TİP Lideri Erkan Baş: Türkiye Mutlaka Laik Bir Ülke Olacak

TİP Genel Başkanı Erkan Baş, asıl tehlikenin gerici zihniyet olduğunu vurgularken, tarikat ve cemaatlerin devlet kademelerini ele geçirmelerine dikkat çekti. Laikliğin öneminin altını çizen Baş, “Türkiye mutlaka laik bir ülke olacak” dedi.

Türkiye İşçi Partisi (TİP) Genel Başkanı Erkan Baş, partisinin TBMM’deki haftalık basın toplantısı gündeme dair açıklamalarda bulundu. Erkan Baş, şunları söyledi:

“Tek adamın gece yarısı hezeyanıyla çıktığını sandığı İstanbul Sözleşmesi için direnen tüm kadınları selamlıyorum. Kadın yoldaşlarımız, Orta Çağ zihniyetiyle tuttukları yerlerden rol biçen erkeklere tarih dersi vermeye devam ediyor.

İstanbul Sözleşmesi’nin feshinin iptaline yönelik duruşmanın görüşülmesi için bugün kadınlar Danıştay’da direniyor. 15 kişi ve kurumun davası görülüyor bugün ve TİP’li Kadınlar’ın da duruşması var. Kadınlar hayatları pahasına direniyorlar, hayatları için direniyorlar. Hepsini yürekten selamlıyoruz.

Bugün Partimiz adına duruşmaya katılan Parti Sözcümüz Sera Kadıgil’in bir vurgusuyla devam etmek istiyorum; “Karun kadar zenginleşen Tayyip Erdoğan, hala siyasal İslamcı olduğunu bir grup yobaza ispatlamak için bu sözleşmeden çıkmak istiyor”

“Türkiye mutlaka laik bir ülke olacak”

Bize göre mesele budur. İktidarın kadın düşmanı karakterini tamamlayan bu gerici yaklaşıma karşı tüm TİP üyeleri adına net bir yanıt vermek istiyoruz: Buna izin vermeyeceğiz. İzin vermeyeceğiz ve Türkiye mutlaka laik bir ülke olacak.

Laiklik ekmek kadar, su kadar önemli. Her şeyi kendine bağlayan ve kendisini her şey sanan Saray’daki zat ve şürekâsı, dindar ve kindar nesil yetiştirme aşkıyla, gençlerimizin yaşamalarına kast ediyor.

Akdeniz Üniversitesinde bağlı yurtlarda 40 günde 3 intihar vakası bir öğrencinin de evinde intihar etmiş olması, ancak ve ancak şimdilerde susturmaya çalıştıkları sosyal medyanın yarattığı kamuoyuyla Türkiye gündemine girmeyi başardı.

Akdeniz Üniversitesi kampüsündeki Bezm-i Alem Valide Sultan Kredi Yurtlar Kurumu Yurdu’nda 11 Mayıs, 23 Mayıs, 10 Haziran’da üç gencimiz canına kıyıyor.  Aynı yurtta yine kamuoyundan saklanan ve resmi verilere geçmemiş on intihar vakasının daha yaşandığı iddia ediliyor.

İddialar oldukça vahim; ilk intiharın üzerinden 40 gün geçmesine rağmen neden ta ki sosyal medyada olaylar ifşa olana kadar herhangi bir açıklama yapmadınız? Neden gizlediniz?

Güvenlik kameralarının çalışmadığı, yaşanan hırsızlık olaylarının ardından öğrencilerin talep etmesine rağmen kamera takılmadığı ve hatta Ankara’dan öğrencilerle etkinlik buluşması adı altında gelen genel müdür yardımcısından kamera isteyen öğrenciye “Bakanlığın kamera alacak parası yok” diye cevap verdiği iddia edilmektedir.

Biz buradan soralım Gençlik ve Spor Bakanı’na, kamera alacak paranız yok mu? Hani biz biliyoruz da devleti soyup soğana çevirdiğinizi o öğrenciye söylediğiniz açıklıkla kamuoyu önünde de itiraf edin istiyoruz.

İddialar oldukça vahim bakın sadece birini okuyacağım. Şöyle:

“İntiharların yaşandığı yurtta kaldım. Orası çok korkunç bir yer ve kaçmak zorunda kaldım.Orası Gençlik ve Spor Bakanlığına bağlı gibi görünüyor ama kesinlikle yalan. Dinci cemaatçiler KYK içinde çalışıyorlar. Güvenlikçilerden aşçılara kadar temizlikçiler dahi Menzilci. Zorla namaz kıldırma Kuran okutma gibi… Geçen bir sohbette ‘İntihar etmek günahtır ama daha büyük günah bize karşı çıkmaktır.  Bize teslim olun, ruhunuzu bize verin ve tüm günahlarınıza kefaret verelim’ diyorlar”

Kim bu adamlar hangi hak ve yetkiyle öğrenciler üzerinde bu denli baskı kuruyorlar? Bu adamların mesleki formasyonu ne? Bu adamlara ilişkin tek bir soruşturma açıldı mı? Hiçbir yetkili olan bitenin hesabını verecek mi?

Dediğimiz gibi iddialar vahim liste uzun…

16 Nisan tarihinde Zonguldak’ta KYK Abdullah Sabri Efendi Erkek Yurdu’nda bir öğrencinin daha intihar etmiş, neden?

27 Nisan tarihinde ise Malatya’da İnönü Üniversitesi öğrencisi kadın öğrenci, kaldığı yurtta 7. kattan düşerek hayatını kaybetmiş, neden?

Konya’da bir KYK yurdunda geçen aylarda intihar ettiği iddia edilen kişi kim?

Harran Üniversitesinde erkek yurdundan atlayarak canına kıyan öğrencinin soruşturması ne oldu?

Buradan Saray noterlerine sesleniyorum; derhal TBMM çatısı altında bir araştırma komisyonu kurulmalı ve yurtlarda neler olduğu, öğrencilerin neler yaşadığı araştırılmalı.

Parmaklarınızı bu kez Saray’dan gelen bir talimat için değil gençler için kaldırın?

“Asıl tehlike, asıl tehdit bu gerici zihniyettir”

Orta Çağ’dan sesler korosunda bu hafta diyelim… 2000li yılların başında 3 bin olan 2018’de 16 bini aşan tüm AKP döneminde yüzde 400 artan Kuran kurslarıyla inançlı insanlar üzerinden neleri istismar ettiklerini biliyoruz.

Şimdi de Ankara adliyesinde yok ettikleri hukuka “El fatiha” okumak için sanırım kuran kursu açacaklarmış.

İzmir’de bir okul… Kraldan çok kralcı bir müdür anladığımız kadarıyla… Bornova İmam Hatip Ortaokulunda ayırmış kızlarla erkeklerin sınıflarını. Bu da yetmemiş koridorları katları ayırmış!

Besbelli şöyle düşünmüş olmalı; “Tepedekiler şeriat düzenine doğru gidiyor! Mutlak bu erken hamlemi ödüllendirir Saray’daki zat- ı muhterem”

Bu karanlık örnekleri hiç uzatmayalım sadece şunu vurgulamak istiyorum: Bu karanlık saldırıyı, bu sömürüyü katmerleyen adımları iliklerimize, kemiklerimize kadar hissediyoruz! Erdoğan düşman arıyor ya; sağda solda düşman aramayın, asıl tehlike, asıl tehdit bu gerici zihniyettir. Devletin her kademesine sızan tarikatlar, cemaatlerdir. Türkiye’yi molla kafasıyla yönetmek isteyenlerdir.

Özellikle genç arkadaşlarıma sesleniyorum:

Bütün bu cemaatler tarikatlar, menziller, ocular, bucular…

Orta Çağ zihniyetinin yeniden vücut bulmuş halleri bu mollalar… Bütün bu cemaatler tarikatlar, menziller, hiçbiri bu ülkeyi artık suistimal edemeyecek. Gençlerimizi, toplumumuzu zehirlemeyecekler. El attıkları, ceplendikleri bütün kamusal alanları geri alacağız. Her istismarın hesabını soracağız. Hepsi gidecekler, çıktıkları Orta Çağ karanlığına gömülecekler, umudunuzu inadınızı yitirmeyin çok az kaldı Türkiye mutlaka laik bir ülke olacak!

“Erdoğan yüreğin yetiyorsa mal varlığını açıkla!”

AKP kendisini dindar halkın savunucusu gibi göstermeye çalışıyor. İnsanları açlığa, yoksulluğa, sefalete mahkum ederken dini siyasete alet ederek konumunu korumaya çalışıyor. Oysa çok basit bir gerçek var, AKP sadece parası olanlar için çalışıyor. Dini, dili hiçbir şey önemli değil eğer zenginse.

Buradan tüm yurttaşlara çağrı yapıyorum; şöyle bir etrafınıza bakın, Türkiye’de artık sadece bir avuç yandaş zengin ve milyonlarca yoksul insandan ibaret bir ülke haline geldi. Biz yoksullaşıyoruz, Saraydakiler ve Sarayın etrafına kümelenen zenginler, her geçen gün daha zengin oluyor. Her gün bunun üzerini örtmek için 40 takla atıyorlar.

Yurttaşlarımıza sesleniyorum: Ne anlatırlarsa anlatsınlar tek bir soru sorun. Ey Tayyip Erdoğan yüreğin yetiyorsa mal varlığını açıkla! Eşinin, dostunun, akrabanın mal varlıklarını açıkla

Bu paraları nasıl kazandığınızı açıklayın. İnsanları yoksullaştırarak, evine ekmek-su alamayacak hale getirerek, çocuğuna bez alamayacak, süt alamayacak hale getirdiğiniz halktan çaldıklarınızla kaç para servet yaptınız, açıklayın!

Türkiye tarihinin en ciddi bir alım gücü krizinden geçiyor. Bunu yalnızca bir yüksek enflasyon olarak tanımlayamayız. Bu ülkenin yüzde 99’u, planlı politikalarla, bilerek isteyerek her gün fakirleştiriliyor. Emekçiler, emekliler, öğretmenler, doktorlar, mühendisler, emeğiyle, alın teriyle yaşayan tüm yurttaşlarımız yoksullaşıyor!

O yüzden hiç beklemeden, hemen bugün asgari ücret, enflasyon + büyüme oranı düzeyinde artırılmalıdır. Bu oran ayrıca 3 ayda bir düzenli olarak artırılmalıdır. İktidar memleketi krize sokuyor, sonra bu krizin faturasını, yoksullara emekçilere ödetiyor, buna izin vermeyeceğiz. Madem kriz var, patronlar-zenginler biraz az kazansın. Saray’dakiler biraz az yesin.

“Emekliler hayatta kalma mücadelesi veriyor”

Bakan beyin de itiraf ettiği gibi olan hep dar gelirliye oluyor. Saray’ın kötülük dolu politikalarının sonucunda, zengin zenginleşmeye devam ederken yoksul artık yaşayamaz duruma gelmiştir. Saray Rejimi’nin uyguladığı politikalardan en fazla zarar gören kesimlerden biri de emeklilerimizdir. Yıllarca çalışmış, ücretinin önemli bir kısmına emeklilik için el konulmuş milyonlarca yurttaş, bugünlerde açlık sınırının altındaki aylıklarıyla hayatta kalma mücadelesi veriyor.

En az 4.5 milyonu yoksulluk sınırının altında yaşamaya mahkum edilmiş durumda. Her yıl sözüm ona yapılan zamlar, 1-2 ay içerisinde enflasyon karşısında erimekte, her ay alım gücü daha da düşmektedir.

Yapılması gereken bellidir:

– Tüm emekli aylıkları enflasyon artı büyüme oranında derhal artırılmalıdır.

– En düşük emekli maaşı yeniden düzenlenecek asgari ücrete denk hale getirilmeli.

– Buna ek olarak 2000 sonrası emekli olan yurttaşlarımızın da intibak hakkı tanınmalıdır.

Buradan TİP adına, emeklilerimiz ve EYT’lilerimizin hakları için verdikleri mücadelede yanlarında olacağımızı bir kez daha ifade etmek isterim. Ayrıca, birlikte tartışmak, karar almak ve mücadele etmek için, 18 Haziran saat 16.00 da Kadıköy Yoğurtçu Parkı’nda gerçekleştireceğimiz foruma tüm emeklilerimizi ve EYT’lilerimizi davet ediyorum.

Bugün sizlere binlerce şubesi olan ve her gün yeni şubeleri açılan market zinciri patronlarının, sömürünün suyunu nasıl çıkardıklarını anlatacağım.

Bu marketlerde çalışan arkadaşlarımız yol yemek dahil, yoksulluk sınırının dörtte birine denk gelen bir ücrete çalışıyorlar.

Her sabah fiyat etiketlerini değiştirdikçe maaşlarının nasıl eridiğini hissediyorlar. Ama bu marketlerdeki işçilerin “su” sorununu öğrendiğimizde itiraf edelim biz bile şaşırdık.

Bu marketlerin çoğunda işçiye su yok, veren marketlerde de aylık 5 litre gibi utanç verici kotalarla veriyorlar suyu.

Depolarında tonlarca su olan markette çalışanlar, rahat rahat su bile içemiyor!

Su almak istiyorlarsa barkodunu okutup parasını ödeyerek alıyorlar. Ben hayatımda böyle bir arsızlık, böyle bir sömürü mekanizması görmedim.

Ama bakanı böyle olunca, patronu da böyle oluyor.

Buradan bu marketlerde çalışan işçi arkadaşlarımıza bir çağrıda bulunmak istiyorum. Haklarınızı almanızın, insanca koşullarda yaşamanızın yolu birlikte mücadeleden geçiyor. Sosyal-İş Sendikası, işçilerin su hakkı için mücadeleyi büyütüyor. Tüm emekçileri bu mücadeleye ortak olmaya, insanca bir yaşam için mücadeleye davet ediyoruz.

Malumunuz aylardır bir konut krizi içerisindeyiz. 20 yılın sonunda yurttaşlarımız, bir ev sahibi olmayı geçiyorum, bir ev kirası dahi ödeyemez hale getirilmiştir.

Buraya bir günde gelmedik. Bugün yaşadıklarımız 20 yıllık AKP iktidarının sonucudur. Yani 20 yıllık bankalar, emlak baronlarını müteahhitlerin, halkın cebine göz dikenlerin iktidarının sonucudur…

Bugün bu çeteler, malumunuz üzere, İstanbul Okmeydanı’ndaki Fetihtepe Mahallesindeki ranta avuçlarını ovuşturuyorlar.

Sözde kentsel dönüşüm amacıyla oradaki yurttaşları, evlerini terk etmeye zorluyor; evlerin suyunu, elektriğini, doğal gazını kesmeye çalışıyorlar.

Buradan güzel bir emekçi dayanışması örneği gösteren BEDAŞ işçilerini sevgiyle selamlıyorum.

Bugünkü kira krizi ortamında, tıpkı bu ülkenin yüzde 99’u gibi, Fetihtepe mahalleli yurttaşlarımız da çaresiz, evsiz, barksız bırakılmak isteniyor. Saraylılar, bu ülkenin emekçilerini, öğretmenlerini, mühendislerini, doktorlarını, kent merkezlerinden sürmek istiyor.

Mahallelerimiz, doğup büyüdüğümüz evlerimiz, koşup oynadığımız sokaklarımız elimizden alınmak isteniyor. Ama biz de AKP’yi önce evlerimizden, sokaklarımızdan; sonra tüm memleketten defedeceğimize söz veriyoruz.

“Seçim operasyonu”

21 Kürt gazeteci geçtiğimiz günlerde gözaltına alındı, günlerdir gözaltındadır.

Peki bu gazeteciler neden gözaltında? Dosya üzerinde “kısıtlama” kararı olduğu için tam olarak neyle suçlandıklarını, suçlamaların hangi delillere dayandırıldığını bilmiyoruz.

İktidarın bildiğimiz mizanseni tekrarlanıyor. “Bölücülük ve terörizm” suçlaması yapılarak Kürt basın yayın organları kriminalize edilmeye, etkisizleştirilmeye çalışılıyor. Hepimiz bu iktidarı tanıyoruz artık!

Anayasa ve uluslararası birçok sözleşme ile güvence altına alınan basın özgürlüğünün açık ihlali niteliğindeki bu kapsamlı operasyon aslında bir seçim operasyonudur. Tüm muhaliflere gözdağı vermek, korku iklimi oluşturmak, muhalif seslerin olmadığı bir seçim ortamı yaratmak istiyor bu iktidar. Bu operasyonları halkın haber alma özgürlüğüne dönük bir saldırı olarak değerlendiriyoruz.

Buradan tüm muhalif güçleri, iktidarın ‘böl-parçala-yönetmeye devam et’ anlayışı karşısında dayanışma içerisinde olmaya, birlikte hareket etmeye davet ediyoruz.

Sözlerime 9 yıl önce bugün yitirdiğimiz, Gezi’de katledilen Ethem Sarısülük’ü anarak bitirmek istiyorum. Ethem; inadımızda, direncimizde, bu iktidarı yıkma kararlılığımızda, eşit ve özgür bir memleket mücadelemizde, sıkılı bileklerimizde yaşıyor, yaşayacak.”

Paylaşın

TİP Başkanı Erkan Baş: Kaçırılan Para Yurttaşların Gasbedilen Parası

Türkiye İşçi Partisi (TİP) Genel Başkanı Erkan Baş, Halk TV’de Şule Aydın’ın sunduğu “Kayda Geçsin” programının konuğu oldu. Erken Baş, CHP Lideri Kılıçdaroğlu’nun, iktidarın TÜRGEV ve Ensar Vakıfları aracılığıyla ABD’ye para transferi gerçekleştirdiği iddialarına ilişkin değerlendirmelerde bulundu.

“Bu memleketin öz evlatları okula gidemiyorlar. Devlet buna imkân sağlaması gerekirken halktan aldığı paraları birtakım dinci vakıflara veriyor. Onlar da bu parayı Amerika’ya kaçırıyorlar,” diyen Baş’ın konuşmasında öne çıkan başlıklar şöyle:

“Kemal Bey’e teşekkür ederim”

“Kemal Bey çok doğru bir şey yapmıştır. Bir yurttaş olarak kendisine çok teşekkür ederim. Benim gördüğüm eksiklik ise bunun hesabını soracak bir siyasi iradenin oluşturulmamasıdır. Türkiye’de istenen şey şu: Halk izleyici olsun isteniyor. ‘Halk tribünde otursun ve seçimden seçime bize oy versin.’ Oysa, bu tarz halka karşı işlenen suçlar, emekçileri, halkı, sürecin öznesi yaparak, onları siyasete dahil ederek, onları bu tartışmanın öznesi kılarak çözülür.”

Kimin parası?

AKP’nin yurt dışındaki TÜRKEN Vakfı’na düzenli olarak para transferi gerçekleştirdiği iddiaları için, “Kimin parası kaçırılıyor?” diye soran Baş, açıklamasına şöyle devam etti:

“Para kaçırmadan söz ediyoruz değil mi? Kimin parası kaçırılıyor? Bu para kimin parası? Bu para şu anda bizi televizyondan izleyen yurttaşların alın terinin gasbedilen parası. Ben izlediğim anda aklıma şu geldi: Hiç konuşulmuyor bu dinci vakıflar. Kim bunlar?”

“Bu paralarla kaç yurt açılırdı?”

Barınma hakkından mahrum kalan öğrencilerden ve tarikat yurdunda kalan Enes Kara’nın intihar ettiğini hatırlatan Baş:

“Ben en son bu programa geldiğimde Enes Kara diye bir kardeşim, bir tarikat yurdunda uğradığı baskılar sonucunda intihar etmiş ve hayatını kaybetmişti. Aylarca bu ülkenin sokaklarında gençler ¨Barınamıyoruz, yurt yok, okula gidemiyoruz¨ diye bağırıyorlardı. Bu paralarla bu ülkede kaç tane yurt açılırdı? Kaç öğrenci bu tarikatların elinden kurtarılabilirdi?”

Türkiye’nin geleceğine dair yapılan tartışmalarda “7 Haziran-1 Kasım süreci”nin öneminin atlanmaması gerektiğini vurgulayan Baş, Ahmet Davutoğlu’nun o süreçte başbakan olmasına dikkat çekerek şunları kaydetti:

“10 bine yakın yurttaşımızın katıldığı bir mitingde, 100 arkadaşımız bu memleketin başkentinde, kontrollü, önü açılan bir katilin, bir canlı bombanın kurbanı oldular. Bunu konuşmadan, bu katliamın bütün ayrıntıları açığa çıkarılmadan, faillerinden hesap sorulmadan, Türkiye’nin geleceğine dair bir umut taşımak mümkün müdür?

O süreçte başbakanlık yapan, seçimi kazanan, ‘Patlayan bombalar oylarımızı artırıyor’ diyen bir genel başkan var bugün muhalefette olduğunu iddia eden. Ama konuya ilişkin bir karanlık devam ediyor. Bu durum bizim açımızdan kabul edilemez.”

Paylaşın

Erkan Baş: İktidar Kaybettiğinde Gitmeyecek Biz Göndereceğiz

Türkiye İşçi Partisi (TİP) Genel Başkanı ve İstanbul Milletvekili Erkan Baş, Halk TV’de Perdenin Önü Arkası programında gündeme dair değerlendirmelerde bulundu. TİP Başkanı Baş, “Tezkereye ‘evet’ diyenler, Türkiye’deki Amerikan istilasına, Rus oligarklarının bu ülkeyi sömürmesine ses çıkarmayanlar bu sorunu çözemezler” dedi.

Zafer Partisi Genel Başkanı Ümit Özdağ ile İçişleri Bakanı Süleyman Soylu arasındaki gerilim üzerine de değerlendirmelerde bulunan Baş, “Sorunu yaratanlar da yangına benzinle konuşanlar da sorunu çözemez” ifadelerini kullandı.

Erkan Baş’ın konuşmasından satır başları şu şekilde:

Mesele son derece seviyesiz ciddiyetten uzak bir eksende yürüyor. Memleketin gerçek sorunlarına ilişkin herhangi bir tartışma sürdürebildiklerini düşünmüyorum. Oysa memleketin sorunların eğer gerçekten çözüm üretmek istiyorsak sağduyulu soğukkanlı gerçekçi çözüm önerilerini ortaya koyan, varsa farklı görüşleri açık ve net biçimde ortaya koyan bir yaklaşım sergilememiz lazım. Liseli çocukların ‘çıkışta görüşelim’ diyaloglarına benzer şekilde konuşanlar memleketin sorunlarına dair sağlıklı çözümler üretemez. Birtakım sözde liderlerin iki dudağı arasından çıkan cümleler siyaset olarak algılanıyor.

Biz şunu öneriyoruz: Meseleyi öyle basit siyasi bir kavga konusu olmaktan çıkarıp, “Ben buradan nasıl oy devşiririm? Nasıl koltuğumu korurum?” tartışmasından çıkarıp akılla, bilimle, soğukkanlı biçimde yaklaşmak gerekiyor.

Bu belki de dünya tarihinin gördüğü en yoğun göç dalgalarından bir tanesi. Sadece Türkiye’de değil dünya ölçeğinde çok ciddi bir tartışma yürüyor.

‘Sorunun yaratıcısı Erdoğan’dır’

AKP dünyadaki pek çok sorunu nasıl büyük bir şekilde Türkiye’ye taşıyorsa, bu sorunu da böyle Türkiye’ye taşınmış durumda. Dolayısıyla biz Türkiye’de meselenin ciddi bir sorun olduğunu kabul ediyoruz. Bunu tartışmamız gerekiyor. Ancak bunu karşılıklı düşmanlaştırmalardan kaçınarak yapmamız lazım. Bu konuyla ilgili rahatsızlıklarını dile getiren herkesin ırkçı olarak tanımlandığı bir yaklaşımı doğru bulmuyoruz. Ama şunu ekliyoruz: Evet Türkiye’de ırkçılar var. Türkiye’de siyaseten bu meseleden nemalanmak isteyenler de var. Bunları birbirinden ayırmak gerekiyor. Vatandaşın derdini kendisine siyasi olarak devşirmeye çalışan iki taraftan yaklaşımlara karşı da net bir pozisyon almak gerekiyor.

Ümit Özdağ, yaklaşık bir saatlik programda Tayyip Erdoğan’a ilişkin bir çift laf etmedi. Oysa Türkiye’nin yaşadığı bu sorunun baş sorumlusu, yaratıcısı, Tayyip Erdoğan’dır.

‘Yangına benzinle koşanlar sorunu çözemez’

Sosyalistler bugün bu memleketin yaşayacağı bu sorunları 10-15 yıl öncesinden söylüyordu. Eğer bir sorunu çözeceksek sorunun önce nedenlerini tartışmamız lazım. Sorunu yaratanların çözemeyeceğini söylememiz lazım. Bu sorunun arkasında AKP’nin ülke içerisinde dinci milliyetçi politikalarının uzantısı olan dış politika anlayışının olduğunu en başa yazarak konuşmamız lazım.

Türkiye’de bugün yaşadığımız sorunun kaynağı, AKP’nin emperyalizmle iş birliği içerisinde, koltuğunu korumak için geliştirdiği dış politika hamleleridir. Bunu sorgulamadan bir tartışma yürütmek mümkün değil.

Sorunu yaratanlar da yangına benzinle konuşanlar da sorunu çözemez. Popülerleşmeye çalışanlar kendilerine yer bulmaya çalışanlar bu sorunu çözemezler. Bu sorunu esas olarak sosyalistler çözer.

‘Tezkereye evet diyenler bu sorunu çözemez’

10 yıl önce bir tartışma yapıyordu sosyalistler. Meselenin uzmanı olduğunu söyleyenler 10 yıl önce hiç uyarmıyorlardı. Bugün Suriyeli ve Afgan göçmenler tartışılıyor. Ben şunu sormak istiyorum:

1 Mart Tezkeresi oylanırken sokaklarda kim vardı?

Suriye’ye AKP’nin müdahalesine kim karşı durdu?

Afganistan müdahalesine Türkiye’nin bir NATO gücü olarak katılmasına karşı kim durdu?

Libya’ya müdahaleye kim karşı durdu?

Tezkerelere evet diyenler göçmen, mülteci, sığınmacı sorununu çözemezler. Sokaktaki garibanı düşman olarak görmek kolay. İstila tartışması yapılıyor. Türkiye’deki Amerikan istilasına karşı çıkmayanlar bu sorunu çözemezler. Rus oligarklarına karşı çıkmayanlar, bu ülkeyi sömürmesine ses çıkarmayanlar hiç konuşulmuyor.

Avrupa Birliği ile geri kabul anlaşması AKP tarafından Davutoğlu başbakanken imzalandı. TİP iktidara geldiği ilk gün bu geri kabul anlaşmasını iptal edecek.  Ülkemizde ve bölgemizde barışçı politikalar uygulayarak bu sorunu çözmemiz gerekiyor. Bu memlekette TC vatandaşlığı satılıyor! Zengin Arap şeyhlerine vatandaşlık satıyorlar.

Patronlar sendikasız, sigortasız, insanlık dışı koşullarda çalıştırabilsinler diye ben buna göz yumuyorum diyen bir çalışma bakanı var.

Bu memlekette buraya göçmek zorunda kalan insanların hayatlarının patronlar tarafından nasıl hiçleştirildiğini tartışmadığımız zaman iş çok kolay… AKP bir taşla 4-5 kuş vuruyor.

Göçmenleri AB’ye karşı koz olarak kullanıyor, emekçilerin haklarını gasp etmek için yine göçmenleri kullanıyor. Suriye’ye dönük bir müdahalede bulunuyor. Ondan sonra böyle muhalefet unsurları çıkıp geri göndereceğiz diyor.

Seçime giderken AKP şov yapacak. Bu yaklaşımla ne olur? Bugün 1 milyon kişi gönderirsin. Yarın aynı politikalara devam edersen yarın 5 milyon insan gelmek zorunda kalır.

AKP’nin başımıza bela ettiği büyük bir problemle karşı karşıyayız. Bu işin sorumlusu hesap vermeli. Bu işin sorumlusu AKP’dir, Saray Rejimi’dir.

Memlekette bir Arap düşmanlığı yayılıyor bir taraftan ama zengin Arap şeyhlerinin elini eteğini öpmeye oraya gidiyorlar. Zengin Arap Şeyhlerine vatandaşlığı pul gibi dağıtıyorlar. Yetmedi mahkeme sattılar. Bunlarla kavga etmemiz gerekiyor. Kavga edeceğimiz unsuru doğru belirlemek son derece önemli.

Şu söylemek kolay: “Zafer Turizm otobüs kaldırır gönderir”. Sen MİT tırlarını gönderdikten sonra Zafer Turizm otobüs kaldıramaz oraya. Önce MİT tırlarının hesabını soracaksın ondan sonra otobüsler nasıl çalışacak bunu konuşuruz. Suriye’de Irak’ta Afganistan’da barış sağlanmadan sadece Türkiye’nin değil dünyanın bu sorunu çözmesi mümkün değil.

‘İktidar kaybettiğinde gitmeyecek biz göndereceğiz’

Bu iktidar çok büyük suçlar işlemiş bir iktidar, dolayısıyla koltuğu kaybettiğinde her şeyi yapabilecek durumdalar ve yaptılar da. İktidarlarını korumak için bu ülkenin başkentinde bombalar patlattılar.

İktidar seçime kadar olan süreci kendine göre dizayn ederse, oyunun kurallarını kendisi belirlerse bizim bir şansımız kalmaz. Tüm muhalefete sesleniyorum: Bu ülkeyi Saray Rejimi’nden kurtaracak adımları atmamız gerekiyor.

Bu iktidar kaybetse de gitmez duygusu var. Kaybettiklerinde onlar gitmeyecek, biz göndereceğiz. Buna göre hareket etmemiz lazım, provokasyonları boşa çıkartacak örgütlü halk kitlelerine ihtiyacımız var.

Bu öfkeyi garibanlara ve birbirimize yönlendirmeyelim. İktidar bizi birbirimize kırdırmaya çalışıyor oysa bizim bu öfkeyi servetlerine servet katanlara yönlendirmemiz gerekiyor.

Süleyman Soylu’nun İçişleri Bakanı olduğu bir ülkede seçim güvenliği nasıl sağlanabilir? Adam geçen seçimlerde memleketin bütün muhalefetini terörist ilan etti.

Bu ülkede kadın düşmanı, tacizci kim varsa ister Türk ister yabancı olsun kulağından tutup hapse atmak bizim görevimizdir. Biz bu sorunları, İstanbul Sözleşmesi’nden bir gecede çıkanlarla mı konuşacağız. Mahkemede kadın katillerine kravat taktı diye iyi hal indirimi verenlerle mi konuşacağız bu sorunları?

Halkımızı uyanık olmaya, provokasyonlara geçit vermemek üzere örgütlenmeye, akılcı, gerçekçi ülkenin tümünün çıkarlarını düşünen yaklaşımlarla politika belirlemeye çağırıyoruz.

Paylaşın

TİP Başkanı Erkan Baş’tan Millet İttifakı Adayına Şartlı Destek

TİP Genel Başkanı Erkan Baş, katıldığı bir televizyon programında, Millet İttifakı’nın cumhurbaşkanı adayını destekleyip desteklemeyecekleri konusunda yaptığı değerlendirmede, “Halkın en geniş kesimlerini karşılayabilecek bir adaya gözümüz kapalı, görüşmeden dahi destek veririz” ifadelerini kullandı.

Erkan Baş, konuya ilişkin yaptığı açıklamanın devamında, “2018 yılında muhalefetin yaptığı hataya değinen Baş, “2018 seçimlerinde ne kadar çok muhalefet aday çıkarırsa vatandaş o kadar çok sahaya gider, ikinci tura kalana hepimiz veririz. Adaylar karşıdaki gerçek rakibi unuttu ikinci tura kalmak için birbiriyle yarıştılar” dedi.

Türkiye İşçi Partisi (TİP) Genel Başkanı Erkan Baş, Tv100’ün programlarından Candaş Tolga Işık ile Az Önce Konuştum’a konuk oldu.

Candaş Tolga Işık’ın sorularını yanıtlayan Erkan Baş, “Türkiye’nin en genç partisiyiz, üyelerimiz siyasette yeni insanlardan oluşuyor. Alışılmış siyaset kalıpların dışında bir davranış biçimimiz var. Başkalarının söyleyemeyeceği şeyleri söyleyebilecek kuvvetli fikirlerimiz var” dedi.

Candaş Tolga Işık’ın, “Sizce Türkiye’nin en büyük 3 sorunu ne?” sorusuna yanıt veren Erkan Baş, “Ekonomi ve tek adam rejimi bir sorun ancak bence en büyük sorun, gençliğin hayallerinin olmaması. Üniversitede yaptığım çalışmada öğrencilerin hayalinin olmamasını görmek beni çok üzdü” dedi.

Erkan Baş’ın açıklamalarında öne çıkan satır başları şöyle:

“TİP’in iktidar olması denilen şey aslında bugün halkın dışarıya itilen en geniş kesimlerinin örgütlenmesi demektir. En temel yanlışımız hep birinin bizi kurtarmasını bekledik. TİP, bu algıyı yıkmak için uğraşıyor.

TİP’in cumhurbaşkanı adayı kim?

Açıklamalarına devam eden Baş, “Millet İttifakı ile neyin gitmesi konusunda anlaşıyoruz ama neyin gelmesi konusunda anlaşamıyoruz. Eğer Ekmeleddin İhsanoğlu gibi bir yanlışa düşmezlerse, Cumhurbaşkanlığı koltuğuna oturacak değil de çöpe atacak bir adayla çıkarlarsa biz desteklemek istiyoruz. Halkın en geniş kesimlerini karşılayabilecek bir adaya gözümüz kapalı, görüşmeden dahi destek veririz” ifadelerini kullandı.

2018 yılında muhalefetin yaptığı hataya değinen Baş, “2018 seçimlerinde ne kadar çok muhalefet aday çıkarırsa vatandaş o kadar çok sahaya gider, ikinci tura kalana hepimiz veririz. Adaylar karşıdaki gerçek rakibi unuttu ikinci tura kalmak için birbiriyle yarıştılar” dedi.

Annesi ile yaşadığı siyasi tartışmalara değinen Baş, “Annem bile oyları bölmeyin diyor” ifadelerini kullandı, şöyle devam etti:

Biz AK Parti’ye karşı mücadeleyi sekteye uğratacak hiçbir şey yapmayız. Bu 20 yılın hesabını soracak bir kuvveti yaratamazsak, 10 yıl sonra AK Parti yerine BKP gelir. O yüzden biz asla oy bölmeyeceğiz.

Paylaşın

“Bu Yağma Düzeni Sorgulanmadan Yoksulluk Sorunu Çözülemez!”

Meclis’te düzenlediği basın toplantısında gündemi değerlendiren TİP Genel Başkanı Erkan Baş, ekonomik kriz üzerinden iktidarı eleştirerek, “Bi tarafta devleti ele geçirip kendilerini ve yandaşlarını bir eli yağda bir eli balda bir hayat yaşayanlar, diğer yanda yoksullaşan milyonlarca insan. Bu soygun düzeni, bu yağma düzeni sorgulanmadan yoksulluk sorunu çözülemez!” dedi.

Basın toplantısında Türkiye’deki yoksullaşmaya değinen ve ülkedeki zenginliğin saray ve etrafındaki “azgın azınlık” tarafından kullanıldığını belirten Erken Baş, “Türkiye’nin bu hale gelmesinin suçlusu kimse, hesabı da o ödeyecek” ifadelerini kullandı.

Erkan Baş, “Memleket AKP iktidarından kurtulamadığı sürece her hafta ülke ekonomisi, insanların hayatı kötüye gidecek” dedi. “Milyonlarca insanı çaresizliğe mahkûm eden bir iktidar tarafından yönetilmekten utanıyoruz!” diyen Baş, “Fakat şu bilinsin, öfkemiz üzüntümüzden daha büyük. Öfkemizin bir nedeni var” ifadelerini kullandı.

Türkiye İşçi Partisi (TİP) Genel Başkanı Erkan Baş, TBMM’de düzenlediği basın toplantısında gündeme ilişkin açıklamalarda bulundu. Erkan Baş’ın açıklamaları şöyle;

“Geçen hafta besleyemeyen çocuklardan, yurttaşların taneyle sebze meyve almasından, asgari ücretin birkaç ayda tuzla buz olmasından bahsettik… Bu hafta bu tablo değişti mi? Tabii ki değişmedi. Memleket AKP iktidarından kurtulamadığı sürece her hafta ülke ekonomisi, insanların hayatı kötüye gidecek.

Buna dur dememin zamanı geldi de geçiyor. Peki nasıl dur denilir? Bu hafta yurttaşlarımızla bunu konuşmak, dertleşmek istiyoruz. Biz artık yoksullukla ilgili sorunları, verileri bu kürsüden anlatmaktan bıktık! Sadece sokaklarda yürürken bile, tek bir yurttaş ile konuşmaya dahi gerek duymadan, haber izlemeden, sosyal medya takip etmeden memleketin yoksulluğun nasıl derinleştiğini görüyoruz.

“Öfkemizin bir nedeni var!”

Bunları tekrar tekrar anlatmaktan, ülkemizin bu hale getirilmesinden, milyonlarca insanı çaresizliğe mahkûm eden bir iktidar tarafından yönetilmekten utanıyoruz! Fakat şu bilinsin, öfkemiz üzüntümüzden daha büyük. Öfkemizin bir nedeni var! Bu yaşadıklarımızın kader olduğunu anlatan, dünyanın her yeri böyle ne yapalım diyen bir iktidar ve yandaşları var. İktidar “Nasıl olsa istediğim gibi yönetirim”, “Halk bu rezilliğe de alışacak”, “Alıştıracağız” diye düşünüyor. Alışmayacağız! Halkın aldatılmasına, alıştırılmasına da izin vermeyeceğiz.

Buradan tüm yurttaşlarımıza seslenmek istiyorum. Bu yoksulluğun, her gün artan yoksulluğun temel bir nedeni var. Yoksulluk, yoksulluk denilince… Bu sorun çözülmüyor, çare yoksulluğun nedenlerini ortadan kaldırmaktır. Türkiye zengin bir ülkedir, Türkiye kaynakları bol bir ülke. Türkiye halkı çalışkan bir halktır. Bütün bunlara rağmen halkımızın yoksullaşmasının ise bir temel nedeni var! Saray ve Saray’ın etrafına bakınca tüm Türkiye’nin niye yoksullaştığını anlıyoruz. Evet Türkiye’de yoksulluk artıyor, çünkü ülkenin kaynakları, zenginliklerimiz Saray ve etrafından kümelenmiş bir avuç azgın azınlığa aktarılıyor. Milyonlarca insan yoksullaşıyor, çünkü milyonerler daha zengin oluyor. Esas konuşulması gereken yoksulluk değil, yoksulluğun nedenidir. Esas konuşulması gereken haksız servetlerine, servet katan Saray’dakilerdir. Onlar zenginleştiği için biz yoksullaşıyoruz!

Bakın, çok ilginç bir şeye dikkat çekmek istiyorum. AKP iktidarı iyi yaptığını düşündüğü her şeyde alkışları kendisine bekliyor ama ne zaman ülkede bir şeylerin kötü gittiğini söyleseniz bu defa suçu başkasına atıyor. Ekonomiyi iyi yönettiklerini düşündükleri zamanlarda bu AKP’nin başarısıydı, ama bugünkü duruma geldiğimizde topu enflasyona, stokçulara, dış mihraklara atıyorlar. Bütün sevaplar kendilerine, günahlar hep başkasına.

Gerçekten de öyle mi? Sormak lazım. Ülkenin gencecik evlatlarının bu ülkede yaşama, öğrenim görme, gelecek kurma hayallerini batırdı, bu gençleri sınav stresiyle, geçim derdiyle dolu bir yaşama kim mahkum etti? Bugün evlerde tencere kaynamıyorsa, insanlar parası bitmesin diye bazı öğünleri atlayarak besleniyorsa bunun suçlusu kim? Kendi kendine yetebilen bir tarım ülkesi konumundayken bugün her şeyi dışarıdan ithal etmek zorunda kalıyorsak bunun suçlusu kim? İnsanlar dışarıda bir pazar kahvaltısı yapamaz, arkadaşlarıyla çay kahve içip sinemaya gidemez hale geldiyse, büyük müjdelerle açıkladıkları asgari ücret bugün açlık sınırının bile altında kalıyorsa bunun suçlusu kim?  İşçisi yoksul, işsizi yoksul, emeklisi yoksul, genci yoksul, kadını yoksul… Soruyoruz, suçlusu kim?

“Man adalarında, ayakkabı kutularında, spor arabalarda, gemiciklerde sakladığınız milyon dolarları çok iyi biliyoruz”

Hatırlatmak gerekiyor bu ülkeyi peşkeş çektikleri yakın dostları, Fethullah Gülen’in darbe girişiminden sonra? “Kandırıldık, Allah affetsin, milletimiz affetsin” diyorlardı. Şimdi de aynısını bu halka yalan söyleyerek, halkı kandırmaya çalışarak yapıyorlar. Biz bunca paranın, pulun, varlığın, birikimin kimlere akıtıldığını, halk fakirleşirken kimlerin zenginleştiğini gayet iyi biliyoruz! Man adalarında, ayakkabı kutularında, spor arabalarda, gemiciklerde sakladığınız milyon dolarları çok iyi biliyoruz. Sattığınız kamu kurumlarından elde ettiğiniz gelirlerle, kamu kaynaklarını peşkeş çekerek bir avuç çeteyi nasıl ülkenin başına bela ettiğinizi biliyoruz.

Ama siz de şunu bilmelisiniz ey Saray ve Saray soytarıları. Türkiye’nin bu hale gelmesinin suçlusu kimse, hesabı da o ödeyecek. Bu ülkenin insanlarına yaşattıklarınızın , yoksulluğun, geçim derdinin, sıkıntıların hesabını mutlaka vereceksiniz. Yok öyle Saray ile helalleşmek, geçmişe bir sünger çekip istediğiniz gibi bir hayat sürmek. Eğer bu ülkenin insanları bir gün eşitlik, özgürlük, refah içinde yaşayacaksa bunun yolu birikimlerimizi çalanlarla, gözünü kırpmadan halka yalan söyleyenlerle hesaplaşmaktan geçiyor. İşte biz bunu yapmak için buradayız. Dünyada da ahirette de yakanızdayız haberiniz olsun.

” Asıl siz kudurmuşsunuz!”

Yeri gelmişken söyleyeyim… Halk yiyecek ekmek bulamazken halkın parasıyla “vur patlasın, çal oynasın” iftar yemeği düzenleyenler var ya, işte bizim meselemiz tam da budur! Utanmadan çıkıp cevap veriyorlar, kendilerini eleştirenlere “Kudursunlar” diyorlar. Asıl siz kudurmuşsunuz! Asıl siz kudurmuşsunuz! Halkın sesini duymuyorsunuz. Milyonlarca insan hep birlikte ne dedi duymak istiyorlarsa ben halk adına buradan söylüyorum. “Allah belanızı versin” diyor insanlar. “Haram zıkkım olsun” diyor. “Boğazınızda kalsın” diyor!

Değerli yurttaşlar işte memleketin hali budur, bi tarafta devleti ele geçirip kendilerini ve yandaşlarını bir eli yağda bir eli balda bir hayat yaşayanlar, diğer yanda yoksullaşan milyonlarca insan. Bu soygun düzeni, bu yağma düzeni sorgulanmadan yoksulluk sorunu çözülemez!

Türkiye’de herkes yoksulluktan söz ediyor, biz artık bunu anlatmayacağız. Türkiye İşçi Partisi olarak tüm yurttaşlarımıza bir çağrı yapıyoruz, neden yoksullaşıyoruz sorusunu sorun! AKP, azgın bir azınlık serpilsin büyüsün diye tüm olanaklarını bunlara sağlıyor, tercihlerini bundan yana yapıyor. Günün sonunda, bu azgın azınlık cebini hayli hayli dolduruyor. AKP de bundan nemalanıyor. Dolayısıyla her hafta dehşet verici yoksulluk haberleriyle verileriyle karşı karşıya kalıyoruz.

Bu tabloyu biraz daha somutlaştıralım. Cengiz ve Kolin’in de aralarında bulunduğu enerji şirketleri kar üzerine kar ederken, geçtiğimiz yıl devletten 3,6 milyar dolarlık genel aydınlatma ödemesi alırken, 2021’de toplam 4 milyon 542 bin 925 insanın elektriği, doğal gazı kesildi. Her ay 378 bin yurttaşın faturalarını ödeyemiyor diye elektriklerini kestiler, doğal gazlarını kestiler. Devlet bir “genel” ödeme yapacaksa fahiş fatura zamlarının altında kalan yurttaşlara ödeyecek bunu.

“Yardıma muhtaçlar da tabii 2 katına fırlamış”

İktidar bunu müjde diye pazarlar; milyonerlerin sayısı 2021 Kasım’da bir önceki yılın aynı dönemine kıyasla 181 bin 141 kişilik artışla 461 bin 917 kişiye fırlamış. Yardıma muhtaçlar da tabii 2 katına fırlamış. Cumhurbaşkanlığı’nın kamuoyuna açıkladığı 2022 yıllık programına göre 2019 ve 2020 yılları arasında ülke genelinde devlet yardımlarına muhtaç hale gelen aile sayısı ikiye katlanarak 3,3 milyondan 6,6 milyona çıktı.

Dün yayımlanan bir araştırmada katılımcıların yüzde 50’si geçinebilmek için öğün atladığını belirtiyor. İnsanlar temel gıdalardan, etten, sütten, sebzeden mahrum hale geldi. Toplumun tüm kaynaklarının üzerine çökmüş AKP iktidarı ve bir avuç aşırı zengin servetini artırmaya devam ediyor.  Nerede bir sosyal adaletsizlik, derin yoksulluk varsa; orada AKP iktidarının ekonomik tercihlerini, beslediği zenginleri, azgın bir azınlığı Cengiz Holding’i, Limak’ı beşli çeteyi görüyoruz.

Biz bunları temelden değiştireceğiz. Altını çizerek söylüyorum, biz zenginliğe karşı değiliz bir avuç Saray şebeği zenginleşirken milyonlarca insanın yoksullaştırılmasına karşıyız! TİP olarak biz sosyal adaletin, ekonomik eşitliğin, tüm toplumunun refahının tarafıyız. TİP, insanların nefes alabildiği bir Türkiye için mücadele ediyor. Sosyal adaletin ve ekonomik eşitliğin sağlanması için kısa, orta, uzun vadede kalıcı adımlar atmalıyız; bunların her birini gerçek kılmak için de çalışıyoruz. Bu bencil, açgözlü azınlığın toplumun mutluluğu pahasına ‘cukkaladığı’ servetten vergilerle, kamulaştırmalarla toplum hakkını almalı; alacak da! TİP olarak, biz bu derin sosyal adaletsizlik ve yoksulluk döngüsü ortadan kaldıracağız. Biz sosyal adaleti eğitimle, sağlıkla, gençlikle ve her sabah yatağından kalkıp işine gidip geçinmeye çalışan yurttaşlarımızla buluşturacağız.

Bu kapsamda çok boyutlu çalışmalarımız devam edecek. Bir tanesi; en önemli problemlerden bir tanesi olduğu için bu hafta Meclis’e suacağımız bir kanun teklifi. Onu, sizlerin aracılığıyla paylaşmak istiyorum. Klişe bir söz var, “Türkiye’de işçiler örgütlenmiyor, haklarını aramıyor” Hayır arkadaşlar; işçiler örgütleniyorlar, yıllarca süren mücadeleler veriyorlar ama Türkiye’deki sendikacılık kanununun engellemelerine takılıyorlar.

TİP’in kanun teklifi

O yüzden bir Türkiye İşçi Partisi olarak işçilerin örgütlenme özgürlüğünü kullanmasındaki tüm engellerin kaldırılması için bir kanun teklifi hazırladık. 12 Eylül rejiminin ülkeye armağanı olan bu mevcut kanunun en büyük amacı işçilerin örgütlenmesini, haklarını aramasını engellemektir.

Teklifimiz, yetki başvurusu sürecinde gelişen keyfi ve yasayı suistimale yönelik işveren itirazlarının, işkolu değiştirme uygulamalarının, uzayan yetki davalarının, bu sırada gelişen baskıların ve büyük çabalarla yaratılan örgütlülükleri dağıtan, binlerce işçinin Anayasal bir hak olan TİS hakkını kullanmasının fiilen imkânsız hale getiren uygulamaların önüne geçecek, “yetki engellerini kaldırıp, sendikalaşmanın önünü açacak” çok net, 5 maddeden oluşan bir kanun teklifini Meclis’e sunacağız.

Çünkü temel mesele şu. Dünyadaki bütün istatistikler bize şunu gösteriyor, işçi sınıfı örgütlendikçe işçilerin ücreti artıyor. İşçi sınıfı örgütlendikçe, çalışma koşulları düzeliyor. İşçi sınıfı örgütlendikçe, toplumun refah düzeyi artıyor. İşçi sınıfı örgütlendikçe, toplumun tüm kesimleri açısından hayat en azından yaşanılabilir hale geliyor. Ve biliyoruz ki bu iktidarın en büyük korkusu karşısındaki milyonlarca işçinin örgütlenmesi. O yüzden temel mesele bize göre budur. İşçi sınıfını hayatın her alanındaki örgütlülüğünü olabildiğine geliştirmek…. Bir taraftan fiili bir mücadele sürdürürken bir taraftan yasal engelleri kaldırmak için mücadele edeceğiz.

Çünkü biz seçimleri beklemeye lüksü olmayan yoksulların partisiyiz. Seçimleri beklemeye lüksü olmayan gençlerin, kadınların sözcüsü Türkiye İşçi Partisi. O yüzden mesele sadece seçimden seçime, 5 yılda bir gidip oy kullanmaktan ibaret değil. Böyle baktığımız için zaten bu yoksulluğa bizi alıştırıyorlar. Fakat esas mesele tüm halkın örgütlü bir biçimde mücadele etmesidir.

Bu vesileyle Türkiye İşçi Partisi’nin tüm yurtta 1 Mayıs çalışmalarına başladığını da paylaşmak istiyorum. Önümüzdeki 1 Mayıs bu halkın; yoksulluğa alışmayacağını, bu düzeni kabullenmeyeceğini, her hal ve şartta örgütlü gücüyle bu toplumu dönüştürecek, bu iktidara son verecek bir mücadelede, daha kararlı bir biçimde yerini alacağını hep birlikte anlayacağımız bir gün olacaktır.

Örgütlenmenin önündeki engellemelerin kaldırılması için, asgari ücrete mahkum edilen milyonlarca insanı bu zinciri kırıp atma iradesini gösterebilmesi için, memleketin geleceğinde örgütlü işçilerin, örgütlü bir halkın belirleyici bir yeri olacağını tüm topluma gösterebilmek için var gücümüzle 1 Mayıs çalışmalarına başladık. Ülkenin dört bir yanında tüm emek güçleriyle, tüm özgürlük güçleriyle birlikte, 1 Mayıslarda en güçlü şekilde, halkın basıtırlmak istenen sesini haykırmak üzere buluşacağız.

Birisi var bomboş gözlerle bakan. Yine bir sürü ilginç laf etmiş. Diyor ki Sayın Bakan Nebati, “Aralık’tan itibaren enflasyonu düşüreceğiz, hep beraber göreceğiz” Çok basit bir şey yaptık, daha önce ne demiş bu Bakan? Kronolojik olarak sıraladık. Hatırlayacaksınız Aralık 2021’de göreve başladı. “9 Aralık’ta; “Enflasyonu düşük seviyelere indireceğiz”; 14 Aralık, “Ocak’ta pik yapar, 2023’te tek hanelere iner”; 3 Şubat’ta, “Nisan’da zirve yapar ama yüzde 50’yi geçmez”, 3 Mart’ta “Takılıp kalmayın, sonsuza kadar sürmez”, 10 Nisan’da “Aralıktan itibaren enflasyonun nasıl düştüğünü hep beraber göreceğiz”

Biz göreceğiz de sen görebilecek misin bilmiyoruz? Suyu ısınan bu zat resmen halkla dalga geçiyor. Bize göre enflasyon ne zaman ne olacak sorusunun bir yana bırakıp, mesela Berat Albayrak nerede sorusunu sormak gerekiyor, Mesela Lütfi Elvan nerede ne yapıyor? Bunları öğrenirse kendisinin aralıkta nerede olacağına ilişkin de bir ipucu bulmuş olur…

“Bu ülkenin kaynakları İngiltere’ye uçuyor”

Ülkeyi çöp zengini yaptılar. Beşli çete firmaları ile ilgili ilginç duyumlar. Bir tanesi burada kazandığı ihalelerle orada kendisine Londra’da ev değil yalı değil sokak satın almış Bir tanesi biz iktidara gelince el koyarız hesap sorarız diye buradaki enerji şirketini İngiltere’de kurduğu kendi enerji şirketine sattı. Yani bu ülkenin kaynakları İngiltere’ye uçuyor.

Peki, İngiltere’den bize ne geliyor? Çöp… Tüm İngilizlerin ürettiği çöpün yüzde ellisi tüm Avrupa plastik çöpünün üçte biri bu ülkeye geliyor. Gelen çöp güya geri dönüştürülecek petro kimya ithalatımızı azaltacak… Bize çöpün çöpü geliyor. Yüzde 97’si dönüştürülemeyen en kötü çöp. Her gün ortalama 250 kamyon çöp geliyor.  Son 4 yılda Türkiye’ye gelen çöp miktarı 196 kat arttı. Ya bunu bir emperyalist ülke sömürgesine bile bu kadar yapmaz. Bu kadarı da ayıp olur diye.  Ama bakıyor bizimkiler gönüllü. Dünyanın en çok çöp ithal eden birinci ülkesi oluverdik bir anda.

Peki, ne oluyor bu çöpler. Bakın gözünüzü kulağınızı iyi açın “dönüşüm fabrikasında yangın” haberlerine bakın. Sadece 2021 yılında 100’ü aşkın fabrika yandı. Aslında bunlar fabrika falan değil. Depolarına çöpler yığılıyor konacak yer kalmayınca hep geceleri, kimse yokken yakılıyor. Yani İngiliz çöpünün bir de kimyasalını kokluyoruz. En çok yangın İstanbul ve Adana’da. Ayrıca Adana’nın taşı toprağı suyu bu çöplerle dolu. Artık yeter. Ülkeyi çöpe döndürdünüz biz de sizleri çöpe göndereceğiz. Sizleri çöpe gönderelim ki bu ülkenin taşı toprağı suyu havası temiz kalabilsin üstüne de tasarruf edeceğiz.”

Paylaşın

TİP Başkanı Erkan Baş: Gidişleri Gelişlerinden Cümbüşlü Olacak

TBMM’de düzenlediği basın toplantısında gündemi değerlendiren TİP Başkanı Erkan Baş, “Beşli çetenin muhalefete yönetimiyle görüşmek için sıraya girdiği öne sürülüyor, bütün bu hengamede işin en eğlenceli bölüm başlıyor; yani gidişleri… Gidişleri gelişlerinden çok daha cümbüşlü olacak!” dedi.

Haber Merkezi / Erkan Baş, açıklamasının devamında, “Bundan sonra “beraber yürünülen yolların nasıl ayrıldığını” göreceğiz, “aldatıldım” diye nedamet getirenlere şahit olacağız, şimdi sarayın çevresini saranların yarın nasıl kaçıştığını izleyeceğiz, en çok besledikleri en önce sıvışacaklar, en büyük suç ortakları en önce itirafçı olacak! Çok yakında hepsini göreceğiz. Yarın mahkeme önünde hesaplaşma günü geldiğinde sözümüzü şimdiden söyleyelim: Hepiniz oradaydınız!” ifadelerini kullandı.

Erkan Baş, Ethem Sancak’ın AK Parti’den istifasına ilişkin “Sancak ile Erdoğan arasındaki aşk bitti. Ayrıca kulislerden kulağımıza başka aşkların da çatırdamaya başladığı haberleri de geliyor” dedi.

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın gençlere yönelik, “İmkânınız olursa dünyayı gezip görmek, farklı kültürleri tanımak için şartlarınızı zorlayın” sözlerine tepki gösteren Erkan Baş, “Yol parası nedeniyle otobüsle bile okulundan memleketine anasını babasını görmeye gidemeyen gençlere sesleniyor” ifadelerini kullandı.

TİP Lideri Baş, “Saray cephesinde işler bildiğimiz gibi dedik ya halk cephesine döndüğümüzde de aslında her şey bildiğimiz gibi… Bu hikâyeden bizlerin payına düşen açlık yoksulluk, sefalet” ifadeleriyle sözlerini sürdürdü.

Türkiye İşçi Partisi (TİP) Genel Başkanı ve İstanbul Milletvekili Erkan Baş, TBMM’de haftalık basın toplantısı düzenleyerek gündeme dair değerlendirmelerde bulundu. Baş’ın açıklamaları şöyle: “Bu hafta saray cephesinde yine değişen bir şey yok. Şatafat lüks,  hurmalar,  manda yoğurtları, ejder meyveleri hak edilmeyen paralar, üçer beşer maaşlar…

Bu iktidar resmen ve alenen memleketi ikiye böldü, bir tarafta “tek maaş” ile artık meyveyi sebzeyi teker teker almak zorunda kalanlar, markete-pazara gidemeyenler var diğer tarafta en az iki bazen 4-5 yerden “Ak maaş” alanlar var. Halk derin sıkıntılar yaşarken onlar patronları hiç ama hiç üzmeyelim derdinde. Kendileri de birden fazla maaşla günlerini gün ediyor nasılsa.

Işıltılı gözlü bakanın dört yardımcısının da çift maaşlı olduğu ortaya çıktı. O muhteşem analizleri yapan bakana akıl veren danışmanların biri yaklaşık 19 asgari ücret, diğeri 25 asgari ücret alarak alıyor bu çok zorlu görevi layıkıyla yerine getirebilmek için!

Sarayda her şey bildiğimiz gibi… Öte yandan sarayın başındaki gerçeklikle bağı kalmamış kişi ise yine gençlere akıl vermeye devam ediyor. AKP Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı Erdoğan gençlere “İmkanınız olursa dünyayı gezip görmek, farklı kültürleri tanımak için şartlarınızı zorlayın” buyurdu! Yol parası nedeniyle otobüsle bile okulundan memleketine anasını babasını görmeye gidemeyen gençlere sesleniyor.

Neredeyse 8,5 milyon gencin işsiz olduğu, genç işsizliğinin kadınlarda yüzde 26, erkeklerde yüzde 29’u bulduğu bir memlekette, bir döner ekmek bile alamayıp boş dürüm yiyerek öğün geçirenlerin yaşadığı  bir ülkede, yüzlercesinin barınamıyoruz diye parklarda yattığı bir dönemde, onlarcasının umutsuzluk ve gelecek kaygısı nedeniyle canına kıydığı bir zamanda, ulaşım ücretlerine sürekli zam gelmesinin 1 numaralı sorumlusu çıkıyor ve “yurt dışını gezin” diyor…

Zira biz bilmiyoruz yaşamayı dünya nimetlerinden faydalanmayı, eğlenmeyi, yemeyi, içmeyi hayatımızın baharında ne gam demeyi, şöyle ağız dolusu gülmeyi biz bilmiyoruz, akıl edemiyoruz ya bir adam çıkıp her hafta bize hayatın güzelliklerinden bahsediyor, bir hafta gurmeliği, diğer hafta seyyahlığı öbür hafta başka bir başka estet faaliyetiyle ve hayal aleminden nasihatleriyle ön plana çıkıyor. Ve biz hala delirmiyoruz ya asıl maharet bu bizce…

Saray cephesinde işler bildiğimiz gibi dedik ya halk cephesine döndüğümüzde de aslında her şey bildiğimiz gibi… Bu hikayeden bizlerin payına düşen açlık yoksulluk, sefalet. Her geçen gün daha yoksul, daha umutsuz daha yorgun olduğumuz bir ömür payımıza düşen.

Bakın bu sarayın çevresindeki dalkavuklar değil gerçekten bu işin ilmini bilen akademisyenlerin oluşturduğu bir çalışma grubu var ENAG… Mart ayı aylık artış yüzde 11,93 olurken, 12 aylık enflasyonu yüzde 142,63 olarak  açıkladı.

Bu ne demek biliyor musunuz hiç uzatmaya gerek yok bu şu demek;

– Türk şekerin, şeker fiyatına yüzde 31 zam yapması demek

– Toprak Mahsulleri Ofisi, buğday satış fiyatına yüzde 22 zam yapması demek

– Et ve Süt Kurumunun, kırmızı et fiyatlarına yüzde 48 zam yapması demek, metrelerce kuyrukta bankamatik sırası alarak saatlerce beklemek ve 200 gram kıyma almak demek

– Benzin fiyatı yüzde 19,6 zamlanması, motorin fiyatının yüzde 36,7 artması demek

– Süt fiyatının  satış fiyatının yüzde  yüzde 21 artması demek!

Bunlar sadece rakam değil! Bu ne demek şöyle anlatabiliriz;

5 dakikada bir hasta bakmaya, saatlerce nöbet tutmaya mahkum edilen, üç kuruş parayla geçinmesi öğütlenen üstüne de giderlerse gitsinler diye kovulan hekimler var ya onlar bir araştırma yapmış. Çok önemli bu araştırmanın sonuçlarını paylaşmak istiyorum; Her geçen gün derinleşen yoksulluğun çocuklar üzerindeki etkisini araştırmışlar!

Türk Aile Hekimleri dergisinde yayımlanan bir çalışma ortaya koyuyor. Bir aile sağlık merkezinde yapılan bu çalışmaya göre her dört çocuktan birinin kilosu çok düşük. Çocuklarda gözlenen bir diğer tehlike ise potansiyel kalp hastalığı.

Kız çocuklarının yüzde 85’inin, oğlan çocuklarının ise yüzde 68’inin kansızlıkla mücadele ettiğine dikkat çekilen çalışmada, Avrupa’da bu oranın yalnızca yüzde 18 olduğu belirtiliyor. Yine çalışmadaki verilere göre, çocuklardaki zayıflık oranı yüzde 25 (ilkokul öğrencilerinde bu oran yüzde 14,9, ortaokul öğrencilerinde yüzde 19,8, kız çocuklarında kansızlık oranı yüzde 85,2 ve oğlan çocuklarında kansızlık oranı yüzde 68,6 olarak gözlemlenmektedir.

Araştırmaya konu olan çocukların olması gerekenden daha zayıf olmasının ve kansızlıklarının sebebi yetersiz beslenme! Yetersiz beslenen çocuklarda ileride fiziksel ve bilişsel sorunların baş göstermesi muhtemel.

İlginç bir nokta, genelde gelişmiş ülkelerdeki düşük sosyoekonomik gruplardaki çocuklarda yüksek oranlı obezite gözlemlenir. Daha çok karbonhidrat ağırlıklı beslendikleri için. Oysa ki besinsizlikten düşük kilolu olma daha çok Afrika ülkelerinde gözlemlenir.

AKP’nin berbat ekonomi yönetiminin ve ekonomik tercihlerini kendisinden ve yandaşlarından yana yapmasının bedelini çocuklarımız da ödüyor. Ez cümle çocuklarımız aç! Bu iktidar bu ülkede çocukları aç bırakıyor.

Devam edelim bu denli yüksek enflasyon ne demek;

– Patatesin yüzde 207 artması

– Salatalığın yüzde 193,

– Patlıcanın yüzde 185

– Margarinin yüzde 161

– Domatesin yüzde 125

– Nohutun yüzde 118

– Ekmeğin, sarayın aymazlarından birinin “eğer kuru ekmek yiyorlarsa aç değildirler” dediği  ekmeğin   %74 artması demek.

Son 20 yılın en yüksek enflasyonu demek olan bu oran ne demek biliyor musunuz her geçen gün hepimizin biraz daha yoksullaşması demek. Çiftçisi, köylüsü, emeklisi, memuru, fabrikadaki işçisi, öğrencisi, öğretmeni, doktoru, plazada çalışanı… Senin benim hepimizin daha fazla yoksullaşması demek.  Bu iktidar o koltukta oturmaya devam ettiği sürece yarın bugünden daha yoksul olacağız demek!

Asgari ücret zammının birkaç ay içinde nasıl tuzla buz olduğunu gördük. Vatandaş sebze meyveyi markette pazarda kiloyla değil taneyle alıyor artık! İnanması güç ama insanlar artık domatesi, biberi, salatalığı sayıyla alıyor. Her geçen gün iktidarın yarattığı azgın azınlık dışında kalanlarımız yoksullaşıyor.

“Saray Rejimine göbekten bağlı olanlar dışında, her yurttaş yoksullaşıyor”

Bakın, hep beraber yoksullaşıyoruz: genç mühendislerimiz, fabrikadaki işçilerimiz, üniversite öğrencilerimiz, öğretmenlerimiz, emeklilerimiz. Türkiye Cumhuriyeti’nde, “azgın azınlık”, Saray Rejimine göbekten bağlı olanlar dışında, her yurttaş yoksullaşıyor.  Yarınına korkuyla bakıyor.

Türkiye İşçi Partisi olarak geçtiğimiz yılın sonunda bir asgari ücret raporu açıklamış, açıklanacak asgari ücretten daha çok Türkiye’de asgari ücretin belirlenmesinde 16 asgari şartın olması gerektiğini belirtmiştik. Enflasyonun yükseldiği bir ortamda sadece bir rakam açıklamanın bir anlamı yok, enflasyonun nereye gittiği bile belli değil demiştik.

İster yüzde 50 açıklayın ister yüzde 60 önemli olan emekçinin alım gücünün düşmemesi, artan refahtan payını alması, genel ücretin asgari ücret olmasını engelleyecek tedbirlerimizi madde madde sıralamıştık. Dediğimiz maalesef çıktı.

İktidarın yüzde 50 asgari ücret zammını nasıl büyük bir şeymiş gibi sunmaya çalıştığını hatırlatmak isterim. Ama iktidarın asgari ücretin açıklamasından hemen sonra, Daha asgari ücretli 1 Şubatta ilk yeni maaşını almadan yüzde 25’e yakın alacağı ücret erimişti bile.

Asgari ücret raporumuzda demiştik ki hala Merkez Bankası raporlarında 2022 yılı enflasyon hedef oranı yüzde 5 görünüyor. O zaman asgari ücrete yılda bir kez zam yapmayı bırakın, yıl içerisinde hedef enflasyonu aştığı andan itibaren her ay asgari ücreti güncelleyin demiştik.

Şimdi bakıyoruz sadece 2022 yılında 4 ayda oluşan resmi enflasyon yüzde 23 ve yılın bitmesine daha 8 ay var. Her ay açıklanan aylık enflasyon ile her ay alım gücü düşmeye devam edecek. Birileri sarayda rahat yaşasın diye halk yoksullukla boğuşacak!

Bundan dolayı acilen asgari ücrete yüzde 23 zam yapılmasını ve bundan sonra da açıklanan aylık enflasyon oranları ile güncellenmesini talep ediyoruz. Bu yağmacı politikalarınızla ekonomideki yarayı iyileştirmenize imkân yok sadece talebimiz bari akan kanın şiddetini durdurun.

Bahaneleri hazır! Dünyada da fiyatlar artıyor, emtia fiyatları artıyor diyecekler. Tüm dünyada 1 birim enflasyon varsa bizde 5 birim var. Dünya bir vuruyorsa AKP 5 vuruyor.

Ancak nasıl bir ekonomik kriz ise emekçiler marketlerden pazarlardan alışveriş yapamadan dönüyor, domatesi tane ile alıyor, maydanoza uzaktan bakıyor ama batan bir tane yandaş şirket bile yok! Neden sadece ekonomik krizin bedelini emekçiler ödüyor?

Saray zenginleşiyor, Saray’ın memurları 3-5 maaş ile rahat rahat yaşıyor. Büyük şirketler, yandaş patronlar karlarına kar katıyor, zenginlikleri artıyor. Bundan sonra dişini sıkan birileri varsa patronlar olacak!

Memleket bunlarla boğuşsun, bütçesiyle sürekli yetinemeyen Diyanet İşleri kendine başka dertler edinsin. Meclis artık AKP’nin ve Diyanet İşleri’nin sorunlarını çözsün diye çalışıyor. Geçen hafta Diyanet İşleri’ne eğitim akademisi hediye eden kanun teklifi yetmemiş anlaşılan.

Kürsüden yaptıkları iktidar propagandasına ve toplumu İslamcı zihniyetle dönüştürme çabalarına dokunulmasın istiyorlar.  “Minber dokunulmazlığı” istiyorlar. Kimsenin dokunabildiği yok da yine de dokunulmazlık zırhı talep etmeleri, ne kadar arsızlaştıklarını gösteriyor; bir de galiba korkularını…

Belli ki iktidarı kaybetme korkusu onları da sarmış, iktidara diyorlar ki, “Biz sizin emrinizle sizin için konuşuyoruz, yarın öbür gün başımız belaya girmesin, bizi yasal korumaya alın”

“Barınamıyoruz” diyen öğrenciler, hakkını arayan işçiler, akademisyenler, öğretmenler, doktorlar, şiddete ve ayrımcılığa karşı meydanları dolduran kadınlar, Kürtler, LGBTİ+lar, devletin tüm şiddetiyle ve baskısıyla karşı karşıya kalıyor. İktidarın siyasi ve dini aparatı haline gelmiş Diyanet yöneticileri ne doymak biliyor ne de onlara şu an sahip oldukları ayrıcalıklar yetiyor.

Hepimiz sorumluyduk Enes Kara’yı yitirmemizde. Ve elbette en büyük sorumluluk o tarikatların ve onları besleyen iktidarındı!

Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanı çıkmış utanmadan “Orada bir sorumlunun olması için intihara yönlendiren birinin olması lazım” diyor. Her hafta bir AKP’li bakanın saçmalamalarını size bu kürsüden anlatıyorum. Bakanın aklına sorumlu deyince ‘bir kişi, insan’ geliyormuş.

Haydi diyelim, Bakan kavrayamamış olabilir. Ben ona izah edeyim. Gençleri tarikatların ellerine teslim ettiniz, Siyasal İslamcı bir anlayışla gençleri çevrelediniz, sizin doğru bildiklerinize aykırı yaşamasınlar, düşünmesinler istediniz. Gençleri geleceksiz, umutsuz bıraktınız. Bu yüzden Sayın Bakan, Enes’in intiharından siz ve beslediğiniz tarikatlar sorumlu.

“Yok öyle yağma!”

Bu devletin anayasası, kanunu, vergi sistemi var. Bunları Kızılay Başkanı’nın dahiyane projesi için söylüyorum. Neymiş, Kızılay şirketlerden zekat toplayacakmış; bunlar da vergiden düşülecekmiş. Kızılay istediği gibi ‘kendi vergisini’ toplasın sonra da kimseye hesap vermeden uygun gördüğüne bunu sadaka olarak dağıtsın istiyorlar. Yok öyle yağma!

Patronlardan o vergiler kuruşu kuruşuna toplanacak, verilen vergi afları geri alınacak. Bunlar devletin kasasına koyulacak ve vatandaşa kamu hizmeti olarak geri dönecek. Yarattıkları sistem Tayyip Erdoğan’dan, sadaka kültüründen güç alıyor. Vatandaş sizden sadaka değil, yurttaş olarak hakkını istiyor!

AKP iktidarında kurumların başına liyakatinizden çok iktidara yakınlığınızla gelebildiğiniz gerçeği herkesin malumu. Okulların müdürlüklerine kadar gözlemliyoruz bunu. Geçtiğimiz haftalarda Bursa’da bir okulda kız ve erkek öğrencileri ayrı oturtan, göstermelik bir soruşturma sonrasında da görevine iade edilen bir müdürle uğraştık.

Bu hafta da İstanbul Atilla Uras Anadolu Lisesi Müdürü’nün, “Ramazanda Uyulması Gereken Kurallar” yazısı ile Ramazan’da kantin dışında öğrencilere yeme/içmeyi yasakladığına şahit olduk. Okul müdürleri bu gerici uygulamaları iktidara güvenerek atıyor. AKP eliyle gençlerin kuşatılmasına, geleceksiz ve umutsuz bırakılmalarına izin vermeyeceğiz.

Bugün 5 Nisan Avukatlar Günü. Adalet mücadelesinin önemli bir bileşeni olan, halkın hak arama özgürlüğünün ve savunma mesleğinin temsilcilerinin günü kutlu olsun. Yaşamını adalet mücadelesinde kaybeden tüm avukatları saygıyla anıyor, hukuksuz biçimde cezaevlerinde tutulan tüm avukat arkadaşlarımıza dayanışma duygularımızı iletiyoruz.

Erdoğan’ın gözdelerinden bir zamanlar ona bakınca ilahi bir aşk gören çoluğunu çocuğunu feda eden Ethem Sancak ile Erdoğan arasındaki aşk bitti. Aşk bitti, çünkü para bitti! Ayrıca kulislerden kulağımıza başka aşkların da çatırdamaya başladığı haberleri de geliyor.

“Gidişleri gelişlerinden çok daha cümbüşlü olacak!”

Beşli çetenin muhalefete yönetimiyle görüşmek için sıraya girdiği öne sürülüyor, bütün bu hengamede işin en eğlenceli bölüm başlıyor; yani gidişleri…  Gidişleri gelişlerinden çok daha cümbüşlü olacak!

Bundan sonra “beraber yürünülen yolların nasıl ayrıldığını” göreceğiz, “aldatıldım” diye nedamet getirenlere şahit olacağız, şimdi sarayın çevresini saranların yarın nasıl kaçıştığını izleyeceğiz, en çok besledikleri en önce sıvışacaklar, en büyük suç ortakları en önce itirafçı olacak!  Çok yakında hepsini göreceğiz. Yarın mahkeme önünde hesaplaşma günü geldiğinde sözümüzü şimdiden söyleyelim: Hepiniz oradaydınız!”

Paylaşın

Erkan Baş’tan İktidarın Ekonomi Politikalarına Sert Eleştiriler

TİP Genel Başkanı Erkan Baş, Meclis’te düzenlediği basın toplantısında, iktidarın ekonomi politikalarına sert eleştirilerde bulunarak, “Kaşıkla verip kepçeyle alan bir iktidarla karşı karşıyayız” dedi. Baş, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın duyurduğu KDV ilişkin olarak da, “Bu işler KDV indirimiyle olmaz, Saray’dakini indireceksin!” ifadelerini kullandı.

Erkan Baş, torba kanunla “beşli çete”ye itibar kazandırılmak istendiğini söylerken “Sokakta kime sorsanız ‘Bu ülkenin kaymağını kim yiyor, rant projelerinin altında kimin imzası var’ diye herkes zaten gerçek çete liderini söyler. Herkes bu beşli çeteyi kimin desteklediğini biliyor” dedi.

Türkiye İşçi Partisi (TİP) Genel Başkanı Erkan Baş, bugün Türkiye Büyük Millet Meclisinde (TBMM) yaptığı basın toplantısında gündemi değerlendirdi. Baş’ın açıklamaları şöyle:

“Saray Türkiyesi’nde yıkım devam ediyor. Her gün sayısız örnekle karşı karşıya kalıyoruz. Güncel bir haber ile başlayalım, bir yalan nasıl günler içinde yerle bir oluyor görelim; AKP teşkilatları 18 Mart günü Erdoğan önderliğinde bir propaganda yaptılar ve Çanakkale Köprüsü’nün açılışını öve öve bitiremediler. Bir noktaya işaret edeceğiz, konunun muhatabı Ulaştırma Bakanı Adil Karaismailoğlu… Bir açıklama yapıyor ve diyor ki “Çanakkale Köprüsü’nden o kadar araç geçecek mi diyorlar. Zamanı gelince geçecektir. Dün 6 bin araç geçti.” Bakanın bu açıklamasında söylemediği bir şeyi söyleyelim: Bu köprü için günlük 45 bin araç geçiş garantisi var. Bakanın söylediğinden hareketle, o gün 39 bin araç o köprüden geçmese de parası bu şirketlere ödendi. Yurttaşların vergilerinden oluşan Hazine’den ödendi. Bu şirketlere bir günde aktarılan para 11 milyon liranın üzerinde.

‘Her ay 70 bin insanın maaşı şirketlere peşkeş çekilecek’

Ortada beceriksizlik yok, hesap hatası yok, bilerek işlenmiş bir suç var. Patronlara servet aktarımına ilişkin AKP’nin bilinçli bir tercihi var. Bu köprü yapılmadan bir fizilibilite çalışması yapılıyor. Araçlar karşıya feribotla geçiyor ve yılda ortalama araç geçiş sayısı 3-3 buçuk milyon civarında belirlenmiş. Günlük 9-10 bin araca tekabül ediyor. Bunu bütün yetkililer biliyor ama buna rağmen 45 bin araç geçiş garantisi veriliyor. Üstelik araç başı 15 euro + KDV anlaşmasıyla… Yani günde 35 bin araç geçmeyecek ve biz bunun parasını ödemeye devam edeceğiz. Her ay 70 bin insanın maaşı şirketlere peşkeş çekilecek.

Biz halkın ihtiyaçlarının karşılanması çağrısı yaptığımızda “Kaynak mı var kardeşim, memleketin durumu ortada” diyorlar. Al sana kaynak! Bu geçiş garantili ödemeleri iptal edin, bu garanti ödemeleri iptal edin; memleketin mevcut sorunlarının yarısı zaten çözülür. Mesele sizin tercihlerinizle ilgili. Siz, yoksul halkın hayatını nasıl kolaylaştırırım değil, yoksul halkın boğazındaki son lokmayı nasıl parababalarına peşkeş çekerim diye hesap yaptığınız için memlekette kaynak sıkıntısı oluşuyor.

Kur korumalı mevduat diye bir şey çıkardılar, geride kalan 3 ayda 15 milyar lira zenginlerin kasasına aktı. Faiz neredeyse yüzde 90’lara geldi, yoksuldan aldıkları parayı zengine dağıtmaya devam ediyorlar. Sonra hep aynı terane “kaynak yok”… Bu ülke oldukça zengin, bu ülkede istenirse her şey için kaynak bulunabilir. Ama siz bu kaynakları okul açmaya, yurt açmaya, asgari ücrete zam yapmaya değil de 3-5 tane yandaş şirketi zengin etmeye ayırdığınız için olmuyor.

Tekrar bütün yurttaşlara çağrı yapıyorum; sadece bir köprüde her gün 10 milyon liranız çöpe gidiyor, haftalık 70 milyonla neler yapılır bir düşünün. Bir nasıl yaşadığınızı düşünün, bir de her gün 10 milyon lira alınıp sizin cebinizden şirketlere verildiğini… Haftada 70, ayda 300 milyon lira; bu parayla neler yapılır bir düşünün.

Tabii bunlar olurken iktidar cephesinde ne oluyor? Mesela bir tane belediye başkanı bir halk ekmek kuyruğunun fotoğrafını paylaşıyor, diyor ki “Sancaktepe’de tiyatro kuyruğu…” Referansı sarayda, saraydaki de hurmalı manda yoğurdu tarifi veriyor.  İnsanlar açlık sınırının altındaki asgari ücretle yaşamaya çalışıyor, ekmek bulmak için didiniyor; öbür tarafta manda yoğurdu, üstelik hurmalı olacakmış…

Aynı konuşmada çok önemli bir nokta var; asgari ücret tartışmasıyla ilgili bir atıfta bulunuluyor, Erdoğan diyor ki “Veren el, alan elden hayırlıdır”, bu sadakaya ilişkin bir hükümdür. Yani diyor ki “Asgari ücretli sadaka istiyor, ben de vereceğim!” Bundan daha büyük bir utanç olabilir mi? Yani insanların alın terini, emeğinin karşılığını istemesini sadaka beklentisi olarak değerlendiren bir cumhurbaşkanı var.

Asgari ücret bugün açlık sınırının altında. Bu ülkenin yüzde 50’si bu iktidarın ekonomi bilmez politikaları yüzünden asgari ücretle çalışır hale geldi. Ve şimdi bu insanları açlık sınırının 675 lira altında asgari ücrete mahkum etmişsin, bu insanlar hakkını talep ediyor ve sen bu insanlara “Tamam sadakanızı vereceğim” diyorsun. Yoksulluk sınırı 16 bin lirayı aştı. Evine 16 bin lira giren kaç vatandaş var ülkede?

Emek Büromuzun yaptığı bir çalışmayı aktarayım; eşi çalışmayan ve iki çocuklu bir asgari ücretli için enflasyon karşısında alım gücü yüzde 7’ye yakın bir kayıp yaşadı. Zamma rağmen tüm asgari ücretliler yüzde 7’ye yakın bir alım gücü kaybı içerisinde… Makarnada yüzde 30’lara, yumurtada yüzde 28’e, margarinde yüzde 66’ya çıkmış alım gücü kaybımız. Kaşıkla verip, kepçeyle alan bir iktidar var.

Adıyaman’da, Sağlık Bakanlığı 19 kişilik temizlik işçisi kadrosu açmış. 2 bin 107’si üniversite mezunu, 17 bin 86 kişi başvurmuş. İnsanların içinde bulunduğu çaresizliğe bakın!

‘Egemenlik kayıtsız şartsız şirketlerindir’

Memleketin hali buyken yine bir torba kanun geldi, komisyonda görüşülmeye başlanacak; “şirketlerin itibarını kırmak, şöhretlerine zarar verecek haberler yapmak 3 yıla kadar hapis ve para cezasıyla karşılık bulacak…”  Meclis duvarına koskoca yazmışlar, “Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir” diye. Sizin millet gibi, halk gibi, yoksulluk gibi hiçbir derdiniz yok; şirketlerin itibarı peşinde beyzadeler! Yazın o zaman oraya; “Egemenlik kayıtsız şartsız şirketlerindir”, “Egemenlik kayıtsız şartsız parası olanlarındır…”

Neymiş? “Beşli çete” denilmesinden çok rahatsız oluyorlarmış. Çok merak ediyorum acaba kim rahatsız oluyor? Acaba adının geri planda kalmasından kaygıya kapılan biri mi var? “Gerçek çete lideri benim ama beni almıyorlar, hep beşli çete diyorlar” diyen birisi mi var? Bunu merak ediyorum. Bu işi yargı sopasıyla çözmeye kalktıkları ve bizi şaşırtmaya devam ettikleri için iktidarı takdir ediyoruz! Sokakta kime sorsanız “Bu ülkenin kaymağını kim yiyor, rant projelerinin altında kimin imzası var” diye herkes zaten gerçek çete liderini söyler. Herkes bu beşli çeteyi kimin desteklediğini biliyor.

Başkasına söylemeye utanıyorsanız, geçin aynanın karşısına sorun kendinize; “Biz bu şirketlere kamu ihaleleriyle 100 milyarı aktardık mı, aktarmadık mı?”, “Ya ben şu Mecliste kaç defa bu şirketlerin vergi borçlarını sildim?” Bu halkı soyup soğana çeviren birileri var. Bunlara ne diyeceğiz? En kibar haliyle “çete” denir! Halkımız çok kibar olduğu için bunlara çete diyor. İstediğiniz kanunu çıkartın, hiçbir insana itibar kazandıramazsınız. Bunlar itibarsızlar. Bunlar halkın gözünde gerçek karşılıklarını çoktan bulmuşlar.

Dün yine müjdeler! açıklandı. Bazı temel ihtiyaç maddelerinde KDV’yi yüzde 18’den yüzde 8’e indirmişler. Aman ne büyük lütuf! 3 liralık mal 10 liraya çıkmış ama ufak tefek vergi indirimleriyle durumu kurtarmaya çalışıyorlar.

Bebek bezinden yüzde 8 vergi alıp, yandaşlara vermeye utanmıyor musunuz? Beş yerden maaş alan “beşlik çetesi” saraylarından saltanatlarından ödün vermeden, KDV’de indirim yaparak bu halkın yüreğinden çıkan çığlığı susturacaklarını sananlar yanılıyor. Bu işler KDV indirimiyle olmaz, saraydakini indireceksin!

Türkiye’nin kurtuluşu nedir? KDV indirimi falan yetmez, saraydaki inecek, bu hükümet düşecek, bu iktidar gidecek. Onlar o koltuklarından inecekler, halka hesap verecekler bundan sonra memleketin düzlüğünü tartışacağız.

Değerli arkadaşlar bu hafta Meclis gündeminde, geçen hafta komisyonda tartışmayla ama iktidarın dayatmasıyla bir günde geçirilen seçim kanunu teklifi görüşülecek. Bu konuda daha önce görüşlerimizi ifade etti,  komisyon çalışmalarında partimizin görüşlerini paylaştık. Genel Kurulda da muhalefetimizi sürdürmeye devam edeceğiz ama halkımızla paylaşmak isteriz ki hani şu atı alan Üsküdar’ı geçti dedikleri bir anayasa değişikliği olmuştu ya memlekette.

Şimdi o atı çalıp halkımızın deyimiyle söylüyorum atı çalıp Üsküdar’ı geçtikten sonra bunlar, kurdukları sistem her tarafından patladı. Çöktü o sistem işlemiyor yürümüyor. Halk buna uyandı şimdi iktidar panikte. O yüzden halkın uyanışını da görüyor, diyor ki ben bu önümüzdeki seçimde Allah muhafaza çalamam o zaman ne yapayım hazır elimde Meclis çoğunluğu var gasp edeyim. Atı çalamayacağını gördü vatandaş, önlemleri aldı burada çoğunluk gücüne dayanarak atı gasp etmeye ve öyle binip geçmeye çalışıyor.

Biz bu gaspı engellemek için elimizden geleni yapacağız. Ha diyelim ki sizin burada 301 tane el kaldırma makineniz var, el kaldırdınız indirdiniz bu kanun geçti ama ne olursa olsun yurttaşlarımızın gönlü ferah olsun. Sonuna kadar mücadeleye devam edeceğiz. Bu AKP-MHP iktidarı ne yaparsa yapsın istediği sonucu alamamasını sağlayacağız.

‘Her yerde yalanlarını suratlarına çarpacağız’

Ama bilelim her ne yapmaya çalıştıklarını bilelim nasıl bir arayış içerisinde olduklarını bilelim ve gördüğümüz her yerde yalanlarını suratlarına çarpacağız. Mesela diyorlar ki baraj yüzde 7’ye iniyormuş. Yine müjde! Baraj yüzde 7’ye iniyormuş. Şimdi bir kere zaten ittifak sistemiyle beraber baraj fiilen bitti. Çünkü ittifakın tamamı ittifakın içindeki partiler birlikte barajı geçtiklerinde zaten baraj geçilmiş sayılıyordu. Geçen seçimde baraj sadece HDP’ye uygulanabildi. HDP de onu rahatça aştığı için zaten aslında olmayan bir barajı lağvettiklerini söylemek lazım. İkincisi yıllardır söyledikleri yalan gün gibi ortada.

Baraj niye vardı? Diyordu ki temsilde adalet olmalı, her vatandaşın verdiği oy mecliste temsil edilebilmeli ama bir de istikrar olmalı, çok parçalı mecliste hükümet oluşamıyor istikrarsızlık oluyor. O yüzden bir baraj koyalım kolay hükümet oluşturalım. Peki değerli arkadaşlar bu Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi dedikleri ucube sistem istikrar için gelmedi mi zaten? Eğer Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’nde istikrar diye bir sorun yoksa baraja ne gerek var? Mesela normalde yapılması gereken ne? Biz öyle bir sistem kurduk ki hiç istikrar sorunu olmayacak onun için barajı da kaldırıyoruz sıfır baraj. Olması gereken bu.

Ama belli ki kurdukları sistemin istikrar sağlamadığı açıkça ortaya çıkmış durumda. Kendileri ne yapacaklarını bilmiyorlar o yüzden mecburen baraj sistemini devam ettirmekte ısrar ediyorlar. İttifak içi ilişkiler ile oynuyorlar. Bu başlı başına yeten bir rezalet.  Ya arkadaş sen 2018’deki değişiklikle bu ittifakı getirdin daha yaptığın bir önceki kanunun mürekkebi kurumadı ya. Bir tane seçimde uygulandı.

Yani böyle bir şey olabilir mi? Her seçimde yeniden kural değiştiriyorsun. Her seçimde yeniden kural değiştiriyorsun, her seçimde yeniden kural değiştiriyorsun ve işin özü şudur değerli arkadaşlar. Her seçimde yeniden kural değiştirmek ya da bir seçime giderken kural değiştirmek sadece bu bile şu soruyu sormamıza yeter. Neden değiştiriyorsun? Neden? Madem sen güçlüsün büyüksün. Halk hala seni destekliyor niye kural değiştirmeye tenezzül ediyorsun. Çünkü onlar da farkındalar ki halkın gönlündeki yerlerini çoktan kaybettiler.

Bunları bir kenara bırakalım arkadaşlar. Bize göre asıl büyük skandal asla hiçbir hukuk normuna sığmayacak, Anayasa’ya tümüyle aykırı ve eğer memlekette hukukun zerresi kaldıysa Anayasa Mahkemesi tarafından tek başına bozma gerekçesi yapılacak husus seçim kurullarındaki değişikliktir. Bunu bütün yurttaşlarımızın dikkatine sunmak istiyorum. Bakın değerli arkadaşlar 60-70 yıldır seçim kanunun değişmeyen bir hükmünü değiştirmek istiyor. Yani bu ülkede seçimler yapıldığı süre boyunca bir tane kural vardı.

İlçede ya da ilde seçim kurulu başkanı en yetkili en kıdemli hakimdir. En kıdemli hakim doğal olarak o ildeki o ilçedeki seçim kurulunun da başkanı olurdu. Hiç değişmeyen bu kuralı değiştirmek istiyorlar bir. İki daha büyük bir skandalla karşı karşıyayız. Seçim kurullarımız iki yılda bir oluşuyordu ve şu anda Türkiye’de 1900’ün üzerinde il ve ilçede seçim kurulları 2022 ocak başında kuruldu 2024 ocağına kadar görevde. Bu kanun değişikliğiyle beraber şu anda var olan seçim kurullarını lağvediyorlar. Halkımızın dikkatine sunuyorum. Yani bir açıdan seçimle sınırlı mahkemeler görevden alınıyor yerine kendilerinin torbadan seçeceği yeni kurullar başkanlar atanacak.

Üstelik yine anayasanın açık hükmünde seçim kanununda yapılan değişiklikler bir yıl sonra yürürlüğe girer demesine rağmen burada üç ay sonraya bir yürürlük maddesi ekliyorlar kanuna ve üç ay içerisinde bu değişikliği yapacaklar. Bakın 2022 Ocak ayında başlayan seçim kurulları 2024 Ocak ayına kadar görevli ne demek? Önümüzdeki seçimler onların iddia ettiği gibi son gün bile yapılsa yani 2023’ün Haziran’ında bile yapılsa bu seçim kurullarının yetkili sorumlu olması demek. Bu şuna benziyor değerli yurttaşlar. Bir müsabaka var. Bir maça çıkacağız. Maçın hakemleri belirlenmiş maça günler var. Diyorlar ki ben bu hakemi beğenmedim bunu değiştiriyorum bunun yerine torbadan hakem seçelim. Soru açık neden buna ihtiyaç duyuyorlar? Bütün yurttaşlarımızın bunu düşünmesini öneriyorum.

Şimdi bir tane daha numara.  Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemine geçtik. Dolayısıyla kanunlarda, bütün kanunlarda uyum düzenlemeleri yapıldı. Nedir uyum düzenlemesi? Eski sistemde başbakan vardı, kanunda başbakanın adının geçtiği yerler başbakanlığı ifade eden maddelerdeki başbakan kelimesi kaldırılıyor yerine cumhurbaşkanı ekleniyor. Tüm kanunlarda böyle. Şimdi seçim kanununda da seçim yasaklarını düzenleyen bir madde var.

Diyor ki başbakan ve bakanlar seçim takvimi içerisinde devletin onlara sunduğu olanakları kullanamazlar. Araçları kullanamaz devletin imkanıyla propaganda yapamazlar devletin kamu görevlilerini yanlarında propaganda çalışmaları sırasında kullanamazlar gibi maddeler. Şimdi burada başbakanı kaldırıyorlar ama yerine cumhurbaşkanını yazmaya cesaret edemiyorlar. Bu konuda da hiç bakın bütün komisyon tartışmaları boyunca her şeyi savunmaya çalıştılar ya da savunuyormuş gibi yaptılar. Bunu savunuyormuş gibi de yapamadılar. Savunmaya çalışamadılar.

Dolayısıyla Genel Kurul aşamasında bir düzenleme olabilme ihtimalini görüyoruz ama buna rağmen, hani buraya cumhurbaşkanı yazılsa da İçişleri Bakanı’nın, Adalet Bakanı’nın partili olduğu, üstelik Süleyman Soylu gibi yerel seçimlerde aktif bir biçimde seçim faaliyetlerinde kolluk kuvvetini devletin istihbarat olanaklarını sözde muhalefete karşı kullanan insanların olduğu yerde deyim yerindeyse devletle halkın seçimde karşı karşıya geldiği bir tablo yaşayacağız ama tekrar ediyorum; ne yaparlarsa yapsınlar halkın yüreğindeki yerlerini kaybeden bu iktidarın ayakta kalma şansı yok.

Kaybettiklerini gördükçe tabanlarını konsolide etmek için laiklik karşıtı taarruzlarını sürdürüyorlar. Bakın geçen hafta Bursa’da Mithatpaşa Ortaokulunda haremlik selamlık uygulaması oldu. Hatta biz de milletvekilimiz Barış Atay aracılığıyla bir soru önergesiyle meseleyi gündeme getirmeye çalıştık. Hatırlayacaksınız okul müdürüne sözde bir soruşturma açılmıştı görevinden uzaklaştırılmıştı. Şimdi jet hızıyla geri geldi. Bunu bir yere kaydedelim. Yani okulda harem-selamlık uygulaması yapan müdür şu anda göreve getirildi.

İkincisi başka bir hukuk tanımazlıklarını İstanbul Beşiktaş’ta İsmail Tarman Ortaokulu var. İmam hatipe dönüştürülmek isteniyor. Beş buçuk yıldır mahalleli ve veliler mücadele ediyorlar yargı kararları var. Çünkü mahallede ihtiyaç fazlası imam hatip okulları var ama imam hatip tercih etmeyen insanların çocukları gönderebilecekleri bir okul var. Mahkeme kararını tanımayıp imam hatipe dönüştürüyorlar. 69 aydır her pazartesi veliler orada laik ve bilimsel eğitim için mücadele ediyorlar. Buradan hem o mücadeleyi destekliyoruz, yanlarında olduğumuzu ifade ediyoruz.

Memleketin her tarafından bu dindar ve kindar nesil yetiştirme projesinin bir parçası olarak çocuklarımızı bu cemaat yurtlarına cemaat okullarına imam hatiplere mahkum eden bu uygulamalar devam ediyor. Bir rakam paylaşacağım arkadaşlar. Bakın burası Ankara. Burası laik Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin başkenti. Ankara’da Milli Eğitim Bakanlığına bağlı 120 anaokulu var ama 4-6 yaş arası çocuklara kuran kursu eğitimi veren 153 merkez var. Yani Ankara’da 4-6 yaş arası çocuklara kuran kursu eğitimi veren yerlerin sayısı Milli Eğitim Bakanlığına bağlı anaokullarının sayısını geçmiş durumda. Daha bu memleketten laiklik için ne söyleyebiliriz gerçekten bilmiyorum.

‘16 yaşındaki muharremin neden öldüğünü katillerin kim olduğunu araştırmaya soruşturmaya devam edeceğiz’

Bu vesileyle çocuklarımız demişken özellikle Kürt çocuklarına dair yaşadığımız bir acıyı paylaşmamız gerekiyor. Gerçekten sessiz sedasız hiç basında kamuoyunda yer etmeden hayatların nasıl karardığına ilişkin yeni bir örnekle maalesef karşı karşıyayız.

Hani gözleri böyle hafızalarımıza mıh gibi çakılı Ceylan Önkol kardeşimiz gibi, 12 yaşında vücudundan 13 kurşun çıkarılan Uğur Kaymaz gibi bu sefer de Urfa’da 16 yaşında bir çocuk, Muharrem Aksan’ın cansız bedeni ancak üç gün sonra bulunabildi ve parçalanmış bedende 12 farklı boyutta metal parçası çıktı. Gerçekten hani Kürt sorunu yoktur deniyor ya şimdi Kürt sorunu tam da budur. Zırhlı araç altında can veren çocuklardır bu ülkede Kürt sorunu. Koyun otlatırken ya da evinin önünde oynarken tutanaklara tanımlanamayan bir cisimle oynarken infilak etti cümlelerinin geçmesidir sevgili Ahmet Şık bir önerge verdi bu konuyla ilgili, 16 yaşındaki muharremin neden öldüğünü katillerin kim olduğunu araştırmaya soruşturmaya devam edeceğiz.

Ülke yıkıma sürükleniyor ve bunun en ağır bedelini işçiler ödüyor dediğimizde neden söz ettiğimizi anlamak istiyorsanız hemen bir örnek verelim. Konya’da bir iş yerinde patron sigortasız çalıştırdığı 15 yaşındaki bir çocuğu bir vidanın yerini unuttuğu için palangaya bağlayıp tavana asıyor çocuğun kıyafetlerini çıkartıyor üzerine su döküp işkence ediyor. Ceza 2 bin 320 lira. 2 bin 320 lira arkadaşlar bu ülkede 15 yaşında bir çocuğa ekmeğiyle oynayıp işkence yapıp karşısında durmanın cezası.

Buradan sevgili Sedat Aslan’ı anarak tamamlayacağım sözlerimi. Bu tekstil direnişinde kararlı inançlı bir biçimde mücadele eden 97 işçi arkadaşımızdan bir tanesiydi. Patron bu mücadelede işçilere diz çöktüremeyince işçileri işten çıkarıp başka fabrikalarda iş bulamamaları için kara listeye almıştı. 29 yaşındaki Sedat da başka iş bulamadığı için çatı işi yapmak zorunda kalmıştı ve 3 çocuklu gencecik kardeşimiz çatıdan düşerek hayatını kaybetti. Bu ölüm kaza, kader falan değil. Bu baya bir iş cinayeti, bir sosyal cinayet bu bir yaşam hakkı gaspı olarak değerlendirilmeli. Biz buradan ailesine akrabalarına baş sağlığı dilekleri iletirken Sedat Aslan’ın katillerinin, bu cinayete sebep olanların da en ağır şekilde cezalandırılmaları için mücadelemize devam edeceğiz.

Nişantaşı Üniversitesini daha önce burada gündeme getirmiştik. Araştırma görevlileri insanca yaşam mücadelesi veriyorlardı. Tıpkı fabrikalarda, plazalarda olduğu gibi üniversitelerde de bir yaşam mücadelesi, insanca yaşam mücadelesi var. Eşit işe eşit ücret istiyor arkadaşlarımız ve bugün itibariyle üniversitenin asistan kıyımına geçilmiş durumda. 10 araştırma görevlisi arkadaşımızın iş akitlerinin feshedildiğini, işten atıldıklarını öğrendik. Arkadaşlarımıza her hal ve şartta yanlarında durmaya devam edeceğimizi ifade etmek istiyorum.

Bilindiği üzere 2 Nisan Dünya Otizm Farkındalık Günü ve ülkemizde yüz binlerce otizmli yurttaşımız ve ailesi uzun yıllardır sorunlarının çözümü için mücadele ediyor, çözüm bekliyor. Geçtiğimiz aylarda bir bakım evinde yaşanan darp vakasıyla ilgili verdiğimiz soru önergesi iki ay sonra nihayet sözde yanıtlanmış ama taslaklarıyla geçiştirilmiş oldu. Otizm, ülkede adı bile geçmiyorken ailelerin mücadelesiyle gündem haline geldi ve 2010 yılından itibaren otizm eylem planı taslağı hazırlanıp tüm yetkililere hükümete bakanlıklara iletilmişti ve maalesef tipik bir AKP uygulaması olarak o günden bugüne yedi kez Aile Bakanı değişti ama bu eylem planı yürürlüğe girmedi kimisi daha önceki bakanın dedi. Kimisi raftan indirip bakalım ne var dedi ama gelen haberler bu eylem planı sanki çok başarılı olmuş gibi bakanlığın yeni bir eylem planı hazırlığı içerisinde olduğu söylendi.

Bize göre mesele iktidarın bakışıyla ilgili köklü bir yanlışa dayanıyor ve zaten biz size bakım maaşı veriyoruz, nankörlük etmeyin diye aileler susturulmak isteniyor. Oysa bu bakanlığın iş bilmeyen, sosyal politikalar nasıl uygulanır herhangi bir fikri olmayan biri Menzil’den biri Süleymancılardan şişirilmiş doldurulmuş kadrolarıyla bu sorunun çözümü mümkün değil. Bu anlayış sürdükçe hükümet yurttaşları biat etmeye, sorunların üstünü örtmeye mecbur ettikçe o bakım merkezlerindeki çocuklarımız için gereken bütçeler ayrılmadığı sürece gelecekleri belirsizliğe mahkum edilen yurttaşlarımız mücadele etmeye devam edecekler. Biz de konunun takipçisi olmaya ve onlarla birlikte mücadeleyi sürdürmeye devam edeceğiz.

Kızıldere’nin 50. yıl dönümü

Son olarak 30 Mart’ta hayatlarını kaybeden Kızıldere’de bir yargısız infaza kurban edilen sevgili Mahir Çayan ve yoldaşlarının 50. ölüm yıl dönümlerinde her birisinin saygıyla sevgiyle özlemle andığımızı ifade etmek istiyorum. Hepinize çok teşekkürler.

 

Paylaşın

Erkan Baş’tan Dikkat Çeken ‘Seçim Kanunu’ Açıklamaları

Türkiye İşçi Partisi (TİP) Genel Başkanı ve İstanbul Milletvekili Erkan Baş, Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde (TBMM) düzenlenen basın toplantısında Türkiye gündemine ilişkin değerlendirmelerde bulundu. Sözlerine grev kararı alan hekimlere destek vererek başlayan ve grevi tümüyle desteklediklerini belirten Baş, yurttaşlara da destek çağrısında bulunarak “Bu talepler, bizlerin, yurttaşların nitelikli sağlık hizmeti almasının da güvencesi” ifadesini kullandı.

Açıklamasının devamında AK Parti ve MHP ortaklığında hazırlanan seçim kanunu teklifini yorumlayan ve yalanlar ile dolu olduğunu söylediği teklif ile ittifaklara tuzak kurulduğunu belirten TİP Genel Başkanı, ayak oyunlarıyla Meclis’teki temsiliyetinin azaltılmasının amaçlandığını söyledi.

Söz konusu teklif ile yurttaşların oy güvenliğinin de riske atıldığını belirten Baş, AKP’li Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın isteklerine göre kanunların değiştirildiğini belirtirken, “Bu teklif ettikleri kanun, 2002 yılındaki seçimlerde geçerli olsaydı AKP seçime giremiyordu” ifadesini kullandı.

Muhalefet partilene de çağrı yapan Erkan Baş, “Buradan tüm muhalif partilere sesleniyorum. Tüm muhalefete açık çağrı yapıyorum. Sıkı duracağız, ilkeli davranacağız. Bu Recep Tayyip Erdoğan denilen şahsın bugüne kadarki en büyük başarısı şuydu. Karşısında oluşan ittifaklara çomak sokardı, o ittifakları bozardı dağıtırdı ve azınlıkta olmasına rağmen memleketin üzerinde tahakküm kurardı. Şimdi ilk defa karşısındaki ittifakları bozamadığı gibi halkın ona karşı öfkesi de her geçen gün artıyor. İttifaklar tabanda daha güçlü hale geliyor. Çok açık, Tayyip Erdoğan’ın kimyası bozuldu. İlk defa karşısındaki ittifakları bozamıyor, şimdi kanunla ittifak bozma yoluna gidiyor. Bunu deniyor. Buna izin vermeyiz. Buna asla izin veremeyiz. Tüm muhalif partiler ittifak gibi davranacaklar, kararlı duracaklar. ” ifadelerini kullandı.

Yurttaşlara da çağrıda bulunan ve moral bozulmaması gerektiğini belirten Baş, “Hangi iktidar belirli bir süre iktidar koltuğunda oturduktan sonra güç kaybetmeye başladığını, kaybetmeye başladığını görüyorsa hepsi aynı şeyi yaptı. Seçim kanunu değiştirerek o koltukları koruma çabası içine girdiler. Hepsi kaybetti. Bunlar da kaybedecek. O yüzden bırakın bunlar seçim kanunuyla oynasınlar, bakın hekimler sokakta direnmeye devam ediyor. Bunlar Meclis’te seçim kanunu kaldırarak indirerek düzenleriz diye düşünüyorlar. İşçiler direnmeye devam ediyor. Halkın öfkesi büyümeye devam ediyor. Dolayısıyla AKP’yi, Cumhur İttifakı’nı bu halkın elinden kurtarabilecek hiçbir düzenleme mümkün değildir. Yeter ki biz bugüne kadar ki kararlılığımızı bugüne kadarki inadımızı sürdürmeye devam edelim. Yeter ki biz iş arkadaşlarımızla kol kola girelim. Yeter ki biz mahallemizde zor durumda kalan yurttaşımızın yanında olalım. Yeter ki biz haksızlığa uğrayanlarla omuzdaşlık, gönüldaşlık bağımızı kuralım. Bu ülkede halktan büyük güç yoktur ve bunlar mutlaka yenilecekler. Bu konudaki inadımız kararlılığımız sonuna kadar devam edecek. Ne yaparlarsa yapsınlar AKP-MHP ittifakı devrilmeye mahkumdur” şeklinde konuştu.

TİP Genel Başkanı Erkan Baş’ın açıklamaları şöyle:

“Dün açık söylemek gerekirse Türkiye tarihi açısından çok kötü görüntülere sahip… Onunla başlamak istiyorum. 14 Mart Tıp Bayramı vesilesiyle Taksim’de anıta çelenk bırakmak ve açıklama yapmak isteyen hekimlere yönelik bir polis müdahalesi gerçekleşti ve engelleme girişimiyle karşı karşıya kaldılar. İçimiz ezilerek, utanarak izledik bu görüntüleri. Polis açıklama yapmak isteyen 89 yaşındaki doktor Erdinç Köksal’ın yere düşmesine sebep oldu. Sadece bu görüntü bile Türkiye’de hekimlerin içinde bulunduğu durumu yansıtması açısından son derece önemli ve utanıyoruz… İktidarı bu davranışından dolayı en ağır biçimde kınıyoruz.

Değerli yurttaşlar pandemi hala devam ediyor. Dolayısıyla iktidar tarafından yürütülen bu piyasacı sağlık politikalarının nasıl iflas ettiğini anlatmamıza gerek yok, hep birlikte yaşıyoruz. Ve sağlıkta yaşanan bu iflasın yükünü, sağlık emekçilerine çektirmek istiyorlar. Çok zor koşullarda, insan üstü bir gayretle, özveriyle çalışan, sağlık hizmeti sunmaya çalışan sağlık emekçileri iki gündür grevdeler. Biz bu grevi tümüyle destekliyoruz ve tüm yurttaşları sağlık emekçilerinin yanında olmaya çağrıyoruz.

Ne istiyor sağlık emekçileri?  İşlerini yaparken güvenli bir ortamda çalışmak istiyorlar, uygun çalışma koşulları istiyorlar ve insanca yaşayabilecekleri bir ücret talep ediyorlar. Bu taleplere sahip çıkıyoruz, bu taleplere tüm halkın sahip çıkması gerektiğini söylüyoruz. Çünkü aynı zamanda bu talepler, bizlerin, yurttaşların nitelikli sağlık hizmeti almasının da güvencesi. Bunun için gerekli ve zorunlu.

Tabii iktidar hiç şaşırtmadı. Erdoğan “Gidiyorlarsa gitsinler” dedi; küçük ortak hiç durur mu, destek verdi. Fakat biliyoruz ki halkın çıkarı neyse onun karşısında duruyorlar. Onlar sağlık emekçilerinin karşısında, biz sağlık emekçilerinin yanındayız. Tekrar ediyoruz. Talepleri, taleplerimizdir. Sağlık çalışanlarına tüm hakları verilmeli ve bu sayede her yurttaşımızın da nitelikli, bilimsel, ücretsiz sağlık hizmetine eşit biçimde ulaşmasının yolu açılmalı.

Değerli arkdaşlar dün Türk siyasi tarihine giren bir kara leke de bu kürsüde AKP ve MHP tarafından yeni seçim kanunu teklifi. Şimdi kanun teklifini Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne sunmuşlar; oradan aldık, çok dikkatli biçimde inceledik. Tüm yurttaşlarımızın bilmesi, anlaması, birbirine anlatması için bu kanun teklifinde neler var, bunu paylaşacağız. Ama sözlerime başlarken şunu söyleyeyim, yurttaşlarımızdan rica ediyoruz. Dün bu kanun teklifini sözde sunmak adına buraya gelen iki siyasi partinin en yetkili isimerinin, konuyla ilgili en yetkili isimlerinin, 2,5 yıldır bu kanunun hazırlığını sürdüren kurulları temsil eden iki kişinin, gerçekleştirdiği basın toplantısını lüften izleyin. Önlerindeki kağıdı okumadan hiçbir şey söyleyemiyorlar. Teklif diye sundukları kanun metninin içinde ne olduğuna ilişkin kağıda bakmadan iki çift laf söyleyemeyen insanlar, Türkiye’de seçim sistemini, siyasi partiler kanununu değiştirmek istiyorlar.

Şöyle söyleyebiliyoruz. Bu kanun teklifi tümüyle yalan üzerine kurulu bir kanun teklifi. Yalan üzerine kurulu, ittifakları bozma planı içermektedir. Kendi zayıflıklarını, Cumhur İttifakı’nın zayıflıklarını örtme çabasının bir mahsulüdür. Sandık güvenliğini, vatandaşın oyunun güvenliğini ihlal eden yaklaşımlar bulundurmaktadır. Eşitsizlikleri derinleştirmeyi amaçlamaktadır. Şunun için söylüyoruz. Memlekette bir seçim kanunu, siyasi partiler kanunu tartışılıyorsa; demokratikleşme beklentisi olur. Bir eşitlik, vatandaşın iradesini daha doğru yansıtacağı bir arayış olur. Bu kanun teklifinde hiçbiri yok, bu kanun teklifi yalan üzerine kurulu arkadaşlar.

Bakın daha birinci maddesi; diyor ki “Yüzde 10 olan seçim barajını, yüzde 7 şeklinde değiştirelim” Açıyorsunuz kanunun gerekçesini, aynen şu ifadeler yer alıyor: “Ülke seçim barajında bir miktar indirim yapılarak daha fazla partinin, daha fazla fikrin Meclis’te temsili; dolayısıyla temsilde adaletin güçlendirilmesi hedeflenmiştir” Yalan! Yalan söylüyorlar. Bir sonraki madde de zaten, ittifakların oy dağılımında yaptıkları ayak oyunuyla Meclis’teki temsiliyeti azaltmayı hedefliyor.

Şimdi, yüzde 10 barajı ittifaklarla beraber zaten fiilen ortadan kalkmış. Sözde bunu yüzde 7’ye indirerek bir demokratikleşme adımı atıyormuş gibi numara yapıyorlar, net. Veya kendilerini kurtarmaya çalışıyorlar. Önümüzdeki günlerde, bir çıkar birliği olduğu için Cumhur İttifakı; bir bozulma olursa bu çıkar birliğinde, bağımsız kalırsam baraj altı kalmayayım diye düşünüyor. Başka bir derdi yok. Yoksa zaten yüzde 10 barajı nihayetinde ittifaklar aracılığıyla aşılmış durumda. Türkiye’de şu anda baraj engeli diye bir şey yok.

‘İttifakları bozmaya yönelik bir tuzak kurulmuş durumda’

Dolayısıyla bakın birinci madde, yalan maddesidir. İkinci madde de tuzak maddesidir. İkinci madde de diyor ki; “Eskiden ittifakların milletvekillikleri kazanması ve ittifakların kendi içinde paylaşması esastır” Şimdi diyor ki biz bunu kaldırıyoruz. Beyler, hani siz daha fazla partinin temsilini amaçlıyordunuz! Bunu engellemek için bir yol bulmuşlar. 2,5 yıldır çalışıyorlar. 2,5 buçuk yıl önce AKP neye çalışıyor, MHP neye çalışıyor birbirimize sorup demiştik ki; oy oranını azaltsa bile Meclis’te koltuk sayılarını artırmayı amaçlıyorlar. Bunu nasıl yapabileceklerinin yollarını, yöntemlerini arıyorlar. Aferin, bulmuşlar! Sözde bulmuşlar! Sanıyorlar ki aynı oy oranını koruyacaklar, o oylarla biz sandalye sayımızı koruruz… Net söylüyorum burada bir tuzak maddesi var, ittifakları bozmaya yönelik bir
tuzak kurulmuş durumda kanunda.

Ve değerli arkadaşlar şöyle bir şey olabilir mi, tüm yurttaşlara soruyoruz. Her seçimde kanun mu değişir ya? Biz, ittifaklı seçim sistemiyle 2018’de bir tane seçim yaptık. Sonra bitti, değiştirdiler. Şimdi biraz geriye gidelim. Hatırlayın AKP 20 yıldır her seçimde şaibeyle anılan bir parti. Vatandaş örgütlendi, dünyada eşi benzeri yoktur. Vatandaşımız oy atıyor, sonra gidiyor o oyu korumak için sivil inisiyatifler oluşturuyor. Siyasi partilerin gücününün yetmediği yerlerde vatandaş inisiyatif alıyor. Dünyada eşi benzeri var mı bilmiyoruz.

Şimdi biz sahip çıktık, çalamadılar. Ne yaptılar? Yeni taktik geliştirdiler. Mühürsüz oyları geçersiz saydılar hatırlayın. Vatandaş daha fazla örgütlendi, bu sefer ne yaptılar? Yüksek Seçim Kurulu’yla İstanbul seçimlerini iptal ettiler. Yüzde 50 artı 1’i hayatta alamayacaklarını biliyorlardı, o an için baktılar dediler ki “Biz MHP ile birleşekim yüzde 50 artı 1’i alalım” Yani “şahsımın” neye ihtiyacı varsa ona göre kanun düzenliyorlar. Her seçimde kanun değişiyor, artık bu bize yetmiyor daha fazlası. yetmiyor daha fazlası numarası çekiyorlar.

“Bu kadar şahsa özel kanun olur mu diye sormak gerekiyor”

Değerli arkadaşlar örnek vereceğim, dikkatinize sunmak istiyorum. Üçüncü maddede diyor ki, mevcut şu an yürürlükte olan kanuna göre; “Bir siyasi partinin seçime katılabilmesi için Meclis’te grup kurulması yeterlidir” Bu şartı kaldırıyorlar. Diyor ki grubun olsa da seçime giremezsin. Diyorum ya “şahsım”a özel yapılıyor. Bakın bu teklif ettikleri kanun, 2002 yılındaki seçimlerde geçerli olsaydı AKP seçime giremiyordu. Tarihini de söyleyeyim. AKP’nin kuruluş tarihi 14 Ağustos 2001. Seçimler 3 Kasım 2002’de yapıldı. AKP birinci kongresini 12 Ekim 2003’te yaptı. Yani seçimden bir yıl sonra AKP kongresini yaptı.

Nasıl girdi seçime? Fazilet Partisi kapatıldıktan sonra AKP’nin kuruluşuyla beraber AKP’ye dahil olan 7 tane milletvekilinin sağladığı grup kurma hakkını kullanarak seçime girdi. Ne kadar akıl dışı bir düzenleme yaptıklarına bundan daha iyi bir örnek olabilir mi? Sunduğun kanun zamanında yürürlükte olsa sen seçime giremiyordun. Ama bu hüküm sayesinde, bugün kaldırdıkları hüküm sayesinde girdikleri seçimde, birinci parti olarak çıktılar ve yine eşitsizlikler nedeniyle aldıkları oyun iki katı kadar milletvekiliyle  parlamentoda temsil edildi. Bu kadar şahsa özel kanun olur mu diye sormak gerekiyor. Ne dedik; yalan üzerine kurulu, ittifakları bozmaya yönelik, şahsı gözetmek üzere oluşturulmuş, bir de dördüncüsü vatandaşın oy güvenliğini ortadan kaldıran bir düzenleme.

Beşinci ve altıncı madde. Bu arada ne yapıyorlar? Şu anda yüyürlükte olan kanuna göre seçim kurulları oluşturulurken, en kıdemli hakim seçim kurulu başkanı oluyor. AKP iktidara geldiğinde Türkiye’de aşağı yukarı 7 bin hakim vardı. Geride kalan yıllar içerisinde 20 yıl içerisinde AKP’siz dönemde hakimliğe başlayanların 6 bini emekli olmuş. Dolayısıyla şu anda sadece bin tane hakim AKP öncesi dönemde hakimlik görevi üstlenmiş. Türkiye’de şu an 20 bin küsür hakim var. Yani var olan hakimlerin çok büyük bir çoğunluğu AKP döneminde atanmış hakimlerden oluşuyor.

En kıdemliler değil belki ama en kıdemlilerin bir altına indiğimiz zaman, bunlar bu iktidar döneminde atanmış. Üstelik biliyoruz; AKP ilçe örgüt kurulu üyelerinin atandığını biliyoruz, AKP’de çeşitli düzeylerde yöneticilik yapanların hakim olarak atandıklarını biliyoruz. Yani diyor ki bundan sonra en kıdemli hakim olmayacak, yani benim dönemimde hakim olmamışların olmasının önüne geçiyorum; büyük bir çoğunluğu benim atadığım dönemde hakimlik görevi üstlenen insanlar seçim kurulu başkanı olacaklar. YSK’yi zaten düzenlemişlerdi! Olur da tüm bu yaptıklarıma rağmen ben bu seçimden istediğim sonucu alamazsam hakimler mazbata vermesin, hakimler seçim sonuçları benim lehime doğru değiştirsinler” düzenlemesidir bu. Bir tuzak!

Türkiye’nin en büyük sorunlarından bir tanesi sandık güvenliği sorunudur. Zaten vatandaş bu konuda kaygılı, zaten AKP bu konuda şaibeli. Bu hüküm, bu düzenleme kaygıları arttıran, AKP’nin sandık oyunları arayışını ifşa eden bir düzenleme.

Bir madde ötesine gidiyorum, yine aynı şey. Sandık kuruluna üye bildirme hakkı olan parti, başka bir parti üyesini sandık görevlisi olarak gösteremeyecek. Neden? Yine; bir, ittifakları bozuyor. Siz aynı ittifak içerisindesiniz. İttifakınızın bileşeni bir partinizin sandıkta üyesi yoksa siz ona destek gösterebilirsiniz, dayanışma gösterebilirsiniz. A partisi üyesi bir yurttaşımız B partisinin sandık görevlisi olabilir. Aynı ittifakta zaten, kanun izin veriyor ittifak kurmaya. Diyor ki bundan sonra bu yok. Zorlaştırıyor. Yine ittifakı bozma oyunu, hem sandık güvenliğini ortaya atıyor. Bakın sandık güvenliği dedik, seçmen kütüklerine ilişkin kaygısı olmayan yurttaşımız var mı? Her yurttaşımız her seçimde bu kaygıyı taşıyor.

Geliyorum bir sonraki maddeye. “Adresin kapanmış olması sebebiyle kayıt sisteminde gözükmeyenler, en son seçmen oldukları yerde oy kullanacaklar” diye bir hüküm geliyor. Geliyoruz bir sonraki maddeye. Adres kapanmış olsa bile oy kullanılır. Yine güvensizliği, yurttaşın kaygılarını artıran girişimlerle karşı karşıyayız.

11. maddeye geldik. Çok acayip! Sözde Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’ne geçtikten sonra “uyum düzenlemeleri” yapıldı. Bu unutulmuŞ bu siyasi partiler kanununda biz bir “uyum düzenlemesi” yapalım diyorlar. “Uyum düzenlemesi” diye ne yapmışlar? Örneğin “başbakan idaresi” var. Başbakanı maddeden çıkartıyor; burada ne yapmak lazım? Cumhurbaşkanı’nı koymak lazım değil mi? Geçmişte başbakanın elinde olan yetkiler bugün Cumhurbaşkanı’na devredilmiş durumda. Dolayısıyla bu yasaklar kapsamında Cumhurbaşkanı’nın olması gerekiyor.

Hayır, Cumhurbaşkanı’na her şey serbest! Neden? Cumhurbaşkanı siyasi partinin genel başkanı değil mi? Tarafsız bir Cumhurbaşkanı olsa böyle bir yasak koymaya gerek yok. Ama bakanlar, zamanın başbakanı… Zamanın başbakanına niye bu yasaklar konulmuştu? Çünkü başbakanlar genellikle bir siyasi partinin genel başkanı oluyordu. Şimdi Cumhurbaşkanı bir siyasi partinin genel başkanı, seçim döneminde ben de bir siyasi partinin genel başkanıyım. Onunla yarışacağız.

Beyefendi uçakla istediği yere gidecek, istediği devlet olanaklarını alacak, milletin ona Cumhurbaşkanlığı görevi nedeniyle tahsis ettiği bütün imkanları kullanacak, yanına Diyanet İşleri Başkanı’nı, Genelkurmay Başkanı’nı alacak, gidecek seçim propagandaları yapacak, devletin Hazine’sini kendi partisinin seçim propagandası için kullanacak ama sonra eşit yarışacağız, Bu kadar akıl dışı bir şey olabilir mi? Neymiş, sözde “uyum düzenlemesi” yapıyormuş beyefendi. Hangi uyum düzenlemesinden bahsediyorsunuz ya? “Uyum düzenlemesi”yse bu yasaklar kapsamına Cumhurbaşkanı’nın alınması beklenir.

“Demokratikleştirici bir hamle yok”

Gerisi de yürütme maddesi. Yani nasıl yürürlüğe girecek, nasıl yürütülecek. Gerçekten büyük bir yalan rüzgarı estiriliyor şu anda Türkiye’de. Bunu tüm yurttaşlarımın bilmesini istiyorum. Mesela seçim kanunu tartışılıyorsa… Hatırlayın dar bölge tartışılıyordu değil mi? Esprisi neydi, milletvekilini yurttaş seçsin. Bütün yurttaşlarımıza sesleniyorum. 600 tane milletvcekili seçiliyor, bunların 500-550 tanesini genel başkanlar belirliyor. Vatandaşın milletvekili belirleme hakkı yok ki. Dar bölgeden niye vazgeçtiler; bir MHP sıfır çıkıyordu. İkinci ve daha önemli konu bence, güçlü milletvekili istemiyor. Yani herhangi bir milletvekilini yurttaş seçerse, milletvekilinin yurttaşa karşı sorumluluğu olur. Şimdi milletvekilinin yurttaşa karşı sorumluluğu yok ki, genel başkana karşı var. Genel başkan belirliyor.

Demokratikleştirici bir hamle yok. Siyasi partiler kanunu düzenleniyor… Sokaktaki her yurttaşa soralım. Türkiye’de siyasi partilerin en önemli sorunu nedir? İç demokrasi… Tayyip Erdoğan kaç yıldır genel başkan? Devlet Bahçeli kaç yıldır MHP’nin genel başkanı? Bütün parti iki dudakları arasında. Bunu niye düzenleme ihtiyacı hissetmiyorlar, çünkü koltuk değerli.

Bir rakam paylaşacağım şimdi sizinle. Akp’nin resmi sitesinden aldım bunu. AKP harcadığı her 100 liranın 87,5 lirasını bizim vergilerimizden harcıyor. Peki biz bir siyasi parti olarak soruyoruz, aynı seçime gireceğiz. Ey AKP, Türkiye İşçi Partisi; Hazine’den bir lira para almıyor, bir lira devlet yardımı almıyor, bir lira sermaye yardımı almıyor. Bütün devlet olanakları elinizde, bütün patronlarla kucak kucağasınız. Üstüne yoksulun, fakir fukaranın vergisinden milyonlarca lira para alıp seçime giriyorsunuz ama bunları düzeltmek hiç aklınıza gelmiyor tabii. Çünkü işinize gelmiyor.

“Yeni seçim düzenlemelerine de külliyen karşıyız”

Değerli arkadaşlar bu kanun şahsın kanunudur. Kanunlar böyle yapılmaz, kanun memleketin ihtiyaçlarına göre yurttaşın ihtiyaçlarına göre yapılır. Yeter ya! Her maçta oyunun kurallarını değiştiriyor. Tam kaybetme aşamasına geliyor, dur ben benim kaleyi küçülteyim karşı tarafın kalesini büyüteyim. Yani bu oyunlardan artık bıktığımızı bir kez daha ifade etmek istiyorum. Dolayısıyla vatandaşların özgür iradeleriyle oy vermelerinin önüne engel oluşturan bu yeni seçim düzenlemelerine de külliyen karşı olduğumuzu ifade etmek istiyorum.

Çok açık ve net değerli yurttaşlar, bu iktidarın amaçladığı şey basit. Sokakta biriken öfkeyi, halkın tepkisini onlar da görüyorlar ve oy kaybettiklerinin, ağır biçimde oy kaybettiklerinin farkındalar. O yüzden diyorlar ki ben oy kaybetsem bile sandalye sayımı koruyabilirim diyor. Buradan çıkardığımız ilk sonuç şudur, bunu kamuoyunun dikkatine sunuyorum. Bu kanun teklifiyle beraber Cumhur İttifakı dedi ki “Biz ittifak olarak çoğunluğumuzu kaybettik biz Cumhurbaşkanlığı seçimini kazanamayacağımızı görüyoruz. Cumhurbaşkanlığı seçimini kazanamayabiliriz ama Meclis’te çoğunluğu tutmanın hilesinin yolunu bulduk” ve böylece kendilerini güvence altına almak istiyorlar. Tüm yurttaşlarımız meseleye buradan baksınlar buradan yaklaşsınlar ve buna göre bu kanun teklifini değerlendirsinler.

Şimdi bir kere iktidara seslenmek gerekiyor. Tüm çabanız çırpınmanız hepsi boş. Bittiniz. Bittiniz. Yani siz 20 yıldır bu halkı yoksullaştırdınız. Bu ülkenin gençlerinin geleceğini çaldınız. Kadınlar sayenizde nefes alamaz hale geldi. İşsizlik cumhuriyet tarihinin zirvesine ulaştı. İşçi memur çalışıyor, didiniyor, çabalıyor, nefes alamaz durumda. Yıllarca binbir zorlukla okul okumuş, diploma almış, meslek sahibi olmuş, iş bulmuş insanlar yarın nasıl yaşayacağız sorusuyla her gece kafalarını yastığa koyuyorlar. Memlekette sizin iktidarınız döneminde antidepresan ilaç kullanan insan sayısı 24 kat artmış. Derelerimizi ormanlarımızı ağaçlarımızı denizlerimizi ne varsa satmışsınız. Memlekette hiç olmayan şeyler oldu ya. Buğday sorunu yaşıyoruz, ayçiçeği sorunu yaşıyoruz. Devletin kasasını boşaltmışsınız, kefen parasını dahi bitirmişsiniz. Üç beş tane kanun maddesini düzenleyeceğiz bu koltukları koruyacağız öyle mi Recep Tayyip Erdoğan? Öyle mi Devlet Bahçeli? Bak çok açık söylüyorum avucunuzu yalarsınız. Vatandaş sizden kurtulmayı kafasına koymuş, sabırla sizi göndereceği günü bekliyor. Ne yaparsanız yapın çaresizsiniz. Boş, bütün çabanız boş. Kaybedeceksiniz.

Buradan tüm muhalif partilere sesleniyorum. Tüm muhalefete açık çağrı yapıyorum. Sıkı duracağız, ilkeli davranacağız. Bu Recep Tayyip Erdoğan denilen şahsın bugüne kadarki en büyük başarısı şuydu. Karşısında oluşan ittifaklara çomak sokardı, o ittifakları bozardı dağıtırdı ve azınlıkta olmasına rağmen memleketin üzerinde tahakküm kurardı. Şimdi ilk defa karşısındaki ittifakları bozamadığı gibi halkın ona karşı öfkesi de her geçen gün artıyor. İttifaklar tabanda daha güçlü hale geliyor. Çok açık, Tayyip Erdoğan’ın kimyası bozuldu. İlk defa karşısındaki ittifakları bozamıyor, şimdi kanunla ittifak bozma yoluna gidiyor. Bunu deniyor. Buna izin vermeyiz. Buna asla izin veremeyiz. Tüm muhalif partiler ittifak gibi davranacaklar, kararlı duracaklar. Açık çağrı yapıyorum. Öyle 3 milletvekilliği, 5 milletvekilliği hesabı yok. Hepsini çöpe atın. Yani 3 milletvekili daha fazla olsun 5 milletvekili daha fazla olsun muhalefet bunu dert etmemeli, edemez. Meselemiz memleket. Biz kendi siyasi partilerimizi değil bu halkın geleceğini düşünerek karar vermeliyiz. Eğer muhalefet partileri bu sorumlulukla yaklaşırlarsa daha önceki oyunlarını nasıl bozduysak AKP’nin, bu oyunu da bozmak son derece mümkündür. Daha önce defalarca iktidarını kaybeden siyasi partiler aynı arayış içerisine girdiler.

“Ne yaparlarsa yapsınlar AKP-MHP ittifakı devrilmeye mahkumdur”

Bakın buradan yurttaşlarımıza, halkımıza da seslenmek istiyorum. Hiç moral bozacak bir şey yok. Hiç moralinizi bozmaya gerek yok. Bakın sadece Türkiye tarihine bakın. Hangi iktidar belirli bir süre iktidar koltuğunda oturduktan sonra güç kaybetmeye başladığını, kaybetmeye başladığını görüyorsa hepsi aynı şeyi yaptı. Seçim kanunu değiştirerek o koltukları koruma çabası içine girdiler. Hepsi kaybetti. Bunlar da kaybedecek. O yüzden bırakın bunlar seçim kanunuyla oynasınlar, bakın hekimler sokakta direnmeye devam ediyor. Bunlar Meclis’te seçim kanunu kaldırarak indirerek düzenleriz diye düşünüyorlar. İşçiler direnmeye devam ediyor. Halkın öfkesi büyümeye devam ediyor. Dolayısıyla AKP’yi, Cumhur İttifakı’nı bu halkın elinden kurtarabilecek hiçbir düzenleme mümkün değildir. Yeter ki biz bugüne kadar ki kararlılığımızı bugüne kadarki inadımızı sürdürmeye devam edelim. Yeter ki biz iş arkadaşlarımızla kol kola girelim. Yeter ki biz mahallemizde zor durumda kalan yurttaşımızın yanında olalım. Yeter ki biz haksızlığa uğrayanlarla omuzdaşlık, gönüldaşlık bağımızı kuralım. Bu ülkede halktan büyük güç yoktur ve bunlar mutlaka yenilecekler. Bu konudaki inadımız kararlılığımız sonuna kadar devam edecek. Ne yaparlarsa yapsınlar AKP-MHP ittifakı devrilmeye mahkumdur.

Değerli arkadaşlar seçim kanununu daha çokça konuşacağız tartışacağız. Bugün parlamentomuzun gündeminde bir de Diyanet İşleri Başkanlığı’yla ilgili yeni bir kanun var. Sözde bir “Diyanet Akademisi” kuracaklarmış. Yani Diyanet İşleri Başkanlığı’nın o ayrımcı politikalarını pekiştiren, devlet eliyle devlet imkanlarıyla tek bir meslek propagandası yapan o kurumun toplumun bütün kesimlerinden aldığı vergiyle istediği gibi at koşturmasına olanak sunan bir kanun teklifi. Yani nasıl bir kurum oluşturmak istediklerini kendileri bile bilmiyorlar ya da söylemeye korkuyorlar ancak bizim buradaki eğitimin içeriğine dair Diyanet İşleri Başkanlığı’nın geçmişteki pratiğiyle ilgili net bir fikrimiz var. Türkiye İşçi Partisi olarak bizler tüm yurttaşlarımızın eşitliğin ve özgürlüğün güvencesi olan laikliğin ayaklar altına alınması girişimine karşı kararlılıkla mücadeleye devam edeceğimizi de buradan ifade etmek istiyorum.”

(Kaynak: İleri Haber)

Paylaşın

Erkan Baş: Türkiye’nin NATO’daki Varlığını Sorgulamalıyız

TİP Genel Başkanı Erkan Baş,  “Türkiye, NATO üyesi bir ülke olarak NATO’nun suçlarına ortak ediliyor. Buna karşı sesimizi yükseltmeden ‘Ben barış istiyorum’ demek gerçekçi olmuyor. Biz ülkemizde barış istiyorsak, bölgemizde barış istiyorsak, dünyada barış istiyorsak, ülkemizin NATO’daki varlığını sorgulamalıyız” dedi.

Türkiye İşçi Partisi (TİP) Genel Başkanı ve İstanbul Milletvekili Erkan Baş, Halk TV ekranlarında gazeteci Ayşenur Arslan’ın sunduğu “Medya Mahallesi” programına konuk oldu. Baş, programda Arslan’ın sorularını yanıtlandırırken, Türkiye gündemine ilişkin de değerlendirmelerde bulundu.

Bekir Pakdemirli’nin Tarım ve Orman Bakanlığı görevinden alınmasına ilişkin değerlendirmelerde bulunan Erkan Baş, AKP Erzincan İl Örgütü’nün sosyal medya hesabından yapılan paylaşıma dikkat çekti. Baş, “AKP’nin Erzincan hesabı dün akşam 22.40 civarı bir paylaşım yapıyor. İki saat sonra Resmi Gazete’de karar açıklanıyor. Eski Bakan iki saat önce bile ‘af dilediğinin’ farkında değil” dedi.

“Bu memleketin köylüsünün, toprağının, dağının, taşının Pakdemirli’den alacağı var”

Baş konuşmasının devamında son dönemdeki bakan istifaları sayısına dikkat çekerken şöyle devam etti:

“Cumhurbaşkanlığı hükümet sisteminin ne kadar ucube bir sistem olduğuna ilişkin en çıplak örneklerden bir tanesi bu. Neden görevden alındı tarım bakanı, bilmiyoruz. Konuyla ilgili resmi bir açıklama yok. Abdülhamit Gül neyi yapamadığı için görevden alındı, Berat Albayrak neyi yapamadığı için görevden alındı, Ziya Selçuk neyi yapamadığı için görevden alındı? Hiçbir şeyi bilmiyoruz. Böyle bir yönetim sistemi olabilir mi? Otoriter ve baskıcı yönetimlerin bir özelliği de kapalı olmalarıdır. Halka karşı şeffaf değildir, izleyemezsiniz, eleştiremezsiniz, fikir beyan edemezsiniz.”

Erkan Baş ayrıca “Tarım bakanı kendisini affetmeye yetkili tek kişinin Erdoğan olduğunu sanıyor. Oysa biz yangınlarda aldıkları pozisyonlar nedeniyle, Türkiye’de tarımı getirdiği hâl nedeniyle kendisini affetmeyeceğiz. Bu memleketin köylüsünün, toprağının, dağının, taşının Pakdemirli’den alacağı var” dedi.

“Gerçekten barış istiyorsak tüm dünya üzerinde silahsızlanma çağrısı yapmamız lazım”

Rusya’nın Ukrayna topraklarında başlattığı askeri harekat ve AKP iktidarının aldığı pozisyona ilişkin de değerlendirmelerde bulunan TİP Genel Başkanı, “Dünyada bu kadar çok insan barış isterken niye savaşıyoruz? Gerçek bir barış istiyorsak silahlanma yarışına son verilmesi gerekiyor. Ülkeler birbirlerine sürekli silah satarak tehdit yaratıyor. Silah baronları ve silah üreten ülkeler de zengin oluyor. Gerçekten barış istiyorsak tüm dünya üzerinde silahsızlanma çağrısı yapmamız lazım” dedi.

Erkan Baş şöyle devam etti:

“Ukrayna’daki, Afrika’daki savaş için barış istemek kolay. Uzakta çünkü buralar. Acısını doğrudan hissetmiyorsunuz, yakınlarınızı kaybetmiyorsunuz, evladınız cephede savaşmıyor. Herkes kendi iktidarına karşı barış için ne yapılabileceğini düşünsün. Bugün Rusya’da savaşa karşı barış için sokağa çıkan insanlar dünyanın en kıymetli insanlarıdır. Gerçekten barış istiyorsak kendi ülkemizdeki iktidarın savaşçı politikalarına karşı yüksek perdeden ses çıkarmak gerekiyor.”

“Türkiye’nin NATO’daki varlığını sorgulamalıyız”

Türkiye’de “Putinci – NATOcu” tartışmasının başladığına da dikkat çeken Baş, “Biz, Putin’in Ukrayna’yı işgaline net olarak karşıyız. Fakat şu var; biz NATO üyesi ülkenin insanlarıyız. Dolayısıyla Türkiye, NATO üyesi bir ülke olarak NATO’nun suçlarına ortak ediliyor. Buna karşı sesimizi yükseltmeden ‘Ben barış istiyorum’ demek gerçekçi olmuyor. Biz ülkemizde barış istiyorsak, bölgemizde barış istiyorsak, dünyada barış istiyorsak, ülkemizin NATO’daki varlığını sorgulamalıyız” diye konuştu.

(Kaynak: İleri Haber)

Paylaşın

TİP Genel Başkanı Erkan Baş: NATO Bir Terör Örgütüdür

Türkiye İşçi Partisi (TİP) Genel Başkanı Erkan Baş, Rusya ile Ukrayna arasında gerilimin tırmanmasına ilişkin, “Bizim tarafımız halkların kardeşliğidir, bizim tarafımız barıştır. Bizim tarafımız açık ve net bir biçimde emperyalizme karşı mücadele tarafıdır” dedi.

Suriye savaşını hatırlatan Baş, partisinin İstanbul il örgütünde yaptığı açıklamada, “İktidarın çıkarları uğruna yeni maceralara sürüklenmesine izin vermeyeceğimizi de vurgulamak istiyoruz” ifadelerini kaydetti.

Bölgede “savaş naralarının” yükseldiğini, Türkiye’nin silahların, bombaların, tankların gölgesinde bir gündemde yaşamak durumunda olduğunu söyleyen Baş, “Sözlerimize başlarken Orta ve Doğu Avrupa’yı bir cephaneliğe çeviren emperyalist bir suç örgütü olarak değerlendirdiğimiz NATO’yu, Ukrayna’dan elini çekmeye çağırıyoruz. Bütün bu tartışmaların başlangıç noktası, sözde Sovyet tehdidine, sözde sosyalizm tehdidine karşı kurulduğunu ilan eden, bu amaçla faaliyet sürdürdüğü yalanıyla var olan NATO’nun bu sözde tehdit bile ortadan kalkmasına rağmen yıllardır faaliyetlerini üstelik genişleyerek daha büyük tehditler yayarak sürdürmeye başlamasına işaret ediyoruz” dedi.

“Türkiye İşçi Partisi açısından bu ve benzeri gerilimlerde ilkesel yaklaşımlar esastır. Biz bütün sözlerimize “İşgal politikalarına ve savaşa hayır” diyerek başlıyoruz. Tüm emperyalist askeri paktlara karşı tutum almaya çağırıyoruz. Değerli yurttaşlar, NATO bir terör örgütüdür. NATO’nun varlığı dünya barışına, dünya halklarına dönük bir tehlikedir ve bugün bu kendisini çok daha açık biçimde göstermektedir.”

Taraflarının savaş olmadığını, “halkların kardeşliği” ve “barış” olduğunu ifade eden Baş’ın açıklamalarından öne çıkan başlıklar şu şekilde:

“Çok ağır bedeller ödedik”

“Bizim tarafımız açık ve net bir biçimde emperyalizme karşı mücadele tarafıdır ve özellikle bütün derdi iktidar koltuğunu korumak olan bir iktidar tarafından yönetilen bir ülkenin yurttaşları olarak da saray rejimine Adalet ve Kalkınma Partisi’ne karşı mücadelenin yükseltilmesinin ne kadar yaşamsal olduğunu bir kez daha deneyimlediğimiz bir süreçten geçtiğimizi hatırlatmak istiyoruz. AKP çok uzun yıllardır emperyalist planlar doğrultusunda ülkemizi maceralara sürükleyerek halkımıza bedeller ödeterek iktidarını koruma stratejisini benimsemiş durumda. Suriye örneğinde bunu başardıklarını düşünüyor olabilirler.

Suriye’de savaşı körükleyen politikaların bir parçası olmak orada doğrudan cihatçı çetelerin hamiliğini yaparak Türkiye’yi savaşın fiilen bir tarafı haline getiren politikalar AKP iktidarı açısından koltuğunu korumayı başarma sonucu getirmiş olabilir ama bunun bedelini Türkiye halkları, Suriye halkı ve hep birlikte bölge halkları olarak bizler ödüyoruz. Dolayısıyla oradan çıkardığı sonuçla bu gerilimi de kendi iktidarını korumak için kullanacağı kaygısı çok yaygın bir şekilde yurttaşlarımız tarafından hissediliyor. Biz daha önceki yaşadığımız acı tecrübelerden yola çıkarak bu konuda kararlı bir tutum içerisinde olacağımızı kamuoyuyla paylaşmak istiyoruz. Çok ağır bedeller ödedik.

Türkiye’nin pek çok yerinde işçi direnişleri, işçilerin hak mücadelesi büyüyerek devam ediyor. Sevindirici bir haber aldık geçtiğimiz günlerde. Migros depolarında direnen işçi kardeşlerimiz gündem olmuşlardı, kamuoyunun geniş desteğini almışlardı… Verdikleri mücadele ile ilgili olarak ve nihayetinde geçtiğimiz günlerde işten atılan işçi arkadaşlarımız geri alındılar. Maaşlarında bir artışa gidildi, prim ödemelerinin yapılacağı açıklandı. İşçi sağlığı ve çalışma koşullarıyla ilgili de düzeltme taleplerinin yerine getirileceği ortaya çıktı.

Şimdi bu gelişmeyi çok önemli buluyoruz onu söyleyeyim. Migros direnişi bize bir kez daha direnen işçilerin kazanacağını işçilerin inadının dayanışmasının sonuç aldığını göstermiş oldu. Ne patronlar, ne polis, ne onların şiddeti işçilerin birliği dayanışması mücadelesi karşısında hiçbir şey yapamıyor. Sonunda kazanan işçiler oluyor ve şunun da altını özellikle çizmek istiyoruz. Bu zafer esas olarak birlikte direnen işçi arkadaşlarımızın onlara öncülük eden sendikalarının ve kararlı inatçı eylemlerinin bir sonucudur. Hepsine tüm Türkiye işçi sınıfı adına teşekkür ediyoruz. Bu mücadeleye destek veren tüm yurttaşlarımıza ve bir sanatçı sorumluluğuyla onların yanında duran Haluk Levent’e de özel olarak teşekkür etmek istiyoruz.”

Paylaşın