“Barış Süreci” Erdoğan İçin Bir Zorunluluk Mu?

MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin “Abdullah Öcalan” çağrısı sonrası DEM Parti milletvekilleri Pervin Buldan ve Sırrı Süreyya Önder, 28 Aralık’ta İmralı’da Öcalan ile görüştü.

Kurtuluş Aladağ / Öcalan, Buldan ve Önder ile gönderdiği mesajda, Kürt – Türk kardeşliğini güçlendirmenin “tarihi bir sorumluluk” olduğunu belirterek, barışın inşasına katkıda bulunmaya hazır olduğunu dile getirdi. Öcalan, mesajında ayrıca, “gerekli olumlu adımları atmaya hazır ” olduğunu da vurguladı.

Pervin Buldan ve Sırrı Süreyya Önder ve yerine kayyım atanan Mardin Büyükşehir Belediye Başkanı Ahmet Türk’ten oluşan DEM Parti İmralı heyeti, yılbaşından sonra siyasi partilerle temaslara başladı.

TBMM Başkanı Numan Kurtulmuş ile görüşen DEM Parti İmralı heyeti, daha sonra MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’yi ziyaret etti. DEM Parti heyeti, AK Parti, CHP, Gelecek Partisi, Saadet Partisi, DEVA Partisi ve Yeniden Refah partisine ziyaretler gerçekleştirdi.

DEM Parti İmralı heyeti, ardından eski HDP Eş Genel Başkanları Selahattin Demirtaş ve Figen Yüksekdağ’ı ziyaret etti. Demirtaş, ziyaret sonrası yaptığı açıklamada, Abdullah Öcalan’a desteğini ifade etti, süreci ise “Demokratikleşme, barış ve kardeşlik” süreci olarak tanımladı.

Yüksekdağ ise, ziyaret sonrası yaptığı açıklamada, “Ülkemiz ve bölgemiz açısından hayati bir dönemden geçiyoruz. Halklarımızın barış, adalet ve demokrasiye her zamankinden çok ihtiyacı var” ifadelerini kullandı.

AK Parti Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Bahçeli’nin çağrısı sonrası başlayan süreci “tarihi bir fırsat” olarak değerlendirdi. Erdoğan, konuya ilişkin yaptığı açıklamada ”Terör belasını bitirmek için ülkemizin önüne yeni bir fırsat penceresi açılmıştır” dedi.

Erdoğan’ın adı konulmamış süreci “tarihi bir fırsat olarak” değerlendirmesi, iç ve dış dinamikler tarafından şekillendiriliyor.

İç dinamiklere bakarsak; Erdoğan, erken seçim yapılmadığı sürece cumhurbaşkanlığı için aday olamıyor, bu da Erdoğan’ı aday olabilmesi için siyasi bir tercih yapma noktasına getiriyor.

Bu nedenle, parlamentodaki üçüncü büyük parti olan Eşitlik ve Demokrasi Partisi’nin (DEM Parti) desteğini almak, Erdoğan’ın cumhurbaşkanlığını uzatacak anayasa değişikliklerini geçirmesi için hayati önem taşıyor.

Dış dinamiklere bakarsak; Baas rejiminin çökmesi sonrası Suriye’de oluşan belirsizlik. Türkiye’nin desteklediği Suriye Milli Ordusu (SMO), Suriye – Türkiye sınırında bir çok bölgeyi kontrol ediyor.

ABD’nin desteklediği ve ana omurgasını Halk Koruma Birlikleri’nin (YPG) oluşturduğu Suriye Demokratik Güçleri (SDG), Suriye’nin kuzeydoğusunda kontrolü elinde bulunduruyor.

Böyle bir ortamda, Erdoğan’ın Suriye’nin geneli ve ülkenin kuzeydoğusuna yönelik yaklaşımı, sadece Suriye’nin etnik veya mezhepsel hatlar arasında parçalanıp parçalanmayacağını değil, Türkiye iç siyasetinin de geleceğini belirleyecek.

Erdoğan, Bahçeli’nin çağrısıyla başlayan ve “barış, kardeşlik, terörsüz Türkiye” gibi terimlerle anılan sürece, farklı politik gelişmeler yaşanmaz ise, isteksiz evet demiş gibi gözüküyor.

Çözüm Süreci: Çözüm süreci, Türkiye’de 2013-2015 yılları arasında başlayan müzakereleri ifade ediyor. Bu süreç, Kürt sorununu barışçıl yollarla çözmek amacıyla başlatılmıştı.

Sürecin temel unsurları arasında, silah bırakma, demokratik reformlar ve Kürt kimliğine yönelik hakların genişletilmesi yer almaktaydı. PKK lideri Abdullah Öcalan, bu müzakerelerde kilit bir figür olarak rol almıştı.

Ancak 2015’te çatışmaların yeniden başlamasıyla çözüm süreci fiilen sona ermişti. Bu dönem, Türkiye’deki siyasi dinamiklerde önemli değişimlere neden olmuştu.

28 Kasım 1978’de Diyarbakır’ın Lice ilçesinde kurulan PKK, Avrupa Birliği, Amerika Birleşik Devletleri (ABD), İngiltere ve Fransa gibi pek çok başka devlet tarafından terör örgütü kabul ediliyor.

PKK lideri Öcalan, terör örgütü kurmak ve yönetmek suçundan müebbet hapis cezasına çarptırıldığı 1999 yılından beri, Marmara Denizi’ndeki İmralı Cezaevi’nde bulunuyor.

Paylaşın

“Abdullah Öcalan İle İkinci Görüşme Planlanıyor” İddiası

“Yeni Çözüm Süreci” tartışmaları gündemdeki yerini korurken, İmralı Adası’nda bulunan PKK Lideri Abdullah Öcalan’la ikinci bir görüşme yapılması için çeşitli temaslar gerçekleştiği öne sürüldü.

Bu kapsamda önümüzdeki hafta Öcalan’la ikinci bir görüşmenin gerçekleşmesinin beklendiği ifade edildi. İkinci görüşmenin Öcalan’ın avukatlarıyla olabileceği ancak bu konuda henüz bir netleşme olmadığı belirtildi.

Milliyetçi Hareket Partisi (MHP) Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin 22 Ekim’de yaptığı ‘Öcalan çıkışı’nın üzerinden neredeyse bir ay geçti.

Geçen sürede DEM Parti Milletvekili Ömer Öcalan, PKK Lideri Abdullah Öcalan’la bir görüşme gerçekleştirdi. 43 ay sonra gerçekleşen bu görüşme sonrasında Öcalan, “Koşullar oluşursa bu süreci çatışma ve şiddet zemininden hukuki ve siyasi zemine çekecek teorik ve pratik güce sahibim” mesajını iletti.

DEM Parti, bu mesajın geldiği günden bu yana koşulların oluşması, iletişim olanaklarının sağlanması için çağrılar yaptı.

Gazete Duvar’dan Ceren Bayar’ın haberine göre; Taraflardan edindiğimiz bilgilere göre kamuoyundaki bu tartışmalar sürerken İmralı Adası’nda bulunan PKK lideri Abdullah Öcalan’la ikinci bir görüşme yapılması için çeşitli temaslar gerçekleşti. Bu kapsamda önümüzdeki hafta Öcalan’la ikinci bir görüşmenin gerçekleşmesinin beklendiği ifade edildi. İkinci görüşmenin Öcalan’ın avukatlarıyla olabileceği ancak bu konuda henüz bir netleşme olmadığı belirtildi.

Öte yandan Bahçeli’nin Öcalan çıkışı ve sözlerinin arkasında durduğuna dair açıklamaları sonrasında Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’dan kamuoyunu tatmin edecek netlikte bir açıklama gelmedi. Üstelik geçen sürede biri CHP’li, üçü DEM Partili dört belediyeye kayyım atandı. Tüm bunlar ‘Cumhur İttifakı’nın iki ortağı arasında bu konu özelinde bir anlaşmazlık var’ yorumunu güçlendirdi.

İktidar kanadından yapılan değerlendirmelere göre iki lider arasında bir kriz yok. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Bahçeli’nin çağrısına dair devletin farklı organları ile istişare yaptığı, ayrıca partisince yaptırılan geniş kamuoyu araştırmasını beklediği ifade ediliyor. Bu sonuçların ardından bugün Erdoğan ile Bahçeli bir araya gelecek. İki liderin son gelişmeleri detaylıca değerlendirmesi bekleniyor.

“İki lider uzlaşmazsa süreç olmaz”

DEM Parti kaynaklarına göre iki lider arasında ‘birbirini ikna edememe, ortak bir noktada buluşamama’ durumu yaşanıyor. Erdoğan’ın, iktidarın güncel ihtiyaçlarını öncelediğini Bahçeli’nin ise devletin içinde bulunduğu koşulları ve Orta Doğu’daki gelişmeleri göz önünde bulundurduğunu düşünen DEM Partililer, Erdoğan ve Bahçeli arasındaki bu anlayış farkının sürecinin ilerleyip ilerlemeyeceğini belirleyeceği görüşünde.

Paylaşın

Yeni Çözüm Süreci Tartışmaları: Kulislerde Hangi Seçenekler Konuşuluyor?

“Yeni Çözüm Süreci” tartışmaları gündemdeki yerini korurken, Cumhur İttifakı ortaklarının pratikte nasıl adım atacakları ve nasıl bir yöntem izleyecekleri henüz bilinmiyor.

AK Parti ve MHP’de geçmişte başarısızlıkla sonuçlanan “çözüm süreci” ifadesi kullanılmıyor ve denenmiş yöntemlerle çözüm arayışı olmadığı ısrarla vurgulanıyor. Geçmişteki süreçle en önemli farklardan birinin Orta Doğu’da yaşananlar nedeniyle sürecin “hızla sonuçlandırılması” olacağı ifade ediliyor:

“Her ne olacaksa, yani olumlu olumsuz çok uzun bir süreç olmayacak. Kartların hızlı açılması lazım. Anayasal birtakım haklar özel çalışmalarla uzun sürece yayılacak, şu anda Türkiye’nin kaldırabileceği bir durum değil.”

Türkiye günlerdir, Milliyetçi Hareket Partisi (MHP) Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin PKK Lideri Abdullah Öcalan’a yaptığı “Terörü lağvet, Meclis’te DEM Parti grubunda konuş” çağrısını tartışıyor.

AK Parti Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Bahçeli’nin çıkışını, “tarihi fırsat penceresi” olarak nitelendirdi ve Kürtlere “uzatılan samimi eli tutmaları” çağrısı yaptı.

Bahçeli’nin açıklamalarının ardından ilk somut adım, PKK Lideri Abdullah Öcalan’a 43 ay sonra “aile görüşü” kapsamında yeğeni DEM Parti Milletvekili Ömer Öcalan’la görüşmesine izni verilmesi olmuştu. Ancak yeni süreçle ilgili ittifak ortaklarının pratikte nasıl adım atacakları ve nasıl bir yöntem izleyecekleri henüz bilinmiyor.

BBC Türkçe’den Ayşe Sayın’ın haberine göre; Gerek AK Parti, gerekse MHP’de geçmişte başarısızlıkla sonuçlanan “çözüm süreci” ifadesi kullanılmıyor ve denenmiş yöntemlerle çözüm arayışı olmadığı ısrarla vurgulanıyor.

Geçmişteki süreçle en önemli farklardan birinin Orta Doğu’da yaşananlar nedeniyle sürecin “hızla sonuçlandırılması” olacağı ifade ediliyor: “Her ne olacaksa, yani olumlu olumsuz çok uzun bir süreç olmayacak. Kartların hızlı açılması lazım. Anayasal birtakım haklar özel çalışmalarla uzun sürece yayılacak, şu anda Türkiye’nin kaldırabileceği bir durum değil.”

Erdoğan’ın 30 Ekim’deki konuşmalarının ardından meclis kulisleri oldukça hareketliydi. Gerek muhalefet, gerekse Cumhur İttifakı ortağı MHP’de Erdoğan’ın açıklamaları dikkatle izlendi. Erdoğan’ın, Bahçeli’ye yönelik övgü dolu sözleri ve sürece destek vermesi MHP’de memnuniyetle karşılandı.

MHP kulislerinde, Erdoğan’ın açıklamaları ve yeni sürece ilişkin öne çıkan görüşleri şöyle özetlemek mümkün: “Öcalan bu konuda geçmiş tecrübesiyle etkili olabilir mi, katkı sağlayabilir mi, silah bıraktırabilir mi, bunu da göreceğiz. En azından Öcalan’ın aktör olması halinde sorunun çözüleceğini savunanların bu konuyu istismar meselesi yapmasının önüne geçilecek.

DEM Parti bir eşikte. Bundan sonra Türkiyeliliği tartışılacaktır. Kandil ve Suriye’deki yapıların talimatları ile hareket eden bir yapı olup olmadığı bu süreçte netleşecek. Bahçeli ve Erdoğan, siyaset ezberini bozdu. Erdoğan, Bahçeli’nin uzattığı ele benzer bir el uzatmış oldu. Bu satranç oyunu değil. Kürtler ABD, İran, İsrail tezgahına düşmeden bir karar verecek ve ‘Türkiye’ derlerse olumlu gelişmeler olacak.

Her ne olacaksa, yani olumlu olumsuz çok uzun bir süreç olmayacak. Kartların hızlı açılması lazım. Burada bulunduğumuz coğrafyanın yeniden şekillenmesinden bahsediyoruz. İki ay DEM Parti ne diyor, üç ay AK Parti, MHP ne diyor bekleyerek geçirilecek bir süre yok…

‘Acaba MHP bizi kandırıyor mu, oyun mu kuruyor’ gibi tereddütlü yaklaşımlardan vazgeçip hızla netleşilmeli. Bahçeli, MHP’nin 55 yıllık siyasi tarihini, kendi siyasi hayatını ortaya koydu. Kimse MHP’nin bu duruşuyla ilgili bize, ‘Bahçeli neyin peşinde’ tutumu sergilemesin. Bahçeli, siyasi geçmişini ve partisini ‘yoklama, oyun’ uğruna heba edecek bir lider değil.

İsrail’in bölgede yarattığı şiddet ve tehdit, bunun Türkiye’ye olası etkilerine karşı yapılan uyarılar ve en son Bahçeli ve Erdoğan’dan gelen çağrılar bir bütünün parçaları. Burada bir süreç yönetimi var. Suriye’dekilerden bir şey beklenmiyor ama Türkiye’deki Kürtlere ‘tarafınızı seçin’ deniliyor.”

“Her şey çok flu, el yordamıyla yol alma hali var”

Erdoğan’ın açıklamaları DEM Parti tarafında da dikkatle izleniyor. Gerek Bahçeli, gerekse Erdoğan’dan çözüme yönelik adımlar olumlu bulunsa da “pratikte atılacak somut adımlar” merak ediliyor.

Meclis kulisinde Erdoğan’ın açıklamalarına ilişkin görüşlerini sorduğumuz DEM Parti Grup Başkanvekili Gülistan Koçyiğit de sürecin belirsizliğine dikkat çekti: “Her şey çok flu. İyi bir mutfak çalışmasının yapıldığı, bir yol haritasının, bir aklın ortaya çıktığı ve aşama aşama hayata geçirildiği bir planı göremiyoruz. Galiba biraz el yordamıyla yol alma hali var.”

Koçyiğit, yeni sürece ilişkin beklenti ve endişelerine ilişkin özetle şu değerlendirmeleri yaptı: “En nihayetinde çözüme dair bir fikri devamlılık, istikrar var. Oraya halel getirecek bir açıklama yapılmadı. Ama bu açıklamaları, değerlendirmeleri destekleyecek pratik ve politik bir adım görmüyoruz.

Velev ki Anayasa için, seçim için söyleniyor bu sözler. Şunu görmek gerek; biz güçlü bir partiyiz, çok güçlü bir tabana sahibiz. Arka planda böyle şeyler düşünülmüş olsa bile pratikte hiçbir şey değişmez. Çünkü biz günün sonunda üzüm yemek istiyoruz, bağcıyı dövmek istemiyoruz.

Bir kere gitmekle İmralı’nın kapıları açılmış olmuyor. Gerçekten avukatlar, gazeteciler giderse ve oradan sürece dair bir müdahale olursa bir yere evrilebilir. Bunun ihtiyaç olduğu net. Bunun için koşullar sağlanmalı. Öcalan’ın mesajı ortada. Bugün artık top hükümetin kalesinde.

Bahçeli bizzat İmralı’yı muhatap olarak tarif etti. Muhatap, başmüzakereci olarak Öcalan orada duruyor. Muhatabı konuşmadan nasıl ilerleyecek? Sürecin Bahçeli’nin açıklamalarıyla başlaması isabetli ve pozitif. Bir çözüm olacaksa en uçta duranların bu sürece katkı sunması gerekiyor. Başlatan tarafın MHP olması bazı eşikleri atlamak açısından önemli.”

Cumhur ittifakı ortakları Kürt sorununa ilişkin yeni bir süreç için çağrı yaparken Esenyurt Belediye Başkanı Ahmet Özer’in tutuklanıp yerine kayyum atanması DEM Parti’ye göre “ortamı zehirleyecek nitelikte bir adım” oldu.

Koçyiğit, bu adımın süreçle ilgili tartışılan tüm başlıklara “halel getireceğini” belirterek şöyle konuştu: “Bir taraftan iç cephe diyerek bin yıllık kardeşlikten bahsedeceksiniz; sonra da Esenyurt Belediye Başkanını gözaltına alacaksınız. O da yetmezmiş gibi Kent Uzlaşısı ile seçilmiş Toroslar, Akdeniz belediye meclis üyelerini hedef göstereceksiniz. Bu ne perhiz, bu ne lahana turşusu? Asla kabul edilemez.”

Mart 2024’teki yerel seçimlerde DEM Parti, “kent uzlaşısı” stratejisi doğrultusunda İstanbul’un bazı ilçelerinde aday çıkarmamış ve tabanını CHP’ye yönlendirmişti. Bu bağlamda Esenyurt’ta CHP’nin adayı Ahmet Özer, yüzde 49,07 oy ile seçilmişti.

Paylaşın

“Çözüm Süreci” Tartışmaları: Özel’den “Meclis’te Olursa İşin İçinde Oluruz” Yorumu

Önceki “Çözüm Süreci”nin yarıda kesilmesinin nedenini “CHP’nin dışlanmasına” bağlayan Özgür Özel, “Çatışmalı süreçlerin çözümüne yönelik evrensel uygulamaların getirdiği tecrübe bunun sonuç vermeyeceğini söylüyordu. Öyle de oldu” dedi ve ekledi:

“Türkiye’de hendek olaylarından dolayı çok canımız yandı. Şehitlerimiz oldu, şehirler harap oldu. O yüzden biz dışarıda bırakılmamayı istiyoruz. Meclis’te olursa biz bu işin içinde oluruz. Ama Meclis’in dışında bir yere davet edilsek olmayız. Yani ‘Gelin biz bu işi AKP, MHP, DEM, CHP dışarıda halledelim’ derlerse bunu doğru bulmayız. Meclis denetimi ve Meclis’teki tüm partilere veya tüm gruplara açık olması önemli.”

Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) Genel Başkanı Özgür Özel, Sözcü gazetesinden İpek Özbey‘in sorularını yanıtladı. Özel, iktidar ortaklarından Milliyetçi Hareket Partisi (MHP) lideri Devlet Bahçeli için de, “Erdoğan’ın ya elini rahatlatmak istiyor ya da atılamayacak bir adımı önererek onun önünü kesmek istiyor,” dedi.

Bahçeli, bu hafta Kürdistan İşçi Partisi (PKK) lideri Abdullah Öcalan’ın tecridinin kaldırılarak Meclis’e getirilmesi ve silahları bırakacaklarına ilişkin konuşma yapması çağrısında bulunmuştu. Söz konusu çağrı, CHP lideri Özel’in, Halkların Demokratik Partisi’nin (HDP) tutuklu olan eski Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş’ı ziyaret etmek üzere Edirne Cezaevi’ne gitmesinin hemen ardından gerçekleşmişti.

Öte yandan Özel, daha önce iktidarla kurdukları temasta Bahçeli’nin “çözüm süreci” veya “Kürt sorunu” hakkında herhangi bir konuyu gündeme getirmediğini belirtti. “Bir adım atacaklarını bekliyordum, duyumları geliyordu. Çünkü AK Parti eskiden, Kürtlerin ikinci partisiydi, bazı illerde birinci partisiydi. Son araştırmalar bu özelliğini tamamen kaybettiklerini gösteriyor,” diyen Özel, sözlerini şöyle sürdürdü:

“AK Parti kendi içinde yaptığı değerlendirmelerde ‘Kürtlerle yeni bir adım atılması gerekir,’ diye konuşuyordu. Bunun Devlet Bey’e rağmen yapılamayacağını düşündüğüm için Devlet Bey’den gelmesini bekliyordum. 1 Ekim günü de el sıkmasına şaşırmadım. Hatta bana sorulduğunda ‘Doğru yapılmıştır,’ dedim.”

Bahçeli, bu ayın başlarında TBMM’nin yeni yasama yılı açılışında DEM Parti sıralarına yönelerek partinin yöneticileriyle el sıkışmış ve siyasetin gündemine oturmuştu. Özel, “Devlet Bey’in bir şeyler söylemesini ve Tayyip Bey’in elini rahatlatmasını bekliyordum. Ama ‘Abdullah Öcalan gelsin, Meclis’te konuşsun,’ demesini beklemiyordum,” ifadelerini kullandı.

“Devlet Bey açıklıkla söylemiyor ama çağırdığı kürsü aslında o an konuştuğu kürsü. Çünkü MHP ve DEM aynı toplantı salonunu kullanıyorlar. ‘Buraya gelsin’ diyor yani. Buna ben de şaşırdım. Erdoğan’ın ya elini rahatlatmak istiyor ya da atılamayacak bir adımı önererek onun önünü kesmek istiyor. Bunu göreceğiz.”

Özel, “Böyle bir şey olursa CHP bu işin neresinde olur?” sorusuna şöyle yanıt verdi: “Meclis’te olursa içinde olur. Hiçbir siyasi partiyi dışlamasın. Geçen sefer bu yapılmadı. Cumhuriyet Halk Partisi dışlandı. Hatta o sırada Cumhuriyet Halk Partisi bu konuda kredi vermesine karşı, ‘krediyi başına çal’ gibisinden bir kestirip atma oldu. Sadece CHP değil, o gün MHP’yi de dışlamışlardı.”

Önceki çözüm sürecinin yarıda kesilmesinin nedenini “CHP’nin dışlanmasına” bağlayan Özel, “Çatışmalı süreçlerin çözümüne yönelik evrensel uygulamaların getirdiği tecrübe bunun sonuç vermeyeceğini söylüyordu. Öyle de oldu” dedi ve ekledi:

“Türkiye’de hendek olaylarından dolayı çok canımız yandı. Şehitlerimiz oldu, şehirler harap oldu. O yüzden biz dışarıda bırakılmamayı istiyoruz. Meclis’te olursa biz bu işin içinde oluruz. Ama Meclis’in dışında bir yere davet edilsek olmayız. Yani ‘Gelin biz bu işi AKP, MHP, DEM, CHP dışarıda halledelim’ derlerse bunu doğru bulmayız. Meclis denetimi ve Meclis’teki tüm partilere veya tüm gruplara açık olması önemli.”

Bu haftaki Diyarbakır ziyaretine de değinen Özel, sokaktaki vatandaşın eşit olduğunu hissetmediğini ve “Eşit olmak istiyorum,” dediğini aktardı. “Siz ‘Kürt sorunu yoktur,’ diyorsanız, bu Kürtlerin en büyük sorunudur. Sorunlarının olup olmadığına Devlet Bey veya Tayyip Bey karar verecekse Kürt sorunu zaten burada başlıyor demektir.”

“Selahattin Demirtaş’ı işlevsizleştiriyorlar”

“İktidara da veya Devlet Bey’e de diyorum ki işine gelen aktörü parlatıp işine gelmeyen aktörü kenarda bırakamazsın. Bu doğru değil. O da Selahattin Demirtaş’ı işlevsizleştiriyor” ifadelerini kullanan Özel, sözlerini şöyle sürdürdü: “Çünkü Selahattin Demirtaş’ın bir tutarlılığı var. Erdoğan açısından bu bir travma. ‘Seni başkan yaptırmayacağız,’ demişti ona.”

Paylaşın

PKK, Abdullah Öcalan’ın Çağrısıyla Silah Bırakır Mı?

PKK yöneticilerinin son yıllarda Abdulah Öcalan’ın açıklamalarına doğrudan karşı çıkmadan onu tevil ederek karşı pozisyon oluşturduğuna dikkat çeken Rawest Araştırma Direktörü Roj Girasun, “Kimi zaman (Öcalan’ı) boşa düşürdükleri görüntüsü verdiler ancak örgüt kadroları ve militanları için en güçlü motivasyon halen Öcalan. Öcalan’ın militanlar üzerindeki etkisi yadsınamaz” yorumu yapıyor.

Öcalan’ın 1999’da yaptığı geri çekilme çağrısına o dönem bütün güçlerin uyduğunu hatırlatan Girasun, 2013-2015”teki çözüm sürecine dair ise şunları kaydediyor: “Öcalan’ın 2013’teki çağrısına önce bir olumlu cevap alındı. Ancak devamında Türkiye’de yaşanan olaylar hem AKP-Gülen Cemaati çatışması, hem o dönem başlayan Gezi olayları, sonrasındaki Kobani meselesi, Rojava denklemi Öcalan’ın örgütüne yönelik çağrısının etkisini azaltmıştı.”

Milliyetçi Hareket Partisi (MHP) Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin DEM Partili milletvekilleri ile TBMM’de el sıkışması ve ardından cezaevindeki PKK lideri Abdullah Öcalan’a yaptığı çağrının tartışılmaya başlandığı günlerde TUSAŞ’a düzenlenen terör saldırısı PKK’nın silah bırakmaya istekli olup olmadığı sorusunu da beraberinde getirdi.

Bahçeli’nin TBMM’deki grup toplantısında yaptığı “Terörist başı işin içinde olmazsa bir şey olmaz diyenlere de sesleniyorum. Şayet terörist başının tecridi kaldırılırsa gelsin Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde DEM Parti grup toplantısında konuşsun. Terörün tamamen bittiğini ve örgütün lağvedildiğini haykırsın. Bu dirayeti gösterirse umut hakkının kullanımıyla ilgili yasal düzenlemenin yapılmasının önü de ardına kadar açılsın” açıklaması Kürt sorununun çözümü için yeni bir sürecin başlayacağı beklentilerine yol açmıştı.

DEM Parti’den ve Edirne Cezaevindeki HDP eski Eş Başkanı Selahattin Demirtaş’tan da gelen ılımlı açıklamalar bu beklentileri yükseltti. Ancak TUSAŞ’a yapılan ve İçişleri Bakanlığı tarafından PKK militanlarınca gerçekleştirildiği belirtilen saldırı henüz netliğe kavuşmamış bu sürece ilişkin soru işaretlerini artırdı.

TUSAŞ saldırısının olduğu 23 Ekim’de bu süreç için önemli bir başka gelişme Öcalan için uygulanan tecridin kaldırılması ve 43 ayın ardından aile görüşmesine izin verilmesi oldu.

İmralı Cezaevi’nde tutuklu bulunan Abdullah Öcalan, yeğeni ve Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi (Dem Parti) Şanlıurfa Milletvekili Ömer Öcalan ile görüştü. Ömer Öcalan 24 Ekim’de sosyal medya hesabından yaptığı paylaşımda Abdullah Öcalan’ın “Koşullar oluşursa bu süreci çatışma ve şiddet zemininden hukuki ve siyasi zemine çekecek teorik ve pratik güce sahibim” dediğini aktardı.

KCK Yürütme Konseyi Eş Başkanlığı tarafından Öcalan ile yapılan görüşmeye dair yapılan açıklamada Kürt halkının bütün yapıları ve bileşenleriyle Öcalan’ın geliştireceği süreci esas alacağı belirtilerek “Önder Apo hareketimizin ve halkımızın iradesi ve Kürt sorununun demokratik çözümünün muhatabı ve müzakerecisidir. Bu konuda herhangi bir farklı yaklaşım ve duruş söz konusu değildir. Hareketimiz bütün bileşenleriyle Önder Apo’nun geliştireceği sürece göre hareket edecektir” denildi.

Peki 1999’dan beri tutuklu bulunan Abdullah Öcalan örgüt üstünde hâlâ güçlü mü? Öcalan’ın çağrı yapması durumunda PKK’nın silahları bırakıp bırakır mı? Öcalan, örgütün yönetici elitleri tarafından ne kadar dinlenir?

DW Türkçe’den Gülsen Solaker‘e konuşan Rawest Araştırma Direktörü Roj Girasun, PKK yöneticilerinin son yıllarda Abdulah Öcalan’ın açıklamalarına doğrudan karşı çıkmadan onu tevil ederek karşı pozisyon oluşturduğuna dikkat çekip “Kimi zaman (Öcalan’ı) boşa düşürdükleri görüntüsü verdiler ancak örgüt kadroları ve militanları için en güçlü motivasyon halen Öcalan. Öcalan’ın militanlar üzerindeki etkisi yadsınamaz” yorumu yapıyor.

Öcalan’ın 1999’da yaptığı geri çekilme çağrısına o dönem bütün güçlerin uyduğunu hatırlatan Girasun, 2013-2015”teki çözüm sürecine dair ise şunları kaydediyor: “Öcalan’ın 2013’teki çağrısına önce bir olumlu cevap alındı. Ancak devamında Türkiye’de yaşanan olaylar hem AKP-Gülen Cemaati çatışması, hem o dönem başlayan Gezi olayları, sonrasındaki Kobani meselesi, Rojava denklemi Öcalan’ın örgütüne yönelik çağrısının etkisini azaltmıştı.”

Diyarbakır’da 21 Mart 2013’te düzenlenen Nevruz kutlamalarında Abdullah Öcalan’ın mektubu okunmuştu. Öcalan mektubunda silahları susturma çağrısı yaparak “silahlı unsurların sınır ötesine çekilmesi aşamasının geldiğini” belirtmişti.

Bu gelişmenin ardından PKK’lı Murat Karayılan 25 Nisan 2013’te Kandil’de kalabalık bir gazeteci topluluğunun katıldığı basın toplantısıyla örgütün 8 Mayıs’ta geri çekilmeye başlayacağını duyurdu. Ancak yaz aylarına gelindiğinde bu çekilmenin Türk yetkililerin istediği boyutta olmadığı basına yansımaya başladı.

Erdoğan, 26 Haziran 2013’te Akil İnsanlar Heyeti üyeleri ile Dolmabahçe’deki başbakanlık yerleşkesinde görüşmesinde örgütün sadece yüzde 15’inin çekildiğini söyledi. Bölgesel dinamiklerin, Suriye’deki gelişmelerin ve Gezi olaylarının etkisiyle de büyüyen gerilimle PKK 9 Eylül 2013’te ise geri çekilmeyi durdurduğunu açıkladı.

PKK’da Abdullah Öcalan’a karşı direnç gelişir mi?

Girasun’a göre bugün itibariyle kamuoyuna yansıyan bazı ifadelerden görünen örgütte Öcalan’a karşı yeni bir direnç gelişebileceği yönünde. PKK’nın Öcalan’a çağrısına karşılık vermeyebileceği düşünenler, sosyal medyada KCK Eş Başkanı Cemil Bayık’ın 2015’teki bir röportajındaki sözlerini paylaşıyor.

Bayık bu röportajında İmralı’daki Öcalan için “Önder Apo orada çarmıhta gerilmiş durumdadır. Sürekli kameralarla izleniyor, sürekli baskı altında, ellerinde rehinedir” diyerek şöyle devam ediyor: “Pratiği yürüten biziz. Pratikten biz sorumluyuz. Apo sorumlu değil. Apo oradan ne hareketi ne de pratiği yürütebilir. Bu konularda bir karar da veremez. Silahlı güçlerin yurt dışına çekilmesi kararını ancak biz veririz. Ne HDP ne de Apo verebilir. Böyle bir çağrı olursa bunun kararını biz veririz.”

Ancak PKK yöneticilerinin zaman zaman ters düştüğü Öcalan’ın alt kadrolar ve militanlar üstündeki etkisinin daha güçlü olabileceği yorumları da yapılıyor. Girasun, TUSAŞ’a yapılan saldırının örgütün Öcalan’a karşı oluşturduğu direncin bir parçası olabileceğini söylerken şunları kaydediyor:

“Öcalan’ın kadrolar üzerindeki etkisini unutmamak lazım. Örgütün militanları ve kadroları için Öcalan büyük bir savaş motivasyonu. O yüzden kurucu kadroda bir direnç gelişse dahi Öcalan’ı dinleyecek militanları ve kadroları düşündüğümüz zaman yönetici elitinin de eli oldukça zayıf olur.”

Öcalan’ın 2019’daki yerel seçiminin hemen öncesinde yaptığı “sandıkta tarafsız kalınması” çağrısı HDP, Kandil ve Kürt seçmenlerde karşılık bulmamıştı. Girasun, şu andaki durumun daha farklı olduğunu ve Demirtaş’ın yaptığı “Öcalan bir inisiyatif alırsa tüm gücümüzle arkasında olacağız; barış sesinin bu defa bastırılmasına izin vermeyeceğiz” açıklamasına işaret ederek şöyle konuşuyor:

“Demirtaş toplumsal liderliğini ve gücünü Öcalan’ın silahsızlanma çağrısıyla beraber devreye sokabileceğini ilan ediyor. Öcalan, Kürt toplumu için tarihsel bir lider. Demirtaş ise güçlü bir toplumsal lider. Tarihsel liderle sosyolojik liderin yan yana geldiği durumda çağrının hem örgüt militanları üzerindeki etkisinin kuvveti artar hem de geniş toplumsal kesimlerde bunun kabulü kolaylaşabilir.”

Bu arada TUSAŞ’a yönelik saldırı öncesinde Bahçeli’nin Öcalan’a çağrısını değerlendiren PKK yöneticilerinden Murat Karayılan, örgütün Türkiye’de zayıflamadığını savunarak “Kimse yanlış hesap yapmamalı, (yanlış hesap yapanlar) yarın ne kadar büyük yanıldıklarını görecektir” ifadelerini kullandı. Karayılan ayrıca “Eğer Türkiye’nin çıkarını düşünen, gerçek yurtseverliğin ağır bastığı bir durum gelişiyorsa ve bu temelde bazı yeni adımları atacaklarsa Kürt tarafı buna yok demez ama asla yaş tahtaya da basmaz” diye konuştu.

Öcalan’ın olası bir çağrısı durumunda PKK’nın bir bölünmeye gidip gitmeyeceği ve Suriye’de ABD’nin desteğiyle giderek güçlenen PYD/YPG güçlerinin durumu da akıllardaki bir başka soru işareti.

Ankara, PKK’nın Suriye kolu olarak nitelendirdiği Suriye Demokratik Güçleri (SDG) çatısı altındaki YPG-PYD’nin Kuzey Suriye’de oluşturduğu otonom bölgenin ABD’nin de katkısıyla devletleşmeye gittiğini düşünerek uzun bir süredir bunu engellemeye çalışıyor. Bu kapsamda “Suriye’den gelen tehditleri önlemek” için Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK) Ağustos 2016’da Fırat Kalkanı Harekatı’nı başlatmış, ardından Zeytin Dalı, Barış Pınarı ve Barış Kalkanı operasyonlarını gerçekleştirmişti.

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan başkanlığında son düzenlenen güvenlik toplantısının ardından yapılan açıklamada da “terörle mücadelenin ve terörsüz bir Türkiye için cansiparane çalışmaların süreceği, sınır ötesinde bir ‘teröristan’ kurulmasına asla müsaade edilmeyeceği” vurgulandı.

Girasun, örgütün silahsızlanmasıyla PYD’nin ve Rojava’nın durumlarının farklı meseleler olduğunu ifade ederek şu anda bahsi geçen sürecin daha çok “örgütün Türkiye’ye ve Türkiye’nin menfaatlerine karşı silah kullanmayı bırakması” olduğunu belirtiyor. Girasun, “Yani örgütle ilişkili bütün silahlı unsurların silah bırakacağı ve bugüne kadar bu yapıların elde ettiği bütün kazanımlarını bir çırpıda geriye bırakacakları anlamına gelmez” diyor.

Örgütte geçmişte de yaşandığı gibi bir bölünmenin de gündeme gelebileceği ancak silah bırakmayan ekibin muhtemelen marjinalleşeceği öngörüsünde bulunan Girasun, sözlerini şöyle sürdürüyor: “Bu tür çözüm süreçleri içinde bölünmeler, ayrılıklar vb elbette yaşanır. Çatışmaların çözüme kavuşturulduğu IRA, FARC gibi yakın örnekler de bunu bize gösteriyor. Ama mutlak yaşanır ya da yaşanacaktır demek değildir bu.”

Girasun, Kürt toplumunun çok net bir şekilde sorunların barışçıl yollarla, silah dışı yöntemlerle çözüm arayışını desteklediğini de belirtiyor. DEM Parti Diyarbakır Milletvekili Cengiz Çandar, TBMM Genel Kurulu’nda yaptığı konuşmada “yepyeni bir dönemin” ve “toplumsal barış, iç cephenin güçlendirilmesi ve ulusal birliğin tahkimi” için başlangıç noktasında olunduğunu söyledi. Çandar, Öcalan’ın “ben varım” dediğini söylerken şunları kaydetti:

“Şimdi iş sözü edilen koşulların oluşturulmasında. Bu, kolay bir iş değil; sabır, dikkat, titizlik, esneklik, özveri ve en önemlisi irade gerektiriyor. Dünkü terör saldırısı iç barışı, toplumsal barışı, iç cepheyi güçlendirmenin çok da kolay olmadığını, durumun birçok toplumsal provokasyona açık olduğunu gösterdi.”

Paylaşın

Yeni Çözüm Süreci Tartışmaları: TUSAŞ Saldırısı Sabotaj Mıydı?

MİT Müsteşar Yardımcısı iken emekli olan Cevat Öneş, yeni çözüm süreci tartışmalarına ilişkin, “Toplumu hazırlamadan nitelikli bir demokratikleşme olmadan böyle köklü bir sorunun çözümü çok zor. İç politika malzemesi olarak yapılıp iç politikadaki iktidarını korumak için stratejik düşünmeden taktiksel adımların atılması faydadan çok zararlar verir diye düşünüyorum” dedi ve ekledi:

“Bu meseleyi, ‘Kürt sorununu’ çözmek isteyenler hala ‘Kürt sorunu yoktur’ diye hareket ediyorlar. Bununla cumhuriyet tarihi boyunca uğraştık. 1978’den beri terör boyutuyla da uğraşıyoruz. ‘Bu mesele yoktur’ diye hareket ettiğimizde Kürt meselesinin emperyalizmin en önemli araçlarından biri olduğunu düşünmeden hareket edildiğinde bir çözüm mümkün değil. İç politika malzemesi veya muhtemel seçimlerde iktidarda kalmak gibi bir izlenim veriliyor.”

Türkiye yeni yasama yılının başından beri adı konmamış Kürt sorununa “yeni çözüm sürecinde” baş döndürücü bir trafik yaşıyor.

Önce DEM Partililer’le el sıkışan, ardından 15 Ekim’de PKK lideri Öcalan, “terörün bittiğini, örgütünün tasfiye edileceğini tek taraflı ilan etsin” 22 Ekim’de “Şayet teröristbaşının tecridi kaldırılırsa, gelsin TBMM DEM Parti grup toplantısında konuşsun. Terörün tamamen bittiğini ve örgütün lağvedildiğini haykırsın” açıklamalarıyla sürecin siyasi mimarisini şekillendiren isim MHP lideri Devlet Bahçeli oldu.

MHP Genel Başkanı kendisi dışındaki milliyetçi partilerin eleştirel tutumlarına ve parlamento dışındaki çevrelerin ”milliyetçi cephe” çağrılarına rağmen siyasi pozisyonunu korumayı sürdürüyor.

Bahçeli’nin Cumhur İttifakı’ndaki büyük ortağı Adalet ve Kalkınma Partisi’nin Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ise, “Açılan bu tarihi pencerenin hesaplara kurban edilmemesini istiyoruz. Hep beraber terörün olmadığı Türkiye’yi inşa edelim istiyoruz” sözleriyle MHP liderine destek verse de henüz kendisini bağlayıcı bir tutum almış değil.

Türkiye’de milliyetçiliğin ana merkezi olarak bilinen MHP’nin liderinin yaptığı sürpriz çıkıştan bir gün sonra PKK’lı oldukları açıklanan kişiler tarafından ülkenin en büyük savunma ve havacılık şirketlerinden TUSAŞ’a gerçekleştirilen saldırı sürecin sabotaja uğradığı yorumlarını da beraberinde getirdi.

“Bugün yarın sürecin adı konur”

2013 yılındaki Çözüm Süreci’ni destekleyen isimlerden olan İlhami Işık, TUSAŞ saldırısının süreci akamete uğratacak nitelikte sonuçlar doğurmayacağını düşünüyor.

VOA Türkçe’den Hilmi Hacaloğlu‘nun konuştuğu Işık, “Adı konmuyor çünkü yaşadığımız bir çözüm süreci vardı. O zaman çokça umut vardı, bahar gelecek deniyordu. Maalesef o süreç 2015’te tümüyle gitti. Bunun yarattığı travma var. Ondan sonra bildiğiniz gibi ağır milliyetçi muhafazakar dalga geldi. Yeni kuşak bu dalganın içinde büyüdü. O yüzden henüz adı konmak istenmiyor. Ama bugün yarın konur. 1993’ten beri Özal’la başlayan diyalog sürecini de çok iyi biliyorum. 16 Nisan’da Öcalan ateşkes ilan etti, 17 Nisan’da Özal öldü, 24 Mayıs’ta 33 er Bingöl’de şehit edildi. 2009’da görüşmeler yapılırken Reşadiye saldırısı ya da TAK’ın (Kürdistan Özgürlük Şahinleri) İstanbul’daki eylemleri hep benzer süreçlerde oldu. Dün TUSAŞ’taki saldırıya benzer olaylar oldu yani. TUSAŞ tabii önemli bir hedef. Birkaç içinde düşünülen, planlanan ve gerçekleştirilen bir eylem gibi durmuyor. Belki irtibat kesildi. Yalnız bir yandan bu saldırı barışı savunanları kenetledi” dedi.

İlhami Işık, bu sürecin yakın bir gelecekte yapılmayacağı hemen hemen kesin olan seçimlerle alakası olmadığını, böyle bir tercihin gözünü MHP seçmenine diken İYİ Parti ve Zafer Partisi lehine sonuç yaratabileceğini dile getiriyor.

İçişleri Bakanlığı saldırganların PKK’lı olduğunu açıklayarak TUSAŞ saldırısıyla ilgili bu örgütü işaret etti. PKK ile birlikte İran’da örgütlü PJAK ve Suriye’de örgütlü PYD’nin çatı örgütü KCK (Kürdistan Topluluklar Birliği) ise bugün yaptığı açıklamada saldırıyı henüz kendilerine ait bir gücün yapıp yapmadığını bilmediklerini duyurdu.

KCK açıklamasında “Kürt sorununun demokratik çözümünün muhatabı Önder Apo’dur. Türkiye’de barışın sağlanması da Önder Apo’nun muhatap alınmasıyla mümkündür” ifadelerine yer verilirken dün TSK’nın Suriye’nin kuzeyi ve doğusuna gerçekleştirdiği hava saldırılarını “halkın yaşam alanlarının ve kaynaklarının hedeflenip vurulması büyük bir paradokstur” sözleriyle eleştirdi.

Yeditepe Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi öğretim üyesi Deniz Tansi, sabotajın örgüt kaynaklı olabileceğini söylerken asıl konunun Kürtler’in Rojava olarak adlandırdıkları YPG/SDG’nin kontrolündeki Kuzey Suriye olduğunu ifade etti.

Doçent Tansi, “Bu önceden planlanmış bir saldırı. Örgüt içinde böyle bir açılıma sıcak bakmayanlar olabilir. Burada bir sabotaj varsa örgüt içerisindendir. Terör örgütü içinde bir iktidar savaşı yaşanıyor olabilir. Bahçeli’nin konuşmalarının akabinde içeriden sabotaj olması eşyanın tabiatına aykırı. ‘Muhatap Apo’ diyorlar ama ‘Silah bırakacağız’ demiyorlar. Entite olarak kullandıkları yer Suriye toprakları. Türkiye’de terörist kalmadı ama örgüt Suriye’de devletleşti. Türkiye’nin sığınmacı siyaseti buna zemin sağlamış oldu. Cumhurbaşkanı çok fazla topa girmiyor ama tabii ki süreçten haberdar. Bu terör saldırısı bu süreçle ilgili ileri hamleler yapılacaksa bunu kısa vadede engelledi diye düşünüyorum” dedi.

“‘Kürt sorununu’ çözmek isteyenler ‘Kürt sorunu yoktur’ diye hareket ediyorlar”

Milli İstihbarat Teşkilatı’nda (MİT) Müsteşar Yardımcısı iken 2005 yılında emekli olan Cevat Öneş de ilk çözüm sürecini destekleyen isimlerden. Ancak Öneş bugünkü süreci çerçevesi belirli ve sonuç alıcı görmüyor.

MİT Müsteşar Yardımcısı, “Bunun kapsamlı bir proje olmadan Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucu değerlerine bağlı perspektifte, demokrasi, laiklik ve hukukun üstünlüğünü içeren bir vizyona sahip çok kapsamlı bir proje olmadan bu ulusal, hatta bölgesel hatta hatta küresel bağlantıları olan bir yapının çözülmesi mümkün değil. Toplumu hazırlamadan nitelikli bir demokratikleşme olmadan böyle köklü bir sorunun çözümü çok zor. İç politika malzemesi olarak yapılıp iç politikadaki iktidarını korumak için stratejik düşünmeden taktiksel adımların atılması faydadan çok zararlar verir diye düşünüyorum. Bu meseleyi, ‘Kürt sorununu’ çözmek isteyenler hala ‘Kürt sorunu yoktur’ diye hareket ediyorlar. Bununla cumhuriyet tarihi boyunca uğraştık. 1978’den beri terör boyutuyla da uğraşıyoruz. ‘Bu mesele yoktur’ diye hareket ettiğimizde Kürt meselesinin emperyalizmin en önemli araçlarından biri olduğunu düşünmeden hareket edildiğinde bir çözüm mümkün değil. İç politika malzemesi veya muhtemel seçimlerde iktidarda kalmak gibi bir izlenim veriliyor” ifadelerini kullandı.

Eski MİT müsteşar yardımcısına göre, Türkiye’nin emperyalizmin kendisi üzerindeki hedeflerini bozmasının yolu, meseleye tam demokrasi penceresinden ve hep birlikte bakmasından geçiyor.

“Bahçeli’nin önceki gün ‘Gel Meclis’te konuş’ demesiyle Cumhur İttifakı’nın meseleyi silahların bıraktırılması sözüyle çözeceğini düşünmek saflık olur. Ana muhalefet ve tüm demokratik güçlerin motor gücü yahut öncü güç bir durumunda TBMM’de sorun çözülebilir. Bu konu toplum hazırlanmadan, altyapı çalışmaları gerçekleştirilmeden, toplum psikolojik olarak hazırlanmadan çözülemez. Ancak bütünlüklü bir şekilde tartışılarak tüm Türkiye siyasetini en geniş demokratik cephede bütünleştirerek çözüm ortaya konabilir. Kürt siyaseti etnik çıkarlarını da aşarak Türkiye’nin birlik bütünlüğünü koruyarak ulus millet vasfında kapsayıcılığı dikkate alarak etnik arayışlarda uzlaşarak, demokratik laik zihniyetle çözülebilir.”

Paylaşın

Çözüm Süreci Tartışmaları: Erdoğan Ne Planlıyor?

“Yeni Çözüm Süreci” tartışmaları devam ederken, MHP Lideri Devlet Bahçeli’nin “Abdullah Öcalan” çağrısının arkasında hangi siyasi hesaplar yatıyor? Erdoğan ne planlıyor? TUSAŞ neden hedef alındı? Kürt sorununun çözümü, Türkiye’ye demokrasi getirir mi?

ABD’nin önde gelen düşünce kuruluşlarından Dış Politika Araştırma Enstitüsü’nün (FPRI) Başkanı Aaron Stein, TUSAŞ’ı hedef alan saldırının hemen ardından DW Türkçe’den Değer Akal‘a gelişmeleri değerlendirdi. Saldırı ile ilgili olarak adeta anlık olarak paylaşılan güvenlik kamerası görüntüleri ve bilgilerine işaret eden Stein, “Saldırı, Türkiye’deki şiddet yanlısı solcu grupların saldırısı gibi duruyor. Üç grup, üç ihtimal mevcut: DHKP-C, PKK ya da PKK’ya bağlı örgütlerden biri. TUSAŞ, insansız hava araçları programı bakımından sembolik bir hedef olarak seçilmiş gibi duruyor, bu da PKK’ya işaret ediyor olabilir” görüşünü paylaştı.

Türkiye’nin PKK’ya yönelik operasyonları 2019 itibariyle ağırlıklı olarak Suriye ve Irak’ın kuzeyine kayarken, PKK hedeflerinin özellikle SİHA’larla hedef alındığı, örgütün bu operasyonlardan ağır darbe aldığı belirtiliyordu. TUSAŞ’a saldırının ardından dün Türkiye’nin akşam geç saatlerde SİHA’ların kullandığı hava harekatı için düğmeye basmış olması da dikkat çekti.

Önce Suriye’nin kuzeyinden Türkiye’nin Kobani şehir merkezi ile Mümbiç’i SİHA’lar ve obüslerle hedef aldığı yönünde haberler paylaşılmaya başlandı. Bu haberleri Milli Savunma Bakanlığının, “Türkiye’nin Irak ve Suriye’nin kuzeyinde bulunan terörist hedeflere hava harekatı icra edildiği” yönündeki açıklaması izledi.

Omurgasını Türkiye’nin terör örgütü olarak sınıflandırdığı YPG’nin oluşturduğu Suriye Demokratik Güçlerinin komutanı Mazlum Abdi, sosyal medya hesabı üzerinden “Türkiye bölgelerimizi ayrım gözetmeksizin ve haksız surette bombalıyor, sivilleri, hizmet ve sağlık merkezlerini hedef alıyor. Bu bir savaş suçudur” paylaşımını yaparken, bir açıklama da DEM Parti’den geldi.

“Sivil yaşam alanlarına yönelik başlatılan bombardımana derhal son verilmesi” çağrısının yapıldığı DEM Parti açıklamasında “Sivillerin hedef alındığı askeri operasyonlar, uluslararası hukuk kurallarını da çiğnemektedir. Savaş ve çatışmanın sürdürülmesi, yalnızca daha fazla acıya ve kayba neden olacaktır. Tüm tarafları diyalog ve barışçıl çözüm yollarını benimsemeye çağırıyoruz” ifadelerine yer verildi.

Oysa Türkiye, TUSAŞ’ı hedef alan saldırıdan yalnızca bir gün önce yeni bir çözüm sürecini tartışmaya başlamıştı. MHP lideri Bahçeli’nin TBMM’deki grup toplantısında İmralı Cezaevi’ndeki PKK lideri Abdullah Öcalan ile ilgili çağrısı gündemi alt üst etmişti. Bahçeli, “PKK’nın lağvedildiğini haykırması” durumunda Öcalan’a cezaevinden çıkma imkanı tanınacağını duyurmuştu.

Hatta TUSAŞ’a saldırıdan birkaç saat önce Abdullah Öcalan’a DEM partili yeğeni Ömer Öcalan ile görüşme izni verildi. Abdullah Öcalan, yeğeni arıcılığıyla kamuoyuna “Tecrit devam ediyor. Koşullar oluşursa bu süreci çatışma ve şiddet zemininden hukuki ve siyasi zemine çekecek teorik ve pratik güce sahibim” mesajını iletti.

Ancak Aaron Stein’a göre TUSAŞ saldırısı, Bahçeli’nin meclisteki konuşmasından daha önce planlanmış olduğu izlenimini verse de yeni bir çözüm sürecinin çok çetin zorluklarla karşı karşıya olduğunu gözler önüne seriyor. Stein, “Kuşkusuz ki bu saldırı, Kürt siyasi hareketinin unsurlarına yönelik bu çok yeni açılımı ciddi sınamalarla karşı karşıya getiriyor, bu DEM Partisi ile diyalog sürecinde nasıl ilerleme sağlanabileceği konusunda önemli zorluklara neden olacaktır” dedi.

Stein, “Muhakkak ki artık yaşlanan Öcalan bir hapishane hücresinde ölmek istemiyordur. Kendisinden isteneni yaptığı takdirde hapishaneden çıkabilecek. PKK’lılar da dağlardan inebilecek, Türk SİHA’larından kaçmak için saklandıkları mağaralardan çıkabilecekler. O insanlar 40, 50 senedir dağlarda, bunu gerçekten isterler mi onu bilmiyorum. Çünkü PKK çok şiddet yanlısı, çok militan, söylediklerini okuduğunuzda da ne kadar tutarsız olduklarını görüyorsunuz” değerlendirmesini aktardı.

Peki Devlet Bahçeli’nin PKK lideri Abdullah Öcalan’a yaptığı ve Türkiye’de hükümete yakın çevrelerde “tarihi” olarak nitelendirilen çağrı, bir iç siyaset manevrası mı yoksa Ortadoğu’da bölgesel savaş tehlikesine karşı hazırlık mı? Amerikalı uzman Stein, çözüm sürecini başlatma hamlesinin gerisinde Cumhur İttifakı’nın iç siyasi hesaplarının yattığı görüşünde.

“2014’e geri dönmüş gibiyiz” diyen Stein, bugün yaşananların 2013-2015 arasındaki çözüm sürecini anımsattığını, günümüzdeki siyasi dinamiklerin o yıllardaki siyasi dinamiklere benzediğini söyleyerek, “AKP yeni bir Anayasa istiyor, yeni Anayasasına destek için gerekli siyasi konsolidasyonu sağlamaya çalışıyor. Bunun için de Kürt hareketinin siyasi temsilcilerinin desteğine ihtiyacı var” sözlerini kaydetti.

Geçmişte HDP’nin yaptığı gibi DEM’in Öcalan ile diyalog kanalı oluşturması, Öcalan’ın da DEM aracılığıyla İran, Irak ve Suriye’deki PKK liderliğine mesaj göndermesinin hedeflendiğini aktaran Stein, değerlendirmesini şöyle sürdürdü:

“Dinamikler bire bir aynı. Sunulan havuç da aynı. Özetle DEM’in Anayasaya değişikliğine ve belki de erken seçimlere vereceği destek karşılığında Öcalan’a hapisten çıkma, ev hapsine geçme fırsatı sunuluyor. PKK’nın silah bırakması, sivil siyasete yönelmesi ve silahsızlanması öngörülüyor. Yani dinamikler tıpa tıp aynı. Peki geçen sefer neden süreç çöktü? PKK çekilme konusunda güvenceler istedi, Türk hükümet bunu vermedi. Ayrıca geçen sefer Erdoğan aslında fiilen süreç ile ilgili olarak MİT’i görevlendirerek kendisi sürece bir adım uzakta kalmıştı, bu kez çözüm sürecinin kamuoyunda görünen yüzü olarak Bahçeli’yi seçti, asıl MİT PKK ile müzakereleri yürütecek olsa da Erdoğan bu işi Türkiye’deki aşırı sağa vererek kendisi yine bir mesafe koymuş oldu.”

Çözüm süreci hamlesinin bu sefer Erdoğan tarafından değil Bahçeli tarafından yapılmış olmasının dikkat çekici olduğunu belirten Stein, “Bu hamlenin İyi Parti’nin artık MHP’ye siyasi bir tehdit oluşturmadığı, büyük ölçüde çöktüğü bir dönemde yapılıyor olması önemli” diye konuştu.

Peki Türkiye’nin çözüm süreci hamlesinde İran ile İsrail arasında tırmanan gerilim, bunun bölgedeki güç dengelerinde ve özellikle Türkiye’nin sınırlarında yol açması muhtemel istikrarsızlık tehlikesi etkili oldu mu? Bu soruyu yanıtlayan Aaron Stein, PKK meselesi öncelikle Türkiye’nin bir iç siyasi meselesi olduğuna vurgu yapıyor.

Stein, PKK’nın Irak’ta, İran-Irak sınırında bulunması ve Suriye’nin büyük bir bölümünü kontrol altında tutması nedeniyle sorunun uluslararası da bir boyutu da bulunduğunu söylemekle birlikte “Ama PKK sorunu zor olsa da Türkiye’de siyasi cesaret gösterildiği takdirde çözülebilir bir sorun. Türk hükümetine yakın basını okuduğunuzda, meseleleri olduklarından daha farklı resmetmeye, Erdoğan’ı ‘bölgenin efendisi’ olarak göstermeye, ‘onun Türkiye’yi bekleyen büyük tehlikeyi gördüğü’ konusunda insanları ikna etmeye çabaladıklarını görüyorsunuz. Çünkü Erdoğan’ın Anayasa değişikliği için attığı bu adımları gerekçelendirmek, halka bir hikaye anlatmak zorundalar, işte ‘İsrail Türkiye’ye saldıracak’ gibi gerçek dışı hikayeler de bunun bir parçası” dedi.

Çözüm demokrasiyi güçlendirir mi?

Berlin merkezli Uygulamalı Türkiye Araştırmaları Merkezi (CATS) uzmanı Sinem Adar ise Bahçeli’nin çıkışının “Niye bu telaş? Neden şimdi?” sorularını gündeme taşıdığına dikkat çekerek “Cumhur İttifakı’nın ittifakını genişleterek iktidarını konsolide etme, daha uzun ömürlü kılma çabası var gayet tabii ki, ama izlenimim sadece iç siyasi saiklerle hareket edilmediği yönünde” değerlendirmesini aktarıyor.

“Görünen o ki, çözüm süreci hamlesi hem içeride hem dışarıda sıkışmış bir Cumhur İttifakı’nın, elini rahatlatma, kendine alan açmaya çalışma çabasının bir sonucu” sözlerini kaydeden Adar, dış politikadaki sıkışmışlığa ilişkin gözlemlerini paylaştı.

CATS uzmanı Adar’a göre Ortadoğu’da tırmanan askeri ihtilaflar, İsrail’in Nisan ayında İran’ın Suriye’deki büyükelçiliğini hedef alması ve sonrasındaki gelişmeler itibariyle bölgesel güç dengeleri ile ilgili olarak ortaya çıkan tablo, İran’ın askeri olarak zaaflarını ortaya koydu, ABD’nin koşulsuz desteğini almış İsrail’in diğer bölgesel güçlere nazaran en azından taktiksel ve askeri olarak daha güçlü olduğu görüldü.

Türkiye’nin İran’ın giderek belirginleşen kırılganlıklarını kendi sınırlarını çevreleyen bölgeleri yeniden şekillendirebilmek için bir fırsat olarak görüyor olabileceğine de işaret eden Adar, Ankara’nın çözüm süreci hamlesinin gerisinde bu çabanın da yatıyor olabileceğini kaydetti.

Bu gelişmelerin Ankara’nın “Batı güç kaybediyor, diğer aktörler güç kazanıyor” varsayımına dayandırdığı politikalarını gözden geçirmeye zorladığı yönündeki izlenimini paylaşan Adar, sözlerini şöyle sürdürdü:

“Ankara’da, Türkiye’nin Batı’ya ekonomik ve savunma yetkinlikleri bağlamındaki bağımlılığına kolayca son verilemeyeceğine dair bir algı olduğu kanaatindeyim. Aynı zamanda Gazze savaşı, Türkiye’nin bölgesel dinamiklerde marjinal bir konumda olduğunu gösterdi. Üstelik, ABD’nin de artık Türkiye’yi Ortadoğu politikasını şekillendirirken birincil önemde bir aktör olarak görmediğine dair ipuçları mevcut. Özetle, bölgedeki dengeler değişirken Türkiye resmin dışında kalmış gibi görünüyor.”

Siyasi gözlemciler, yeni bir çözüm sürecinde Türkiye’yi zor bir süreç beklediği konusunda hem fikir. Peki çözüm sürecinden barış çıkar mı? Türkiye bu süreçte yeniden demokratikleşir mi? En çok bu soruların yanıtları merak ediliyor.

Sinem Adar, bu sürecin bir demokratikleşme hikayesi olarak görülmemesi gerektiğine işaret ederek, “Kürt sorunun çözülmesi elbette olumlu bir gelişme olacaktır ancak gerek Türkiye’nin iç koşulları, gerekse bölgesel ve küresel koşullar itibariyle, oldukça parçalı olan Kürt hareketi ve Türkiye’yi yöneten elitler arasında ön emarelerini gördüğümüz olası bir yakınlaşmadan, ülke adına bir demokratikleşme beklemeyi gerçekçi bulmuyorum” öngörüsünü aktardı.

Aaron Stein da Erdoğan’ın hayalindeki Anayasa değişikliğine imkan sağlayabilecek bir çözüm sürecinin Türkiye’nin demokratikleşmesi anlamına geleceğine ihtimal vermediğine dikkat çekiyor. Stein, “Bekleyip neler olacağını görelim. Ben çok olumlu olacağını düşünmüyorum. Erdoğan’ın görevde kalmaya devam etmesine, cumhurbaşkanlığı yetkilerinin de daha da konsolide edilmesine imkan sağlayacağı görüşündeyim” dedi.

Paylaşın

Çözüm Süreci Tartışmaları: Ankara Kulislerinde Neler Konuşuluyor?

“Yeni Çözüm Süreci” tartışmaları devam ederken, Devlet Bahçeli’nin “Abdullah Öcalan” çağrı sonrası, Bahçeli’nin “Öcalan ile yapılan görüşmelerde belli bir noktaya gelindikten sonra mı bu açıklamaları yaptığı” sorusuna yanıt aranıyor.

BBC Türkçe’den Ayşe Sayın’ın haberine göre; Ankara’da siyasi kulislerde, kısa süre içinde Öcalan’ın bir çağrı metninin kamuoyuna açıklanabileceği yönündeki beklentiler dile getiriliyor, “Önümüzdeki süreç çok önemli gelişmelere gebe” yorumu yapılıyor.

AKP içinde, Bahçeli’nin açıklamalarını temkinli karşılayanlar olsa da, “tarihi” olarak nitelendirenler çoğunlukta. Bazı AKP’liler, Bahçeli’nin bu açıklamaları, “devlet ile İmralı arasında yürütülen görüşmelerin belli bir noktaya gelmesinden sonra yapmış olabileceği” görüşünde.

Ancak bu iddialar tahminlerden öteye geçmiyor. Öcalan ile bir görüşme yürütülüyorsa da, bunun “dar bir kadro ve çok üst düzey”, yani Erdoğan ve Bahçeli tarafından biliniyor olabileceği dile getiriliyor.

AKP’de, Bahçeli’nin çıkışının olası sonuçlarına ilişkin şu değerlendirmeler öne çıkıyor: “Aslında Devlet Bey, bu meseleyle ilgili bir tabuyu ortadan kaldırdı, yorganı kaldırdı attı. Altındakiler açığa çıktı. Şimdi kimin gerçek milliyetçi, kimin küreselci olduğu ortaya çıkacak.

“Devlet Bahçeli, taşı getirdi en dibe koydu. ‘Tecrit, umut hakkı’ dedi. Yani her türlü manipülasyonun da önüne geçti. Bundan sonra Türkiye’nin terörle mücadele konusunda atacağı adım, çok çok meşru hale gelmiştir.

“Bahçeli’nin açıklamaları, tesadüfi değil, hesaplanmış ve sonuçları düşünülmüş açıklamalardır. Geçmişteki Çözüm Süreci’nin sahibi AK Parti’ydi. Şimdi bu çağrıyı yine AK Parti, Cumhurbaşkanımız yapsa, “AK Parti söyler ama nasılsa MHP engeller” diye bakılacaktı. Şimdi insanlar, ‘Bahçeli bile böyle söylüyorsa, bu sefer bir çözüm olabilir’ diye bakar.

“Bahçeli bu çıkışıyla aslında, DEM ve Öcalan’a ‘Başkalarının kuracağı denklemin parçası olma, ‘Denklemi biz kurarız’ diyor. Bunun altında da ilk baştan itibaren Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın da dile getirdiği, “iç tehdidi bertaraf etme” hedefi yatıyor.

AKP’liler, Bahçeli’nin çıkışının Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ile koordineli olduğunu, Cumhurbaşkanı’nın Bahçeli’nin açıklamasının etkisini düşürmemek için, aynı gün kısa bir açıklama yaptığını söylüyor. Partililere göre, Cumhurbaşkanı Erdoğan, BRICS Zirvesi için gittiği Rusya’dan dönüşünde bu konuda tutumunu açıklayacak.

AKP kulislerinde ayrıca Bahçeli’nin çağrısı için “Her halükarda Türkiye’ye katkısı olacaktır” yorumu yapılıyor ve olası sonuçlar şöyle anlatılıyor:

“Bu sürecin her an bozulma potansiyeli de var ama en azından Kürt halkına Cumhur İttifakı’nın durduğu yeri göstermesi bakımından önemli. İkincisi, ‘el sıkışma’ Kürt halkı tarafından da bizim tabanlarımız tarafından da olumlu karşılanıyor, halkta bir umut oluştu. Üçüncüsü, en milliyetçi partinin genel başkanı Bahçeli’nin bu çağrısı olumsuz karşılık bulursa, kimse Türkiye’nin terörle mücadelesinin haksız olduğunu iddia edemez.”

MHP liderinin, adı tam olarak konulamayan bu süreçle ilgili muhatap olarak Öcalan’ı ve Meclis’te DEM Parti’yi adres göstermesi de olumlu bulunuyor. Başta “umut hakkı” olmak üzere Öcalan ve süreçle ilgili yapılacak düzenlemelerin Meclis olacağına işaret edilirken, siyasi müzakerelerin ve Öcalan’ın mesajlarının da DEM Parti üzerinden paylaşılabileceğine dikkat çekiliyor.

Olumlu bir iklim oluşması halinde, Öcalan’ın fiziki olarak gelmese bile görüntülü olarak DEM Parti grubunda konuşmasının sağlanabileceği ifade ediliyor. MHP liderinin Öcalan üzerinden PKK’ya silah bırakması ve örgütün lağvedilmesi çağrısına ilişkin, “Öcalan’ın örgüt üzerindeki etkisi, gücünü mü test etmek istiyor?” sorusunu da gündeme getirdi.

Gerek AKP, gerekse DEM Parti kulislerinde bunu ihtimal dahilinde görenler olduğu gibi “En kötü senaryo” yorumu yapanlar da var. Bazı DEM Parti milletvekilleri, böyle bir yaklaşımın kimseye yararının olmayacağı görüşünde:

“Öcalan zaten yıllardan beri cezaevinde, kendisinden haber alınamıyor. DEM Parti dışında ‘Tecrit kaldırılsın’ diyen yok. Yani Öcalan’ı boşa çıkarmanın ne Bahçeli’ye, ne de AKP’ye faydası var. O yüzden bu gerekçeyle bir çağrı olma olasılığı düşük.”

Abdullah Öcalan’ın çağrısı, karşılık bulur mu?

DEM Partililer, Öcalan’ın örgüte “silah bırakma” çağrısı yapmasının mümkün olduğunu, çözüm sürecinde ve 2013 Nevruz’unda da bu çağrıyı yapan mektubunun Diyarbakır’da okunduğunu anımsatıyor. Ancak PKK’ya üst düzey yöneticileri dahil, “Türk adaletine teslim olması” koşulu getirilmesi ve Öcalan’ın da bu yönde bir çağrı yapması ihtimal dahilinde görülmüyor.

Ancak PKK’nın üst düzey yöneticileri dahil, örgüt üyelerinin teslimi için “genel af” dahil bir dizi düzenleme olması halinde, bu ihtimal yaşama geçirilebilir bulunuyor. Öcalan’ın Kürt halkı üzerinde de, örgüt üzerinde de otoritesinin olduğuna ve bu anlamda Bahçeli’nin çağrıyı Öcalan’a yapmasının doğru olduğuna işaret ediliyor:

“Kürtlerin büyük çoğunluğu silahlı mücadele istemiyor. Başka yöntemlerle hak aranabileceği kanısı, bölgede de yaygın. Artık halkın 10-15 sene önceki algı ve talepleri ile bugünkü aynı değil. Halkta, silahlı mücadele dışında da hak aranabileceği kaygısı yaygın. Şiddet sona ersin. Barış kelimesi artık çözüm ile eş anlamlı kullanılıyor.”

MHP lideri Bahçeli’nin çağrısına iktidardaki AKP destek verirken, muhalefet partilerinden farklı değerlendirmeler ve tepkiler geldi. CHP Genel Başkanı Özgür Özel “Terörün bitmesine, annelerin gözyaşının silinmesine tam destek vereceklerini” söyledi. Özel, “Kürtlere tam olarak Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin sahibi olmayı teklif ediyorum” dedi.

Özel, bu açıklaması öncesi partisinin Merkez Yönetim Kurulu (MYK) üyeleri ve grup başkanvekilleri ile Bahçeli’nin açıklamasını değerlendirdi.

Bahçeli’nin “el sıkma” ile başlattığı süreci, Öcalan’a “Meclis’e gel” çağrısı yapma noktasına taşıması, CHP’liler için de beklenen bir durum değldi. Ancak CHP’de yaygın görüş, Bahçeli’nin bu konuda samimi olmadığı ve bir süre sonra bu tutumundan vazgeçebileceği yönünde.

CHP’lilere göre bu hamlelerin altında, “Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın siyasi ömrünü uzatmak ve bunu sağlayacak yeni anayasayı yapmak” yatıyor.

Bahçeli’nin Edirne Cezaevi’nde tutuklu bulunan eski HDP Selahattin Demirtaş’ı dışarıda bırakarak bir çözüm arayışına yönelmesinin iyi niyetli olmadığına dikkat çekilerek, “Bu silah kullanan dışarıda, siyaset yapan içeride tablosu yaratır ki, kamuoyunda da kabul görmez” yorumu yapılıyor.

Bahçeli’nin tokalaşma ile başlattığı süreç, CHP tarafından da ölçülüyor. CHP’nin yaptırdığı kamuoyu araştırmalarında MHP ve AKP tabanında “tokalaşmaya desteğin yüzde 70’lerin üstünde olduğu” vurgulanırken, CHP tabanı son gelişmelere kuşkuyla bakıyor. CHP bu sürece destek konusunda bölünmüş bir görüntü sergiliyor ve partililer arasında sürece destek yüzde 50’ler oranında seyrediyor.

Bahçeli’nin çıkışına en büyük tepki ise MHP’den ayrılanların kurduğu İYİ Parti’nin genel başkanı Müsavat Dervişoğlu ile Zafer Partisi Genel Başkanı Ümit Özdağ’dan geldi. Dervişoğlu partisinin bugünkü Meclis Grup Toplantısı’nda, geçmişte Bahçeli’nin Erdoğan’a ip atarak “Ben asamadım, sen as” dediğini hatırlattı ve kürsüye getirdiği ipini yere fırlattı.

Özdağ da dün yaptığı açıklamada, “Artık Türkiye’de Cumhur İttifakı ve CHP’den oluşan yeni adıyla Cumhur Halk Partisi vardır. Cumhur Halk Partisi, DEM’le koalisyon içerisindedir. Artık Erdoğan, Özel, Bahçeli ve Öcalan’ın el ele yürüdüklerini görüyoruz” dedi.

Yeniden Refah Partisi Genel Başkan Yardımcısı Suat Kılıç ise Bahçeli’nin gündem olan çağrısına yönelik olarak “Tahayyül bile edilemez” diye konuştu. DEVA ve Gelecek Partisi ise Bahçeli’nin açıklamalarını önemsiyor ve destekleme eğiliminde.

Paylaşın

Çözüm Süreci Tartışmaları: “Görüşmeler Bir Yıl Önce Başladı” İddiası

“Yeni Çözüm Süreci” tartışmaları devam ederken, istihbarat yetkililerinin, Kuzey Suriye ve Kuzey Irak’taki PKK yöneticileri ve İmralı’da Abdullah Öcalan ile bir yıldır görüştüğü iddia edildi.

Sözcü’nün güvenlik kaynaklarından elde ettiği bilgilere göre; ilk görüşmeler Kuzey Suriye’de PKK’nın belirlediği temsilciler ile istihbarat düzeyinde gerçekleştirildi. Kuzey Suriye ile eş zamanlı olarak İmralı’da tutulan Abdullah Öcalan’la da görüşen istihbarat yetkilileri; Kuzey Irak’ta ‘siyasi irade’ olarak adlandırılan isimlerle de görüştü.

Haberdeki iddialar şöyle devam ediyor: “Alt düzeyde devam eden görüşmelerin ardından, ‘arada çıkan ve görüşmeleri sonlandıran pürüzlere rağmen bu süre zarfında Öcalan ile görüşmeler sürdü’ ve bunun üzerine üst düzey temaslara yeniden başlandı. Bu aşamada daha önce de kamuoyunda bu yönlü çalışmaları ile bilinen bazı önemli isimler Kuzey Irak ekseninde bazı görüşmelere katıldı. Bu isimlerin de trafiğe katılması ile görüşme trafiği tek merkez yerine Kuzey Irak ve Kuzey Suriye üzerinden devam etti.”

Örgüt yöneticilerinin sürece ‘temkinli’ yaklaşıldığı ileri sürülen haberde; PKK yöneticilerinin ‘geniş kapsamlı bir silah bırakmaya’ karşı olduğu ve bunun Öcalan’a da iletildiği öne sürüldü.

Çözüm süreci: Çözüm süreci, 2013-2015 yılları arasında PKK ile devlet arasında başlayan müzakereleri ifade ediyor. Bu süreç, Kürt sorununu barışçıl yollarla çözmek amacıyla başlatılmıştı. Sürecin temel unsurları arasında, silah bırakma, demokratik reformlar ve Kürt kimliğine yönelik hakların genişletilmesi yer almaktaydı. PKK lideri Abdullah Öcalan, bu müzakerelerde kilit bir figür olarak rol almıştı. Ancak 2015’te çatışmaların yeniden başlamasıyla çözüm süreci fiilen sona ermişti. Bu dönem, Türkiye’deki siyasi dinamiklerde önemli değişimlere neden olmuştu.

28 Kasım 1978’de Diyarbakır’ın Lice ilçesinde kurulan PKK, Avrupa Birliği, Amerika Birleşik Devletleri (ABD), İngiltere, Fransa, Türkiye ve pek çok başka devlet tarafından terör örgütü kabul ediliyor. PKK lideri Öcalan, terör örgütü kurmak ve yönetmek suçundan müebbet hapis cezasına çarptırıldığı 1999 yılından beri, Marmara Denizi’ndeki İmralı Cezaevi’nde bulunuyor.

Paylaşın

Çözüm Süreci Tartışmaları: Bahçeli’nin Eli Erdoğan İçin Uzanmış!

Yeni çözüm süreci tartışmaları gündemdeki yerini korurken, parti kulislerinde, Bahçeli’nin bütün çabasının Erdoğan’ın yeniden Cumhurbaşkanı adayı olup kazanmasını sağlamak olduğu ifade ediliyor.

Bahçeli’nin DEM Partililere uzattığı el AK Parti’de olumlu karşılanırken, bir AK Parti yöneticisi bunun partiye sağlayacağı avantajları anlatırken, “Bahçeli’nin bir adım atması bizim için on adım atmamız anlamına geliyor. Özellikle Kürt seçmen açısından olumlu dönüşleri olacaktır. Oy geçişkenliği artacaktır” diyor.

MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin Meclis’in açılışında DEM Partililerle tokalaşması, sonrasında DEM Parti ve Öcalan’a yönelik çağrıları siyasetin ana gündemi. Bir tarafta “siyasette yeni bir dönem” diğer tarafta “Yeni bir çözüm süreci” tartışmaları yapılıyor. Atılan adımın sonuçları kadar neden atıldığı da tartışma konusu.

Bunu da artan bölgesel gerilimle, yeni anayasa yapımı ile açıklayanlar var. Parti kulislerinde ise bambaşka bir netlik var. “Bahçeli’nin ne yaptığını anlamak için geçtiğimiz yıl mart ayındaki kurultay konuşmasına bakın, Sayın Bahçeli o konuşmanın gereğini yapıyor” deniliyor.

Bahçeli geçtiğimiz yıl gerçekleşen kurultaydaki konuşmasının sonunda Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın 31 Mart seçimlerine ilişkin, “Benim için bu bir final. Yasanın verdiği yetkiyle bu seçim son seçimim” yönündeki açıklamalarını hatırlatmış, “Buradan Sayın Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan’a diyorum; ‘Ayrılamazsın, Türk milletini yalnız bırakamazsın. Bunun için Cumhur İttifakı olarak yanındayız, beraberindeyiz. Yeni yüzyılın kurtarıcı lideri olarak sizi görmek istiyoruz” demişti.

Bu yoruma bakılırsa Bahçeli’nin bütün çabası Erdoğan’ın yeniden Cumhurbaşkanı adayı olup kazanmasını sağlamak için diyebiliriz.

Devlet Bahçeli’nin DEM Partililere uzattığı el AK Parti’de olumlu karşılandı. AK Parti Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın açıklamalarının yanı sıra parti yönetiminden de olumlu değerlendirmeler geldi.

Gazete Duvar’da yer alan habere göre; Bahçeli’nin açıklamalarını “çok olumlu” olarak nitelendiren bir AK Parti yöneticisi bunun partiye sağlayacağı avantajları anlatırken, “Bahçeli’nin bir adım atması bizim için on adım atmamız anlamına geliyor. Özellikle Kürt seçmen açısından olumlu dönüşleri olacaktır. Oy geçişkenliği artacaktır” diyor.

Paylaşın