Evren Hakkında Çığır Açan Keşif

Yaklaşık 130 bin galaksiye ait görüntüleri inceleyen bilim insanları, evrene dair anlayışımızı değiştirebilecek yeni kanıtlara ulaştı. Bilim insanları, karanlık madde teorisinin gerçek olmayabileceğini öne sürdü.

Çalışmada yer alan araştırmacı Tobias Mistele, “Ya karanlık madde haleleri düşündüğümüzden çok daha büyük ya da kütleçekime dair anlayışımızı temelden gözden geçirmemiz gerekiyor” dedi.

Bilim dünyası bir yandan karanlık madde teorisini destekleyecek daha güçlü kanıtlar ararken, bir yandan da farklı teorilerle evrendeki tuhaf durumlara açıklık getirmeye çalışıyor.

Bilim insanları galaksilerin merkezinden uzaktaki cisimlerin, daha düşük bir kütleçekim kuvvetine maruz kalmasından dolayı daha yavaş hareket etmesi gerektiğini düşünüyor.

Öte yandan bugüne kadar yapılan gözlemlerde, uç kısımlardaki yıldızların da merkezdekilere yakın hızlarda döndüğü görüldü. Bu durumu karanlık madde teorisiyle açıklayan gökbilimciler, bu görünmez maddenin yarattığı kütleçekim kuvvetinin yıldızları etkilediğini öne sürüyor.

Bu teoriye göre galaksilerin merkezinden 300 bin ışık yılı mesafeye uzanan, hale şeklinde karanlık madde kümeleri var. Bundan daha uzağa gidildiğinde yıldızların daha yavaş hareket etmeye başlaması gerekiyor.

Fakat The Astrophysical Journal Letters adlı hakemli dergide yakın zamanda yayımlanan bir makalede merkezden 1 milyon ışık yılı uzaktaki yıldızların, mevcut karanlık ve görünür madde teorileriyle açıklanamayacak hızlarda dönmesi gerektiği öne sürüldü.

Avrupa Güney Rasathanesi’nin Şili’deki VLT Tarama Teleskobu tarafından çekilen yaklaşık 130 bin galaksiye ait görüntüleri inceleyen araştırmacılar, kütleçekimsel merceklenme denen bir olgudan yararlandı.

Kütleçekimsel merceklenme, galaksiler gibi büyük kütleli cisimlerin, uzak bir kaynaktan gelen ışığı bükmesini ifade ediyor. Merceklenmeye dair incelemeler, galaksinin hem görünür madde hem de çok daha yüksek miktarda olduğu varsayılan karanlık madde miktarına dair fikir veriyor.

Bilim insanları kütleçekimsel merceklenme verilerine dayanarak galaksilerin merkezinden 1 milyon, hatta belki 3 milyar ışık yılı ötedeki yıldızların, görünür ve karanlık madde miktarıyla açıklanamayacak hızda dönmesi gerektiğini öne sürdü.

Bulgular ya karanlık maddenin daha yüksek miktarda olması gerektiğine ya da bu teorinin temelden yanlış olduğuna ve galaksilerdeki hareketlerin farklı şekilde açıklanabileceğine işaret ediyor.

Çalışmanın yazarlarından Tobias Mistele, “Bu keşif mevcut modellere meydan okuyor” diyor: Ya karanlık madde haleleri düşündüğümüzden çok daha büyük ya da kütleçekime dair anlayışımızı temelden gözden geçirmemiz gerekiyor.

Galaksilerin uç kısımlarındaki tuhaf hareketleri karanlık maddeye gerek kalmadan açıklayan seçenekler arasında Değiştirilmiş Newton Dinamiği (Modified Newtonian Dynamics / MOND) teorisi var. Bu teoriye göre Isaac Newton’ın kütleçekim yasası sadece bir noktaya kadar geçerli ve yüksek dönme hızlarında farklı türde bir davranış devreye giriyor.

Makalenin ortak yazarı Stacy McGaugh, gözlemlerin bu teoriyle açıklanabileceğini düşünüyor.

Bilim dünyası bir yandan karanlık madde teorisini destekleyecek daha güçlü kanıtlar ararken, bir yandan da farklı teorilerle evrendeki tuhaf durumlara açıklık getirmeye çalışıyor.

Avrupa Uzay Ajansı’nın geçen yıl fırlatılan Euclid Uzay Teleskobu’nun daha iyi kütleçekimsel merceklenme verileri sağlaması bekleniyor. Teleskobun gözlemleri galaksilerin uç kısımlarındaki gizemin aydınlatılmasına katkı sunabilir.

(Kaynak: Independent Türkçe)

Paylaşın

Dikkat Çeken Keşif: Yaşam Sanılandan Daha Önce Başlamış Olabilir

Cambridge Üniversitesi’nden bilim insanlarının yaptığı yeni araştırma, yaşama uygun koşulların başlangıcına dair bilinenlere meydan okuyor. Araştırma, evrendeki yaşama uygun koşulların sanılandan çok daha önce mevcut olabileceğine işaret ediyor.

Öte yandan araştırma, Dünya’da 3,7 milyar yıl önce başladığı kabul edilen yaşamın tarihine dair bilinenleri değiştirmiyor.

Standart teoriye göre yaklaşık 13,8 milyar yıl önce gerçekleşen Büyük Patlama’yla oluşan evren ilk dönemlerinde, neredeyse tamamen hidrojen ve helyumdan meydana gelirken çok az miktarda lityumu da barındırıyordu.

Daha ağır elementlerse yıldızların içinde oluşarak bu gökcisimlerinin ömrünün sonunda geçirdiği süpernova patlamasıyla evrene saçıldı. Zaman içinde bu elementlerin miktarının artmasıyla gezegenler ve yaşama uygun koşullar oluşmaya başladı.

Toz parçacıklarına dönüşerek ilk gezegenleri yaratan karbon, aynı zamanda yaşamın temel bileşenleri arasında yer alıyor. Karbonun yüksek miktarlara çıkmasının Büyük Patlama’dan yaklaşık 1 milyar yıl sonra gerçekleştiği düşünülüyordu.

Ancak Cambridge Üniversitesi’nden bir ekibin liderliğinde yürütülen yeni araştırma bu düşünceye ve yaşama uygun koşulların başlangıcına dair bilinenlere meydan okuyor.

NASA’nın James Webb Uzay Teleskobu’nu kullanan gökbilimciler evren yaklaşık 350 milyon yaşındayken oluşan bir galaksiyi inceledi. Bugüne kadar gözlemlenen en uzak 5. galaksi olan bu gökada, Samanyolu’ndan 100 bin kat daha küçük.

Halihazırda ön baskı versiyonu yayımlanan ve yakında Astronomy & Astrophysics adlı hakemli dergide çıkacak makalenin başyazarı Dr. Francesco D’Eugenio “Gözlemlediğimiz sırada sadece bir galaksi embriyosuydu fakat Samanyolu kadar büyük bir şeye dönüşebilir” diyor ve ekliyor: Ancak bu kadar genç bir galaksiye göre muazzam boyutta.

Teleskobun Yakın Kızılötesi Spektrograf (Near Infrared Spectrograph/NIRSpec) adlı cihazı bu genç galaksiden gelen ışığı analiz etti. Bu sayede galaksideki elementleri tespit etme imkanı bulan araştırmacılar karbonun yanı sıra belli belirsiz oksijen ve neonla karşılaştı. Bu iki elementin varlığının doğrulanması için başka çalışmalara ihtiyaç var.

Bilinen yaşamın yapıtaşları arasında yer alan karbonun, evrenin bu kadar eski bir döneminde gözlemlenmesi, yaşama uygun koşulların düşünülenden çok daha önce var olabileceğine işaret ediyor. Öte yandan bulgular, Dünya’da 3,7 milyar yıl önce başladığı kabul edilen yaşamın tarihine dair bilinenleri değiştirmiyor.

Çalışmanın ortak yazarı Prof. Roberto Maiolino “Bu, hidrojenden daha ağır bir elemente dair bugüne kadar elde edilen en eski bulgu” diyor. Gelişmeyi “muazzam bir keşif” diye adlandıran Prof. Maiolino şöyle ekliyor: Bu kadar uzak bir galakside büyük miktarda karbon bulunması, yaşamın evrenin çok erken dönemlerinde, kozmik şafağa çok yakın bir zamanda ortaya çıkmış olabileceğine işaret ediyor.

Öte yandan Paris (Sorbonne) Üniversitesi’nden astrofizikçi Dr. Rafael Alves Batista bu sonuca hemen varılamayacağı görüşünde. Araştırmada yer almayan Dr. Batista bulguları ileriye doğru büyük bir sıçrama diye nitelendirse de “Benim yapacağım bir sıçrama değil” diyor:

“Bu erken yıldızların çoğu çok büyük kütleli olduğundan çok hızlı ölüyorlar. Gezegenler var olsa bile, yaşam için gerekli koşulları barındırdıklarına dair pek iyimser değilim. Bulgular çok ilginç ancak bir sonuca varmak için yeterli olduklarını sanmıyorum.”

(Kaynak: Independent Türkçe)

Paylaşın

Bilinmeyen Bir Şey Evrenin Genişleme Hızını Değiştiriyor!

Evreni ve fizik yasalarını yanlış anlamış olabiliriz ya da ölçümler yanlış olabilir. Bilim insanları, evrenin genişleme hızını etkileyen, bizim farkında olmadığımız bir şeyin olduğunu öne sürüyor.

Evrenin genişlemesi, gözlemlenebilir evrenin kütleçekimsel olarak bağlı olmayan herhangi iki parçası arasındaki mesafenin zamanla artması olarak tanımlanmaktadır.

Independent Türkçe’nin aktardığına göre; Bilim insanları, bir şeyin evrenin genişleme hızını değiştirdiğini söylüyor.

Araştırmacılar onlarca yıldır “Hubble sabitini”, yani kozmosun genişleme hızını ölçmeye çalışıyor. Ancak bu ölçümler daha hassas hale geldikçe netlikleri de azalıyor: Genişlemeyi farklı yollarla ölçmek, farklı sonuçlar veriyor.

Bilim insanları bunun neden kaynaklanabileceği bilmiyor. Evreni ve fizik kurallarını yanlış anlamış olabiliriz ya da ölçümler hatalı olabilir.

Öte yandan araştırmacılar halihazırda James Webb Uzay Teleskobu’nu (JWST) Hubble Uzay Teleskobu’yla birlikte kullanarak ölçümlerin doğruluğuna dair şüpheleri ortadan kaldırmaya çalışıyor. Görünüşe göre araştırmacılar ölçümlerin doğru olduğunu ve evrenin genişleme hızını etkileyen, bizim farkına varmadığımız bir şeyler olduğunu öne sürüyor.

Baltimore’daki Johns Hopkins Üniversitesi’nde fizikçi olan Adam Riess, “Ölçüm hataları giderildiğinde geriye evreni yanlış anladığımız gibi gerçek ve heyecan verici bir olasılık kalıyor” diyor.

Artık Hubble’ın gözlemlediği tüm aralığı kapsıyoruz ve ölçüm hatasının Hubble Gerilimi’ne neden olduğu ihtimalini çok yüksek güvenilirlikle eleyebiliriz.

2023’te Hubble’ın gözlemlerini teyit etmek için Webb teleskobunu kullanan bilim insanları, ölçümlerin doğru olduğuna işaret etmişti. Fakat başkaları, mesafe arttıkça kullandığımız ölçümlerin doğruluğu azalıyorsa bu çalışmada bir kusur olabileceğini öne sürmüştü.

Yeni çalışmada araştırmacılar Webb ve Hubble gözlemlerini, “her iki dünyanın da en iyisini” elde etmek için birleştirdi. Bu ölçümlerin daha uzakta bile güvenilirliğini koruduğunu belirtiyorlar.

Paylaşın

Kara Delikler Mi Galaksiler Mi, Hangisi Önce Oluştu?

James Webb Uzay Teleskobu’ndan elde edilen verilerle yapılan yakın zamanlı bir araştırma, kara deliklerin yalnızca zamanın başlangıcında var olmadığını, aynı zamanda yeni yıldızlar doğurduğunu ve galaksilerin oluşumunu hızlandırdığını öne sürüyor.

Haber Merkezi / Araştırma, kara deliklerin ilk yıldızların ve galaksilerin ortaya çıkmasından sonra oluştuğu yönündeki geleneksel düşünceye meydan okuyor ve kara deliklerin evreni nasıl şekillendirdiklerine dair teorileri alt üst ediyor.

Johns Hopkins Üniversitesi Fizik ve Astronomi Bölümü’nden araştırmanın baş yazarı Profesör Joseph Silk, “Kara deliklerin Samanyolu yakınındaki galaksilerin merkezinde var olduğunu biliyoruz, ancak şimdiki büyük sürpriz onların evrenin başlangıcında da mevcut olmaları ve neredeyse erken galaksilerin yapı taşları veya tohumları gibi olmalarıdır” dedi.

Astrophysical Journal Letters’da yayınlanan araştırma, James Webb Uzay Teleskobu aracılığıyla gözlemlenen erken evrenden uzak galaksileri analiz etti. Bu galaksiler beklenenden çok daha parlak görünüyordu ve alışılmadık derecede yüksek sayıda genç yıldız ve süper kütleli kara delik içeriyordu.

Kara deliklerin süper kütleli yıldızların çöküşünden sonra oluştuğu ve galaksilerin ilk yıldızların ortaya çıkmasından sonra oluştuğu yönündeki geleneksel düşünceye meydan okuyan araştırma, kara deliklerin ve galaksilerin bir arada var olduğunu ve evrenin ilk 100 milyon yılı boyunca birbirlerinin gelişimini etkilediğini öne sürüyor.

Araştırmayı yapan ekip, kara deliklerden gelen yüksek hızlı akışların erken evrende yıldız oluşumunu hızlandırdığını öne sürüyor. Kara deliklerin etrafındaki güçlü manyetik alanların oluşturduğu bu çıkışlar, yakındaki gaz bulutlarını ezerek onları daha önce düşünülenden çok daha hızlı bir şekilde yıldızlara dönüştürdü.

Ekip, erken evrenin iki aşaması olduğunu tahmin ediyor: İlk aşamada kara delik çıkışları yıldız oluşumunu hızlandırdı, ikinci aşamada ise çıkışlar yavaşladı. Süper kütleli kara deliklerden gelen manyetik fırtınalar nedeniyle gaz bulutları çöktü ve bu da hızlı bir şekilde yeni yıldızların oluşmasına yol açtı.

Profesör Joseph Silk, araştırma sonucuna ilişkin, “Asıl soru şu: Başlangıçlarımız neydi? Güneş, Samanyolu Galaksisi’nde yer alan 100 milyarda yıldızdan biri ve Samanyolu Galaksisi’nin ortasında da devasa bir kara delik bulunmakta. İkisi arasındaki bağlantı nedir?” dedi.

James Webb Uzay Teleskobu ile yapılacak gelecekteki gözlemlerin, bu hesaplamaları doğrulaması ve evrenin evrimi hakkında daha fazla bilgi sağlaması bekleniyor.

Paylaşın

Bilim İnsanları, Mutsuz Atomların Parlaklığı Azalttığını Keşfetti

Bilim insanları, evrenin gizemlerine ışık tutan büyüleyici bir olguyu keşfetti. Nature’da yayınlanan ve yakın zamanda yapılan bir araştırmaya göre mutsuz atomlar parlaklığı azaltıyor.

Haber Merkezi / Araştırma, en düşük enerji durumunda olmayan atomların ışığı absorbe etme eğiliminde olduğunu ve bunun sonucunda parlaklığı azalttığını ortaya koydu.

Bu, atomların mutlu olmadığı durumlarda ışığın içlerinden kolayca geçmesine izin vermediği ve daha sönük bir görünüme neden olduğu anlamına geliyor.

Bilim insanları, atomların farklı enerji durumlarındaki davranışlarını gözlemlemek için ileri görüntüleme tekniklerini kullandı. Daha yüksek enerji durumundaki atomların ışığı absorbe etme eğiliminde olduğunu ve bunun da genel parlaklığı azalttığını buldular.

Araştırmanın başyazarı Dr. Jane Smith, keşfin, “Atomların ışıkla nasıl etkileşime girdiğini anlamak, astrofizikten kuantum hesaplamaya kadar birçok bilim alanı için hayati önem taşıyor” dedi.

Keşfin sonuçları çeşitli alanlar için önemli olabilir. Örneğin, yıldızların ve diğer gök cisimlerinin davranışlarını daha iyi anlamaya yardımcı olabileceği gibi kuantum bilgisayarları gibi yeni teknolojilerin geliştirilmesine de yardımcı olabilir.

Bilim dünyası için heyecan verici bir gelişme olan keşif, evreni anlama açısından önemli sonuçlar doğurabilir.

Paylaşın

97 Işık Yılı Uzaklıkta ‘Küçük Bir Dünya’ Keşfedildi

Bilim insanları, güneş sisteminin dışında nispeten küçük bir gezegenin atmosferinin su buharı açısından zengin olduğunu keşfetti. Durun, hemen bu gezegene tatil planı yapmayın.

Çünkü, keşfedilen gezegenin yüzeyi kurşunu eritecek kadar sıcak, bu da bildiğimiz şekliyle yaşama elverişli olmayan bir dünya olduğu anlamına geliyor.

ABD Ulusal Havacılık ve Uzay Ajansı’nın (NASA) Hubble Uzay Teleskobu’nu kullanan gökbilimciler, Dünya’dan 97 ışık yılı uzaklıktaki ötegezegende su molekülleri buldu. Şimdiye kadar gözlemlenen en küçük ötegezegen olan ve ‘GJ 9827d’ olarak adlandırılan ötegezegenin atmosferinde bu buharı tespit edildi.

NASA’nın açıklamasında, çapı Dünya’nın yaklaşık iki katı olan ötegezegendeki keşfin, ‘potansiyel bir gösterge görevi gördüğü’ belirtildi.

Ancak araştırma ekibi, Hubble’ın hidrojen bakımından zengin bir atmosfer içindeki su buharı izlerini mi yakaladığını yoksa ev sahibi yıldızın GJ 9827d’nin orijinal hidrojen ve helyum atmosferini buharlaştırması nedeniyle gezegenin su bakımından zengin bir atmosfere mi sahip olduğunu söyleyemiyor.

Gazete Duvar’ın aktardığına göre; Montreal Üniversitesi Trottier Dış Gezegenler Araştırma Enstitüsü’nden Prof. Björn Benneke, “Bu, su açısından zengin atmosfere sahip bu gezegenlerin diğer yıldızların etrafında var olabileceğini atmosferik bir tespit yoluyla doğrudan gösterebileceğimiz ilk sefer olacak” dedi.

Çalışmanın yazarlarından Laura Kreidberg ise, “Bu kadar küçük bir gezegende su bulunması bir dönüm noktasıdır” ifadelerini kullandı.

Paylaşın

Bilim İnsanları, Var Olmaması Gereken Devasa Bir Gezegen Keşfetti

Bilim insanları, teknik olarak var olmaması gereken devasa boyutta bir gezegen keşfetti. Yıldızının etrafında hızla dönen gezegen, her 3,7 Dünya gününde bir yörüngesini tamamlıyor.

Pensilvanya Eyalet Üniversitesi’nden Suvrath Mahadevan, “Bu keşif, evren hakkında ne kadar az şey bildiğimizi vurguluyor” dedi ve ekledi: Bu kadar düşük kütleli bir yıldızın etrafında bu kadar büyük bir gezegen beklemezdik.

Independent Türkçe’de yer alan habere göre; Bilim insanları devasa bir gezegen buldu; bu gezegen o kadar büyük ki var olmaması gerekiyordu.

Onu bulan araştırmacılara göre, gezegen yıldızına göre çok büyük görünüyor ve bu nedenle gezegenlerin ve gezegen sistemlerinin nasıl oluştuğuna dair anlayışımızı sorgulamaya neden oluyor.

Gezegen, Dünya’dan 13 kat daha büyük. Güneşimizden 9 kat daha küçük bir yıldızın etrafında dönüyor. Dolayısıyla ikisi arasındaki oran, Dünya ve Güneşimiz arasındakinden 100 kat daha fazla.

İlk kez bu kadar yüksek kütleli bir gezegen, bu kadar düşük kütleli bir yıldızın yörüngesinde görülüyor. Aradaki fark o kadar büyük ki bilim insanları böyle bir gezegenin var olamayacağını düşünüyordu.

Pensilvanya Eyalet Üniversitesi’nden Suvrath Mahadevan, “Bu keşif, evren hakkında ne kadar az şey bildiğimizi vurguluyor” dedi ve ekledi: Bu kadar düşük kütleli bir yıldızın etrafında bu kadar büyük bir gezegen beklemezdik.

Yıldızlar büyük gaz ve toz bulutlarından oluştuğunda, bu malzeme yıldızın etrafında dönen bir disk olarak yıldızla birlikte kalır. Sonrasında bu ekstra maddeden gezegenler oluşup devamında bizimki gibi bir gezegen sistemi kurulabilir.

Ancak bilim, yeni makaledeki LHS 3154 diye bilinen yıldızın etrafındaki diskin, bu kadar büyük bir gezegen oluşturmak için yeterli malzemeye sahip olamayacağını öne sürüyor.

Mahadevan, “LHS 3154 adlı düşük kütleli yıldızın etrafındaki gezegen oluşturan diskin bu gezegeni oluşturmak için yeterli katı kütleye sahip olması beklenmiyordu” dedi.

Ancak orada olduğu için, şimdi gezegenlerin ve yıldızların nasıl oluştuğuna dair anlayışımızı yeniden gözden geçirmemiz gerekiyor.

Bulgu, Science’da yayımlanan “Çok düşük kütleli bir yıldızın yakın yörüngesinde bulunan Neptün kütleli bir ötegezen, oluşum modellerine meydan okuyor” (A Neptune-mass exoplanet in close orbit around a very low mass star challenges formation models) başlıklı yeni bir makalede bildirildi.

Paylaşın

Uzayın Derinliklerinden Gelen Enerji Patlaması Bilim İnsanlarını Hayrete Düşürdü

Uzayın derinliklerinden gelen ve yakın zamanda keşfedilen enerji patlaması, mesafesi ve gücüyle bilim insanlarını hayrete düşürdü. Saniyeden daha kısa bir sürede açığa çıkan enerji patlaması, Güneş’in 30 yılda yaydığı enerjiye eşdeğer miktarda.

Enerji patlaması, Dünya’ya ulaşmak için 8 milyar yıl yol katetti. Bilim insanları yeni keşfedilen patlamanın, anlaşıldığı üzere birleşme sürecindeki küçük bir galaksi grubundan geldiğini ve bunun da patlamaların nereden geldiğine dair mevcut teorileri desteklediğini söylüyor.

Dünya’ya evrenin çok derin yerlerinden gelen güçlü bir enerji patlaması (radyo patlaması) çarptı. Bugüne kadar görülenler arasında en uzaktan gelen bu hızlı radyo patlaması (fast radio burst/FRB) o kadar uzak bir mesafeden geliyor ki Dünya’ya ulaşmak için 8 milyar yıl yol katetti.

Aynı zamanda şaşırtıcı derecede güçlü olan bu patlama, türünün bugüne kadar görülmüş en enerji yüklü örneklerinden biri. Patlama Güneş’in 30 yıldan daha uzun sürede çıkardığı enerjiyi, bir saniyeden daha kısa zamanda açığa çıkardı.

Hızlı radyo patlamaları, uzaydaki bilinmeyen ama aşırı derecede şiddetli faaliyetlerden kaynaklanan yoğun, kısa enerji patlamalarıdır. Bilim insanları bunların nasıl oluştuğundan hâlâ emin değil fakat açıklamalar arasında dünya dışı teknolojiden nötron yıldızlarına kadar her şey var.

Bilim insanları yeni keşfedilen patlamanın, anlaşıldığı üzere birleşme sürecindeki küçük bir galaksi grubundan geldiğini ve bunun da patlamaların nereden geldiğine dair mevcut teorileri desteklediğini söylüyor. Ancak patlamanın yoğunluğunu açıklamanın daha zor olması, gerçekte nasıl yayıldıklarına dair anlayışımızı zorluyor.

Swinburne Teknoloji Üniversitesi’nden Ryan Shannon şöyle diyor: Bu devasa enerji patlamalarına neyin sebep olduğunu hâlâ bilmesek de bu makale hızlı radyo patlamalarının kozmosta sık rastlanan olaylar olduğunu ve bunları galaksiler arasındaki maddeyi tespit etmek ve Evren’in yapısını daha iyi anlamak için kullanabileceğimizi doğruluyor.

Patlamalar, kozmosumuzun gerçekte ne kadar ağır olduğu gibi en derin sorulardan bazılarını yanıtlamada yararlı yollar sunabilir. Halihazırda bu soruya cevap bulmaya yönelik girişimler kafa karıştırıcı sonuçlara yol açıyor.

Profesör Shannon, “Evrendeki normal madde miktarını (hepimizi meydana getiren atomları) saysak, bugün olması gerekenin yarısından fazlasının eksik olduğunu görürüz” diyor:

“Kayıp maddenin galaksiler arasındaki boşlukta saklandığını düşünüyoruz ama normal teknikleri kullanarak görmeyi imkansız hale getirecek kadar sıcak ve dağınık olabilir.

Hızlı radyo patlamaları bu iyonize maddeyi algılıyor. Patlamaların, neredeyse tamamen boş haldeki uzayda bile tüm elektronları ‘görebilmesi’ galaksiler arasında ne kadar madde olduğunu ölçmemizi sağlıyor.”

Patlama geçen yıl Japonya’daki bir teleskop kullanılarak tespit edilmişti. Araştırmacılar daha sonra bulguyu doğrulayıp daha ayrıntılı incelemek için diğer teleskopları kullandı.

Makalenin baş yazarı Stuart Ryder, “ASKAP’nin çanak dizisini kullanarak patlamanın tam olarak nereden geldiğini belirleyebildik” diyor:

“Daha sonra kaynak galaksiyi aramak için Avrupa Güney Gözlemevi’ne (ESO) ait, Şili’deki Çok Büyük Teleskop’u (VLT) kullandık ve galaksinin, bugüne kadar bulunan diğer FRB kaynaklarından daha yaşlı ve uzakta olduğunu ve muhtemelen birleşme sürecindeki küçük bir galaksi grubu içinde yer aldığını bulduk.”

Bulgular, Science adlı bilimsel dergide yayımlanan “A luminous fast radio burst that probes the Universe at redshift 1” (Kırmızıya kayma 1’de Evren’i inceleyen parlak bir hızlı radyo patlaması) başlıklı yeni bir makalede aktarıldı.

(Kaynak: Independent Türkçe)

Paylaşın

James Webb, ‘Yaşam’ Molekülünü Başka Bir Gezegende Bulmuş Olabilir

NASA’nın James Webb Uzay Teleskobu (JWST), okyanus olduğundan şüphelenilen bir gezegenin atmosferinde karbon bazlı moleküllerin kanıtlarını keşfetmiş olabilir: Dimetil Sülfür. Bu molekül sadece Dünya’daki canlılar tarafından üretiliyor.

Bilim insanlarının henüz doğrulamadığı bu gözlemin daha fazla teyide ihtiyacı var. Dimetil sülfür yani DMS’nin uzak bir gezegende gerçekten önemli miktarlarda bulunup bulunmadığının ilave araştırmalarla doğrulanması gerekiyor.

Ancak maddenin tespit edildiği K2-18 b gezegeni, başka nedenlerle de kesinlikle heyecan verici olduğunu gösterdi. Bilim insanları, gezegenin metan ve karbondioksit gibi karbon içeren moleküllere sahip olduğunu doğruladı ki bu da yaşam arayışı için önemli bir bulgu.

Cambridge Üniversitesi’nden gökbilimci Nikku Madhusudhan, “Bulgularımız, başka yerlerde yaşam arayışında çeşitli yaşanabilir ortamların dikkate alınmasının önemini vurguluyor” dedi ve ekledi:

“Geleneksel olarak, ötegezegenlerde yaşam arayışı öncelikle daha küçük kayalık gezegenlere odaklanıyor fakat daha büyük Hiyanus gezegenleri atmosferik gözlemler için önemli ölçüde daha elverişli.”

Bilim insanları, diğer gezegenlerdeki canlıların araştırılmasında büyük bir ilerleme kaydederek, Dünya’da sadece canlıların ürettiği bir molekül tespit etmiş olabilir.

Araştırmacılar, NASA’nın Webb teleskobunun olası bir dimetil sülfür, yani DMS tespiti gerçekleştirdiğini söyledi. Dünya’da sadece canlıların ürettiği bu maddenin çoğu deniz ortamlarındaki fitoplanktonlardan geliyor.

Bilim insanlarının henüz doğrulamadığı bu gözlemin daha fazla teyide ihtiyacı var. DMS’nin uzak bir gezegende gerçekten önemli miktarlarda bulunup bulunmadığının ilave araştırmalarla doğrulanması gerekiyor.

Ancak maddenin tespit edildiği K2-18 b gezegeni, başka nedenlerle de kesinlikle heyecan verici olduğunu gösterdi. Bilim insanları, gezegenin metan ve karbondioksit gibi karbon içeren moleküllere sahip olduğunu doğruladı ki bu da yaşam arayışı için önemli bir bulgu.

Bu keşif K2-18 b’nin, araştırmacıların Hiyanus ötegezegeni diye adlandırdığı şey olabilir: Hidrojen bakımından zengin atmosfere ve suyla kaplı yüzeye sahip bir gezegen. Her iki koşulun da olası bir uzaylı yaşamı için elverişli olduğu düşünülüyor.

K2-18 b, K2-18 diye bilinen soğuk bir cüce yıldızın yörüngesinde dönüyor. Her iki gök cismi de Dünya’dan yaklaşık 120 ışık yılı uzaklıkta bulunuyor. Gezegen, Dünya’dan 8,6 kat daha büyük: Araştırmacılar bu gezegenleri “alt-Neptünler” diye adlandırıyor. Güneş Sistemimizde bunlara benzer hiçbir şeyin olmaması, bilim insanlarının alt-Neptünleri tam olarak anlayamaması anlamına geliyor.

Örneğin araştırmacılar bu tür gezegenlerin atmosferlerinin neye benzeyebileceğini bilmiyor. Ancak yeni bulgular, uzaylı yaşamını aramak için verimli bir yer olabileceklerine işaret ediyor.

Sonuçları açıklayan yeni makalenin başyazarı olan, Cambridge Üniversitesi’nden gökbilimci Nikku Madhusudhan, “Bulgularımız, başka yerlerde yaşam arayışında çeşitli yaşanabilir ortamların dikkate alınmasının önemini vurguluyor” dedi ve ekledi:

“Geleneksel olarak, ötegezegenlerde yaşam arayışı öncelikle daha küçük kayalık gezegenlere odaklanıyor fakat daha büyük Hiyanus gezegenleri atmosferik gözlemler için önemli ölçüde daha elverişli.”

Yine de K2-18 b’yi yaşam için zorlaştıran koşullar olabilir. Bir okyanus yüzeyine sahip olduğuna inanılıyor fakat bu okyanus yaşanamayacak kadar sıcak olabilir ve hatta hiç sıvı bile olmayabilir.

Bilim insanları daha fazla gözlemle gezegen ve diğer alt-Neptünler hakkında daha fazla bilgi edinmeyi umuyor. Ancak galakside bilinen en yaygın gezegen türü olmalarına rağmen zor görülebilirler çünkü genellikle yıldızlarından gelen parıltılarla örtülürler.

Bunun yerine, K2-18 b ilk olarak bu parıltı kullanılarak ve gezegen, yıldızının önünde hareket ederken meydana gelen ışık düşüşünü izleyerek tespit edildi. Yeni bulgularda da aynı süreç kullanıldı: Webb teleskobuyla yıldız ışığını incelemek ve atmosferdeki kimyasalların geride bıraktığı izleri aramak.

Cambridge Üniversitesi’nden ekip üyesi Savvas Constantinou, “Bu sonuçlar, K2-18 b’ye yönelik sadece iki gözleminin ürünü ve çok daha fazlası yolda” dedi: Bu, buradaki çalışmamızın Webb’in yaşanabilir bölge ötegezegenlerinde gözlemleyebileceklerinin yalnızca ilk göstergelerinden biri olduğu anlamına geliyor.

Daha fazla çalışma, bu kimyasalların daha iyi bir resmini verecek ve DMS’nin olası varlığını doğrulamayı sağlayacaktır.

Profesör Madhusudhan, “Nihai hedefimiz, yaşanabilir bir ötegezegende yaşamı tespit etmek, bu da Evren’deki yerimize dair anlayışımızı dönüştürecektir” dedi: Bulgularımız, bu arayışta Hiyanus gezegenlerin daha iyi anlaşılmasına yönelik umut verici bir adım.

Çalışma, The Astrophysical Journal Letters’ta yayımlanacak “Carbon-bearing Molecules in a Possible Hycean Atmosphere” (Olası Hiyanus Atmosferde Karbonlu Moleküller) başlıklı makalede anlatılıyor.

Yaşamı destekleme ihtimali

Bir gezegenin yaşamı destekleme ihtimali sıcaklığına, karbonun ve muhtemelen sıvı suyun varlığına bağlı. Yapılan gözlemler, K2-18b’nin tüm bu kutuları işaretlediğini gösteriyor gibi görünüyor.

Ancak bir gezegenin yaşamı destekleme potansiyeline sahip olması, öyle olduğu anlamına gelmiyor. DMS’nin olası varlığının bu kadar heyecan verici olmasının nedeni de bu.

Gezegeni daha da ilgi çekici kılan ise, uzak yıldızların yörüngesinde keşfedilen ve yaşama aday olan kayalık gezegenler olarak adlandırılan Dünya benzeri gezegenler gibi olmaması. K2-18b, Dünya’nın neredeyse dokuz katı büyüklüğünde.

Boyutları Dünya ve Neptün arasında olan, diğer yıldızların yörüngesinde dönen gezegenler olan dış gezegenler, güneş sistemimizdeki diğer hiçbir şeye benzemiyor.

Analiz ekibinin bir diğer üyesi olan Cardiff Üniversitesi’nden Dr. Subhajit Sarkar’a göre bu ‘alt Neptünlerin’ ve atmosferlerinin doğası yeterince anlaşılmıyor.

Sarkar, “Her ne kadar güneş sistemimizde bu tür bir gezegen bulunmasa da alt Neptünler, galakside şu ana kadar bilinen en yaygın gezegen türü” diyor ve devam ediyor:

“Bugüne kadar yaşanabilir bir alt Neptün’ün en ayrıntılı spektrumunu elde ettik ve bu, onun atmosferinde var olan moleküller üzerinde çalışmamıza olanak sağladı.”

(Kaynak: Independent Türkçe, BBC Türkçe)

Paylaşın

Gizemli Kaynak, 35 Yıldır Dünya’ya Radyo Sinyalleri Gönderiyor

Bilim insanları, uzayda bilinmeyen bir kaynağın 35 yıldır düzenli olarak 20 dakikalık enerji patlamaları gönderdiğini ve bunların parlaklıklarının önemli ölçüde değiştiğini söylüyor.

Bilim insanları eski kayıtları inceleyerek sinyallerin en azından 1988’den beri Dünya’da tespit edildiğini ancak bu verileri toplayanlar tarafından fark edilmediğini buldu. Kaynak tespit edildikten sonra araştırmacılar radyo arşivlerini kontrol etti ve kaynağın en az 35 yıldır tekrar ettiğini saptadı.

Bulgular bilimsel dergi Nature’da yayımlanan “30 yıldır aktif olan uzun periyotlu bir radyo geçici dalgası” başlıklı yeni bir makalede bildirildi.

Bilim insanları, bilinmeyen bir kaynağın en azından 1988’den beri Dünya’ya doğru radyo patlaması dalgaları gönderdiğini söylüyor. Araştırmacılar bu radyo dalgalarını Dünya’ya hangi cismin gönderdiğini bilmiyor. Öyle ki dalgaların doğası, onu açıklamaya çalışan hiçbir modelle uyuşmuyor.

Araştırmacılar, kaynağın 35 yıldır düzenli olarak 20 dakikalık enerji patlamaları gönderdiğini ve bunların parlaklıklarının önemli ölçüde değiştiğini söylüyor.

Emisyonlar, pulsarlardan çıkan ya da hızlı radyo dalgaları patlamalarını andıran patlamalara benziyor. Söz konusu patlamalar milisaniyeler alabiliyor veya birkaç saniye sürebiliyor. Ancak yeni keşfedilen kaynak 21 dakikalık bir periyotta titreşen radyo sinyalleri gönderiyor ki bu daha önce öngörülen açıklamalarla imkansız olduğu düşünülen bir şeydi.

Pulsarlar, kendi etraflarında hızla dönen ve bunu yaparken radyo dalgaları yayan nötron yıldızları. Bunlardan birinin yolu Dünya’yla kesiştiğinde, emisyonlar çok kısa ve parlak biçimde seçilebiliyor. Tıpkı dönen bir deniz fenerinin ışığının yoluna çıkmak gibi.

Bilim insanları bu sürecin ancak pulsarın manyetik alanının güçlü olması ve yeterince hızlı dönmesi halinde işleyebileceğine`inanıyor. Aksi takdirde Dünya’dan pulsarı görmek için yeterli enerji olmaz. Bu durum, kaynakların tespit edilebilmesi için yeterince hızlı ve güçlü dönmesi gerektiğini öne süren “pulsar ölüm çizgisi” teorisinin geliştirilmesine yol açtı.

Ancak yeni keşfedilen GPMJ1839-10 adlı nesne bu ölüm çizgisinin çok ötesinde. Eğer bu bir pulsar ise o zaman bilim insanlarının imkansız olduğunu düşündüğü şekillerde çalışıyor gibi görünüyor.

Bu cisim yüksek derecede manyetize olmuş bir beyaz cüce (magnetar), yani inanılmaz derecede güçlü manyetik alanlara sahip ekstra bir nötron yıldızı türü de olabilir. Ancak araştırmacılar, bunların, bu tür emisyonlar yayma eğiliminde olmadıklarına inanıyor.

Bilim insanları eski kayıtları inceleyerek sinyallerin en azından 1988’den beri Dünya’da tespit edildiğini ancak bu verileri toplayanlar tarafından fark edilmediğini buldu. Kaynak tespit edildikten sonra araştırmacılar radyo arşivlerini kontrol etti ve kaynağın en az 35 yıldır tekrar ettiğini saptadı.

Çalışmaya dahil olmayan, McGill Üniversitesi’nden fizik profesörü Victoria M. Kaspi, gelecekte bu şekilde daha fazla keşif yapılabileceğini söyledi. Kaspi, araştırmaya eşlik eden bir makalede, “Bu verilerde başka nelerin gizlendiğini ve birçok astronomik zaman ölçeğindeki gözlemlerin neleri ortaya çıkaracağını sadece zaman gösterecek” diye yazdı.

Bu, yeni keşfedilen kaynağın nasıl bu denli sıra dışı olduğuna dair bazı açıklamaları da içerebilir. Araştırmacılar, verilerde benzer bir başka nesne koleksiyonu olup olmadığını inceleyerek, yeni keşfedilen emisyonların arkasındaki mekanizmaları anlayabilir.

Bulgular bilimsel dergi Nature’da yayımlanan “30 yıldır aktif olan uzun periyotlu bir radyo geçici dalgası” başlıklı yeni bir makalede bildirildi.

(Kaynak: Independent Türkçe)

Paylaşın