Kovid 19 Salgınının İlk İki Yılında 337 Milyon Yaşam Yılı Kaybedildi

Yeni tip koronavirüs (Kaovid 19) pandemisinin özellikle ilk iki yılında meydana gelen erken ölümlerin dünya genelinde 337 milyon yıllık insan ömrünün kaybedilmesine yol açtığı duyuruldu.

Yalnızca 2020 ve 2021 yıllarında fazladan ölüm oranına ilişkin verilere dayanarak Kovid 19’a bağlı ölüm sayısının 14 milyon 900 bin olduğunu tahmin ediyor.

Dünya Sağlık Örgütü’nün (DSÖ), veri işlemeden sorumlu yardımcı direktörü Samira Asma, koronavirüse yakalananların ömrünün istatistiki olarak ortalama 22 yıl kısaldığını söyledi.

Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ), küresel sağlık hizmetlerindeki bazı olumlu gelişmelerin koronavirüs pandemisi nedeniyle gerilediği uyarısında da bulundu.

DSÖ’den yapılan açıklamada, pandeminin modern tıbbi hizmetlere ve düzenli aşılara erişim konusundaki eşitsizliği daha da derinleştirdiğine dikkat çekti. DSÖ, bu eşitsizliğin özellikle verem ve sıtma ile mücadelede görüldüğünü açıkladı.

Pandemi iyileşme görülen hastalıklarda eğilimi tersine çevirdi

DSÖ, pandeminin yıllardır iyileşmekte olan birçok göstergenin rayından çıkmasına neden olduğu uyarısında bulundu. Bu duruma yüzyılın ilk yirmi yılında, dünya anne ve çocuk sağlığındaki önemli iyileşmeler gösterildi. Söz konusu iyileşme sayesinde anne ve çocuk ölümler sırasıyla üçte bir ve yarı yarıya azalmıştı.

HIV, tüberküloz ve sıtma gibi bulaşıcı hastalıkların görülme sıklığı ve bulaşıcı olmayan hastalıklardan kaynaklanan erken ölüm riski de önemli ölçüde azaldı.

Öyle ki küresel yaşam beklentisi 2000 yılında 67 iken 2019 yılında 73’e yükseldi.

Ancak pandemi sonrasında, sağlık hizmetlerine, rutin aşılamalara ve mali korumaya erişimdeki mevcut eşitsizlikler derinleşti ve özellikle sıtma ve tüberkülozda uzun süredir iyileşen eğilimleri ters yöne çevirdi.

Bulaşıcı olmayan hastalıklar artık büyük tehdit

Yapılan açıklamada, “Bu eğilim devam ederse, bulaşıcı olmayan hastalıkların yüzyılın ortalarına kadar yıllık 90 milyon ölümün yaklaşık yüzde 86’sını oluşturacağı tahmin edilmektedir” denildi.

DSÖ Başkanı Tedros Adhanom Ghebreyesus, “Rapor, muazzam ve giderek artan bir maliyete yol açan bulaşıcı olmayan hastalıkların tehdidi konusunda çarpıcı bir mesaj veriyor” dedi.

DSÖ, tütün kullanımı, alkol tüketimi ve güvenli olmayan su ve sanitasyon dahil olmak üzere birçok sağlık riskine maruz kalmanın azalmasına rağmen bulaşıcı olmayan hastalık ölümlerinin arttığını da söyledi.

Paylaşın

Dünya Sağlık Örgütü: Kovid-19 Artık Küresel Acil Durum Değil

Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ) Başkanı Tedros Adhanom Ghebreyesus, “Kovid 19’un küresel acil durum olmaktan çıktığını büyük bir umutla bildiriyorum” dedi. Ghebreyesus, ancak acil durum statüsünün kaldırılmasının, Kovid’in küresel bir sağlık tehdidi olarak sona erdiği anlamına gelmediğini belirtti.

Dünya Sağlık Örgütü, Çin’de 2019 sonunda ilk vakaların görülmesinden birkaç hafta sonra, 30 Ocak 2020’de en yüksek alarm düzeyine geçmişti. DSÖ Genel Direktörü’nün Mart 2020’de yeni tip koronvirüs salgınını “pandemi” olarak değerlendirmesi üzerine ülkeler durumun ciddiyetini kavrayarak, virüsün yayılmasını engellemek için önlemler almıştı.

Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ), ülkelerin, dünya genelinde 6 milyon 900 bin can kaybına neden olan Kovid 19’da mücadeleyi diğer bulaşıcı hastalıklarla birlikte yürütmesi gerektiğini kaydetti.

DSÖ, dünyada milyonlarca kişinin ölümüne yol açan Kovid 19’un artık küresel sağlık açısından acil durum oluşturmadığını duyurdu. DSÖ Genel Direktörü Tedros Adhanom Ghebreyesus, gazetecilere yaptığı açıklamada “Büyük bir umutla Covid-19’un artık küresel sağlık acil durumunun sona erdiğini ilan ediyorum” dedi.

Tedros’un açıklaması, DSÖ’nün bağımsız acil durum komisyonun bu yöndeki tavsiyesi sonrasında geldi.

Bir yıldan uzun süredir pandeminin gerilediğini belirten Tedros, enfeksiyonlar ve aşı yoluyla yeni tip koronavirüse karşı bağışıklığın arttığına dikkat çekti. Tedros, “Bu eğilim birçok ülkede Kovid 19 öncesi hayata dönmeyi mümkün kıldı” şeklinde konuştu.

“Ancak bu, Kovid 19’un küresel sağlığı tehdit etmediği anlamına gelmiyor” uyarısında bulunan Tedros, geçen hafta bile her üç dakikada bir kişinin koronavirüsün neden olduğu enfeksiyon sonucu yaşamını yitirdiğini kaydetti.

Virüsün hâlâ öldürmeye ve değişmeye devam ettiğine işaret eden Tedros, tehlikeli bir varyantın ortaya çıkması halinde DSÖ’nün yeniden acil durum ilan edebileceğini ifade etti.

Tedros, hiçbir ülkenin bu duyuruyu dikkati elden bırakmak veya koronavirüsün artık bir endişe kaynağı olmadığı yönünde halka bir mesaj vermek için bir vesile olarak görmemesi gerektiğini de sözlerine ekledi.

Kovid 19 nedeniyle dünyada yaşamını yitirenlerin sayısının resmi rakamlara göre 7 milyon civarında olduğu notunu düşen Tedros, ancak tahminlere göre bu sayının en az 20 milyon olduğunu kaydetti.

WHO’nun Kovid 19 teknik ekibinin başında bulunan Maria Van Kerkhove, “Ölenleri yakmak için oluşturulan odun yığınlarını, kazılan mezarları unutamayız. Buradaki hiçbirimiz bunları unutmayacağız” dedi.

WHO Acil Durum Direktörü Michael Ryan, “Mücadele sona ermedi. Hala zafiyetlerimiz var ve bunlar, bu ya da bir başka virüsle birlikte yeniden su yüzüne çıkacak. Bunların düzeltilmesi gerekiyor” dedi.

Ryan, “Çoğu durumda pandemiler, bir sonraki pandemi başladığı zaman gerçek anlamda sona erer” dedi.

Bulaşıcı hastalık uzmanları, Kovid’in uzun vadede dünya genelinde sağlık sistemlerini zorlamaya devam edeceğini, bu zorluklardan birinin uzun Kovid olduğunu kaydediyor.

Edinburgh Üniversitesi’nden epidemiyoloji uzmanı Mark Woolhouse, “Hiç kimse bu kararı, Kovid 19’un artık bir sorun olmaktan çıktığı şeklinde algılamamalı. Bu hastalık hala ciddi bir kamu sağlığı sorunu ve öngörülebilir gelecekte de böyle olmaya devam edecek gibi görünüyor” dedi.

Paylaşın

Hamilelik Kaynaklı Komplikasyonlar Nedeniyle “Her Gün 800 Kadın” Ölüyor

Hamilelikte, doğum sırasında ya da hamileliğin sona ermesinden altı hafta sonrasına kadar meydana gelen ölümler olarak tanımlanan anne ölümleri, dünya genelinde yeniden yükselmeye başladı.

Dünya Sağlık Örgütü’nün (WHO) konuya ilişkin son raporuna göre her gün yaklaşık 800 kadın hamilelikle ilgili komplikasyonlar nedeniyle hayatını kaybediyor.

Raporda son yıllarda Latin Amerika, Karayipler, Avrupa ve Kuzey Amerika’da anne ölüm oranlarının hızla yükseldiğine dikkat çekiliyor.

2000’den 2020’ye kadar olan dönemi kapsayan araştırmada anne ölüm oranlarının 2000’den 2020’ye kadar dünya çapında azaldığı belirtiliyor.

Dünya Sağlık Örgütü evrensel sağlıktan sorumlu genel müdür yardımcısı Dr. Anshu Banerjee, dünya genelinde tahminen 270 milyon kadının modern aile planlaması yöntemlerine erişimi olmadığının altını çiziyor.

Ölümlerin çoğun yoksul ülkelerde ve savaşın yaşandığı bölgelerde yoğunlaşıyor. Küresel anne ölümlerinin yüzde 70’e ulaştığı Sahra altı Afrika’nın büyük risk altında olduğuna dikkat çekiliyor. Bölgede 15 yaşındaki bir kız çocuğunun gebelikle ilgili nedenden ölme riski 40’ta 1.

Yemen, Suriye ve Afganistan gibi insani krizlerin yaşandığı ülkelerde, her 100 bin canlı doğumda 551 anne ölümünün gerçekleştiği belirtiyor. Bu noktada dünya ortalaması ise 100 binde 223.

2000 yılındaki 446 bin anne ölümü yaşanırken, bu rakam 2016’da 309 bin, 2020’de 287 bine geriledi; ancak ‘beklentilerin altında kaldı.”

Raporda anne ölümleri, hamilelikte, doğum sırasında ya da hamileliğin sona ermesinden altı hafta sonrasına kadar meydana gelen ölümler olarak tanımlanıyor. Yasadışı kürtajların neden olduğu ölümler de bu tanım içinde yer alıyor.

Dünya Sağlık Örgütü, küresel anne ölüm oranını 2030’a kadar 100 bin canlı doğumda 70 ölümün altına düşürmeyi umuyor.

(Kaynak: Euronews Türkçe)

Paylaşın

Dünya Sağlık Örgütü: En Kaygı Veren Bölge Suriye’nin Kuzeybatısı

Dünya Sağlık Örgütü, Türkiye’nin güneyindeki 10 ilde büyük yıkıma neden olan Kahramanmaraş Pazarcık ve Elbistan merkezli 7,7 ve 7,6 şiddetindeki depremlerin ardından, Suriye’nin kuzeybatısında muhaliflerin elindeki bölgede yaşayan halkın durumundan özellikle endişe duyulduğunu açıkladı.

Dünya Sağlık Örgütü (WHO) Acil Durum Başkanı Mike Ryan, Cenevre’de düzenlediği basın toplantısında, “Şu anda en büyük kaygı uyandıran bölge Suriye’nin kuzeybatısı” dedi.

Mike Ryan, “Suriye’de hükümetin kontrolundaki alanlarda depremin etkisi önemli ancak oraya hizmet gidiyor ve halka erişim var” dedi ancak ülkenin kuzeybatısındaki durumun farklı olduğuna dikkat çekerek, Suriye’de şunu unutmamalıyız ki 10 yıldır savaş vardı. Sağlık sistemi çok zayıf. Halk çok kötü durumda” diye konuştu.

Suriye’nin kuzeybatısına insani yardım taşınması çabaları 10 yıldan uzun süredir devam eden iç savaş nedeniyle aksıyor. İç savaşın düşmanlıkları, Suriye’de cephe ötesine yardım taşınması için şimdiye kadar en az iki girişimi engelledi ancak gece saatlerinde bir konvoy bölgeye ulaştı.

Dünya Sağlık Örgütü Başkanı Tedros Adhanom Ghebreyesus, üst düzey WHO yetkililerinin, depremlerin ardından Şam’a yaptıkları ziyaret sonrasında bölgeye yardım ulaşabilmesini sağlamak için Suriye Cumhurbaşkanı Beşar Esat’tan Türkiye ile Suriye arasında daha fazla sayıda sınır geçişini açmasını istediklerini bildirdi.

Esat, Pazartesi günü Suriye’nin kuzeybatısına iki sınır kapısından daha girilmesine izin verdi. İnsan Hakları İzleme Örgütü’ne göreyse bu izin çok geç verildi.

Ryan, daha fazla sınır geçişinin açılmasını “her iki tarafın da geri adım atarak halkın ihtiyaçlarına odaklanması” olarak değerlendirdi ve “Çatışmaların sonsuza dek sürdüğü ortamda yeterli sağlık hizmetini sağlamak çoğu zaman mümkün olmuyor” diye konuştu.

Ryan, “Yardımların çok arttığını, acil durum ekiplerinin sevk edildiğini, bir afet anında yapılması gereken her şeyin yapıldığını gördük ancak bunların daha etkili şekilde yürütülmesi için daha barış içinde bir arka plan olmazsa bu çabalar sürdürülebilir olmaz” diye konuştu.

Paylaşın

Dünya Sağlık Örgütü 3. Seviye Acil Durum İlan Etti

Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ) Türkiye ve Suriye’de binlerce kişinin hayatını kaybetmesine neden olan Kahramanmaraş Pazarcık ve Elbistan merkezli 7.7 ve 7.6 büyüklüğündeki depremler nedeniyle ‘3. Seviye Acil Durum’ ilan edildiğini açıkladı.

Haber Merkezi / Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ) Avrupa Direktörü Dr. Hans Kluge, dün gerçekleşen DSÖ Yönetim Kurulu’na Türkiye ve Suriye depremi ile ilgili bilgilendirme sunumunda yaptığı açıklamada, “Kendi hayatları tehlikedeyken müdahale eden Gaziantep’teki saha ofisimizdeki DSÖ personeli de dahil olmak üzere ilk müdahale ekiplerini takdir ve takdirle karşılıyorum” dedi.

Hans Kluge, DSÖ Avrupa’nın ekiplerinin Gaziantep, Ankara ve İstanbul’da faaliyet gösterdiğini belirterek “Hayat kurtarmak için dikkate değer bir müdahale operasyonu başlatan Türk yetkililerini takdir ediyorum. Muazzam bir dayanışma gösteren Üye Devletlere teşekkür ederim. Uluslararası toplumu desteğini artırmaya devam etmeye, Türkiye Hükümeti ve DSÖ ile tam koordinasyon sağlamaya davet ediyorum” diye konuştu.

DSÖ’nün 3. Seviye Acil Durumu, en yüksek acil durum olarak değerlendirilmektedir ve DSÖ’nün kurum çapındaki varlıkların seferber edilmesi anlamına geliyor.

3. Seviye Acil Durumu nedir?

DSÖ’nün 3. seviye acil durumu, en yüksek acil durum olarak değerlendiriliyor. Bu seviye DSÖ’nün kurum çapındaki varlıkların seferber edilmesi anlamına geliyor.

DSÖ görevleri

Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ), (İngilizce: World Health Organization, WHO) Birleşmiş Milletler’e bağlı olan ve toplum sağlığıyla ilgili uluslararası çalışmalar yapan örgüttür.

Sağlık alanında uluslararası nitelik taşıyan çalışmalarda yönetici ve koordinatör makam sıfatıyla hareket etmek.

BM, İhtisas Kuruluşları, sağlık idareleri, meslek grupları ve uygun görülecek diğer örgütlerle fiili bir iş birliği kurmak ve sürdürmek.

Hükümetlere, istek üzerine, sağlık hizmetlerinin güçlendirilmesi için yardım yapmak.

Uygun teknik yardım yapmak ve acil durumlarda, hükûmetlerin istekleri ya da kabulleri ile gereken yardımı yapmak.

BM’in isteği üzerine, manda altındaki ülkelerin halkı gibi özelliği olan topluluklara sağlık hizmetleri götürmek ve acil yardımlar yapmak ya da bunların sağlanmasına yardım etmek.

Epidemiyoloji ve istatistik hizmetleri de dahil olmak üzere gerekli görülecek idari ve teknik hizmetleri kurmak ve sürdürmek.

Epidemik, pandemik vb. hastalıkların ortadan kaldırılması yolundaki çalışmaları teşvik etmek ve geliştirmek.

Gerektiğinde diğer İhtisas Kuruluşları ile iş birliği yaparak kazalardan doğan zararları önleyebilecek önlemlerin alınmasını teşvik etmek.

Gerektiğinde diğer İhtisas Kuruluşları ile iş birliği yaparak, beslenme, mesken, eğlence, ekonomik ve çalışma koşullarının ve çevre sağlığı ile ilgili diğer bütün unsurların iyileştirilmesini kolaylaştırmak.

Sağlığın geliştirilmesine katkıda bulunan bilim ve meslek grupları arasında iş birliğini kolaylaştırmak.

Uluslararası sağlık sorunlarına ilişkin sözleşmeler, anlaşmalar ve tüzükler teklif etmek, tavsiyelerde bulunmak ve bunlardan dolayı Örgüt’e düşebilecek ve amacına uygun görevleri yerine getirmek.

Ana ve çocuk sağlığı ve refahı lehindeki hareketleri geliştirmek, ana ve çocuğun tam bir değişme halinde bulunan bir çevre ile uyumlu halde yaşamaya olan kabiliyetlerini artırmak.

Ruh sağlığı alanında özellikle insanlar arasında uyumlu ilişkilerin kurulmasına ilişkin her türlü faaliyetleri kolaylaştırmak.

Sağlık alanında araştırmaları teşvik ve rehberlik etmek.

Sağlık, tıp ve yardımcı personelin öğretim ve yetiştirilme normlarının iyileştirilmesini kolaylaştırmak.

Gerekirse diğer ihtisas kuruluşları ile iş birliği yaparak kamu sağlığı, hastane hizmetleriyle sosyal güvenlik de dahil koruyucu ve tedavi edici tıbbi bakıma ilişkin idari ve sosyal teknikleri incelemek ve tanıtmak.

Sağlık alanında her türlü bilgi sağlamak, tavsiyelerde bulunmak ve yardımlar yapmak.

Sağlık bakımından aydınlatılmış bir kamuoyu oluşumuna yardım etmek.

Hastalıkların, ölüm nedenlerinin kamu sağlığı uygulama metotlarının uluslararası nomanklatürlerini tayin etmek ve ihtiyaca göre yeniden gözden geçirmek.

Teşhis yöntemlerini gerektiği kadar standart hale getirmek.

Yiyeceklere, biyolojik, farmasötik ve benzeri ürünlere ilişkin uluslararası normlar geliştirmek, kurmak ve bunların kabulünü teşvik etmek.

Genel olarak Örgüt’ün amacına ulaşmak için gereken her önlemi almak.

Paylaşın

DSÖ’den Depremlerde Can Kaybı Sekiz Kat Artabilir Uyarısı

Başta Kahramanmaraş, Hatay, Osmaniye, Gaziantep, Şanlıurfa, Diyarbakır, Malatya ve Adana başta olmak üzere Suriye’nin kuzey bölgesini etkileyen depremlere ilişkin açıklama yapan Dünya Sağlık Örgütü (WHO), depremlerde can kaybının sekiz kat artabileceği uyarısında bulundu.

Dünya Sağlık Örgütü’nün (WHO), Avrupa’dan sorumlu kıdemli acil durum yetkilisi Catherine Smallwood, haber ajansı AFP’ye yaptığı açıklamada, “Daha fazla çökmenin meydana gelme potansiyeli devam ediyor, bu nedenle genellikle ilk rakamların sekiz kat arttığını görüyoruz” dedi.

Smallwood, “Depremlerde her zaman aynı şeyi görüyoruz, ne yazık ki ölen ya da yaralanan insanların sayısına ilişkin ilk raporlar takip eden hafta içinde oldukça önemli ölçüde artıyor” ifadelerini kullandı.

Depremlerin yaşandığı bölgede, kış ortasındaki dondurucu soğuklar ve kar fırtınası kurtarma çalışmalarını daha da zorlaştırdı ve evsiz kalanları riske attı.

WHO yetkilisi Smallwood, “Evlerine geri dönemeyen diğer insanlar için toplu ortamlarda buluşma ve toplanma söz konusu olacak. Bu da eğer ihtiyaçları doğru bir şekilde karşılanmazsa, ısıtma olmazsa ve aynı zamanda aşırı kalabalık yaşanırsa, belirli riskler oluşturacaktır” diye konuştu.

Smallwood, bu risklerden birinin de solunum yolu virüslerinin dolaşımı olduğunu belirtti.

Deprem Grönland’a kadar hissedildi

Türkiye dünyanın en aktif sismik bölgelerinden birinde yer alıyor ve son deprem, 1999 yılında 17 binden fazla insanın ölümüne neden olan Gölcük Depremi’nde kırılan Kuzey Anadolu fay hattının tam karşısında yer alan Doğu Anadolu fayı boyunca meydana geldi.

Danimarka ve Grönland Jeoloji Araştırmaları’ndan sismolog Tine Larsen AFP’ye yaptığı açıklamada, depremin Grönland’a kadar hissedildiğini söyledi.

Larsen, depremin birkaç dakika içinde Grönland’ın doğu kıyısında da hissedildiğini ve çok sayıda artçı sarsıntının meydana geldiğini kaydetti.

(Kaynak: DW Türkçe)

Paylaşın

Son Sekiz Haftada Kovid 19 Nedeniyle 170 Binden Fazla Kişi Öldü

Son sekiz haftada yeni tip koronavirüs (Kovid 19) nedeniyle 170 binden fazla kişinin hayatını kaybettiği duyuruldu. Ayrıca bu ölümlerin sadece raporlanan ölümler olduğu gerçek rakamların ise bundan daha fazla olduğu belirtildi.

Kırılgan sağlık sistemlerinin grip ve diğer hastalıkların yanı sıra, Kovid 19’un yüküyle başa çıkmakta zorlandığı da dile getirildi.

Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ) Genel Direktörü Tedros Adhanom Ghebreyesus, küresel sağlık durumuyla ilgili değerlendirmelerde bulundu.

İleri Haber’in aktardığına göre, geçen yıl aralık ayının başından bu yana Kovid 19 kaynaklı haftalık ölümlerde yaşanan artışa dikkati çeken Ghebreyesus, “Son sekiz haftada 170 binden fazla kişi Kovid 19 nedeniyle yaşamını yitirdi. Bunlar sadece raporlanan ölümler, gerçek rakamlar bundan daha fazla” dedi.

DSÖ’nün en yüksek alarm seviyesi olan ‘Uluslararası Halk Sağlığı Acil Durumu’nu ilan etmelerinin üzerinden üç yıl geçtiğini aktaran Ghebreyesus, bu hafta Covid-19 Acil Durum Komitesi’nin, virüsle ilgili durumun halen küresel bir acil durum teşkil edip etmediğini tartışmak için toplanacağını söyledi.

Ghebreyesus, “Acil Durum Komitesinin tavsiyesini önceden almayacağım ancak birçok ülkede durum ve Kovid 19 nedeniyle artan ölümler beni endişelendiriyor. Salgının ilk başladığı üç yıl öncesine göre çok daha iyi durumda olsak da, salgına karşı küresel kolektif tepki bir kez daha baskı altında” dedi.

‘Virüs öldürmeye devam edecek’

Çok az sayıda kişinin, özellikle yaşlıların, yeterli seviyede aşılandığına değinen Ghebreyesus, birçok kişinin hatırlatma dozlarını almadığını belirtti.

Kırılgan sağlık sistemlerinin grip ve diğer hastalıkların yanı sıra, Kovid 19’un yüküyle başa çıkmakta zorlandığını da dile getiren Ghebreyesus, şöyle devam etti:

“Mesajım açık, bu virüsü hafife almayın, bizi şaşırttı ve şaşırtmaya devam edecek. Sağlık araçlarını ihtiyacı olan kişilere ulaştırmazsak ve yanlış bilgilerle kapsamlı olarak mücadele etmek için daha fazlasını yapmazsak virüs öldürmeye devam edecek.”

Paylaşın

Dünya Sağlık Örgütü’nden Şurup Ölümleri Soruşturması

Şurupların çocuklar için tıbbi olarak gerekli olup olmadığına ya da ne zaman gerekli olduğuna dair kanıtları gözden geçiren Dünya Sağlık Örgütü (WHO), üç ülkede 300’den fazla çocuğun ölümüne neden olduğu tahmin edilen öksürük şurupları ve ilaç tedarikçileriyle ilgili soruşturma başlattı.

Akut böbrek rahatsızlığı nedeniyle çocuk ölümleri ilk olarak Temmuz 2022’de Gambiya’da başlamış, bunu Endonezya ve Özbekistan’daki vakalar izlemiştir. WHO, ölümlerin çocukların yaygın hastalıklar için aldıkları ve dietilen glikol veya etilen glikol gibi bilinen zehirli maddeleri içeren reçetesiz öksürük şuruplarıyla bağlantılı olduğunu açıklamıştı.

Şuruplarda “kabul edilemez seviyede” zehirli maddeler bulunduğunu belirten örgüt, Hindistan ve Endonezya’daki altı üreticinin ölümlerle bağlantılı ilaçları üretmek için kullandıkları belirli hammaddeler ve şirketlerin bunları aynı tedarikçilerden temin edip etmedikleri hakkında daha fazla bilgi talep etti.

Reuters haber ajansının ismi açıklanmayan bir yetkiliye dayandırdığı haberde Dünya Sağlık Örgütü, ailelere genel olarak çocuklar için öksürük şuruplarının kullanımını yeniden değerlendirmelerini tavsiye edip etmemeyi değerlendiriyor. WHO uzmanları, şurupların çocuklar için tıbbi olarak gerekli olup olmadığına ya da ne zaman gerekli olduğuna dair kanıtları da gözden geçiriyor.

WHO bugüne kadar Hindistan ve Endonezya’da şurupları üreten altı ilaç üreticisi firmayı tespit etti. Bu üreticiler şimdiye kadar ya soruşturma hakkında yorum yapmayı reddetti ya da zehirli maddeleri ilaçlarda kullandıklarını inkar etti.

WHO Sözcüsü Margaret Harris, örgütün çalışmalarının ayrıntıları hakkında daha fazla yorum yapmadan, “Bu konu bizim için en yüksek önceliğe sahip. Önlenebilir bir şeyden daha fazla çocuk ölümü görmek istemiyoruz” dedi.

Soruşturma 4 ülkeye daha genişletildi

BM’ye bağlı Dünya Sağlık Örgütü’nden dün yapılan açıklamada, öksürük şuruplarındaki potansiyel dietilen glikol ve etilen glikol kontaminasyonuna ilişkin soruşturmanın aynı ilaçların satışta olabileceği dört ülkeyi daha kapsayacak şekilde genişlettiğini duyurdu. Bu ülkeler, Kamboçya, Filipinler, Doğu Timor ve Senegal olarak sıralandı.

WHO, Maiden Pharmaceuticals ve Marion Biotech adlı iki Hintli üretici tarafından üretilen öksürük şurupları için Ekim 2022’de ve bu ayın başlarında özel uyarılar yayınlamıştı. Şurupların Gambiya ve Özbekistan’daki ölümlerle bağlantılı olduğu belirtildi ve uyarılarda insanlardan bunları kullanmayı bırakmaları istendi.

Maiden ve Marion’un üretim tesislerinin her ikisi de kapatıldı. Hindistan hükümetinin Aralık ayında yaptığı testlerde Maiden’ın ürünlerinde herhangi bir sorun bulunmadığını açıklamasının ardından Maiden şimdi yeniden açılmaya çalışıyor.

Paylaşın

Dünya Sağlık Örgütü: Trans Yağlar Her Yıl 500 Bin Ölüme Neden Oluyor

Birçok gıdada bulunan trans yağların tamamen ortadan kaldırılması çağrısını yineleyen Dünya Sağlık Örgütü (WHO), her yıl en az 500 bin insanın erken ölümünden sorumlu olduğunu bildirdi.

Türkiye’de trans yağ kullanımı yasak değil ancak Dünya Sağlık Örgütü’nün çözüm politikaları ışığında 100 gram yağ başında 2 gram trans yağ ile sınırlı.

WHO, trans yağları ortadan kaldırma politikalarının çoğunun başta Amerika ve Avrupa olmak üzere yüksek gelirli ülkelerde uygulandığını ve giderek artan sayıda orta gelirli ülkenin de bunu takip ettiğini bildiriyor.

Endüstriyel olarak üretilmiş trans yağlar, paketlenmiş ürünlerde, unlu mamullerde, yemeklik yağlarda ve sürülebilir gıdalarda yaygın olarak bulunuyor.

WHO, 5 milyar kişinin bu toksik kimyasala maruz kaldığını ve bunun da kalp hastalıkları ve ölüm riskini arttırdığını bildiriyor.

Resolve to Save Lives (Hayat Kurtarmak İçin Kararlılık) adlı halk sağlığı girişiminin başkanı Tom Frieden, küresel çapta trans yağların gıdalardan çıkarılmasının 2040 yılına kadar kalp-damar hastalıklarından kaynaklanan 17 milyon ölümü önleyebileceğini söyledi.

Frieden ayrıca, “gıda tedarikinde geçerli bir kullanımı olmayan ve ortadan kaldırılması gereken toksik bir kimyasal olarak” nitelediği yapay trans yağı, doymuş yağdan ayırmanın önemli olduğunu belirtti.

Doymuş yağın, birçok gıda grubunun doğal bir parçası olduğunu ve kimsenin yasaklamayı teklif etmediğini belirten Frieden, “Basitçe ifade etmek gerekirse, yapay trans yağı beslenmenin sigara ürünü olarak düşünün. Hiçbir değeri yok” dedi.

Dünya Sağlık Örgütü’nün, trans yağın 2023 yılında küresel olarak ortadan kaldırılması hedefini 2018’de belirlemişti. Son beş yılda ilerleme kaydedildi.

Örgütün belirlediği ve belirli kriterlere bağlı olan çözüm uygulamaları da endüstriyel olarak üretilen trans yağlara karşı iki seçenek sunuyor. Birincisi tüm gıdalarda 100 gram toplam yağ başına 2 gram endüstriyel olarak üretilen trans yağın zorunlu ulusal sınır olması. İkincisi de tüm gıdaların malzemesi ve önemli bir trans yağ kaynağı olan hidrojenize yağların üretiminin veya kullanımının ulusal olarak yasaklanması.

WHO, gıdalarda trans yağla mücadele için şu anda 43 ülkenin, en iyi çözüm modellerini hayata geçirdiğini ve böylece 2,8 milyar kişiyi kalp hastalığı ve ölümden koruduğunu söylüyor.

Türkiye’de trans yağ kullanımı yasak değil ancak Dünya Sağlık Örgütü’nün çözüm politikaları ışığında 100 gram yağ başında 2 gram trans yağ ile sınırlı.

Örgüte göre şu anda, trans yağ alımının neden olduğu kalp damar hastalığı ölümlerinin tahmini oranının en yüksek olduğu 16 ülkeden 9’unun çözüm uygulamaları bulunmuyor. Bu ülkeler Avustralya, Azerbaycan, Butan, Ekvator, Mısır, İran, Nepal, Pakistan ve Güney Kore.

Ancak Frieden’e göre hala 5 milyar kişi, trans yağın sağlığı bozan etkilerine karşı risk altında. Frieden, hükümetlerin WHO’nun oluşturduğu çözüm politikalarını hayata geçirerek, bu önlenebilir ölümleri durdurabileceğini söyledi.

Başta Meksika, Nijerya ve Sri Lanka olmak üzere birçok ülke, WHO’nun bu hayat kurtarıcı politikalarını uygulamaya çok yakın. Tom Frieden’a göre, tek ihtiyaçları olan şey “bitiş çizgisini aşmaları” için basit bir itici güç.

Frieden, “Bir ülkedeki kazanımlar diğer ülkeleri de harekete geçmeye teşvik edebilir. Hindistan, Bangladeş ve Filipinler gibi liderlerin tüm Güney ve Güneydoğu Asya bölgesi için örnek teşkil etmesini ve trans yağları yasaklayan Güney Afrika ile birlikte Nijerya’nın da Afrika için bir lider olmasını umuyoruz” diye konuştu.

Friedan, deneyimlerin endüstrinin uyum sağlayabileceğini, yenilik yapabileceğini ve trans yağ yerine sağlıklı alternatifler koyabileceğini gösterdiğini söyledi. Zehirli bir ürünü üretmeye devam edenler sadece birkaç büyük şirketten ibaret.

Friedan, bu şirketlerin trans yağın günlerinin sayılı olduğunu gördüklerinde harekete geçmelerini bekliyor.

(Kaynak: VOA Türkçe)

Paylaşın

Dünya Sağlık Örgütü’nden ‘Antibiyotik Direnci’ Uyarısı

İlaçların belirli bir dozda oluşturduğu etkinin aynı dozda tekrarlayan kullanımlarından sonra azalması veya aynı etkiyi oluşturmak için daha yüksek dozda kullanılmalarının gerekliliği, ilaç etkisine karşı direnç gelişimi antibiyotik direnci, olarak tanımlanmaktadır.

Antibiyotiklerin yanlış ya da fazla kullanımının sonuçları Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ) tarafından açıklanan raporla gözler önüne serildi. Koronavirüs salgınının ilk yılı olan 2020’de 87 ülkeden toplanan veriler, kan dolaşımı enfeksiyonlarına neden olan bakterilerde ilaç direncine karşı artış olduğunu ortaya koydu.

Antibiyotiklerin aşırı ve/veya yanlış kullanımı mikropların birçok tedaviye karşı dirençli hale gelmesine neden olurken, bu duruma alternatif tedavi yöntemlerinin azlığı ise endişeye neden oluyor.

DSÖ uzmanı Catharina van Weezenbeek, “Antibiyotik direnci, hem halk sağlığı hem de dünya ekonomisi için küresel bir tehdittir” ifadelerini kullandı. Raporda hastanelerde hayati tehlike yaratan kan dolaşımı hastalıklarına neden olan bakterilerde yüzde 50’nin üzerinde oranlarda direnç tespit edildiği ve bu tür hastalıkların da “son çare” olarak antibiyotikle tedavi edildiği belirtildi.

Antibiyotik direnci en fazla ölüme neden oluyor

Bu yıl yayımlanan başka bir araştırma 2019 yılında antibiyotik direnci nedeniyle 1,2 milyon kişinin bakteriyel enfeksiyonlar nedeniyle yaşamını yitirdiğini ortaya koydu. Avrupa’da her yıl 35 bin kişinin antibiyotik direnci nedeniyle yaşamını yitirdiği belirtilirken, Almanya’da bu rakamın yılda 2 bin 500 civarında olduğu belirtiliyor. Buna göre antibiyotik direnci dünya genelinde HIV/AIDS ve sıtmadan daha fazla ölüme sebep oluyor.

Antibiyotiklerin dizginlenemeyen kullanımının sınırlandırılması için ortak bir çaba olsa da antibiyotikler konusunda yeni araştırmaların hızı hala çok düşük.

Bir antibiyotiği onaylatmak için harcanan çaba, maliyet ve zaman; sınırlı yatırım getirisi ve ilaca karşı direnç oluşmaması için mümkün olduğunca az kullanılmak üzere tasarlanması nedeniyle ilaç üreticileri için cazip değil.

Sonuç olarak antibiyotik üretiminin aslan payı birkaç küçük biyofarmakoloji laboratuvarında yapılıyor. 1980’li yıllarda 20 olan antibiyotik üreten büyük ilaç şirketi sayısı bugün çok azaldı.

DSÖ raporunun yazarları bu dönemde antibiyotik direncindeki artışın arkasındaki nedenleri tespit etmek ve pandemi sırasında antibiyotiklerin aşırı kullanımıyla ne ölçüde bağlantılı olduğunu ortaya çıkarmak için daha fazla araştırmaya ihtiyaç duyulduğunu söyledi.

Antibiyotik direnci tanımı ve algısı

İlaçların belirli bir dozda oluşturduğu etkinin aynı dozda tekrarlayan kullanımlarından sonra azalması veya aynı etkiyi oluşturmak için daha yüksek dozda kullanılmalarının gerekliliği, ilaç etkisine karşı direnç gelişimi olarak tanımlanmaktadır. Aynı durum, etki mekanizması vücutta hastalık oluşturan patojenleri öldürmek veya baskılamak olan ilaçlar (antibiyotikler, antineoplastikler) için geçerli olduğunda, ilaca dirençli patojenlerden bahsedilir.

Bakterilerde antibiyotiklere karşı direnç gelişiminden sorumlu olan genler spontan ya da indüklenen mutasyonlarla veya direnç genlerinin başka bakterilerden transfer edilmesiyle kazanılmaktadır. Antibiyotiklere maruziyet durumunda bu direnç genleri, bu genleri taşıyan bakterilerin hayatta kalma şansları daha fazla olduğu için, doğal olarak seçilmekte ve bu genleri taşıyan bakterilerin ekosistemde kapladığı yer artmaktadır.

Antibiyotiklere karşı direnç gelişimi, antibiyotiklerin keşif sürecinin ilk zamanlarından itibaren bilinmektedir. Zira penisilini keşfeden Alexander Fleming, 1945 yılında Nobel ödülünü alırken yaptığı konuşmasında, laboratuvar ortamında mikroorganizmaların kendilerini öldürmeye yetmeyen dozlarda penisiline belirli bir süre maruz kalmaları durumunda penisilin direnci kazanacaklarını ve aynı durumun vücutta da geçerli olduğunu söylemiştir.

Doğada antibiyotik direnç genlerinin varlığının kökeninin incelenmesine yönelik çalışmalar bu genlerin ve dolayısıyla bakterilerde gözlenen antibiyotik direncinin insanların tedavi amaçlı olarak antibiyotikleri kullanmaya başlamalarından çok daha önce de var olan doğal bir fenomen olduğunu göstermektedir. Doğada antibiyotik varlığının antibiyotiklerin keşfinden çok daha önce de mevcut olduğu düşünüldüğünde bunun beklenilen bir durum olduğu kabul edilebilir.

Günümüzde antibiyotik direnç mekanizmaları bakterilerin evrimsel sürecinin bir parçası olarak kabul edilmektedir. Buna göre, antibiyotik direncinin hep var olduğu gibi her zaman da var olacağı ve etkisine direnç olmayan bir antibiyotiğin olmadığı ve olmayacağı öngörülmekte ve antibiyotik direnciyle mücadele planının bu varsayım üzerinden gerçekleştirilmesi gerektiği kabul edilmektedir.

Ayrıca, klinik açıdan önem taşıyan direnç mekanizmaları ve dirençli bakteri türlerinin zaman içinde değişiklik gösterebileceği düşünülmektedir. Bu nedenler, belirli aralıklarla yeni antibiyotiklerin üretilmesinin; bu antibiyotiklerin belirli direnç mekanizmalarına spesifik olmalarının ve kullanımlarının bu durumlarla sınırlı olmasının gerektiğini düşündürmektedir.

Son yıllarda yapılan çalışmalar belirli bir bakterideki çoklu ilaç direncinin yanısıra, tüm bakterilerdeki direnç faktörlerinin toplamından oluşan ve “rezistom” adı verilen direnç havuzu kavramına yer vermektedir. Bu havuzdaki bakteriler sadece patojen bakterileri değil patojen olmayan bakterileri de kapsamaktadır.

Bu yaklaşım değişikliğinin altında yatan sebep, bakterilerin direnç genlerini horizontal olarak farklı bakteri türlerine aktarabilmeleridir. Rezistomun daha iyi anlaşılmasının, sadece içinde bulunulan zamanda klinik açıdan önem taşıyan direnç mekanizmalarına yönelik değil, gelecekte önem kazanabilecek yeni direnç mekanizmaları hakkında da fikir sağlayarak yeni ilaçların keşif sürecinde önemli faydalar sağlayabileceği umut edilmektedir.

Paylaşın