Erdoğan, BM’de Konuştu: Dünya 5’ten Büyüktür

Birleşmiş Milletler (BM) Genel Kurulu’nda dünya liderlerine hitap eden Cumhurbaşkanı Erdoğan, “Birleşmiş Milletler’in öncülüğünde dünyanın güvenliğini, huzurunu, refahını sağlamakla görevli kurumları hızla yeniden yapılandırmalıyız. Coğrafyasıyla ve demografisiyle, dünyadaki tüm kökenleri, inançları, kültürleri temsil yeteneğine sahip bir küresel yönetim mimarisi inşa etmeliyiz. Netice olarak, tüm kalbimizle bir kez daha diyoruz ki, dünya 5’ten büyüktür, daha adil bir dünya mümkündür” dedi.

Haber Merkezi / Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Birleşmiş Milletler (BM) Genel Kurulu’nda açıklama yaptı. Erdoğan’ın açıklamalarından satır başları şöyle:

“Sayın Başkan, Kıymetli Devlet ve Hükümet Başkanları, Sayın Genel Sekreter, Değerli Delegeler, Sizleri şahsım, ülkem ve milletim adına en kalbi duygularımla, saygıyla selamlıyorum. Birleşmiş Milletler 77’nci Genel Kurul Başkanlığını başarılı bir şekilde tamamlayan Sayın KÖRÖSİ’yi tebrik ediyor, bu görevi devralan Sayın FRANSİS’e başarılar diliyorum. Güven ve dayanışma içerikli bir temayla toplanan 78’inci Genel Kurul’un tüm insanlık için hayırlara vesile olmasını temenni ediyorum.

Dünyamızın geleceği konusunda, geçtiğimiz yıl burada yaptığımız değerlendirmelere kıyasla daha iyimser bir tablo çizmek maalesef mümkün değildir. Karşımızdaki fotoğraf; küresel ölçekte, giderek daha fazla, daha karmaşık, daha tehlikeli sınamalarla karşı karşıya olduğumuzu gösteriyor.

Kendi ülkemin güneyinde, kuzeyinde, doğusunda ve batısında pek çok çatışma, savaş, insani kriz, siyasi çekişme ve sosyal gerilim yaşanıyor. Küresel ekonomik sorunlarla birleşerek sürekli büyüyen bu sınamalarla baş etmek her geçen gün daha da zorlaşıyor. Avrupa’nın doğu sınırlarında yaşanan savaş, yol açtığı insani trajediye ilave olarak, ekonomiden güvenliğe, enerjiden gıda güvenliğine her alanda ciddi sorunlar ortaya çıkardı. Suriye ile Kuzey Afrika ve Sahel bölgesinde vekâlet savaşlarının aracı haline dönüştürülen terörizm, kırılganlığı hızla artan uluslararası güvenlik iklimine onarılamaz zararlar veriyor. Küresel güçlerin ihtiraslarını kullanarak büyüyen terör örgütlerinin faaliyet alanları, teknolojik gelişmeler ile kötüleşen sosyo-ekonomik şartlardan da istifadeyle, adeta bir salgın gibi geniş coğrafyalara yayılıyor. Yabancı karşıtlığı, ırkçılık ve İslam düşmanlığının yeni bir krize dönüşme emareleri, son bir yıldır endişe verici boyutlara ulaştı. Dünyanın hangi köşesinde yaşarsak yaşayalım, iklim değişikliği ve buna bağlı doğal afetler, artık günlük hayatımızın bir gerçeğidir.

Türkiye, 6 Şubat 2023 sabahı, gerek büyüklüğü, gerek etkilediği alan itibarıyla, Sayın Genel Sekreter’in ifadesiyle “yüzyılın en büyük doğal afetlerinden biriyle” karşı karşıya kaldı. Birleşmiş Milletler dahil uluslararası toplumun yardım çağrımıza ivedilikle verdiği cevabın samimiyetini, fedakârca sergilenen çabaları ve ülkemize sağlanan cömert desteği unutmamız mümkün değildir. 50 binden fazla insanını kaybettiği, 850 bin yapının kullanılamaz hale geldiği, milyonlarca insanı barındıran şehirlerin adeta yerle yeksan olduğu bu kara gününde ülkemize gösterilen dostluk, bizler için önemli bir teselli kaynağıdır. Dünyanın 100’ü aşkın ülkesinden yardım çağrımıza destek veren tüm dostlarımıza, ülkem ve milletim adına, teşekkür ediyorum. Depremin yaralarını sarmak, şehirlerimizi bir an önce ayağa kaldırmak için çalışmalarımızı yoğun bir şekilde sürdürüyoruz.

Birkaç gün önce de, güçlü tarihi bağlarımızın bulunduğu Libya, fırtına ve selin yol açtığı ağır yıkımlara ve can kayıplarına maruz kaldı. Felaketin ardından, Türkiye olarak, 10 bini aşkın insanın hayatını kaybettiği, binlerce kişiden hâlâ haber alınamadığı Libya’ya yardım için hemen harekete geçtik. İlk etapta, üç gemi ve üç uçakla, 567 personelin yanı sıra yüzlerce araçtan, binlerce ton iaşe, barınma ve sıhhi malzemeden oluşan yardımları bu ülkeye gönderdik. Sivil toplum kuruluşlarımız da, kendi imkânlarıyla bölgedeki çalışmalara katılıyor. Dünyanın neresinde bir mağdur, mazlum varsa yanında yer alan bir ülke olarak, Libyalı kardeşlerimizi de yalnız bırakmadık, bırakmayacağız. Dost ve kardeş ülkelerin de Libya halkına yardım için seferber olacağına inanıyorum. Ülkemiz gibi şiddetli bir depremle sarsılan Faslı kardeşlerimize de geçmiş olsun dileklerimi buradan iletiyorum.

Genel Kurulun bu yılki temasının, Türkiye’nin hedefleriyle birebir örtüştüğünü görmekten memnuniyet duyuyoruz. Cumhuriyetimizin 100’üncü yılında hayata geçirmeye başladığımız “Türkiye Yüzyılı” vizyonumuz, bu örtüşmenin en somut ifadesidir. Küresel adaletsizlikleri ortadan kaldıran… Ekonomik eşitsizliklerin üzerine giden… Barış, güvenlik, istikrar ve refah üreten… Etkili, kapsayıcı ve insanlığı kucaklayıcı… Velhasıl tüm insanlığın hayrına bir uluslararası sistemin tesisi çağrımız giderek daha çok yankı buluyor.

Genel Sekreter Sayın Guterres’in geçtiğimiz günlerde yaptığı, “İkinci Dünya Savaşı sonrası kurulan kurumların bugünün dünyasını yansıtmadığı” tespitine katılıyoruz. Bu tespit, bizim “Dünya 5’ten büyüktür” çağrımızı ifade ediyor. Güvenlik Konseyi, artık dünya güvenliğinin teminatı olmaktan çıkmış, 5 ülkenin siyasi stratejilerinin çarpışma alanı haline gelmiştir. Kıbrıs’ta yaşanan son hadiseleri, bu içi boşalmış, adalet ve güven telkin etmeyen kurumsal yapının bir tezahürü olarak değerlendiriyoruz. Barış ve istikrarın güçlendirilmesine yönelik sayısız inisiyatife öncülük etmiş bir ülke olarak, Sayın Guterres’in “Barış İçin Yeni Gündem” oluşturulması çağrısına önem veriyoruz. Bu anlayışla, Rusya-Ukrayna savaşının başından beri “savaşın kazananı, barışın kaybedeni olmaz” teziyle, hem Rus, hem Ukraynalı dostlarımızı masada tutmaya gayret ediyoruz. Savaşın, Ukrayna’nın bağımsızlığı ve toprak bütünlüğü temelinde, diplomasi ve diyalogla sona erdirilmesine yönelik çabalarımızı artırarak sürdüreceğiz.

Birleşmiş Milletlerle birlikte başlattığımız Karadeniz Girişimi’yle, dünya piyasalarına 33 milyon ton tahıl ürünü sevk edilmesini sağlayarak, küresel açlık krizi tehlikesinin önüne geçtik. Şahsi gayretlerimiz neticesinde girişim 3 kez uzatıldı. Ancak, girişimin 17 Temmuz itibarıyla çıkmaza girmesi, dünyayı yeni bir krizle yüz yüze bıraktı. Küresel açlık tehlikesiyle karşı karşıya bulunan coğrafyalara uzanan bu insani köprünün bir şekilde idamesi için temaslarımız sürüyor. Öncelikle 1 milyon tahılın Afrika ülkelerine sevkini öngören planı, bu bakımdan önemsiyoruz. Amacımız; çevremizdeki çatışma ve ihtilaflar karşısında dünya barışına ve refahına mümkün olan en büyük katkıları sunmaktır.

Artık 13’üncü yılına giren Suriye’deki insani trajedi, köken ve inanç fark etmeksizin, bölgedeki herkesin hayat şartlarını daha da zorlaştırıyor. Suriye’nin hem siyasi birliğini, hem sosyal bütünlüğünü, hem de ekonomik yapısını tehdit eden gelişmelere karşı ilkeli, yapıcı ve adil tutum ortaya koyan yegâne ülke durumundayız. Güneyimizdeki krizin, halkın meşru beklentilerini karşılayacak kapsamlı, kalıcı ve sürdürülebilir bir çözümle sona erdirilmesi, giderek daha önemli hale geliyor. Ülkemizde 14 milyon insanımızı etkileyen 6 Şubat depremlerinin yıkıcı etkisi Suriye’de de kendini göstermiştir. Özellikle kuzeybatı Suriye’de, zaten sıkıntılı olan insani durum, daha da kötüleşmiştir. Tam da böyle bir dönemde, Birleşmiş Milletlerin bölgedeki sınır-ötesi insani yardım operasyonunun kesintiye uğraması, talihsiz bir gelişmedir. Türkiye olarak, Suriye’nin kuzeyinde zor şartlarda hayat mücadelesi veren 4 milyonu aşkın insanı, elbette kaderine terk etmeyeceğiz.

Sınırlarımız ötesinde inşasına öncülük ettiğimiz konutlar tamamlandıkça, sığınmacıların buralara geri dönüşü hızlanacaktır. Ancak, Suriye’nin toprak bütünlüğü ve siyasi birliğine en büyük tehdit, bu ülke üzerinde hesabı olan güçlerin güdümündeki terör örgütlerine verilen açık destektir. Bir yandan PKK-PYD terör örgütünün, diğer yandan mezhep ayrışması üzerinden organize edilen radikal grupların cenderesi altında bunalan Suriye halkı, isyan noktasına gelmiştir. Nitekim, son dönemlerde bunun çeşitli sonuçları ortaya çıkmaya başladı.

Bir diğer komşumuz Irak da, karşı karşıya olduğu iç ve dış sınamaları aşmak için samimi bir çaba içindedir. Biz, Irak’ın siyasi birliğini, toprak bütünlüğünü, yeniden imar çalışmalarını tahkim eden, ülkeyi oluşturan unsurlar arasında ayrım gözetmeyen bir anlayışla hareket ediyoruz. Bölge ülkeleri olarak hayata geçireceğimiz Kalkınma Yolu projesiyle, inşallah bölgesel entegrasyonu daha da güçlendireceğiz. Bölgede her başları sıkıştığında DEAŞ bahanesine sarılanların oyunları artık ifşa olmuştur. DEAŞ’la, fiilen en büyük mücadeleyi vermiş, bu örgüte en büyük kayıpları yaşatmış ve sorunun önündeki-arkasındaki gerçekleri çok iyi bilen bir ülke lideri olarak açık konuşmak istiyorum: Suriye ve Irak başta olmak üzere, Ortadoğu, Kuzey Afrika ve Sahel’de kendi siyasi ve ekonomik çıkarları için DEAŞ ve benzeri örgütleri paravan olarak kullananların riyakârlıklarından bıktık, usandık.

Bu bölgelerdeki tehdit sadece DEAŞ değildir. Asıl tehdit, vekâlet savaşlarının aracı olarak kullanılmak üzere beslenen, palazlandırılan terör örgütleridir, paramiliter gruplardır, paralı askerlerdir ve kim daha yüksek fiyat verirse onlara çalışan kimi yerel unsurlardır. Karşımızdaki bu gerçeğe rağmen, sırf kendi siyasi ve ekonomik çıkarları için terör örgütleriyle çalışmaya devam eden ülkelerin, terörden ve bununla bağlantılı sorunlardan şikâyet etmeye hakkı yoktur. Böyle bir dünyada, ister çatışma bölgesinin hemen yanında yer alsın, ister çok uzakta okyanuslarla çevrilmiş bir karada yaşasın, hiç kimse güvende değildir.

“Daha adil bir dünya mümkündür”

İşte bunun için diyoruz ki; Birleşmiş Milletler’in öncülüğünde dünyanın güvenliğini, huzurunu, refahını sağlamakla görevli kurumları hızla yeniden yapılandırmalıyız. Coğrafyasıyla ve demografisiyle, dünyadaki tüm kökenleri, inançları, kültürleri temsil yeteneğine sahip bir küresel yönetim mimarisi inşa etmeliyiz. Netice olarak, tüm kalbimizle bir kez daha diyoruz ki, dünya 5’ten büyüktür, daha adil bir dünya mümkündür.

Şimdi de, kendi bölgemizden başlayarak, çeşitli sorun alanlarına ilişkin ülkemin yaklaşımlarını sizlerle kısaca paylaşmak istiyorum. Doğu Akdeniz’in barış, refah ve istikrarın egemen olduğu coğrafyaya dönüşebilmesi, ancak tüm tarafların hak ve hukukuna saygı gösterilmesiyle mümkündür. Bizim kimsenin hakkında gözümüz yoktur, kimsenin de haklarımızı yok saymasına müsaade etmiyoruz, etmeyeceğiz.

Kıbrıs meselesinin ortaya çıkmasının 60’ıncı yıldönümündeyiz. Kıbrıs Türk tarafı, Kıbrıs meselesinde adil, kalıcı ve sürdürülebilir bir çözüm bulunması için daima samimi gayret göstermiştir. Bu çözümün artık federasyon modeli temelinde gerçekleşemeyeceği, herkesin kabul ettiği bir gerçektir. Uluslararası toplumu bunu kabullenerek, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyetinin bağımsızlığını tanımaya, bu ülkeyle diplomatik, siyasi ve ekonomik bağlar kurmaya davet ediyoruz. Ada’daki Birleşmiş Milletler Barış Gücü’nden de, sergilemekle mükellef olduğu tarafsızlığa titizlikle riayet etmesini bekliyoruz. Zaten itibarı zedelenen bu gücün, Kıbrıs’ta yeni bir itibar kaybıyla daha karşı karşıya kalmasını istemeyiz.

Köklü tarihi ve gönül bağlarına sahip bulunduğumuz Yemen’deki durum bizi derinden yaralamaktadır. Bu sorunun en kısa sürede, Yemen’in milli birliği ve toprak bütünlüğü içerisinde çözüme kavuşturulması en büyük temennimizdir.

Mısır’la bir müddet durağan seyreden ilişkilerimizi, her alanda geliştirmeye başladığımız bir döneme girdik. Bu yeni dönemde iş birliklerimizi karşılıklı fayda temelinde ilerletmeye kararlıyız.

Ortadoğu’ya kalıcı barışın gelebilmesi, ancak Filistin-İsrail sorununun nihai bir çözüme kavuşturulabilmesiyle mümkündür. Filistin halkını ve devletini, uluslararası hukuk temelinde meşru haklarına kavuşması yolunda verdikleri mücadelede desteklemeyi sürdüreceğiz. Bir kez daha tekrarlayacak olursak; 1967 sınırları temelinde bağımsız ve coğrafi bütünlüğü haiz bir Filistin devleti hayata geçirilmeden, İsrail’in de aradığı huzuru ve güveni bulabilmesi zordur. Bu çerçevede, Kudüs’ün, özellikle de Harem-i Şerif’in tarihi konumuna saygı gösterilmesinin takipçisi olmaya devam edeceğiz.

Balkanlarla, kökleri tarihe dayanan güçlü siyasi, ekonomik ve insani bağlarımız var. Avrupa’nın bu kritik bölgesinde istikrarın sağlanması, anlaşmazlıkların diyalog yoluyla çözülmesi için ikili, bölgesel ve uluslararası platformlarda yoğun çaba gösteriyoruz. Son dönemde gerginleşen Kosova ve Sırbistan arasındaki ilişkilerin normalleşmesi için yürütülen süreçleri aktif şekilde destekliyoruz.

Bölgesel ve küresel sınamaların giderek giriftleşen yapısı, Türkiye-Avrupa Birliği ilişkilerinin sağlıklı bir zeminde ilerletilmesine, her zamankinden daha fazla ihtiyaç olduğuna işaret ediyor. Avrupa Birliği’nden beklentimiz, uzun süredir ihmal ettiği ülkemize yönelik yükümlülüklerini süratle yerine getirmeye başlamasıdır. Özellikle Türkiye’ye yönelik sergilenen ikircilikli tavırların artık bir son bulması gerekiyor.

Latin Amerika ve Karayipler coğrafyası, insani dış politikamızın tüm unsurlarını harekete geçirdiğimiz, dostluk bağlarımızın her geçen gün kuvvetlendiği bir diğer bölgedir. Önümüzdeki dönemde bu ilişkileri, Türkiye-Latin Amerika ve Karayipler Ortaklık Politikasına dönüştürmeyi hedefliyoruz.

Kuruluşunun 60’ıncı yıldönümünde Afrika Birliği, Kıta’nın kendi kaderini eline alıp ayağa kalkmasının abidevi bir sembolüdür. “Afrika’nın sorunlarına Afrikalı çözümler” bulma iradesiyle başlayan süreç, dünyanın en önemli kalkınma projelerinden biri haline dönüşmüştür. Yürüdüğü bu yolda Afrika’ya eşlik etmek amacıyla, Kıta’yla dostluk bağlarımızı stratejik ortaklıkla taçlandırdık. Afrika Birliği’nin, bizim de çok güçlü destek verdiğimiz G20 üyeliğini memnuniyetle karşıladık. Bununla birlikte, Sahel Bölgesi’nin ciddi siyasi, ekonomik, sosyal ve güvenlik sınamalarıyla yüzleştiği bir gerçektir.

Son dönemde sıkıntılı günler yaşayan Nijer’in en kısa zamanda anayasal düzene, demokratik bir yönetime kavuşmasını ümit ediyoruz. Nijer’e yapılacak herhangi bir askeri müdahalenin, bu ülkeyle birlikte bölgenin tamamını daha derin bir istikrarsızlığa sürükleme riski vardır. Yeniden Asya Girişimimiz, ata yurdumuz olan Asya ile ilişkilerimizi karşılıklı yarar ve ortak öncelikler temelinde daha da ileri taşıma irademizin sembolü haline gelmiştir.

Güney Kafkasya’da barışın, huzurun ve işbirliğinin tesisi yolunda önümüzde tarihi bir fırsat bulunuyor. Bu fırsatı değerlendirmek için Ermenistan’la iyi komşuluk ilişkilerini ve tam normalleşmeyi hedefleyen bir süreç başlattık. Azerbaycan ve Ermenistan arasındaki görüşme sürecini başından beri destekledik. Ancak Ermenistan’ın, bu tarihi fırsatı yeterince değerlendiremediğini görüyoruz.

Ermenistan’ın başta Zengezur Koridoru’nun açılması olmak üzere verdiği sözleri yerine getirmesini bekliyoruz. Artık herkesin kabul ettiği gibi, Karabağ, Azerbaycan toprağıdır. Bunun dışında bir statünün dayatılması asla kabul edilmeyecektir. Ermeniler dahil herkesin Azerbaycan topraklarında barış içinde yan yana yaşaması öncelikli hedefimiz olmalıdır. “Tek millet, iki devlet” şiarıyla hareket ettiğimiz Azerbaycan’ın toprak bütünlüğünü korunma yönünde attığı adımları destekliyoruz.

Kadim medeniyetimizin köklerinin uzandığı ve aynı kültürü paylaştığımız Orta Asya ülkeleriyle iş birliğimizi güçlendiriyoruz. Türk Devletleri Teşkilatı’nın, bölgesel ve küresel düzeyde giderek daha etkin bir aktör haline dönüşmesinden memnuniyet duyuyoruz. Yarım asırdır zor günler yaşayan Afgan halkının, siyasi saiklerden bağımsız olarak, çok ciddi insani yardıma ve desteğe ihtiyacı var. Ülkedeki Geçici Hükümetin, toplumun tüm kesimlerinin adil bir şekilde temsil edildiği kapsayıcı bir yönetime dönüşmesi; Afganistan’ın önünü açacak ve uluslararası alanda olumlu karşılık bulacaktır. Güney Asya’da bölgesel huzurun, istikrarın ve refahın önünü açacak bir diğer gelişme de, Keşmir’de ihtiyaç duyulan adil ve kalıcı barışın, Hindistan ve Pakistan arasında diyalog ve işbirliği yoluyla tesisi olacaktır. Türkiye olarak bu yönde atılacak adımlara desteğimizi sürdüreceğiz.

Çin’in toprak bütünlüğü ve egemenliğine saygı duyduğumuzu, her fırsatta altını çizerek ifade ediyoruz. Bununla birlikte, güçlü tarihi ve insani bağlarımızın olduğu Uygur Türkleri’nin hak ve özgürlüklerinin korunmasıyla ilgili hassasiyetimizi dile getirmeyi ve gündemde tutmayı sürdüreceğiz. Myanmar ve Bangladeş’te zor şartlarda yaşayan Rohinga Müslümanlarına ilk günden itibaren yardım elini uzatmış bir ülkeyiz. Yerlerinden edilmiş durumdaki Rohingaların anavatanlarına güvenli, gönüllü, onurlu ve kalıcı şekilde dönüşleri sağlanana kadar kendilerine olan desteğimiz devam edecek.

Gündemimizdeki bir önemi küresel sınama, enerji güvenliği konusudur. Türkiye, son 20 yıldır enerji alanında gerçekleştirdiği yatırımlar sayesinde, kendi enerji güvenliğini sağlama yönünde önemli mesafe kat etti. Çalışmalarımızı, enerjiyi bir çatışma unsuru olmaktan çıkarma ve kullanımını ortak fayda temelinde teşvik etme yönünde yoğunlaştırdık. Bu doğrultuda, Doğu Akdeniz’den Hazar Havzası’na, Karadeniz’den Balkanlar’a kadar geniş bir coğrafyada enerji alanında işbirliği ruhunu ve dayanışmayı ön plana çıkarmak için mücadele ediyoruz.

Türkiye ulaştırma alanında da, üzerinden veya çevresinden geçecek tüm projelere destek verebilecek jeopolitik konuma sahiptir. Teknolojik yenilikler, küresel ve bölgesel sınamaları çözmemiz için fırsat olarak değerlendirilmeli, rekabet gücünü artıracak bir koz olarak görülmemelidir. Birleşmiş Milletler Sürdürülebilir Kalkınma Hedeflerinin en önemli başlıkları arasında yer alan “2030’da sıfır açlık” sloganından, maalesef giderek uzaklaşıyoruz. Doğrusu biz, açlığı 21’inci yüzyılda hâlâ çözüme kavuşturulamamış bir sorun olarak kabullenmekte zorlanıyoruz. Dünyanın bu kadar geliştiği, refahın bu kadar attığı bir çağda, 735 milyon kişinin açılıkla boğuşmasının hiçbir izahı olamaz. Uzaya turistik yolculuk için yüz milyonlarca dolar harcanırken, Afrika’dan Asya’ya milyonlarca insan bir lokma yiyecek ekmek dahi bulamıyorsa, hiçbirimiz kendimizi güvende hissedemeyiz.

Sürdürülebilir Kalkınma Hedeflerinin hayata geçirilmesi için tüm ülkeleri güçlü irade sergilemeye davet ediyoruz. Kalkınma yardımları konusunda dünyanın en cömert ülkeleri arasında yer alan Türkiye’nin bu çağrıyı yapma hakkı olduğuna inanıyoruz. İklim değişikliğine bağlı küresel sıcaklık artışının 1,5 santigrat dereceyle sınırlı tutulabilmesi giderek zorlaşıyor. Bunun şartlarından biri, kalkınmakta olan ülkelerin çabalarının finansal ve teknolojik olarak desteklenmesidir.

“Gıda güvenliği” iklim değişikliğinden etkilenen alanların başında geliyor. Su ve toprak kaynaklarının sürdürülebilir kullanımına yönelik doğru politikalar ve yatırımlar geliştirip uygulamalıyız. Çocuklarımıza, bilinçsiz tüketimden doğan kirliliğe boğulmuş ve doğal kaynakları tüketilmiş bir dünyayı miras bırakamayız. Bu anlayışla, daha yaşanabilir ve adil bir dünya vizyonuyla, Eşim Emine Erdoğan’ın himayesinde ülkemizde başlattığımız Sıfır Atık Hareketini, Birleşmiş Milletlerde 105 ülkenin ortak sunuculuğunda kabul edilen kararla, küresel boyuta taşıdık. Dün Türkevi’nde “Küresel Sıfır Atık İyi Niyet Beyanını” imzaladık.

Sıfır Atık hedeflerimizin, iklim değişikliğiyle mücadeleye ve sürdürülebilir kalkınma çabalarına önemli katkılar sağlayacağına inanıyoruz. Buradan tüm ülkeleri, uluslararası kurumları ve sivil toplum kuruluşlarını Sıfır Atık Hareketine destek vermeye davet ediyorum. Bilhassa gelişmiş ülkelerde bir virüs gibi yayılan ırkçılık, yabancı karşıtlığı, İslam düşmanlığı artık tahammül edilemeyecek seviyelere ulaşmıştır.

Masum insanların maruz kaldığı nefret söylemi, kutuplaşma ve ayrımcılık, dünyanın dört bir köşesinde sızlatmadık vicdan bırakmıyor. Ne yazık ki pek çok ülkede popülist siyasetçiler, bu tehlikeli akımları teşvik ederek ateşle oynamayı sürdürüyor. Avrupa’da Kur’an-ı Kerim’e karşı düzenlenen menfur saldırılara, ifade özgürlüğü maskesi altında izin vererek eylemleri teşvik eden zihniyet, esasen kendi eliyle kendi geleceğini karartmaktadır. Türkiye olarak, Birleşmiş Milletler, AGİT ve İslam İşbirliği Teşkilatı başta olmak üzere, tüm platformlarda İslam düşmanlığıyla mücadeleye yönelik girişimleri desteklemeye devam edeceğiz. Hangi inanca mensup olursa olsun, kutsallara saldırıyı kabullenmeyen tüm dostlarımızı da mücadelemize omuz vermeye davet ediyorum.

Her birine birkaç cümleyle temas etmeye çalıştığım tüm bu meydan okumalarla mücadele ortak sorumluluğumuzdur. Bu sorumluluğu ancak etkin işbirliği, dayanışma ve insani değerlere sıkı sıkıya sahip çıkarak yerine getirebiliriz. Maalesef son dönemde insanı insan yapan kadim değerler, çok ağır saldırı altındadır. Doğrudan insanı, insanın fıtratını, geleceğini ve sosyal bünyeyi tehdit eden bu saldırıların hedefinde öncelikle aile vardır. Bu bakımdan aileye ve aile müessesesine sahip çıkmak; insana ve tüm insanlığın istikbaline sahip çıkmak demektir. Giderek artan küresel dayatmalar karşısında tüm dostlarımızı aile müessesesinin korunmasında hassasiyet göstermeye çağırıyorum.

Bu sene 100’üncü yılını kutlayan Türkiye Cumhuriyeti olarak, herkes için barış, refah, güvenlik yönünde, tüm insanlığın yararına adımlar atmayı sürdüreceğiz. Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nun 78’inci toplantısında yapılacak çalışmaların, küresel işbirliği ve dayanışma ruhunu güçlendirmesini temenni ediyorum. Hepinizi bir kez daha sevgi ve saygıyla selamlıyorum. Kalın sağlıcakla.”

Paylaşın

Dünya Genelinde 2,6 Milyar Kişi Hala İnternete Ulaşamıyor!

Dünya genelinde geçen yıldan bu yana internet erişimi olan insan sayısının,100 milyon kişi artarak 5,4 milyar kişiye yükseldiği duyuruldu. İnternete erişimi olmayan insan sayısını ise 2,6 milyar olarak aktarıldı.

Sanayi ülkelerinin tamamında internete erişim 2023 yılı itibarıyla sağlanmış durumda. Düşük gelirli ülkelerde ise internet ağı hızla yayılmasına rağmen, nüfusun üçte birinden az bir bölümü internetten faydalanabiliyor.

Birleşmiş Milletler’e (BM) bağlı Uluslararası Telekomünikasyon Birliği (ITU), dünya nüfusunun üçte birinin hala internete erişiminin olmadığını açıkladı.

BM bünyesinde teknolojik konularla ilgili bir alt örgüt olan ITU, geçen yıldan bu yana internet erişimi olan insan sayısının, dünya genelinde 100 milyon kişi artarak 5,4 milyar kişiye yükseldiğini duyurdu. Söz konusu rakamın dünya nüfusunun yüzde 67’sine tekabül ettiğini belirten ITU, internete erişimi olmayan insan sayısını ise 2,6 milyar olarak aktardı.

ITU Başkanı Doreen Bogdan-Martin konuyla ilgili açıklamasında, “İnternet ağının iyileştirilmesini doğru yöne atılmış bir başka adım” olduğunu, ancak “2030 yılına dek evrensel ve amaca uygun bir ağ oluşturabilmek için” kalıcı çabalara ihtiyaç duyulduğunu vurguladı.

Yapılan araştırmaya göre sanayi ülkelerinin tamamında internete erişim 2023 yılı itibarıyla sağlanmış durumda. Düşük gelirli ülkelerde ise internet ağı hızla yayılmasına rağmen, nüfusun üçte birinden az bir bölümü internetten faydalanabiliyor.

Google’ın yargılanmasına başlandı

Öte yandan Amerika Birleşik Devletleri (ABD) Adalet Bakanlığı’nın, teknoloji devi Google’a karşı tekel oluşturma suçlamasıyla açtığı davanın ilk duruşması yapıldı. Washington’da görülen davada Google, piyasaya hükmeden pozisyonunu yasa dışı yöntemlerle elde etmek ve böylece rekabet hukukuna aykırı davranmakla suçlanıyor.

İddianamede Google’ın, Apple ve Samsung gibi akıllı telefon üreticileri ile yaptığı özel sözleşmelerle, kendi arama motorunun telefonlarda standart özellik olarak yer almasını sağladığı ve bir Microsoft markası olan Bing ya da DuckDuckGo gibi arama motorlarına rekabet etme şansı tanımadığı da yer alıyor.

Duruşmaya katılan Adalet Bakanlığı temsilcisi Kenneth Dintzer, “Bu davada internetin geleceğini ve Google’ın bundan sonra internet aramalarında ciddi bir rakibi olup olamayacağını ele alıyoruz” ifadelerini kullandı. Adalet Bakanlığı tarafından açılan davaya, çok sayıda ABD eyaleti de davacı olarak iştirak ediyor.

Dünya çapında, arama motoru pazarının yüzde 90’ını elinde tutan Google ise suçlamaları reddederek, başarısının arkasındaki nedenin, rakiplerinden daha iyi olması olduğunu öne sürüyor.

Paylaşın

Birleşmiş Milletler’den Yeni İklim Raporu: Zaman Daralıyor

Kasım ayında Dubai’de yapılacak 28’inci İklim Konferansı öncesi yeni bir iklim raporu yayınlayan Birleşmiş Milletler (BM), raporunda iklim hedeflerine ulaşmak için gösterilen çabaların yetersiz olduğunu açıkladı.

İklim hedeflerine ulaşmak için gösterilen çabalar yeterli seviyede olmadığı belirtilen raporda, küresel ısınma ile mücadelede zamanın daraldığı uyarısı yapılırken dünya genelindeki sera gazı emisyonlarının küresel ısınmanın 1,5 derece ile sınırlandırılmasını öngören modellerle örtüşmediği dile getirildi.

Rapora göre, Paris İklim Anlaşması’nın merkezinde yer alan Ulusal Katkı Beyanları (NDC’ler) Paris’te kabul edilen iklim hedeflerine ulaşmak için yeterli değil. BM İklim Sekreterliği, 1,5 derece hedefine ulaşabilmek için 2030 yılına kadarki emisyon tasarruf hedeflerinde 20,3 ile 20,9 gigatonluk açık bulunduğuna dikkat çekti. Paris İklim Anlaşması, küresel ısınmanın sanayileşme öncesi döneme göre 2, mümkün olursa 1,5 derece ile sınırılandırılmasını öngörüyor.

BM’nin son raporu, Küresel Emisyonlar Durum Değerlendirmesi’nin (Global Stocktake) bir parçasını oluşturuyor. Raporda, Paris iklim hedeflerine ulaşılabilmesi için hem daha iddialı tasarruf hedeflerine hem de bu hedeflerin hayata geçirilmesine ihtiyaç olduğu belirtildi. İklim değişikliği ile mücadelenin temel ayaklarının yenilenebilir enerjilerin yaygınlaştırılması ile fosil enerjilerinden vazgeçilmesi olduğuna dikkat çekildi.

45 sayfalık raporda, küresel ısınmanın kalkınmayla ilgili kaydedilen ilerlemeye de zarar verdiği vurgulandı. Zengin sanayileşmiş ülkelerin yoksul ülkelere iklim yardımlarının arttığı belirtilirken daha fazla yardımın şart olduğu ifade edildi.

1,5 santigrat derece hedefi

1,5 santigrat derece hedefi, iklim değişikliğinin yıkıcı ve muhtemelen geri döndürülemez sonuçlarından kaçınmak için küresel ısınmayı sanayi öncesi seviyelere (1850-1900) kıyasla 1,5 santigrat derece ile sınırlamayı amaçlayan 2015’teki Paris iklim görüşmelerinde kabul edildi.

Öte yandan Hindistan’ın başkenti Delhi’de düzenlenecek G20 Zirvesi öncesi açıklamalarda bulunan Birleşmiş Milletler (BM) Genel Sekreteri Antonio Guterres, iklim değişikliğiyle etkili bir şekilde mücadele etmek için “1,5 santigrat derece hedefinin” korunmasının hayati önemini vurguladı.

Guterres, dünya GSYİH’sının yüzde 85’ini ve küresel emisyonların yüzde 80’ini oluşturan G20 ülkelerinin, 1,5 santigrat derece küresel ısınma hedefinin tutturulmasında öncülük etmesi gerektiğini belirtti.

Guterres, büyük emisyon salınım yapan ülkelerin emisyon salınımlarını azaltmak için ekstra çaba sarf etmeleri ve gelişmekte olan ekonomilere bu emisyon salınım azaltmaları konusunda da destek vermeleri gerektiğini vurguladı. Guterres ayrıca G20 içindeki gelişmiş ülkelere, gelişmekte olan ülkelere yönelik taahhütlerini yerine getirerek liderlik etmeleri çağrısında bulundu.

Gelişmiş ülkelerin 2040 yılına kadar net sıfır emisyona ulaşmayı taahhüt ettiğini, gelişmekte olan ekonomilerin ise 2050 yılına kadar bu hedefi hedeflemesi gerektiğini söyleyen Guterres ayrıca, OECD ülkelerinin 2030 yılına kadar kömürü aşamalı olarak bırakmalarını, diğer ülkelerin de 2040 yılına kadar aynı şeyi yapmalarını önerdi.

Paylaşın

Birleşmiş Milletler’den G20’ye İklim Kriziyle Mücadele Çağrısı

Hindistan’ın başkenti Delhi’de düzenlenecek G20 Zirvesi öncesi açıklamalarda bulunan Birleşmiş Milletler (BM) Genel Sekreteri Antonio Guterres, iklim değişikliğiyle etkili bir şekilde mücadele etmek için “1,5 santigrat derece hedefinin” korunmasının hayati önemini vurguladı.

Haber Merkezi / BM Genel Sekreteri Guterres, dünya GSYİH’sının yüzde 85’ini ve küresel emisyonların yüzde 80’ini oluşturan G20 ülkelerinin, 1,5 santigrat derece küresel ısınma hedefinin tutturulmasında öncülük etmesi gerektiğini belirtti.

1,5 santigrat derece hedefi, iklim değişikliğinin yıkıcı ve muhtemelen geri döndürülemez sonuçlarından kaçınmak için küresel ısınmayı sanayi öncesi seviyelere (1850-1900) kıyasla 1,5 santigrat derece ile sınırlamayı amaçlayan 2015’teki Paris iklim görüşmelerinde kabul edildi.

İklim krizinin hızla tırmandığını ancak G20 ülkelerinin krizin gidişatını etkileme gücünün bulunduğunu söyleyen Guterres, “bu ülkeler küresel emisyonların yüzde 80’inden sorumludur” dedi.  Guterres, alınan önlemlerin iklim çöküşünü önlemek için yeterli olmayacağı konusunda uyardı.

BM Genel Sekreteri Guterres, G20 liderlerini, 1,5 santigrat derece hedefini desteklemeye, iklim adaletini vurgulayarak güveni yeniden inşa etmeye ve yeşil ekonomiye adil, eşitlikçi bir geçişi ilerletmeye çağırdı.

Guterres, büyük emisyon salınım yapan ülkelerin emisyon salınımlarını azaltmak için ekstra çaba sarf etmeleri ve gelişmekte olan ekonomilere bu emisyon salınım azaltımları konusunda da destek vermeleri gerektiğini vurguladı.

Guterres ayrıca G20 içindeki gelişmiş ülkelere, gelişmekte olan ülkelere yönelik taahhütlerini yerine getirerek liderlik etmeleri çağrısında bulundu.

Bu, 100 milyar dolar tutarındaki iklim finansmanı hedefinin tutturulmasını, uyum finansmanının iki katına çıkarılmasını, Yeşil İklim Fonu’nun yenilenmesini ve Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi’nin (UNFCCC) son Taraflar Konferansı’nda oluşturulan kayıp ve hasar fonunun faaliyete geçirilmesini içermektedir.

Guterres, gelişmiş ülkelerin 2040 yılına kadar net sıfır emisyona ulaşmayı taahhüt ettiğini, gelişmekte olan ekonomilerin ise 2050 yılına kadar bu hedefi hedeflemesi gerektiğini söyledi.

Guterres ayrıca, OECD ülkelerinin 2030 yılına kadar kömürü aşamalı olarak bırakmalarını, diğer ülkelerin de 2040 yılına kadar aynı şeyi yapmalarını önerdi.

BM Genel Sekreteri Antonio Guterres, G20 ülkelerini iki öncelikli alana odaklanmaya çağırdı: iklim bozulmasını önlemek ve sürdürülebilir kalkınma hedeflerine ulaşmak.

Paylaşın

Birleşmiş Milletler’den “İklim Çöküşüne Giriyoruz” Uyarısı

Birleşmiş Milletler (BM) Genel Sekreteri António Guterres, “iklim çöküşünün” başladığı uyarısında bulunarak, “Gezegenimiz kaynayan bir mevsimi -kayıtlardaki en sıcak yazı- daha yeni arkada bıraktı” dedi. 

BM Genel Sekreteri Guterres İngilizce’de yazın en sıcak günleri için kullanılan “köpek günleri”* deyimine atıfta bulunarak “Yazın köpek günleri yalnızca  havlamakla kalmıyor, ısırıyor” dedikten sonra insanlığın dizginlerini salıverdiği fosil yakıtlara bağımlılığının sonuçlarını sıraladı.

António Guterres, iklim krizinin dünya çapında gitgide daha aşırı hava koşullarını tetiklemeye devam ederken, liderlere “şimdi iklim çözümleri için ateşi körükleme” çağrısında bulundu.

Dünya Meteoroloji Örgütü (WMO) raporu Birleşmiş Milletler (BM) Genel Sekreteri António Guterres’in kuzey yarımkürede küresel ısınma rekorlarının kırıldığı 2023 yazının yol açtığı gelişmelere yönelik çarpıcı ifadelere yer verdiği bildirisiyle eş zamanlı olarak yayımlandı.

WMO raporu her yıl 7 Eylül’de kutlanan “mavi gökyüzü için Uluslararası Temiz Hava Günü” arifesinde yayınlandı. 2023 kutlamalarının teması Temiz Hava İçin Birlikte, hava kirliliğinin üstesinden gelmek üzere ortaklıkları güçlendirme, yatırımları artırma ve sorumluluğu paylaşma ihtiyacına odaklanıyor.

Dünya, yazılı kayıtlara geçen -büyük bir farkla- en sıcak Ağustos ayını ve 2023 Temmuz’undan sonra tarihte şimdiye kadarki en sıcak ikinci ayı geride bıraktı. Haziran’ı da içine alan verilerle birlikte yerküre tarihte bugüne kadarki en sıcak üç aylık dönemi geçirmiş oldu. 2023, genel olarak, 2016’dan sonra kaydedilen ikinci en sıcak yıl oldu.

“İklim çöküşünün” başladığı uyarısında bulunan BM Genel Sekreteri, “Gezegenimiz kaynayan bir mevsimi -kayıtlardaki en sıcak yazı- daha yeni arkada bıraktı” dedi.

Guterres İngilizce’de yazın en sıcak günleri için kullanılan “köpek günleri”* deyimine atıfta bulunarak “Yazın köpek günleri yalnızca  havlamakla kalmıyor, ısırıyor” dedikten sonra insanlığın dizginlerini salıverdiği fosil yakıtlara bağımlılığının sonuçlarını sıraladı.

BM Genel Sekretei, iklim krizinin dünya çapında gitgide daha aşırı hava koşullarını tetiklemeye devam ederken, liderlere “şimdi iklim çözümleri için ateşi körükleme” çağrısında bulundu.

Genel Sekreter’in açıklamasının hemen ardından yayımlanan 2023 WMO Hava Kalitesi ve İklim Bülteni, dünyanın dikkatini sıcak hava dalgalarının yol açtığı tahribata çekiyor.  WMO, yüksek sıcaklıkların yalnızca kendi başlarına bir tehlike olmakla kalmadığını, aynı zamanda hava kirliliğini de tetiklediklerini belirtiyor.

2022 verilerine dayalı olarak hazırlanan rapor, geçtiğimiz yıl sıcak hava dalgalarının hava kalitesinde nasıl tehlikeli bir düşüşü  körüklediğini gösteriyor.

WMO Genel Sekreteri Prof. Petteri Taalas, raporun bulgularına ilişkin açıklamasında “Sıcak hava dalgaları, insan sağlığı, ekosistemler, tarım ve esasen gündelik yaşamlarımız üzerindeki zincirleme etkileriyle hava kalitesini kötüleştiriyor” dedi. Taalas, kısır döngüden çıkabilmek için iklim değişikliği ve hava kalitesinin birlikte ele alınması gerektiğini söyledi.

“İklim değişikliği demleniyor”

İklim değişikliği, sıcak hava dalgalarının sıklığını ve yoğunluğunu artırıyor. Bülteni derleyen Küresel Atmosfer İzleme ağındaki WMO bilim görevlisi Lorenzo Labrador, “Orman yangınlarından çıkan duman[ın], sadece hava kalitesini ve sağlığını etkilemekle kalmayıp, bir cadı kazanındaki gibi aynı zamanda bitkilere, ekosistemlere ve mahsullere de zarar veren ve atmosferde daha fazla karbon salımına ve dolayısıyla daha fazla sera gazına yol açan kimyasallar içer[diğini]” açıklıyor.

Geçtiğimiz yaz kuzey yarım küredeki sıcak hava dalgası, zararlı parçacıklar ve azot oksitler benzeri reaktif gazlar türünden kirletici konsantrasyonların çoğalmasına neden oldu. Avrupa’da, yüzlerce hava kalitesi izleme alanı, sekiz saate kadar varan sürelerde Dünya Sağlık Örgütü’nün (WHO) ozon hava kalitesi alarm düzeyi olan 100 μg m3 (metreküpte 100 mikrogram) üzerinde değerler kaydetti.

Isı söz konusu olduğunda, kentlerde yaşayanlar genellikle sıcak havalardan en yoğun biçimde etkileniyorlar. Yoğun altyapı ve çok sayıda yüksek binayla kuşatılan kentsel alanlar, kırsal çevreye kıyasla çok daha yüksek sıcaklıklarla karşı karşıya kalıyorlar.

Bu etki genellikle bir “kentsel ısı adası” oluşumu olarak adlandırılıyor. Gece gündüz sıcaklık farkının büyüklüğü değişebilir ancak geceleri 9° C’ye  kadar ulaşabilir. Sonuçta kentlerde yaşayan ve çalışan insanlar, geceleri bile tehlikeli ısı stresi altında kalabilirler.

Ancak, Brezilya’nın São Paulo kentinde yapılan bir araştırma kapsamında hem sıcaklık hem de CO2 ölçümlerinin, iklim değişikliği için doğa temelli çözümlerin yararlarını gösterdi. Şehirlerde daha fazla yeşil alan sağlanarak olumsuz etkilerin kısmen azaltıldığını gösterdi.

(Kaynak: Bianet)

Paylaşın

Birleşmiş Milletler, 2 Milyon Afgan’a Daha Gıda Yardımını Kesiyor

Birleşmiş Milletler’in (BM) Dünya Gıda Programı (DGP), finansman açığı nedeniyle 2 milyon Afgan’a daha gıda yardımını keseceğini duyurdu. Kuruluş, nisan ve mayıs aylarında yaptığı açıklamada, 8 milyona yakın Afgan vatandaşına yönelik gıda yardımının kesilmek zorunda kaldığını bildirilmişti.

DGP, bu ülkede özellikle zor durumdaki kadın ve çocukların gıda sorunlarına çare bulmayı hedefliyor.

DGP Afganistan Direktörü Hsiao-Wei Lee, yeteri kadar mali destek alamadıkları şikayetinde bulunarak, “Zaten endişe verici seviyelerdeki açlık ve yetersiz beslenme sürerken, şimdi de açlar ile açlıktan ölmek üzere olanlar arasında seçim yapmak zorunda kalacağız. Milyonlarca aileyi bir sonraki yemek öğünleri için çaresiz durumda bırakıyoruz. Biz kalan az sayıdaki kaynağımızla, mutlak yoksulluğun eşiğinde olan bu insanlara hizmet edemeyiz.” dedi.

Birleşmiş Milletler’in (BM) Dünya Gıda Programı (DGP), önemli mali kesintiler nedeniyle bu ay Afganistan’daki 2 milyon gıdaya erişimi olmayan insanın daha öngörülen gıda yardımından çıkarılması gerektiği uyarısında bulundu.

Dünya Gıda Programı’ndan yapılan yazılı açıklamada, son mali kesinti ile birlikte bu yıl ülkede BM desteğinden mahrum kalacak kişi sayısının 10 milyona ulaşacağı kaydedildi.

Açıklamaya göre, yeni kesintilerle birlikte BM Gıda Programı, Afganistan’da temel gıda maddelerine ulaşamayan 15 milyon insanın yaklaşık sadece 3 milyonuna gıda yardımı sağlayabilecek.

DGP Afganistan Direktörü Hsiao-Wei Lee, yeteri kadar mali destek alamadıkları şikayetinde bulunarak, “Zaten endişe verici seviyelerdeki açlık ve yetersiz beslenme sürerken, şimdi de açlar ile açlıktan ölmek üzere olanlar arasında seçim yapmak zorunda kalacağız. Milyonlarca aileyi bir sonraki yemek öğünleri için çaresiz durumda bırakıyoruz. Biz kalan az sayıdaki kaynağımızla, mutlak yoksulluğun eşiğinde olan bu insanlara hizmet edemeyiz.” dedi.

BM dışında birçok uluslararası insani yardım kuruluşları da Taliban’ın Ağustos 2021’de yönetimi ele geçirmesi ve ardından gelen ekonomik çöküşün ardından Afganlara gıda, eğitim ve sağlık desteği sağlamaya çalışıyor.

BM’nin kuruluşu, nisan ve mayıs aylarında yaptığı açıklamada, 8 milyona yakın Afgan vatandaşına yönelik gıda yardımının kesilmek zorunda kaldığını bildirilmişti.

DGP, bu ülkede özellikle zor durumdaki kadın ve çocukların gıda sorunlarına çare bulmayı hedefliyor.

Son kesintilerin sayıları 1,4 milyonu bulan ve özellikle yeni doğum yapmış veya hamile kadınların sağlığına önemli zararlar vereceği uyarısında bulunan DGP, çocukların açlığa daha fazla sürüklenmesi nedeniyle önümüzdeki aylarda beslenme merkezlerine yönelik başvurularda önemli bir artış yaşanacağı saptamasında bulundu.

Açıklamada, önümüzdeki altı ay boyunca, ülkede 21 milyon kişinin asgari gıda ve beslenme ihtiyacını karşılamak için 1 milyar dolara ihtiyaç olduğu bildirildi.

(Kaynak: Euronews Türkçe)

Paylaşın

Taliban’dan BM’nin Afganistan’daki IŞİD Tehdidi Raporuna Tepki

Afganistan’da yönetimi elinde bulunduran Diyubendi İslamcı hareketi ve askeri organizasyonu Taliban, Birleşmiş Milletler (BM) tarafından, Afganistan’daki IŞİD (Irak Şam İslam Devleti) tehdidi ile ilgili rapora itiraz etti.

Taliban Hükümet Sözcüsü Sabihullah Mücahid,  Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi (BMGJK) raporunun, “asılsız suçlamalar” içerdiğini belirterek, iktidarı ele geçirdiğinden bu yana Taliban’ın IŞİD’e karşı “yüzlerce operasyon” düzenlediğini ve bu örgütün kapasitesini, “sıfır faaliyet” gösterdiği bir seviyeye düşürdüğünü ifade etti.

Taliban, ideolojik yakınlığına rağmen IŞİD ile, bu örgütün Afganistan’da organize olmaya başladığı 2015 yılından bu yana sert bir mücadele içinde. 2021’in Ağustos ayında Taliban’ın Kabil’e girerek ülkeyi yönetmeye başlamasının ardından da IŞİD pek çok ölümcül saldırı düzenlemişti.

BM Terörle Mücadele Ofisi Başkanı Vladimir Voronkov, kısa süre önce yaptığı açıklamada, Afganistan’daki durumun giderek karmaşık bir hal aldığını ve ülkede 20’den fazla terör örgütünün aktif olduğunu belirtmişti. Taliban’ın bu iddiaya verdiği yanıtta, Voronkov’un dile getirdiği iddiaların ya eksik bilgilendirmeden kaynaklandığı, ya da IŞİD’e moral vermek ve bölgeyi istikrarsızlaştırmak için dile getirildiği ifade edildi.

Siyasi gözlemciler, IŞİD’in Afganistan’da Taliban’ı bölmeye ve Taliban’ın dış kaynaklarını kesmeye çalıştığını öne sürüyor.

Taliban, kadınların ulusal bir parka girişini yasakladı

Öte yandan Afganistan’ın Fazilet Yayma ve Ahlaksızlığı Önleme Bakanı Muhammed Halid Hanefi, kadınların park içindeki örtünme kurallarına uymadığını söyledi. Hanefi, dini görevlilerden ve güvenlik birimlerinden, bir çözüm bulunana dek kadınların parka girişini yasaklamalarını istedi.

2009’da Afganistan’ın ilk milli parkı olan Band-e-Amir, ülkenin önemli turizm merkezlerinden birisi. Park, ayrıca aileler arasında da oldukça popüler. Birleşmiş Milletler Eğitim, Bilim ve Kültür Örgütü (UNESCO) parkı “doğal olarak oluşmuş özel jeolojik yapıya sahip, doğal ve eşsiz güzellikte göllerin yer aldığı bir bölge” olarak tanımlıyor.

Afgan ajansı Tolo News’un aktardığına göre Hanafi, parkı görmek için parka gitmenin “zorunlu olmadığını” söyledi. Bamiyan’daki dini önderler, parkı ziyaret eden ve kurallara uymayan kadınların bölgeye gelen ziyaretçiler olduğunu belirtti.

Tolo News’e konuşan Bamiyan Şii Ulema Konseyi Başkanı Sayid Nasrullah Waezi, “Örtünme eksikliği veya kötü örtünülen türbanla ilgili şikayetler var ama bunlar Bamiyan sakinleri için değil. Başka yerlerden buraya geliyorlar” dedi. Eski bir Afgan milletvekili olan Meryem Solaimankhil, yasağı eleştiren bir şiirini sosyal medya hesabından paylaştı ve “Geri döneceğiz, bundan eminim” dedi.

İnsan Hakları İzleme Örgütü’nden Fereshta Abbasi ise yasak kararının Kadın Eşitlik Günü’nde alındığını hatırlattı ve durum için “Afgan kadınlarına yönelik tam bir saygısızlık” ifadelerini kullandı.

(Kaynak: DW Türkçe, BBC Türkçe)

Paylaşın

BM’den “Ukrayna” Çağrısı: Bu Vahşi Savaşa Bir Son Verin

Birleşmiş Milletler (BM) Silahsızlanma Yüksek Komiseri Izumi Nakamitsu, Ukrayna’da savaş alanındaki kayıpların ve giderek artan ölü sayısının ciddi bir endişe olmaya devam ettiğini söyledi.

Nakamitsu, ‘’24 Şubat 2022’den, bu yılın 13 Ağustos tarihine kadar, BM İnsan Hakları Yüksek Komiserliği, Ukrayna’da sivil kaybının 9 bin 444, yaralı sayısının da 16 bin 940 olduğunu açıkladı. Gerçekte sivil kayıpların sayısı verilen bu sayılardan önemli ölçüde daha fazla” dedi ve ekledi:

“BM, sivillere ve sivil altyapıya yönelik saldırıları şiddetle kınıyor. Bu saldırıların derhal durdurulması çağrısında bulunuyor. Ukrayna’daki Rus askeri saldırısı, BM Tüzüğü ve uluslararası hukuku ihlal ederek, en savunmasız olanları en sert şekilde vuruyor. Bu vahşi savaşa bir son verilmesi bir zorunluluktur.”

Ukrayna konusunda yapılan son Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi toplantısında ülkenin bir silah yığınağı haline geldiği, karşılıklı olarak tırmanan silahlanmanın hem Ukrayna hem de bölge ülkeleri için, savaş sona erse bile büyük riskler taşıdığını belirtilerek ‘’ Silahlandırmaya son verin. Bu vahşi savaşı sonlandırın’’ çağrısı yapıldı.

VOA Türkçe’den Can Kamiloğlu‘nun aktardığına göre; BM Silahsızlanma Yüksek Komiseri Izumi Nakamitsu, konsey üyelerine hitaben yaptığı konuşmada, Ukrayna’da devam eden savaşta taraflar arasındaki silahlanmanın son dönemde hızla tırmanışa geçtiğini söyledi.

Nakamitsu, ülkede hızla tırmanan silahlanmanın hem devam eden savaşta hem de savaş sonrası açısından ciddi riskler taşıdığını ifade etti. Nakamitsu, hükümetlerin son zamanlarda Kiev’e yaptığı silah sevkiyatlarıyla ilgili açık kaynaklardan edinilen bilgiler arasında tanklar, zırhlı savaş araçları, savaş uçakları, helikopterler, büyük kalibreli topçu bataryaları, füze sistemleri ve insansız hava araçları gibi ağır silahlar, uzaktan kumandalı patlayıcı mühimmatlar, küçük ve hafif silahlarla birlikte çok sayıda mühimmatın sevk edildiğini ifade etti.

Yüksek Komiser Nakamitsu, son dönemde bazı ülkelerin Ukrayna’da kullanılmak üzere insansız hava araçları ve mühimmat da dahil olmak üzere silahları, Rus silahlı kuvvetlerine devrettiğini veya aktarmayı planladığını gösterdiğini söyledi.

Nakamitsu, Ukrayna’da sayısı hızla artan silahların yetkisiz kişilerin eline geçmesi, bu kişiler tarafından kullanılması hem Ukrayna hem de bölgedeki ülkeler arasında daha fazla istikrarsızlık ve güvensizliğe yol açabilecektir dedi. Yüksek Komiser, BM’ye üye devletlerin, konvansiyonel silahların uluslararası sevkiyatına getirdiği ortak standartlar oluşturan ve BM’nin bağlayıcı olan ‘’Silah Ticareti Anlaşması‘’ da dahil olmak üzere ilgili tüm uluslararası silahlanma anlaşmalarına saygı duyulması çağrısı yaptı.

Ukrayna’da savaş alanındaki kayıpların ve giderek artan ölü sayısının ciddi bir endişe olmaya devam ettiğini belirten Nakamitsu, ‘’24 Şubat 2022’den, bu yılın 13 Ağustos tarihine kadar, BM İnsan Hakları Yüksek Komiserliği, Ukrayna’da sivil kaybının 9 bin 444, yaralı sayısının da 16 bin 940 olduğunu açıkladı. Gerçekte sivil kayıpların sayısı verilen bu sayılardan önemli ölçüde daha fazla.

BM, sivillere ve sivil altyapıya yönelik saldırıları şiddetle kınıyor. Bu saldırıların derhal durdurulması çağrısında bulunuyor. Ukrayna’daki Rus askeri saldırısı, BM Tüzüğü ve uluslararası hukuku ihlal ederek, en savunmasız olanları en sert şekilde vuruyor. Bu vahşi savaşa bir son verilmesi bir zorunluluktur” dedi.

Paylaşın

Birleşmiş Milletler: Kadın Ve Kızlara Negatif Ayrımcılık Yapılıyor

Birleşmiş Milletler (BM), kadınların sosyal hak ve güvencelerden erkekler kadar faydalanamadığını duyurdu. Ayrımcılık, bir kişiye ya da gruba, belli özelliklerinden dolayı önyargılı davranmaya denir. Bu davranış, pozitif ya da negatif yönde olabilir.

VOA Türkçe’den Can Kamiloğlu’nun aktardığına göre; Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Konseyi yayımladığı son raporunda, sosyal korumaya erişimin temel bir insan hakkı olduğu ancak dünya genelinde, çok sayıda kadın ve kız çocuğunun, hala sosyal güvenlik ödemeleri ve emekli maaşları gibi temel haklara erişemediğini açıkladı.

Sosyal korumanının temel amacının, mali yardım, sağlık sigortası ve sosyal sigorta sunan politikalar ve programlar aracılığıyla savunmasız kişilere ulaştırılması olduğu fakat erkeklere göre daha savunmasız olan kadın ve kızların bu güvencelerden sınırlı bir şekilde yararlandıkları kaydedildi. Bu eşitsizliğin özellikle mülteci kadın ve kızları daha çok etkilediği belirtildi.

Raporda, cinsiyet ayrımcılığı yüzünden kızların erken yaşta evlendirilmeye ve erken hamileliğe zorlandığı, evde olan kadınların güvenlik, sigorta veya emeklilik planlarından hiçbir şekilde yararlanamadığı belirtildi.

Uluslararası Kayıt Dışı Göçmenler Platformu Direktörü Michele LeVoy, göçmen kadınlar için, özellikle de belgesiz olanlar için durumun daha da tehlikeli olduğunu söyledi.

LeVoy, belgesiz göçmen kadınların hizmetlere veya adalete erişiminin önündeki en önemli engellerden birinin, gözaltına alınabilecekleri ve sınır dışı edilebilecekleri korkusu olduğunu belirterek ’’Sosyal yardımlarla çalışabilecek durumda olan kadınlar bile kendilerini en düşük ücretli işlerde bulma eğiliminde. Kadınlar, üreme ve bakım sorumlulukları olduğu iddiasıyla birçok ülkede çalıştıkları işlerinde ayrılmaya, iş piyasasından çekilmeye zorlanıyorlar’’ dedi.

BM Nüfus Fonu Ofisi direktörlerinden Monica Ferro, toplumsal cinsiyet eşitliğinin kadınların katılımı ve liderliği için bir ön koşul olduğunu, eşitlik konusunda yaşanan tüm engellerin ortadan kaldırılması, kadınların geleceklerini seçme, kararlarını sahiplenme konusunda güçlü küresel bir ekonomiye ihtiyaç duyulduğunu ifade etti’’

BM İnsan Hakları Konseyi’nin hazırladığı son rapordaki görüş ve önerilerin bazıları şöyle: “COVID-19 salgını ve sosyal ve ekonomik sonuçları, kadın ve kızları erkeklere oranla çok daha fazla olumsuz olarak etkiledi. Salgın hastalık nedeniyle dünya genelinde 350 milyondan fazla iş kaybedildi.

Salgın hastalık öncesinde 2022 yılı için yapılan tahminler beklenenden 75 ile 95 milyon daha fazla insanın aşırı yoksulluk içinde yaşadığını gösterdi. Dünyadaki açlık arttı.

Dünya genelinde yaklaşık 2 milyar insan gıda güvencesinden yoksun yaşıyor. Bu durumdan en fazla etkilenen kadınlar, çocuklar, göçmenler, yerli halklar, engelli kişiler, yaşlı kişiler, etnik azınlıklar, ülke içinde yerinden edilmiş kişiler olan dünya nüfusun en marjinal kesimleridir.

Dünya genelinde işsizlerin sadece yüzde 22’si işsizlik yardımı alıyor. Dünyada engelli kişilerin sadece yüzde 28’i engelli yardımı alıyor. Çocukların yalnızca yüzde 35’i sosyal koruma kapsamında”

BM İnsan Hakları Konseyi raporunda ayrıca hükümetlere de şu tavsiyelerde bulundu: “Sosyal güvenlik hakkının temel unsurları yaşam boyunca tüm insanlar için özel bir dikkatle güvenlik ve destek anlamındadır. Bu tür destekler, ister nakdi ister ayni olsun, sağlanmak zorundadır.

Hastalık, sakatlık, annelik, iş kazası, işsizlik, yaşlılık, sağlık hizmeti, yetersiz aile desteği, özellikle kadınlar, kızlar ve çocuklara devletler sosyal destek sağlamak zorundadır. Ekonomik, sosyal ve kültürel haklar, sosyal yaşam hakkının temel unsurlarıdır. Yardımlar için uygun koşullar makul ve orantılı olmalı, cinsiyet ayrımcılığı yapılmamalı. Sosyal yardımlarda eşitlik olmalı, hiçbir kesime ya da bir sınıfa ayrımcılık yapılmamalı”

Paylaşın

Tahıl Koridoru Anlaşması: Rusya’dan BM’ye Üç Ay Süre

Bu gece yarısından itibaren Karadeniz’de Ukrayna’ya doğru giden tüm gemilerin potansiyel askerî hedef sayılacağını bildiren Rusya, Tahıl Koridoru Anlaşması’nın koşullarını yerine getirilmesi için Birleşmiş Milletlere (BM) üç ay süre verdi.

Türkiye ve BM’nin Rusya ve Ukrayna ile ayrı ayrı imzaladığı anlaşma, Ukrayna tahılının dünya pazarlarına ihracatını düzenlerken, Rusya ile imzalanan diğer anlaşma, Rus tahıl ve gübre ihracatının Batı’nın Rusya’ya uyguladığı yaptırımlardan etkilenmemesini güvence altına alıyordu. Rusya, bu konuda yeterli adımların atılmadığı gerekçesiyle daha önce de defalarca anlaşmayı uzatmama tehdidinde bulunmuştu.

Rusya Dışişleri Bakanlığı sözcüsü Maria Zaharova, Rus tahıl ve gübresinin ihracatıyla ilgili anlaşmanın uygulanması ve Rusya’nın masaya dönmesi için topun BM’de olduğunu belirterek “Rusya-BM memorandumu, aynen alıntılıyorum, üç yıllığına yürürlükte kalacaktır. Taraflardan birinin anlaşmadan çekilmek istemesi durumunda üç ay önceden bildirimde bulunması gerekmektedir. Biz şu an bu bildirimde bulunmuş oluyoruz” diye konuştu.

Buna göre BM’nin somut sonuçlar ortaya koymak için üç ay süresi bulunduğunu belirten Zaharova, “Dolayısıyla BM Sekreterliği’ndekiler mikrofonlara koşmasınlar, bu üç ayı somut sonuçlara ulaşmak için kullansınlar. Somut sonuçlar çıkarsa bu kapsamlı konuda görüşmelere geri döneriz” ifadelerini kullandı.

Rusya ayrıca, Tahıl Koridoru Anlaşması ile ilgili yaşanan gerginliğin ardından Karadeniz’de Ukrayna yönüne gitmekte olan yük gemilerini potansiyel askerî hedef olarak göreceğini bildirdi.

Rusya Savunma Bakanlığından yapılan açıklamada, “20 Temmuz Moskova saatiyle gece yarısı saat 00.00’dan itibaren Karadeniz’de, Ukrayna limanlarına doğru seyretmekte olan tüm gemiler, potansiyel askerî kargo taşıyıcısı olarak değerlendirilecektir. Bu gemilerin bayrak devletleri, Kiev rejimi yanında Ukrayna ihtilafına taraf olmuş sayılacaktır” ifadesine yer verildi. Karadeniz’in kuzeydoğu ve güneydoğu kesimlerindeki uluslararası karasuları, seferler açısından “geçici olarak tehlikeli” ilan edildi.

Rusya Pazartesi günü, Türkiye ve Birleşmiş Milletler (BM) arabuluculuğunda geçen yıl Temmuz ayında İstanbul’da imzalanan Tahıl Koridoru Anlaşmasını, Rusya’ya yönelik taahhütlerin yerine getirilmediği gerekçesiyle askıya almıştı. Türkiye ve BM’nin Rusya ve Ukrayna ile ayrı ayrı imzaladığı anlaşma, Ukrayna tahılının dünya pazarlarına ihracatını düzenlerken Rusya ile imzalanan diğer anlaşma, Rus tahıl ve gübre ihracatının Batı’nın Rusya’ya uyguladığı yaptırımlardan etkilenmemesini güvence altına alıyordu. Rusya, bu konuda yeterli adımların atılmadığı gerekçesiyle daha önce de defalarca anlaşmayı uzatmama tehdidinde bulunmuştu.

Ukrayna’dan devriye çağrısı

Ukrayna ise Türkiye’nin boğazlardan geçişlere izin vermesi durumunda anlaşmanın Rusya’sız da devam ettirilebileceğini savunmuş, ayrıca Karadeniz’e kıyısı bulunan ülkelere yük gemilerinin güvenliğini sağlama çağrısı yapmıştı. Rusya ise Ukrayna’yı, Karadeniz tahıl koridorunu askerî amaçlarla suistimal etmekle suçluyor.

Ukrayna Devlet Başkanlığı Ofisi Danışmanı Mihail Podolyak Çarşamba günü yaptığı açıklamada, “Türkiye, Bulgaristan gibi bölgeyle irtibatlı ülkeleri içerecek bir askerî devriye oluşturmak için” BM tarafından görevlendirme yapılması önerisini gündeme getirdi.

“Batı anlaşmayı siyasi şantaj aracına dönüştürdü”

Karadeniz’de gerilim artarken Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin, Batılı ülkeleri, tahıl anlaşmasını siyasi amaçlarına alet etmekle suçladı. Putin, “Batı, gerçekten ihtiyacı olan ülkelere yardım etmek yerine anlaşmayı siyasi şantaj için kullandı, anlaşmayı küresel tahıl pazarındaki çokuluslu şirketler ve spekülatörleri zenginleştirmeye yönelik bir araca dönüştürdü” suçlamasında bulundu.

Tahıl anlaşmasının mevcut haliyle tüm anlamını yitirdiğini belirten Putin, Rusya’nın taleplerinin bütünüyle karşılanması durumunda tahıl anlaşmasına geri dönmeyi düşüneceklerini de sözlerine ekledi. Rusya’nın öncelikli talepleri arasında, tarım ürünleri ihracatında faaliyet gösteren Rus bankalarının SWIFT ödeme sistemine erişiminin sağlanması bulunuyor.

60 bin ton tahıl harap oldu

Rusya’nın, Ukrayna’nın liman kenti Odessa’ya Pazartesi başlattığı hava saldırıları Salı gecesi de sürdü. Çok sayıda füze ve silahlı insansız hava araçlarıyla (SİHA) düzenlenen saldırılarda Ukrayna verilerine göre 60 bin tondan fazla tahıl harap oldu.

Ukrayna Tarım Bakanı Mykola Solskyi, saldırılarda Odessa ve Çornomorsk limanlarındaki tahıl depoları ve altyapının kasıtlı olarak hedef alındığını kaydetti. Solskyi, Salı gecesi Odessa yakınındaki Çornomorsk limanında ihracat için depolanan 60 bin tonluk tahılın harap olduğunu belirterek altyapıda meydana gelen hasarın tamamen giderilmesinin en az bir yıl alacağını söyledi. Rusya Savunma Bakanlığı ise saldırıların hedefini cephane depoları ve askeri tesisler olarak açıklamıştı.

Ukrayna Devlet Başkanı Volodimir Zelenskiy de, Odessa’ya saldırıların tahıl anlaşmasının askıya alınmasıyla bağlantılı olduğunu savunarak Rusya’nın tahıl anlaşması altyapısını kasıtlı bir şekilde hedef aldığını savundu. Zelenskiy, “Her Rus füzesi sadece Ukrayna değil, dünyada normal ve güvenli bir yaşam sürdürmek isteyen herkes için bir darbedir” dedi.

Rusya ise Odessa’ya saldırıların, 2014’te ilhak ettiği Kırım Yarımadası’nı Rus ana karasına bağlayan köprüye düzenlenen saldırıya misilleme amacı taşıdığını bildirmişti.

(Kaynak: DW Türkçe)

Paylaşın