundan “YAZILIKAYA”, yazılarda ise “MİDAS” adı geçtiğinden “MİDAS AMİTİ” denmiştir.

Midas Anıtı’nın M. Ö. 550 yıllarında yapıldığı sanılmaktadır. Kaya üzerinde, bir tapınağın cephesi biçiminde işlenmiştir. Cephesi doğuya bakmaktadır. Anıtın en ilginç yönü, üzerinde henüz çözülememiş olan ve ilk kez 1839 yılında Ch. Texiker tarafından yayınlanan, üç yazıtın bulunmasıdır.

Birinci Yazıt: Alınlığın üzerindeki kaya çıkıntısı üzerinde bulunan 11 m uzunluğunda ve 45 cm büyüklüğündeki harflerin yazılı olduğu bir yazıttır. Frig dili ile ilintili “ATEŞ” ve “MİDAİ” sözcükleri belirgin olarak okunmaktadır. Ateş, Frigliler’in bir tanrısıdır. Midai, efsanelere göre Kral Midas’ın annesi ve ürünlerin koruyucusudur. Aynı zamanda, demirin keşfi de bu tanrıçayla ilgilidir. Bu yüzden, bu anıt ile demir endüstrisi kökeni arasında bir bağlantı vardır.

İkinci Yazıt: Midas Anıtı’nın iki ucunda dikdörtgen şeklindeki bir girintinin, dip duvar ve yan duvarı üzerinde, 45 cm’lik harflerle işlenmiş bir yazıttır. Üçüncü Yazıt: Kuzey taraftaki dikdörtgen dikmenin üzerinde, yukarıdan aşağı 25 cm büyüklüğündeki harflerle yazılmıştır. Yazıtın başındaki “BABA” sözcüğü belirgin olarak okunmaktadır.

Eskişehir Kısa Tarihi

Üzerinde asırlarca kanlı ve çok önemli savaşların cereyan ettiği Eskişehir’in bilinen tarihi Hititlere dayanır. Hititler zamanında bu bölgeye “Masa” denirdi. Hititlerden sonra Frigyalalılar bölgeye hakim oldular. Başkentleri Gordion (Polatlı civarı) bu bölgeye yakın olduğundan, krallığın önemli bir bölgesiydi.

Eskişehir’in eski ismi “Dorylaion” olup, Frigyalılar zamanında Eretrialı Doryleos tarafından kurulmuştur. Frigyalılardan sonra Lidyalılar bölgeye hakim olmuşlardır. M.Ö. 6. asırda Persler, Lidya Devletini yıkarak topraklarını istila etiler.

M.Ö. 4. asırda Makedonya Kralı İskender Persleri yenerek Anadolu’yu işgal etti. Makedonya İmparatorluğu İskender’in ölümü üzerine komutanları arasında taksim edildi. Porsuk Çayının kuzeyinde Bitinya ve güneyinde Galatya krallıkları kuruldu. M.Ö. 1. asırda Roma İmparatorluğu bu bölgeyi ilhak etti.

M.S. 395 Roma İmparatorluğu ikiye bölününce, bütün Anadolu gibi bu bölge de Doğu Roma (Bizans) payına düştü. Bizans imparatorlarından bazıları Eskişehir’de oturdular. Bizans’ın kuvvetli bir askeri üssü haline geldi.

Sasaniler, İstanbul ve Üsküdar önlerine giderken buradan geçtiler. 708 senesinde Emevi kumandanı Abbas İbnü’l-Velid Eskişehir’i fethetti. Abbasiler devrinde ise Hasan ibni Kahtaba 778’de Eskişehir önlerine kadar geldi. Araplar Dorylaion’a “Duruliye” dediler.

1071 Malazgirt Zaferinden az sonra Anadolu Fatihi ve Anadolu’da Türkiye devletinin kurucusu Selçuklu Kutalmışoğlu Birinci Süleyman Şah’ın başkumandanlığı altındaki Türk orduları Eskişehir’i fethettiler. Birinci Haçlı Seferinin en büyük ve en kanlı meydan muharebesi Eskişehir ovasındaki Porsuk civarında cereyan etmiştir.

“Dorylaion” (Eskişehir) (Porsuk) Meydan Muharebesi olarak tarihe geçen bu savaşta, Kılıç Arslan emrindeki Türk ordusu, Haçlı ordusunu hezimete uğrattı. Selçuklu, Osmanlı ve Türkiye Cumhuriyetinin varoluşunun kökleri Alparslan’ın Malazgirt ve Kılıç Arslan’ın, Sultan Mes’ud’un Eskişehir zaferlerine dayanır.

1175’te Bizans İmparatoru Manuel Kommenos Eskişehir’i işgal etti. Ertesi sene Birinci Mes’ud’un oğlu İkinci Kılıç Arslan, Bizans imparatorunu Miryakefalon (Karamukbeli) Meydan Muharebesinde yenerek Eskişehir’i geri aldı.

On üçüncü asır başlarında Eskişehir Bizans sınırında bir “uç” olarak bulunuyordu. Ertuğrul Gazi ve oğlu Osman Gazi uç beyi idiler. 1289’da Eskişehir-Bilecik- Kütahya vilayetlerinin kesiştiği bölge, Osmanoğullarının elindeydi. Orhan Gazi, Eskişehir’in bütün topraklarını Osmanlı Devletine kattı. Osmanlılar, şehrin kendisine Eskişehir derken, civarındaki topraklara “Sultanönü” dediler.

Sultanönü; merkezi Kütahya’da olan (1451’den önce Ankara) Anadolu Beylerbeyliği eyaletinin 14 sancağından biriydi. On dokuzuncu asır başlarında geriledi ve kasaba haline geldi. Yirminci asır başlarında ise Hüdavendigar (Bursa) eyaletinin Kütahya sancağına bağlı 5 kazadan birinin merkeziydi.

On dokuzuncu asrın sonlarında Eskişehir’den demiryolu geçince, yeniden gelişmeye başladı. 1894’te Eskişehir’de 17 cami, 3 medrese, 4 tekke, 25 han, 700 dükkan ve 2 kervansaray vardı. Rum, Ermeni gibi gayri müslim halk sayısı sadece 2000 idi. 20 Temmuz 1921 ile 2 Eylül 1922 arasında 1 sene 1 ay 13 gün Yunan işgalinde kaldı. Yunanlılar Eskişehir’den kaçarken en az yarısını yıktılar, yaktılar ve harabe halinde terk ettiler.

Cumhuriyet devrinde sancaklara (mutasarrıflıklara) “vilayet-il” denilince, Eskişehir il olmuştur. Cumhuriyet devrinde en hızlı gelişen şehir Eskişehir’dir denilebilir. Demiryolu ve karayolu kavşağı olması, sanayi tesisleri, uçak ve demiryolu fabrikası ve Anadolu’nun en büyük askeri hava meydanına sahib olması, Eskişehir’in gelişmesinde mühim rol oynamıştır.

Paylaşın

Eskişehir’in Tarihi “Camileri”

Tarihi dönemler içinde Anadolu’daki ünlü merkezlerden biri olan Eskişehir, Türkiye’de görülmesi gereken yerleri arasında ilk sıralardadır. Çok yönlü bir kent olan Eskişehir, Türkiye’nin en çok tekrar ziyaret edilen şehridir.

Eskişehir’in gezilecek yerleri bitmez. Gezilecek yerler arasında tarihi camilerde önemli bir yer tutar. Eskişehir’in tarihi camilerini şöyle sıralayabiliriz:

Alaeddin Camii

Eskişehir, Odunpazarı İlçesi sınırları içerisinde yer alan Alaeddin Camii, Anadolu Selçuklu Devleti döneminde 1267 yılında III. Gıyaseddin Keyhüsrev zamanında yapılmıştır. 1267 yılından sonra cami üzerinde değişikler yapılmış, restorasyonlarla Selçuklu mimari özelliklerini yitirmiştir.

Kendi adı ile anılan parkın içerisinde bulunan cami şehrin en eski camilerindendir. Alaeddin Camii çevresinde Alaeddin Parkı adıyla anılan yeşil bir alan bulunuyor.

Akoğlan Camii

Eskişehir Odunpazarı İlçesi Çifteler Caddesinde bulunan Akoğlan Camii tarihi bir cami olup 1890’da ibadete açılmıştır. Eskişehir 2013 Türk Dünyası Kültür Başkenti Ajansı “Kalıcı Eserler Projesi” kapsamında restore edilerek, tekrar ibadete açılmıştır.

Balaban Camii

Eskişehir’in Sivrihisar ilçesinde yer alan Sofya Fatihi Balaban Paşa tarafından yaptırılmıştır. Dört ahşap direkli ve ahşap örtülü caminin minaresi, güzel tuğla işçiliği ile ilgi görür. Cami önündeki çeşmenin de Balaban Paşa tarafından yaptırıldığı kabul ediliyor.

Büğdüz Köyü Camii

Eskişehir’in Alpu ilçesine bağlı Büğdüz köyü meydanında yapılmış olan cami bahçe içerisinde yer almaktadır. Kârgir olarak inşa edilmiş caminin duvarları içte ve dışta sıvalı ve boyalıdır.

Yaklaşık 155 cm olan beden duvarlarının üzerinde iki kademe hâlinde yükselen, üzeri kiremitle örtülü onikigen kasnak yer almaktadır. Kuzey ve güney cepheleri yola, doğu ve batı cepheleri bahçeye bakan caminin avlusuna batıdan ve güney cephesinin batı tarafından olmak üzere iki farklı kapı ile girilebilmektedir.

Kitabesi bulunmayan caminin inşa tarihi bilinmemektedir. Köy halkının ifadesine göre 1235 yılında inşa edilmiştir.

Çalçı Köyü Camii (Kuş Evli Camii)

Mihalıççık’ta, ilçenin 13 km kuzeyinde bulunan Çalçı köyündedir. Caminin Osmanlı dönemine ait ve adının Babüsaade Ağası “Mehmet Ağa Camii” olduğu belirtilir. Cami kare planlı, tek mekânlı, kubbeli ve kubbe kasnağı çokgenlidir. Önünde üç kemerli, üç kubbeli son cemaat yeri bulunur.

Minaresi tek olup çok kenarlıdır. Plan tipi ve diğer mimari özelliklerine göre cami, 16-17. yüzyıl Osmanlı camilerine benzemektedir. Son cemaat yerinin doğusundaki en dış sütunu, ibadet mekânının kuzeybatı köşesine birleştiren kemer üzerinde yer alan kuş evi bir geç devir özelliğidir.

Halk arasında kuş evinin; caminin maketi olduğu söylenmektedir. Caminin kıble tarafında ise güzel bir çeşme bulunur. Sivri kemerli aynasında 1850 tarihli bir yazıt ve altta iki adet niş bulunur. Kemer üstünde ve yanlarında rozet süsleri vardır. Çeşme tek oluklu olup hâlen buz gibi soğuk suyu gürül gürül akmaktadır.

Hamamkarahisar Camii

Eskişehir’in Sivrihisar İlçesi Hamamkarahisar Köyü’nde Emir Seyfettin Kızıl tarafından 1259’da yaptırılır. Emir Seyfettin Kızıl’ın Türkmen Bayındır Boyu Beyi olduğu, İzzeddin Keykavus’un danıştığı üç büyük emirden biri olduğu belirtilir. Hamamkarahisar Camii, ana mekân ve son cemaat yeri olarak bölümlerin biçimlenmesi ve bütünleşmesi açısından Osmanlı mimarisine geçiş aşamasında kimliğini günümüze taşıyabilen özgün bir örnektir.

Hoşkadem Camii

15. yüzyıla tarihlenen bu camii, Hacı Hoşkadem tarafından yaptırılmıştır. Yapı, tek mekânlı kare planlı, kubbe örtülüdür. Pencere alınlıklarında Osmanlı tuğla işçiliği örneklerini görebilirsiniz.

Hüsrev Paşa Camii

IV. Murat’ın vezirlerinden Hüsrev Paşa tarafından 1631-1638 yılları arasında inşa edilen Menzil Külliyesi’nin en önemli yapısı olan cami, günümüzde sağlam ve kullanıma açıktır. Olasılıkla Bizans dönemine ait bir kilisenin üzerine inşa edilen cami, ters “T” (Zaviyeli) plan tipindedir. Dört yönde yarım kubbelerle desteklenen ortada büyük bir kubbe ile örtülüdür. 16 ve 17 yüzyılın mimari özelliklerini taşır.

Kurşunlu Camii

Sivrihisarlı Şeyh Baba Yusuf’un İstanbul’daki II. Bayezid Medresesi’nin açılışını yaptığı, Bayezid Camii’nde ilk cuma namazında açılış dersi verdiği belirtilir. İlçe merkezindeki cami Şeyh Baba Yusuf tarafından yaptırılmıştır. Kitabesine göre inşa tarihi 1492’dir. Bina plan olarak tek kubbelidir. Üç kubbeli bir son cemaat yeri ve sağında caminin zarif bir minaresi ve önünde çeşmesi vardır.

Son cemaat cephesi ve minare kesme taştan, diğer kısımları kesme taş-üç sıra tuğladan inşa edilmiştir. Son cemaat yeri ince iki yan duvarı uzantısıyla ve kare şeklinde iki yığma ayaktan meydana gelmiş ve üç kubbelidir. Caminin en çarpıcı özelliklerinden biri duvarlarıdır.

Duvar kalınlıkları son cemaat duvarında 1.32 m, diğer duvarlarda 1.48 m olarak ölçülmüştür. Bu cami 1343’te Hacı Osman oğlu Hoca İbrahim’in yaptırmış olduğu mescidin yerine inşa edilmiştir. Caminin yanındaki türbede Şeyh Baba Yusuf’un babası Halil Hoca ve oğlu Veli Hamdi Baba’nın kabri bulunmaktadır.

Sultan Alaaddin Camii

Eskişehir İnönü Bucağında bulunan ve Alaaddin Cami adıyla anılan takriben 14. yy. yapısı kargir, kare planlı, tek kubbeli moloz taş duvarlı, tuğla minareli caminin son cemaat yeri bulunmamaktadır. Beden duvarı yüzlerinde; minare kapısı ile batı cephede üst pencere tuğla kemerleri, kirpi saçakları ve kubbe tamburu düzeni yapıldığı tarihin mimari hususiyetini muhafaza etmektedir. Kitabesi yoktur.

Ulu Camii

Anadolu’nun En Büyük Ahşap Direkli Camilerinden Ulu Cami; 1274 yılında Mevlana Celaleddin Rumi’nin müritlerinden ve II. Gıyaseddin Keyhüsrev’in naiplerinden Emineddin Mikail tarafından yaptırılmıştır. Fatih Sultan Mehmet dönemi kadılarından, İstanbul’un ilk Kadısı Hızır Bey bu camiyi l440 yılında onarmıştır. 1485 m2 ’lik bir alana kuruludur. Çatısını 67 adet ahşap direk taşımaktadır.

Bu direklerden altısı motiflerle bezenmiştir. Direklerin üst bölümleri rozet, palmet, geometrik ve bitkisel motiflerle bezenmiştir. Direkler üzerinde Bizans dönemine ait başlıklar da kullanılmıştır. Minberi bir sanat şaheseridir. El işçiliği Horasanlı İbni Mehmet tarafından geçme yöntemiyle yapılmıştır.

Cami içerisinde ceviz ağacından oyma tekniği ile yapılmış dolap kapakları da bulunmaktadır. Duvarlar kesme ve moloz taşlarla örülmüştür. Caminin sağ ve sol kanadı üzerinde kitabeler bulunmaktadır. Dört giriş kapısı bulunan caminin minaresinin 1409 yılında Osman oğlu Hacı Habib tarafından yaptırıldığı kitabesinde yazılıdır. Camide, Sivrihisar kilim dokumacılığının güzel örnekleri görülebilir.

Reşadiye Camii

1916’da Sultan Reşad tarafından yaptırılan Reşadiye Camii yıkılmış ve 1969-1978 tarihleri arasında yeniden yaptırılmıştır. Güzel mimarisiyle dikkat çekiyor. Yapının Mimarı Cevat Ülger’dir. Reşadiye Cami arkasında Eskişehir Valiliği ve eski Adliye binası yer almaktadır. Caminin hemen karşısında Taşbaşı Çarşısı, diğer tarafında İl Halk Kütüphanesi bulunur.

Yazılıkaya Köyü Camii

Eskişehir’in Han ilçesi Yazılıkaya Köyü’nde yer alan caminin kapısı üzerinde yer alan mermer levhada, latin harflerle, 1303 yılında yapıldığı yazılan caminin kitabesi yoktur. Caminin kuzeybatısında bahçe içinde yapıdan tamamen bağımsız, küçük boyutlu minaresi 1969 yılında yapılmıştır.

Abbas Halim Paşa Köyü Camii

Tek mekanlı caminin, duvarları moloz taş örgülüdür. Duvar taşlar arasında ahşap hatıllarla desteklenmiş ve çamur harç kullanılmış, üzeri çimento katkılı harçla sıvanmıştır. Ahşap kırma çatılı caminin çatısı Marsilya tipi kiremitle kaplıdır. Cami üst pencereleri yuvarlak kemerli, alt pencereleri ise dikdörtgen formludur.

PVC malzemeden yapılmış çift kanatlı giriş kapısından asıl ibadet mekanına girilir. Girişin hemen üzerinde ahşap kadınlar mahfeli vardır. Mahfelin korkulukları ahşaptır. Oldukça sade ve basit olan mihrap, beyaz boyalı olup üzerinde perde tasviri bulunmaktadır. Minberi ise ahşap malzeme ile yapılmış ve boyalıdır. Ahşap tavan ortadaki iki ahşap direk üzerine oturmaktadır. Bu direkler üzerine oturan kalın ahşap kiriş üzerine çakılmış düz tavan tahtası, yapının tavanını oluşturmaktadır.

Caminin hangi tarihte ve kimin tarafından yapıldığı bilinmemektedir. Köylüler tarafından yapıldığı rivayet olunmaktadır. Minaresi betonarme olarak sonradan yapılmıştır.

Paylaşın

Fenerbahçe, Beşiktaş’ı Rahat Geçti!

Fenerbahçe Kadın Basketbol Takımı, Kadınlar Basketbol Süper Ligi Play-off çeyrek final serisi ikinci maçında Beşiktaş’ı 67-81 mağlup etti. Fenerbahçe, seri de 2-0 yaptı ve yarı finale yükseldi.

Fenerbahçe, yarı final serisinde ise Hatay Büyükşehir Belediyespor’u 2-0’la geçen Galatasaray’la karşılaşacak.

Karşılıklı basketlerle başlayan mücadelede dış atışlarla sayılar bulan ev sahibi Beşiktaş’a boyalı alanda etkili olan Vaughn ile orta mesafe atışlarla sayı üreten Verameyenka ile yanıt veren Fenerbahçe, ilk 5 dakikalık bölümü 10-12 önde geçti. Televizyon molasının 12-12 eşitlikle geçildiği bu periyot, 18-21  Fenerbahçe’nin üstünlüğüyle tamamlandı.

Fenerbahçe, Kia Vaughn ve Birsel’in pota altından buldukları sayılarla ikinci çeyreğe başlarken; farkı da beş sayıya çıkardı (20-25). Kelsey Plum ve Verameyenka ile sayılar üreten Fenerbahçe, Beşiktaş’a öne geçme şansı tanımayınca soyunma odasına 32-36 önde giren taraf oldu.

Beşiktaş’ın Kelsey Mitchelle ve Akhator’un sayılarıyla başladığı üçüncü çeyrekte, Fenerbahçe, rakibine Ayşe Cora ve Kia Vaughn ile cevap verdi (42-49). Hücumda ritmi yakalayan Fenerbahçe, farkı da çift hanelere çıkararak siyah beyazlı ekibe molayı aldırdı (42-54). Mola dönüşünde de Ayşe ve Verameyenka ile sayılar üreten Fenerbahçe, son dakikalarda da farkın kapanmasına izin vermedi ve çeyreği 47-62 önde bitirdi.

Son çeyreğe Tuğçe Canıtez’in üç sayılık isabetiyle başlayan Fenerbahçe, Kia Vaughn’un sayılarıyla skoru 61-77’ye getirdi. Son bölüme kadar oyunda üstünlüğünü hissettiren Fenerbahçe, Beşiktaş’ı 67-81 mağlup ederek seriyi 2-0 kazandı ve yarı finale yükseldi.

Paylaşın

Mimari Şaheser “Öşvank Kilisesi”

Gürcü Bağrat’lı Hanedanlığı zamanında 3. Adernese’nin oğlu Magistras Bağrat tarafından 963-973 yılları arasında yapılan Öşvank Kilisesi, Erzurum’un Uzundere ilçesi Çamlıyamaç köyündedir.

Mimarisi Öşk’lü Grigor’a ait olan kilise Vaftizci Yahya’ya adanmış yapının büyük kubbesi Bizans imparatorları 2. Basileios ve 7. Constantin tarafından 1022-1028 yılları arasında onarılmıştır.

Kilisenin iç bölümlerinde bol miktarda görülen freskolar, 1036 yılında, Jojil Potrikios tarafından yapılmıştır. Kubbe kasnağında on iki pencere bulunmaktadır. Pencerelerin dış yüzleri kabartma silmelerle sınırlandırılmıştır.

Sivri kemerli ve ince uzun olan bu pencereler gotik üslubu yansıtmaktadır. Haç Planlı olan kilisenin dıştan çapraz kanatlı (trancept) olmasına karşın içeride apsislerin oluşturduğu üç dilimli bir bölüm ve onun devamı olan uzun bir kol bulunmaktadır.

Yapının iç bölümlerinde bulunan sütunların kaideleri bitkisel motifler ve dini resimlerle bezenmiştir. Apsisin üstü yıkılmış olan kilisenin ön cephesinde, portakaldaki ilave bölüme ait sütunlardan birisi günümüze kadar gelememiş ve onun yerine bir ağaç kütüğü konulmuştur.

Batı haç kolu; batı, kuzey ve güney cephelerden ek mekânlarla çevrilidir. İki katlı kuzey mekân ilk yapıma aitken, güney ve batıdakiler sonradan eklenmiştir. Kilisenin içerisinde hamam, yatakhane, vaftizhane, rahip evleri, mutfak ve kütüphane gibi bolümler bulunmaktadır.

Erzurum Kısa Tarihi

Doğu Anadolu’nun en büyük kenti olan Erzurum’un MÖ 4900 yıllarında kurulduğu tahmin edilmektedir. Erzurum’u da içine alan bölge tarih boyunca Urartular, Kimmerler, İskitler, Medler, Persler, Parftlar, Romalılar, Sasaniler, Araplar, Selçuklular, Bizanslılar, Sasaniler, Moğollar, İlhanlılar ve Safaviler gibi çok çeşitli kavim ve milletler tarafından idare edilmiştir.

1514 yılında şehir ve çevresini fetheden Osmanlılar, Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulduğu 1923 yılına kadar bu topraklarda hüküm sürmüşlerdir.Milli mücadele, milli birlik ve bağımsızlık hareketinin temelinin atıldığı Kongre 23 Temmuz 1919 da Erzurum’da toplamıştır.

Erzurum Coğrafya

Erzurum ili, Türkiye’nin orta ve batı kesimlerine göre, yükseltinin fazla olduğu illerinden biridir. Doğu Karadeniz Dağlarının doğu uzantıları olan Rize Dağları, ili kuzeyden çevreler ve Rize ile sınırını oluşturur.

Karadeniz’e paralel düzenli sıralar durumunda uzanan bu dağlar, geçit vermez ve yüksektir. En yüksek noktaları 3937m. yüksekliğindeki Kaçkar Tepesi ile Verçenik Tepesi’dir. Dumlu Dağından doğuya doğru uzandığında iki yüksek dağ sırasına ulaşılır.

Tortum’a doğru olanı Güvercin Dağıdır; Pasinler Ovası ile Gürcü Boğazı arasını doldurmuş olanı ise Karga Pazarı Dağlarıdır. Erzurum şehrini doğudan çevreleyerek Palandöken Dağlarına ulaşır.Erzurum şiddetli karasal Doğu Anadolu iklimi bölgesinde yer alır. İlin yıllık sıcaklık ortalaması 6.0 derece kadardır.

Erzurum Turizm

Palandöken Kayak MerkeziÜlkenin önemli Kayak Merkezlerinden olan Palandöken Erzurum ili sınırlarındadır.

Erzurum Tarihi Yerler

Erzurum İli’ne 79 km uzaklıktaki Horasan – Pasinler – Erzurum tarihi İpek Yolu üzerindedir. İlk inşa tarihi kesin olarak bilinmeyen Erzurum Kalesi’nin M.S. 5. yy ilk yarısında Bizanslılar tarafından yaptırıldığı tahmin edilmektedir. İç kale mescidine minare olarak yaptırılan Saat Kulesi, Tepsi Minare ve Kule diye de adlandırılmaktadır. Şehre hakim bir tepe üzerinde kurulu bulunan Erzurum Kalesi’nin surlarındaki Saat Kulesi her taraftan çok rahatlıkla görülebilmektedir.

1297-98 yıllarında İlhanlıların Veziri Emir Çoban Salduz tarafından yaptırılmıştır. Aras nehri üzerinde 7 kemer gözlü olarak inşaa ettirilen önemli bir yapıttır. Kanuni Sultan Süleyman’ın Sadrazamı Rüstem Paşa tarafından yaptırılmıştır. Osmanlı mimarisinin özelliklerini taşıyan iki katlı bina halen çarşı olarak kullanılmaktadır. Çarşıda daha ziyade oltu taşı satıcıları faaliyet göstermektedir.

Erzurum Medreseler

13’üncü yüzyılın sonlarında İlhanlılar tarafından yaptırılmıştır. Anadolu Selçuklu Mimari geleneğinde açık avlulu, iki katlı ve iki minareli eğitim kurumu, Anadolu’nun en büyük medresesidir. Hoca Celaleddin Yakut tarafından MS 1310 yılında inşa edilmiştir.

İlhanlı döneminden günümüze kalan nadir eserlerden birisidir. İslam Eserleri Müzesi olarak kullanılmaktadır.

Erzurum Cami ve Kiliseler

İl merkezindeki Lalapaşa Cami, Üç Kümbetler ve Oşvank Kilisesi görülmeye değerdir. Üç kümbetlerden sekiz köşeli plan üzerine oturtulmuş olan Saltuklu Devleti’nin kurucusu Emir Saltuk’a ait olduğu sanılmaktadır. Tamimiyle kesme taştan yapılmış olan kümbetlerin diğer ikisini kimlerin yaptığı bilinmemektedir.

Kümbetlerin genel olarak 13 üncü yüzyıl sonu ve 14 üncü yüzyıl başına ait oldukları kabul edilmektedir. Üç kümbetler Türklere ait diğer kümbetlere nazaran değişik planları, kullanılan malzeme ve süslemeleri açısından ayrı bir yer tutar.

Erzurum Mesire Yerleri

Tortum Gölü’nün son kısmında, Tortum Çayı’nın 48 m yüksekten düşmesiyle meydana gelen çağlayan vadideki bir dağın heyelan sonucu çayın önünü kapatmasıyla oluşmuştur. Erzurum’a 120 km mesafededir. Baharda suyun bol olduğu mevsimde tabii manzarası ve heybetiyle seyrine doyum olmaz. Pasinler Kaplıcası, Kuş Gözlem Alanı, Doğu Karadeniz Dağları Erzurum Ovası…

Erzurum Sportif Etkinlikler

Erzurum’un İspir ilçesi sınırlarından geçen Çoruh Nehri rafting yapmaya en elverişli akarsulardan birisidir. Derin kanyonları ile ilgi çeken Çoruh, her yıl turistlerin akımına uğrar. 1993 yılında Dünya Rafting Şampiyonası Çoruh Nehrinde yapılmıştır. Erzurum’un kuzeyinde yer alan Dumlu Dağları üzerinde yabancı turistler tarafından günü birlik doğa yürüyüşleri yapılmaktadır.

Bu yürüyüşe gidenler üç saatlik bir yürüyüşle Dumlu Baba diye adlandırılan ve Fırat Nehri’nin önemli kollarından biri olan Karasu’nun kaynağı durumundaki soğuk su gözesine varırlar, burada bir süre dinlenen ziyaretçiler dönüş yürüyüşüne Kırkgöze Köyü üzerinden yaparlar buna benzer dağ yürüyüşleri Erzurum’un güneyinde bulunan Palandöken Dağları üzerinde de yapılmaktadır.

Erzurum Mutfağı

Anadolu’nun her yöresinin kendine ait yöresel bir mutfağı vardır. Erzurum’da zengin bir mutfak kültürüne sahiptir. Bunlardan lor dolması, kadayıf dolması, özel yapılmış su böreği, ayran aşı ve cağ kebabı bu mutfağın baş yemekleridir. Erzurum’a yolu düşenlere bu yemekleri, özellikle meşhur Tortum Cağ kebabını tatmaları özellikle tavsiye edilir.

Paylaşın

Erzurum’un İncisi “Erzurum Kalesi”

Erzurum, gezilecek yerler ve tarihiyle dikkat çekiyor… Erzurum Kalesi, Yakutiye İlçesi Mirzamehmet Mahallesinde, şehre hakim bir tepe üzerinde yer almaktadır. 

Bugünkü şehir MS 415-422 yılları arasında Theodosios tarafından kurulmuştur. Kalenin tarihi şehrin kuruluşuna dayandırılmaktadır. Kale 502 ve 530 yıllarında Belisairos, 756 yılında Halife El Mansur Ebu Cafer tarafından ciddi bir şekilde onarılmıştır.

840 yılında harap olan kale, 922’de Bizanslılar (Doğu Roma) tarafından onarılarak bazı ilaveler yapılmıştır. Saltuklular tarafından 1124-1132 yıllarında Tepsi Minare eklenmiştir. 1201’ de Rükneddin Süleyman Şah kaleyi onartmıştır.

1385’te Karakoyunlular ile Akkoyunlular arasında el değiştiren kale 1514 yılında Osmanlıların eline geçmiştir. Kanuni Sultan Süleyman I. Ve II. İran Seferleri sırasında kalede onarımlar yaptırmıştır. İç Kaleye 1552-1553 yıllarında kışlalar eklenmiştir.

1554 yılında yine Kanuni sultan Süleyman tarafından onartılan kale XVIII. yüzyılda Ruslar tarafından işgal edilerek bir kısmı yıkılmıştır. Bu dönemde şehrin savunması amacıyla çevreye tabyalar yaptırılmıştır. Kalede kitabe mevcut değildir.

Plan ve Mimari Özellikleri

Doğu-batı doğrultusunda şehre hakim bir tepe üzerine kurulan içkale dikdörtgen bir plana sahiptir. Kaleye yuvarlak kemerli bir kapı ile girilmektedir. Bu bölümde küçük bir hamam ve bu yapıya ait üst örtüleri yıkık birimler bulunmaktadır.

Kalede 1960 yılına kadar bir takım yapılar bulunmakta iken sonraki onarımlarda bu birimler kaldırılmış, günümüzde sadece Kale Mescidi ve Tepsi Minare kalmıştır. Kalenin kuzeybatısında sekizgen, güneydoğusunda yedigen olmak üzere kuleleri bulunmaktadır. Her iki kulenin de içi yıkılmıştır.

Kale dışarıdan üçgen şeklinde on dört dayanak payandası ile desteklenmektedir. Kalenin güney cephesinde sivri kemerli kitabeli bir de çeşmesi bulunmaktadır.

Kalenin biri güneybatıda, diğeri kuzeybatı köşede olmak üzere iki girişi daha vardır. Güneybatı girişi sonradan kapatılmıştır. Doğu cephesinin 400 metre ilerisindeki surlar Tebriz Kapıya kadar uzanan surların başlangıcıdır.

Kalenin duvarlarında zaman içerisinde geçirdiği onarımların izlerini taşıyan farklı taş işçiliği görülmektedir. Genel olarak içte ve dışta düzgün kesme taş, duvar içerisinde dolgu kullanılmıştır.

İç kale günümüzde iyi durumda olup içerisinde Erzurum Müzesi tarafından yürütülen kazı çalışmaları devam etmektedir.

Sur Kapıları: Günümüze ulaşamayan Erzurum sur kapılarının bulunduğu mevkiler kapıların ismi ile anılmaktadır.

Erzincan Kapı; Günümüzde Cumhuriyet Caddesi üzerinde Erzincan Çarşı mevkiinde idi.

Gürcü Kapı; Şehrin kuzey kesiminde Gürcükapı Cami civarında İş Bankası ile Buğday Halinin bulunduğu yere açılıyordu.

Tebriz Kapı; Kale Kapısı şeklinde anılmakta idi. Bu kapı Çifte Minareli Medrese ile Ebu İshak Kazuruni Türbesi arasında idi.

Yeni Kapı; Erzurum Kalesinin ikinci surunda açılan bu kapı, Eski Merkez Kumandanlığı ile kışla ve ambarların kapılarının açıldığı meydandaydı. Günümüzde Yeni Kapıdan hiç bir iz kalmamıştır. Sadece kaynaklarda anlatılan bilgiler ışığında tanımlanabilmektedir.

Bu kapıların dışında 1865-1877 yılları arasında savunma amaçlı dört kapı daha inşa edilmiştir. Harput Kapı dışında İstanbul Kapı, Kavak Kapı ve Kars Kapı kısmen günümüze gelebilmiştir.

Erzurum Kalesine Ait Sur Kalıntısı; Merkez Yakutiye İlçesi, Camiikebir Mahallesinde yer alan sur kalıntıları, Gayrimenkul Eski Eserler ve Anıtlar Yüksek Kurulu Başkanlığı’nın 15.07.1972 tarih ve 6518 sayılı kararı ile taşınmaz kültür varlığı olarak tescil edilmiştir.

Ebu İshak Türbesinin bulunduğu burçtan başlayıp, kalenin güneydoğu köşesine doğru devam eden kale surları restore edilmiş, sağlam durumdadır.

Erzurum Kısa Tarihi

Doğu Anadolu’nun en büyük kenti olan Erzurum’un MÖ 4900 yıllarında kurulduğu tahmin edilmektedir. Erzurum’u da içine alan bölge tarih boyunca Urartular, Kimmerler, İskitler, Medler, Persler, Parftlar, Romalılar, Sasaniler, Araplar, Selçuklular, Bizanslılar, Sasaniler, Moğollar, İlhanlılar ve Safaviler gibi çok çeşitli kavim ve milletler tarafından idare edilmiştir.

1514 yılında şehir ve çevresini fetheden Osmanlılar, Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulduğu 1923 yılına kadar bu topraklarda hüküm sürmüşlerdir.Milli mücadele, milli birlik ve bağımsızlık hareketinin temelinin atıldığı Kongre 23 Temmuz 1919 da Erzurum’da toplamıştır.

Erzurum Coğrafya

Erzurum ili, Türkiye’nin orta ve batı kesimlerine göre, yükseltinin fazla olduğu illerinden biridir. Doğu Karadeniz Dağlarının doğu uzantıları olan Rize Dağları, ili kuzeyden çevreler ve Rize ile sınırını oluşturur.

Karadeniz’e paralel düzenli sıralar durumunda uzanan bu dağlar, geçit vermez ve yüksektir. En yüksek noktaları 3937m. yüksekliğindeki Kaçkar Tepesi ile Verçenik Tepesi’dir. Dumlu Dağından doğuya doğru uzandığında iki yüksek dağ sırasına ulaşılır.

Tortum’a doğru olanı Güvercin Dağıdır; Pasinler Ovası ile Gürcü Boğazı arasını doldurmuş olanı ise Karga Pazarı Dağlarıdır. Erzurum şehrini doğudan çevreleyerek Palandöken Dağlarına ulaşır.Erzurum şiddetli karasal Doğu Anadolu iklimi bölgesinde yer alır. İlin yıllık sıcaklık ortalaması 6.0 derece kadardır.

Erzurum Turizm

Palandöken Kayak MerkeziÜlkenin önemli Kayak Merkezlerinden olan Palandöken Erzurum ili sınırlarındadır.

Erzurum Tarihi Yerler

Erzurum İli’ne 79 km uzaklıktaki Horasan – Pasinler – Erzurum tarihi İpek Yolu üzerindedir. İlk inşa tarihi kesin olarak bilinmeyen Erzurum Kalesi’nin M.S. 5. yy ilk yarısında Bizanslılar tarafından yaptırıldığı tahmin edilmektedir. İç kale mescidine minare olarak yaptırılan Saat Kulesi, Tepsi Minare ve Kule diye de adlandırılmaktadır. Şehre hakim bir tepe üzerinde kurulu bulunan Erzurum Kalesi’nin surlarındaki Saat Kulesi her taraftan çok rahatlıkla görülebilmektedir.

1297-98 yıllarında İlhanlıların Veziri Emir Çoban Salduz tarafından yaptırılmıştır. Aras nehri üzerinde 7 kemer gözlü olarak inşaa ettirilen önemli bir yapıttır. Kanuni Sultan Süleyman’ın Sadrazamı Rüstem Paşa tarafından yaptırılmıştır. Osmanlı mimarisinin özelliklerini taşıyan iki katlı bina halen çarşı olarak kullanılmaktadır. Çarşıda daha ziyade oltu taşı satıcıları faaliyet göstermektedir.

Erzurum Medreseler

13’üncü yüzyılın sonlarında İlhanlılar tarafından yaptırılmıştır. Anadolu Selçuklu Mimari geleneğinde açık avlulu, iki katlı ve iki minareli eğitim kurumu, Anadolu’nun en büyük medresesidir. Hoca Celaleddin Yakut tarafından MS 1310 yılında inşa edilmiştir.

İlhanlı döneminden günümüze kalan nadir eserlerden birisidir. İslam Eserleri Müzesi olarak kullanılmaktadır.

Erzurum Cami ve Kiliseler

İl merkezindeki Lalapaşa Cami, Üç Kümbetler ve Oşvank Kilisesi görülmeye değerdir. Üç kümbetlerden sekiz köşeli plan üzerine oturtulmuş olan Saltuklu Devleti’nin kurucusu Emir Saltuk’a ait olduğu sanılmaktadır. Tamimiyle kesme taştan yapılmış olan kümbetlerin diğer ikisini kimlerin yaptığı bilinmemektedir.

Kümbetlerin genel olarak 13 üncü yüzyıl sonu ve 14 üncü yüzyıl başına ait oldukları kabul edilmektedir. Üç kümbetler Türklere ait diğer kümbetlere nazaran değişik planları, kullanılan malzeme ve süslemeleri açısından ayrı bir yer tutar.

Erzurum Mesire Yerleri

Tortum Gölü’nün son kısmında, Tortum Çayı’nın 48 m yüksekten düşmesiyle meydana gelen çağlayan vadideki bir dağın heyelan sonucu çayın önünü kapatmasıyla oluşmuştur. Erzurum’a 120 km mesafededir. Baharda suyun bol olduğu mevsimde tabii manzarası ve heybetiyle seyrine doyum olmaz. Pasinler Kaplıcası, Kuş Gözlem Alanı, Doğu Karadeniz Dağları Erzurum Ovası…

Erzurum Sportif Etkinlikler

Erzurum’un İspir ilçesi sınırlarından geçen Çoruh Nehri rafting yapmaya en elverişli akarsulardan birisidir. Derin kanyonları ile ilgi çeken Çoruh, her yıl turistlerin akımına uğrar. 1993 yılında Dünya Rafting Şampiyonası Çoruh Nehrinde yapılmıştır. Erzurum’un kuzeyinde yer alan Dumlu Dağları üzerinde yabancı turistler tarafından günü birlik doğa yürüyüşleri yapılmaktadır.

Bu yürüyüşe gidenler üç saatlik bir yürüyüşle Dumlu Baba diye adlandırılan ve Fırat Nehri’nin önemli kollarından biri olan Karasu’nun kaynağı durumundaki soğuk su gözesine varırlar, burada bir süre dinlenen ziyaretçiler dönüş yürüyüşüne Kırkgöze Köyü üzerinden yaparlar buna benzer dağ yürüyüşleri Erzurum’un güneyinde bulunan Palandöken Dağları üzerinde de yapılmaktadır.

Erzurum Erzurum Mutfağı

Anadolu’nun her yöresinin kendine ait yöresel bir mutfağı vardır. Erzurum’da zengin bir mutfak kültürüne sahiptir. Bunlardan lor dolması, kadayıf dolması, özel yapılmış su böreği, ayran aşı ve cağ kebabı bu mutfağın baş yemekleridir. Erzurum’a yolu düşenlere bu yemekleri, özellikle meşhur Tortum Cağ kebabını tatmaları özellikle tavsiye edilir.

Paylaşın

Erzurum’un Tarihi ‘Hamamları’

Hamamlar, toplumların kişisel temizlik ve arınma ihtiyaçlarını karşılamakla beraber, sosyal faaliyetlerin bir bölümün gerçekleştirdiği mekanlar olması sebebiyle de önemli yapılardır. 

Roma, Bizans, Selçuklu ve Osmanlı hamamları, mimari kurgu ve ısıtma sitemleri bakımından temel olarak benzerlikler göstermektedir. Ancak, iç mekan tasarımları ve yapıldığı dönemin üslup özelliklerini taşıyan süslemeleri ile birbirinden ayrılırlar.

Kültürümüzün en önemli geleneği olan hamam ritüelinde kese ve köpük masajı uygulamaları yapılır. Yapılan bu ritüel, yaptıran insanı gevşetmek, rahatlatmak ve vücudundaki kirden arınması için yapılan bir uygulamadır..

Hamamlarla ilgili önemli bir deyim olan “Hamam’a giren terler” deyimi hamamların sıcaklık ortamının ne kadar fazla olduğunu anlatan önemli bir deyimdir.

Erzurum’da eskiliği ve tarihiyle ünlü pek çok hamam ve kaplıca bulunur. İşte bunlardan gidilip görülmesi gerekenler…

Kırkçeşme Hamamı

Kırkçeşme mahallesinde yer alan hamamın herhangi bir yerinde yapım tarihi ile ilgili bir kitabe bulunmamaktadır.

Yapının kesin tarihi bilinmemekle beraber plan ve mimari özelliklerinden dolayı XVI. yüzyıla tarihlendirilmektedir. Ayrıca hamamın Taşhanı yaptıran Rüstem Paşa’nın hayır eserlerinden biri olduğunu İbrahim Hakkı Konyalı belirtmektedir.

Hamam; soyunmalık, ılıklık, sıcaklık ve külhan kısımlarından oluşmaktadır. Yapının batısında bulunan bir açıklıkla soyunmalık kısmına girilmektedir. Bu kısımda bazalt taşından fıskiyeli bir havuzu ve önünde de suyun aktığı bir kurun yer almaktadır. İki katlı olarak düzenlenen soyunmalık kısmının zemin katında doğu-batı ve güney yönlerini çevreleyen soyunma sekileri, ikinci katta ise soyunma odaları bulunmaktadır. Bu kısmın ikinci katında yer alan pencereleri kapatılarak soyunma hücrelerine dönüştürülmüştür.

Soyunmalığın kuzeybatı yönünde yer alan ortasında şadırvanı bulunan üzeri kubbeyle kapatılmış ılıklık kısmına geçilmektedir. Yapının soyunmalık ve ılıklık kısımları sonraki dönemlerde onarım geçirmiştir.

Klasik Osmanlı hamam plan tipolojisinde inşa edilen ve orijinal halini koruyan sıcaklık kısmı yer almaktadır. Bu kısım, ortada kubbeli merkezi bir mekânla haçvari tarzda sivri kemerli, dört eyvandan meydana gelmektedir. Orta kısmın üzerini örten kubbeye pandantiflerle geçilmekte ve kubbede açılan pencerelerle bu alan aydınlatılmaktadır.

Ortada yer alan kubbenin hemen altında kare formlu bir göbektaşı bulunmaktadır. Haç plan formundaki mekânın köşelerinde kare planlı, kubbeyle örtülü, dört halvet hücresi yer almaktadır. Halvet hücrelerine geçiş eyvanların birleştiği köşelerde yer alan kapılardan sağlanmaktadır. Hamamın kuzey tarafına bitişik bayanlar için hazırlanmış bir bölüm bulunmaktadır.

Hamamın iç ve dış kısmı sade olarak düzenlenmiş olup süsleme unsuru bulunmamaktadır. Yapının beden duvarları kalın tutulmuş, malzeme olarak kesme taş ve moloz taş uygulanmıştır.

Hamam suyunu Erzurum Kalesi’nin altından çıkan kaynaktan almaktadır. Bugün mevcut olmayan bir onarım kitabesinin yapının sıcaklık kısmında olduğu belirtilmektedir.

Murat Paşa Hamamı

Erzincan Kapı semtinde Murat Paşa mahallesinde yer almaktadır. Hamamın tarihi ile igili herhangi bir kitabesi bulunmamaktadır. Fakat güney tarafta yer alan Murat Paşa Cami ile aynı yıllarda XVI. yüzyılın ikinci yarısında Kuyucu Murat Paşa tarafından yaptırıldığı kabul edilmektedir.

Soyunmalık, ılıklık, sıcaklılık ve külhan bölümlerinden oluşan hamam tek fonksiyonlu olup plan itibariyle klasik bir düzenlemeye sahiptir.

Yapıya giriş batı cephesinin ortasında yer alan basık kemerli eyvan türü bir kapı ile girilmektedir. Bu bölümün iki yanına sonradan eklenen tonozlu mekânlar bulunmaktadır. Kubbeyle örtülü giriş kısmından sonra hamamın soyunmalık kısmına geçilmektedir.

Hamamın soyunmalık kısmı büyük bir kubbeyle örtülü olup kubbe kasnağı altta sekizgen, üstte yuvarlak düzenlemeli olarak iki katlı olarak yapılmıştır. Soyunmalık kısmında giriş cephesi hariç diğer üç cepheyi çevreleyen soyunma sekileri mevcuttur. Bu kısmın ortasında bir havuz yer almakta ve zeminide kesme taş döşemelidir.

Soyunmalığın doğu cephesine açılmış bir kapıdan ılıklık kısmına geçilmektedir. Ilıklık kuzey-güney doğrultusunda enine dikdörtgen bir mekândır. Bu kısmın üzeri ortada üç küçük kubbeyle kapatılmış, güney ve kuzey köşelerde ise beşik tonozla örtülüdür. Ilıklığın güney tarafında tuvaletler yer almaktadır.

Ilıklık kısmının ortasından bir açıklıkla merkezi kubbeli, dört eyvanlı ve dört halvet hücreli klasik plan şeması gösteren sıcaklığa geçilmektedir. Sıcaklığın ortasında sekizgen bir göbektaşı yer almakta ve üzerinde pencerelerle iç mekanı aydınlatan bir kubbesi mevcuttur. Köşelerde yer alan sekizgen planlı dört halvet hücrelerin üzeri kubbeyle ve dört yanda yer alan eyvanlarda beşik tonozla örtülmüştür.

Hamamın dış kısmının batısında yer alan girişin dışa taşıntı yapması ve sivri kemerle çevrelenmesi ön cepheye abidevi bir görüntü vermektedir. Yapının iç kısmı sade olarak düzenlenmişken sıcaklığa geçiş kapısının üzerinde tek sıra mukarnas sırası görülmektedir. Yapıda moloz taş ve kesme taş kullanılmıştır.

Korunması gereken kültür varlığı olarak 08.05.1976 tarihinde V.G.M. tarafından tescil edilmiştir. 1996 yılında onarım ve restore edilmiş ve bu restore sonucu üst örtüsü dışarıdan kurşun kaplama olarak yenilenmişken sıcaklık kısmın zemini de siyah mermerle döşenmiştir. Son olarak 2005-2006 yıllarında Erzurum V.G.M. tarafından onarılan hamam bu gün kullanılmaktadır.

Şeyhler Hamamı

Şeyhler Mahallesinde, Şeyhler Medresesinin yanında ve Şeyhler Caminin karşısında yer almaktadır.

XVIII. yüzyılın ikinci yarısına tarihlendirilen yapı Şeyhler Caminin vakfı olarak yaptırılmış ve caminin vakıf kayıtlarında hamamın yapım tarihi olarak hicri 1150-1180 miladi 1737-1766 olarak geçmektedir.

Şeyhler Hamamı Erzurum’da inşa edilen hamamlar içerisinde orijinalliğini korumuş en iyi örneklerden biridir.

Soyunmalık, ılıklık, sıcaklık ve külhan bölümlerinden oluşan tek fonksiyonlu bir hamamdır. Doğu tarafta caddeye açılan bir kapıdan içerisinde Külhan-i Baba Türbesininde yer aldığı üstü ahşap tavan olan giriş bölümünden hamamın soyunmalık kısmına ulaşılmaktadır. Soyunmalık kare planlı, tromplarla geçilen bir kubbeyle örtülmüştür.

Bu bölümün ortasında havuzu yer almakta ve zeminide taş döşemelidir. Soyunmalığın batısında yer alan kapı açıklığından dikdörtgen şekilli kuzey-güney doğrultusunda uzanan ılıklık bölümüne geçilmektedir. Bu mekanın üzeri uçlarda fazla derin olmayan sivri tonozla ve ortada üç küçük kubbeyle örütülüdür. Ayrıca ılıklığın güneyinde üzeri tonozla kapatılmış tuvaletler yer almaktadır.

Yapının sıcaklık kısmına ılıklığın batı duvarında yer alan kapı ile geçilmektedir. Sıcaklık haçvari formda yapılmış olup orta kısımda kubbeli bir mekan yan tarafları da dört eyvandan meydana gelmektedir. Bu kısım köşelerinde sekizgen planlı üzeri kubbeyle örtülü simetrik olarak yerleştirilen halvet hücreleri bulunmaktadır. Sıcaklığın üzerini örten kubbenin hemen altında sekizgen bir göbektaşı mevcuttur.

Sıcaklığın batısında külhan ve su deposu bulunmaktadır. Hamamı meydana getiren kısımlar içten Türk üçgeni ve tromplarla geçilmiş, dıştan da kasnak üzerine oturan kubbelerle örtülmüştür.

Hamamın iç ve dış kısmı sade düzenlenmiş ve herhangi bir süsleme unsuru bulunmamaktadır. Yapıda moloz taş ve kesme taş malzeme kullanılmıştır.

Tahta Hamamı

Kadana Mahallesinde yer alan hamam XVIII. yüzyıl ortalarına tarihlendirilmekte ve İbrahim Paşa Caminin vakfı olarak belirtilmektedir.

Tek fonksiyonlu olan hamam; soyunmalık, ılıklık, sıcaklık ve külhan bölümlerinden meydana gelmektedir. Kare planlı soyunmalık bölümüne yapının batı duvarında bulunan geniş ve derin bir dehlizden geçerek ulaşılmaktadır.

Bu kısım orijinalde kubbe ile örtülüyken daha sonra beş ahşap destek üzerine oturan ahşap bir tavanla kapatılmıştır. Soyunmalığın güneydoğu köşesinden bir açıklıktan kare planlı üzeri tonozla örtülü bir mekana geçilmektedir. Bu mekanın güneydoğusunda yer alan bir kapıdan eski su deposu ve külhan kısmına ulaşılmaktadır.

Soyunma yerinin batı duvarında dışa taşkın bir kapı açıklığıyla hamamın ılıklık kısmına geçilmektedir. Kare planlı iki mekandan oluşan ılıklığın üzeri beşik tonozla örtülmüştür. Batıda yer alan mekandan bir kapı açıklığıyla tuvalet bölümüne ulaşılır. Ilıklığın doğusunda yer alan bir kapıyla sıcaklık için geçiş sağlayan beşik tonozla örtülü küçük geçiş bölümü yer almaktadır.

Yapının sıcaklığı uzun dikdörtgen bir forma sahip olup ortasında sekizgen bir göbektaşı bulunmakta ve bu mekanın üzeride beşik tonozla örtülüdür. Hamamda halvet hücre sayısı azalmış sadece kuzeyinde küçük bir halvet hücresi bulunmaktadır.

Hamamın soyunmalık bölümünde orijinal olmayan alçı süslemeler görülmektedir. Yapının beden duvarlarında malzeme olarak kesme taş ve moloz taş, üst örtüde de ise tuğla kullanılmıştır.

Korunması gereken kültür varlığı olarak 13.11.1976 tarihinde V.G.M. tarafından tescil edilmiştir. V.G.M. arşivinde 1988 yılına ait restore ve onarım projeleri bulunmaktadır. Bu tarihte girişin sağına depo ve gişe bölümü eklenmiş olup giriş kotu yükseltilmiştir. Üst örtüsü yenilenmiştir. Günümüzde hamam kullanılır vaziyettedir.

Lala Mustafa Paşa Hamamı ( Çöplük Hamamı)

Tebriz Kapı’da yer alan hamamın üzerinde herhangi bir kitabesi bulunmamaktadır. Kaynaklarda hamamın Mimar Sinan tarafından yaptırıldığı Lala Paşa Caminin vakfı olduğu belirtilmiştir. Yapının isminden dolayı banisinin Lala Paşa olduğu bundan ötürü de hamamın XVI. yüzyılda inşa edildiği belirtilmiştir.

Klasik Osmanlı hamam plan özelliklerine sahip olan yapı, kuzey-güney doğrultusunda bir alana otrutulmuş olup soyunmalık, ılıklık, sıcaklık ve külhan kısımlarından oluşan tek fonksiyonludur.

Yapının kuzeydoğusunda bulunan bir kapıyla soyunmalık bölümüne ulaşılmaktadır. Ortasında fıskiyeli bir havuz bulunan kare planlı bu bölümün üzeri tromplarla geçilen kubbeyle örtülüdür. Bu mekanın duvar diplerinde sekiler ve nişlere yer almaktadır.

Soyunmalığın güneyinde yer alan bir kapı açıklığıyla dikdörtgen planlı, ortası kubbe yanları beşik tonozla örtülmüş ılıklık bölümüne geçilmektedir. Yüksek düzenlenmiş ılıklığın kubbesi sekizgen kasnağa oturmaktadır. Bu bölümün batı duvarına açılan bir kapıyla tuvaletlere ulaşılmaktadır. Ayrıca ılıklıkta temizlik hücreleri ile havuz yer almaktadır.

Ilıklığın güney yönünden bir kapıdan sıcaklık bölümüne geçilmektedir. Bu bölüm merkezde bir kubbe ve bu merkeze açılan üç yönden beşik tonozla örtülü eyvanlara geçiş sağlanmaktadır. Güneybatı ve güneydoğuda birer olmak üzere kare planlı, üzerleri kubbeyle örtülü üç halvet hücresi yer almaktadır. Ayrıca hamamda birde külhan kısmı mevcuttur.

Hamamda süsleme öğesi bulunmamaktadır. Yapının malzemesi olarak moloz taş ve kesme taş kullanılmış, iç ve dış kısmı sıva ile kaplanmıştır.

Erzurum Hamamı ( Pastırmacı – Fuadiye)

Gürcü Kapı Semti, Çortan Mahallesinde bulunmaktadır. Hamamın üzerinde yapım kitabesi bulunmamakta ve bundan dolayı plan ve mimari özellikleri bakımından XVII. yüzyıla tarihlendirilmektedir.

İlk olarak Pastırmacı Hamamı, daha sonra Fuadiye hamamı olarak anılmıştır. Bugün ise Erzurum Hamamı olarak anılmaktadır.

Tek fonksiyonlu Osmanlı dönemi hamamı olan yapı soyunmalık, ılıklık, sıcaklık ve külhan bölümlerinden meydana gelmektedir. Yapının girişi atkıtaşlı ve üst kısmı yuvarlak kemerli olup üzerinde ise kare bir pencere açıklığı bulunmaktadır.

Çift kanatlı ahşap bir kapıdan, kare planlı soyunmalık kısımına geçilmektedir. Bu bölümün üst örtüsü oldukça dikkat çekmekte olup ahşap sütunlarla taşınan sekiz dilimli ahşap bir kubbeyle örtülü ve üç katlı bir yapı özelliği göstermektedir. Mekanın ortasında sekizgen planlı mermerden yapılmış şadırvanlı bir havuzu bulunmaktadır.

Bu kısmın ikinci katında soyunma hücreleri yer almakta ayrıca korkulukları ahşaptan aplike olarak düzenlenmiş rumi ve palmet bezemelere sahiptir. Üçüncü katı ise balkon şeklinde tasarlanmıştır.

Ilıklığa geçiş sağlayan kapının üst kısmında havalandırma bacası bulunmaktadır. Hamamın ılıklık bölümü en çok onarım gören yeridir. İlk olarak ılıklık, kuzey-güney istikametinde uzanan bir beşik tonozla örtülü olduğu düşünülmekte ve bu mekanın güney tarafı bir duvarla örülmüştür. Halvet hücrelerinden biride sıcaklık bölümünden ayrılarak bağımsız bir hamam haline getirilmiştir.

İbrahim Hakkı Konyalı bir dönem bu bölümün kadınlara ait olduğunu ifade etmektedir. Daha sonra bu kısım kazan dairesi olarak düzenlenmiştir. Sonraki dönemlerde kazan dairesi olarak kullanılacak bu bölüme güneydoğudan bir kapıyla geçiş sağlanmakta ve üzeri beşik tonozla örtülmüştür. Kuzeyinde ikiye bölünen ılıklık bölümünde tuvalet yer almaktadır.

Sıcaklık bölümü kare planlı ve üzerinde dokuz pencere açılan bir kubbeyle kapatılmıştır. Bu mekanın çevresine yerleştirilmiş dikdörtgen ve kare şekilli, üst kısımlarıda çapraz tonozla örtülü sekiz halve hücresi bulunmaktadır.

Hamamın balkon şeklinde yapılan üst korkulukları oymalı ve ılıklığa geçit sağlayan kısmın üzeride bitkisel motifli çini süslemelidir. Soyunmalığın ortasında yer alan sekizgen havuzun her kenarında dilimli kemerli süslemeleri bulunmaktadır. Sıcaklık kurnaları üzerinde istridye kabuğu şeklinde motifler yer almaktadır. Yapının beden duvarlarında kesme taş ve moloz taş üst örtüsünde ise tuğla malzeme kullanılmıştır.

Çifte Göbek Hamamı

Yeğenağa Mahallesinde bulunan hamamın üzerinde kitabesi bulunmamaktadır. Hamamın bir kısmının hayırsever Bakırcı Hacı Mustafa, bir kısmını da Derviş Ağa tarafından yaptırıldığını ayrıca hamamın Bakırcı Caminin vakfı olduğunu İbrahim Hakkı Konyalı hiç bir kaynak göstermeden belirtmektedir. R. Hüseyin Ünal hamamı XVIII. yüzyıl ilk yarısına tarihlendirmiştir.

Yapı; soyunmalık, ılıklık, sıcaklık ve külhan kısımlarından oluşan tek fonksiyonlu hamam özelliğine sahiptir.

Hamama giriş 2007 yılına kadar doğu duvarına sonraki zamanlarda açılan bir kapıyla sağlanırken, onarımdan sonra kapatılan orijinal giriş tekrar açılarak kullanılmaya başlanmıştır. Yapının soyunmalık kısmı dikdörtgen planlı, iki bölüm halinde düzenlenmiştir.

Girişteki ilk kısım tromplara oturan kubbeyle kapatılmışken, ikinci kısımda ortada iki sütunla üç bölüme ayrılmıştır. Ortası, kemerler üzerine oturan kubbe yan kısımlar ise manastır tonozu ile örtülüdür. Soyunmalığın zemini taş döşemeli ve ortasında havuzu bulunmaktadır.

Soyunmalığın güneyinde yer alan bir kapı ile ılıklık kısmına geçilmektedir. Günüzümüzde ılıklığın üzeri iki küçük kubbe ile örtülüdür. Ilıklığın batısındaki tek kubbeli ve doğusundaki iki kubbeli kısımlar sonraki zamanlarda bu bölümden ayrılarak sıcaklık kısmına dahil edilmiştir. Bugün tuvalet olarak kullanılan kısım sivri kemer tonozlu, dar uzun koridor şeklinde düzenlenmiştir.

Sıcaklık kısmı, dikdörtgen şeklinde olup kare profilli iki adet sütun üzerinde yükselen kemerlerle birbirinden ayrılan ve tromplar üzerine oturan iki eşit büyük kubbeyle örtülüdür. Ilıklık kısmından dahil edilen iki halvet hücresiyle beraber birde sonradan sıcaklığın güneydoğu köşesine bir halvet hücresi daha eklenmiştir.

İki büyük kubbenin altında sekizgen şekilli birer göbektaşı bulunmakta ve hamam ismini de bu uygulamadan almaktadır. Soyunmalık ve sıcaklık kubbeleri sekizgen kasnak üzerine oturtulmuş ve dışa yansıtılmış kubbelerin üç köşesinde ise ışıklandırma delikleri bulunmaktadır. Sıcaklık kısmının güneyinde külhan ve su deposu yer almaktadır.

Hamam sade olarak düzenlenmiş olup süsleme unsuru mevcut değildir. Malzeme olarak beden duvarlarında moloz taş ve kesme taş, üst örtüde ise tuğla kullanılmıştır.

Hanım Hamamı

Esat Paşa Mahallesinde bulunan hamam; Raziye Hanım tarafından yaptırılmıştır. Hamamın kitabesi bulunmamaktadır. XVII. – XVIII. yüzyılda inşa edilmiş olabileceği düşünülen yapı Vakıflar Genel Müdürlüğünden Raziye Hanım vakfına kayıtlı olarak yer alır.

Tek fonksiyonlu olan hamam; soyunmalık, ılıklık, sıcaklık ve külhan bölümlerinden meydana gelmektedir.

Hamamın doğusunda bulunan merdivenlerle soyunmalık bölümüne inilmektedir. Bu mekanın üzeri tromplara oturan üzerinde aydınlanma feneri bulunan bir kubbeyle kapatılmıştır. Bu alanın ortasında bir havuz yer almaktadır. Soyunmalığın kuzeyinde daha sonra eklendiği anlaşılan ikinci soyunmalık kısmı ana bölüme iki kapı açıklığı ile açılmaktadır. Soyunmalığın kuzeybatısından derinlemesine plana sahip olan üzeri tonozla örtülü ılıklık kısmına geçilmektedir.

Sıcaklık sekizgen planlı ve üzeri kubbeyle kapatılmıştır. Kubbenin altında ise sekizgen bir göbektaşı mevcuttur. Sıcaklığın güney tarafında sekizgen formlu üst örtüleri kubbeyle kapatılmış halvet hücreleri bulunmaktadır. Sıcaklığın batı kısımda ise külhan ve su deposu yer almaktadır.

Hamamın dış kısmından sadece sıcaklığın ve soğukluğun kubbeleri belli olmaktadır. Diğer bölümler düz bir baca şeklinde dışarıya yansımıştır. Yapı günümüzde kadınlara hizmet vermektedir.

Yapının iç kısmında süsleme unsuru bulunmamaktayken dış kısmı da bakımsızdır.

Saray Hamamı

Emir Şeyh Mahallesinde Şeyh Abbas Türbesinin güneyinde yer almakta olan hamam giriş kapısı üzerinde yer aldığı kitabeye göre hicri 1119 miladi 1707 yılında yaptırılmıştır.

Saray Hamamı aynı zamanda Derviş Ağa Caminin banisi olan ve 1736’da vefat eden Derviş Ağa’nın da vakfıdır.

Tek fonksiyonlu bir hamam olan yapı, soyunmalık, ılıklık, sıcaklık ve külhan bölümlerinden oluşmaktadır. Kuzeydoğu köşeden bir giriş holüyle yapıya giriş sağlanmaktadır. Soyunmalık bölümü kare planlı, üzeri tromplarla geçilen kubbeyle örtülüdür.

Soyunmalığın girişin karşısına isabet eden bir kapıdan çapraz yerleştirilmiş iki kubbeyle örtülü bir mekana ulaşılmaktadır. Soyunmalık kısmında girişin yanına daha sonraki dönemlerde eklenmiş olduğu tahmin edilen bu küçük kare mekan soyunmalık olarak kullanılmaktadır. Bu alanın yani soyunmalık kısmının ortasında sekizgen havuzu bulunmaktayken zemini de taş döşemelidir.

Soyunmalıktan sonra ılıklık bölümüne ulaşılmaktadır. Ilıklığın orijinalde üzeri kubbe ile örtülü üç bölümden oluşmaktayken sonraki dönemlerde sağdaki kubbeli kısım bir duvarla diğerinden ayrılarak sıcaklık bölümüne dâhil edilidiği kaynaklarda belirtilmiştir. Ilıklık kısmı dikdörtgen şekilli olup üst kısmı iki kubbeyle kapatılmıştır.

Doğuda bulunan tuvalet, çapraz dar bir koridorla ılıklığa bağlanmaktadır. Ilıklık kısmından basık kemerli bir kapıyla sıcaklığa geçilmektedir. Kare planlı ve üst örtüsü tromplarla geçilen bir kubbeyle kapatılmış olan bu mekanın doğusunda iki, kuzeyinde bir kubbeli halvet hücreleri bulunmaktadır. Sıcaklığın batısında ve güneyinde halvet hücreleri mevcut değildir. Hamamın külhanı sıcaklığın güneyinde yer almaktadır.

Hamam dışta ve içte olduça sade düzenlenmiş olup süsleme unsuruna rastlanmaz. Hamam beden duvarlarında moloz taş ve kesme taş, üst örtüsünde ise tuğla malzeme kullanılmıştır.

V.G.M. tarafından 08.05.1976 tarihinde korunması gereken kültür varlığı olarak tescil edilmiştir. Hamam 2006-2007 yılında restore edilmiştir. Bu restorasyonda beden duvarları yenilenmiş, üst örtüsünde de biriken toprak dolgu temizlenmiştir. Baca kısımları tuğladan yeniden örülmüştür. Ilıklık kısmı duvarları yarısına kadar mermerle döşenmiştir. Yapının göbektaşı ve zemini yenilenmiştir. Hamamın külhan kısmıında bulunan kazan yenilenmiş olup yapı günümüzde de kullanılmaktadır.

Boyahane Hamamı

Karaköse Mahallesinde, Cennetçeşme Sokakta ve Boyahane Caminin doğusuna bitişik olarak inşa edilmiştir. Hamamın giriş kapısı üzerinde yer alan kitabesine göre yapı Kanuni Sultan Süleymanın padişahlığı zamanında hicri 974 miladi 1566 yılında Hacı Emin Paşa tarafından inşa ettirilmiştir. Şuan kitabe yerinde mevcut değildir.

Soyunmalık, ılıklık, sıcaklık ve külhan bölümlerinden ibaret olan yapı Klasik Osmanlı hamam planına uygun olarak yapılmıştır.

Soyunmalık bölümüne, kuzeybatıda yer alan eyvan türü bir kapıdan girilmektedir. Soyunmalık, kare formlu ve üst örtüsü kubbe ile kapatılmıştır. Bu mekânın çevresinde soyunma odaları mevcuttur. Soyunmalığın kuzeybatısında yer alan iki pencere ile iç kısım oldukça ferah bir görüntüye sahip olmuştur.

Soyunmalık kısmından geniş bir kemer açıklığı ile ılıklık kısmına ulaşılmaktadır. Ilıklık iki kısım halinde düzenlenmiş olup birinci kısım doğu-batı doğrultusunda uzanmakta ve ortası kubbe yanları sivri tonozla örtülüdür. Bugün bu kısım tuvalet olarak kullanılmaktadır. İkinci kısım birinci kısmın giriş kapısı ile aynı eksende bir kapı açıklığı ile geçilmekte ve üst örtüsü üç kubbeden oluşmaktadır.

Sıcaklık bölümüne eksenden kaydırılmış bir kapı ile ulaşılmakta ve sıcaklık kısmı Klasik Osmanlı hamamlarının güzel bir örneğini oluşturmaktadır. Haçvari plan tipinde yapılan sıcaklık bölümü dört sivri tonozlu eyvan ve ortada kubbeyle kapatılmış sekizgen mekan ile köşelerde kubbeli sekizgen halvet hücrelerinden ibarettir. Bu alanın ortasında göbektaşı bulunmaktadır.

Kadınlar kısmıyla aynı plan özelliklerine sahip olan sıcaklık bölümünün kubbeleri orijinalde yıldız formlu kubbe ışıkları ile aydınlatılmaktayken son onarımlarda asıl halini kaybederek yani yıldız formunu kaybederek yuvarlağa dönüştürülmüş ve üst kısımlarıda bombeli camla kapatılmıştır.

Hamamda süsleme öğesi bulunmamakta ayrıca kubbe ve tonozlarda tuğla, cephelerde ise düzgün kaliteli kesme taş kullanılmıştır.

Orijinal halinde çift fonksiyonlu olarak inşa edilen hamamın kadınlar bölümünün soyunmalık kısmı 1621 yılında minare eklenerek camiye donüştürülmüştür. Kadınlar bölümünün diğer kısımlarıda kapatılmıştır. 1968 yılına kadar harap vaziyette olan yapı depo olarak kullanılmıştır. Eski Eserler ve Anıtlar Yüksek Kurulunun 09.08.1968 tarihi kararı ile V.G.M.’ce yapı toprak altından çıkartılmış ve onarılmıştır.

Cami onarımdan sonra 1968 yılında ibadete açılmıştır. Restorasyon sonucunda hamamın külhan bölümü, su deposu ve tesisatı ile birlikte yapının iç sıvası yenilenmiştir. 1983 yılındaki restorasyon sonrası hamamın tabanı ve döşemeden 120 cm yüksekliğe kadar duvarı mermer kaplanmış olup kapı ve pencereler yenilenerek kullanıma açılmıştır.

Orta Bahçe Mahallesi Hamamı

Erzurum İli, Aşkale İlçesi, Kandilli Beldesi, Orta Bahçe Mahallesinde yer almaktadır. Hamamın üzerinde herhangi bir kitabesi bulunmadığı için yapım tarihi ve yaptıranı belli değildir.

Hamamın içine girilemediğiden dolayı iç kısmı detaylı olarak görülemediğinden yapının bölümleri hakkında yorum yapılamamaktadır.

Dış kısmı itibariyle köyde yer alan diğer yapılarda kullanılan malzemeler açısından benzerlik göstermektedir. Yapıda kubbe uygulaması bulunmakta olup tuğla örgülüdür. Kubbede yer alan mimari dolgu Selçuklu kubbe mimarisini anımsatmaktadır.

Ziya Paşa Hamamı

Erzurum İli, Aziziye İlçesi, Söğütlü Mahallesinde yer almaktadır.

Hamam tek fonksiyonludur.Hamam yaklaşık 5 x 14.75 m. boyutlarında bir alan üzerine oturmaktadır. Hamama giriş orta kısımda yer alan söve ve lento taşları düzgün yontu olan bir kapıdan girilmektedir. Hamama girişte küçük bir mekan yer almaktadır. Girişin sağ tarafında ise soyunmalık bölümü yer almaktadır.

Bu iki mekanın üzeri yıkık olduğu için tonoz örtülü olduğu düşünülmektedir. Orta girişin solunda ise sıcaklık bölümü bulunmaktadır. Bu kısım çift kurnalı olup üzeri kubbeyle kapatılmıştır. Fakat bu kubbenin büyük bir kısmı hasar görmüştür. Yapıda malzeme olarak düzgün olmayan moloz taştan yapılmıştır.

Paylaşın

Abrenk Kilisesi Ve Dikili Taşlar

Erzincan gezilecek yerler ve tarihiyle dikkat çekiyor… Erzincan’ın gezilecek yerleri arasında bulunan Abrenk Kilisesi ve Dikili Taşlar, Tercan İlçesine bağlı Üçpınar Köyü sınırları içinde yer almaktadır.

Mimari açıdan dikkat çeken Abrenk Kilisesi, giriş kapısındaki bilgiye göre 1854 yılında inşa edilmiştir. Abrenk Kilisesi’nin mimarisindeki taş işlemeleri oldukça dikkat çekicidir.

Kilise ile birlikte bir şapel ve iki tane de dikili taş bulunmaktadır. Bu taşlar mimarisi ve bezemesiyle dikkat çekip XII. Yüzyıldan sonra Selçuklu Prensi Nasurettin dönemiyle tarihlenen kitabeler taşırlar.

Kilise ve diğer binaları yüksek duvarlarla çevrilmiş bir avlunun içinde bulunur. Uzaktan kaleyi andıran kilisenin, duvarlarının önündeki düzlükte de bir pınar akmaktadır. Kilisenin duvarlarının dışında kemerli bir yapı vardır.

Erzincan Kısa Tarihi

Erzincan, Fırat’ın kollarından Karasu, doğu batı doğrultusunda uzanan demiryolu ile Sivas-Erzurum ve Trabzon-Sivas karayollarının birleştiği noktadadır.

Şehir İstanbul’un 1100 km, Ankara’nın 690 km doğusunda, Yukarı Fırat havzasının içinde 1200 m yüksekliğindeki bir ovanın ortasındadır. Ovanın boyutları, doğu-batı yönünde 30 km, kuzey-güney yönünde 10-15 km’dir.

Erzincan’ın siyasi, ekonomik, sosyal ve kültürel yönlerden, Mengücek Beyliği ve Selçuklu döneminde ve ondan sonra gelen yüzyıllar içerisinde de Anadolu’nun ileri gelen ticari ve kültür merkezlerinden biriydi. O dönemler içerisinde ekonomisinin temelini oluşturan faaliyetler açısından çağdaşı olan kentlerin pek çoğundan hayli ileri idi.

12. yüzyılda Gezgin Marco Polo, kentte dokumacılığın gelişmiş olduğunu, 14. yüzyılda İbni Batuta da kentte dokumacılığın ve bakır eşya yapımının ileri düzeyde olduğunu yazarlar. Dokumacılık, boya yapımının gelişmesini de sağlamıştı. 1561-1518 yıllarında düzenlenen tahrir defterlerinde kentin yıllık geliri 224.753 akçe idi. Bu gelir, çeşitli vergi ve resimlerden oluşmaktaydı.

Evliya Çelebi’ye göre, 17. yüzyıl ortalarında Erzincan’ın ortasında küçük ve alçak duvarlı kalesi içinde; 200 ev ile 1 cami vardı. Kale dışında ise 1800 ev, 7 cami, 60’tan çok mescit ile içinde 500’den fazla dükkanın bulunduğu bir çarşı ve bedesten, bütün şehirde ise 48 mahalle ve 40 okul bulunmaktaydı.

Evliya Çelebi’nin Erzincan’da 500 dükkanın varlığından söz etmesi, 17. yüzyıl ortalarında ticaret ve el sanatlarının gelişmiş olduğunu göstermektedir. İlin ticaret yolları üzerinde bulunması da bu kanıtı doğrulamaktadır. Aynı yıllarda Erzincan vilayeti dahilindeki padişah hasları 146.000 akçe tutuyordu. 1566 yılında şehrin geliri 234.000 akçeye ulaşmıştır.

Erzincan, tarihi boyunca tarım ve hayvancılık ürünlerinin yanısıra yeraltı kaynaklarına, özellikle zengin maden işletmelerine yakın bir konumda bulunmaktaydı. Bakır, kurşun, mermer ve taş ocakları bilinen en eski çağlardan beri işletilmekteydi.

Ancak, Osmanlı İmparatorluğu’nun 17. yüzyıldan itibaren duraklama ve gerileme sürecine girmesi, özellikle de 19. yüzyıl boyunca sanayileşmiş Batı Avrupa ve Rus emperyalizminin Osmanlı yönetimi üzerindeki askeri, mali ve siyasi baskıları İmparatorluğun her bölgesini, özellikle Doğu Anadolu’yu ekonomik yönden geri bıraktı.

Osmanlı döneminde doğu sınırından içeride bulunması nedeniyle Erzincan şehri, 19. yüzyıla kadar ordular için sadece bir konak yeri oldu, daha sonraki Rus istilaları karşısında askeri bakımdan önem kazandı ve bu sıralarda Erzurum Kalesi’nin koruyup kapattığı bir hareket noktası özelliğini aldı.

19. yüzyıl sonunda Erzincan’da 210 cami ve mescit, 35 medrese, 2 rüştiye, 9 ilkokul, 18 han, 1550 dükkan, 3 gazino, 35 kahvehane, 8 hamam, 14 fırın, 145 çeşme, 15 tabaklane, 12 bezirhane, 11 boyahane, 1 silah ambarı, 1 askeri tabakhane, 1 aba yapımevi bulunmaktaydı. Yukarıda saydığımız iki rüşdiye mektebinden biri 1865, diğeri 1883, idadi mektebi ise 1908 yılında öğretime açılmıştır.

19. yüzyılın son yıllarında Erzincan şehrinin nüfusu 23 bin iken, 1883 yılında göçmenlerin buraya yerleştirilmesi ve IV. Ordu Müşriklik Merkezi’nin buraya taşınması sonucu şehrin nüfusu kısa sürede artmıştır.

Erzincan Adının Kaynağı

Erzincan’ın kuruluş tarihi kesin olarak bilinmemektedir. Asur kaynaklarında geçen Zuhma (Suhma), yörenin bilinen en eski adıdır. Erzincan adının Eriza’dan geldiği sanılmaktadır. Eriza adı Selçuklular tarafından Erzingan olarak kullanılmış, daha sonra da Erzincan olarak anılmıştır.

Erzincan adı bir söylenceye göre, eski çağlardaki “Azzi” bölgelerinden dolayı Aziriz olarak bilinmekteydi. Selçuklular, Aziriz adını çok beğenmiş ve buna “Rahmet yağarsa can Aziriz can” rahmet yağmazsa “Yan Aziriz yan” biçiminde bir tekerleme uydurulmuş, bu tekerlemedeki Aziriz sözcüğü zamanla değişerek, Erzincan biçimini almıştır. Erzincan da bu sözcükten türemiştir.

Paylaşın

Elazığ’ın Şifalı Su Kaynağı ‘Dabakhane’

Elazığ’a 5 km. uzaklıkta Harput Kalesi’nin kuzeyindeki dere içerisinde yer alan Dabakhane Suyu, bir bina içerisinde toplanmıştır. Dabakhane Suyunun sıcaklığı 5 C. Olup, berrak ve içme suyu kriterlerine uygundur.

Suyun içerisinde sodyum, potasyum, karbonat, sülfat, klorür, iyodür, amonyak ve nitrat bulunmaktadır. Suların şifalı olduğu;mide, bağırsak, karaciğer hastalıklarına ve ruhsal depresyonlara iyi geldiği bilinen Dabakhane Suyu ruhsal hastalıklara da iyi geldiği söylenmektedir.

Bu suyun bulunduğu yerde ne zaman yapıldığı bilinmeyen ahşap bir bina bulunuyordu. 1988 yılında buraya eski ahşap bina örnek alınarak yeni bir bina yapılmış ve hizmete açılmıştır.

Elazığ kısa tarihi

Elazığ, Dogu Anadolu da Tarihi Harput Kalesinin bulundugu tepenin eteginde kurulmus bir sehirdir. Deniz seviyesinden 1067 metre yükseklikte bulunan sehir hafif meyilli bir zemin üzerindedir. Elazığ ın yerlesim yeri olarak tarihi yeni olmakla beraber bölgenin tarihi oldukça eskidir. Bu nedenle Elazığ tarihini, Harput un tarihi ile birlikte ele almamız gerekir.

Mevcut tarihi kaynaklara göre Harput’un en eski sakinleri M.Ö. 2000 yıllarından itibaren Doğu Anadolu’ya yerleşen Hurrilerdir. Yine tarihi kayıtlara göre Hurrilerden sonra bölgenin Hitit hakimiyeti altına girdiğini görmekteyiz. Çok uzun sürmeyen Hitit hakimiyetinden sonra M.Ö. 9. Asırdan itibaren Doğu Anadolu’da devlet kuran Urartular Harput’ta uzun süre hüküm sürmüştür.

Bugün bile tarihi heybetiyle ayakta duran Harput Kalesi Urartu devrinin izlerini taşımaktadır. Kale’de kaya içine oyulmuş merdivenler, tünel ve hücrelerle su yolu bulunduğu tespit edilmiştir. M.Ö. 9. Asırdan beri bu kalesiyle müstahkem mevkii olarak bilinen Harput, 4000 yıllık bir maziye sahiptir. Harput isminin ilk hecesi olan Har, taş (kaya) anlamına, son hecesi olan put (berd) ise kale anlamına gelmektedir. Günümüz Türkçe’si ile Taş Kale anlamını taşımaktadır.

Harput’un tarihini derinliğine incelediğimizde, M.S. 1. asırdan 3. asra kadar, zaman zaman Romalıların siyasi ve askeri nüfuzunda kaldığını görmekteyiz. Ancak Romalıları Anadolu’dan çıkarmak için uzun ve çetin mücadeleler yapan Pontus Kralı Mithradates devrinde ve ondan sonraki zamanlarda bir takım eller değiştirdiği de bilinmektedir. Bununla beraber, Miladi 3. asırda, İmparator Dioclatianus zamanından itibaren Harput bölgesi tamamen Roma İmparatorluğuna bağlanmıştır.

Daha sonra Sasanilerle, Bizanslılar arasında devam eden harplerde daima ihtilaf hududu olarak görülen ve zaman zaman Sasanilerin, zaman zaman Bizanslıların hakimiyetine girerek el değiştiren Harput’ta Bizans hakimiyetinin ilk devresi 7. asrin ortalarına rastlar. Ancak Hz. Ömer zamanında Suriye ve Irak’ı ele geçiren Arapların 7. asrin ortalarına doğru Harput ve çevresini de zapt ettiklerini görüyoruz. Bu şekilde başlayan Arap hakimiyeti, 10. asrin ortalarına kadar devam etmiştir. Romalılar devrinde olduğu gibi, Araplar devrinde de Harput’ta etkin bir ize rastlanmamıştır. Bölge, daha çok Bizans ve Arap siyasi ve askeri gücünün gövde gösterilerine sahne olmuştur.

Harput’un Bizanslıların hakimiyetine ikinci defa geçişi 10. asra rastlar. Bizanslıların İslam alemine karsı giriştikleri büyük seferlerin ilk hedefi daima Harput olmuştur. Nitekim, ilk taarruzda Bizanslılar Harput’u ele geçirmişler ve burada bir vilayet teşkilatı kurarak kaleleri tahkim etmişlerdir. Bizans tarihinde Harput, bugünkü söyleyişe çok yakın olarak “Harpote” diye geçmektedir. Aslında Harput bölgesi de “Mesopotamia” olarak adlandırılmaktadır. Harput’ta Bizans hakimiyeti aşağı yukarı 11. asrin sonuna kadar devam etmiştir.

Harput ve çevresi, 26 Ağustos 1071 Malazgirt muharebesinden sonra kesin olmamakla beraber 1085 yılında Türklerin eline geçmiştir. Bu ise Selçuklular devrine rastlamaktadır. Harput’un ilk Türk hakimi Çubuk Bey’dir. Çubuk Bey, burada diğer Selçuk ümerası gibi Selçuklu Sultanına bağlı olmak şartıyla bir Hükümet kurmuştur. Kendisine oğlu Mehmet Bey, halef olduğu içindir ki, Harput tarihinde bu devire “Çubukoğulları Devri” denir. Çubukoğulları ve onlarla birlikte gelen Türkmenlerin Harput halkının ecdadını teşkil ettiğine şüphe kalmamıştır.

Harput’un Türkler tarafından alınmasına kadar sadece müstahkem bir kale hüviyetinde kalan bu yer, Türklerle beraber büyüyen bir şehir haline gelmiştir. Çubukogulları devrinden sonra Harput’ta “Artukoğulları Devri” baslar. 12. asrin ilk yıllarında başlayan bu devir, 1234 yılına kadar devam etmiştir. Artukoğullarının, Türkmenleriyle beraber Doğu Anadolu’ya gelip yerleşmelerinden sonradır ki bir kolda Harput’a gelmiştir. Bunlara bu sebeple “Harput Artukluları” denmektedir.

Artukoğulları devrinde; adı hala Harput ve Elazığ’da anılan Belek (Balak) Gazi’nin Harput’un yetiştirdiği en ünlü Türk Fatihi olduğu bilinmektedir. (1965 yılında Harput Turizm Derneği tarafından Belek Gazi’nin, at üstünde güzel bir heykeli yaptırılmıştır.) Onun en önemli hizmeti, Haçlı seferleri sırasında görülmüştür. Selahattin Eyyubi ile mukayese edenler bile olmuştur. (Tarihçiler son araştırmalar ışığında Balak Gazi’nin asil isminin “Belek Gazi” olduğunu ifade etmektedirler.)

Balakgazi’den sonra 1185 yılına kadar Harput’ta yine Artukoğullarından gelen Prensler, hüküm sürmüşlerdir. Bunlardan Fahrettin Karaaslan’ında Harput tarihinde unutulmaz yeri ve eserleri vardır. Karaaslan 1148-1174 yılları arasında Harput’ta hüküm sürmüş ve burada bulunan Ulu Camiyi yaptırmıştır.

1234 yılında Harput’ta Artık Hanedanının hakimiyeti son bulur ve Harput Selçuklu Hanedanına ilhak olunur. Selçuklular devrinde Harput, bir Subaşı tarafından idare edilmiş ve bu devirde ” Arap Baba Camii “ve bitişiğindeki türbe hariç önemli bir eser bırakılmamıştır.

Anadolu Selçuklularının bölgedeki hakimiyeti sona erince, 14. asırda Harput’ta bir müddet İlhanlıların daha sonra da Dulkadiroğulları’nın hüküm sürdüklerini görüyoruz. Uzun sürmeyen Dulkadiroğluları devrinden sonra da Harput, 1465 de Uzun Hasan tarafından raptedilmiş ve 40 yil kadar Akkoyunlular’ın idaresinde kalmıştır. Akkoyunlular’dan sonra 1507 yılında Harput, Sah İsmail’in idaresine geçmiştir. 1516 yılında Çaldıran muharebesi’nden sonra Osmanlı ordusu tarafından fethedilmiştir.

Osmanlı İdaresine geçen Harput, başlangıçta Diyarbakır Eyaletine bağlı bir sancak halinde teşkilatlandırılmıştır. 1530 tarihli bir kayda göre Harput’ta o zaman 14 Müslüman, 4 ermeni mahallesi vardı. Kamus-ül-a’lam’a göre ise 19. Asrin sonlarında Harput’ta 2670 ev, 843 dükkan, 10 cami, 10 medrese, 8 kütüphane ve kilise, 12 han ve 90 hamam bulunmakta idi.

Yukarıda tarihi devirlerinden kısaca bahsettiğimiz Harput, birbirine benzeyen sebeplerle tarihe karışan birçok eski Türk şehirleri gibi nihayet terkedilmiş ve yerini bugünkü Elazığ’a bırakmıştır. Bugünkü Elazığ, II. Mahmut zamanında, 1834 yılında sark vilayetlerinde ıslahata ve devlet otoritesini yeniden kurmaya memur edilen Reşit Mehmet Pasa zamanında halk arasında ” Mezra ” denilen şimdiki yerine kurulmaya başlanmıştır.

Ayni yıl içinde (1834) hastane, kışla ve cephane binaları yapılmış Vilayet Merkezi Harput’tan buraya nakledilmiştir. Bu nakilde Harput’un artık bir hudut şehri olmaktan çıkması, ana yollara sapa kalması, bilhassa kış mevsiminde ulaşım güçlüğü ve mezranın güzel bir şehir kurulmasına elverişli bulunmaması rol oynamıştır.

Yeni kurulan şehir önceleri eyalet ve bilahare vilayet merkezi olmuş, bir ara Diyarbakır vilayetine bağlı bir Sancak haline gelmiştir. 1875’de Müstakil Mutasarrıflık, 1879’da da tekrar vilayet olmuştur. Osmanlı devletinin son yıllarında Malatya ve Dersim Sancakları da buraya bağlanmış 1921’de bu iki sancakta Elazığ’dan ayrılmıştır.

Sultan Addulaziz’in tahta çıkısının 5. yılında Hacı Ahmet İzzet Pasa devrinde buraya tayin edilen Vali İsmail paşanın teklifi ile 1867 yılında “Mamurat ül -Aziz” adı verilmiştir. Fakat telaffuzu güç olduğundan halk arasında kısaca “EL AZİZ” olarak söylenegelmiştir. Atatürk’ün 1937 yılında şehire teşrifleri sırasında “Azık İli” anlamına gelen “ELAZIK” adı verilmiş, bu isim daha sonra “ELAZIĞ”a dönüşmüştür.

Paylaşın