TİP Başkanı Erkan Baş’tan “Yerel Seçim” Mesajı

TBMM’de düzenlediği haftalık basın toplantısında konuşan TİP Genel Başkanı Erkan Baş, 31 Mart 2024’te yapılması planlanan yerel seçimlere ilişkin, “Türkiye İşçi Partisi 2024 yılı mart ayında yapılacak yerel seçimlere ülke çapında iddialı bir şekilde hazırlanmaktadır” dedi ve ekledi:

“Pek çok ilde, pek çok ilçede, mahallede, yerel bağları kuvvetli, yurttaşın sözünü güçlendirecek halk örgütlenmeleri yaratmayı, başını AKP’nin çektiği ama AKP’yle sınırlı olmadığını bildiğimiz rantçı, emek, halk, doğa, kadın düşmanı, kayyumcu yerel yönetim anlayışını yenecek bir halk iradesi oluşturmayı, Saray Rejimi’ni ve onun yolunu izlemekten vazgeçmeyen düzen içi siyaset anlayışını zayıflatmayı, sosyalistlerin önderlik ettiği halkçı yerel yönetim ve siyaset anlayışını toplumsal alanda güçlendirmeyi ve gerçek bir alternatifi hayata geçirmeyi, Türkiye İşçi Partisi’nin oy oranını desteğini belirgin biçimde arttırmayı belediye başkanlıkları ve belediye meclis üyelikleri kazanmayı hedefleyen bir seçim çalışmasının startını vermiş bulunuyoruz.”

Erkan Baş açıklamasının devamında, “Parti meclisimiz yerel seçim sürecini sol, sosyalist halkçı yerel yönetim anlayışında ortaklaştığımız dost ve müttefik güçlerle koordinasyon halinde ilerletmeyi öngörmektedir. Bunu son derece önemli buluyoruz ve bu çerçevede yapılmakta olan görüşmeleri sürdürmeyi, çalışmaları güçlendirmeyi hedefliyoruz” ifadelerini kullandı.

Türkiye İşçi Partisi (TİP) Genel Başkanı Erkan Baş, Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde (TBMM) düzenlediği haftalık basın toplantısında konuştu. Erkan Baş’ın açıklamalarından öne çıkanlar şöyle:

“TBMM Başkanı’na seslenmek gerekiyor, zira AYM bildiğiniz gibi aldığı kararı aynı zamanda TBMM’ye de bildirmişti; Can Atalay’ın derhal tahliye edilmesi gerektiği, haksızlığa uğradığı kararını Meclis Başkanlığı’na iletmişti. Aradan geçen bunca zamana rağmen, TBMM’nin bir üyesinin esir tutuluyor olmasına TBMM Başkanı’nın ağzını açıp iki çift laf edememiş olmasını tarih kayıt altına almıştır. Dün milletvekili arkadaşlarımız Plan ve Bütçe Komisyonunda, Adalet Bakanlığı’nın bütçe görüşmelerine katıldı. Adalet Bakanı’nın sunumunda sanki bu ülkede hiç böyle bir şey yokmuş gibi, konuya ilişkin tek bir laf etmemesi aslında nasıl bir tabloyla karşı karşıya olduğumuzu gösteriyor.

Karşılarında yandaş gazeteciler, eş dost, akraba olunca yalan ya da yanlış konuşuyorlar, ama konunun muhatapları, milletvekili arkadaşlarımız karşısındayken ağzını açıp bir çift söz edemeyen Adalet Bakanı. Sorunca ‘Ben Adalet Bakanıyım, tarafsızım’. Bu konu bu ülkede gündem olduğu ilk andan beri en çok konuşan kişi sensin, yargıya doğrudan talimatları veren kişi sensin, daha burada yemin töreninin ardından Can Atalay’ın hükümlü olduğu yalanını kamuoyuna söyleyen sensin, daha sonra 14. maddeyi uydurup gündeme getiren sensin, ama şimdi işler arap saçına dönünce, bu saçmalığın altında kendisi de kalınca ne yapacağını bilemez durumda.

Değerli arkadaşlar, tekrar ediyoruz: Biz bu saçmalığa alışmayacağız, biz bu saçmalığı kabul etmeyeceğiz. Can Atalay o zindandan çıkıp, buraya gelip, yemin edip, Hatay halkının kendisine verdiği görevi yerine getirene kadar gündem etmeye, bunun için mücadele etmeye ve Can’ı o zindandan çıkarıp almaya kararlıyız.

İlk günden bu yana defalarca aynı şeyi söyledik, ‘Mesele sadece bir milletvekiliyle ilgili değil, mesele Türkiye İşçi Partisi’nin meselesi değil, mesele sadece bizim meselemiz değil’ dedik. Sanki bu söylediğimize bir yeni ispat, yeni bir delilmiş gibi, bu memlekette adaletin nasıl kanayan bir yara haline geldiğini gösteren yeni bir örnekle karşı karşıyayız. Sevgili Hrant Dink’in katili tetikçi Ogün Samast geçtiğimiz günlerde serbest bırakıldı. Altını çizerek söylüyorum, bir çocuktan karanlık yaratan sistemi sorguluyoruz.

Bunun tartışılması, bunun konuşulması gerektiğini söylüyoruz. Yani sanki Hrant Dink’i tek başına kendisi kazara öldürmüş gibi, ‘Cezası bitti o yüzden tahliye edildi’ yorumlarının yapılmasını akla vicdana sığdırmak mümkün değil. Ortada bu cinayetle ilgili örgütlü bir suç olduğu herhalde bu ülkede yaşayan herkesin kabul edeceği en çıplak gerçeklerden bir tanesi. Ama mesele bireysel bir suçmuş gibi, zaten yaşı da küçük, yetmemiş üstüne bir de iyi halden tahliye kararı verilmiş.

Değerli yurttaşlar, bütün işin tozunu, dumanını bir kenara bırakalım. Vicdanı olan herkese seslenmek istiyorum, vicdanı olan herkese sormak istiyorum. Sevgili Hrant Dink’in bir çete tarafından, bir suç örgütü tarafından, üstelik büyük bir planın parçası olarak tasarlanarak, planlanarak, canice öldürüldüğüne ilişkin en küçük bir şüphemiz var mı? Bu cinayeti işlemiş tetikçi şu anda salıverilmiş, ortalıkta geziyor ama bu memlekette fikrini söyleyen, yazan, çizen, düşünen, konuşan, belki de halkın söyleyemediği şeyleri görev bilip, sorumluluk bilip yüksek sesle söyleyen yüzlerce, binlerce siyasetçi şu anda bu iktidar tarafından cezaevinde tutuluyor. Bu mudur adalet? Bunu vicdanını anlatabilen tek bir kişi var mı?

Üstelik toplumun sinir uçlarıyla oynayıp insanları artık açıkça tahrik eden bir yaklaşımla karşı karşıyayız. Bir tarafta bir yargı krizi tartışılıyor, bir milletvekilinin haksız biçimde cezaevinde tutulması tartışılıyor, aynı günlerde bir tetikçi salıveriliyor. Kamuoyu tartışıyor, ortada örgütlü bir suç vardı, nasıl olur? Ve tahliyenin hemen arkasından örgütlü suç kapsamındaki iddianame kabul ediliyor. Yani aslında bunun örgütlü bir suç olduğu ve bundan da yargılanması gerektiği hepimiz tarafından bilinirken, tahliyeden sonra ‘ silahlı terör örgütüne üye olmamakla beraber silahlı terör örgütü adına suç işleme’ suçlaması yapılıyor. Ne zaman bu suçlama? Tahliyeden sonra. Basit bir suçlama değil, değil mi? Yani biz yanılmıyoruz. Tahliyeden 2 gün sonra bu suçlamayla yeni bir iddianame hazırlanıyor. Üstelik kan dondurucu başka bir şeyi paylaşacağım şimdi, bir iddia şu, yaş küçük olduğu için zaman aşımı süresi 15 yıldır deniyor.

Peki iddianame ne zaman hazırlanıyor? Suç duyurusundan 283 gün sonra, yani tahliye edildikten 2 gün sonra, yani zaman aşımının dolmasından sonra. Şimdi pekala ‘Dosya zaman aşımına girmiştir’ diye bir karar çıkabilir. Mesele, yurttaşın buna vereceği tepki ne olacak? Biz bunu sindirecek miyiz, sindirmeyecek miyiz? Vicdanı olan herkese sesleniyorum, karşı karşıya olduğumuz tablo aslında anlatmaya bile gerek duyulmayacak, bakınca herkesin görebileceği bir tablo. O yüzden net ifade ediyorum, bu memlekette adalet yoktur. Bu memlekette adalet zenginler için vardır, iktidar yanlıları için vardır, iktidarın işini gören katiller için vardır ama bu memlekette sizin için, benim için, bizim için, bu ülkedeki namuslu, onurlu, şerefli insanlar için adalet ayaklar altına alınmıştır. Bunu kabul etmeyeceğiz, bununla mücadele edeceğiz, buna isyan edeceğiz.

Nur topu gibi yeni bir gündemimiz oldu şimdi, Tayyip Erdoğan uçakta yaptığı açıklamayla ‘Şu ‘50+1’ de biraz fazla oldu’ diyor. Pes diyoruz, pes. Yıllardır bunu tartışmıyor muyuz biz? Yıllardır bu ülkenin gündemi bu değil mi? Siz bu ülkeyi kutuplaştırarak yönetiyorsunuz, insanları düşmanlaştırarak yönetiyorsunuz, devlet olanaklarını ele geçirdiniz, istediğiniz gibi sadece sizin için sizin ihtiyacınıza göre anayasalar dikip biçiyorsunuz memlekete. Durum şu, sadece kendisi için dikilmiş bir anayasa var. Tayyip Erdoğan zayıfladı, eskiden 50 kiloydu, şimdi 30 kiloya düşünce üstüne bol geliyor. Sonra haber salıyor etrafa, ‘Gelin şunu biraz daraltalım, bir terziye götürelim, bizim şimdiki ihtiyaçlarımızı görmüyor, daraltalım.

Çok açık söylüyorum: MHP’yle hesabı nedir, yani o iç hesaplar nedir hiç bilmiyorum, kendi cümleleriyle söyleyeyim, böyle kimin eli kimin cebinde ben bilmem; kim kime ne alıyor, ne veriyor gerçekten bilmiyorum. Ama bütün bu hesaplarda kaybedenin vatandaş olduğunu, kaybedenin bu ülke olduğunu yaşayarak öğrendik zaten. Siyaset bu alana sıkıştığı sürece, siyaset pazarlık olunca, siyaset kişisel ikbal olunca, siyaset koltuk derdi olunca, siyaset kendini zenginleştirme, eşi dostu, yandaşı, servet sahibi yapma halini alınca vatandaş hep kaybediyor. O yüzden bu hesapların hiçbiriyle ilgilenmiyoruz, hepinizin canı cehenneme! ‘Tümünün canı cehenneme’ diyoruz.

Başka bir şey yapacağız, çok zor bir şey yapacağız ama bu ülkede temiz bir siyaset sayfası açacağız. Yeni bir siyaset anlayışını bu ülkede egemen kılacağız. Öyle vatandaşı görmeyen, vatandaş ne derse desin yeter ki bana oy versin, yeter ki siyasete bulaşmasın, biz de ahbap çavuş ilişkileriyle, Karagöz-Hacivat oyunlarıyla siyaseti istediğimiz gibi dizayn edelim diyen bu anlayışın tümden karşısına çıkıyoruz. Biz Erdoğan’ın bu anayasa değişikliğini reddediyoruz. Ama esas olarak bu siyaset tarzını, bu siyaset tavrını reddediyoruz.

Biz bu bozuk siyaset düzenini topyekûn değiştirmeye talibiz. Öyle kapı arkalarında konuşulanlarla falan kalmasın, çıkalım halkın önünde anlatalım: Bak kartları yeniden karmak istiyorlar, belli ki Tayyip Erdoğan seçeneklerini arttırmak istiyor, belli ki MHP kazandığı mevzileri kaybetmekten korkuyor. İki taraf da yeni hesaplar içerisine girmiş. Açık konuşuyorum, muhalefette de bu hesapların parçası olanlar olduğunu biliyoruz. Yani Tayyip Erdoğan kendi kendisine oynamıyor bu oyunu. ‘MHP’yi kenara bırakırım, İYİ Parti’yle yapar mıyım acaba’ diye düşünüyor, ‘Bizim eski arkadaşlar, Saadet, Deva, Gelecek, bunlarla yapar mıyız acaba’ diye düşünüyor.

O cenahlarda da buna hayırhah bakanlar olduğunu biliyoruz, o yüzden biz bu iktidarı dümdüz reddediyoruz. Bu iktidarı dümdüz reddediyoruz ama bu muhalefet anlayışını da reddediyoruz. Bu muhalefet anlayışıyla da bu memleketin karanlığa mahkum olduğundan eminiz. O yüzden yurttaşa çağrı yapıyoruz, gelin bu kirli, pazarlıkçı, ben merkezci siyaset anlayışını reddedelim, bu memlekette yeni bir siyasi anlayışı egemen kılalım. Halkın söz, yetki, karar sahibi olduğu yepyeni bir siyaset anlayışını, temiz bir siyaset anlayışını bu ülkeye kazandırabiliriz. Zordur ama hep beraber arkasında durursak yaparız, başarırız.

Geçtiğimiz hafta ‘Gelirde adalet, vergide adalet’ için yürüyen DİSK’li arkadaşlarımıza teşekkür ediyorum. İşte adalet tartışacaksak bunları tartışmamız lazım. Adaletsizlik nedir? Yıllarca çalışmış, emek vermiş, devlete vergisini primini ödemiş, tüm yurttaşlık görevlerini yapmış ama emekli olunca açlığa, yoksulluğa mahkum edilmiş insanların bu kadar çok olması bir adaletsizlik fotoğrafıdır. Bir tarafta milyonlarına milyonlar katanlar varken, bir tarafta çocukların aç olması adaletsizliktir.

Akıl almaz bir durumla karşı karşıyayız. Aralık ayına geldik, artık yeni bütçe tartışılıyor Meclis’te. Önümüzdeki günlerde asgari ücret, emeklilerin ücretleri yeniden tartışılacak. Aylardır emekliye ara zam diye tartışılmadı mı kamuoyunda? Neredeyse her kabine toplantısından sonra ‘Acaba ara zam gelecek mi’ diye tartışıldı. Ne oldu? Geldik aralık ayına, emekli yoksullukla boğulmaya devam ediyor. Oysa bu ülke için çalışmış, alın teri dökmüş ve primini ödemiş, şimdi hakkını isteyen insandır emekli. Ama öyle bir duygu durumu yaratıyorlar ki, bir de bu yandaş yazarları aracılığıyla bunları yazıyorlar, sanki emekliler hakkını değil de cepten bahşiş istiyor. Bu insanlar yıllarca prim ödemiş, senin şimdi devlet olarak o birikmiş primi ödemen lazım. Şimdi sen o primi ödüyorsun. Hakkı olanı vereceksin ama yok. Onun çok azını ödüyor. Hani bu primlerin doğru düzgün değerlendirilmesini bir kenara bırakıyoruz. Devlet tahvillerinde bile değerlendirilse daha yüksek olacakken çok daha altında rakamlarla mahkum ediyorsun.

2008 yılına kadar bir emekli çalışırken aldığı maaşın aşağı yukarı yüzde 70-75’ini alıyordu, şimdi bu oran yüzde 33’lere, 30’lara düşmüş durumda. Oysa yapılması gereken neydi? Doğru düzgün zam verilseydi, ‘en düşük emekli maaşı’ gibi birtakım garabetler geliştirilmeyip aylık bağlanma oranları düzenlenmiş olsaydı belki emekliler bugün daha iyi yaşayacaktı.

Bütün bunları niye anlatıyorum? Çalışma Bakanlığı imzalı bir ilan gördüm, diyor ki primlerinizi zamanında ödüyorsanız, prim borcunuz yoksa, SGK primlerinin yüzde beşi hazineden karşılanacakmış. Böylece 291 milyar 889 milyon TL hazineden SGK primi ödenmiş. Normalde işveren payına düşen, patronun ödemesi gereken primi devlet almıyor. Herkes bilsin, devletin patronlardan almaktan vazgeçtiği toplam para 2 trilyon 210 milyon TL olmuş, hepimize ait olması gereken bu paradan devlet patronlar lehine vazgeçmiş. Sonra bu memlekette niye yoksulluk artıyor? Yani çok açık. Hani bir laf vardır ya ‘Vergiyi tabana yaymak lazım’ diye, bu memlekette vergiyi sadece taban ödüyor, vergiden toplanan paralarla tavan zengin ediliyor. Yapılması gereken tam tersidir. Tavandan alacaksın, çok kazanandan alacaksın, ihtiyacı olana, halka, yoksula, emekçiye dağıtacaksın. Türkiye’de yapılan da bunun tam tersidir. Bizi çalıştırıyorlar, eziyorlar, sömürüyorlar, bizden kazandıkları parayla da götürüp patronları af, teşvik, prim almama gibi tercihlerle zengin ediyorlar.

“3,5 milyon hane ancak sosyal yardımlar sayesinde karnını doyurabilir”

Peki nasıl bir ülkede yapıyorlar bunu? Milyonlarca insan yoksul. Doğrudan Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığının rakamlarından konuşuyorum size. Diyorlar ki nisan ayında 3,3 milyon, mayıs ayında 3,5 milyon, haziran ayında 3,5 milyon, temmuz ayında 3,7 milyon hane aile destek programından desteklenmiş. Bakanlık bunu övüyor, kendini övüyor, ‘Bakın rakam artıyor’ diyor. Bu insanlar niye desteklenmek zorunda kalıyor? Bu ülkede niye yoksulluk artıyor? Bu ülkede niye sefalet artıyor? Çünkü sen bu insanların hakkı olanı alıyorsun, bir avuç zengini daha zengin ediyorsun. Öyle bir ülke haline geldik ki 3,5 milyon hane ancak sosyal yardımlar sayesinde karnını doyurabilir noktaya gelmiş. Devam ediyorum, 4 kişilik bir hanede çocuklardan bir tanesini işe gönderseniz, 3 kişi asgari ücretle çalışsanız eve girecek para 44 bin 573 lira olan yoksulluk sınırının altında, bu kadar utanmazlık olabilir mi? Bir evde dört kişi yaşıyorsa, ‘yoksul’ olabilmek için ihtiyaç duyduğu parayı 3 kişi çalışarak kazanamıyor.

Sağlık Bakanlığı 2018-2023 eylem planında 2023 yılında bodurluğun ve kronik açlığın yüzde 5 ila 10 arasında azaltılmasını hedefliyormuş. Peki, bakıyoruz durum ne? Dünya Gıda Örgütü 2022 yılı verilerine göre Türkiye’de nüfusun yüzde on sekizi, 14 milyon 800 bin insan yetersiz besleniyor. Utanç verici. Birleşmiş Milletler 2023 Sürdürülebilir Kalkınma Raporuna göre yetersiz beslenmenin yaygınlık oranı yüzde 2,5 ama 5 yaş altı çocuklarda bodurluk oranı yüzde 5,5’a gelmiş. TÜİK diyor ki, 5 yaş çocuklarda gelişme geriliği oranı yüzde 5,5, açlığa bağlı aşırı kilolu çocuk oranı yüzde 8.

Arkadaşlar, kardeşler, sesimiz ulaştığı herkes, çocuklarımızı kaybediyoruz! Bakın 2022 yılında suça sürüklenen çocuk sayısı 601 bin 754. 601 bin çocuk suça sürüklenmiş, bu ülkeyi yönetenler utanmıyor musunuz? Cinsel suç mağduru çocuk sayısı 2022 yılında 31 bin 900. Her gün 88 çocuk ya, her gün 88 çocuk! O şatafatlı makam odalarınızdan daha mı değersiz bu ülkenin çocukları, o arabalarınızdan daha mı değersiz, yatlarınızdan, katlarınızdan, villalarınızdan daha mı değersiz bu ülkenin çocukları? Söyleyecek söz bulamıyoruz.

Siz öyle bir iktidarsınız ki, işte Akbelen, hepimizin gözü önünde yaşandı. Güzelim Akbelen ormanlarını üç kuruş para için mahvettiniz. Şimdi dinamikler patlıyor, yurttaşlar bize ulaştılar, Akbelen tarih olmaya doğru gidiyor. Bir haftadır evlerinde, zeytinliklerin hemen yanında patlamalar yaşanıyor. Evlerde çatlaklar oluşuyor, her gün deprem oluyor Akbelen’de. Üstelik şu an köylü zeytin hasadında, 45 bine yakın zeytin ağacı olmasına rağmen, Zeytin Kanunu’na rağmen, hala orman vasfını kaybetmemiş olmasına rağmen dünyanın en verimsiz kömürünü çıkartmak için Akbelen’de dinamitler patlatıyorlar. Jandarma da o dinamitçileri koruyor işte, talimat öyle gelmiş. Hiçbir kurum görevini yapmıyor, İkizköylüler yüzlerce yıldır yaşadıkları topraklara, ağaçlara, kuşlara, kaplumbağalara suyuna sahip çıkmak için kendi başlarında mücadele ediyorlar. Oradaki yurttaşları sevgiyle selamlıyoruz.

İktidar ‘dünya rekorları’ kırmaya devam ediyor. Zonguldak’ın Ereğli ilçesinde fırtına nedeniyle liman açığında bekleyen kuru yük gemisi batıyor, 12 mürettebat hayatını kaybediyor. Hangi çağda yaşıyoruz arkadaşlar? Bir hafta öncesinden Karadeniz’de bunların yaşanacağı, tüm o rüzgar yükünün Ereğli’ye geleceği belli. Ama önemli değil, önemli olan para. 10 kişi ölmüş, 20 kişi ölmüş, 50 kişi ölmüş, 300 kişi ölmüş, para kazanıyorsanız sorun yok. İşte bütün hesaplaşmamız bu. Para mı insan mı? Bu iktidarla bizim aramızdaki kavganın özeti budur. Bunlar para için her şeyi yaparlar, biz de insan için her şeyi yaparız.

“Yerel seçim sürecini sol, sosyalist halkçı yerel yönetim anlayışında…”

Geçtiğimiz hafta cumartesi ve pazar günleri Türkiye İşçi Partisi’nin Parti Meclisi toplandı. Toplantımızda yaklaşan kongremiz ile beraber mart ayında yapılacak yerel yönetim seçimlerini de gündem olarak ele aldık. Bu kapsamda aldığımız kararlar hafta içinde parti örgütlerimize iletildi. Buradan bir kısmını kamuoyuyla da paylaşmak istiyorum.

Türkiye Partisi 2024 yılı mart ayında yapılacak yerel seçimlere ülke çapında iddialı bir şekilde hazırlanmaktadır. Pek çok ilde, pek çok ilçede, mahallede, yerel bağları kuvvetli, yurttaşın sözünü güçlendirecek halk örgütlenmeleri yaratmayı, başını AKP’nin çektiği ama AKP’yle sınırlı olmadığını bildiğimiz rantçı, emek, halk, doğa, kadın düşmanı, kayyumcu yerel yönetim anlayışını yenecek bir halk iradesi oluşturmayı, Saray Rejimi’ni ve onun yolunu izlemekten vazgeçmeyen düzen içi siyaset anlayışını zayıflatmayı, sosyalistlerin önderlik ettiği halkçı yerel yönetim ve siyaset anlayışını toplumsal alanda güçlendirmeyi ve gerçek bir alternatifi hayata geçirmeyi, Türkiye İşçi Partisi’nin oy oranını desteğini belirgin biçimde arttırmayı belediye başkanlıkları ve belediye meclis üyelikleri kazanmayı hedefleyen bir seçim çalışmasının startını vermiş bulunuyoruz.

Parti meclisimiz yerel seçim sürecini sol, sosyalist halkçı yerel yönetim anlayışında ortaklaştığımız dost ve müttefik güçlerle koordinasyon halinde ilerletmeyi öngörmektedir. Bunu son derece önemli buluyoruz ve bu çerçevede yapılmakta olan görüşmeleri sürdürmeyi, çalışmaları güçlendirmeyi hedefliyoruz.

Yerel Seçim Komisyonumuz, Merkez Yürütme Kurulu tarafından belirlenen yerelliklerde, bölgenin sorunlarına nasıl çözüm bulunabileceğine odaklanan, farklı uzmanların, yerel halkın, o yereldeki sendika ve emek örgütlerinin, yerel derneklerin katılımlarıyla çalıştaylar örgütlenmesine karar vermiştir. Bu çalıştaylar ocak ayına kadar tamamlanacak ve çalıştaylardan çıkan sonuçlara göre partimizin adayları belirlenecektir.

Son olarak partimiz büyükşehir, il, ilçe, belde, belediye başkanlıkları, belediye meclis üyelikleri ve il genel meclis üyelikleri için aday adaylığı başvurularını başlatmıştır. Parti üyesi olsun olmasın, buradan bu ülkenin tüm temiz insanlarına çağrı yapıyoruz: Siyaseti kirli bir oyun olmaktan çıkarın. Siyaseti parası çok olanların, eşini dostunu, akrabasını zengin etmek için uğraşanların ve onlara hizmetle kendilerini yükümlü görenlerin kirli oyunu olmaktan çıkartmak zorundayız.

Halka sadece seçmen olarak değer veren, bizi, aslında her şeyi yaratan ve yaratabilme gücü olan milyonlarca insanı insan yerine bile koymayan bu siyaset anlayışına karşı, halkın kendi öz gücüne dayanan yeni bir siyaset anlayışını, pazarlıksız, halkın dışında hiçbir güç odağını tanımayan, hiçbir güç odağına boyun eğmeyecek, hakkını savunacak, emekçinin hakkını savunacak, kadının hakkını savunacak, gencin hakkını savunacak, kenti rant değil yaşam alanı olarak görecek, doğayla uyumlu insanca yaşayabileceğimiz kentleri inşa edecek yeni bir siyaset anlayışını hayata geçirmek için tüm yurttaşlarımızı partimizle birlikte yerel seçim süreçlerine aktif rol almaya, birlikte aday belirlemeye, aday olmaya ve yeni bir mücadele sürecine kararlılıkla girmeye davet ediyorum. Zor bir iş ama başarabileceğimizden, yeni önemli örnekler yaratabileceğimizden hiçbir kuşkumuz yok. Bu kirli siyaset dünyasını reddedelim, halkın yeni siyaset sayfasını hep birlikte açalım.”

Paylaşın

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir