Karnitin nedir, hangi besinlerde bulunur? Faydaları

Karnitin 1980’li yıllarda yağ yakımına yardımcı olabilen bir ürün olarak piyasaya sürülmüştür. Daha çok sporcular tarafından bilinen bu madde, vücutta kendiliğinden de oluşmaktadır. Kilo vermek, hızı geliştirmek ya da performansı artırmak için kullanılan karnitin, vücutta en fazla epididim kaudada (testisin arkasına yerleşik kuyruk kısmı) üretilir.

Karnitin ile aynı kulvarda yarışan uyarıcı ürünler ortaya çıkınca popülerliğini yitirmiş olsa da, günümüzde eskisinden daha güçlü olarak karşımıza çıkmaktadır.

Karnitin içeren besinler nelerdir?

Esasen vücutta doğal olarak bulunan bu madde, doğal gıdaların pek çoğundan da alınabilinir. Kırmızı et;  başta kuzu eti ve sığır eti olmak üzere, peynir; başta kaşar peyniri olmak üzere, kümes hayvanları, süt, balık; özellikle morina balığı,  kepekli ekmek ve kuşkonmaz listede yer alan gıdalardır. Yüksek dozda karnitin içeren gıdaların içerikleri ise şu şekildedir:

  • Yaklaşık 110gr pişmiş sığır etinde 56-162 mg
  • Bir bardak sütte 8 mg
  • Yaklaşık 110gr pişmiş tavuk göğsünde 3-5 mg
  • Yaklaşık 56gr cheddar peynirinde 2 mg

Kırmızı et tüketerek beslenen yetişkinler günde ortalama 60-80mg karnitin tüketirken, vegan beslenen yetişkinlerde bu miktar 10-12mg şeklindedir. Yapılan çalışmalar, besin olarak alınan karnitinin %54-86’sının kan dolaşımına katıldığını gösterirken takviye olarak alınanların sadece %14-18’inin kan dolaşımına katıldığını göstermektedir. Tüketilmesi önerilen miktar ise 500-2000 mg arasındadır. Tabii doktor görüşü alınmadan öneriler dikkate alınmamalıdır.

Karnitinin yararları nelerdir?

Birkaç başlık altında toplamakta fayda vardır. Bunlardan başlıcaları;

  • Yağ Yakımı: Vücudun yağ depolamasına engel olur, iştahı kapatmayı sağlar
  • Sperm Kalitesinin Artırılması: Çocuk sahibi olmak isteyen, sperm kalitesini artırmak isteyen erkekler için vücutta sperm kalitesinin artmasını sağlar. Yapılan çalışmalar özellikle sperm hareketliliğini olumlu yönde etkilediğini göstermektedir. Ayrıca sperm sayısı ve performansını da artırmaktadır
  • Damar ve Kalp Problemleri: Yapılan çalışmalarda kalp yetmezliği tedavisi olarak kullanılması önerilmektedir
  • Damar genişletici özelliği vardır ve kalp krizine engel olduğu yönünde de çalışmalar mevcuttur
  • Dayanıklılığı artırır, yorgunluğa iyi gelir
  • Performans artırıcıdır
  • Kemik erimesine engel olur

İnceleme  çalışmalarından birinde ALC’nin ağrıyı azaltmada orta düzey etkisi olduğu gözlense de bu henüz kanıtlanmamıştır. Daha fazla araştırmaya ihtiyaç duyulan bir alandır.

Ne kadar ve nasıl alabilirim?

Genellikle 2 ila 4 gram karnitin almak, genel sağlık ve form tutma hedeflerinize ulaşmak için yeterlidir. Karnitin, kapsül, tablet veya sıvı formunda bulunabilir. Eğer karnitini yediğiniz besinlerle almak isterseniz, karnitin içeren birçok besin kaynağı vardır. Kırmızı etler ve süt ürünleri karnitin için en iyi seçimlerdir, ama fındık, tohumlar, enginar, kuşkonmaz, brokoli, brüksel lahanası, kara lahana, sarımsak, hardal otu, bamya, maydanoz, kıvırcık lahana, kayısı, muz, arı poleni, bira mayası, esmer buğday, mısır, yulaf ezmesi, pirinç kepeği, çavdar ve tam buğday da harika birer karnitin kaynağıdır.

Karnitin’in performansa etkileri;

Karnitin’in yağ yakmaya yardımcı olabilen bir supplement olduğunu kanıtlayan sağlam veriler bulunmaktadır. Karnitin hacimlenme (bulk) döneminde yağlanmayı önleyerek daha iyi bir şekilde kas yapmanızı sağlar. Diyet döneminde ise yağların hücrelere taşınmasını sağlayarak enerji olarak yakılmasına yardım eder.

Yapılan araştırmalarda ortaya çıkan en ilginç sonuç ise karnitin supplementlerinin atletik performansa olan olumlu etkileridir. Nottingham Üniversitesi Tıp Fakültesi’nde yapılan ve 24 hafta süren bir araştırmada, bir grup atlete sabah uyanır uyanmaz ve 4 saat sonra 80 gram yüksek glisemik indeksi olan bir karbonhidrat ile 2 gr. karnitin verilmiştir. Diğer atlet grubu ise sadece karbonhidratı almıştır.

Araştırmacılar düşük yoğunlukluktaki bisiklet egzersizi sırasında karnitin alan grubun %55 daha az kas glikojeni yakmalarına rağmen %55 daha fazla yağ yaktığını görmüştür. Yüksek yoğunluktaki bisiklet egzersizinde kL-Karnitin alan grubun daha düşük laktik asit ve daha yüksek kreatin fosfat (ATP enerjisinin yapı taşlarından biri) seviyelerine sahip olduğu görülmüştür.

Deneklerin egzersiz testleri sırasında yorgunlukla baş etme kapasiteleri ölçüldüğünde ise, karnitin alanların %25 daha uzun süre egzersizlere devam ettiği gözlemlenmiştir. Bunun sebebi, karnitin alan atletlerin kas glikojenini korurken daha fazla yağ yakmaları ve daha düşük laktik asit ve daha yüksek kreatin fosfat oranına sahip olmalarıdır.

Araştırmacılar aynı zamanda kana hızlıca karışan yüksek glisemik indeksli 640 kalorilik karbonhidrat ile birlikte karnitin alan atletlerin, vücutlarındaki yağ oranlarının artmadığını tespit etmiştir. Karnitin almayan diğer grupta ise 2.3 kg’dan daha fazla yağ artışı olmuştur.

Karnitin’in performans üzerinde görülebilen etkileri sadece yağ yakmaya yardımcı olabilmesinden ve glikojen kullanımını azaltmasından kaynaklanmamaktadır; Karnitin kaslara kan akışını da arttırmaktadır. Kan akışında artış olması demek, kaslara en çok ihtiyaç duyduğu, egzersiz sırasında daha fazla besin maddesi ve hormonun ulaşması demektir. Karnitin vücuttaki nitrik oksitin (NO) oksidatif zararını azaltır ama aynı zamanda nitrik oksit üretimi sağlayan vücutta anahtar rollere sahip enzimin aktivitesini de arttırır. Bu da kandaki nitrik oksit seviyesinin artarak antrenman sırasında daha çok enerjiye sahip olmanız ve antrenman sonrası kasların daha hızlı iyileşmesi anlamına gelmektedir.

Dikkat: Sayfa içeriği sadece bilgilendirme amaçlıdır. Tanı ve tedavi için mutlaka doktorunuza başvurunuz.

 

 

Paylaşın

Kalsiyum nedir, hangi besinlerde bulunur?

Kemiklerin ve dişlerin oluşumunda hayati öneme sahip bir mineraldir. Yaklaşık %99’u, yapılarını desteklediği kemiklerde ve dişlerde depolanır. Geri kalan %1 kan, kas ve diğer dokularda bulunur. Vücudun kemiklerin korunması, kasların kasılması, damarların genişlemesi, hormonların ve enzimlerin salgılanması için kalsiyuma ihtiyacı vardır.

Kalsiyumun kemik ve diş yapımındaki görevi dışında, doku sıvılarında bulunarak kas kontraksiyonu (kasılma) ve relaksiyonunda (gevşeme), kanın pıhtılaşmasında, sinirsel uyarıların iletiminde, hücre duvarı geçirgenliğinde, bazı enzimlerin aktivasyonunda, miyokard fonsiyonlarının düzenlenmesinde, asit baz dengesinde ve demirin etkin biçimde kullanılmasında görevi vardır.

Hangi besinlerde bulunur?

  • Yumurta
  • Yoğurt-süt-peynir
  • Ispanak
  • Balık
  • Soğan
  • Nohut

Diğer kalsiyum kaynakları:

  • Lahana, brokoli, salatalık, karahindiba, kereviz, roka gibi lifli koyu yeşil sebzeler
  • Çoğu tahıl (ekmekler, makarnalar) kalsiyumdan zengin olmasa da sık tüketildiklerinden vücuda önemli miktarda kalsiyum sağlar
  • Bazı kahvaltı gevreklerine, meyve sularına, soya ve pirince kalsiyum eklenir
  • Fıstık, susam, badem, fındık, keten tohumu
  • Fasulye, soya, mercimek gibi baklagiller
  • İncir, kuru kayısı

Faydaları

  • Kemikleri korur
  • Kolon kanseri riskini azaltır
  • Kalp-damar sağlığını korur
  • Gebelik zehirlenmesini önler
  • Zayıflamaya yardımcıdır
  • Metabolizmayı destekler
  • Kas aktivitesini düzenler
  • Kanı pıhtılaştırır
  • Kemik sağlığı korur ve osteoporozu önler

Kalsiyum eksikliği neden olur?

  • Aşırı kafein-alkol
  • Bulimia, anoreksi gibi yeme bozuklukları
  • Civa maruziyeti
  • Magnezyumun aşırı tüketimi
  • Kemoterapi
  • Paratiroid hormonu eksikliği
  • Menopoz
  • Çölyak, Crohn, inflamatuar barsak hastalığı, pankreatit, böbrek yetmezliği
  • D vitamini, fosfat eksikliği
  • Osteoporoz, osteopeni

Kalsiyum eksikliği belirtileri;

  • Dişlerin yapısında bulunan ve dişlerin sağlığını korumaya yardımcı olan kalsiyumun eksikliği sonucu dişler kırılganlaşır ve çürümeler başlar
  • Kemiklerin sağlığı için çok önemlidir. Bu sebepten ufak darbeler sonucu incinmeler haricinde kemiklerde çatlamalar ya da kırılmalar görülebilir
  • Tırnaklar güçsüzleşir, tırnakların uzaması uzun sürer ve sürekli kırılır
  • Regl dönemi öncesi PMS olarak bilinen premenstrüel sendromun çok şiddetli yaşanmasına sebep olabilir
  • Kalsiyum eksikliği nedeniyle ruh hali çok çabuk değişebilir. Aşırı sinirli, gergin, huysuz, kaygılı ve depresiflik durumları görülebilir
  • Cilt sağlığının bozulmasına neden olabileceğinden cilt kurur, ciltte pürüzlenme görülür ve cilt soluklaşır
  • Göz sağlığı bozulabilir, görme bozuklukları gelişir özellikle katarakta neden olabilir bu da kalsiyum belirtileri arasında yer alır
  • Kalsiyum eksikliği nedeniyle eklemlerde ve kemiklerde ağrılar görülür. Bunun sonucu kronik ağrılar gelişebilir ve hareket kabiliyeti kısıtlanabilir
  • Kalsiyum eksikliği nedeniyle kemik erimesi görülebilir
  • Kalsiyum eksikliği nedeniyle saçlar incelir, kurur ve çok miktarda dökülür
  • Unutkanlığa neden olduğundan kalsiyum eksikliği olan bireylerde unutkanlık görülür
  • Kas gelişimi ve sağlığı açısından önemli olan kalsiyumun eksikliğinde ellerde, kollarda uyuşmalar görülebilir, kasılmalar ve kramplar sık sık yaşanabilir
  • Vitamin ve mineral eksikliklerinin klasik belirtilerden olan yorgunluk, halsizlik görülür
  • Sürekli yorgunluk görülmesi nedeniyle bir süre sonra uykusuz gibi olunacağından dolayı odaklanmakta güçlük çekilir ya da dikkat eksikliği görülür
  • Bütün bunlarla birlikte kalp sağlığı da bozulabilir, kalp kasılmaları düzensizleşir, çarpıntı görülebilir

Kalsiyum eksikliğine ne iyi gelir?

Kalsiyumun eksikliğinde çoğunlukla takviye kullanılması önerilir. Takviyeler, emilimi artırmak ve yan etkileri azaltmak için gıdalarla birlikte alınmalıdır. Tüm takviye çeşitleri küçük dozlarda alındığında daha iyi emilir. Her bir doz 600 mg’ı geçmemelidir. Gün boyunca aralıklarla 2 veya 3 doz alınabilir. Hastanın ihtiyaçlarına, tıbbi durumuna ve kullandığı ilaçlara bağlı olarak belirlenmelidir.

Bu faydalı element kemiklerin bakımı için gerekli bileşenlerden bir tanesidir. Hepsi vücuttaki eksikliği tamamlamaya yönelik geliştirilmişse de piyasada çeşitli kombinasyon ve preparatlarda takviyeler mevcuttur. Miktarı ürüne göre değişmekle birlikte birçok multivitamin-mineral takviyesinde kalsiyum bulunur.

Çoğu takviyeye D vitamini eklenir, çünkü vücuttaki proteinlerin sentezini teşvik ederek kalsiyumun emilimini arttırır. Takviyeler tablet, kapsül, çiğneme, sıvı ve toz formlarında mevcuttur. Takviye seçerken türünü, miktarını ve aldığınız diğer ilaçlarla etkileşime girip giremeyeceklerini dikkate almak önemlidir.

Kimler kalsiyum takviyesi almalı?

  • Menopoz dönemindeki kadınlar
  • Adet dönemleri duran doğurma çağındaki kadınlar (amenore hastaları)
  • Veganlar (hayvansal ürün tüketmeyenler), ovo-vejetaryenler (yumurta yiyen ancak süt ürünleri tüketmeyenler)
    70 yaş üzeri yaşlılar
  • Vücudun fazla kalsiyum salgılamasına neden olabilecek büyük miktarlarda protein veya sodyum tüketenler
  • Osteoporoz hastaları
  • Kortikosteroidlerle uzun süre tedavi görenler
  • Çölyak, inflamatuar barsak hastalığı gibi kalsiyum emilimini azaltan sindirim hastalıklarına sahip olanlar

Günlük kalsiyum ihtiyacı nedir?

  • Yeni doğan; 200-1000mg
  • 7-12 ay bebekler; 260-1500 mg
  • 1-8 yaş çocuklar; 1000-2500 mg
  • 9-18 yaş ergenler; 1300-3000 mg
  • 19-50 yaş yetişkinler; 1000-2500 mg
  • 51 yaş üstü erkekler; 1000-2000 mg
  • 51 yaş üstü kadınlar; 1200-2000 mg
  • Hamile-emziren kadınlar; 1000-2500 mg

Dikkat: Sayfa içeriği sadece bilgilendirme amaçlıdır. Tanı ve tedavi için mutlaka doktorunuza başvurunuz.

Paylaşın

K vitamini nedir, hangi besinlerde bulunur? Detaylar

K vitamini, iki farklı türü bulunan yağda çözünen bir vitamin türüdür. K vitamini, kan pıhtılaşmasından ve kanda kalsiyum seviyesinin düzenlenmesinden sorumludur. K vitamininin yetersizliğine yetişkinlerde nadir olarak rastlanır. Çünkü bu vitamin yeşil yapraklı sebzelerin tüketimi ile kolaylıkla elde edilebilir.

K1 vitamini fillokinon olarak da adlandırılır ve ıspanak, lahana gibi bitkilerle birlikte vücuda alınır. Diğer tür olan K2 vitamini ise menakinon olarak adlandırılır ve bağırsaklarda bulunan bakteriler tarafından doğal olarak üretilir. Vitaminin her iki alt türü de vücutta benzer şekilde çalışır ve kanın pıhtılaşmasından sorumludur. Pıhtılaşma için gerekli olan proteinlerin üretiminde görev yapan K vitamini, vücudun içinde ve dışında aşırı kanamanın önlenmesini sağlar. K vitamininin besinlerle birlikte vücuda yeteri kadar alınmaması, vücutta üretiminde sorunların olması veya besinlerle alınan vitaminin emilimine ilişkin bozuklukların söz konusu olması halinde K vitamini eksikliği gelişir.

K vitamini eksikliği sonucunda pıhtılaşma için gerekli olan kan proteinlerinin üretimi bozulur, buna bağlı olarak pıhtılaşma bozuklukları, olağan dışı ve aşırı kanamalar ortaya çıkabilir. K vitamini eksikliği yetişkinler arasında oldukça nadir görülür. Bunun nedeni tüketilen besinlerin içerisinde bol miktarda K1 vitamini olması ve vücutta da endojen olarak K2 vitamininin üretiliyor olmasıdır. Fakat bazı durumlarda K vitamininin emilimine ilişkin sorunlar, beslenme düzenindeki ciddi bozukluklar veya çeşitli hastalıklara bağlı olarak yetişkinlerde K vitamini eksikliğine rastlamak mümkündür. Buna karşın bebeklerde K vitamini eksikliği ile çok daha sık olarak karşılaşılmaktadır.

Hangi gıdalarda bulunur?

K1 ve K2 vitaminleri açısından zengin olan gıdaları aşağıdaki şekilde sıralayabiliriz:

K1 vitamini açısından zengin besinler; Lahana ve pazı gibi yeşil yapraklı sebzelerde yüksek oranda K1 vitamini yer alır. Bitkisel yağlarda ve birtakım meyvelerde de K1 vitamini bulunur. Maydanoz, ıspanak, soya fasulyesi, bamya, üzüm, marul, havuç, şalgam, pancar, kivi, erik, Brüksel lahanası, yaban mersini, brokoli; K1 vitamini içeren bitkilere örnek olarak gösterilebilir.

K2 vitamini içeren hayvansal kaynaklar; Yüksek yağlı süt ürünleri, karaciğer, diğer organ etleri, süt, peynir, tereyağı, yumurta sarısı; K2 vitamini açısından zengin olan hayvansal kaynaklardır. Aynı zamanda fermente gıdalarda da K2 vitamini yer alır.

  • Doğal K vitamini kaynakları
  • Fesleğen, Adaçayı, Kekik
  • Salatalık turşusu, Taze soğan
  • Armut, İncir, Paprika, Kaju
  • Kuşkonmaz, Böğürtlen, Kereviz

K vitamini eksikliği neden olur?

K vitamini eksikliği çok fazla yaygın olan bir sağlık problemi olmasa dahi önemsenmesi gerekir. K vitamini eksikliği yaşadığınızı düşünüyorsanız bu durumu doktorunuza bildirmenizi öneririz. Doktorunuz gerekli testleri yaparak K vitamini eksikliğine sahip olup olmadığı ile ilgili sizi bilgilendirecektir. Aşağıdaki etmenler K vitamini eksikliği oluşumunu tetikleyebilmektedir:

  • Yüksek oranda alkol tüketmek
  • Ciddi şekilde yetersiz beslenmek
  • K vitamini emilimine müdahale eden ilaçlar kullanmak
  • Sindirimi etkileyen hastalıklara sahip olmak, çölyak hastalığı ya da Crohn’s hastalığı gibi

K vitamini eksikliğinin neden olduğu hastalıklar hangileridir?

  • Diş eti kanaması, burun kanaması, idrarda ve dışkıda kan vb.
  • Kolay yaralanma, yara ve kesiklerin daha çok kanaması
  • Kadınlarda adet kanamasında artış
  • Kemik yoğunluğunda azalma ve kemik kaybı
  • Böbrek taşı, Kemik erimesi
  • Kalp ve damar rahatsızlıkları

Tedavisi;

K vitamini eksikliği uzun süre devam ettiğinde aşırı kanamalara ve bebeklerde de beyin kanamalarına yol açabilen önemli bir sorundur. Bunun yanı sıra teşhis edildikten sonra yapılacak uygulamalar ile K vitamini eksikliği tedavi edilebilir. Tedavi K vitamininin ağız yolu ile veya damar yoluyla takviye edilmesi şeklinde gerçekleştirilir. Takviyenin hangi şekilde yapılacağına, doz ve sıklığın nasıl olacağına hekim tarafından karar verilir.

Yağ emilimine ilişkin bozuklukların söz konusu olması halinde veya pıhtılaşma bozukluğuna neden olan farklı hastalıkların tespiti durumunda bunlara yönelik ayrıca tedavi planı yapılır. Beslenme düzenine ilişkin sorunlara bağlı olarak K vitamini eksikliği görülen hastalar diyetisyene yönlendirilerek K vitamini içeriği yeterli bir beslenme planına ilişkin eğitim almaları sağlanmalıdır. K vitamini için her gün tüketilmesi gereken belirli bir miktar olmasa da ortalama olarak bir günde erkekler için 120 mcg, kadınlar için ise 90 mcg K vitamini alımı önerilmektedir.

Yukarıda verilen K vitamini kaynağı besinlerin ve özellikle de yeşil yapraklı sebzelerin düzenli olarak tüketilmesi sonucunda K vitaminine olan ihtiyaç çok kolay bir şekilde karşılanabilir. Kan sulandırıcı ilaç kullanması gereken bireylerde K vitamini alımının sınırlandırılması gerekebilir. Bu durumda hekim önerilerine göre beslenme planında düzenleme yapılır ve hastaya gerekli bilgiler aktarılır. Bu hastalarda pıhtılaşma testlerinin düzenli aralıklarla tekrarlanması gerekebilir.

Dikkat: Sayfa içeriği sadece bilgilendirme amaçlıdır. Tanı ve tedavi için mutlaka doktorunuza başvurunuz.

Paylaşın

Fosfor nedir, ne işe yarar? Detaylar

Vücudun normal işlevini yerine getirebilmesi için gerekli olan  minerallerden biri olan Fosfor, vücutta kalsiyumdan sonra en fazla oranda bulunan temel bir mineral olup doğada kırmızı, beyaz ve siyah olmak üzere üç farklı formda bulunur. Vücutta özellikle kemik ve dişlerin yapısında bulunan bu mineral aynı zamanda hücre içi sıvıda da bulunur.

Fosfor, birçok gıdada doğal olarak bulunur veya katkı maddesi olarak hazır gıdalara eklenir. Vücudun güçlü kemikler ve dişler oluşturmak, doku ve hücreleri onarmak, enerji üretmek, kas ve sinir fonksiyonunu düzenlemek, böbreklerdeki atıkları filtrelemek gibi birçok fonksiyon için fosfora ihtiyacı vardır. Fosforun kandaki seviyeleri çok yüksek veya düşük olduğunda; kalp hastalıkları, eklem ağrıları veya halsizlik gibi problemler gelişebilir. Günlük fosfor ihtiyacımızın çoğunu yiyeceklerden, az miktarını da içme suyundan karşılayabiliriz. Kepekli tahıllar, baklagiller, turunçgiller, kuruyemişler, et, tavuk, balık, yumurta, koyu yeşil yapraklı sebzeler ve patates fosfordan zengin kaynaklardır.

Faydaları;

Vücutta önemli işlevleri olan minerallerden biridir. Dolayısıyla bu mineral yönünden dengeli ve yeterli beslenme sağlanarak eksikliğinin neden olabileceği anormal vücut işlevlerinden korunulabilir. Peki, bu mineralin vücuda faydası nelerdir:

  • Kemik ve dişlerin yapısında yüksek oranda bulunur, sağlıklı kemik yapısı ve sağlam diş yapısının oluşmasını sağlar. Çocuklarda raşitizm yetişkinlerde ise osteomalasi olarak adlandırılan kemiğe bağlı sağlık sorunlarının da önüne geçer
  • Hücre ve dokuların onarılması, büyümesi ve sağlıklı bir şekilde çoğalmalarında rol oynar
  • Kas ve kemik ağrılarının önüne geçer, enerji üretimi ve depolanmasında rol oynarlar
  • Zihin açıklığı sağlamasının yanı sıra daha dayanıklı ve dirençli bir vücut yapısının oluşmasını da sağlar
  • Vücutta asit baz dengesinin sağlanmasında rol oynar
  • Hücre içi dışı sıvı dengesini sağlamasının yanı sıra enzimlerin yapısına da katılır
  • Özellikle üreme ile ilgili hormonların dengesinin oluşmasını sağlar
  • Böbreklerden atımı kolaylaştırmada rolü olan bu mineral, aynı zamanda sindirime de yardımcı olur
  • Ayrıca vücutta gerçekleşen birçok kimyasal reaksiyonun oluşumuna da yardımcı olur

Hangi besinlerde bulunur?

  • Süt, yoğurt
  • İşlenmiş peynir
  • Yumurta
  • Dondurma, çikolata, kurutulmuş meyve
  • Tam tahıllar, mısır ekmeği, kepekli pirinç
  • Fasulye gibi baklagiller
  • Fındık, badem gibi kuruyemişler
  • Ayçiçeği gibi yağlı tohumlar
  • Pastırma, jambon, sosis gibi işlenmiş etler
  • Karaciğer
  • Kırmızı et, tavuk ve hindi gibi kümes hayvanları, balık ve diğer deniz ürünleri
  • Aromalı sular, gazlı içecekler, enerji içecekleri, soya sütü
  • Patates, sarımsak, brokoli, bezelye, kabak çekirdeği

Düşük fosforlu gıdalar;

  • Badem-pirinç sütü
  • Yabani av hayvanları, tamamen doğal kümes hayvanları
  • Su, katkısız meyve suları
  • Elma, çilek, ayva, üzüm, havuç, salatalık gibi meyve ve sebzeler

Günlük fosfor ihtiyacı;

Vücut için önemli bir temel element olan bu mineralin günlük alınması gereken miktarı her yaşa, cinsiyete ve bireye göre farklılıklar gösterir. Genelde kalsiyum / fosfor oranı 1:1 olacak şekilde diyet düzenlenmelidir.

  • 0-6 aylık bebekler için 100 mg/gün’dür.
  • 7-12 aylık bebeklerde ise 275 mg/gün’dür.
  • 1-8 yaş çocuklarda ise bu oran 460-500 mg/gün’dür.
  • 9-18 yaş için 1250 mg/gün’dir.
  • 19 yaş ve üzeri yetişkinlerde ise 700 mg/gün’dür.
  • 18 yaş altı gebe ve emziklilerde 1250 mg/gün’dür.
  • 19 yaş ve üzeri olan gebe ve emziklilerde ise bu oran 700 mg/gün’dür.

Fosfor eksikliği, nedenleri, belirtileri ve tedavisi;

Fosfor yaygın olarak tüketilen gıdalarda bol miktarda bulunur ve paketlenmiş yiyeceklere sentetik olarak eklenir. Aynı zamanda bağırsaktan iyi emilir, bu nedenle eksikliği nadirdir.

Nedenleri;

  • Alkolizm
  • Hiperkalsemi (kalsiyum yüksekliği)
  • Hiperparatiroidizm (paratiroid hormonu yüksekliği)
  • Diyabet
  • Gıdalardan çok az fosfat alımı
  • Düşük proteinli beslenme
  • D vitamini eksikliği
  • Anoreksiya
  • İnsülin, ACE inhibitörleri, kortikosteroidler, antiasitler, antikonvülzanlar ve diüretiklerin aşırı kullanımı

Belirtileri;

  • Eklem, kas ağrısı
  • Kemiklerde güçsüzlük
  • İştahsızlık
  • Sinirlilik, kaygı
  • Halsizlik
  • Karıncalanma, uyuşma
  • Ciltte matlaşma
  • Odaklanmada zorluk

Tedavisi;

Öncelikle yapılması gereken en önemli şey beslenmeyi düzenlemektir; her türlü vitamin ve mineralden zengin gıdalarla dengeli beslenme şarttır. Alkol tüketimi sınırlandırılmalıdır. Gerekli sağlık kontrolleri yapıldıktan sonra eksikliğe neden olan sorunun tedavisine başlanır. Eksikliğin giderilmesi için hastaya takviye verilir. Daha ileri vakalarda fosfor, elektrolit şeklinde doğrudan vücuda enjekte edilebilir.

Fosfor yüksekliği belirtileri, nedenleri ve tedavisi;

Bu mineral, bazen fazla alınıp plazmada olması gereken oranın daha üzerinde bulunabilir, bu durum hiperfosfatemi olarak adlandırılır. Bu durum:

  • Hormonal dengesizliklere neden olabilir
  • Kemik ve diş hastalıklarına sebep olabilir
  • Sindirim sisteminde bozulmalar
  • Böbrek işlevlerinde bozulmalar
  • Tiroid bezinin işlevinin bozulmasına
  • Damar harabiyetine neden olabilir
  • Yüksek fosfat oranı kanda ve dokularda kalsiyum- fosfat taşı oluşumuna neden olabilir bu da dolayısıyla kalp krizi , inme ve felç dolayısıyla da ölümle sonuçlanabilir

Nedenleri;

  • Kalsiyum ve magnezyum yetersizliği, D vitamini fazlalığı gibi vitamin mineral dengesizlikleri fosfor yüksekliği oluşumuna neden olabilir
  • Ayrıca, D vitamini başlıklı yazımıza göz atabilir, bu vitamin hakkında detaylı bilgi edinebilirsiniz
  • Yüksek keton seviyesi sonucu kanın asidik hale gelmesi durumu olan diyabetik ketoasidoz
  • Böbrek hastalıkları
  • Paratiroit bezlerin normalden az çalışması durumu olan hipoparatiroidizm,
  • Karaciğer hastalıkları
  • İltihaplı hastalıklar
  • Kas dokularının ani yıkımı
  • Kemoterapi hastalarının kullandığı ilaçlar
  • Ve belki de en önemli sebeplerden birisi de beslenme yoluyla bu minerali içeren gıdaların fazla tüketilmesi ya da gereksiz yere takviye (suplemant) tüketimi serum fosfat düzeyinde artışa neden olan durumlardır.

Tedavisi;

  • İlk olarak hiperfosfatemi yani fosfor yüksekliği durumuna sebep olan etmen belirlenir ve buna yönelik bir tedavi yapılır
  • Süt, kuruyemişler, karaciğer gibi bu mineralden zengin gıdalar daha az miktarda tüketilmelidir
  • Nedeni tespit edildikten sonra buna yönelik tedaviye başlanmalıdır ve  gerektiğinde idrar sökücü ilaçlar kullanılabilir
  • Kalsiyum karbonat içeren suplemantlar ya da alüminyum hidroksit içeren  bazı ilaçlar kullanılır

Fosforun zararları ve yan etkileri nelerdir?

  • Fosfat içeren deterjanlarla yıkanan bulaşıklar iyi durulanmadığında mide ve sindirim sorunlarına yol açabilir
  • Atıklardan suya karışan fosfatın temizlenmesi zordur, bu nedenle çevreye büyük zarar verir; yosunları parçalayarak sudaki oksijen miktarını azaltır
  • Organik yiyeceklere fosfat karışması durumunda kanserojen etki doğurur
  • Fosfat içeren temizlik malzemeleri cilde zarar vererek cilt kanserine neden olabilir. Ciltte mantar, egzama, alerji ve kızarıklıklar oluşabilir
  • Fazla fosfor paratiroid hormonu salgısını arttırarak kemik erimesine, kas güçsüzlüğüne, eklem ve kas ağrısına neden olabilir
  • Çok fazla fosfat toksik olabilir; kabızlık, mide bulantısı, kusma ve ishale neden olabilir
  • Fosforun kanda yükselmesi, kas gibi yumuşak dokularda kalsiyumla birleşerek tortu oluşumuna ve dokuların sertleşmesine neden olabilir
  • Fosforu çok yüksek dozlarda almak veya tüketmek D vitamini sentezini ve kalsiyum emilimini bozabilir
Paylaşın

Folik Asit nedir, ne işe yarar? Faydaları

Kan hücrelerinin yapımı ve çoğalması, bağışıklık sisteminin güçlendirilmesinde görev alan Folik asit, aynı zamanda pteroylmonoglutamic asit olarak da bilinen B9 vitamininin sentetik bir şeklidir. Her ne kadar birbirinin yerine kullanılsa da folat ve folik asit, B9 vitamininin farklı iki formudur.

Folat besinlerde B9 vitamini doğal olarak bulunur. Folik asit ise sentetik olarak üretilen folat türevidir. İkisi arasında belirgin farklar olmasına rağmen adları sıklıkla birbirlerinin yerine kullanılır. Folat; sebzeler, baklagiller, tahıl gevrekleri, yumurta ve meyve gibi çok çeşitli yiyeceklerde bulunur. Ayrıca birçok yiyecek de sentetik folat veya folik asit ile takviye edilir.

Ne işe yarar?

Folik asit yeni hücrelerin üretilmesi ve bakımı, DNA sentezi, metilasyona doğru RNA sentezi ve DNA’daki değişikliklerin önlenmesi için gereklidir. Bu özelliklerinden dolayı aynı zamanda kanser önleyici vitamin olarak da adlandırılmaktadır. Özellikle, bebeklik ve gebelik gibi sık hücre bölünmesi ve büyümesi yaşanılan dönemlerde oldukça önemlidir.

Folik asit eksikliği, DNA sentezini ve hücre bölünmesini engellemektedir. Bu durum en çok hücre bölünmesi sıklıkları nedeniyle, hematopoietik hücreleri ve neoplazmaları etkilemektedir. RNA transkripsiyonu ve bunu takiben protein sentezi, folat eksikliğinden daha az etkilenir, çünkü mRNA geri dönüştürülebilir ve tekrar kullanılabilirdir. Folit asit eksikliği, hücre bölünmesini sınırlar ve bundan dolayı eritropoez, kırmızı kan hücrelerinin üretimi engellenir ve büyük olgunlaşmamış kırmızı kan hücreleri ile karakterize megaloblastik anemiye yol açar.(3)

Hem yetişkinlerin hem de çocukların vücutları, normal kırmızı ve beyaz kan hücrelerini oluşturmak ve anemiyi önlemek için folik aside ihtiyaç duyar.

Hangi besinlerde bulunur?

Folik asit birçok çeşit gıdada bulunmaktadır. Yiyeceklerin yanı sıra maya da zengin folik asit kaynakları arasında yer alır.

Sebzeler; Koyu yeşil yapraklı sebzelerin çoğu folik asit içerir…

  • Brüksel lahanası
  • Kıvırcık lahana
  • Ispanak
  • Kuşkonmaz
  • Marul
  • Maydanoz
  • Frenk soğanı
  • Kişniş yaprakları
  • Brokoli
  • Kırmızı biber
  • Pancar

Meyveler:

  • Çilek
  • Kayısı
  • Portakal
  • Limon
  • Misket limonu (lime)
  • Greyfurt
  • Muz
  • Kivi
  • Avokado
  • Papaya

Et ürünleri:

  • Kırmızı etlerde karaciğer ve böbrek
  • Yumurta
  • Bazı deniz ürünleri

Faydaları;

Fetüsün düşmesi ve doğumsal anomali gelişim riskini düşürür. Düşük ve nöral tüp defektlerine karşı korunmak için hamilelik sırasında yeterince folik asit alınması önemlidir.

Depresyon riskini azaltır. Yapılan çalışmalarda düşük folat düzeyinin, artan depresyon riski ve antidepresan tedavisine yanıtın zayıflığıyla ilişkili olduğu gösterilmiştir.

Kalp sağlığının korunmasına yardımcı olur. Folik asit takviyelerinin homosistein seviyesini düşürdüğü bulunmuştur.

Yüksek homosistein seviyeleri artmış kardiyovasküler hastalık riski ile ilişkili olduğundan, bazı araştırmacılar folik asit ve B12’nin kardiyovasküler hastalık riskini azalttığını düşünmektedir.

Bazı kanser türlerinin gelişim riskini düşürür. Bazı epidemiyolojik çalışmalarda düşük düzeyde folat alımı kadınlarda artan meme kanseri riski ile ilişkilendirilmiştir. Çalışma, folat seviyeleri ile kolorektal, akciğer, pankreas, özofageal, mide, servikal ve yumurtalık kanser riski arasında ters bir ilişki olduğunu göstermiştir.

Folik asit eksikliği belirtileri nelerdir?

Folik asit eksikliği anemiye neden olabilir. Anemi, çok az sayıda RBC’ye sahip olan bir durumdur. Anemi, dokuları ihtiyaç duyduğu oksijenden mahrum edebilir. Folik asit özellikle çocuk doğurma çağındaki kadınlar için son derece önemlidir. Hamilelik sırasında folik asit eksikliği bebeğin anomalili doğmasına yol açabilir.

Folik asit besin yoluyla alınabilir. Birçok gıdadan folik asit temin edilebilir. Folik asit, vücudun kırmızı kan hücreleri yaratmasına yardımcı olan bir B vitaminidir. Eğer vücudunuzda yeterli kırmızı kan hücreleri yoksa bu durum anemiye yol açar.

Kırmızı kan hücrelerinin görevi vücudun gerekli tüm bölgelerine oksijen taşımaktır. Anemi olduğunda, kan tüm doku ve organlara yeterince oksijen sağlayamaz. Yeterli oksijen olmaması durumunda ise, vücut olması gerektiği gibi çalışamaz.

Ayrıca düşük miktardaki folik asit seviyeleri de megaloblastik anemiye neden olabilir. Bu durum da, kırmızı kan hücreleri normalden daha büyüktür ve şekil itibariyle yuvarlak değil oval şekilde görülürler. Bu kırmızı kan hücreleri normal kırmızı kan hücreleri kadar uzun yaşarlar.

Folik asitin görülen bazı belirtileri ise aşağıdaki gibidir;

  • Yorgunluk
  • Ağız yaraları
  • Dil şişmesi
  • Büyüme sorunları

Folik asit eksikliğine bağlı olarak ortaya çıkan anemi belirtileri ise:

  • Yorgunluk
  • Zayıflık
  • Aşırı uyku
  • Soluk cilt
  • Nefes darlığı
  • Sinirlilik

Hamilelikte folik asit;

Folik asit ihtiyacı, hamilelik ve emzirme döneminde artar. Bu dönemlerde ihtiyacın besinler yoluyla karşılanması biraz daha zorlaşır. Bu sebeple olası bir eksikliği önlemek için folik asit takviyesi alınması önerilir. Yeterli folik asit alımı hızlı büyümeyi destekler ve fetüste nöral tüp defekti gelişimini önler. Hamile olan her kadının, diyetle alınan folatın yanı sıra günde 400 mikrogram (mcg) folik asit hapı alması önerilir.

Folik asit hapı;

Folik asit desteği; ağızdan tablet ya da kapsül formunda, cilt altı ya da kas içi enjeksiyonları şekilde verilebilir. Fakat genellikle ağız yoluyla alınması tercih edilir. Folik asit hapı sıklıkla;

  • Folat eksikliğine bağlı kansızlık
  • Hamilelikten önce, hamilelik sırasında ve sonrasında diyet gereksinimlerine yardımcı olmak
  • Hamilelik öncesi baba adayına takviye yapmak amacıyla verilir.

Çocuk sahibi olmayı planlayan çiftler, gebelikten önce folat desteği konusunda bilgi almak için mutlaka bir sağlık kuruluşuna başvurmalıdır.

Folik asit eksikliğinin pek çok olumsuz sonucu bulunduğundan kişilerin bu konuda düzenli kontrollerini ve gerekirse tedavilerini ihmal etmemeleri gerekmektedir.

 

Paylaşın

EECP nedir, nasıl uygulanır? Faydaları

‘Doğal bypass’ veya ‘ameliyatsız bypass’ olarak da anılan EECP (Enhanced External Counterpulsation), koroner arter hastalığı ve kalp yetmezliği gibi ciddi hastalıkların tedavisinde kullanılan özel bir tedavi yöntemidir.

EECP Tedavisi, FDA tarafından Kalp Yetmezliği, Stabil Angina, Unstabil Anjina, Kardiyojenik Şok, Akut Myokard Enfaktüsü hastalıkların tedavisinde kullanılmak üzere onaylanmıştır.

Son yıllarda , EECP uygulamasının hipertansiyon , şeker hastalığı ve erektil disfonksiyon (iktidarsızlık ) konularında olumlu etkileri gözlenmiş ve bu konularda bilimsel çalışmalar yapılmaya başlanmıştır.

EECP nasıl uygulanır;

EECP tedavisine başlayan hasta, günde 1 saat, haftada 5 veya 6 gün, 35 gün süre ile ayaktan tedavi görür. Tedavi süresince hiçbir, ağrı ve sızı yoktur. Hiçbir yaşam riski taşımaz. Son derece güvenli bir tedavi yöntemidir. Tedavi sırasında enjeksiyon dahil hiçbir müdahale yapılmadığı için hasta hiçbir acı ve sıkıntı hissetmez. Bu süreyi gazete, kitap okuyup, müzik dinleyerek geçirebilirler.

EECP tedavisi tekrarlanabilir mi?

Yapılan bilimsel çalışma sonuçlarının gösterdiği gibi, son derece ağır hastalık profiline sahip olan hasta gruplarında dahi EECP’nin uzun dönem takibinde tekrar edilme oranının % 4 – % 9’arasındadır. Hiçbir risk taşımaması kalp yetmezliği olan ve kalp transplantasyonun adaylarının tedaviyi tekrarlayıp yaşam kalitesini koruyabilirler.

Hangi hastalara uygulanır?

  • Daha önce By-pass olmuş veya balon tel – kafes tedavisi yapılmış ancak tekrar damar tıkanıklığı gelişmiş olanlarda
  • Mevcut tedavi yöntemleri uygulandığı halde şikayetleri devam eden hastalarda
  • Damar yapısı uygun olmadığı için ameliyat olamayan hastalarda
  • Eşlik eden hastalıklardan dolayı ameliyat olması riskli kabul edilen hastalarda
  • Ameliyat veya Balon, Stent tedavisini kabul etmeyen hastalarda
  • Kalp yetmezliği

Kimlere yapılması sakıncalı?

  • Son üç ay içersinde By – Pass ameliyatı geçirmiş hastalar
  • Vücutta pıhtı bulunma olasılığı olan hastalar
  • Bacaklarda iyileşemeyen açık yarası olanlar
  • Ciddi Aort yetmezliği olanlar
  • Kontrol Altına alınamayan Yüksek Tansiyon ( 180 / 110 )
  • Hamile veya olma olasılığı olanlar.

Yararları;

  • Kalbe dönen Kan akışını arttırır
  • Kalbin gevşeme safhasında , Kalbe daha fazla oksijen gitmesini sağlar
  • Bacaklardan sıvazlanan kanın Kalbe doğru pompalanmasıyla sadece kalbe dolan kan miktarı değil aynı zamanda vücudun, Böbrek ve Beyin dahil olmak üzere, hayati organlarına, kalbe ek yük getirmeden kan akışını arttırır
  • Bacaklara bağlanan hava torbalarının aynı anda sönmesi ile , Kalbin iş yükü azalmakta ve kalbin performansı yükselmektedir
  • Kalbe kan akışının sağlanması, doku beslenmesini arttırır
  • Tıkalı veya hasarlı kan damarları etrafında yeni kan damarı ağının oluşmasını arttırır
  • Göğüs Ağrısı sıklığını ve ağrının şiddetini azaltır veya yok eder
  • Kas yorulmasına neden olan Laktik Asit oluşmasını azaltır
  • Oksijenli kanın kalbe akışının sağlanması neticesinde, Kalp Yetmezliği olanlarda kalp kaslarını güçlendirir
  • Kişinin fonksiyon kapasitesini arttırır
  • Kişinin yaşam kalitesini arttırır
  • Kalp Krizi Riskini azaltır
  • Göğüs ağrısı ilaçlarının kullanım ihtiyacını azaltır veya kaldırır
  • EECP tedavisinin olumlu etkileri tedavi süresince devam edeceği gibi, tedavi bittikten sonra da uzun yıllar devam eder
  • Hiçbir yan etkisi olmadan, genellikle tüm tedavi olanlar tarafından tolere edilir

EECP tedavisinden sonra ne gibi iyileşmeler gözlenmektedir?

  • Hastalar daha uzun mesafeler yürüyebilmekte, daha ağır paketler taşıyabilmekte ve Göğüs arısı olmadan daha aktif olabilmektedirler
  • Hastalarda Göğüs ağrısı atakları nadiren görülmektedir
  • Hastalar Anti-anjin ilaçlara daha az gereksinim duymaktadır
  • Hastalar yeniden işlerine dönebilmekte, bahçelerine, yemeğe çıkabilmekte, seyahat edebilmekte, tenis , bowling ve golf oynayabilmektedirler
  • Hastalar sosyal hayatlarına daha katılımcı olmaları konusunda kendilerine güven duymaktalar, gönüllü aktivitelere katılmakta ve göğüs ağrısı korkusu duymadan egzersiz yapabilmektedirler.

 

Yan etkileri var mı?

Bazı hastalarda, kafların basıncı nedeni ile kayda değer olmayan deri tahrişlerine rastlanmıştır. Bunun dışında herhangi bir yan etkiye rastlanmamıştır.

Paylaşın

E Vitamini nedir, nelerde bulunur? Faydaları

Vücudun ihtiyaç duyduğu, temel vitaminlerden biri olan E Vitamini, yağda çözünen vitaminlerden bir tanesidir. E vitamini; cilt sağlığı, göz sağlığı ve hormonal düzen gibi pek çok alanda önemli görevlere sahip olan bir besin ögesidir.

E vitamini, ince bağırsak tarafından emilir, ardından karaciğer tarafından depolanır. E vitamini, ihtiyaç duyulduğunda kullanılmak üzere karaciğerin dışındaki dokularda, böbrekte, kalpte, kaslarda ve böbreküstü bezlerinde de depolanır. E vitamini, vücuttaki serbest radikallere karşı hücreler tarafından kullanılır, antioksidan özellikler taşır. Güzellik vitamini olarak da bilinir. Cilt sağlığı açısından faydaları ile öne çıkan bir vitamindir.

Faydaları;

E vitamini, insan vücudundaki hücre zarlarını çeşitli reaktif oksijen tiplerinden koruyan ve yağda çözünen bir antioksidandır.

Antioksidanlar, bireyin vücudundaki sağlıklı hücreleri yani vücut yiyecekleri parçaladığında, ya da tütün dumanı veya radyasyona maruz kaldığında üretilen zararlı moleküller serbest radikallerin etkilerine karşı koruyabilen maddelerdir.

Serbest radikaller kalp hastalığı, kanser ve diğer hastalıkların gelişiminde rol oynayabilir. E vitaminini takviye olarak alan kişiler, E vitamininin antioksidan özellikleri nedeniyle gıdalardan doğal olarak bulunan antioksidanlarla aynı faydaları her zaman sağlamadığını unutmamalıdır.

Hem doğal hem de sentetik tokoferoller oksidasyona tabidir. Bu nedenle diyet takviyelerinde esterleştirilir ve stabilite amacıyla tokoferil asetat oluşturulur.

Hangi besinlerde bulunur;

E vitaminine olan günlük gereksinimin karşılanabilmesi için bu vitamini bol miktarda içeren temel besin türlerinin diyette yeteri kadar bulundurulması gerekir. E vitamininin en değerli kaynakları;

  • Zeytinyağı, fındık yağı gibi bitkisel yağlar
  • Fındık, badem, ceviz, ay çekirdeği gibi yağlı tohumlar
  • Ispanak, tere, maydanoz, marul, kereviz, lahana, brokoli, balkabağı gibi sebze ve yeşillikler
  • Kümes hayvanları
  • Hamsi, somon, uskumru, sardalya ve ton balığı gibi balık türleri
  • Avokado, muz ve kivi gibi meyveler
  • Tahıllar
  • Tereyağı
  • Kırmızı et
  • Yumurta gibi besinlerdir

E Vitamini eksikliği nelere yol açar?

Düşük E vitamini seviyeleri aşağıdaki rahatsızlıklara sebep olabilir (4):

Kas zayıflığı: E vitamini merkezi sinir sistemi için gereklidir. Vücudun ana antioksidanları arasındadır ve E vitamini eksikliği, kas zayıflığına yol açabilen oksidatif strese neden olur.

  • Koordinasyon ve yürüme zorlukları: Eksiklik, bazı nöronların parçalanmasına ve sinyal iletme yeteneklerine zarar vermesine neden olabilir.
  • Uyuşma ve karıncalanma: Sinir liflerinin hasar görmesi, sinirlerin sinyalleri doğru şekilde iletmesini engelleyebilir ve bu da periferik nöropati olarak da adlandırılan durumlara neden olabilir.
  • Görme yetisinde bozulma: E vitamini eksikliği, retinadaki ve gözdeki diğer hücrelerdeki ışık reseptörlerini zayıflatabilir. Bu, zamanla görme kaybına neden olabilir.
  • Bağışıklık sistemi sorunları: Bazı araştırmalar, E vitamini eksikliğinin bağışıklık hücrelerini engelleyebileceğini öne sürer. Yaşlı yetişkinler özellikle risk altında olabilir.

Ancak bu rahatsızlıkların birçok farklı sebebi bulunabilmektedir ve tanıyı kişinin doktorunun koyması gerekir. Böyle bir durum yaşadığınızı düşünüyorsanız öncelikle doktorunuza danışmanızı önemle tavsiye ederiz.

E vitamini takviyesi kullanılmalı mıdır?

E vitamini takviyeleri veya bu vitamini de içerisinde barındıran vitamin-mineral tabletleri eczanelerde ve sağlıklı yaşam ürünlerinin satıldığı mağazalarda bulunabilir. Ancak tüm besin gruplarını dengeli miktarlarda içeren sağlıklı bir beslenme programı ile E vitamini gereksinimi tam olarak karşılanabilir. Bu nedenle E vitamini kaynağı besinleri tüketmesinde tıbbi bir engel bulunmayan bireylerin E vitamini desteği kullanmasına gerek yoktur. Tüm vitamin ve minerallerde olduğu gibi E vitamininin de doğal yollarla karşılanması daha sağlıklıdır.

Dolayısıyla hekime danışılmaksızın, hastalıklardan korunmak veya bünyeyi güçlendirmek gibi amaçlarla bilinçsiz şekilde vitamin ve mineral takviyeleri kullanmak kesinlikle önerilmediği gibi gereğinden fazla alınan vitamin ve minerallerin sağlığı olumsuz etkileyebildiği de bilinmelidir. Buna ek olarak E vitamini yetersizliği teşhis edilmiş olan kişilerde veya herhangi bir hastalık nedeniyle özel bir diyet uygulayan, bu nedenle E vitamini kaynaklarını yeterince tüketemeyen bireylerde hekim önerisiyle E vitamini takviyeleri reçetelendirilebilir.

Bu takviyeler genellikle kapsül şeklindedir ve kullanım sıklığı ile dozu hekim tarafından belirlenmelidir. E vitamininin yetersizliği genellikle bitkisel yağları yeterince tüketmeyenlerde, yağ içeriği çok düşük olan diyetleri uygulayan bireylerde görülür. Ayrıca sindirim sistemine ilişkin hastalıkları bulunan kişilerde de bağırsaklardan E vitamini emilimi yeterli düzeyde olmadığında E vitamini yetersizliği gelişebilir. Bu gibi durumlar hekim önerisi ile E vitamini takviyelerinin kullanılabileceği durumlar arasında sayılabilir.

E vitamini eksikliği arasında görme problemleri, halsizlik ve yorgunluk, kansızlık, deride ve dilde çatlaklar, kansızlık, ciltte kolay morarma, kas ve kemik ağrıları, kas kaybı, tırnak ve saç sağlığının bozulması gibi durumlar yer alır. Bu belirtilerden birçoğu farklı hastalıklarda da görülebilen semptomlar olduğundan belirtileri yaşayan kişilerin mutlaka sağlık kuruluşlarına başvurması ve muayeneden geçmesi gerekmektedir. Eğer siz de E vitamini eksikliği belirtileri yaşıyorsanız bir sağlık kuruluşuna başvurarak gerekli testleri yaptırabilirsiniz. Muayene ve test sonuçlarınıza göre vitamin takviyesine ihtiyaç duyup duymadığınızı öğrenebilir, hekiminiz tarafından verilecek önerilere dikkat ederek sağlığınızı koruyabilirsiniz.

Paylaşın

Akupunktur Nedir, Nasıl Yapılır?

Vücutta oluşan hastalıkları veya fonksiyon bozukluklarını ortadan kaldırmak amacıyla yapılan Akupunktur, belirli vücut bölgelerine ince iğnelerin batırılmasını içeren geleneksel bir şifa tekniğidir.

Bütünsel bir şifa yöntemi olan Akupunktur, bundan yaklaşık 3000 yıl önce Çin’de geliştirilmiştir. Günümüzde tıbbi tedaviye ek olarak sıklıkla kullanılmaktadır.

Doktor tarafından yapılmasına dikkat edin

Akupunktur işlemine başlanmadan, hastanın akupunkturist doktor tarafından öyküsü alınır. Hasta muayene edilir, gerekli laboratuvar ve görüntüleme tetkikleri yapılır. Hastanın yaşı, yaşam stili, beslenme durumu, uyku düzeni, genel durumu, hastalıkları, belirtileri, aldığı tedaviler, tedavilere bağlı yan etkiler gibi birçok faktör göz önünde bulundurularak bir tedavi planı hazırlanır. Seansların sayısı, süresi ve uygulanacak yöntem belirlenir.

Akupunktur tedavisi nasıl yapılır?

Akupunktur tedavisinde iğneler tedavisi planlanan hastalığa bağlı olarak seçilen noktalara batırılır. Tedavide steril ve tek kullanımlık son derece ince iğneler kullanılır. Hasta genellikle sadece iğnelerin ilk girişinde çok hafif bir ağrı hisseder. Bir süre sonra, tedavi edilen bölgelerde hafif bir sıcaklık hissi gelişebilir. İğneler ciltte yaklaşık 20 ila 30 dakika kalır. Belirli etkilerin elde edilmesi için özel stimülasyon teknikleri kullanılır. Bunun için iğneler ilave olarak ısıtılabilir, bilinçaltı uyarma akımıyla uyarılabilir veya yukarı ve aşağı hareket ettirilebilir.

Akupunktur noktalarını kullanarak uygulanan başka tedavi prosedürleri de vardır. Akupresör yöntemi, akupunktur noktalarına parmaklarla masaj yapılarak bölgede toplanan enerji yoğunluğunun dağıtılması ve ilgili noktalarla bağlantılı olduğu düşünülen organların bu şekilde rahatlatılması esasına dayanır.

Akupunktur noktaları ciltte değişik bölgelere göre değişen derinin 2 mm ila 4 cm’ye kadar derinliğinde bulunur. Lazer akupunkturunda ilgili noktalara lazer iğne denilen, aslında gerçek bir iğne olmayan, bir lazer ışığı darbesiyle ulaşılarak uyarım sağlanır. Lazer akupunkturu iğnelerden rahatsız olanlar ve çocuklar arasında popüler olan hafif ve ağrısız bir yöntemdir.

Akupunktur tedavisinin etkili olduğu alanlar;

Kilo verme
Menopozal şikayetler
Baş ağrıları
Sigara bırakma
Çocuklarda idrar kaçırma
Kas, eklem ve bel ağrıları
Sebebi belli olmayan hipertansiyon
Böbrek ağrısı

Yüz felci
Stres, panik atak ve depresyon gibi duygu durum bozuklukları
Uykusuzluk
Doğum ağrısının azaltılması
Adet ağrıları
Spastik kolon
Sınav korkusu ve uçak korkusu

Akupunkturun yan etkileri nelerdir? 

Akupunktur ülkemizde sadece sertifikalı doktorlar tarafından uygulanmaktadır. Bu alanda yetkin bir hekim tarafından yapıldığı takdirde ciddi yan etkilerle karşılaşılma olasılığı oldukça düşüktür. Genellikle iğne batırılan noktalarda hafif ağrı ve kanama, hafif düzeyde çarpıntı gibi basit yan etkiler görülür. Nadiren ciltteki sinirlerde yaralanma sonucu 4 haftaya kadar süren ağrılar görülebilir. Fakat ehil olmayan kişilerce hijyenik olmayan şartlarda uygulanırsa tehlikeli enfeksiyonlar ve başka ciddi komplikasyonlar görülecektir.

Akupunktur ile zayıflama 

Kilo kaybı için akupunktur tedavisinin çeşitli mekanizmalar ile etkili olduğu düşünülmektedir. Akupunkturun, vücudun enerji akışını etkileyerek aşağıdaki mekanizmalarla zayıflamaya yardım ettiği düşünülmektedir;

Metabolizmayı hızlandırmak
İştahı azaltmak
Beyindeki açlık merkezini baskılamak
Stresi azaltmak

Geleneksel Çin tıbbına göre kilo alımı, vücuttaki dengesizlikten kaynaklanır. Eski öğretilere göre bu dengesizlik karaciğer, dalak, böbrek, tiroid bezi ya da hormonal bir işlev bozukluğundan kaynaklanır. Bu nedenle, kilo kaybı için, akupunktur tedavileri genellikle vücudun bu alanlarını hedef alır.

Diyet ve egzersiz olmadan tek başına akupunktur ile kilo vermek mümkün değildir. Bu nedenle spor ve diyetle birlikte kullanılır. Kilo vermek için en önemli akupunktur noktaları kulakta bulunur. Kulakta insan vücudundaki tüm organlar uyaran noktalar bulunur. Ayrıca kulakla beyin arasındaki mesafe kısa olduğu için kulaktaki akupunktur noktaları oldukça etkilidir.

Kulaktaki akupunktur noktaları vücutta yağ birikimlerinin bulunduğu bölgelere göre uyarılır. Olası eşlik eden belirtiler, örneğin diz eklemi osteoartriti, sırt ağrısı veya gastrointestinal problemler göz önünde bulundurulur ve tedavi konseptine dahil edilir. Amaç her zaman kalıcı bir sonuç elde etmektir. Bulgulara bağlı olarak iğneler 10 güne kadar kulakta kalır. Kulaktaki akupunktur noktalarına batırılan iğnelerin etkiler;

Daha hızlı tokluk hissedilir.
Açlık hissinde azalma olur.
Aşırı yeme ortadan kalkar
Metabolizma ve yağ yakımı hızlanır.
Toksinler vücuttan atılır.
Hastalar kendilerini daha sakin, daha dengeli ve aynı zamanda daha aktif hissederler.

İnsanların kilo almasının temel nedeni beslenme alışkanlıklarındaki hatalardır.  Beslenme alışkanlıklarının değiştirmesi hiç kolay olmaz. Diyet yaparken oluşan ve sonunda diyeti bırakmaya neden olan halsizlik, mide problemleri, baş ağrısı, baş dönmesi, stres ve sinirlilik gibi şikâyetler akupunktur tedavisi ile kontrol altına alınır.

Akupunktur diyete uyum sağlama konusunda hastaya büyük kolaylıklar sağlar. Beyinde noradrenalin seviyesini düşürüp, serotonin ve endorfin adı verilen mutluluk hormonunu seviyelerini artırarak yemek yemeden de mutlu olmayı sağlar. Metabolizmayı hızlandırdığı için normalden daha fazla kalori yakılır ve böylece daha hızlı kilo verilir.

Akupunkturun aynı zamanda sindirimi düzenlediği, mide asidini azalttığı, insülin ve diğer hormonları dengelediği düşünülmektedir. Kilo verme, bölgesel zayıflama gibi konularda ancak iyi bir egzersiz planı ve sağlıklı bir diyet programı ile birlikte akupunktur tedavisi uygulanırsa daha hızlı ve kalıcı sonuçlar elde edilebileceği akıldan çıkarılmamalıdır. Bu şekilde uygulanan bir programla 2 ay gibi bir sürede kilonuzun yaklaşık %10 – 15’ini verebilirsiniz.

Paylaşın

Alkol Ve Alkollü İçki Nedir?

Alkol genellikle mayalanmış ürünlerin damıtılmasıyla elde edilir. Karbon, Oksijen ve Hidrojenin birleşimiyle oluşan kimyasal bir sıvıdır. Fazla tüketildiğinde sinir sistemine olan etkisinden dolayı baş dönmesi, baş ağrısı, bulanık görme, bilinç kaybı vb. gibi belirtiler oluşur.

Sindirim sistemine olan etkisi sonucu ülser ve siroz gibi hastalıkların oluşumuna zemin hazırlar. Alkolün kan basıncını arttırıcı etkisi vardır. Bu etki akut alkol alımı ile görüldüğü gibi daha düşük dozda fakat sürekli kullanımda da ortaya çıkmaktadır. Akut veya sürekli alkol alımı beyin kanaması ve felç riskini arttırmaktadır.

Günde 15 gram saf alkole eşdeğer miktarda bir alkollü içeceğin tüketilmesinin kardiyovasküler risk oluşturmadığı, hatta bir ölçüde koruyucu olduğu belirtilmektedir. Ancak, alışkanlık yapan böyle bir içeceğin, tüketen kişiler tarafından ne derecede kontrollü içilebileceği, dengenin fayda sağlamak yönünde ne ölçüde kurulabileceği oldukça şüphelidir. Bu nedenle alkol kullanımı ve miktarı ile ilgili bir öneride bulunmak son derece yanlıştır. Öneri doktor denetiminde uygulanabilir.

Alkollü içkiler (Alcoholic Beverages) nedir ?

Yapım tekniği ve bileşimleri yönünden değerlendirildiğinde fermante alkollü içkiler ve distile alkollü içkiler olmak üzere iki grupta incelenir.

Fermente olanların alkol içerikleri daha düşüktür. Bira ve şarap fermente içkilerdir. Her ikisinin de farklı alkol içeriklerinde hazırlanmış çeşitleri vardır. Şaraplar alkolle zenginleştirilerek şeri, port, şeker eklenip ikinci kez fermente edilerek şampanya, alkolle zenginleştirilip baharat ve lezzet vericiler katılarak vermut elde edilir. Rakı, brendi, viski, rom, cin, votka, konyak, likör distile içkilerdir. İçki şişeleri üzerinde alkol yüzdelerini gösteren rakamlar vardır.

Paylaşın

Aspirin Nedir, Faydaları Ve Zararları Nelerdir?

Aspirin (Asetilsalisilik Asit), genellikle hafif ağrı ve sızılar için kullanılan ağrı kesici ve ateş düşürücü bir ilaçtır. Ayrıca kan seyreltici etkisi vardır ve kalp krizine karşı koruma sağlaması amacıyla uzun dönem az dozaj kullanılır.

Aspirinin faydaları nelerdir?

JAMA Onkoloji dergisinde yayınlanan 136 bin kişi üzerinde gerçekleştirilen araştırmada, haftada iki kez düzenli aspirin kullananlarda kansere yakalanma riskinin yüzde 3 azaldığı görüldü.

Hollanda’da yapılan başka bir araştırmanın sonuçlarında ise tedavisi devam eden mide – bağırsak kanseri hastalarının ömrünü yaklaşık iki kat artırdığı belirlendi.

Londra’daki Francis Crick Enstitüsü’nden bilim insanları aspirinin kanser hücreleri üzerindeki etkisi araştırdı. Araştırmada,  aspirinin kanser hücrelerinin bağışıklık sisteminden saklanmasını önleyebileceğine işaret ediliyor.

PLoS One isimli bilimsel dergide yayımlanan bir makalede ise kanser tedavisinde asetil salisilik asitin (ASA) yararını bir kez daha ortaya koydu. Buna göre, düşük dozda ASA alınması hem kansere yakalanma riskini düşürüyor hem de kansere bağlı ölüm riskini ortalama % 20 oranında azaltıyor.

Aspirinin zararları nelerdir?

Her ne kadar az doz kullanıldığında faydalı olduğu söylense de aspirin kullanımında dikkatli olmakta fayda var. Aspirin dudak ve dilde alerjik etki gösterebilir.Aşırı doz kullanımda karaciğerde işlev bozukluğuna, kanamalara, ve ülsere yol açabilir. Kanı sulandırdığı için kanamalı hastalıklarda pıhtılaşmayı geciktirdiğinden sağlık riski oluşturabilir. Uzun süreli kullanımı böbrek hasarına yol açabilir, böbrek yetmezliği görülebilir.

Tüm bu etkilerinin yanı sıra diğer ilaçlarla olan olumsuz etkileşimlerine de dikkat etmek gerekiyor. Uzun süreli kullanımlarda muhakkak doktorunuza danışın.

Kimler Aspirin kullanmalıdır?

Koroner damar hastalığı bulunan ve aspirin kullanmasına mani bir durumu olmayan tüm hastalar için aspirin yararlıdır ve ömür boyu önerilmektedir. Günde 75-100 mg doz bu amaç için yeterlidir; daha yüksek dozlarda yarar artışı olmaksızın kanama riski artmaktadır. Bilinen kalp hastalığı olmayanlarda aspirin kullanma kararını hekimleri vermelidir. Toplam kardiyovasküler risk hesaplanarak orta veya yüksek (10 yıllık risk >%10) olanlara verilebilir.

Kimler Aspirin kullanmamalıdır?

Kalp damar hastalığı riski düşük olanların aspirin kullanmasının anlamı yoktur. Çünkü koroner kalp hastalığından sakınırken en az o kadar mide kanamasına maruz kalınabilir. Ayrıca, kalp damar hastalığı olmayan 50 yaş altı bireylerde ve klinik olarak kalp- damar hastalığı oluşmamış diyabetik hastalarda koruyucu olur beklentisi ile aspirin kullanılması önerilmez.

Gelecek 10 yılda koroner arter hastalığı gelişme riski %10-20 (orta derecede), herhangi bir kanserle karşılaşma riski %12 civarında olan, 60’ lı yaşlarda ki 1000 hastaya aspirin verildiğinde: 6 ölüm, 17 kalp krizi, 6 kanser önlenebilirken, inme oranları değişmez. Ancak, kafa içi kanama dahil ek 16 önemli kanama oluşabilir.

Paylaşın