Şanghay İşbirliği Örgütü Zirvesi: Fotoğraflar, İllüzyonlar, Gerçekler

Özbekistan’ın Semerkant kentinde 15-16 Eylül’de düzenlenen Şanghay İşbirliği Örgütü (ŞİÖ) 22. Devlet Başkanları Zirvesi’nde bir araya gelen liderlerin verdiği mesajlar kadar dikkat çekici bir şey daha varsa o da şüphesiz liderlerin verdiği fotoğraflar ve fotoğrafların verdiği mesajlardı.

Cumhurbaşkanı ve Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın yer aldığı iki fotoğraf, Türkiye kamoyunda özellikle çok konuşuldu. Bu fotoğraflardan ilki, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın zirveye katılan diğer liderler ile birlikte ayakta verdiği toplu fotoğraftı.

Neredeyse tüm hafta sonu boyunca sosyal medyada önümüze düşen diğer fotoğrafta ise Erdoğan, aralarında Azerbaycan Devlet Başkanı İlham Aliyev, Tacikistan Devlet Başkanı İmamali Rahman, Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin, Belarus Devlet Başkanı Aleksandr Lukaşenko ve İran Cumhurbaşkanı İbrahim Reisi’nin olduğu kalabalığa bir şey anlatırken görülüyordu.

Pek çokları için bu ikinci fotoğraf, Erdoğan’ın nasıl da bir “dünya lideri” olduğunu kanıtlar nitelikteydi. Tevekkeli değil, fotoğrafı okurlarıyla paylaşan Yeni Akit, haberi de şu başlıkla vermeyi uygun gördü: “Laf olsun diye ‘dünya lideri’ denmiyor! Güne damga vuran fotoğraf.”

Pakistan hükümetinin “Tüm gözler Pakistan Başbakanı Muhammed Şahbaz Şerif’in üzerinde” mesajıyla paylaştığı fotoğrafla olan ironik benzerliği şimdilik bir tarafa bırakarak önce ilk fotoğrafa dönelim…

Aynılar aynı yere mi?

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın 10 ülkenin liderleriyle birlikte ayakta verdiği poz, Türkiye’nin özellikle temel haklar ve özgürlükler alanında bir süredir dünyada durduğu yeri sembolize ettiği – ya da ediyor olabileceği – acı gerçeği sebebiyle ağızlarda kekremsi bir tat bıraktı.

Semerkant’taki Şanghay Zirvesi’ne hangi ülkelerin liderlerinin katıldığını kısaca hatırlamak gerekirse, bu isimler şöyleydi:

  • Batı’ya karşı denge unsuru oluşturmak amacıyla 1996 yılında kurulan örgüte üye Rusya Devlet Başkanı Putin, Çin Devlet Başkanı Xi Jinping, Kazakistan Cumhurbaşkanı Kasım Cömert Tokayev, Kırgızistan Cumhurbaşkanı Sadır Caparov, Tacikistan Cumhurbaşkanı Rahman, Pakistan Başbakanı Şerif, Hindistan Başbakanı Narendra Modi ve ev sahibi Özbekistan Devlet Başkanı Şevket Mirziyoyev
  • Gözlemci ülkeler Belarus Devlet Başkanı Lukaşenko, Moğolistan Cumhurbaşkanı Ukhnaagiin Khurelsukh, İran Cumhurbaşkanı Reisi
  • Davetli liderler Türkiye Cumhurbaşkanı Erdoğan, Türkmenistan Cumhurbaşkanı Serdar Berdimuhammedov, Azerbaycan Cumhurbaşkanı Aliyev

Dolayısıyla, fotoğrafta da bu ülkelerin liderleri vardı.

Peki, bu fotoğrafla ilgili rahatsız edici olan neydi?

Bianet’ten Selay Dalaklı değerlendirdi.

Ülkelerin hak ve özgürlükler açısından dünyada nerede durduğunu ölçmenin pek çok yolu ve kıstası var. Biz ise şimdilik Sınır Tanımayan Gazeteciler (RSF) 2022 Dünya Basın Özgürlüğü Endeksi ve Freedom House’un 2021 Küresel Özgürlük Haritası ile yetinelim.

Önce RSF’nin 2022 Dünya Basın Özgürlüğü Endeksi…

Yukarıda adı geçen ülkelerin endeksteki yerleri şu şekilde:

  • Rusya – 155.
  • Çin – 175.
  • Kazakistan – 122.
  • Kırgızistan – 72.
  • Tacikistan – 152.
  • Pakistan – 157.
  • Hindistan – 150.
  • Belarus – 153.
  • Moğolistan – 90.
  • İran – 178.
  • Türkiye – 149.
  • Turkmenistan – 177.
  • Azerbaycan – 154.
  • Özbekistan – 133.

Diğer bir deyişle, Moğolistan ve Kırgızistan’ı bir kenara bırakırsak “dünyanın en çok gazeteci hapseden ülkesi” Çin de dahil bu ülkelerin herhangi birinde gerçek anlamda basın özgürlüğünden bahsetmek güç.

Peki, ülkeleri “özgür”, “kısmen özgür” ve “özgür değil” olarak üç kategoriye ayıran Freedom House bu ülkeler için ne diyor?

  • Rusya – Özgür değil (19/100)
  • Çin – Özgür değil (9/100)
  • Kazakistan – Özgür değil (23/100)
  • Kırgızistan – Özgür değil (27/100)
  • Tacikistan – Özgür değil (8/100)
  • Pakistan – Kısmen özgür (37/100)
  • Hindistan – Kısmen özgür (66/100)
  • Belarus – Özgür değil (8/100)
  • Moğolistan – Özgür (84/100)
  • İran – Özgür değil (14/100)
  • Türkiye – Özgür değil (32/100)
  • Turkmenistan – Özgür değil (2/100)
  • Azerbaycan – Özgür değil (9/100)
  • Özbekistan – Özgür değil (11/100)

Tevekkeli değil, Türkiye’nin eski ABD büyükelçilerinden Namık Tan’ın (belki de kinayeli bir dille) “Dünya demokrasisinin parlayan liderleri” mesajıyla paylaştığı fotoğrafı alıntılayan başka bir kişi “Fotoğrafa bakınca ifade özgürlüğünden tutuklanıyorsunuz” demekten kendini alamamıştı.

Avukat Zülfü Bozdaş da aynı paylaşımı alıntılayarak şöyle soruyordu: “Peki dünyanın bundan haberi var mı?”

Fakat bu bağlamda belki de en önemli ve yerinde soruyu aynı fotoğrafı sosyal medya hesabından paylaşarak Atilla Yeşilada sordu: “Aklıma ilginç bir soru geldi: Kadınlardan diktatör çıkmaz mı?”

Gerçekten de dünya çapında bu kadar ülkenin temsil edildiği uluslararası bir zirvede neden bir tane bile kadın lider yoktu?

Herkesin “dünya lideri” kendine

Dünya demişken… Şanghay İşbirliği Örgütü zirvesi, aynı zamanda kimin daha çok “dünya lideri” olduğunu kanıtlama yarışına sahne oldu. Elbette bizim “dünya liderimiz” ve şürekası da bu yarıştan geri kalmayacaktı.

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın anlattıklarını etrafındaki liderlerin gülerek, ilgiyle dinlediğini gösteren fotoğraf, hem devletin haber ajansı Anadolu Ajansı (AA) hem de Cumhurbaşkanlığı tarafından paylaşıldı.

Bu paylaşımları ise bu yazının girişinde değindiğimiz, hükümete yakın medyanın ve bazı sosyal medya kullanıcılarının “dünya lideri” güzellemeleri izledi. Erdoğan, daha sonra Semerkant’tan dönüş yolunda uçağındaki gazetecilere fotoğraftaki sahneyi şöyle anlatacaktı:

“İlham Bey o koltuğu bana bıraktı, kendisi yandaki koltuğa geçti. Çoğu Rusça bildiği için tercüman da konuştuklarımızı Rusça’ya çeviriyordu. Oradaki sohbetimiz tabii hepsinin bayağı hoşuna gitti. Güzel bir anı oldu.”

Uluslararası bir zirvede konuşan bir lideri dinlemenin her şeyden önce diplomatik bir nezaket göstergesi olduğunu hatırlatan sesler ne kadar duyuldu bilinmez. Zaten sonra öğrendik ki dünyanın asıl lideri hangi çerezden yemek istediğine karar verirken elini çenesine koyarken fotoğrafı çekilen Pakistan Başbakanı Muhammed Şahbaz Şerif’miş.

Öte yandan, sosyal medyada Erdoğan’ın Şanghay Zirvesi’nde çekilen bu fotoğrafıyla birlikte paylaşılan başka bir fotoğraf, en azından şimdilik tarihin tozlu raflarına kalkmış bir geçmişi hatırlatıyor gibiydi.

Bu fotoğrafın akıllara getirdiği günü hatırlamak gerekirse; Avrupa Parlamentosu üyeleri, 15 Aralık 2004’te Türkiye’nin AB üyelik müzakerelerinin başlamasına ellerindeki “Evet” pankartlarıyla onay vermişti.

AB… Hatırladınız mı?

Başta mülteci politikası olmak üzere bir dizi sebepten ötürü temsil ettiğini öne sürdüğü “evrensel değerleri”, hak ve özgürlükleri ne kadar benimsediği her geçen gün biraz daha şüpheli hale gelen Avrupa Birliği ve bu değerleri, hak ve özgürlükleri – en azından görünüşte – benimsemeye ve bunun için gerekli adımları atmaya bir süreliğine hevesli görünen Türkiye…

Neyse… Anlaşılan biz bir süre daha “dünya demokrasisinin parlayan liderleri” ile devam!

Selay Dalaklı: Mart 2018’den bu yana bianet İngilizce editörü. Boğaziçi Üniversitesi Çeviribilim bölümünden 2015 yılında mezun oldu. Yüksek lisansını Orta Doğu Teknik Üniversitesi (ODTÜ) ve Berlin Humboldt Üniversitesi’nin birlikte yürüttüğü Türk-Alman Sosyal Bilimler Uluslararası Ortak Yüksek Lisans Programında tamamladı.

Paylaşın

Erdoğan Putin’den ‘Gaz İndirimi’ Bekliyor

Semerkant’ta Çarşamba günü başlayacak olan Şangay İşbirliği Örgütü (ŞİÖ) zirvesi, Türkiye’nin Ukrayna savaşının ardından takip etmeye çalıştığı denge politikası için olduğu kadar, Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin ile yapacağı ikili görüşmenin gündemi açısından da önem taşıyor.

Çin, Rusya, Kırgızistan, Tacikistan ve Kazakistan tarafından üye ülkeler arasında güvenin arttırılması ve bölgesel işbirliği amacıyla “Şangay Beşlisi” adıyla 1996 yılında kurulan örgüt daha sonra genişleyerek 2001 yılında bölgesel bir örgüte dönüşmüştü. Türkiye, 2012 Pekin zirvesinde örgüte “diyalog ortağı” olarak kabul edilirken bu konum “gözlemci ülke” statüsünün altında, “misafir katılımcı” statüsünün ise üzerinde yer alıyor.

Ukrayna savaşının başlamasıyla denge politikası takip ettiğini belirten Türkiye’nin bu yılki ŞİÖ zirvesine katılımı hem Batı ile ilişkileri hem de Putin ile Erdoğan arasında gerçekleşecek ikili görüşmenin sonuçları açısından yakından takip ediliyor.

Eski diplomat, dış politika analisti Gülru Gezer, Türkiye’nin ŞİÖ’yle ilişkilerine konjonktürel değil daha geniş bir perspektiften ve uzun vadeli bakmanın faydalı olacağını belirterek “Türkiye coğrafi konumu nedeniyle Avrupa’nın, Balkanların, Ortadoğu’nun, Kafkasların ve Orta Asya’nın bir parçası. Türkiye’nin kuruluşundan bu yana yönelimi Avrupa-Atlantik kurumlarıyla bütünleşmek. Bölgesel başka örgütlerde yer almak ise bu yönelimine bir alternatif değil” diyor.

Gezer, Şangay örgütünün ne NATO gibi bir ortak savunma paktı ne de AB gibi devletler üstü bir ekonomik ve siyasi birlik olduğuna da dikkat çekerek Asya’nın yükselen güç olduğunu hatırlatıyor ve sözlerini şöyle sürdürüyor:

“21. yüzyılın değişen paradigmalarına Türkiye’nin kendisini adapte etmesi gerek. Son dönemde ŞİÖ’ye ilgi de artmakta. Suudi Arabistan, Katar, Mısır, Ermenistan, Azerbaycan da diyalog ortakları arasında. Türkiye’nin bu oluşumda yer alması stratejik olarak önemli.”

Erdoğan’a Putin üzerinden davet gelmesi

Erdoğan, Semerkant zirvesine katılımını Ağustos başında Putin ile Soçi’deki görüşmesinin ardından açıklamış ve “Sayın Putin de rica etti; nasip olursa biz de inşallah oradaki toplantıya katılacağız” demişti.

Kadir Has Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Serhat Güvenç’e göre de ŞİÖ Türkiye için eskiden beri önemli bir oluşum ancak bu kez Putin’in inisiyatifiyle Semerkant’a davet gelmesi zirveyi daha ilginç kılıyor. ŞİÖ’nün başat gücünün Çin olduğunu hatırlatan Güvenç, Türkiye’nin bir ara gözlemci üye olmak istediğini ancak Pekin’in hem Uygur meselesi hem de Batı ile olası komplikasyonlar nedeniyle buna sıcak bakmadığını belirtiyor.

Ukrayna savaşıyla birlikte dünyada yeni bir “saflaşma” ortaya çıktığına da işaret eden Güvenç, “Kimileri yeni soğuk savaş, kimileri ikinci soğuk savaş diyor. Saflar netleşirken belki bu sefer Türkiye’yi batı karşısında kendi saflarına çekmek için bir çaba olabilir” öngörüsünde bulunuyor.

Erdoğan’ın son dönemde aslında kategorik bir doğu ya da batı tercihi bulunmadığını ifade eden Güvenç “İçeride iktidarını sürdürmesine hangi taraf daha fazla katkı sağlayacaksa o tarafla yakınlaşmayı tercih ediyor. Denge politikası deniliyor ama bu dış politikadaki bir denge arayışından çok içerideki iktidar konumuna ilişkin bir denge arayışı” diye konuşuyor.

Putin’le görüşmenin gündeminde neler var?

Erdoğan’ın zirve marjında Putin’le yapacağı ikili görüşmenin gündemi ise yoğun. Ele alınacak konular arasında tahıl koridorunun geleceği, Suriye’ye yapılmak istenen operasyon ve yaklaşan kış öncesi Türkiye için doğalgazda bir indirimin olup olmayacağı bulunuyor.

Güvenç’e göre Erdoğan ile Putin’in gündemlerindeki konular şu an için aslında birbirini tamamlayıcı nitelikte. Erdoğan’a seçim öncesinde ekonomik olarak en azından geçici bir rahatlama için dışarıdan kaynak gerektiğini, Putin’in de yaptırımlar nedeniyle başının dertte olduğunu belirten Güvenç, Ukrayna savaşında sahadaki son gelişmelere dayanarak şöyle konuşuyor:

“Ancak şu ihtiyat payını da koymak lazım. Ukrayna’nın başlattığı taarruz savaşın kaderinin değişebileceğini ortaya koyuyor. Yani Rusya’nın elinde hala birtakım stratejik kozlar, imkanlar var ama rüzgâr terse dönüyormuş gibi. Dolayısıyla Ukrayna macerasından çok zayıflamış, hatta yenik olarak çıkma ihtimali olan bir Rusya’yla saflaşmak orta ve uzun vadede hem Türkiye’nin hem de Erdoğan’ın çok aleyhine olabilir.”

Tahıl koridoru anlaşmasının İstanbul’da 22 Temmuz’da imzalanmasının üzerinden yaklaşık 1,5 aylık bir süre geçerken 120 günlük sürenin ardından devam edip etmeyeceği dünya pazarları için önem taşıyor.

Rusya Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov son yaptığı açıklamada Moskova’nın anlaşmayla ilgili rahatsızlığını dile getirmişti. Lavrov “Batılı meslektaşlarımız, BM Genel Sekreterliği üzerinden bize vaat edilen hususları yerine getirmiyor, yani tahıl ve gübrelerin küresel pazarlara sorunsuzca erişimini engelleyen lojistik yaptırımlarının kaldırılmasına dair karar almıyor” demişti.

Erdoğan ise Rusya’nın tezlerine hak verdiğini söyleyerek “Gelen tahıllar maalesef zengin ülkelere gidiyor, fakir ülkelere değil. Yaptırımları yapan ülkelere tahıl sevkiyatının olması sayın Putin’i de rahatsız etmekte. Biz de Rusya’dan da tahıl sevkiyatı başlasın istiyoruz. Burada gecikme var” demiş ve Semerkant’ta Putin’le bu konuyu ele alacaklarını belirtmişti.

Gezer, Türkiye’nin bugüne kadar izlediği denge politikasının tahıl anlaşmasının imzalanmasına imkan tanıdığına işaret ederek bu nedenle anlaşmanın devam edebilmesi için Ankara’nın önümüzdeki dönemde de Ukrayna ve Rusya arasındaki denge politikasını yürütmesi ve tarafgir gözükmemesi gerektiğini vurguluyor. Gezer, Erdoğan’ın Putin ile görüşmesinin ABD Başkanı Joe Biden’la BM Genel Kurulu için hedeflenen görüşme öncesine denk gelmesi açısından da önemli olduğunu belirtiyor.

Gazda indirim olur mu?

Erdoğan ile Putin’in Semerkant’ta gaz indirimi konusunu de ele alması bekleniyor.

Balkan gezisi sonrası uçakta yaptığı açıklamada Erdoğan, Rusya’nın Avrupa’nın aksine Türkiye’ye enerjide bir yaptırım uygulamadığını ve fiyat konusunda Putin’le daha önce bir görüşmesi olduğunu anımsatarak “O konudaki yaklaşımını da bize müspet olarak gerçekleştirirse o zaman zaten ‘nurun ala nur’ olur” demişti.

Enerji Uzmanı, BOTAŞ Eski Genel Müdürü Gökhan Yardım, DW Türkçe’den Gülsen Solaker’e Türkiye’nin gaz ithali ile ilgili son durumunu ve indirimin neden istendiğini şöyle anlatıyor:

“Geçen sene 8 milyar metreküp civarında Rusya’nın, batıdan aldığımız daha sonra Türk Akımı’na devredilen kontratı bitti. Biz bu kontratın uzatılmasını 5 milyar 750 milyon metreküp için yaptık, yani 8 milyarın hepsini uzatmadık. Uzatırken TTF (Hollanda sanal doğal gaz piyasası) oranlarını da yüzde 70 oranında dahil ettik.”

Yardım, 30 Aralık’ta Ukrayna savaşının öncesinde yapılan bu uzatmanın ardından Nisan ayından itibaren Mavi Akım’ın içine de TTF fiyatlarının girdiğinin ifade edildiğini ve bu durumda Türkiye’nin yıl içerisindeki ithal ettiği doğal gaz miktarları içinde TTF oranlarının yüzde 50’ye ulaştığına işaret ederek “Böyle olunca Türkiye’nin doğal gaz ithal faturası çok büyüdü. Dolar kurunun da artmasıyla yılın ilk altı ayında benim hesaplarıma göre 157 milyar liralık bir zarar oluştu doğal gaz alımından” diyor.

Yardım, bu hesaplamanın yıl sonuna kadarki dönem için yapılması durumunda zararın 450 milyar TL’yi geçerek 500-600 milyarı bulabileceğini söylüyor.

Rusya’nın kontratları kısa vadeli uzatmak yerine uzun vadeli uzatmayı her zaman için tercih edeceğini belirten Yardım, komünizm döneminden gelme planlama geleneğiyle uzun vadeli gaz satmak isteyebileceklerini kaydediyor.

“Bu sonuçta şimdi siyasi bir karar olacak. Putin indirim verir mi, vermez mi? Kredi açar mı açmaz mı?” sorusunu yönelten ve aslında bu tür teknik konulara siyasetin genel çerçeve dışında karışmaması gerektiğini söyleyen Yardım, milli paraların kullanılmasının da karşılıklı olması gerektiğine işaret ediyor.

(Kaynak: DW Türkçe)

Paylaşın