İnternet Kullanan Yaşlıların Oranı 4 Kat Arttı

İnternet kullanan 65-74 yaş grubundaki bireylerin oranı 2016 yılında yüzde 8,8 iken bu oran 2021 yılında yüzde 32,5’e yükseldi. İnternet kullanan yaşlı bireyler cinsiyete göre incelendiğinde, erkeklerin kadınlardan daha fazla İnternet kullandığı görüldü. İnternet kullanan yaşlı erkeklerin oranı 2021 yılında yüzde 40,0 iken yaşlı kadınların oranı yüzde 25,9 oldu.

Haber Merkezi / Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK), İstatistiklerle Yaşlılar 2021 verilerini açıkladı. Verilere göre, yaşlı nüfus olarak kabul edilen 65 ve daha yukarı yaştaki nüfus, 2016 yılında 6 milyon 651 bin 503 kişi iken son beş yılda yüzde 24,0 artarak 2021 yılında 8 milyon 245 bin 124 kişi oldu. Yaşlı nüfusun toplam nüfus içindeki oranı ise 2016 yılında yüzde 8,3 iken, 2021 yılında yüzde 9,7’ye yükseldi. Yaşlı nüfusun 2021 yılında yüzde 44,3’ünü erkek nüfus, %55,7’sini kadın nüfus oluşturdu.

Nüfus projeksiyonlarına göre yaşlı nüfus oranının 2025 yılında yüzde 11,0, 2030 yılında %12,9, 2040 yılında yüzde 16,3, 2060 yılında yüzde 22,6 ve 2080 yılında yüzde 25,6 olacağı öngörüldü.

Yaşlı nüfusun yüzde 64,7’sinin 65-74 yaş grubunda

Yaşlı nüfus yaş grubuna göre incelendiğinde, 2016 yılında yaşlı nüfusun yüzde 61,5’inin 65-74 yaş grubunda, yüzde 30,2’sinin 75-84 yaş grubunda ve yüzde 8,2’sinin 85 ve daha yukarı yaş grubunda yer aldığı görülürken, 2021 yılında yüzde 64,7’sinin 65-74 yaş grubunda, yüzde 27,3’ünün 75-84 yaş grubunda ve yüzde 8,0’inin 85 ve daha yukarı yaş grubunda yer aldığı görüldü.

Yaşlı nüfusun toplam nüfus içindeki oranının yüzde 10,0’u geçmesi nüfusun yaşlanmasının bir göstergesidir. Türkiye’de yaşlı nüfus, diğer yaş gruplarındaki nüfusa göre daha yüksek bir hız ile artış gösterdi.

Küresel yaşlanma süreci olarak adlandırılan “demografik dönüşüm” sürecinde olan Türkiye’de, doğurganlık ve ölümlülük hızlarındaki azalma ile birlikte sağlık alanında kaydedilen gelişmeler, yaşam standardının, refah düzeyinin ve doğuşta beklenen yaşam süresinin artması ile nüfusun yaş yapısı şekil değiştirdi. Çocuk ve gençlerin toplam nüfus içindeki oranı azalırken yaşlıların toplam nüfus içindeki oranı artış gösterdi. Türkiye, oransal olarak yaşlı nüfus yapısına sahip ülkelere göre hala genç bir nüfus yapısına sahip olsa da, yaşlı nüfus sayısal olarak oldukça fazladır.

Türkiye nüfusunun ortanca yaşı yükseldi

Ortanca yaş, yeni doğan bebekten en yaşlıya kadar nüfusu oluşturan kişilerin yaşları küçükten büyüğe doğru sıralandığında ortada kalan kişinin yaşıdır. Nüfusun yaşlanması ile ilgili bilgi veren göstergelerden biri olan ortanca yaş, 2016 yılında 31,4 iken 2021 yılında 33,1 oldu. Ortanca yaş 2021 yılında erkeklerde 32,4, kadınlarda 33,8 olarak gerçekleşti. Nüfus projeksiyonlarına göre, ortanca yaşın 2025 yılında 34,1, 2030 yılında 35,6, 2040 yılında 38,5, 2060 yılında 42,3 ve 2080 yılında 45,0 olacağı öngörüldü.

Yaşlı bağımlılık oranı 2021 yılında yüzde 14,3 oldu

Çalışma çağındaki yüz kişiye düşen yaşlı sayısını ifade eden yaşlı bağımlılık oranı, 2016 yılında yüzde 12,3 iken bu oran 2021 yılında yüzde 14,3’e yükseldi. Nüfus projeksiyonlarına göre, yaşlı bağımlılık oranının 2025 yılında yüzde 16,4, 2030 yılında yüzde 19,6, 2040 yılında yüzde 25,3, 2060 yılında yüzde 37,5 ve 2080 yılında yüzde 43,6 olacağı öngörüldü.

Türkiye, 167 ülke arasında 68. sırada

Nüfus tahminlerine göre 2021 yılı için dünya nüfusunun 7 milyar 831 milyon 718 bin 605 kişi, yaşlı nüfusun ise 764 milyon 321 bin 142 kişi olduğu tahmin edildi. Bu tahminlere göre dünya nüfusunun yüzde 9,8’ini yaşlı nüfus oluşturdu. En yüksek yaşlı nüfus oranına sahip ilk üç ülke sırasıyla yüzde 34,3 ile Monako, yüzde 28,8 ile Japonya ve yüzde 22,8 ile İtalya oldu. Türkiye, 167 ülke arasında 68. sırada yer aldı.

Yaşlı nüfus oranının en yüksek olduğu il Sinop

Yaşlı nüfus oranının en yüksek olduğu il, 2021 yılında yüzde 20,1 ile Sinop oldu. Bu ili yüzde 19,2 ile Kastamonu, yüzde 17,8 ile Artvin izledi. Yaşlı nüfus oranının en düşük olduğu il ise yüzde 3,5 ile Şırnak oldu. Bu ili yüzde 3,9 ile Hakkari, yüzde 4,0 ile Şanlıurfa izledi.

Yaşlı nüfus oranı il düzeyinde yıllara göre incelendiğinde, toplam nüfus içinde yaşlı nüfus oranının en yüksek olduğu il sayısı 2016 yılında 8 iken, 2021 yılında 22 oldu. Nüfus projeksiyonlarına göre yaşlı nüfus oranının en yüksek olacağı il sayısının 2025 yılında 33’e çıkacağı tahmin edildi. Toplam nüfus içinde yaşlı nüfus oranının yıllara göre en düşük olduğu illerin, genç nüfus yapısına sahip olan Şanlıurfa, Şırnak ve Hakkari olduğu görüldü.

Türkiye’de 2021 yılında toplam 25 milyon 329 bin 833 haneden 6 milyon 112 bin 760’ında yaşlı nüfus olarak tanımlanan, 65 ve daha yukarı yaşta en az bir fert bulunduğu görüldü. Diğer bir ifadeyle, hanelerin yüzde 24,1’inde en az bir yaşlı fert yaşadığı görüldü.

En az bir yaşlı fert bulunan 6 milyon 112 bin 760 hanenin 1 milyon 561 bin 398’ini tek başına yaşayan yaşlı fertler oluşturdu. Bu hanelerin yüzde 74,9’unu yaşlı kadınlar, yüzde 25,1’ini ise yaşlı erkekler oluşturdu. En az bir yaşlı fert bulunan haneler içinde tek kişilik yaşlı hanehalkı oranının en yüksek olduğu il, 2021 yılında yüzde 35,2 ile Burdur oldu. Bu ili yüzde 34,9 ile Balıkesir, yüzde 34,4 ile Çanakkale izledi. Bu oranın en düşük olduğu il ise yüzde 6,5 ile Hakkari oldu. Bu ili yüzde 12,5 ile Şırnak, yüzde 12,9 ile Batman izledi.

Yaşlı nüfusun yüzde 0,1’ini oluşturan 100 yaş ve üzerindeki yaşlı kişi sayısı, 2021 yılında 5 bin 859 oldu. Türkiye’de 100 yaş ve üzerinde en fazla yaşlıya sahip ilk üç il sırasıyla 815 kişi ile İstanbul, 276 kişi ile Şanlıurfa ve 272 kişi ile Mardin iken en az yaşlıya sahip ilk üç il ise sırasıyla 7 kişi ile Bartın ve Bayburt, 8 kişi ile Ardahan ve Bilecik oldu.

Eğitimli yaşlı nüfus oranı arttı

Yaşlı nüfus içinde okuma yazma bilmeyenlerin oranı, 2016 yılında yüzde 20,8 iken 2020 yılında yüzde 15,6’ya düştü. Okuma yazma bilmeyen yaşlı kadınların oranının, 2020 yılında yaşlı erkeklerin oranından yaklaşık 5 kat fazla olduğu görüldü. Okuma yazma bilmeyen yaşlı kadınların oranı yüzde 24,2 iken yaşlı erkeklerin oranı yüzde 4,7 oldu.

Yaşlı nüfus eğitim durumuna göre incelendiğinde, 2016 yılında yaşlı nüfusun yüzde 43,7’si ilkokul mezunu, yüzde 5,6’sı ortaokul veya dengi okul/ilköğretim mezunu, yüzde 5,9’u lise veya dengi okul mezunu, yüzde 5,8’i yükseköğretim mezunu iken 2020 yılında ilkokul mezunu olanların oranı yüzde 46,1’e, ortaokul veya dengi okul/ilköğretim mezunu olanların oranı yüzde 7,9’a, lise veya dengi okul mezunu olanların oranı yüzde 8,0’e, yükseköğretim mezunu olanların oranı ise yüzde 7,4’e yükseldi.

Yaşlı nüfusun eğitim durumu cinsiyete göre incelendiğinde, cinsiyetler arasında önemli farklılıklar olduğu gözlendi. Bitirilen tüm eğitim düzeylerinde yaşlı erkek nüfus oranının yaşlı kadın nüfus oranından daha yüksek olduğu görüldü.

Yaşlı nüfus yasal medeni duruma göre incelendiğinde, cinsiyetler arasında önemli farklılıklar olduğu görüldü. Yaşlı erkek nüfusun 2021 yılında yüzde 1,3’ünün hiç evlenmemiş, yüzde 83,7’sinin resmi nikahla evli, yüzde 3,6’sının boşanmış, yüzde 11,4’ünün eşi ölmüş olduğu görülürken yaşlı kadın nüfusun %2,7’sinin hiç evlenmemiş, yüzde 46,0’sının resmi nikahla evli, yüzde 4,0’ünün boşanmış, yüzde 47,4’ünün ise eşi ölmüş olduğu görüldü.

Yaşlı nüfusun yoksulluk oranı yüzde 16,7

Gelir ve yaşam koşulları araştırması sonuçlarına göre, eşdeğer hanehalkı kullanılabilir fert medyan gelirinin yüzde 60’ına göre hesaplanan yoksulluk oranı, 2016 yılında Türkiye geneli için yüzde 21,2 iken 2020 yılında yüzde 21,9 oldu. Bu oran, yaşlı nüfus için 2016 yılında yüzde 16,0 iken 2020 yılında yüzde 16,7 oldu. Yaşlı nüfusun yoksulluğu cinsiyete göre incelendiğinde, yaşlı erkeklerde yoksulluk oranı 2016 yılında yüzde 14,7 iken 2020 yılında yüzde 15,6 oldu. Yaşlı kadınlarda yoksulluk oranı ise 2016 yılında yüzde 17,0 iken 2020 yılında yüzde 17,6 oldu.

İşgücü istatistiklerine göre, işgücüne katılma oranı 2016 yılında 15 ve daha yukarı yaştaki nüfus için yüzde 52,0 iken 2020 yılında yüzde 49,3 oldu. Bu oran yaşlı nüfus için 2016 yılında yüzde 11,8 iken 2020 yılında yüzde 10,0 oldu. İşgücüne katılma oranı cinsiyete göre incelendiğinde, bu oran yaşlı erkek nüfusta 2020 yılında yüzde 16,8 iken yaşlı kadın nüfusta yüzde 4,6 oldu.

Yaşlı nüfustaki işsizlik oranının 2016 yılında yüzde 2,6 iken 2020 yılında yüzde 2,7 olduğu görüldü. İşgücü istatistiklerine göre, istihdam edilen yaşlı nüfusun sektörel dağılımı incelendiğinde, 2020 yılında yaşlı nüfusun yüzde 64,2’sinin tarım, yüzde 27,7’sinin hizmetler, yüzde 6,1’inin sanayi, yüzde 2,0’sinin ise inşaat sektöründe yer aldığı görüldü.

Mutlu olduğunu beyan edenlerin oranı yüzde 56,2

Yaşam memnuniyeti araştırması sonuçlarına göre, mutlu olduğunu beyan eden 18 ve daha yukarı yaştaki bireylerin oranı 2021 yılında yüzde 49,3 iken bu oran 65 ve daha yukarı yaştaki bireyler için yüzde 56,2 oldu. Yaşlı bireylerin genel mutluluk düzeyi cinsiyete göre incelendiğinde, 2021 yılında erkeklerin yüzde 51,2’si, kadınların ise yüzde 60,1’i mutlu olduğunu beyan etti.

Yaşam memnuniyeti araştırması sonuçlarına göre, yaşlı bireylerin 2016 yılında en önemli mutluluk kaynağı yüzde 64,2 ile aileleri, yüzde 18,0 ile çocukları, yüzde 6,9 ile eşleri, yüzde 6,4 ile torunları iken 2021 yılında yüzde 59,9 ile aileleri, yüzde 21,5 ile çocukları, yüzde 8,1 ile torunları ve yüzde 6,2 ile eşleri oldu.

İnternet kullananların oranı 4 kat arttı

Hanehalkı bilişim teknolojileri kullanım araştırması sonuçlarına göre, İnternet kullanan 65-74 yaş grubundaki bireylerin oranı 2016 yılında yüzde 8,8 iken bu oran 2021 yılında yüzde 32,5’e yükseldi. İnternet kullanan yaşlı bireyler cinsiyete göre incelendiğinde, erkeklerin kadınlardan daha fazla İnternet kullandığı görüldü. İnternet kullanan yaşlı erkeklerin oranı 2021 yılında yüzde 40,0 iken yaşlı kadınların oranı yüzde 25,9 oldu.

Paylaşın

‘Seçim Kanunu’nda Değişiklik Neden Yapıldı, Muhalefet Ne Yapabilir?

Adalet ve Kalkınma Partisi (AK Parti) ve Milliyetçi Hareket Partisi (MHP) ”Milletvekili Seçimi Kanunu ve Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi”ni TBMM Başkanlığı’na sundu. 14 milletvekilinin imzasıyla hazırlanan 15 maddelik teklif seçim barajının yüzde 7’ye düşürülmesiyle öne çıkıyor.

Barajın yüzde 7’ye düşürülmesi, “yönetimdeki istikrarı örselemeden daha fazla partinin ve fikrin yasama organında temsil edilebilir olması” olarak gerekçelendirildi. Kanun teklifine göre ittifakı oluşturan partilerin her birinin çıkaracağı vekil sayısının hesaplanmasında seçim bölgelerinde aldıkları oy oranları dikkate alınacak.

Yani doğrudan siyasi partinin seçim çevresinde aldığı oy sayısına göre partilerin milletvekili sayısı belirlenecek. Böylelikle, artık oylarla partiler, ittifak içinde ve dışında diğer partilerden daha az oy almasına karşın milletvekili çıkaramayacak.

Seçime katılmak için TBMM’de grup kurma şartı kalkacak

Yeni kurulan partilerin milletvekili transferiyle seçime girmesinin engellenmesi için katılım şartları arasında yer alan “TBMM’de grup kurma” hükmü kaldırılacak. Ve partilerin teşkilatlarını kurması ve kongresini yapması esas alınacak. Yani salt grup kurmuş olmak seçime katılmak için yeterli olmayacak. Bu durumda da partilerin seçime girebilmek için altı ay öncesinden en az 41 ilde örgütlenmeyi tamamlamaları gerekecek.

Yasaklarda ‘Başbakan’ ibaresi kalkacak

Cumhurbaşkanlığı Hükümet sistemine uyum düzenlemesi de kanun teklifinde yer alıyor. Teklifin 11. maddesi ile yapılan uyum düzenlemesinde başbakan ve bakanlara ilişkin yasaklarda düzenlemeye gidilecek.

“Başbakan ve bakanlara ilişkin yasaklar” kapsamında yer alan “Seçim propagandasının başlangıç tarihinden oy verme gününü takip eden güne kadar olan süre içinde başbakan ve bakanlarla milletvekilleri yurt içinde yapacakları seçim propagandası ile ilgili gezileri, makam otomobilleri ve resmi hizmete tahsis edilen vasıtalarla yapamazlar, gezilerde protokol icabı olan karşılama ve uğurlamalarla törenler yapılamaz ve resmi ziyafet verilemez” ve “Seçim propagandasının başlangıç tarihinden oy verme gününü takip eden güne kadar geçen süre içinde başbakan, bakanlar, milletvekilleri ve adayların seçim propagandası yapacak gezilere hiçbir memur katılamaz” maddelerinde geçen ‘başbakan’ ibaresi kaldırılacak. Kanun teklifinde, partili cumhurbaşkanına yönelik propaganda yasağına ilişkin bir düzenleme yer almadı.

Sandık kurulu kurayla belirlenecek

Meclis Başkanlığı’na sunulan çalışmada Seçim Kurulu’na ilişkin de yeni bir düzenleme var. Bu düzenlemeye göre il seçim kurulu başkan ve üyeleri ile yedek üyelerinin birinci sınıfa ayrılmış hakimler arasından kura çekmek suretiyle belirlenecek.

Ayrıca Mahalli İdareler ile Mahalli Muhtarlıkları ve İhtiyar Heyetleri Seçimi Hakkında Kanun uyarınca yapılacak seçimlerde, yerleşim yeri adresine göre oluşturulan bir yıl önceki seçmen kütüğü üzerinden güncelleme işlemleri yapılacak.

Adresi kapanmış olması sebebiyle adres kayıt sisteminde gözükmeyenler en son seçmen olduğu adrese göre seçmen listelerine kaydedilecek.

Seçim sonucuna göre ilk sırada yer alan muhtar adayı seçilme yeterliliğine sahip olduğunu en geç bir ay içinde belgelendirmesi halinde kendisine seçim kazandığına dair ilçe seçim kurulunca mazbata verilecek.

Ak Parti ve MHP’nin yaklaşık iki yıldır üzerinde çalıştığı teklifi IstanPol Genel Direktörü ve Siyaset Bilimci Seren Selvin Korkmaz ve Siyasal Araştırmacı Dr. İbrahim Uslu değerlendirdi.

IstanPol Genel Direktörü ve Siyaset Bilimci Seren Selvin Korkmaz, seçime az bir süre kala iktidar partisi ve ortağının attığı bu adımların altında muhalefeti bölme amacının olduğu görüşünde.

”En son muhalefet güçlendirilmiş parlamenter sistem önerisi ile bir araya geldi. HDP de üçüncü ittifakı kuracaktı. Şimdi iktidar buna karşı önlem aldı. Aslında tam da bu stratejiyi bölen, hatta seçime az bir zaman kala muhalefeti strateji değiştirmeye iten bir adım atmış oldu. Burada DEVA ve Gelecek Partisi gibi partilerin bir anlamda etkili olmasını engelleyerek, kendi kararsız seçmeninin de muhalefete kaymasının önüne geçecek bir önlem almış oldu.”

Siyaset Bilimci Seren Selvin Korkmaz’a göre yapılan düzenlemeler seçmenin iradesinin yansıması için değil, tam aksine iktidarın kazanması için yapılan düzenlemeler.

Siyaset Bilimci Seren Selvin Korkmaz, seçim barajının yüzde 7’ye düşürülüp demokratikleşme adımı olarak yansıtılmak istenmesini inandırıcı bulunmuyor ve AK Parti’nin seçim sistemini kendisinin kazanabileceği şekilde düzenlediği kanısında.

”Gelecek seçim otoriterleşme ve demokratikleşme arasında olacak”

Yapılan bu düzenlemeyle muhalefetin manevra alanının kısıtlanmak istendiğine dikkat çeken Korkmaz, gelecek seçimin otoriterleşme ve demokratikleşme arasında olacağını söylüyor.

”Barajın yüzde 7’ye çekilmesiyle geniş muhalefet bloğunu dağıtmak istemiş olabilirler. İktidar en son kendi lehine ittifakları ortaya çıkardı, muhalefet karşısına bir formül geliştirdi. Bu sefer muhalefetin stratejisini boşa çıkaracak bir düzenleme geliştirdiler. O yüzden şu an bu seçim sistemi muhalefetin aday dinamiklerini etkileyebilir. Ama tek bir şey var, bu seçim otoriterleşme ve demokratikleşme arasında olacak. Dolayısıyla yine muhalefetin her türlü ayrışmayı anlamsız kılacak bir şekilde yeni bir strateji geliştirmesi lazım. Tek sıkıntı zamanın az kalmış olması, il il bakıp bir formülasyon yapılması gerekiyor. Bu kadar az zamanda yapılan değişiklik demokratikleşmeye hizmet etmek için değil, muhalefetin manevra alanını kısıtlamak ve iktidarın kazanması için yapılan bir manipülasyon değişimidir. Seçim güvenliği ile ilgili de sorunlar çıkaracaktır.”

Her ne kadar mevcuttaki partilerin örgütlenmelerini tamamlasa da bu kanun teklifiyle yeni kurulacak partilerin vekil transferlerinin önünü kesmenin esas alındığını söyleyen IstanPol Genel Direktörü ve Siyaset Bilimci Seren Selvin Korkmaz, ittifak oylarının ittifak partilerine yaramaması istendiğini vurguluyor.

Böyle bir durumda HDP’nin de oy oranının düşebileceği noktasında ayrı bir parantez açıyor Korkmaz.

”Bu listeler seçmen davranışını değiştirebilir. DEVA ve Gelecek Partisi gibi AKP’den ayrılan ama AKP seçmeninin tanıdık olduğu partileri oy pusulasından silip, seçmenin elinin CHP ya da İYİ Parti’ye gitmemesi için yapıldığını düşünüyorum.O nedenle bu senaryolara baktığımızda muhalefet için en doğru şey belki DEVA ve Gelecek partilerinin seçmenlerinin alternatif CHP ve İYİ Parti listelerinden seçime gitmesi. Büyük ihtimalle büyük illerden CHP listelerinden gidildiğini düşünürsek, DEVA ve Gelecek Partisi seçmeninin CHP’ye oy vermeyeceği düşünülmüştür. Bununla birlikte HDP oylarının da düşmesi gibi bir durum olabilir. Yüzde 10 barajında bir motivasyon vardır. Bir de CHP listelerinden girmemek için üçüncü sağ ittifak tartışmaları vardı. Bu da hesaplanmış olabilir. Muhalefetin bu senaryoları nasıl değerlendireceği bu oyunu bozabilir ya da tuzağa da düşürebilir.”

Siyasal Araştırmacı Dr. İbrahim Uslu ise Seçim Kanunu’nda bazı değişiklikler öngören yasa teklifinin, seçim sistemimi açısından yeni bir şey getirmediğini söylüyor.

Uslu’ya göre yapılan 2018’de hayata geçirilen düzenlemelerin kaldırılmasından ibaret. Başka bir ifadeyle sadece son genel seçimde bir kez uygulanan modelden vazgeçip, eski sisteme geri dönülüyor.

”Yeni teklifte özellikle iktidar partilerinin daha fazla milletvekili çıkarmasını yahut muhalefet partilerinin az vekile sahip olmasını sağlamak amacıyla özel bir mühendislik çalışması yer almıyor. Sistem, partilerin aldıkları oylara göre D’Hondt sisteminin ilkeleri uyarınca milletvekili dağılımının yapılması esasına dayanıyor ve her partiye eşit şekilde uygulanıyor. Geçen sefer yapılan mühendisliğin elde patladığı görünüyor. Yani D’Hondt sistemini uygulayacağım diyor. Aslında 2018 sistem garip bir sistemdi. Şimdikinde partinin oyu neyse dağıtırım, vekil çıktı veya çıkmadı deniliyor.”

Siyasal Araştırmacı Dr. İbrahim Uslu teklifin, özellikle küçük partilerin sistem dışında kalması yahut ittifaklardan ayrılmaları için özel düzenlemeler içermediği görüşünde.

Aksine yeniden teklif edilen sistem iddia edilenin aksine ittifakları küçük partiler açısından değil, büyük partiler açısından önemsiz hale getiriyor. Mevcut sistemde zannedilenin aksine “artık oy”lardan yararlananlar küçük partiler değil büyük partiler oluyordu.

Dolayısıyla milletvekili seçiminde büyük partiler açısından ittifakın önemi kalmıyor, ama küçük partilerin hala hem ülke barajını aşabilmek hem de listeler konusunda iş birliği yapabilmek için ittifaklara ihtiyacı var.

O nedenle sistemin büyük partilere avantaj sağlaması için kurulduğunu, özü itibariyle de düşük oy oranlarına sahip partiler için bir dezavantaj yarattığının altını çiziyor.

”Sistemin amacı parlamentodan iktidar çıkarmak yani hükümetin kolay kurulmasının yolunu açmak. Teklif, özellikle küçük partilerin sistem dışında kalması yahut ittifaklardan ayrılmaları için özel düzenlemeler içermiyor. Sistemin doğası zaten düşük oy oranlarına sahip partiler için bir dezavantaj yaratıyor. Çünkü ülke barajının yanı sıra bir de doğal bölge barajları var. Düşük oy oranına sahip partiler, ittifak mekanizması ile ülke barajını aşıyor ancak bölge barajları nedeniyle milletvekili çıkaramıyor.”

Bu teklifle HDP’nin olası bir kapatılma durumunda yeniden partileşme sürecinin de önünün kesilmek istendiğine vurgu yapıyor Siyasal Araştırmacı Dr. İbrahim Uslu.

”Böyle bir durumda, HDP ya seçime yeterliliği olan bir partinin listesinden girecek ya da ittifak içinde. Mevcutta HDP TİP’in listesinden girecek gibi görünüyor. Sonrasında da kendi partilerini kurup bir sonraki seçime katılma ehliyetini kazanacaklar. Ama düzenlemenin amacı HDP kapatılırsa önümüzde bir karar olsun ve HDP’nin seçime girmesini engelleyelim kaygısı. Fakat bu mühendislik işe yaramaz çünkü HDP’nin bunu bypass edecek çok sayıda alternatifi var.”

İktidar ve ortağının bu teklifi kerhen getirdiğini söyleyen Uslu, ortada siyasi bir mühendislik olmadığı görüşünde. Fakat doğal bölge barajlarını aşma konusunda yeterli olmayan partiler için olası dört senaryo çiziyor.

Büyük partilerin listelerinden seçime girmek, CHP dışındaki bütün partilerin İYİ Parti ile tek liste olarak seçime gitmesi, CHP ve İYİ Parti kendi listeleriyle seçime girerken, geri kalan dört partinin kendi aralarında ortak liste çıkarması ve son olarak da yerel seçimlerde olduğu gibi seçim çevresi bazında hareket etmek.

Bu kanun teklifiyle yerel seçimlerde olduğu gibi daha dinamik ve esnek ittifak modelleriyle karşılaşılmasının büyük olasılık olduğunu ifade eden Siyasal Araştırmacı Dr. İbrahim Uslu bu sürecin bir ayrışma yaratmayacağı görüşünde. Tam aksine ilişkiler daha girift hale gelecek, daha da derinleşecek ve güçlenecek.

(Kaynak: euronews)

Paylaşın

OECD’den Gelişmekte Olan Ülkeler İçin ‘Yoksulluk Ve Açlık’ Uyarısı

Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Örgütü (OECD), Perşembe günü yayımladığı raporda, Ukrayna’nın işgalinden sonraki ilk yılda küresel ekonomik büyümenin ” yüzde 1’in üzerinde” azalabileceğini söyledi.

Örgüt, raporunda savaşın devam etmesi halinde, “Rusya’da derin bir durgunluğa sebep olacağını ve küresel tüketici fiyat enflasyonunu yaklaşık 2,5 puan artıracağını” söyledi.

OECD Genel Sekreteri Mathias Cormann düzenlediği basın toplantısında, “Çatışma büyük ekonomik aksaklıklara yol açıyor ve bunların gelecekte de devam etmesi muhtemel” dedi. OECD, şokun boyutunun “kısmen savaşın süresine bağlı olacağını” söyledi.

Örgüt, dünya çapında fiyat artış hızının zaten yükseldiği bir zamanda ekstra enflasyonist baskya karşı uyardı. ABD Merkez Bankası, enflasyona yanıt vermek için gösterge faiz oranında çeyrek puanlık bir artış açıklamıştı.

OECD, çoğu merkez bankasının çatışmanın neden olduğu belirsizlik karşısında kriz öncesi politikalarına devam etmesi gerektiğini söyledi.

Ayrıca, Rusya ve Ukrayna’dan gelen buğday arzının tamamen kesilmesi durumunda, özellikle gelişmekte olan ekonomilerde “yoksulluk ve açlıkta keskin bir artış” riskine karşı uyarıda bulundu.

OECD, küresel ekonomiye dair tahminlerini yayımlama planını “Rusya’nın 24 Şubat’ta Ukrayna’yı işgal etmesinin yol açtığı yüksek belirsizlik nedeniyle” değiştirdi ve bunun yerine çatışmanın ekonomik sonuçlarının bir değerlendirmesini yayınladı.

Buna göre birlikte küresel ekonominin “yaklaşık yüzde ikisini” oluşturan, Rusya ve Ukrayna’nın hammadde, gıda ve enerji ihracatçıları olarak önemi, savaşın etkisiin sınırlarının ötesinde hissedileceği anlamına geliyor. OECD’ye göre, Euro bölgesindeki büyüme yaklaşık yüzde 1,4’lik azalma riskiyle karşı karşıya.

Açıklamada, “Rusya veya Ukrayna ile ortak sınırı olan” ülkeler, Ukrayna’dan gelen mülteci akışının yükünü aldıkları için özellikle etkilenecektir. Hükümetler, fiyat artışlarını çok fazla hızlandırmadan, ‘hedefli mali destek’ ile ekonominin kayıplarını azaltabilir.” dendi.

Paylaşın

CHP’li Ve HDP’li Vekillerin Dokunulmazlık Dosyaları Meclis’te

Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) ve Halkların Demokratik Partisi (HDP), 8 milletvekilinin dokunulmazlıklarının kaldırılmasına ilişkin 9 fezleke, TBMM Başkanlığı’na sunuldu. Milletvekili dokunulmazlıklarının kaldırılması amacıyla Meclis’e gönderilen Cumhurbaşkanı fezlekeleri, Anayasa Adalet Karma Komisyonu’na sevk edildi.

Dosyalar arasında; CHP İstanbul Milletvekili Aykut Erdoğdu ile HDP Şırnak Milletvekili Hüseyin Kaçmaz, HDP Diyarbakır Milletvekili Remziye Tosun, HDP Batman Milletvekili Feleknas Uca, HDP Kocaeli Milletvekili Ömer Faruk Gergerlioğlu, HDP Van Milletvekili Sezai Temelli, HDP Şanlıurfa Milletvekili Nusrettin Maçin, HDP Tunceli Milletvekili Alican Önlü ve HDP Batman Milletvekili Ayşe Acar Başaran’a ait fezlekeler yer aldı.

Süreç nasıl işliyor?

Hakkında suç isnadı bulunan milletvekillerinin dokunulmazlığının kaldırılıp kaldırılmamasına ilişkin talepler, Adalet Bakanlığına sunuluyor. Bakanlık, talebi gerekçeli bir yazıyla Cumhurbaşkanlığına, Cumhurbaşkanlığı ise TBMM Başkanlığına iletiyor.

Meclis Başkanlığına gelen fezlekelerin gündeme alınmasındaki süreç, İçtüzüğe göre işliyor. Milletvekili dokunulmazlığı, İçtüzüğün “Yasama Dokunulmazlığı ve Üyeliğin Düşmesi” başlıklı dokuzuncu kısmının “yasama dokunulmazlığı” alt başlıklı birinci bölümünde düzenleniyor.

Bir milletvekilinin dokunulmazlığının kaldırılması hakkındaki istemler, TBMM Başkanlığınca “Gelen Kağıtlar” listesinde yayınlanarak Anayasa ve Adalet Komisyonu Üyelerinden Kurulu Karma Komisyona havale ediliyor.

Söz konusu fezleke ile Meclis’teki mevcut fezlekeler, sevk edildikleri Karma Komisyonda bekletilebiliyor ya da komisyonda gündeme alınabiliyor. Fezlekelerin gündeme alınması halinde süreç başlıyor. Karma Komisyon toplanıyor ve hangi fezlekeye ait dosyayı değerlendireceğine karar veriyor.

Hazırlık Komisyonu kuruluyor

Hazırlık Komisyonu, kurulduğu andan itibaren en geç 1 ay içinde dosyayı inceleyerek raporunu hazırlıyor. Bu komisyon bütün kağıtları inceleyip gerekirse o milletvekilini dinliyor ancak tanık dinleyemiyor.

Hazırlık Komisyonu, yasama dokunulmazlığının kaldırılması yönünde karar alırsa dosya Karma Komisyona havale ediliyor. Karma Komisyon da 1 ay içinde Hazırlık Komisyonu raporunu ve eklerini görüşerek sonuçlandırıyor.

Karma Komisyon, dokunulmazlığın kaldırılmasına veya kovuşturmanın milletvekilliği sıfatının sona ermesine kadar ertelenmesine karar veriyor.

Karma Komisyon kovuşturmanın ertelenmesini kararlaştırmışsa bu yöndeki raporu Genel Kurulda okunarak bilgiye sunuluyor. Bu rapora milletvekilleri tarafından 10 gün içinde itiraz edilmezse kesinleşiyor, itiraz edilmesi halinde ise rapor Genel Kurul gündemine alınıyor. İtiraz edilmeyen dosyalar Cumhurbaşkanlığına gönderiliyor.

Dokunulmazlığın kaldırılması yönündeki Karma Komisyon raporları, doğrudan Genel Kurul gündemine giriyor. Genel Kurul, raporu kabul ederek dokunulmazlığın kaldırılmasını kararlaştırabileceği gibi, raporu reddederek yargılamanın dönem sonuna ertelenmesine de karar verebiliyor.

Kovuşturma ertelenmiş ve bu karar Genel Kurulca kaldırılmamış ise dönem yenilenmiş olsa bile milletvekilliği sıfatı devam ettiği sürece ilgili hakkında kovuşturma yapılamıyor.

Genel Kurul aşaması

Milletvekillerine dağıtılan Karma Komisyon raporu, Genel Kurulda okunarak görüşülüyor. Biri lehte diğeri de aleyhte olmak üzere, iki milletvekili rapor üzerinde konuşma yapıyor.

Fezlekesi olan milletvekili isterse Hazırlık Komisyonunda, Karma Komisyonda veya Genel Kurulda kendi savunmasını yapabiliyor ya da başka bir milletvekili arkadaşına savunma yapması için bu hakkını verebiliyor.

Söz ve savunma talebi yoksa görüşmeler tamamlanıyor. Daha sonra Karma Komisyonun yasama dokunulmazlığının kaldırılmasına dair raporu oylamaya sunuluyor. Genel uygulamaya göre açık oylama yapılıyor. Genel Kurulda dokunulmazlıkların kaldırılmasına ilişkin oylamada, karar yeter sayısı (151) yeterli oluyor.

Her dosya için ayrı oylama yapılıyor

Genel Kuruldaki oylamada, her milletvekili ve fezleke için ayrı oylama yapılıyor. Bir milletvekili hakkında iki dosya varsa iki dosya ayrı ayrı oylanıp karara bağlanıyor. Dokunulmazlık hangi dosya hakkında kaldırıldıysa yalnızca o fezleke hakkında yargılama yapılabiliyor. Milletvekilinin dönem sonuna bırakılan dosyası hakkındaki dokunulmazlığı devam ediyor.

Genel Kurul kararından sonra milletvekilinin dokunulmazlığı, söz konusu dosya için kaldırılmış oluyor.

Meclis Başkanlığı, dosyayı Cumhurbaşkanlığı aracılığıyla Adalet Bakanlığına gönderiyor. Bakanlık da dokunulmazlığı kaldırılan milletvekili hakkında gereğinin yapılması için dosyası ilgili savcılığa havale ediyor.

Savcılık da dosyanın ulaşmasının ardından soruşturmaya kaldığı yerden devam ediyor, söz konusu milletvekilini tutuklanması talebiyle mahkemeye de sevk edebiliyor ya da tutuksuz olarak yargılanmasına da devam edebiliyor.

Dokunulmazlık kalkıyor, vekillik devam ediyor

Bir milletvekilinin dokunulmazlığının kalkmasıyla milletvekilliği düşmüyor, devam ediyor. Milletvekili maaşını alıyor ve diğer sosyal haklarından yararlanıyor. Tutuklanmamışsa Meclise gelerek yasama çalışmalarına da katılabiliyor.

Ancak milletvekili hakkındaki ceza kesinleştikten sonra Genel Kurulda okunuyor ve o zaman milletvekilliği düşürülüyor.

Milletvekilinin yasama dokunulmazlığının kaldırılmasına veya milletvekilliğinin düşmesine karar verilmesi halinde, Genel Kurul kararının alındığı tarihten itibaren 7 gün içinde ilgili milletvekili veya bir diğer milletvekili, kararın Anayasaya, kanuna veya İçtüzüğe aykırılığı iddiasıyla iptal için Anayasa Mahkemesine başvurabiliyor. Anayasa Mahkemesi, iptal istemini 15 gün içinde kesin karara bağlıyor.

Paylaşın

Merkez Bankası Enflasyonla Mücadelede Neden Ve Nerede Hata Yapar?

Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası (TCMB) Para Politikası Kurulu toplandı. Yüzde 55’e varan bir enflasyona karşılık TCMB yüzde 14’lük politika faizini sabit bıraktı. Piyasa beklentisi de faizin sabit tutulacağı yönündeydi. 

Koç Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Selva Demiralp, Merkez Bankası’nın faiz kararı sonrası BBC Türkçe için değerlendirmelerde bulundu:

“Enflasyon konusunda o kadar hatalı adımlar atıldı ve enflasyon öylesine kontrolden çıktı ki bu noktada artık yakın geçmişteki gibi 5-10 puanlık bir faiz artışı gelse bile ne kadar etkili olacağı şüphe götürür. Öte yandan Fed’in dün başlattığı faiz artırım döngüsüne yüzde 60’lara yükselmesi beklenen bir enflasyonla ne kadar kayıtsız kalabiliriz o da tartışılır.

Enflasyonu düşürmenin bedeli

Enflasyonla etkin mücadele edebilmek için merkez bankasının politika faizini zamanında ve yeterli dozda yükseltebilmesi gerekir. Faiz artışı, ekonominin bilinçli olarak yavaşlatılması, insanların daha az harcama yapabilmeleri ve iş imkanlarının azalması anlamına gelir.

Kısa vadeli de olsa bu bedele katlanacak iradeye sahip olabilmek kolay değil. 1980’de ABD enflasyonunu yüzde 15’ten devralıp 3 sene içinde yüzde 3’e düşüren zamanın Fed Başkanı Volcker’ın aldığı kararların ağırlığı ile ofisinde dört dönerken yerdeki halıyı aşındırdığı söyleniyor.

Enflasyonla mücadelenin bedeli ağır olduğu gibi enflasyon arttıkça ve kemikleştikçe faizlerin gelmesi gereken seviye de yükseliyor. Doz arttıkça ekonominin resesyona girme tehlikesi artıyor.

Merkez Bankası enflasyonla mücadelede neden ve nerede hata yapar?

  • Ekonomiyi hatalı okuma: Siyasi bağımsızlığa sahip bir merkez bankasının enflasyona müdahalede geç kalmasının temel sebebi ekonominin içinde bulunduğu noktayı hatalı okumasıdır. Geriye dönüp baktığımızda bu tür hataları tespit edebilmek daha kolay olsa da içinde yaşarken ekonominin kokusunu doğru alabilmek sanıldığından çok daha zor.
  • Siyasi baskı: Merkez bankasının faiz artırımlarında geç kalmasının altında yatan bir diğer sebep hükümet kanalından gelen düşük faiz beklentileridir. Hükümet neden böyle bir baskı yapar? Çünkü enflasyonu düşürmek için gerekli olan faiz artışı “acı reçetedir”. Yüksek faiz, meyvelerini kısa vadede vermez. Enflasyon bugünden yarına düşmez. Kısa vadede talep yavaşlar, işsizlik artar. Bu durum hükümetin yeniden seçilme şansını azaltır.
  • İktisat prensiplerini hatalı yorumlama: Merkez bankasının enflasyonla mücadelede başarısız olmasının altında yatan bir diğer önemli sebep iktisadi prensiplerle desteklenmeyen adımların atılmasıdır.

Yukarıdaki üç sebep içinde en kolay düzeltilebilir olanı ekonomiyi hatalı okumanın getirdiği geç kalmadır. Çünkü hata fark edildiği anda merkez bankası doğru politikayı devreye sokar. Hatada ısrar etmez. Fed bugün bu örneğe yakın bir tutum sergiliyor.

Ülkemizde enflasyonun kontrolden çıkmasının altında ise yukarıdaki sebeplerin üçünün de payı var. Bu da maalesef enflasyonla mücadeleyi zorlaştırıyor.

Kamuoyunu enflasyonla mücadeleye hazırlamak gerekiyor

Enflasyonla mücadelede kamuoyunun merkez bankasının neden faiz artırdığını anlaması ve bu mücadelede merkez bankasının yanında olması çok önemli. Bu tür bir iş birliği başarıyı hızlandırıyor, ödenecek bedeli azaltıyor.

Şu sıralar ABD medyasında yoğun bir seferberlikle enflasyonun olumuz etkileri, toplumda yarattığı tahribat, faiz artırımlarının enflasyonu nasıl düşüreceği ve neden gerekli olduğu halka anlatılıyor. Toplum, içilmesi gerekilen acı reçetenin yan etkilerine hazırlanıyor.

İlaçtan korkmanın bedeli daha ağır

Yüksek faizin ekonomiyi daraltma tehlikesi halkı ve karar alıcıları yıldırabilir. Merkez Bankası’na ve hükümete faizlerin düşmesi yönünde baskı yapılabilir. Kamuoyunun bilinçlendirilmesi bu nedenle önemli.

Enflasyon hastalığında faiz ilacının denenmiş ve ispatlanmış bir ilaç olduğunu hatırlayıp ilacı yarım bırakmamak ve yola devam etmek gerekiyor.

Bugün Türkiye’de gelmiş olduğumuz nokta ilaçtan korkmanın bedelinin daha ağır olduğunu bizlere net bir şekilde gösteriyor. Biz o hatayı yaptık. Yüksek faizin kısa vadede yarattığı bedeli ödemek istemedik. Fakat bu durum daha fazla refah ve istihdam artışı olarak bize dönmedi.

Yüksek enflasyon alım gücünü törpüledi, gelir dağılımındaki adaletsizlik arttı. Ekonomik büyüme sürdürülebilir olmadığı için işsizlik kayda değer ve istikrarlı bir düşüş göstermedi. Tüm bunları hatırlayıp, hatalarımızdan bir ders çıkarıp tıpkı 2001 sonrası dönemde olduğu gibi tekrar acı ilacı içmeye hazırlanmamız gerekiyor.”

Paylaşın

Vladimir Putin Ne İstiyor?

Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin’in Rusya işgalinin başlangıcında hızla kazanılacağını varsaydığı bir savaş için belirlediği hedefler, bugün biraz daha hafifletilmiş gibi görünüyor.

Ancak net olan şu ki, Putin bunu Rus tarihinde çok önemli bir an olarak görüyor. Rus liderin ilk amacı, Ukrayna’yı ele geçirmek, hükümetini devirmek ve Batılı savunma ittifakı NATO’ya katılma arzusunu tamamen sona erdirmekti.

Rus halkına amacının “Ukrayna’yı askerden ve Nazilerden arındırmak ve Ukrayna hükümetinin sekiz yıl boyunca zorbalık ve soykırımına maruz kalan insanları korumak” olduğunu söyledi.

Putin, “Ukrayna topraklarını işgal etmeyi planlamıyoruz. Kimseye zorla hiçbir şey dayatma niyetinde değiliz” diye ısrar etti.

Bombardıman devam ediyor – ancak barış görüşmelerinden gelen son haberler, Rusya’nın artık hükümeti devirmek istemediğini ve bunun yerine tarafsız bir Ukrayna’yı hedeflediğini gösteriyor.

Putin tüm cephelerde savaşıyor

Öte yandan Putin’in Çarşamba gecesi Rus halkına hitap ettiği konuşma oldukça sıradışıydı. Kremlin’den konuşan Rusya Devlet Başkanı’nın her cephede savaştığını gördük.

Özel askeri operasyon adını verdiği Ukrayna işgalinin plana göre gittiğini söyledi. Konuşmasında Rusya’nın askeri harekatını meşru müdafaa çerçevesine oturtmaya çalıştığını duyduk.

Putin kendi ülkesinde de bir savaşın içinde olduğunu ve uluslararası yaptırım dalgasının burada büyük ekonomik zorluğa ve sosyal huzursuzluğa neden olabileceğini biliyor.

Putin artan enflasyondan ve artan işsizlikten bahsetti. Ekonomik zorluklar şiddetlenmeye başladığında Rus halkının onu suçlamaması için günah keçileri arıyor. Hainleri, dış güçlere hizmet eden köşe yazarlarını ve “Batı yanlısı pislikleri” kınadı.

Başka bir deyişle, “onlara karşı biz, kötülere karşı iyiler” mesajı verdi. Vladimir Putin, Ukrayna işgalinin istenmeyen sonuçlarının sorumluluğundan kaçmak için ülkesinde bir bölünme yaratmaya çalışıyor. Bu konuşmanın Rus toplumu üzerindeki etkisinin ne olacağını bekleyip görmemiz gerekiyor.

(Kaynak: BBC Türkçe)

Paylaşın

Kılıçdaroğlu’ndan Erdoğan’a ‘Köşene Çekil’ Çağrısı

CHP Lideri Kılıçdaroğlu, Cumhurbaşkanı Erdoğan’a çağrıda bulunarak, “20 yıldır iktidardasın kardeşim; ülkeye hizmet etmekten çok kendine, ailene, yakın çevrene, yandaşlarına hizmet ettin. Artık çekil, köşene çekil. Ülkeyi kişisel çıkar peşinde koşmayan, ülkesinin çıkarlarını her şeyin üstünde tutanlar yönetsin.” dedi.

Erdoğan’ın, “Muhalefet, ‘Seçimi kazanırsak ülkedeki mültecileri göndereceğiz’ diyor, biz göndermeyeceğiz” ifadelerini de değerlendiren Kılıçdaroğlu, “Erdoğan sığınmacıları vatandaş yapıp oy mu kullandıracak?” ifadelerini kullandı.

CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, Yetkin Report’tan gazeteci Murat Yetkin’in sorularını yanıtladı.

Cumhurbaşkanı daha önce Suriye’de barış sağlanınca geri dönebileceklerini, hatta Suriye içindeki kampların bu amaca da hizmet ettiğini söylemişti? Söylem değişikliğini neye bağlıyorsunuz?

“Erdoğan ilk defa böyle bir şey söylüyor. Ben bunun altında seçim hesabı olabileceğinden kuşkulanıyorum. Sormak gerekiyor: Sen sığınmacılara vatandaşlık verip, onlara oy kullandırarak koltuğunu mu korumak istiyorsun? Kendi vatandaşlarından değil, Suriyelilerden, Afganlardan medet umarak koltuğunu korumaya çalışan bir anlayış Türkiye’yi yönetemez. Sığınmacılara vatandaşlık vermek istiyorsan gidelim referanduma, halka soralım. Bakalım halk istiyor mu sığınmacılara vatandaşlık verilmesini?”

Siz de ilk defa söylüyorsunuz böyle bir şeyi, yani vatandaşlık için referandumu.

“Evet, ilk defa söylüyorum. Büyük şehirlerden başlayarak sığınmacı gettoları oluşmaya başladı. Sorumlu bir devlet adamı getto oluşumlarının tehlikelerinin de farkında olur. Ama Erdoğan sadece koltuğunu korumaya çalışıyor, artık Türkiye’yi yönetemiyor, böyle bir noktaya geldi.”

Seçim yasasındaki değişiklikler çerçevesinde mi görüyorsunuz sığınmacıları göndermeyeceği çıkışını?

“Seçim yasasındaki değişikliklerin amacı seçimlerde adaleti sağlamak için değil, koltuğunu korumak için… Seçim yasasıyla oynayarak koltuğunu korumayı başkaları da daha önce denedi ama hiçbiri başaramadı. Bir iktidar artık yolcuysa, halk onu gönderir, yasalarla oynayarak kendisini de koltuğunu da kurtaramaz.

Erdoğan’ın artık bir şeyi görmesi lazım. 20 yıldır iktidardasın kardeşim; ülkeye hizmet etmekten çok kendine, ailene, yakın çevrene, yandaşlarına hizmet ettin. Artık çekil, köşene çekil. Ülkeyi kişisel çıkar peşinde koşmayan, ülkesinin çıkarlarını her şeyin üstünde tutanlar yönetsin.”

Haberin tamamı için TIKLAYIN

Paylaşın

DSÖ: Kovid 19 Vakaları Dünya Genelinde Yüzde 8 Arttı

Dünya Sağlık Örgütü, (DSÖ) bir ay süren düşüşün ardından tekrar artmaya başlayan Kovid 19 vakalarının ‘buzdağının görünen kısmı’ olduğunu söyleyerek, salgın karşısında ‘uyanık’ olunması için çağrı yaptı.

Euronews’ta yer alan habere göre; DSÖ, 7-13 Mart arasında haftalık vaka sayısının küresel çapta yüzde 8 arttığını açıkladı. Örgüt, bazı ülkelerin test sayılarını düşürmesine karşın 11 milyon vaka ve 43 bin can kaybının görüldüğü martın ikinci haftasının ocak ayından sonra ilk artışı işaret ettiğini vurguladı.

Bulaşın yayılmasında Omicron varyantının etkili olduğu vurgulandı ve bazı ülkelerdeki düşük aşılama oranı ise yanlış bilgilenmeye bağlandı.

DSÖ Başkanı Tedros Adhanom Ghebreyesus, “Vakalardaki artış, bazı ülkelerde testlerin azaltılmasına rağmen gerçekleşiyor, bu da gördüğümüz vakaların buzdağının sadece görünen kısmı olduğu anlamına geliyor” dedi.

Son dönemde özellikle Çin’de artan vakaların ardından sert karantina kuralları uygulanmaya başladı. Binlerce kişinin yaşadığı kentler tamamen kapatıldı.

Bir dizi uzman ise Avusturya, Almanya, İsviçre, Hollanda ve Birleşik Krallık’ta mart ayının başından bu yana artan vakalarla Avrupa’nın başka bir koronavirüs dalgasıyla karşı karşıya olduğuna dair endişelerini dile getirdi.

Aralarında Türkiye’nin de bulunduğu birçok Avrupa ülkesi, hastaneye yatış oranlarının azaldığı gerekçesiyle kısıtlamaları gevşetme kararı almıştı. Bu kapsamda dışarıda maska takılması ve izolasyon kuralları yeniden düzenlendi.

Paylaşın

ABD’den Yeni Açıklama: 3. Dünya Savaşı İstemiyoruz

Beyaz Saray Sözcüsü Jen Psaki, ABD’nin Ukrayna’ya yönelik açıkladığı güvenlik yardımlarının “taarruz değil savunma amaçlı olduğunu” söyledi. Psaki, Beyaz Saray’da düzenlediği günlük basın toplantısında, Ukrayna Devlet Başkanı Vladimir Zelenski’nin taleplerine ilişkin soruları yanıtladı.

ABD’nin bugün Ukrayna için açıkladığı 800 milyon dolarlık savunma yardımı paketinde hava savunma sistemleri bulunduğunu anımsatan bir gazeteci, Psaki’ye “Ukrayna’ya hava savunma sistemi veriyorsunuz ancak savaş uçağı vermiyorsunuz. Amaç gerginliği azaltmaksa bu ikisi arasındaki fark ne?” sorusunu yöneltti.

Psaki, “Ukrayna’ya sağladığımız yardımlar taarruz değil savunma amaçlı. Dolayısıyla hava savunma sistemleri savunma amacıyla kullanılırken uçaklar taarruz amacıyla kullanılıyor” yanıtını verdi.

ABD’nin Ukrayna’ya savaş uçağı verilmesi ve Ukrayna’da uçuşa yasak bölge tesis edilmesi konusundaki tutumunu değiştirmediğini belirten Psaki “Biz 3. Dünya Savaşı istemiyoruz” dedi.

Psaki “gerginliği artırmamak” için kendilerinin Ukrayna’ya savaş uçağı vermeyeceklerini ancak diğer NATO müttefiklerinin bu konudaki kararlarına da karışmayacaklarını kaydetti.

  • NATO da daha önce uçuşa yasak bölge kararını almayacaklarını açıklamıştı. Kapsadığı bölgede askeri uçuşların yasaklanması demek olan uçuşa yasak bölge kararı, Ukrayna üzerinde uçan Rusya uçaklarının engellenmesini içeriyor ve bu da savaşa ABD veya NATO’nun da katılması anlamına gelebilir.

Zelenski ne istemişti?

Ukrayna Devlet Başkanı Volodimir Zelenski, ABD Kongresi’nin dünkü ortak oturumunda kongre üyelerine hitap etti. Zelenski, çevrim içi oturumda bağlandığı ABD Kongresine savaşla ilgili son durumu ve taleplerini anlattı.

Zelenski, Ukrayna üzerinde uçuşa yasak bölge oluşturulmasını ve S-300 gibi hava savunma sistemleri konusunda ABD’den destek istedi. Zelenski, ülkesinin tarihinin en zor döneminden geçtiğini vurgulayarak, Rusya’nın saldırıları karşısında tüm özgür dünyanın ve özellikle ABD yönetiminin desteğine ihtiyaçları olduğunu söyledi:

Kongre üyelerine Pearl Harbor ve 11 Eylül saldırılarını hatırlatan Zelenski, bu saldırılarda sadece Amerikalıların değil aynı zamanda Amerikan değerlerinin de saldırıya uğradığını, şu an Ukrayna’ya aynı şeylerin olduğunu kaydetti.

“Uçuşa yasak bölge isteği çok mu fazla?”

Zelenski, “Rusya’nın ülkesine binlerce füze fırlattığını ve Ukrayna’da Avrupa’nın 2. Dünya Savaşı’ndan bu yana görmediği bir teröre neden olduğunu” söyleyerek, şu ifadeleri kullandı:

“İnsanların hayatlarını kurtarmak için Ukrayna üzerinde bir uçuşa yasak bölge oluşturulmasını istemek çok mu fazla? Rusya’nın ülkemizi terörize etmemesi için insani bir uçuşa yasak bölge istemek çok mu fazla? Eğer bunun çok fazla olduğunu düşünüyorsanız size bir alternatif sunuyoruz ve S-300 ya da benzeri savunma sistemlerine ihtiyaç duyduğumuzu söylüyoruz.”

ABD’ye “dünya liderliği” çağrısı

Rusya’ya uygulanan yaptırımların da hafifletilmeden sürmesi gerektiğini ifade etti: “Ukrayna’da halkımızı yok etmek için Rusya’nın sizden tek bir sent dahi almadığından emin olun.”

Zelenski, Ukrayna’daki savaşın sona erdirilmesi için bir araya gelecek ülkelerin gerekirse savunma desteği, gerekirse yaptırım, gerekirse siyasi destek konusunda çaba gösterebileceğini söyleyerek, aksi takdirde Ukraynalıların ölmeye devam edeceğini belirtti ve ABD’ye, dünyaya liderlik yapması ve savaşı durdurması çağrısı yaptı.

Müzakeredeki taleplerini anlattı

Zelenski, dün gece yayımladığı video mesajında da “Müzakerelerde önceliklerim kesinlikle net. Savaşın sona ermesi, güvenlik garantileri, egemenlik, toprak bütünlüğünün yeniden sağlanması, ülkemiz için gerçek garantiler, ülkemizin gerçek korunması” dedi.

Rusya askerlerine silah bırakma çağrısı yapan Zelenski, Rusya uçaklarının, kuşatılmış Mariupol’daki yüzlerce insanın saklandığı tiyatroya kasıtlı olarak bomba attığını ve bunun sonucunda binanın yıkıldığını söyledi: “Ölü sayısı henüz bilinmiyor. Rusya’nın halkımıza, Mariupol’umuza, Donetsk bölgemize yaptıklarından dolayı kalbim parçalanıyor. Rusya vatandaşları. Mariupol ablukanızın İkinci Dünya Savaşı sırasındaki Leningrad ablukasından farkı nedir?”

Rusya’ya karşı yeni yaptırım paketlerine ihtiyacın olduğunu ifade eden Zelenski, Avrupa Komisyonu Başkanı Ursula von der Leyen ile yaptığı görüşmede, Avrupa ülkelerine sığınan Ukrayna vatandaşlarının desteklenmesi konusunda anlaştığını da dile getirdi.

Paylaşın

AİHM’e Başvurularda Türkiye Rusya’nın Yerini Aldı

Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi’nin, Rusya’yı bugün resmen üyelikten çıkartması, Moskova’nın Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) içtihatına yönelik sorumluluklarının da sonunu getirdi.

Son yıllarda AİHM’e yapılan başvuru sıralamasında sürekli ilk sırada yer alan Rusya’nın üyeliğinin son bulmasıyla ikinci sırada yer alan Türkiye bu ülkenin yerini aldı.

Strasbourg Mahkemesi’nde 2021 yılı sonu itibarıyla karar için bekleyen şikayetlerde, Rusya 17 bin 13 başvuruyla ilk sırada yer alırken, Türkiye 15 bin 251, Ukrayna 11 bin 372 ikinci ve üçüncü sıraları aldı. Romanya 5 bin 690 ve İtalya 3 bin 646 ile 4. ve 5. sıralarda.

2021 yılı itibarıyla AİHM bekleyen yaklaşık 70 bin davanın yüzde 70’ini Rusya, Türkiye, Ukrayna ve Romanya’dan gelen başvurular oluşturuyordu.

AİHM’de 2021’de açıklanan mahkeme kararlarında daha önceki yıllarda olduğu gibi Türkiye, ifade özgürlüğü alanında yine en fazla mahkumiyeti alan ülke olmuştu. AİHM, geçen yıl 31 davada Türkiye’yi ifade özgürlüğü şikayetinde insan hakları ihlalinden mahkum etmişti.

AİHM, Rusya aleyhine açılan bütün davaların incelenmesini askıya aldı

Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi’nin Rusya’nın resmen üyelikten çıkartılması yönündeki kararının ardından Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) de bir açıklama yaptı. AİHM, Rusya aleyhine açılan bütün davaların incelenmesini askıya aldığını duyurdu.

Rusya’nın üyelikten çıkması ne anlama geliyor?

Rusya’nın komünizmin yıkılışının ardından doğu Avrupa ülkelerinde siyasi sistemlerin demokratikleştirilmesine yardımcı olan Avrupa Konseyi üyeliğinden çıkması sembolik önem taşıyordu.

Ancak Moskova’nın üyelikten çıkmasının en somut sonucu 145 milyonluk Rus halkının bundan böyle konseyin yargı kolu olan Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin (AİHM) korumasından yararlanma hakkının ortadan kalkması.

Rusya’nın üyelikten çıkmasıyla üye ülkelerdeki cezaevi ve karakolları haber vermeden teftiş etme hakkına sahip bağımsız uzmanlardan oluşan Avrupa İşkence ve Kötü Muameleyi Önleme Komitesi, bir daha bu ülkeye ziyaret gerçekleştiremeyecek.

Üye ülkelerin anayasa ve yasalarının Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ne uygunluğunu denetlemekten sorumlu Venedik Komisyonu, yine Moskova hakkında bağlayıcı kararlar veremeyecek.

Öte yandan Rusya’nın üyelikten çıkması konseyin bütçesinde yılda yaklaşık 500 milyon euro yani yüzde 7’lik gibi önemli bir azalmaya sebep olacak.

Rusya’nın üyelikten çıkartılma süreci nasıl işledi?

Rusya’nın, Ukrayna’ya yönelik askeri saldırıları nedeniyle Avrupa Konseyi’nin Bakanlar Komitesi’nde ve Parlamenterler Meclisi’nde temsil hakkı 25 Şubat’ta askıya alınmıştı.

Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi, 10 Mart’ta konseyin tüzüğünün 8. maddesi kapsamında AKPM’den Rusya’ya yönelik alınabilecek yeni yaptırım kararlarını görüşmesini istemişti. Rusya, 28 Şubat 1996’da Avrupa Konseyi üyesi olmuştu.

(Kaynak: euronews)

Paylaşın