YSP Milletvekili Ömer Öcalan Hakkında Soruşturma

Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından, YSP Şanlıurfa Milletvekili Ömer Öcalan hakkında PKK lideri Abdullah Öcalan hakkındaki sözleri nedeniyle resen soruşturma başlatıldı.

Haber Merkezi / Yeşil Sol Parti (YSP) Şanlıurfa Milletvekili Ömer Öcalan, katıldığı bir programda aynı zamanda amcası olan Abdullah Öcalan için “Serbest bırakılması için mücadele etmekteyiz, mücadelemiz sayın Öcalan ve Kürdistan özgür olana dek devam edecektir” dedi.

Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı, bu ifadeleri nedeniyle YSP Şanlıurfa Milletvekili Ömer Öcalan hakkında resen soruşturma başlattı. Başsavcılık açıklamasında şu ifadeler kullanıldı:

“28.Dönem Milletvekili Ömer ÖCALAN’ın 29.09.2023 tarihinde “Ailelerimizle örgütlü ve özgür yaşamı büyütüyoruz” temalı programa katılarak, “Abdullah Öcalan’ın serbest bırakılması için mücadele etmekteyiz, mücadelemiz sayın Öcalan ve Kürdistan özgür olana dek devam edecektir” şeklinde sözler söylediği ve bu sözlerin muhtelif haber sitelerinde yayınladığı tespit edilmiş olup, bahse konu açıklamaların 3713 Sayılı Terörle Mücadele Kanunu kapsamında suç unsuru içerdiği değerlendirildiğinden, adı geçen milletvekili hakkında Ankara Cumhuriyet Başsavcılığımızca re’sen soruşturma başlatılmıştır. Kamuoyuna saygıyla duyurulur.”

Ömer Öcalan kimdir?

Ömer Öcalan, 1987 yılında Şanlıurfa’nın Halfeti ilçesinin Ömerli köyünde dünyaya geldi. Baba adı Mehmet, anne adı Fehime’dir. Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi Gazetecilik Bölümü mezun olan Ömer Öcalan, 2014-2016 yılları arasında Demokratik Bölgeler Partisi (DBP) Mardin İl Eş başkanlığını görevini yürüttü.

Ömer Öcalan, 24 Haziran 2018 genel seçimlerinde Halkların Demokratik Partisi’nden (HDP) Şanlıurfa Milletvekili seçilerek TBMM’de yasama çalışmalarına katıldı. Ömer Öcalan, evli ve 2 çocuk babasıdır.

Paylaşın

Yeşil Sol Parti’den İsim Değişikliği: Demokratik Halklar Partisi

Yeşil Sol Parti (YSP), 15 Ekim’de gerçekleştireceği olağanüstü büyük kongreye isim değişikliğiyle gidiyor… Yeşil Sol Parti (YSP) MYK, partinin yeni ismini ‘Demokratik Halklar Partisi’ olarak belirledi.

Yeşil Sol Parti (YSP) Merkez Yönetim Kurulu (MYK) toplantısı bugün gerçekleştiriliyor. Gündemde 15 Ekim’de gerçekleştireceği olağanüstü büyük kongre, siyasi gelişmeler ve partideki isim değişikliği var.

ArtıTV’nin haberine göre, Yeşil Sol Parti’nin yeni ismi de belli oldu. Yeşil Sol Parti yoluna Demokratik Halklar Partisi olarak devam edecek.

Yeşil Sol Parti yönetimi, yaz başından bu yana, parti örgütleri ve bileşenlerden yeni isim önerilerini almıştı. İsim değişikliğinde, parti tabanından gelen, Kürt siyasi hareketinin temsil edildiği siyasi partilerle benzer bir isim değişikliğine gidilmesi talebi etkili olmuştu.

Anayasaya göre kapatılan siyasi partiler, aynı isimle yeniden faaliyet gösteremediği için, benzer isimler için öneriler alınmıştı. Edinilen bilgiye göre partiye en çok “Demokratik Halklar Partisi” önerisi geldi ve bu isim ağırlık kazanmıştı. İkinci alternatif olarak ise “Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi” önerilmişti.

Ancak, yasal bir engel olmaması halinde Yeşil Sol Parti’nin yeni isminin Demokratik Halklar Partisi olması görüşü ağırlık kazanmıştı.

15 Ekim’de gerçekleştireceği olağanüstü büyük kongrenin ardından ise hızla yerel seçim için hazırlıkların başlatılması planlanıyor. Bu kapsamda, 2024 yerel seçimlerine ilişkin politikaları belirlemek üzere Kasım ayı başında geniş katılımlı bir yerel yönetimler konferansı toplanması kararlaştırılmıştı.

Paylaşın

YSP Kongrede İsim Değiştirmeye Hazırlanıyor: DHP, HEDEP

Yeşil Sol Parti (YSP), 15 Ekim’de gerçekleştireceği olağanüstü büyük kongrede isim değişikliğine gidecek. Edinilen bilgiye göre partiye en çok “Demokratik Halklar Partisi” önerisi geldi ve bu isim ağırlık kazandı.

İkinci alternatif olarak ise “Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi” önerildi. Ancak, yasal bir engel olmaması halinde Yeşil Sol Parti’nin yeni isminin Demokratik Halklar Partisi olması görüşü ağırlık kazandı.

Yeşil Sol Parti (YSP), kongrede, isim değişikliğinin yanı sıra, eş genel başkanları kapsayacak şekilde parti yönetimi ve politikalarında önemli değişikliğe gidecek.

BBC Türkçe’den Ayşe Sayın‘ın edindiği bilgiye göre eş başkanlık için Siirt Milletvekili Tuncer Bakırhan ile Adana Milletvekili Tülay Hatimoğulları Oruç’un isimleri öne çıktı. Kongre sonrasında yerel seçim sürecine yoğunlaşacak olan parti, yerel seçimlerde sadece muhalefete değil, iktidar partisine de “müzakere” kapılarını açık tutacak.

Yeni dönemde, Kürt sorununun çözümü için kampanya başlatılması, bu kapsamda parti yönetici ve milletvekillerinin, 1 Ekim’de Meclis’te, yeni anayasa çağrısı yapan AKP’yle masaya oturmak için, Abdullah Öcalan’a tecride (görüş yasağı) ve kayyım uygulamasına son verilmesi koşulunu da içeren “deklarasyon” açıklaması planlanıyor.

Kapatma davası nedeniyle Halkların Demokratik Partisi’nden ayrılanların çatısı altında buluştuğu Yeşil Sol Parti, 15 Ekim’de Olağanüstü Kongresini Atatürk Spor Salonu’da yapacak. Kongre gündeminde ise partinin isim, yönetim ve eş genel başkan değişikliği olacak.

Kongreden sonra ise yerel seçim stratejisinin belirlenmesi için bir “Yerel Yönetimler Konferansı” düzenlenecek, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın yaptığı “yeni anayasa” çağrısına ilişkin politikalar belirlenecek.

Yeşil Sol Parti yönetimi, yaz başından bu yana, parti örgütleri ve bileşenlerden yeni isim önerilerini aldı. İsim değişikliğinde, parti tabanından gelen, Kürt siyasi hareketinin temsil edildiği siyasi partilerle benzer bir isim değişikliğine gidilmesi talebi etkili oldu.

Anayasaya göre kapatılan siyasi partiler, aynı isimle yeniden faaliyet gösteremediği için, benzer isimler için öneriler alındı. Edinilen bilgiye göre partiye en çok “Demokratik Halklar Partisi” önerisi geldi ve bu isim ağırlık kazandı. İkinci alternatif olarak ise “Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi” önerildi.

Ancak, yasal bir engel olmaması halinde Yeşil Sol Parti’nin yeni isminin Demokratik Halklar Partisi olması görüşü ağırlık kazandı. Yeşil Sol Parti’nin halen 100 asil 40 yedek üyeden oluşan Parti Meclisi’nin üye sayısı da azaltılacak. Kesinleşmemekle birlikte asil üye sayısının 70’e indirilebileceği belirtiliyor.

Partinin logosunun aynı kalması, ancak, oy pusulasında beyaz zeminin görünür olmaması nedeniyle, zeminin renklendirilmesi planlanıyor. Kongre sonrası genel merkez olarak şu anda HDP’nin kullandığı bina kullanılmaya devam edecek, Demokratik Bölgeler Partisi’nin kullandığı bina ise “parti okulu” haline getirilecek.

HDP’de olduğu gibi Yeşil Sol Parti’de de eş başkan adayları, mutabakat komisyonları tarafından belirleniyor. Eş başkan adaylarını belirlemek için toplantılarına başlayan komisyonlara, parti tabanından en fazla önerilen isimler, kendini fesheden Demokratik Halk Partisi’nin (DEHAP) genel başkanlığını da yapan, eski Siirt Belediye Başkanı ve halen bu ilin milletvekili olan Tuncer Bakırhan ile bileşen siyasi partileri temsilen Adana Milletvekili Tülay Hatimoğulları Oruç oldu.

Partide, mutabakat komisyonlarından, iki ismin eş genel başkan adayı olarak çıkması yüksek olasılık olarak görülüyor. Parti kulislerinde Bakırhan tercihinde, DEHAP’tan bu yana Kürt siyasi hareketi içinde tanınan ve taban tarafından benimsenen bir isim olması; Hatimoğulları Oruç’un da deneyimli bir siyasetçi ve milletvekili olması etkili oldu.

“Kayyıma son verilsin”

Kongrenin ardından ise hızla yerel seçim için hazırlıkların başlatılması planlanıyor. Bu kapsamda, 2024 yerel seçimlerine ilişkin politikaları belirlemek üzere Kasım ayı başında geniş katılımlı bir yerel yönetimler konferansı toplanması kararlaştırıldı.

2019 yerel seçimlerinde Batı’da, özellikle İstanbul, Adana, Mersin gibi illerde CHP adaylarını destekleyen partinin yeni yönetiminin, 2024 seçimleri için ise köklü politika değişikliğine gitmesi ve iktidara da seçim işbirliği için “müzakere” çağrısı yapılması tartışılıyor.

Parti kaynakları, yerel seçimlerde sadece muhalefetle değil, koşullarının kabul edilmesi halinde iktidar partisiyle de hem yerel seçim işbirliği hem de “yeni anayasa” konusunda müzakereye açık olunacağını ifade ediyorlar.

Bu konudaki koşullarının Abdullah Öcalan’a görüşme yasağının (tecrit) kaldırılması ve partili belediyelere “kayyım” atamalarının son bulması, haklarında göreve iade kararı bulunan belediye başkanlarının görevlerine yeniden atanmasının olacağı ifade ediliyor.

Yerel seçimler: Adaylar önseçimle belirlenecek

Yeşil Sol Parti bir yandan da seçimlere “tek başına” girecek şekilde çalışma yürütecek. Bu kapsamda, belediye başkan adayları, parti tabanı, kanaat önderleri, sivil toplum örgütlerinin de görüşleri alınarak önseçimle belirlenecek.

Buna göre önseçimde sadece üyeler değil, halkın en geniş katılımının sağlandığı bir sistem devreye sokulacak. Adayların önseçime girmesi için yeni dönemde açılacak olan parti okulunda eğitim görmeleri koşulu aranacak.

Yeşil Sol Parti, kongreden sonra, yerel seçimlere yönelik politikaların yanı sıra, Kürt sorunun demokratik çözümü konusunda da kampanya başlatacak. Bu kapsamda, muhalefet partilerinin yanı sıra iktidardaki AKP’yle de görüşme yolları aranacak.

Bu girişimin ilk ve en önemli adımı, TBMM’nin yeni yasama yılına başlayacağı 1 Ekim’de atılacak. Parti yöneticileri ve milletvekilleri, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın yeni yasama yılı açılış konuşması öncesinde, yeni anayasa masasına oturmak için koşulları içeren bir deklarasyon açıklayacak.

Deklarasyonda da Öcalan’a tecridin kaldırılması ve kayyım uygulamasına son verilmesi koşullarının yer alacağını belirten bir parti yöneticisi, “Tecridin kalkmadığı bir koşulda silahsızlanma, barış, müzakere tartışılamaz” görüşünü dile getirdi.

Paylaşın

YSP’li Oluç: Anayasaya Makyaj Yapmaya Alet Olmayacağız

Meclis’te düzenlediği basın toplantısında gündemdeki gelişmeleri değerlendiren YSP Grup Başkanvekili Saruhan Oluç, yeni Anayasa tartışmalarına ilişkin, “41 yıldır bu anayasanın zulmünü ve hukuksuzluklarını yaşıyoruz. Dün AKP Genel Başkanı Cumhurbaşkanı Erdoğan bir açıklama yaptı ve yeni bir anayasa çağrısında bulundu. Bütün partilerle konuşacağız, dedi. Adalet Bakanı da benzer bir açıklama yaptı. Muhtemelen başka parti sözcüleri ve iktidar sözcüleri de bu açıklamaları yapacaktır. Şunu net olarak söyleyelim. Anayasaya makyaj yapmaya biz asla alet olmayacağız” dedi ve ekledi:

Haber Merkezi / “Birkaç maddesini değiştirmek için adım atılacaksa bu adımların hiçbirinin yanında olmayacağız. Çünkü daha fazla makyaja tahammülümüz yok. Ama gerçekten demokratik sivil bir anayasa yapılacaksa; hem Meclis çatısı altında hem de Meclis dışında toplumun farklı kesimlerinin, STK’ların, uzmanların ve halkın görüş ve önerileriyle iyi bir tartışma süreci yürütülecekse iktidarı ve muhalefetiyle o zaman bu çalışmaların ciddiye alınma ihtimali ortaya çıkar. Ama iktidar kendisine yarayacak yama faaliyetleri ve palyatif tedbirlerle yeni bir anayasa yapıyoruz havasına giriyorsa, biz böyle bir şeyden yana olmayacağız.”

Oluç, açıklamasının devamında, “Evrensel hukuk ilkelerine, hak ve özgürlüklere dayalı bir anayasaya sahip olmak için bir çaba olduğunu görmedik bugüne kadar maalesef. Böyle bir niyet varsa bizler bu tartışmanın değerlendirilmesi gerektiğini elbette ki düşünürüz. Ama ortamın değişmesi lazım. Ağzını açanın, sosyal medya paylaşımı yapanın tutuklandığı, ifade özgürlüğünün esamesinin bulunmadığı, HDP’ye yönelik kumpas davalarının sürdüğü, basın özgürlüğünün kısıtlandığı bir ortamda demokratik ve özgürlükçü anayasa yapılmasının mümkün olmadığı açıktır. Yani ortam demokratikleşmeli ki demokratik ve özgürlükçü bir anayasanın yapılma ortamı da ortaya çıkabilsin” ifadelerini kullandı.

Yeşiller ve Sol Gelecek Partisi (Yeşil Sol Parti) Grup Başkanvekili Saruhan Oluç, Meclis’te basın toplantısı düzenleyerek gündemdeki gelişmeleri değerlendirdi. Oluç, şunları söyledi:

“Öncelikle Libya’da halkın yaşadığı çok acı bir felaket var, başsağlığı dileklerimizi iletiyoruz. Libya halkının acılarını paylaşıyoruz. Yarın 14 Eylül, Madımak Katliamının davası var. 2005 yılında TCK’ya giren “insanlığa karşı suçlar” kapsamında değerlendirilseydi, zamanaşımı diye bir şey olmayacaktı. Fakat bir zamanaşımı kararıyla karşı karşıya kalınmış durumda. Davanın 29’uncu duruşmasında mahkeme, katliamın insanlığa karşı suç olduğu kanaatini ortadan kaldırdı. Adalet Bakanlığı da zamanaşımı tarihinin 2 Temmuz 2023’te dolacağını açıkladı.

Yarın eğer aksi bir karar alınmaz ise dava maalesef zamanaşımına uğratılmış olacak. Bunu kesinlikle doğru bulmuyoruz. Açıkça insanlığa karşı suç işlenmiştir Madımak Katliamında. İktidar bunu örtbas etmek için elinden geleni yapıyor. Ama ne yaparlarsa yapsınlar insanlığa karşı işlenen bu suçun sorumluluğundan kurtulamayacak bu suçu işleyenler. Bu kara leke tarihte hiçbir zaman silinmeyecek. Zamanaşımı kararının yanlış olduğunu bir kez daha vurguluyoruz.

“Seçim sonrası zam yağmuru devam ediyor”

Zamlarla ilgili konuşmadan uzun süredir geçemiyoruz. Eğer beklentiler doğrultusunda adım atılırsa bu akşam benzin fiyatlarına zam gelecek, dün gece motorine zam geldi. Vergi ve kur artışlarının ardından petrol fiyatlarındaki artış akaryakıta zam yağmuruna dönüşmüş durumda. Büyük ihtimalle benzinin litre fiyatına 1 lira 64 kuruş zam gelecek. Motorine de dün akşam zaten 2 lira 3 kuruş zam gelmişti. Bunun sonucunda benzinin litre fiyatı 40 liraya yaklaştı, motorinin litre fiyatı ise kimi yerlerde 40 lirayı geçti. Seçim sonrası zam yağmuru devam ediyor. 14 Mayıs’taki seçim öncesinde İstanbul’da benzinin litre fiyatı 19 lira 81 kuruştu bugün geldi 40 liraya.

Motorinin litre fiyatı 18 lira 58 kuruştu o da 40 lirayı aştı. Seçim sonrasında geçen 3,5 ayda zam oranı motorinde yüzde 105’i aştı, benzinde yüzde 95 oldu. Durum ortada. Bu enflasyon, bu zamlar en çok emekçiyi, memuru, işçiyi vuruyor. Asgari ücretin 2217 lirası eridi gitti. Durum bu. Temmuz’da 11 bin 402 lira olan asgari ücret, şimdi 9 bin 85 liraya gerilemiş oldu. Bunu bir kez daha vurgulayalım.

Zam fırtınası devam ediyor ve bu gidişle de devam edecek. Gıda fiyatlarındaki durum ortada. Türkiye’de 36 aydır kesintisiz bir şekilde gıda fiyatlarında artış yaşanıyor. Dünya Bankasının yayımladığı raporlara göre de Türkiye yıllık bazda en yüksek gıda enflasyonuna sahip 10’uncu ülke. OECD arasında ise 1. sırada yer alıyor. Şekere 4 ayda 11 kez zam yapıldı. Çaya son 3 aydır 4 kez zam yapıldı. Şeker fiyatlarında yüzde 46 artış oldu, çay fiyatlarında yüzde 90 artış oldu. Başka bir şeye herhalde çok fazla gerek yok. Bütün OECD verileri gösteriyor ki Türkiye geçim derdi çeken ülkeler arasında 1. sırada yer alıyor. Ailelerin yaklaşık yüzde 70’i geçim derdi yaşıyor.

Vatandaşların alım gücü her geçen gün eriyor. Zamlar devam ediyor. En ciddi sorunları yaşayanlar ise emekliler. Milyonlarca emekli asgari ücretin 11 bin 402 lira olduğu ve hiçbir şeye yetmediği bir ülkede 7 bin 500 lira maaş alıyor. Açlık sınırı Ağustos ayında, son verilere göre 15 bin liranın üstüne çıktı, yoksulluk sınırı 47 bin liraya dayandı. Ama emekliler 7 bin 500 lira maaş alıyor ve emeklilere hala yılbaşına kadar sabredin diyorlar. Emeklinin yıl sonuna kadar değil, sabahın akşamına kadar sabredecek gücü kalmadı. Emekliler için acilen Meclis açılır açılmaz kararlar alınmalı ve emekli maaşları artırılmalıdır.

Okullar açılalı iki gün oldu ve okul masrafları el yakıyor. Bütün veliler bunun farkında. Sözde ücretsiz eğitim deniliyor ama alakası yok. Çünkü velilerin hepsi biliyor ki okullara verilen bağışlar, kırtasiye masrafları aslında çocukların eğitim masraflarının son derece yüksek olduğunu hepimize gösteriyor. Servis ücretlerinde artış geçen yıla göre neredeyse 3 katına varmış vaziyette. Ailelerin artan eğitim masraflarını karşılamaları iyice zorlaştı. Hele hele bir ailede okuyan birkaç çocuk varsa aileler büyük sıkıntı çekiyor. Ekonomideki bu koşullar “Rasyonel ekonomi politikaları uygulayacağız” diyen Hazine ve Maliye Bakanı döneminde hafiflemiş değil tam tersine artmış vaziyette.

Hiçbir hedefi tutturamayan bir iktidar var ve bu iktidar memur maaşlarını hedef enflasyon ile belirleyeceğiz diyor. Olacak iş değil. Son 3-4 yıla baktığımızda bütçede hiçbir hedef tutmadı. Merkez Bankası ve Hazine verilerine baktığımızda hiçbir hedef tutmadı. Orta vadeli planlara baktığımızda hiçbir hedef tutmadı ve siz şimdi hedef enflasyona göre nasıl memurların ücretlerini belirleyeceksiniz. Hiç anlaşılır bir şey değil. Olacak olan belli. Hedef enflasyonu tutturamayan iktidarın ne yapacağı açık. Enflasyon altında kalan memur maaşları açığa çıkacak. Gerçekten ücretli çalışanlar, kamu emekçileri, işçiler, memurlar çok ciddi ekonomik zorluklarla karşı karşıya kalacaklar.

Bakana söyleyelim; vergileri ve yeniden değerlendirme oranlarını da o zaman hedef enflasyona göre belirleyin, bu konuda adım atın bu kadar ciddi iseniz söylediklerinizde. Orta Vadeli Plan bile ortaya koyduğu vergilerle devletin kendi kurumları arasında uyum olmadığını gösterdi. Orta Vadeli Plandaki yıllık enflasyon hedefi ile 1,5 ay kadar önce Merkez Bankasının açıkladığı yıllık enflasyon beklentisi arasında 10 puan fark var. Devlet kurumları arasında bile bir uyum sağlanmış değil. Ekonomideki sıkıntılar devam ediyor ama iktidarın taktiğinin hepimiz farkındayız.

Yerel seçimlere giderken yıl başından itibaren muhtemelen göz boyamak için çeşitli maaş ve ücret artışı yapacaklar. Yapıldıktan iki ay sonra erimeye başlayan bu artışları yerel seçimlere kadar sağlayacaklar, yerel seçimlerden sonra da büyük sıkıntılarla karşı karşıya kalacağız. İktidar aklını başına toplamalı ve ekonomi tercihlerini emekçiden, kadından, esnaftan, ücretlilerden, emekliden, çiftçiden yana yapmalıdır. Ama iktidar kararlı bir şekilde ekonomi tercihlerini sermayeden ve kendisini destekleyen yandaşlardan yana kullanıyor.

Dün 12 Eylül’dü. 12 Eylül 1980’de gerçekleşen darbenin üzerinden 43 yıl geçti. O günlerde yaşananları hepimiz hatırlıyoruz. Yüz binlerce gözaltı, binlerce tutuklama, işkence, sürgün, idam, faili meçhul her türlü insanlık dışı muamelenin yapıldığı bir dönemdi. Her türlü hukuksuzluğun ve adaletsizliğin yapıldığı bir dönemdi. 12 Eylül’den sonra yapılan anayasanın 1982’de kabul edilmesinin üzerinden 41 yıl geçti.

12 Eylül Anayasasının yıllardan beri değiştirilmesi gerektiğini savunuyoruz. Bu anayasanın demokrasiyle, hukukla, adaletle, evrensel hak ve özgürlükle alakası olmadığını hep söyledik, söylemeye de devam edeceğiz. AKP, bu anayasada 12 kez değişiklik yaptı. 12 kez yama yaptı var olan anayasaya. Aslında her dönemde anayasanın değişmesi gerektiğini söylediler ve sadece yama yaparak günü atlatmaya çalıştılar. Bu demokratik olmayan darbe anayasasından kurtulma imkanını bu toplum bulamadı.

“Anayasaya makyaj yapmaya biz asla alet olmayacağız”

41 yıldır bu anayasanın zulmünü ve hukuksuzluklarını yaşıyoruz. Dün AKP Genel Başkanı Cumhurbaşkanı Erdoğan bir açıklama yaptı ve yeni bir anayasa çağrısında bulundu. Bütün partilerle konuşacağız, dedi. Adalet Bakanı da benzer bir açıklama yaptı. Muhtemelen başka parti sözcüleri ve iktidar sözcüleri de bu açıklamaları yapacaktır. Şunu net olarak söyleyelim. Anayasaya makyaj yapmaya biz asla alet olmayacağız.

Birkaç maddesini değiştirmek için adım atılacaksa bu adımların hiçbirinin yanında olmayacağız. Çünkü daha fazla makyaja tahammülümüz yok. Ama gerçekten demokratik sivil bir anayasa yapılacaksa; hem Meclis çatısı altında hem de Meclis dışında toplumun farklı kesimlerinin, STK’ların, uzmanların ve halkın görüş ve önerileriyle iyi bir tartışma süreci yürütülecekse iktidarı ve muhalefetiyle o zaman bu çalışmaların ciddiye alınma ihtimali ortaya çıkar. Ama iktidar kendisine yarayacak yama faaliyetleri ve palyatif tedbirlerle yeni bir anayasa yapıyoruz havasına giriyorsa, biz böyle bir şeyden yana olmayacağız.

Evrensel hukuk ilkelerine, hak ve özgürlüklere dayalı bir anayasaya sahip olmak için bir çaba olduğunu görmedik bugüne kadar maalesef. Böyle bir niyet varsa bizler bu tartışmanın değerlendirilmesi gerektiğini elbette ki düşünürüz. Ama ortamın değişmesi lazım. Ağzını açanın, sosyal medya paylaşımı yapanın tutuklandığı, ifade özgürlüğünün esamesinin bulunmadığı, HDP’ye yönelik kumpas davalarının sürdüğü, basın özgürlüğünün kısıtlandığı bir ortamda demokratik ve özgürlükçü anayasa yapılmasının mümkün olmadığı açıktır. Yani ortam demokratikleşmeli ki demokratik ve özgürlükçü bir anayasanın yapılma ortamı da ortaya çıkabilsin.

Biliyorsunuz ki 14-28 Mayıs seçimlerinden sonra partimiz bir muhasebe süreci başlattı. Bugüne kadar birçok toplantılar dizisi gerçekleştirdi. Dün de konferanslarımız sonuçlandı. Ekim ayında yapacağımız kongreye 1 ay zaman kaldı. Konferanslarımız, seçimlerin ardından yapılan yeniden yapılanma muhasebesinin sonuçlarını ortaya çıkardı. Bu süreçte bine yakın toplantı yaptık. Hem halk toplantıları hem il ve ilçe toplantıları oldu. Çalıştay ve atölyelerimiz oldu. Bölge konferanslarımız oldu. On binlerce insanın katıldığı bu toplantılar sürecinde ciddi bir muhasebe yapıldı. Konferanslarımızda alınan kararlarla birlikte bu süreci tamamlamış olduk. Bu sonuçları kongremize taşıyacağız. Kongrede bu kararlar kesinleşecek, hem partinin ismi hem tüzüğü hem de parti yönetimi değişecek.

Yeni bir başlangıcı Ekim’de yapacağımız kongreyle gerçekleştireceğiz. Bu konuda çok ders çıkardık. Bütün tartışmalardan, eleştirilerden hareketle bir özeleştiri süreci yaşadık. Hem örgütsel hem de politik açıdan eksik ve gediklerimizi çok yaygın olarak tartıştık ve sonuçlara vardık. Önemli görüyoruz. Belki de muhalefet partileri içinde bu süreci gerçekleştirmiş ve tamamlamış olan tek partiyiz. Ve yapılması gerekenleri de ortaya çıkaran tek partiyiz, bunu da vurgulayalım.

Eş Genel Başkanlarımız, yeni dönemde aday olmayacaklarını açıklayarak bu muhasebede kendilerine düşen payı söylemiş oldular. Çok teşekkür ediyoruz hem Pervin Buldan’a hem Mithat Sancar’a. Kendileri büyük fedakarlıklarla bu süreci sürdürdüler. Dönemin yöneticileri büyük bir fedakarlık ve kararlılıkla bu süreci sürdürdüler ve bu muhasebe sürecinde kendilerine düşen her şeyi yapmaya çaba sarf ettiler. Umuyorum kongremizi de iyi bir şekilde tamamlayıp yeni bir başlangıcı yapacağız. Demokrasi, özgürlük, adalet ve barış mücadelemize hem Meclis’te hem de Meclis dışında devam edeceğiz.”

“Demokratik, sivil ve özgürlükçü bir anayasa temel ihtiyaçtır”

Soru: Anayasadan bahsettiniz. Dün Erdoğan’ın açıklaması oldu, ‘Türkiye’nin zenginliğini ve çeşitliliğini yansıtan bir anayasa yapılacağını” söyledi. Bu konudaki tartışmaları ve söylemleri nasıl yorumluyorsunuz?

İkinci soru olarak Ayhan Bora Kaplan operasyonuyla ilgili ne söylersiniz? Verdiği ifadenin bir kısmı yansıdı. Bir suç örgütünden bahsediliyor ve bu suç örgütünün Emniyette ve yargıda ayakları olduğu söyleniyor. Bu isimlerin İçişleri Bakanına yakın olduğu söyleniyor. Bu konuda ne söylemek istersiniz?

“Anayasa ile ilgili biraz önce görüşlerimizi dile getirdim. Demokratik, özgürlükçü ve sivil bir anayasanın büyük bir ihtiyaç olduğunu hep söyledik. 41 yıldır bir darbe anayasası ile yönetiliyor bu ülke. Dolayısıyla özgürlükçü sivil bir anayasa yapılacaksa bu yeni bir toplumsal sözleşme anlamına gelir. O zaman Türkiye’de yaşayan bütün farklılıkların, farklı anadillerin, kültürlerin, inançların özgür ve eşit olduğunu vurgulayan bir anayasa olmalı. Herkesin anadilinin, kimliğinin, inancının saygın olduğunu vurgulayan eşitlikçi bir anayasaya ihtiyaç var.

Elbette biz henüz bir taslakla karşı karşıya gelmedik. Bir taslak mı olacak çünkü iktidar kanadında farklı partiler var. Bu taslaklar ortaya çıktığında biz de görüşlerimizi söyleyeceğiz. Tartışmalar ve değerlendirmelere katılacağız. Cumhurbaşkanı demiş ki “Hiçbir muhalefet partisinin taslağı ortada yok”. Bizim taslağımız ortada ve bunu her an güncelleyerek ilerliyoruz. Hem dünyadaki hem de ülkedeki gelişmeleri değerlendiren güncellemeler yaparak ilerliyoruz. Eğer böyle bir tartışma gerçekten demokratik bir ortamda halkın katılımıyla gerçekleşirse bizler de taslağımızı ortaya koyacağız.

İkinci sorunuza gelince; özellikle İçişleri Bakanlığı ve Emniyet açısından, kara para aklanmasından mafyatik ilişkilere ve uyuşturucu ticaretine kadar Türkiye yakın tarihinin en şaibeli ve en kirli ilişkilere sahip olunan bir dönemdeyiz. Meclis’te yaptığımız tartışmalarda bunu açık bir şekilde dile getirdik. Baktığınızda tutanaklarda hepsini bulabilirsiniz. Türkiye Cumhuriyeti tarihine baktığınızda İçişleri Bakanlığı açısından en karanlık dönemin yaşandığı çok açıktır.

Ama buna ilişkin gerçekten makyaj tedbirler mi alınıyor, yoksa köklü düzenlemeler mi yapılıyor göreceğiz. Bizler de basında çıkan haberleri, kime nasıl operasyon yapılıyor okuyoruz. Zaten mafyatik ilişkileri bu kadar geniş şekilde kurmuş olan, mafya ve uyuşturucu tacirleriyle çok kalın bir fotoğraf albümü olan bir içişleri bakanlığından bahsettiğimiz için, hani böyle bir iki operasyon ile temizlenecek gibi bir durum görünmüyor. Bu iktidar içi ilişkilerin nasıl ilerleyeceğini, ne tür adımlar atılacağını yakından izliyoruz.”

Paylaşın

Yeşil Sol Parti’nin İttifak Politikası Nasıl Olacak?

Yeşil Sol Parti’nin iki süren konferansının sonuç bildirgesini yayınladı. Bildirgede, ittifak politikasıyla ilgili, “Yoksulluğun, yolsuzluğun, adaletsizliğin, baskının bu kadar yoğun yaşandığı, toplum üzerindeki her tür sömürüyü derinleştiren mevcut otoriter iktidar karşısında tek çözüm Kürt, Türk ve tüm Türkiye halklarıyla beraber bütün ezilen ve sömürülenlerin mücadele ortaklığıdır” denildi.

Haber Merkezi / “Demokrasiyi ve özgürlüğü kazanmamız açısından partimiz bileşenleriyle beraber siyasal ve toplumsal alanların merkezi ve yerel boyutlarda genişletilmesi ve güçlendirilmesi stratejik önemdedir. Tarih bizlere tam da bu zamanda; demokrasi, barış ve adalet mücadelesini büyütmek, toplumsal muhalefet ve demokrasi güçleriyle birlikte mücadele etme görev ve sorumluluğunu yüklemektedir.”

Bildirgenin devamında, “Konferansımız aynı zamanda hakikat, adalet, barış ve özgürlük isteyen bütün devrimci-demokratik güçlere bu tarihsel sorumluluğu sahiplenmeye yönelik çağrı niteliği taşıyan önemli bir eşiktir. Eşit ve özgür yaşamın önüne konan bariyerlerin, her türlü etnik kimlik ve inanç manipülasyonlarının, tekçi yaklaşımların aşındırdığı gelecek tahayyülümüzü çoklukların birliği içinde yeni yaşama dönüştüreceğimiz zamandayız” ifadelerine yer verildi.

Yeşil Sol Parti, 10-11 Eylül’de Ankara’da yaptıkları 4. Olağan Büyük Konferansının sonuç bildirgesini yayımladı. Bildirgede şu ifadelere yer verildi:

“Öncelikle fikriyatımızın ve mücadelemizin oluşmasında büyük değerler yaratan yitirdiğimiz bütün yoldaşlarımızı saygı ve minnetle anıyoruz. Zindanlardaki ve sürgündeki bütün arkadaşlarımızı selamlıyoruz. Konferansımızı gerçekleştirdiğimiz süreçte yaşanan depremde yakınlarını kaybeden Fas halkının acısını paylaşıyoruz ve bir kez daha Maraş ve Hatay depremlerinde kaybettiğimiz yurttaşlarımızı saygıyla anıyoruz.

4. Olağan Büyük Kongremize giderken, yıllardır emek vererek büyüttüğümüz mücadelemizin ve birikimlerimizin önemli bir aşaması olan konferans sürecini delegasyonumuzun oldukça etkili ve derin tartışmaları ile işlettik ve tamamladık. Konferansımızda, partimizin yol haritasını belirleyen ve Türkiye siyasetini doğrudan etkileyecek kararlar aldık. Bununla birlikte 4. Kadın Konferansı’nın aldığı ve yeni dönemin esas değişim gücü olacak kararların tümünü benimsedik.

Küresel ölçekte yaşanan ekonomik, siyasal, toplumsal ve ekolojik kriz gün geçtikçe daha derinleşmektedir. Dünya bir sağcılık, ırkçılık, milliyetçilik ve otoriterlik dalgasının etkisi altında hukukun, ortak sözleşmelerin etkisini yitirdiği, gücün tek belirleyen olduğu bir yere doğru gitmektedir. Bu gidişata itiraz olan ideolojik tutumlar bir yandan belirsizleşirken bir yandan siyasal-toplumsal hareketlerin olmazsa olmaz gereği olan yeni yol ve yöntem arayışları dünyanın dört bir yanından seslerini tüm ezilenlere duyurmaktadır.

Türkiye’de gerçekleşen Mayıs seçimleri de gerek oluşu gerekse sonuçları itibarıyla dünya ölçeğinde belirgin olan bu atmosferin bir parçası olarak yaşanmıştır. Cumhuriyet’in yüz yılı geride bırakılırken halkların payına ekonomik, siyasal, toplumsal boyutlarıyla çoklu krizler düşmeye devam etmektedir. Çöktürme planıyla yola çıkanlar çoklu krizlerle ülkeyi büyük bir çöküşe götürüyor. Bununla birlikte Türkiye’nin toplumsal yapısı, bileşenleri, dinamikleri ve sorunların yönetilebilme kapasitesi açısından başka imkân ve sınırlara sahip olduğunu biliyoruz. Tam da bu nedenle Türkiye siyasetini düşünen bir yapının bu imkân ve sınırları dikkate almasının zorunlu olduğunu vurguluyoruz.

Türkiye siyasetini, devletin kuruluşundan bu yana rejime karakterini veren iki ana dinamik belirlemektir: Sermaye düzeninin sürdürülmesi ihtiyacı ve Kürt meselesi. Cumhuriyetin kuruluşundan 12 Eylül darbesine kadar kapitalizmin gelişmesi ve buna bağlı meseleler önemli ölçüde belirleyici olmuştur. Türkiye’deki gelişmeler, Körfez savaşının ardından Güney Kürdistan’da yaşanan gelişmeler ve nihayet Suriye iç savaşının ortaya çıkardığı dinamikler sonucunda bölgenin ve ülkenin son kırk yılının başat belirleyeni Kürt meselesidir.

Bugün ise içinde yaşanılan süreç, genelde dünyadaki sağcılaşmaya özelde de 2015 yılından itibaren ivmesini yükselten hukuksuzluk rejiminin ürünüdür. Bu rejimin hiçbir esaslı meseleye itiraz etmeyen, hatta destekleyen ana muhalefetin ve iktidarın elbirliği ile kurulduğunu vurgulamak gerekir. Dokunulmazlıklar ve kayyım rejimi başta olmak üzere temsili demokrasinin temsil imkanlarının ortadan kaldırılmasına yönelik bir itirazın ana muhalefet bloğu tarafından getirilmediği bir hakikat olarak ortadadır.

“Çözüm siyasetini örgütleyeceğiz”

Otoriter faşizan gelişmelere esastan itiraz edenler ise bizleriz; iki hegemonik sınıf blokuna karşı çözüm siyasetini biz örgütleyeceğiz. Bugün bizlerin acil görevi otoriter, faşist rejimden kurtulup Demokratik Cumhuriyet’i inşa etmektir. İnşa sürecinde çözülmesi gereken en temel sorun Kürt meselesidir. Meselenin çözümü için inkâr, imha ve bastırma siyaseti yerine demokratik ve barışçı çözüm adımlarının atılması zorunludur. Bizler, Türkiye’deki halkların ortak çıkarları doğrultusunda, bütün toplumsal kesimlerin kaygılarını gidermeye ve demokratik çözüm ve barış konusunda üzerine düşenleri yapmaya hazırız. Çözümün siyaseti olan, yaşam biçimlerinin, kimliklerin özgürlüğünü sağlayacak, eşitsizlikleri ve adaletsizliği ortadan kaldıracak siyaset olan Üçüncü Yol’u halklarımızın geleceği için önemli bir seçenek olarak en güçlü şekilde inşa etmeye kararlıyız.

Bugün Türkiye’de Kürtlerin var olma ve eşitlik sorunu siyasal hayatın turnusol kâğıdı haline gelmiş durumdadır. Açıktır ki, bu sorunda tarihsel bir kırılma aşamasından geçiyoruz. Bu yüzyılda, özgürlük mücadelesi sonucunda, bu olgu Türkiye sınırlarını aşmış, tüm dünya halklarını ilgilendiren bir durum haline gelmiştir. Mutlak tecrit başta olmak üzere Kürtlerin meşru hak mücadelesi konusunda klasik çözümsüzlükleri büyütmek isteyen iktidar ve muhalefet bloklarına karşı çözümün tek adresi olmaya devam edeceğiz.

Tecrit derinleştikçe Türkiye’deki bütün sorunlar daha da derinleşmektedir. Önümüzdeki dönemde Kürtlere Özgürlük, Türkiye’ye demokrasi şiarı ekseninde Sayın Öcalan’a uygulanan tecride karşı kararlı bir biçimde mücadele edilmesi, konferansımızda altı güçlü bir şekilde çizilen önemli bir hat olmuştur. Kürtlerin statü ve hak mücadelesi sorununda çözümünü, her yerde ve her koşulda örgütleyeceğiz.

Bir hukuki kırım davası haline getirilen Kobanê Kumpas Davası’nın kendisi ve yoldaşlarımızın adeta ders verdikleri mahkeme salonları gerek demokratik siyaseti ve enternasyonal mücadeleyi gerekse halklar arasındaki dayanışmayı güçlendirmenin önemini bize doğrudan göstermiştir. Bu davanın aynı zamanda Rojava’daki toplumsal devrime, kazanımlarına ve örülen yeni yaşama dönük bir intikam davası olduğunun gerçekliğiyle Rojava nezdinde enternasyonal dayanışmanın önemini de bir kez daha açığa çıkarmıştır.

AKP döneminde işçilerin ve emekçilerin işsizleştirilmesi, güvencesizleştirilmesi ve mülksüzleştirilmesi sistemin ana karakteri haline getirilmiştir. Sermaye yanlısı iktidar, örgütlenen işçi direnişlerini kırmak için kolluk kuvvetini göndererek patronlar için ‘huzurlu çalışma alanları’ inşa etmeye devam etmektedir. Buna rağmen, emekçilerin hak arama mücadeleleri her yerde büyüyerek sürüyor. Emekçi düşmanı bu iktidar, milyonlarca kamu emekçisini grevsiz bir toplu sözleşme kıskacında soluksuz bırakmakta, toplu görüşmelerde açlık ve sefalet teklifi dayatmaktadır.

Dayatılan koşullara karşı ezilen sınıfların ve halkların mücadelesi; toplumsal adalet ile ekonomik eşitsizliği ve sürekli hale gelen ekonomik kriz bataklığının kurutulmasının tek yoludur. Bu yolun mücadelesini vererek kadınlara yönelik işyerinde ve hanede uygulanan çifte baskı ve sömürüye karşı kadın örgütleri ile kolektif zeminleri birlikte güçlendireceğiz. Bu yolun mücadelesi ile aynı zamanda yoksullaştırmanın ve özel savaş politikalarının doğrudan sonucu olan madde bağımlılığına, çürümüşlüğe ve toplumsal yaşamdan koparılmaya esaslı bir yanıt olacağız.

Her baskının, direnişi meşru ve haklı kıldığının bilinciyle sermayeye karşı emekçilerin çıkarlarını, kâr hırsına karşı toplumsal ihtiyaçları, adaleti ve eşitliği esas almaya devam edeceğiz. İşçi sınıfının, emekçilerin taleplerini sahiplenmek ve maruz kaldıkları saldırılara karşı çıkmak, emekçilerin talepleriyle diğer toplumsal mücadele dinamiklerinin taleplerini buluşturan bir mücadele hattını toplumsal yaşamın tüm alanlarında inşa etmek partimizin önümüzdeki dönem temel sorumluluklarından biri olacaktır.

Son seçimler ile otoriter rejim, kültürel ve ideolojik egemenlik kurma konusunda yeni bir evreye girmiştir. Siyasal İslam çizgisi devletin ve toplumun tüm örüntülerine daha güçlü bir şekilde sirayet etmeye devam etmektedir. Eğitim sisteminde kılık kıyafetten müfredata kadar tüm biçimi ve içeriği düzenlemede cinsiyetçi ve ayrımcı dozun yükseldiği açıktır.

Devletin yaşam tarzlarına ve inançlara müdahalesinde dozun arttığı ve giderek de artacağı bir dönemi yaşıyoruz. Buna karşı dinsel çokluğu ve farklılıkları devletin tasallutundan kurtararak inananın inandığı gibi yaşayacağı, inanç gruplarının birbirine baskı yapmasını engelleyeceği yeni dönemi birlikte inşa edeceğiz.  Din istismarcısı bu rejim ve halihazırda yürütücü öznesi olan AKP-MHP’nin politikalarına karşı Demokratik İslam mücadelesinin Kürt halkı ve tüm Türkiye halkları nezdinde güçlendirilmesi; içinde bulunduğumuz dönem itibariyle oldukça önemlidir. Yaşam biçimleri ve dinsel tercihler devletin düzenleme alanı olmaktan çıkarılmalıdır. Devletin düzenleyeceği alan, insanların haklar ve özgürlükler bağlamında yaptığı tercihlerin özgürlük içinde yaşanabilmesini sağlama alanı olmalıdır.

Önümüzdeki dönemde özgürlükçü laiklik anlayışının siyasal bir hat olarak benimsenmesi ve yaşam bulması başta Aleviler olmak üzere farklı inançlara sahip olanlara ve inanmayanlara karşı uygulanan sistematik baskıyı engelleyebilecek tek yoldur. Devletin bütün ideolojik aygıtlarının inanç-din odaklı baskıyı yeniden üretmesine esaslı bir itiraz anlamına gelen bu anlayış aynı zamanda Sünni inancı istismar eden kurucu devlet aklını da ortadan kaldırabilecek bir mücadele zeminidir.

İktidar blokunun İslam’ı araç haline getirerek halkı manipüle etmesi, kendisine yakın tarikat ve cemaatleri ideolojik ve iktisadi araçlar olarak kullanması, kolektif mücadeleyi gerektiren bir hakikat olarak önümüzde durmaktadır. Bu hakikatin bize yüklediği sorumlulukla ve inanç kimliklerinin özgürlükçü yanlarının esas alınmasının zulme karşı direnme, barışı ve adaleti sağlama mücadelesinde önemli katkılar sağlayacağının farkındalığı ile örgütleneceğiz.

“Doğa düşmanı iktidara, sermayeye ve felaketlerine karşı mücadele edeceğiz”

İklim krizi tüm canlıların karşı karşıya kaldığı çok boyutlu derin bir krizdir. İklim krizi giderek şiddetlenirken, sermaye odaklı büyüme ve kalkınma politikaları ile ekolojik varlıklar tüketilmekte, ekolojik denge tahrip edilmektedir. Ormanlar, su varlıkları, biyoçeşitlilik türleri, tarım ve hayvancılık alanları yok edilmekte ve sokak hayvanları katledilmektedir.

Bu iktidar ormana, suya, iklime ve doğaya düşmandır. Kürdistan coğrafyasında ormanlar kolluk gücü eliyle yakılırken, yangına müdahale etmek isteyen yurttaşlar devlet güçleri tarafından engellenmekte, orman yangınlarına seyirci kalınmaktadır. Cudi’de, Gabar’da, Bitlis’te yakılan ormanları sahiplenen Kürt halkına; Akbelen’de ormanını korumak için nöbet bekleyen köylülere; Dikmece’de zeytinliklerini ve yıkılmamış evlerini korumak isteyen depremzedelere karşı askeri ve jandarmayı seferber eden devlet, kolluk güçlerini sermayenin emrine vermektedir.

Doğa düşmanı-sermaye yanlısı iktidarın politikalarının bir sonucunu da yakın zamanda son birkaç yüz yılın en büyük doğal afetlerinden biri olan depremle birlikte yaşadık. Doğal afeti toplumsal felakete dönüştüren iktidar, on binlerce canımızı yaşamdan koparmış ve evsiz-yurtsuz bırakmıştır. Depremin yaralarının sarılması konusunda sorumsuzca davranmaya devam eden devlet kurumları-sermaye ortaklığına karşı toplumsal dayanışmayı ve ortak mücadeleyi büyütme zorunluluğumuz vardır.

Önümüzdeki dönem; doğanın sermayeye peşkeş çekilmediği, doğal yaşamın salt bir kaynak olarak görülmediği ve metalaştırılmadığı bir dünyayı doğa ile birlikte ve doğanın bir parçası olarak özgürleştirmenin dönemidir. Bizler ağacın, bitkinin, kurdun-kuşun, akan-akmayan derelerin ve her canlının hakkını sonuna kadar savunacağız ve bu savunuyu halklarımızın eşitlik mücadelesinden ayrı görmeyeceğiz.

AKP-MHP iktidarı, Cumhuriyetin yüzyıllık cinsiyetçi rejimini kadın düşmanlığı seviyesine taşıyarak, kadınların kazanımlarına tek tek el koymaktadır. Kadınların anayasası niteliğindeki İstanbul Sözleşmesi’ni uygulamadan kaldıran iktidar, eşit temsiliyet ve eşit katılımı savunan eşbaşkanlık sitemini hedef almaktadır. Kadın özgürlük mücadelesi yürüten kadınlara yönelik gözaltı, tutuklama saldırılarını sürdürmekte, cezaevlerindeki siyasi kadın tutsakların haklarını gasp etmektedir. Savaşa ve sermayeye halkın kaynaklarını aktaran erkek egemen kapitalist sistem, yoksulluğun kadınlaşmasına neden olmakta ve genç kadınlar umutsuzluğun ve geleceksizliğin girdabına sokulmaktadır.

Kadınların birlikte ve örgütlü mücadelesi, yüz yılların emeğiyle elde ettiği kazanımlarını korumak ve büyütmek için faşizme karşı mücadelenin en önünde yer alıyor. Kadınlar erkek egemen kapitalist sisteme, cinsiyetçi, dinci, tekçi, sermaye politikalarına isyanını sürdürüyorlar. Yalnızca toplumsal cinsiyet özgürlüğü için değil, emekten ekolojiye, sağlıktan ekonomiye hak mücadelesinden hukuka ve adalete kadar bütün toplumsal taleplerin kesişim kavşağında yer alıyorlar.

Kapitalist patriyarkal sistemin politikaları ile dolaşıma soktuğu nefret dili; kadın kırımı, tacizi, tecavüzü ve cinsiyet kimlikleri ile cinsel yönelimlere yönelik ayrımcılığı tetikliyor. Buna karşın; kadınların gücünü ve iradesini kırmak için uygulanan sömürgeci erkek şiddetini ve özel savaş politikalarını esastan yok etmek için değişimin öncüsü örgütlü kadın mücadelesi olacak, biz olacağız.

Kürt kadınlarının, sosyalist kadın hareketinin, feministlerin geleneğini miras alan Kadın Meclisimiz, kadınların birleşik mücadelesini büyütme fikriyle Üçüncü Yol’un temel parçasıdır. Rojavalı kadınlar ve tüm dünyada özgürlük mücadelesi veren kadınlarla dayanışma içinde olmak, enternasyonal kadın mücadelesinin daha güçlü ve etkili bir parçası olmak önümüzdeki dönem siyasal sorumluluğumuzdur.

Parti çalışmalarında toplumla yeterince güçlü bağ kuramama, merkezileşme, bürokrasi, ideolojik yetersizlikler, erkek egemen akıl gibi sorunlarımız her ne kadar seçim sonuçlarıyla ilinti kurularak konuşulmaya başlanmışsa da esasında bunların yapısal sorunlar olduğunu biliyoruz. Bu açıdan seçim sonuçları, yapısal sorunlarımıza ilişkin bir muhasebe yapmak için bize güçlü bir olanak sunmuştur. Seçim sonuçlarıyla yüzleşmek üzere başladığımız yeniden yapılanma sürecinde kendimizi ve siyasetimizi yeniden inşa ederken, baskıcı, totaliter sistemi demokratikleştirmek konusundaki kararlılığımız ve umudumuz da giderek büyümektedir.

Yaklaşık elli bin kişi ile yaptığımız buluşmalar vasıtayla halklarımızla, sivil toplum örgütleriyle, meslek ve hak örgütleriyle, toplumun hemen her kesimiyle şimdiye kadar hayata geçirdiklerimizi ve yapamadıklarımızı konuştuk. Örgütlü toplum, ittifak politikası, aday belirleme süreçleri, siyasetin yerelleştirilmesi, taktiksel birlikleri ve daha pek çok konuyu birlikte değerlendirdik; bize yönelik eleştirileri dinledik, bunlardan önemli sonuçlar çıkardık.

Tüm bu tartışmaları yeniden yapılanma süreci olarak yürütürken aynı zamanda şimdiye kadar yaşanmış açmazlarımıza, yetmezliklerimize ve eksik bıraktıklarımıza yönelik bir özeleştiri haline de getirdik. Bu buluşmaların ardından konferansımızda yaptığımız tartışmalar ve kongreye sunduğumuz karar önerileri; siyaseti toplumsallaştıran demokratik ittifakları kurmak, şeffaf ve belirgin karar alma süreçlerini işletmek, siyaseti yerelden merkeze doğru ören yaklaşımı tesis etmek için üzerimize düşen tarihi sorumluluğu yerine getireceğimizin açık sözünü ifade etmektedir.

Bu söz aynı zamanda seçimlerde adayları halkımızın belirleyeceğine ilişkin ortak kararımızın teyididir. Mart 2024’te yapılacak yerel seçimlerde iktidarın seçim ve sandık hukukunu çiğneyerek, hukuksuz ve keyfi biçimde oluşturduğu kayyım rejimine güçlü bir cevap vermenin yolu, güçlü ve doğru adaylar ve halkın desteği ile yerel yönetimleri yeniden kazanmaktır. Mahallenin muhtarından kentin belediye eşbaşkanının adaylığına kadar tüm düzeyleri kapsayacak bu yöntemi partimizin yaşama geçirmesi doğrudan demokrasi anlayışımızın ve siyasi programımızın gereklilikleri açısından hayatidir.

Siyasetimizin yolu 3. Yol’dur. Tarihte her zaman düzeni savunanlar, düzeni kendi dar çıkarları için kısmi değişikliklere tabi tutmak isteyenler ve düzeni radikal bir biçimde esastan değiştirmek isteyenler olmuştur. 3. Yol, düzeni savunanlara yani statükoculara karşıdır; aynı zamanda düzende şekilsel düzeltmelerle işi kotarmak isteyenlere de yani restorasyonculara da karşıdır. Mevcut sisteme karşı yeni bir sistemin inşasıyla karşılık vereceğimiz bu dönemde yeni bir yaşamın da inşa edici gücü biz olacağız.

“En geniş toplumsal ve gemokratik ittifakı kuracağız”

Mayıs seçimlerinden sonra otoriter rejim kendini tahkim etme, kültürel ve ideolojik hegemonyasını kurma konusunda bir adım daha atmıştır. Yüzyıllık merkeziyetçi, tekçi, otoriter ve baskıcı rejim karşısında başarının en geniş toplumsal demokratik ittifaktan ve ortak mücadeleden geçtiğinin bilincini paradigmamızdan ve devrimci-demokratik mücadele deneyimlerinden alıyoruz. Yoksulluğun, yolsuzluğun, adaletsizliğin, baskının bu kadar yoğun yaşandığı, toplum üzerindeki her tür sömürüyü derinleştiren mevcut otoriter iktidar karşısında tek çözüm Kürt, Türk ve tüm Türkiye halklarıyla beraber bütün ezilen ve sömürülenlerin mücadele ortaklığıdır. Demokrasiyi ve özgürlüğü kazanmamız açısından partimiz bileşenleriyle beraber siyasal ve toplumsal alanların merkezi ve yerel boyutlarda genişletilmesi ve güçlendirilmesi stratejik önemdedir.

Tarih bizlere tam da bu zamanda; demokrasi, barış ve adalet mücadelesini büyütmek, toplumsal muhalefet ve demokrasi güçleriyle birlikte mücadele etme görev ve sorumluluğunu yüklemektedir. Konferansımız aynı zamanda hakikat, adalet, barış ve özgürlük isteyen bütün devrimci-demokratik güçlere bu tarihsel sorumluluğu sahiplenmeye yönelik çağrı niteliği taşıyan önemli bir eşiktir. Eşit ve özgür yaşamın önüne konan bariyerlerin, her türlü etnik kimlik ve inanç manipülasyonlarının, tekçi yaklaşımların aşındırdığı gelecek tahayyülümüzü çoklukların birliği içinde yeni yaşama dönüştüreceğimiz zamandayız.

İşçilerin, emekçilerin, kadınların, gençliğin, yoksulların, engellilerin, emeklilerin, KHK’lilerin, çocukların, tüm halkların, inançların; özcesi ezilen ve sömürülen tüm kimliklerin çokluğunda değişeceğimiz ve dönüştüreceğimiz demdeyiz. Her türlü karamsarlık ve başarısızlık duygusunu ortadan kaldırarak yürümeye devam edeceğiz. Bu bağlamda bizim için vazgeçilmez olan Türkiyelileşme stratejisinin öncelikli saldırı hedefi haline getirilme ve içi boşaltılmak istenme çabası da yine paradigmanın bütünsel olarak sahiplenilmesi ve toplumsallaşması ile boşa düşürülecektir. Paradigmamıza göre Türkiyelileşme’nin tekçi anlayışa karşı güçlü bir itiraz olduğunun bilinciyle Türkiyelileşme politikasını, halklarımıza açılan savaşa karşı en güçlü bir arada yaşam olanağı haline getirme kararlılığındayız.

Türkiye’de demokrasinin kurulmasının fikri ve pratik temellerinin bu derece zayıfladığı bir süreçte özgürlük, eşitlik, demokrasi ve barış isteyen herkese tarihsel görev düşmektedir. Kongre’ye giderken gerçekleştirdiğimiz 4.Büyük Konferansımızda aldığımız kararlar ile üzerimize düşen tarihsel sorumluluğu yerine getirmenin sözünü verdik. Sözümüz, mücadeleyi birlikte yürütmeye yönelik çağrımızı duyurmaktadır. Bu çağrımız aynı zamanda Cumhuriyet’in ikinci yüzyılında cezaevlerinin kapılarını açacak ve tüm tutsak yoldaşlarımızı, siyasetçileri, aydınları ve muhalif olan herkesi özgürlüklerine kavuşturacaktır.

Kuruluş paradigmamız olan yeni yaşamı örmek için merkezi ve yerel tüm yapılarımızla, tüm bileşenlerimizle, bireylerle yeni döneme inanç ve kararlılık içinde yürüyoruz. Kongre sürecimiz ve önümüzdeki yerel seçimlerde demokratik değişimi sağlayacak iradeyi ortaya çıkaracak, kayyım rejimine karşı demokratik yerel yönetimlerde ısrar edeceğiz ve mutlaka kazanacağız. Mücadele deneyimlerimizden aldığımız tarihsel ve güçlü miras ile ufkunu özgür ve eşit geleceğe dönen siyasal-toplumsal değişimin öncüsü biz olacağız, halklarımız olacak!”

Paylaşın

Yerel Seçimler: YSP’nin Adaylarını Halk Belirleyecek

31 Mart 2024’te yapılması planlanan yerel seçimler yaklaştıkça, partilerinde aday belirleme sürçleri netleşiyor. Yeşil Sol Parti (YSP), yerel seçimlerde göstereceği adayların halkın belirlemesi kararı aldığını duyurdu.

Haber Merkezi / “Adayların belirlenmesinde mümkün olan en geniş biçimde üyelerimizin, inanç ve kanaat önderlerinin, demokratik kitle örgütlerinin, sivil toplum kuruluşlarının, barış annelerinin, yakınlarını kaybeden ailelerinin faaliyet yürüttüğü dernek ve platformların, toplumsal demokratik muhalefet bileşenlerinin, sandık görevlilerinin katılımıyla halkın azami ölçüde dahil olarak iradesini ortaya koyabileceği demokratik bir çoklu yöntem esas alınacaktır. Partimiz bu yöntemi doğrudan demokrasi anlayışımızın ve siyasi programımızın gereklilikleri açısından hayata geçirecektir.”

Seçimlerde adayların “demokratik bir çoklu yöntem” esas alınarak belirleneceğini duyuran Yeşil Sol Parti, aday belirleme sürecine ilişkin şu bilgileri paylaştı:

“Mart 2024’te yapılacak yerel seçimlerde iktidarın seçim ve sandık hukukunu çiğneyerek, hukuksuz ve keyfi biçimde oluşturduğu kayyım rejimine güçlü bir cevap vermenin yolu, güçlü ve doğru adaylar ve halkın desteği ile yerel yönetimleri yeniden kazanmaktır. O nedenle doğru aday belirleme yöntemi seçimlerde güçlü bir motivasyon yaratacak ve başarıda kilit rol oynayacaktır.

Adayların belirlenmesinde mümkün olan en geniş biçimde üyelerimizin, inanç ve kanaat önderlerinin, demokratik kitle örgütlerinin, sivil toplum kuruluşlarının, barış annelerinin, yakınlarını kaybeden ailelerinin faaliyet yürüttüğü dernek ve platformların, toplumsal demokratik muhalefet bileşenlerinin, sandık görevlilerinin katılımıyla halkın azami ölçüde dahil olarak iradesini ortaya koyabileceği demokratik bir çoklu yöntem esas alınacaktır. Partimiz bu yöntemi doğrudan demokrasi anlayışımızın ve siyasi programımızın gereklilikleri açısından hayata geçirecektir.”

“Eşit ve özgür yaşamın önüne konan bariyerlerin…”

Öte yandan Yeşil Sol Parti’nin iki süren konferansının sonuç bildirgesini yayınladı. Bildirgede, ittifak politikasıyla ilgili, “Yoksulluğun, yolsuzluğun, adaletsizliğin, baskının bu kadar yoğun yaşandığı, toplum üzerindeki her tür sömürüyü derinleştiren mevcut otoriter iktidar karşısında tek çözüm Kürt, Türk ve tüm Türkiye halklarıyla beraber bütün ezilen ve sömürülenlerin mücadele ortaklığıdır” denildi.

“Demokrasiyi ve özgürlüğü kazanmamız açısından partimiz bileşenleriyle beraber siyasal ve toplumsal alanların merkezi ve yerel boyutlarda genişletilmesi ve güçlendirilmesi stratejik önemdedir. Tarih bizlere tam da bu zamanda; demokrasi, barış ve adalet mücadelesini büyütmek, toplumsal muhalefet ve demokrasi güçleriyle birlikte mücadele etme görev ve sorumluluğunu yüklemektedir.”

Bildirgenin devamında, “Konferansımız aynı zamanda hakikat, adalet, barış ve özgürlük isteyen bütün devrimci-demokratik güçlere bu tarihsel sorumluluğu sahiplenmeye yönelik çağrı niteliği taşıyan önemli bir eşiktir. Eşit ve özgür yaşamın önüne konan bariyerlerin, her türlü etnik kimlik ve inanç manipülasyonlarının, tekçi yaklaşımların aşındırdığı gelecek tahayyülümüzü çoklukların birliği içinde yeni yaşama dönüştüreceğimiz zamandayız” ifadelerine yer verildi.

Paylaşın

Yeşil Sol Parti’de İsim Değişikliği: DHP, HEDEP, HEP…

Yeşil Sol Parti’de ekim ayı ortalarında düzenlenmesi planlanan kongre hazırlıkları sürüyor. Halk toplantıları, çalıştay ve konferanslarda Yeşil Sol Parti için en fazla önerilen isimlerin başında, Demokratik Halklar Partisi’nin (DHP) geldiği belirtiliyor.

Önerilen isimler arasında ayrıca Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi (HEDEP), Halkların Eşitlik Partisi (HEP), Özgür Toplum Partisi (ÖTP), Özgür Yaşam Partisi (ÖYP), Yeni Yaşam Partisi (YYP) yer alıyor.

Yeşiller ve Sol Gelecek Partisi’nin (Yeşil Sol Parti), Ekim ayı ortalarında düzenlenmesi planlanan kongre hazırlıkları sürüyor. İki gün süren Kadın Konferansı’ndan sonra dün başlayan ve bugün devam eden Büyük Konferans’tan sonra partinin yeni tüzüğü ve programı da netleşecek.

Yeşil Sol Parti’nin isim değişikliği de konferansın gündemleri arasında yer aldı. 10 Temmuz’da başlayan birçok kentte düzenlenen halk toplantıları ve ardından yapılan atölye ile çalıştaylarla gündeme gelen isim değişikliğinin, bugün sona erecek olan konferansta bir netlik kazanması bekleniyor.

Mezopotamya Haber Ajansı‘nda yer alan habere göre, basına kapalı yapılan konferansta birçok konu başlığının yanı sıra toplantılar serisinde önerilen partinin yeni isimleri de gündeme geldi. Toplantılarda yaklaşık 20 isim önerisi yapıldı. Öneriler parti isimlerinde içinde “demokrasi” ifadesi geçenler ağırlıkta.

En çok önerilerin isimlerin başında Demokratik Halklar Partisi’nin (DHP) geldiği belirtiliyor. Önerilen isimler arasında ayrıca Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi (HEDEP), Halkların Eşitlik Partisi (HEP), Özgür Toplum Partisi (ÖTP), Özgür Yaşam Partisi (ÖYP), Yeni Yaşam Partisi (YYP) gibi isimler de bulunuyor.

Konferansta isim değişikliğinin yanı sıra ekim ayında yapılacak olan kongreye sunulmak üzere birçok karar tasarısı da hazırlanacak. Konferanslarda ayrıca toplantı dizilerinde yapılan öneriler ışığında yeni dönemin politik hattı da belirlenecek.

Paylaşın

YSP’li Kılıçgün Uçar: Pusulamız HDP Paradigması

Partisinin “Büyük Konferans” toplantısında konuşan eşil Sol Parti Eş Sözcüsü Çiğdem Kılıçgün Uçar, “HDP’nin birikiminin, kazanımının ve paradigmasının özü üzerinden bugün bir aradayız. HDP’ye inanan, güç veren, emek veren bütün arkadaşlara sonsuz teşekkürler” dedi ve ekledi:

Haber Merkezi / “Kurulduğu günden beri çok ciddi başarılara, Türkiye siyasi tarihiyle birlikte ciddi bir birikime sahip olan HDP, özellikle 2015’te ulus devletin bugüne kadar bütün kodlarını bozmuştur. HDP’nin paradigması AKP tarafından yenilememiştir. Bundan sonra yol yürüyeceğimiz Yeşil Sol Parti’nin mücadele pusulası emek verdiğimiz HDP paradigmasıdır.”

Yeşiller ve Sol Gelecek Partisi’nin (Yeşil Sol Parti) yeniden yapılanma ve inşa süreci kapsamında gerçekleştirdiği “Büyük Konferans”, bugün Ankara Nâzım Hikmet Kültür Merkezi’nde başladı. Yeşil Sol Parti Eş Sözcüsü Çiğdem Kılıçgün Uçar, konferansın açılışında bir konuş yaptı. Sözlerine Kürtçe başlayan Kılıçgün Uçar, şunları söyle:

“Merheba hûn bir xêr hatin, li ser seran li ser çavan hatin. Li ser navê Partiya Çepên Kesk silavên xwe pêşkêşî we dikim. Ma bi xêr dî sarê ma, sima bi xeyr ameyê, çimanê mi ser, sereyê mi ser ameyê. Ma di rojî pîya yîme. Vizêr ma se kerd ewro se kenîme, mest ma do se bikerîme ma do di rojî pêropîya qisey bikerîme. Kêmanîyê ma bî, ma gegane nêresayî jûbînî, la wa bo. Ma xoverdayîşê xo heta nika ca nêverda nika ra tepîya kî ca nêverdanîme. Bizanîme ke ma ney ê teng der ê. Coka mîyanê ziwanê înan de şer est o, herb est o, ceng est o. Înan qiseyê xo xelisnayî, kerdenê xo xelisnayî. Ma vanê ke bêrê êndî. Cinî, camêrd, karker urzîme! Zanîme ke roj tarîye ra dima yena. Raya ma akerde bo.

HDP’nin birikiminin, kazanımının ve paradigmasının özü üzerinden bugün bir aradayız. HDP’ye inanan, güç veren, emek veren bütün arkadaşlara sonsuz teşekkürler. Kurulduğu günden beri çok ciddi başarılara, Türkiye siyasi tarihiyle birlikte ciddi bir birikime sahip olan HDP, özellikle 2015’te ulus devletin bugüne kadar bütün kodlarını bozmuştur. HDP’nin paradigması AKP tarafından yenilememiştir. Bundan sonra yol yürüyeceğimiz Yeşil Sol Parti’nin mücadele pusulası emek verdiğimiz HDP paradigmasıdır.

Yeni bir yüzyıla girdik. AKP-MHP iktidarı yeni yüzyılı anlata anlata bitiremedi. Biz de bunu değiştirme ve halkların yüzyılı yapma konusunda ısrarcıyız. AKP savaş politikalarını derinleştirmeye devam ediyor, yetmedi kirli ittifaklarla bu işi genişletmeye çalışıyor. En önemli meselelerden biri şudur; devlet şiddeti karşısında eşitiz, AKP-MHP hukuksuzluğu karşısında çok eşitiz, hukuksuzluk karşısında eşitiz, en çok da yoksulluk karşısında eşitiz. AKP seçimden sonra rasyonel politikalara döneceğiz dedi. Bu şunun itirafı; şimdiye kadar yaptıkları rasyonel değildi ve felaketin sebebi yürüttüğü ittifaklardı. İtiraf ettiği bir şey daha vardı; kapitalist çevreleri kıblesi olarak bizlere gösterdi. Bu durum bize nasıl yansıyor?

Daha maaş zamları cebe girmeden bunlar zamlarla halkın cebinden çıkıyor. Halkı nefessiz bırakan bir ekonomik siyaset yürütüyorlar. Bugün bu konferansta en çok konuşmamız gereken şey AKP’yi ayakta tutan savaş ekonomisidir. Adil ve eşit bir düzen kurmak zor mu, elbette değil. Hukuksuzlukta, adaletsizlikte eşitlendiğimiz bütün kesimlerle birlikte AKP’nin savaş ekonomisini teşhir etmek durumundayız. Savaş ekonomisini barışın ve emeğin lehine dönüştürecek şekilde yeniden düzenlemek zorundayız. Bunun için hiçbir kurtarıcıya ihtiyacımız yok. Bu güç bu salondadır.

Bu salon adil, eşitlikçi, demokratik ekonominin temelini her beraber kuracaktır. Adalet Bakanı bir önceki yasama dönemi bittiğinde büyük bedellerle kazandığımız nafaka hakkını elimizden alınacağını söyledi. Özellikle Medeni Kanunda yapılacak bir düzenleme ile nafakayı hedef alıyorlar. Yine biliyorsunuz torba yasa ile birlikte bir infaz düzenlemesi yapıldı. Kadın katilleri, taciz ve tecavüz failleri serbest bırakılıyor. Ve son 2 ay içerisinde 110 bin kişi cezaevinden serbest bırakılmış. Yine bir başka proje var, ÇEDES Projesi. Okulların açıldığı dönemde okullara manevi danışmanlar atanıyor. Kadın Konferansımızda da uzun uzun konuştuk bunları ve yol haritamızı belirledik.

En önemli sorun olarak Kürt sorununu görmeyen bir devlet aklıyla karşı karşıyayız. Kürt sorunu bir inkar ve imha sorunu. Kürt sorununda geldiğimiz aşamayı anlamak için son 10 gün içerisinde yaşananlara bakmamız yeterli. Halkımızın çocuklarının cenazeleri kutular içerisinde ailelere verildi. Devletin direksiyonunda oturan AKP-MHP çok ahlaksız bir kırım savaşı yürütüyor. Cenazesi 7 gün sokakta bekletilen Taybet Ananın kızı Hezni İnan’ın yanmış elbiseleri geçtiğimiz günlerde bir poşet içerisinde ailesine teslim edildi. Bizim esas ve gerçek gündemlerimiz bunlar olmalı. Bu kırılmadan ne Kürt halkının ulaşmak istediği hedefe doğru yol alabiliriz ne de Türkiye halklarının ulaşmak istediği hedeflere ulaşabiliriz.

Buradan sorumlulara ve iktidara sesleniyoruz; o mezarlar Kürt halkının tarihidir, o mezarlar bizim tarihimizdir. İnan ailesine gönderdiğiniz poşetten iki şey çıktı; birisi devletin vahşeti ve kırımı, diğeri ise Kürt halkının direnişi. Bu halk diz çökmedi, çökmeyecek. Bu halk biat etmedi, etmeyecek. AKP’nin yeni yüzyıl vizyonunda cezaevleri de var. Yeni cezaevi yapma hayali olan bir iktidarla karşı karşıyayız. Cezaevlerinde işkence var, cezaevlerinde ölümler var, cezaevlerinde siyasi rehineler var. Birçok arkadaşımızın cezaevlerinde yaşadığı hukuksuzluğu ve rehine siyasetini hatta bir ölüm rejiminin cezaevlerinde uygulandığını görmemiz gerek. Nerede bir muhalif varsa, nerede AKP-MHP iktidarı karşısında söz kuran biri varsa, kadın, emekçi, gazeteci, siyasetçi bugün hepsi cezaevinde.

2022 yılında cezaevlerinde 81 kişi hayatını kaybetmiş. 561 ağır hasta tutsak var, 1500’den fazla hasta tutsak var. Erzincan L Tipi Cezaevinde yaşamını yitiren 70 yaşındaki kanser hastası Şakir Turan’a bu devletin Adli Tıp Kurumu ‘cezaevinde kalabilir’ raporu verdi. Ailesi gidip kendisi ile görüştüğünde hastanenin bodrum katında en soğuk, en özensiz, en sağlıksız yerde ailesiyle vedalaşması bile zar zor yapıldı ve hayatını kaybetti.

Bundan bir hafta sonra Erdoğan ATK kararını beklemeden Madımak Katliamı faillerinden Hayrettin Gül’ü serbest bıraktı. 14 Eylül de Madımak Katliamının zamanaşımına uğrama tarihidir arkadaşlar. Cumhurbaşkanı bu affetme ile bir mesaj gönderiyor. Bu dava bitmiştir diyor. Katliamı gerçekleştirenler bu ülkenin cumhurbaşkanı tarafından affedilmiştir, suçsuz bulunmuştur. Alevi toplumunun bu konuda yürüttüğü mücadelenin yanında olduğumuzu kaydetmek isterim. Onlarca infaz düzenlemesi yapıldı ama politik tutsaklar hiçbir şekilde yararlanmadı.

300 politik tutsağın çok su kullandığı gerekçesiyle, çok kitap okuduğu gerekçesiyle, ALES’e girmediği gerekçesiyle, zılgıt çektiği gerekçesiyle, Kürtçe şarkı söylediği gerekçesiyle infazları yakıldı. Cezaevleri işkence evlerine dönüşmüş durumda. Patnos Cezaevinde kadın arkadaşlarımız erkek gardiyanların yaptığı sayıma izin vermedikleri için işkenceye maruz kaldılar, hücreye atıldılar. 90’larda bıraktığımızı düşündüğümüz Hizbul-Kontra yöntemiyle yani domuz bağı ile bağlandılar. Avukat arkadaşlarımız ve her birimiz bu mücadelenin takipçisi olmaya devam edeceğiz.

Türkiye’de Kürt sorununu derinleştiren AKP’nin Dışişleri Bakanı Ortadoğu’da bu savaşı sürdürmenin ittifaklarını yaratmaya çalışıyor. 2015 yılından beri Kürt düşmanlığı için ittifak arayan bir iktidarla karşı karşıyayız. En son Deyrazor’da yaşananlara bütün dünya tanıklık etti. Orada yaşananlar bir provokasyon.

Bu devlet kendi içinde kriz yaşıyor ve bunu aşmak için Kürt sorununu derinleştirmeye ve Kürt halkının kazanımlarına müdahale etmeye yöneliyor. Son iki hafta içerisinde İran, Irak, Rusya, Körfez ülkelerine seferler düzenlendi. Bu seferlerden Kürt halkının kazanımlarına savaş açma kararı çıkardılar. Deyrazor’da yaşanan provokasyonu bütün dünya seyrediyor. IŞİD çetelerini bize Arap aşiretler olarak göstermeye çalıştılar. Açıkça ifade edelim, Deyrazor’da yaşanan ikinci bir Kobanî kuşatması gibidir. O gün Kobanî’nin düşmesini bekleyenler, bugün Deyrazor’da yaşananların müsebbibidir, failleridir.

Kobanî ve Rojava’da bugün mücadelesini yürüttüğümüz tüm dünyaya örnek olan bir ortak yaşam örneği var. Bugün de Deyrazor’da Kürt Arap birlikteliği ve ortak yaşama karşı bir saldırı ile karşı karşıyayız. Kobanî’de oluşan bu birlik Suriye’nin kuzeyinde o kadar etkili bir hale geldi ki özgür ve demokratik Suriye’nin gerçekleşmesinde öncü güç olacak. Arap-Kürt birliğine karşı mevcut iktidar bütün kanallarla saldırmaya devam ediyor. HDP nasıl ki Kobanî direnişi karşısında halkların ortak direnişini savunduysa, Yeşil Sol Parti de Arap ve Kürt halkının ortak mücadelesini sahiplenmeye devam edecek.

“Kürt sorunu bir demokrasi sorunudur”

Kürt sorunundan bahsettiğimizde en önemli başlıklardan biri elbette tecrit olmak durumunda. Kürt sorunu bir güvenlik sorunu değil. Kürt sorunu bir demokrasi sorunu, bir özgürlük ve statü sorunudur. Ama devlet Kürt sorunu konusunda sorumluluk almayan aklıyla bizleri cezaevleri ve mahkemelerle baş başa bırakıyor. Herkes biliyor bu ülkenin mahkeme tutanakları Kürt halkının mücadelesini savunduğu dosyalarla doludur.

Dönüp oraya bile baksalar bu halkın mücadelesinden vazgeçemeyeceğini, kazanımlarını sahipleneceğini görecekler. Yine birilerinin ortalığı karıştırmak istediği ve Kürtleri savaşa sürüklemek istediği çok açık. “Deyrazor yerlidir millidir” diyenlerdir bunun failleri. Kucaklaşma fotoğraflarını her birimiz gördük. Bu kucaklaşmadan halklar lehine bir şey çıkmadı, çıkmayacak. Bu kucaklaşmadan Kürtlere ölüm ve Kürt halkının bütün kazanımlarının gaspından öte bir şey çıkmayacaktır.

Kürt sorunu aslında inkara dayalı. Bu inkarın en derinleştiği yer tecrittir. Çünkü tecrit Kürt sorununda inkardır. Bu inkar üzerinden dört bir taraftan savaş devam ediyor. Öyle ki tecridi konuşmak bile tecrit edilir hale geldi. Alanlarda vekil arkadaşlarımız, mücadele arkadaşlarımız bu konuyla ilgili her sözlerinde ciddi saldırıyla karşı karşıya kalıyor. Yaptığımız doğru. Çünkü bize saldıranlar Kürt halkının kimliğini, dilini, kültürünü, tarihini tanımayanlardır. Ne kadar saldırırlarsa saldırsınlar biz tecrit var demeye devam edeceğiz. Tecridin kaldırılması için mücadele edeceğiz.

İmralı tecridi sadece Kürtlerin sorunu değildir, bütün ülkeye yayılmış bir rejim haline getirilmiştir. Özgür ve eşit bir yurttaş olarak yaşamak isteyen Kürt halkının kaderi ile Türkiye halkının kaderi umduğumuzdan daha fazla ortaklaştı. Dolayısıyla ekoloji mücadelesinde, emek ve kadın mücadelesinde yan yana gelişlerimizin her biri tecrit mücadelesinde yan yana gelmek durumunda. Bu ülkede yaşanan yozlaşmayı ve çürümeyi tecrit rejiminden ayrı ele alamayız. Bunu anlatmak durumundayız. Savaş konusunda, tecrit konusunda ve bizim yapabileceklerimiz konusunda, barışın bir ütopya olmadığı konusunda, erkek devlet aklının bize dayattığından öte bir şey olmadığı konusunda ortaklaşma yaratmak durumundayız.

Bugüne kadar yaptıklarımızla yol aldık ama güçlü bir sahiplenmeye ihtiyaç var. Tecrit bir hukuk katliamı, hukukun dışına çıkılmasıdır. Devlette süreklilik esastır denir ya, Demirel’de söylemişti “Devlet zaman zaman rutin dışına çıkar”. AKP rutin bırakmadı, sınır bırakmadı. Adalet ve hukuku katleden bir sisteme boyun eğmemizi istiyor. Cumartesi Annelerinin her hafta gözaltına alınması, öğretmenlerin ters kelepçeyle gözaltına alınması, 3-4 insanın en temel demokratik hakkı için bir araya gelmesine izin verilmemesi tecrit rejiminden bağımsız değildir. O yüzden tecrit Türkiye sorunudur, hepimizin mücadele etmesi gereken bir alandır.

“Demokratik siyaseti en önemli güç haline getirmek zorundayız”

Seçim sonucu ciddi toplantılar yaptık. Seçim sonrası en cesur eleştirilerin olduğu toplantılar oldu. Bu cesur eleştiri bizimle beraber yol alan mücadele arkadaşlarımızın ve halkımızın bu paradigmayı sahiplendiğinin en büyük göstergesidir. Bu bize güç kattı, eksiklerimizi gördük, nasıl yol alabileceğimizi tartıştık.

Ama bugün burası bu kararların somutlaşacağı, başlıkların netleşeceği yerlerden biri. Bu çalışmayı yürütürken sadece toplantılar da yapmadık. Önceki dönem eş genel başkanlarımızdan ve cezaevlerindeki arkadaşlarımızdan, sürgünde olan arkadaşlarımızdan görüş aldık. Selahattin Demirtaş’tan, Figen Yüksekdağ’dan, Gültan Kışanak’tan, Alp Altınörs’ten, Sebahat Tuncel’den, Leyla Güven’den, Mahir Sayın’dan, Ertuğrul Kürkçü’den, Nasrullah Kuran’dan yeni dönemin inşasında konferansa giderken yapabileceklerimiz konusunda katkılarını istedik.

Komisyonumuz arkadaşlarımızın gönderdiği bilgi ve belgelerden faydalandı. Buradan hem sürgünde olan arkadaşlarımıza hem de cezaevlerinde olan arkadaşlarımıza selam olsun! Demokratik uzlaşı, özgür bir siyaset ve evrensel hukuk bizim temel ilkelerimizdir. Bugün demokratik siyaseti Türkiye’de en büyük güç durumuna getirmek durumundayız. Bu çerçevede devletin her yerden bize saldırdığı bir zamanda mücadelemizi büyütmek hepimizin görevi. Özgür insana ve özgür topluma yakışır baharlar yaratmak iddiamız var. Tarih bizi mücadeleye, zaman ise başarıya dört elle sarılmaya çağırıyor. Hepinizi saygıyla ve sevgiyle selamlıyorum. Yolumuz açık olsun.”

Paylaşın

YSP’li İbrahim Akın: “Üçüncü Yol” Siyasetini Örgütlüyoruz

Partisinin “Büyük Konferans” toplantısında konuşan eşil Sol Parti Eş Sözcüsü İbrahim Akın, “Bizim seçeneğimiz 3’üncü Yol seçeneğidir. Bu ülkedeki bütün ezilenlerin ortak geleceğinin inşa edileceği bir başka seçenek Üçüncü Yol seçeneğidir” dedi ve ekledi:

Haber Merkezi / “Bu seçenek yeterince anlaşılmış görünmüyor. Biz Türkiye tarihi boyunca aslında bunun çeşitli biçimlerini her beraber yaşadık. Emeğin, özgürlüğün, eşitliğin, adaletin, ekoloji ve yaşam savunucularının burada olduğuna inanarak aslında HDP paradigması diye bahsettiğimiz HDP projesi bugüne geldi. Yeşil Sol Parti, bu geleneğin devamı olarak bugün Üçüncü Yol siyasetinin etkili bir şekilde örgütlenmesi için mücadele ediyor.”

Akın, konuşmasının devamında, “Bu mücadelede sırasında başarılarımız olduğu kadar başarısızlıklarımız da var.  Bunlarla yüzleşiyoruz ama 3’üncü Yol vazgeçilmez stratejimizdir. Bu aynı zamanda bizim barış ve özgürlük mücadelesi veren, bedel ödeyen ve cezaevlerinde olan arkadaşlarımıza karşı sorumluluğumuzdur. Biz bu sorumluluğumuzdan asla vazgeçmeyeceğiz. Şu anda iktidar ve muhalefet bizi seçeneksiz bırakmak isteyebilirler ama biz onların karşısında asla bu tasfiye siyasetine karşı pes etmeyeceğiz. Bütün inançların birlikteliğini, çoğulculuğu ve ortak geleceği inşa etmek konusunda kararlı bir şekilde yürüyeceğiz. Bu konferans bu yüzden önemli.” ifadelerini kullandı.

Yeşiller ve Sol Gelecek Partisi’nin (Yeşil Sol Parti) yeniden yapılanma ve inşa süreci kapsamında gerçekleştirdiği “Büyük Konferans”, bugün Ankara Nâzım Hikmet Kültür Merkezi’nde başladı. Yeşil Sol Parti Eş Sözcüsü İbrahim Akın, konferansın açılışında bir konuş yaptı. Akın, şunları söyle:

“Bugün burada büyük bir kalabalıkla önümüzdeki dönemin yol haritasını ve yeni hikayemizi çıkaracağız. Cezaevinde siyasi olarak rehin bulunan ve direniş destanı yazan barış ve özgürlük mücadelesi savunucusu yoldaşlarımızın katkılarıyla bu kongreyi daha güçlü bir şekilde yapmaya çalışıyoruz. Sevgili Selahattin Demirtaş ve Figen Yüksekdağ şahsında bütün yoldaşlarımızı sevgiyle selamlıyoruz. Onların katkılarıyla daha güçlü bir yol haritası çıkaracağımıza inanıyorum.

Ülkemiz çok ağır bir çoklu krizle karşı karşıya. Hem ekonomik hem toplumsal hem siyasal hem de aynı zamanda ağır bir şiddet altında kriz sarmalı içerisinde yaşıyoruz. Buradaki arkadaşlarımızın neredeyse yüzde yüzü bunun ekonomik etkisi altında yaşıyor. Saray rejiminin sözcüsü Erdoğan, bu meselenin psikolojik olduğunu söylüyor. Yüzde 90’ı bu meseleden muzdarip olan insanlarımızla alay ediyor aslında.
Biz bunun psikolojik bir vaka olduğu tespitine varamıyoruz.

Türkiye’deki yaşanan bu krizin ana sebeplerinden bir tanesi Kürt sorununun demokratik bir şekilde çözümsüzlük sürecine girmesidir. 2014 yılından bu yana yaşanan süreç aslında hepimizin içinde olduğu bir gerçekliği ifade ediyor. Bu gerçeklik neydi? Bu gerçeklik; 2013’te başlayan barış sürecini, imzalanan Dolmabahçe Mutabakatını 2014’te Erdoğan ve AKP iktidarının reddetmesi ve masayı devirerek başlattığı yeni sürecin ifadesiydi. Bu süreç aynı zamanda o günden bu yana Türkiye’nin içinden çıkılmaz derin krizlere girmesinin sebebidir. Türkiye halkları bu krizin içinde debeleniyor ve bu krizin bedelini ödüyor. Bunun aynı zamanda büyük ölçüde bir silah ticaretiyle beraber topluma mal edilen ciddi sonuçları olduğunu görüyoruz.

Bu mesele karşısında sürdürülen barış, özgürlük, demokrasi ve eşitlik mücadelesi inanılmaz bir şekilde tahrip edildi. Bu mücadeleyi yürütenler, bu mücadele içerisinde yani masada bulunan insanlar şu anda Kobanî Kumpas Davasında yargılanıyor. Kobanî Kumpas Davasının bir tarafında devlet yani İçişleri Bakanından Cumhurbaşkanına kadar herkes muhatap iken şimdi barış mücadelesinin savunucuları yargılanıyor.

2 gün önce Kobanî Kumpas Davasındaydık. Sevgili Meclis Başkanvekilimiz Sırrı Süreyya Önder savunma yaptı. Aynen şunları söyledi. “Siz beni yargılayamazsınız. Ben şu anda Meclis Başkanvekiliyim ve aynı zamanda milletvekiliyim. Yani şu anda elinizdeki yasaların yapılmasını sağlayan bir yerim. Siz tersten buradaki yargı olarak ve aynı zamanda yürütmenin eliyle ortaya çıkan belgeler eliyle beni yargılayamazsınız. Böyle bir hakkınız yok. AYM’nin verdiği kararlar bunun çok somut göstergesidir”.

Açık açık bir saat neden savunma alamayacaklarını mahkeme heyetine söyledi. Ama karşıdakiler, Bilal’e anlatılır gibi anlatılmasına rağmen anlamadılar. Talimatlarla orada durduklarını bir kez daha kanıtladılar. Bir yargı heyeti değil sanki Saray tarafından görevlendirilmiş bir komisyon gibi görevlerine devam ettiler. Buradan bir kez daha şunu söylemek isteriz; sizin bu konuda yapmış olduğunuz yargılama aslında sahtedir, bir kumpas hikayesi sonucudur. Orada yargılanan bütün arkadaşlarımız mahkemeyi yargılıyorlar, Saray rejimini yargılıyorlar. Onlar da mahcup mahcup dinliyor. İnanın oradaki görevli memurlara baktığınızda bunu çok net anlıyorsunuz.

Kobani Kumpas Davasıyla yargılanmak istenen yalnızca aktif sorumluluk almış arkadaşlarımız değildir; halkımızın yürüttüğü barış mücadelesidir, sistematik olarak şiddete maruz kalan gençlerimizin bedenleridir, analarımızın dinmeyen yarasıdır, çocuklarımızın heba edilmek istenen geleceğidir. Kısacası bu devletin kuruluşundan bu yana yüzyıllık inkar ve imha siyasetinin sonucudur. Dolayısıyla bu süreç bir bütün olarak bizim yargılanma sürecimizdir.

Öte yandan Sayın Öcalan; barış sürecinin yol haritasına ve sürecin yönetilmesine dair bütün katkılarından sonra, Dolmabahçe Mutabakatının rafa kaldırılmasından sonra tecrit altında. Bu politika sanmayın ki sadece orada cezaevlerinde. İnanılmaz bir kötülük iktidarı, bir düşman iktidarı var. Ve bütün muhalefet yargılanıyor, tecrit ediliyor. Bu tecrit politikası sadece cezaevlerinde değil aynı zamanda hayatın her alanında uygulanıyor. O kadar yaygınlaştı ki mevcut muhalefetin değişik yerlerindeki herkes aynı zamanda bundan etkilenmeye başladı. Biliyorsunuz en son “Tecrit insanlık suçudur” diyen Merdan Yanardağ yargılanıyor ve cezaevinde.

Vekil olmasına rağmen cezaevinde bulunan Can Atalay bundan mahrum edilmiş durumda. Celalettin Can cezaevine girdiğinde iki gün kendisine su verilmemesi bu tecrit politikasının pratik sonucudur. Akbalen’de ekoloji mücadelesi verenlere yapılan inanılmaz saldırı bunların sonucudur. Eskişehir’de, Antep’te işçi direnişlerine dönük yapılan hukuksuz saldırılar bunun bir sonucu. Bu tecrit politikası muhalefet eden herkese uygulanmaya başlandı.

Buradan herkese sesleniyoruz. Mesele bir kesime yönelik bir tecrit politikası ile başlamıştı. Ancak şimdi bütün Türkiye’nin muhatap olduğu hukuksuz, insan haklarına aykırı, evrensel normlara aykırı bir politika bu ülkede uygulanıyor. Bu bakımdan önümüzdeki dönemin siyasetini eğer bu iktidardan kurtarmak istiyorsak, biz muhalefet edenler bunun farkında olarak siyaset yapmak zorundayız. Başka türlü üç maymunu oynayarak bu ülkede siyaset yapamazsınız. Önümüzdeki sürecin en önemli sorunlarından biri de bu iktidar karşısında yaşadığımız blok hikayesi var. Biz içinde bulunduğumuz süreci şöyle değerlendiriyoruz. İki kutuplu siyasete bizi sıkıştırmaya çalışıyorlar.

Biz diyoruz ki mevcut faşizan Saray rejimi etrafındaki iktidar; yani dinci, milliyetçi, otoriter rejim sadece bir rejim değil aynı zamanda devletin kendisi haline gelmiş durumda. Bu devletin karşısında muhalefet edecekseniz, bu topluma umut vereceksiniz bu umudun yolu bir başka seçenek yaratmaktır.  Biz her iki seçeneğe de yani Saray rejiminin de restorasyoncu ve yüzyıllık tarihin sonuçlarını çözemeyen aklın da Kürt sorunu başta olmak üzere hiçbir sorunu çözemeyeceğini düşünüyoruz. 100 yıllık cumhuriyet birikimi demokrasiyle buluşmadığı sürece halklara bir çare olamaz.

“Üçüncü Yol siyasetini örgütlüyoruz”

Bizim seçeneğimiz 3’üncü Yol seçeneğidir. Bu ülkedeki bütün ezilenlerin ortak geleceğinin inşa edileceği bir başka seçenek Üçüncü Yol seçeneğidir. Bu seçenek yeterince anlaşılmış görünmüyor. Biz Türkiye tarihi boyunca aslında bunun çeşitli biçimlerini her beraber yaşadık. Emeğin, özgürlüğün, eşitliğin, adaletin, ekoloji ve yaşam savunucularının burada olduğuna inanarak aslında HDP paradigması diye bahsettiğimiz HDP projesi bugüne geldi. Yeşil Sol Parti, bu geleneğin devamı olarak bugün Üçüncü Yol siyasetinin etkili bir şekilde örgütlenmesi için mücadele ediyor. Bu mücadelede sırasında başarılarımız olduğu kadar başarısızlıklarımız da var.

Bunlarla yüzleşiyoruz ama 3’üncü Yol vazgeçilmez stratejimizdir. Bu aynı zamanda bizim barış ve özgürlük mücadelesi veren, bedel ödeyen ve cezaevlerinde olan arkadaşlarımıza karşı sorumluluğumuzdur. Biz bu sorumluluğumuzdan asla vazgeçmeyeceğiz. Şu anda iktidar ve muhalefet bizi seçeneksiz bırakmak isteyebilirler ama biz onların karşısında asla bu tasfiye siyasetine karşı pes etmeyeceğiz. Bütün inançların birlikteliğini, çoğulculuğu ve ortak geleceği inşa etmek konusunda kararlı bir şekilde yürüyeceğiz. Bu konferans bu yüzden önemli.

Bu ülkede korkunç bir emek sömürüsü var. Ekonomi Bakanı “Biz artık bundan sonra ücretlilerin, emeklilerin, çalışanların maaşlarını gelecekte tahayyül ettiğimiz enflasyona göre yapacağız” diyor. Bu aynı zamanda şu andaki hakların da gitmesi demek. Şu anda çalışanların yüzde 85-90’ı açlık sınırının altında yaşıyor. Bunu bilim insanları söylüyor. Türk-İş’in belirlediği sınırlara göre açlık sınırının çok altında yaşıyorlar. Böyle bir atmosferde ülkenin sözde tek lideri Erdoğan bunu psikolojik vaka olarak adlandırıyor. Türkiye şu anda dünyadaki kötü koşullarda yaşayan 10 ülkeden biri haline gelmiş durumda.  Öyle bahsettikleri gibi Türkiye’nin durumu iyi değil. Ekonomik krizden çökmüş bir ekonomi var. İçinde bulunduğumuz tabloda iki kutuplu siyaset karşısında toplumun değişim talepleri geçtiğimiz seçimde karşılanmadı.

Deprem meselesini korkunç bir biçimde kullandılar. Deprem inanılmaz bir tahribat yarattı. Deprem doğal bir felaket ama aynı zamanda AKP-MHP şahsında ikinci bir felaket yaşandı. Bu felaketin üzerinden yedi ay geçmesine rağmen gördüğümüz tablo çok vahimdir. Daha dün temel kaldırma sırasında bir yurttaşımızın cesedine rastlandı. Hala bu göçükler altında insanların cenazeleri duruyor. Bütün uyarılara rağmen enkaz kaldırma çalışmalarında asbest tehlikesi yaşanıyor. İnsanlarımız kanser olma tehlikesiyle karşı karşıya. Herkes bağıra bağıra söylüyor ama dinlemiyorlar. Şu anda orada inanılmaz bir rant çetesi haline gelmiş ve devletle işbirliği halinde olan kesimlerce rantçı, talancı, yalancı bir siyasetin etrafında bir inşaat yapılmaya çalışılıyor.

Buradan, geçtiğimiz seçimlerde bize bina yapabilirler diyerek umut eden insanlarımıza sesleniyoruz. Bu yalancı ve talancı siyasete karşı artık daha fazla sessiz kalmayın. Herkesin demokratik hakkı buna isyan ve itiraz etmektir. Ayrıca bütün muhalefete sesleniyorum. Bunun karşısında sessiz kalmak, onursuz bir şekilde durmaktır, ortak olmaktır. Biz daha güçlü bir şekilde bu konferanstan çıkıp Türkiye’nin gerçekten muhalefeti olmaya, insanların umudu olmaya, bunun sözünü ve eylemini örgütlemeye aday partiyiz. Bunu da Yeşil Sol Parti’nin geleneğinden aldığı güçle gerçekleştireceğimize inanıyoruz.

Başka bir konu da yerel yönetimlerle ilgili. Yerel seçimler çok önemlidir. Türkiye’de yaklaşık 7 yıldır kayyımlarla karşı karşıyayız. 15 milyonun iradesini gasp eden Saray rejimine karşı bu dönem bütün halkımızla beraber bu kayyım rejimini bertaraf etmeye hazırlanıyoruz. Kayyımın ortadan kaldırılması, halkın kendi kendisini yönetmesi, söz ve karar sahibi olması için ciddi bir biçimde hazırlanıyoruz. Alacağımız kararlarla önümüzdeki dönemin yol haritasını çıkarırken şunu unutmayacağız. Bizim çeşitli süreçlerden geçerken yaşadığımız başarısızlık nedenlerinden biri yerel seçimler. Bunu kesinlikle ıskalamayacağız.

Halkın iradesiyle bu kayyım rejimini bertaraf edeceğiz ve bir daha bu ülkeye gelmemesi için halkımızın iradesi ve yönetime katılmasıyla bunu başaracağız. Saray rejiminin tek isteği bizi her tarafta tasfiye etmektir. Bu tasfiye ve tecrit siyaseti karşısında çok güçlü bir şekilde örgütlü duracağız ve mutlaka başaracağız. Halkımızın iradesi bunu başaracağını göstermektedir. Biz de bu inançla başaracağımıza inanıyoruz.

Yol haritamızı çıkarıyoruz

Bu süreç içerisinde bir yüzleşmeyi, bir eleştiri sürecini başlattık. Biliyorsunuz yaklaşık 4 aydır bütün bu tartışmaları hiçbir partinin yapmadığı kadar açık ve şeffaf yaptık. Önce ilçelerimizde sonra illerimizde toplantılar yaptık. Halk toplantıları yaptık. Bu halk toplantılarına 30 binin üzerinden insanımız katıldı. Bunları raporlaştırarak ve değerlendirerek önümüzdeki dönemin yol haritasını çıkartmak için çalıştaylar yaptık. Bugün sizlerin delege olarak katıldığı bu konferansta kararlarımızı almış olacağız. Bu kararlarımız kongremizde sonuçlanacak. Bu kararlar bence yeni dönemin yol haritasını çıkartmak bakımından çok değerli ve kıymetli olacak. Hazırlanan karar taslaklarının üzerine her bir arkadaşın katılması bu siyasetin öznesi olmak bakımından önemlidir.

Bu dönemde sadece bunları yaşamadık. Tarihsel paradigmamız inanılmaz bir saldırı altındadır. Bilinçli ve iradeli siyasi bir kararlılık göstermezsek bu saldırılar başarı hikayemizi etkileyecek. Hem devletin egemen güçleri hem de bizi daraltmaya ve sınırlamaya çalışanlar karşısında kapsayıcı ve Türkiye’nin barış mücadelesini ve bütünlüğünü sağlayacak bir yol haritasını çıkarmak konusunda sizlere güveniyoruz. Bu konuda burada bir karar çıkacağına inanıyoruz.

Geçmişteki tartışmalara takılıp kalmamalıyız. Evet, geçmişi tartışalım ama aynı zamanda geleceğe bakalım. Ortak bilinç, irade ve gelecek kaydetmek konusunda konferansımızın çok başarılı bir şekilde sonuç almasını diliyorum. Türkiye’nin bütün halkları buraya bakıyor, aynı zamanda bölgedeki bütün halklar ve dünyadaki ezilenler bizi izliyor. Geleceğimizi daha yoldaşça kurmak için bu mücadeleyi yürütmemiz gerektiğini belirtiyor ve konferansımızın başarılı geçmesini temenni ediyorum. Birlikte başaracağız. An serkeftin an serkeftin.”

Paylaşın

YSP: Erdoğan’ın ‘Ekonomistim’ Dediğinde Sorunun Psikolojik Olduğunu Anlamıştık

Yeşil Sol Parti Eş Sözcüsü Çiğdem Kılıçgün Uçar, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ekonomiye ilişkin sarf ettiği “Sorun ekonomik değil, psikolojiktir” sözlerine ilişkin, “Şunu da biliyoruz yoksullaşan başta kadınlar olmak üzere bütün toplum ekonomik kriz yaşadığı bir yerde bu ülkenin cumhurbaşkanı ‘sorun ekonomik değil psikolojiktir’ dedi. Gerçi kendisi ‘ben ekonomistim’ diye kendisini tarif ettiğinde bu meselenin psikolojik olduğunu anlamıştık” dedi:

Haber Merkezi / “Derin bir yoksulluk ve krizle karşı karşıyayız. Bu yoksulluğu savaş ve rant politikalarından, tecrit politikalarından elbette ayrı ele alamayız. Türkiye’de yürütülen ekonomi bir savaş ekonomisidir. İktidar savaş ekonomisiyle ayakta durabiliyor. Şunu da biliyoruz; yoksullaşan başta kadınlar olmak üzere bütün toplumdur. Ekonomik krizin yaşandığı bir yerde bu ülkenin cumhurbaşkanı “Sorun ekonomik değil psikolojiktir” dedi. Gerçi kendisi ekonomistim de diyor.

Ekonomist olarak kendisini tarif eden cumhurbaşkanının bitirdiğini iddia ettiği üniversitede anlıyoruz ki sadece saray ekonomisi, sadece savaş ekonomisi anlatılmış. Bunu kendisi de dile getiriyor. Aynı zamanda savaşa yapılan harcamalarla övünen iktidar “Mümin olan sabreder” diyor. Bunu telkin eden iktidar, insanların yaşam hakkına ve en temel haklarına sabredemiyor. Sabredenler mümin de siz kimsiniz o zaman?”

Yeşil Sol Parti (YSP) Kadın Meclisi, partinin ekim ayında gerçekleşecek büyük kongresi öncesi kongre karar önerilerinin hazırlanacağı, 2 gün sürecek olan konferansına başladı. Konferansın açılış konuşmasını YSP Eş Sözcümüz Çiğdem Kılıçgün Uçar yaptı. Kılıçgün Uçar, şunları söyledi:

“Hiçbir dönemde kadın mücadelesi kolaylıklarla geçmedi. Her dönem saldırılarla karşı karşıya olan kadın mücadelesi yeni bir yolu açmıştır. Uzun, zor, zahmetli ve bir o kadar mücadele dolu bir sürecin ardından bugün Yeşil Sol Parti Kadın Konferansımızı gerçekleştiriyoruz.

Evet, hiçbir dönem kadın özgürlük mücadelemiz açısından kolay olmadı. Büyük emekler ve bedellerle bugünlere geldik.  Bu uğurda yüzlerce yoldaşımızı yitirdik. Yitirdiğimiz her bir kadın yoldaşımızın mücadelesini omuzlayarak yolumuzu örmeye devam ediyoruz. Anıları önünde bir kez daha saygıyla eğiliyoruz. Selam olsun Rozalardan Sakinelere bu mücadeleyi omuzlayan tüm kadınlara, zindanda rehin tutulan yoldaşlarımıza, selam olsun Perişan Akçelik ve Adalet Safalı şahsında onurlu barış demekten bir an olsun vazgeçmeyen Barış Annelerimize.

Berfo Ana şahsında her türlü zulme karşı Galatasaray Meydanı’nda kayıplarının akıbetini sormaktan vazgeçmeyen Cumartesi Anneleri’nin mücadelesine selam olsun. Emine Şenyaşar’ın adalet mücadelesine selam olsun. Patronlara, sermayedarlara boyun eğmeyen kadın işçilerin direnişine binlerce kez selam olsun. Bedenim, emeğim, kimliğim, inancım, yaşamım diyen ve mücadelesinden bir adım geri durmayan tüm kadınlara selam olsun. Hoş geldiniz, sefalar getirdiniz.

Mücadelemizle, örgütlülüğümüzle yan yanayız. Bugün burada bu mücadeleyi ve örgütlülüğü büyütmenin yol ve yöntemlerini tartışacağız. Örgütlülüğümüzle ve dayanışmamızla buradayız. Kadın özgürlük mücadelemizi sindirmeye çalışanlara karşı tüm farklılıklarımızla, sesimiz ve sözümüzle bir aradayız. Savaş ve tecrit politikalarına karşı duranlarız. 3’üncü Yolun inşasında öncü olanlarız.

Kadına yönelik şiddet ve katliamlara karşı sokaklarda, alanlarda, meydanlarda isyanı örgütleyenleriz. “Katledilen her kadın isyanımızdır” diyerek yola çıkanlarız. “Jin, jiyan, azadî” felsefesini rehber edinenleriz. Bizler LGBTİ+’lara yönelik nefrete karşı duranlarız. Bizler bu ülkenin en büyük kurucu gücüyüz. Günlerdir annelerimizle ve ailelerimize evlatlarının kemikleri gönderiliyor. Bu zulmü kabul etmiyoruz. Bu fotoğraf AKP-MHP faşizminin fotoğrafı. Bu mücadelemizi daha da büyütmemiz gerektiğini gösteriyor.

Yakın zamanda Barış Annelerimizden Perişan ve Adalet Annemizi bir trafik kazasında kaybettik. Annelerimizin uyduruk iddianamelerle ifadeye çağrılması ve dönüş yolunda hayatlarını kaybetmelerini kaza olarak kabul etmiyoruz AKP’nin yol açtığı bir cinayettir. Her iki annemizin de barış umudunu birlikte büyütmenin buradan sözünü veriyoruz. Aynı şekilde özellikle son 1 aydır ailelerimize zarf ve kutular içerisinde cenazeler gönderiliyor.

İnsanların barışı konuşmak için alanlara çıktığı bir dönemde, 1 Eylül’de Erzurum’da bir ailenin hayatını kaybeden evladının kemikleri kutu içerisinde gönderildi. Sokakta 7 gün cenazesi kalan Taybet Ananın kızı Hezni İnan’ın yanmış elbiseleri bir zarf içerisinde ailesine gönderildi. Bu fotoğraf AKP’nin fotoğrafı, buna karşı mücadele edeceğiz. Bu mücadeleyi daha da büyüteceğiz. Kürde, kadına, işsize, emekçiye, mücadele veren herkese karşı savaş yürüten bir iktidarla karşı karşıyayız.

Sevgili kadınlar; Kürde, kadına, işçiye, emekçiye, doğaya düşman bu faşist iktidarın çok boyutlu saldırılarına karşı çok boyutlu direnişi örgütlemek hepimizin sorumluluğudur. Çoklu mücadele alanlarımızdan biri de 28’inci dönem olarak tanımladığımız parlamento olacak. AKP’nin kadın kazanımlarını hedef alan kirli ittifaklarıyla karşı karşıyayız. Kadın kazanımları üzerinden pazarlıklarla iktidara gelen bu yapıya Kontra uzantıları diyoruz. Biz 90’lı yıllardan iyi tanıyoruz bu yapıyı. Konca Kuriş’in katili olarak tanıyoruz biz Hizbul-Kontrayı. Kürt özgürlük mücadelesini 90’lı yıllarda faili meçhul cinayetlerle ve saldırılarla engellenmeye çalışmasından tanıyoruz.

Hizbul-Kontra emin olun ki AKP-MHP iktidarının hem müttefiki hem de ortağıdır. Kürt halkı ve kadınlar Hizbul-Kontraya ve uzantılarına 90’lı yıllarda nasıl cevap verdiyse bugün de en büyük mücadeleyi hem Meclis’te hem de sokakta vermeye devam edecek. Bizler Meclis’e girdiğimizde nasıl bir durumla karşı karşıyayız. 1 Ekim başladığında en çok karşılaşacağımız başlıklardan biri denetimli serbestlik olacak. Bu düzenleme ile AKP kadın katillerini, taciz tecavüz faillerini serbest bırakıyor. Uşaki Tarikatinin lideri 12 yaşındaki bir çocuğa istismarda bulundu.

Onun gibilerin serbest bırakılması ya da az bir ceza ile salınması anlamına geliyor bu düzenleme. Yine haklarımız ve kazanımlarımız üzerinde kirli bir pazarlıkla Adalet Bakanı binbir emekle elde ettiğimiz nafaka hakkına müdahale edeceklerini ifade etti. Medeni Kanun’da yapılacak bir düzenleme ile bu konunun bir kez daha ele alınacağını söyledi. Demek istediği şu; kadınlara nafaka verilmeyecek, İstanbul Sözleşmesine dönülmeyecek, kadınların eşitlik ve özgürlük mücadelesinde kazandığı bütün kazanımları AKP-MHP gasp etmeye devam edecek. Bizler de elbette bunun karşısında duracağız.

“Derin bir yoksullukla karşı karşıyayız”

Derin bir yoksulluk ve krizle karşı karşıyayız. Bu yoksulluğu savaş ve rant politikalarından, tecrit politikalarından elbette ayrı ele alamayız. Türkiye’de yürütülen ekonomi bir savaş ekonomisidir. İktidar savaş ekonomisiyle ayakta durabiliyor. Şunu da biliyoruz; yoksullaşan başta kadınlar olmak üzere bütün toplumdur. Ekonomik krizin yaşandığı bir yerde bu ülkenin cumhurbaşkanı “Sorun ekonomik değil psikolojiktir” dedi.

Gerçi kendisi ekonomistim de diyor. Ekonomist olarak kendisini tarif eden cumhurbaşkanının bitirdiğini iddia ettiği üniversitede anlıyoruz ki sadece saray ekonomisi, sadece savaş ekonomisi anlatılmış. Bunu kendisi de dile getiriyor. Aynı zamanda savaşa yapılan harcamalarla övünen iktidar “Mümin olan sabreder” diyor. Bunu telkin eden iktidar, insanların yaşam hakkına ve en temel haklarına sabredemiyor. Sabredenler mümin de siz kimsiniz o zaman?

Bu kriz ortamında bizlerin yükselteceği barış politikalarının çok değerli bir yeri var. 2013-2015 yılları arasında hepimizin tecrübe ettiği çok kıymetli bir süreç vardı. Savaş durdurulduğunda hem istihdamın arttığını hem işsizliğin azaldığını hem de refahın arttığını deneyimledik. Bunun mücadelesini vermek durumundayız. Bu ülkede savaşın hukuksuzluğunu, savaşın dilini topluma dayatan bir AKP-MHP var. Soralım gerçekten Türkiye’deki Kürt sorunu çözümsüz mü? Kimsenin bu konu ile ilgili bir çözüm önerisi yok mu?

Elbette İmralı’da uzunca bir süredir tecrit altında tutulan Sayın Abdullah Öcalan bu konuda çözüm üretti. Kürt sorununda onurlu bir barış, gerçek bir barış konusunda tek çözüm önerisi olan Sayın Abdullah Öcalan’dır. Kendi cümlesidir; “Bana imkan verilirse bu sorunu bir hafta içerisinde çözerim” demiştir. 2013 yılında sayın Öcalan’ın yayınladığı deklarasyonun bizim hafızamızda olmaya devam edecek. Bunun mücadelesini vermekten asla vazgeçmeyeceğiz.

Yine siyasetimizin bu ülkeye kazandırdığı çok önemli başlıklar var. Eşbaşkanlık sistemi, eşit temsiliyet, fermuar sistemi bu başlıklardan biri. Bunlar Türkiye’de demokratik siyaset açısından en önemli konuların başında geliyor. Karşı karşıya olduğumuz erkek egemenliği karşısında bütün bu ifade ettiğim başlıklar hem kadın mücadelesini büyüten hem de Türkiye’de demokratik bir siyasetin, daha kadın bir siyasetin hayat bulacağının göstergesi oldu. Bunu savunmaya devam edeceğiz.

Eşbaşkanlık sistemini, eşit temsiliyet ve fermuar sistemini binbir emekle yaratan arkadaşlarımız bugün Kobani Kumpas Davasında yargılanmaya devam ediyorlar. Her birimiz bu kumpas davasını takip ediyoruz. Orada tam tersine erkek egemenliğini yargılayan kadın siyasetçilerimizdir. Bu bizim siyasetimize güç vermeye devam ediyor. Bizler demokratik, ekolojik ve kadın özgürlükçü paradigmamızdan geri adım atmadık, bundan sonra da atmayacağız. Şimdi bu paradigmayı kadınlardan oluşturmanın zamanı. Erkek devletin ve AKP iktidarının bizi yok saydığı her alanda sözü kesilen biz olmayacağız; sözü kesilen AKP-MHP iktidarının kendisi olacak.

“Başarı vazgeçmemektir”

Kritik bir seçimi geride bıraktık, her birimiz açısından değerliydi. Bu seçimlerde bize pay edilen bir başarısızlık var. Açık ifade edelim AKP bu seçimde oy kaybetti. AKP ve MHP’nin toplumun yarasından fazlasından onay almadığı bir seçim oldu. Devletin bütün olanaklarına rağmen, hile ve oyunlara rağmen nicel ve sayısal olarak ancak 2-3 puan öne geçebildiler.

Dolayısıyla AKP’nin bizi mahkum etmek istediği erkek egemenliğine, bizi mahkum etmek istediği yenilgi ruh haline kesinlikle teslim olmayacağız. Bir başarı değildir AKP’nin bir buçuk puan fazla alması. Başarı vazgeçmemektir; başarı yenilse bile onun üzerinden yeniyi inşa edebilmektir. Ve kadın mücadelemiz çok ciddi badireler atlattı, hiçbir zaman vazgeçmedi, bundan sonra da vazgeçmeyecek. Biz seçimlerden sonra diğer partilerin yapamadığını yaptık. Binlerce kadınla bir araya geldik.

Sürecin eleştiri ve özeleştiri temelinde bir muhasebesini yaptık. Çok cesur eleştiriler ile karşı karşıya kaldık. Bu cesurluk bize şunu anlatıyor; paradigmamız doğru, partimizin daha da güçlenmesi gerekiyor. Bütün eleştirilerden güç aldık. Çünkü bu paradigmadan güç alan halklarımız, bu partinin bu anlamda demokratik siyasette Türkiye ve coğrafyamıza gerçek anlamda eşitliği ve özgürlüğü, kalıcı barışı getirebileceğini göstermiş oldu. Bu sahiplenmenin, bu güç vermenin desteği ile yeni dönemi nasıl inşa edeceğimizi bugün hep birlikte tartışacağız.

Bizi bekleyen bir yerel seçim var. İktidar savaş temelinde seçim çalışmasını yeniden başlattı. Konferanslarımızda yerel seçimleri konuşacağız, yol haritamızı belirleyeceğiz ama değişmeyen bir yol haritamız var. Kendimize ait olanı geri alacağız. Kadınların emeği ile var ettiğimiz halkçı belediyeciliğin nasıl olacağını hem kendimizle hem de beraber yürüdüğümüz yol arkadaşlarımızla beraber belirleyeceğiz. Şimdi kazanma zamanı. Bundan hiç vazgeçmeden, bu mücadeleyi büyüteceğiz. Bu mücadele büyüyecek ve kazanacak. Yolumuz uzun, hepimize başarılar diliyorum.”

Yeşil Sol Parti Kadın Meclisi Sözcüsü Canan Çalağan da şunları söyledi: “Bugün “İsyanımızla örgütleniyor, özgürlüğümüzü savunuyoruz” şiarıyla kadın konferansını gerçekleştiriyoruz. Umutluyuz, kararlıyız ve inançlıyız. Çünkü biz kadınlar birlikte güçlüyüz. Dün 12 Eylül faşist cuntasına, bugün AKP-MHP faşist iktidarına karşı direnerek zindanları mücadele sahasına çeviren Gültan Kışanak’ı, Figen Yüksekdağ’ı, Leyla Güven’i, Sebahat Tuncel’i, Ayla Akat’ı ve cezaevlerindeki tüm yoldaşlarımızı saygıyla sevgiyle selamlıyorum.

Bu topraklarda her türlü baskı, gözaltı ve tutuklamalara rağmen adaletten ve onurlu barış mücadelesinden vazgeçmeyen Cumartesi Annelerinin, Barış Annelerinin mücadelelerini selamlıyorum. İfade vermeye giderken geçirdikleri trafik kazasında yaşamlarını yitiren Barış Annelerimiz Perişan Akçelik ve Adalet Safalı’yı saygıyla anıyorum. Bir kez daha diyoruz ki Barış Annelerin barış mücadelesi faşizm karanlığını dağıtacak en büyük güçtür.

Sevgili kadınlar; iktidarın bizi karanlıkta ve umutsuz bırakmak istediği bu eşikte kadınlar meydanlarda cesaret ve umut saçıyor. Bugün barış, adalet, emek, insan hakları, eşitlik ve özgürlük mücadelelerinin verildiği her yerde kadınlar var. Ülkedeki faşist otoriter ve baskıcı rejime itirazların yükseldiği her direnişe kadınlar öncülük ediyor. Yaşamın her alanında emek, adalet ve özgürlük mücadelesi veren bütün kadınları selamlıyorum!

Kadın özgürlük mücadelemize yönelik çok boyutlu saldırıların olduğu böylesi bir dönemde kadın konferansımızı gerçekleştiriyoruz. Konferanslar her zaman için bizler açısından umudun, direnişin, mücadelenin tazelendiği dönemler olmuştur. Nitekim iki gün sürecek olan bu konferansımızdan da büyük bir umut, kararlılık ve motivasyonla çıkacağımızdan şüphemiz yok.

Bu konferansın bizler açısından anlamı ve önemine dönük birkaç noktaya değinmek istiyorum. Hepinizin bildiği gibi 14 Mayıs seçimleri sonrasında partimiz yeniden yapılanma sürecine girerek bunu tüm kamuoyuna deklare edip çalışmalarına başladı. Bizler de HDP ve Yeşil Sol Parti Kadın Meclisleri olarak kadın özgürlük mücadelemizi en güçlü şekilde örgütleyerek kadın dayanışmasının büyütmenin yol ve yöntemleri üzerinden tartışmalarımızı başlattık. Mücadele geleneğimizin olmazsa olmazı olan eleştiri-özeleştiri mekanizmamızdan hareketle örgütlü olduğumuz tüm il ve ilçelerde, mahallelerde, köylerde kadın toplantıları, buluşmaları gerçekleştirdik.

Tüm bu toplantılardan açığa çıkan değerlendirme ve öneriler üzerinden merkezi düzeyde 2 büyük çalıştay gerçekleştirerek illerde hazırlık konferansı toplantılarımızı gerçekleştirdik. Gün bu konferanstan en güçlü kararlarla çıkma günüdür. Bu kararları hayata geçirecek gücü ortaya koyma günüdür. Direniş ve mücadeleyi büyüterek AKP-MHP iktidarı eliyle kurumsallaşmış faşizmin yansımaları olan Kürt ve kadın düşmanlığını, gittikçe ağırlaştırılan tecridi, emeğin sömürüsünü, inanç ve kimliklerin baskı altına alınmasını, doğa talanını, rant ve yolsuzluğu püskürtmeye dönük iradeyi açığa çıkarma günüdür.

“Yollarımız farklı akacağımız deniz aynı”

Sevgili kadınlar; dünyanın neresinde olursa olsun erkek egemen iktidarlara karşı kadın mücadelesini büyütmenin yolunun birlikte hareket etmekten, karar alma süreçlerini en geniş katılımla örgütlemekten geçtiğini biliyoruz. Dili, inancı, kültürü ne olursa olsun; biz kadınları buluşturan ortak payda erkek egemen iktidarlara karşı kadın özgürlük mücadelemizi büyütmektir.

Bu mücadeleyi yürütürken farklı yollardan yürüyebiliriz, ancak biliyoruz ki hepimiz aynı denize akıyoruz. Bu inanç ve kararlılıkla konferans sürecimizi örerken en geniş katılımı hedefledik. Yeni dönem mücadele hattımızı belirlerken elimizden geldiğince her kadına ulaşmaya çalıştık. Cezaevlerindeki yoldaşlarımızdan avukatlar aracılığıyla kıymetli önerilerini aldık. Kadın toplantılarımıza, buluşmalarımıza katılan kadınların bugün bu salonda olmasa da fikirleri ve önerileri burada.

Bilinmelidir ki; konferansımızdan çıkacak her karar bu fikir ve öneriler ışığında alınacaktır. Eş Sözcümüz ülke gündemine, kadın gündemine dair kapsamlı değerlendirmelerde bulundu. Ben de çok detaya girmeden ancak konferansımızdan muradımızı açmak adına birkaç noktanın altını çizmek istiyorum. Kadınlar her gün sokak ortasında katledilirken, şiddete maruz kalırken iktidarın cezasızlık politikaları kadına yönelik şiddeti meşrulaştırmaktadır.

Kadına yönelik her türlü şiddetin faili olan erkekler cezasızlıkla ödüllendirilmektedir. Kısmi aflarla, torba yasalarla, denetimli serbestliklerle erkeklere kadına şiddet uygulamaları teşvik edilmektedir. Kayyımlar eliyle kadına yönelik şiddetle mücadele merkezleri ve sığınma evleri kapatılarak şiddet gören kadının başvuracağı tek bir mekanizma bırakılmamıştır. Bizler bulunduğumuz her yerde kadına yönelik şiddet ve katliamlara karşı mücadelemizi büyüttük, büyütmeye devam edeceğiz.

Haklarımız ve kazanımlarımız üzerinden kirli pazarlıklar sonucunda ittifak kurarak 28’nci Dönem Parlamentosuna giren kadın düşmanı gruplara karşı örgütlülüğümüzü büyüterek mücadelemizi yükseltmek hepimizin sorumluluğundadır. Bu gruplar parlamentoya geldikleri andan itibaren harekete geçerek karma eğitimi hedef almış, boşanmayı zorlaştıran yasaları hayata geçirecek politikalarla kadınların nafaka hakkına göz dikmiştir.

Kadınların büyük mücadeleler sonucu kazandığı nafaka hakkının ortadan kaldırılmasına dönük politikalara elbette sessiz kalmayacağız. Kadın düşmanı bu ittifaka karşı hiçbir hakkımızdan ve hiçbir kazanımımızdan asla vazgeçmeyeceğiz. Bu irade ve kararlılıkla bu konferanstan çıkacağımızdan eminiz.

Değerli arkadaşlar; ülkenin içine sürüklendiği kaos, derinleşen ekonomik kriz ve artan kadın yoksulluğu AKP-MHP erkek egemen iktidarının savaş, şiddet ve tecrit politikalarının bir sonucudur. Bulunduğumuz her yerde söyledik, söylemeye devam edeceğiz; savaşa ayrılan her kuruş kadınların emeğinden, sofrasından, yaşamından çalınmaktır.

Kadınları savaşlarla evlerinden, yaşam alanlarından ayırmak göç yollarında kadına yönelik her türlü şiddet ve katliamın önünü açmaktır. Mülteci olarak gittikleri yerlerde emek sömürüsünü en ağır şekilde kadınlara yaşatmaktır. Kadın yoksulluğunu, işsizliğini derinleştirmektir. Bu iktidarın kadın yoksulluğunu, işsizliğini giderme gibi bir derdi yoktur. Bu iktidarın derdi, kadınları yoksulluk kıskacına alıp erkeğe bağımlı hale getirmektir.

Tecridi bir rejim haline getirerek kadınları yaşamın her alanında ötekileştirmek de evlere hapsetmektir. Çünkü biliyoruz ki ülkede dünya ortalamasının çok üzerinde olan kadına yönelik her türlü şiddet ve ayrımcılık, Kürt sorununun çözümsüzlüğünden, savaştan ve tecrit politikalarından bağımsız değildir. İnsanlık suçu olan mutlak tecrit kırılmadan, kadına yönelik şiddet ve katliamların, kadın yoksulluğunun ve işsizliğinin artarak devam edeceğini çok iyi biliyoruz. Konferansımızda yürüteceğimiz her tartışmayı bu gerçeklik üzerinden konuşarak kararlarımızı alacağız.

“Topyekun saldırılar karşısında topyekun mücadele”

Kadın özgürlük mücadelemize yönelik gerçekleştirilen topyekûn saldırılar karşısında topyekûn mücadeleyi büyüteceğiz. Direnişimizi örgütleyeceğiz. Mücadele yöntemlerimizi, kadın örgütleme mekanizmamızı en güçlü şekilde işletmenin yol ve yöntemlerini burada kararlaştıracağız. Bizler gücümüzü; emek, adalet, barış, eşitlik, demokrasi mücadelesi yürüten Kürt, Türk, Arap, Rum, Çerkes, Pomak, Roman, Ermeni, Acem, Süryani, Êzidî kadınlardan alıyoruz.

Doğamıza açılan savaşa karşı “Yerimizi, doğamızı, asla vermeyeceğiz.” diyen Akbebelenli kadınlardan, “Acılardan rant devşiren bu fırsatı felaket iktidarına karşı gitmedik, buradayız” diyen Dikmeceli kadınlardan, “Bu iktidarın rant ve talan politikalarına vereceğimiz tek bir ağacımız, ormanımız yok” diyerek Cudi’ye yürüyen kadınlardan alıyoruz.

Biz gücümüzü; yaşlı, çocuk, engelli bakımını kadınlara yükleyen sağlamcı politikalara karşı engelsiz bir yaşam mümkün diyerek mücadelesini örgütleyen kadınlardan alıyoruz. Yoksulluğun kadınlaşmasına izin vermeyeceğiz diyerek iş yerlerini, alanları, meydanları isyanıyla örgütleyen direnişimizden alıyoruz. Biz gücümüzü kadına yönelik şiddet ve katliamlara karşı 8 Martlarda, 25 Kasımlarda isyanıyla geceleri aydınlatan yürüyüşlerimizden alıyoruz.

Yaşamın her alanında ben varım diyerek her türlü baskı, gözaltı ve tutuklamalara karşı diz çökmeyen, boyun eğmeyen cezaevlerindeki yoldaşlarımızdan alıyoruz; Rojava’da kadın öncülüğünde gerçekleşen ve tüm dünya kadınlarına ilham olan Rojava Kadın Devriminden alıyoruz. Gücümüzü demokratik, ekolojik kadın özgürlükçü paradigmamızdan alıyoruz. Büyük kadın konferansımızı bu coşku, umut ve kararlılıkla başlatıyoruz. Hepimizin yolu açık olsun, bir kez daha konferans delegasyonumuzu selamlıyorum. An Serkeftin, an serkeftin! Yaşasın kadın dayanışması! Jin, jiyan, azadî!”

Paylaşın