Antalya: Kocain Mağarası

Kocain Mağarası; Antalya’nın Döşemealtı İlçesi, Ahırtaş Mahallesi sınırları içerisinde yer almaktadır. Ahırtaş mevkiine özel araçlarla ulaşılabilir.

Kocain Mağarası anıtsal sarkıt ve dikitleri ile tabiat tarihini, tarih öncesi buluntuları ve okunabilen yazıtlarıyla da Antalya ile çevresinin tarih ve arkeolojisini yansıtan en önemli mağaralardan bir tanesidir. İlk kez 1919 yılında keşfedilen mağaradaki arkeolojik araştırmalar 1946 yılından sonra çeşitli dönemlerde Ankara Üniversitesi Dil, Tarih, Coğrafya Fakültesi Prehistorya Bölümü’nden Prof. Dr. İ. Kılıç Kökten tarafından yapılmıştır. Speleollojik yönden ilk araştırması ise 1972 yılında Dr. Temuçin Aygen ekibi ve Fransız mağaracılar tarafından gerçekleştirilmiştir.

İçinde bulunan dev sarkıt-dikitler ve kar beyazı oluşumları ile doğa harikası olan mağaranın giriş ağzı yaklaşık 20 metre yüksekliğinde ve 75 metre genişliğindedir. Uzunluğu ise 633 metre olup ana hatlarıyla iki büyük salondan oluşmakta, tavan yüksekliği yer yer 80 metreye varmaktadır. Prehistorik Dönem’den Bizans Dönemi’ne kadar bölge arkeolojisine ışık tutan mağaranın okunabilen yazıtlarından erken Hıristiyanlık döneminde de dinsel bir işlevi olduğu anlaşılmaktadır.

Paylaşın

Antalya: Alara Han

Alara Han; Antalya’nın Alanya İlçesi, Okurcalar Beldesi, Çakallar Köyü sınırları içerisinde yer almaktadır. Çakallar Köyü toplu taşıma araçları ile ulaşım sağlanmaktadır.

Alara Çayı kenarına kurulmuş olan han, kuzeydoğu güneybatı yönünde uzanan dikdörtgen planlı bir oturum alanına sahiptir. Ana cephe haricinde kuzeybatı ve güneybatı cephelerinde, belirli aralıklarla yerleştirilmiş ve cephe kotuna kadar yükselen üçgen prizmal formlu payandalar bulunur; güneydoğu cephesi, bu yönde yükselen toprak tepenin yamacına yakın olarak inşa edildiği için, bir istinâd duvarı işlevi görmek üzere kaba yonu ve moloz taşlarla örülmüştür. Yapının saçak kotunda yükselen dendanlar, payandalar da dahil olmak üzere, mazgal dişleri halinde bütün çatıyı mütemâdi olarak dolaşır.

Hana kuzeydoğu cephesinin ortasında ve dikdörtgen planlı iki kulenin arasındaki basık kemerli bir kapı açıklığından dahil olunur; basık kemerin üzerinde, simetrik olarak yerleştirilmiş arslan başından birer taş konsola oturan yuvarlak kemerli profilli bir çerçeve içerisinde hanın inşa kitâbesi yer almaktadır.

Hanın giriş bölümü, kare planlı küçük bir avlu halinde tasarlanmıştır. Doğu kanadında, sivri kemer gözü halinde avluya açılan yarı açık mekân, yıldız tonozla örtülü çeşme eyvanıdır; doğu duvarında, yekpâre taştan oyma istiridye formlu kavsarayla örtülü dikdörtgen bir niş halinde çeşme yer alır. Nişin alt kenarında, yekpâre taştan oyulmuş bir su haznesi bulunmaktadır; ön yüzünde iki lüle deliği mevcuttur. Altta, iki yandan eyvan sekisini oluşturan iki blok taş arasına yerleştirilmiş ve geçmişte muhtemelen yekpâre taştan oyulmuş dikdörtgen bir yalak bulunduğu anlaşılmaktadır. Lüle deliklerinin etrafındaki kalıntıların durumuna bakılarak, geçmişte birer arslan başı konsol şeklinde tasarlanmış olabilecekleri düşünülmüştür. Çeşme eyvanının döşemesi, sekiler ve çeşme yalağı, define arayıcılar tarafından tahrip edilmiştir.

Çeşme eyvanının kuzey duvarındaki yedi basamaklı bir taş merdivenle, hanın girişini kontrol eden doğu kanattaki kuleye ve çatıya çıkılmaktadır; mevcut izlere bakılırsa, bu kuleden de, giriş bölümündeki küçük avlunun kuzey kanadını oluşturan cephe duvarının üzerindeki çatıya bir seğirdim vasıtasıyla ulaşılabilmekteydi. Avlunun doğu ucundaki sivri beşik tonoz örtülü bir oda ile batı kanadına bitişik iki oda yer almaktadır. Batı kanadına bitişik sivri beşik tonoz örtülü ilk oda mescittir; diğer iki odanın servis mekânları olarak işlev gördüğü ileri sürülmüştür.

Avlunun güney kanadındaki basık kemerli bir kapı açıklığıyla, handa konaklayanlara tahsis edilmiş ve merkezini kuzeydoğu güneybatı doğrultusunda derinlemesine uzanan bir koridor ile karşılıklı olarak yerleştirilmiş oda ve eyvanlardan oluşan bir plan düzenlemesi halinde koridora açılan yarı açık ve kapalı mekânların bulunduğu orta bölüme dahil olunmaktadır. Koridorun uzun kenarı üzerindeki bu farklı mekânsal düzenlemenin, odaların gün içindeki işlevleriyle ilişkili olduğu düşünülmüştür. Sivri beşik tonozla örtülü mekânların açıldığı ve hâlihazırda üzeri demir konstrüksiyon ve polikarbon bir çatıyla kapatılmış açık bir avlu görünümündeki koridorun, geçmişte sivri beşik tonozla örtülü olduğu anlaşılmaktadır.

Hanın orta bölümünü, kuzeydoğu kanadı üzerinde yer alan ve giriş bölümünü oluşturan avlunun doğu ve batı kanatlarındaki sivri beşik tonoz örtülü birer koridorla irtibatlanan çift sıralı bir galeri üç yönden çepeçevre dolaşmaktadır. Sivri beşik tonozla örtülü ve orta bölüme bitişik olarak kuzey-doğu güney-batı yönünde uzanan iki galerinin, geçmişte, handa konaklayanların ve hizmetkârların dinlenmesi kadar, kervan yüklerinin indirilmesi için de kullanıldığı düşünülmüş; dış kenarlar boyunca uzanan diğer galerilerin de ahır işlevi gördüğü iddia edilmiştir.

Galerilerin kemer ayaklarına yerleştirilmiş arslan başlı taş konsolların, hanın aydınlatmasını sağlayan kandillerin konulduğu yapı elemanları olarak kullanıldığı bilinmektedir. Hanın inşaatında kullanılan düzgün kesme taşların bazılarında graffiti olarak taşçı işaretlerine rastlandığı gibi, duvar örgüsü arasında sıva üzerine yapılmış kırmızı boyalı zikzak desenlerine de tesadüf edilmektedir.

Kuzeydoğu cephesindeki basık kemerli kapı açıklığının üzerine yerleştirilmiş altı satırlık kitâbesine göre, yapı, Selçuklu Sultanı I. Alâeddîn Keykubad tarafından 1231/32 yılına inşa edilmiştir. Kitâbede, yapının bânîsi Sultan Keykubad’ın ünvânları arasında “Arab ve Acem Sultanlarının Efendisi” ve “Rum’un, Şam’ın, Ermenilerin ve Frankların Sultanı” olduğunun zikredilmesi dikkat çekicidir.

Hâlihazırda, kitâbenin üzerinde ve yuvarlak kemerle çevrelenen alandaki boşluk, kitâbenin üst bölümünün zamanla ortadan kalkmış olduğunu açıklamaktadır. Alara Han diye bilinen yapının sıradışı plan düzenlemesi, kayıp durumdaki kitâbe bloğunda, Sultanın Alanya, Antalya ya da Konya güzergâhlarındaki seyahatleri sırasında ordusunun konaklaması amacıyla inşa edilmiş bir ribat olarak kaydedilmiş olduğunu düşündürmektedir.

 

Paylaşın

Antalya: Damlataş Mağarası

Damlataş Mağarası; Antalya’nın Alanya İlçesi, Saray Mahallesi, Damlataş Caddesi üzerinde yer almaktadır. Şehir içi ulaşım araçları ile ulaşım sağlanabilmektedir.

Damlataş Mağarası 1948 yılında, liman inşaatında kullanılacak taş için ocak açılması sırasında bulunmuştur. Mağara tarihi yarımadanın batı kıyısındadır. Mağaranın giriş kısmında 50 metrelik bir geçit vardır. Yüksekliği 15 metreyi bulan geçitten sonra silindirik bir boşluğa gelinir. Buradan, mağaranın tabanına inilir. Yan kristalize kalker içinde bulunan mağaranın sarkıt ve dikitleri 15 bin yılda oluşmuştur. Mağaraya, sarkıtlardan damlamaya devam eden su damlaları nedeniyle Damlataş adı verilmiştir.

Yerli ve yabancı turistlerin gözdesi Damlataş Mağarası, büyüleyici güzelliğinin yanı sıra astım hastalarına iyi gelen havasıyla da ünlüdür. Doktor kontrolünde, mağarada belli bir süre oturarak 21 günlük tedavi kürü uygulayan hastalar vardır. Mağaranın havası yaz kış değişmez; sıcaklık 22 santigrat derece, rutubet yüzde 95, sabit basınç 760 mm’dir. Mağaranın havasında yüzde 71 azot, yüzde 20,5 oksijen, on binde 2,5 karbondioksit ve bir miktar radyoaktivite ile iyonlar bulunmaktadır. Mağaraya giriş ücretlidir. Çevresinde küçük bir çarşı vardır, önü ise plajdır.

Paylaşın

Antalya: Perge Antik Kenti

Perge Antik Kenti; Antalya’nın Aksu İlçesi sınırları içerisinde yer almaktadır. Şehir içi ulaşım araçlarıyla ulaşım mümkündür. 

Hitit Dönemi’nde varlığını sürdürdüğüne inanılan ve “Parha” diye bilinen kent Roma Dönemi’nde Anadolu’nun en düzenli kentlerinden biri olmuştur. Mimarisi ve mermer heykeltıraşlığı ile ünlü olan antik kentte yapılan kazılarda ortaya çıkarılan heykeller Antalya Müzesi’nin en önemli heykel müzelerinden biri haline getirmiştir.

Perge şehir planının esasını biri doğu-batı, diğeri ise kuzey-güney yönünde uzanan iki ana cadde oluşturmaktadır.15 bin izleyici kapasiteli tiyatro oldukça iyi korunmuştur. Oturma yerlerinin karşısında yer alan özenle dekore edilmiş iki katlı sahne binası M.S. 2’nci yüzyılda inşa edilmiştir.

Buradan bulunan eserler günümüzde Antalya Müzesi’nde ‘Perge Tiyatrosu Salonu’nda devamlı olarak sergilenmektedir. Bu heykellerin mükemmelliği Perge heykeltıraşlığının eşsiz tarza sahip ekolünü çok güzel bir şekilde yansıtır. Antik Kent Perge’nin bir diğer temel yapısı olan stadyum, Türkiye’nin en iyi korunmuş stadyumlarından biridir. Tiyatronun kuzeyinde M.Ö. 2’nci yüzyılda inşa edilmiş olan stadyum yaklaşık olarak 12 bin izleyici kapasitelidir.

Kentin antik çağdaki heybetini yansıtan diğer sosyal ve kültürel yapılar arasında dikdörtgen planlı agora, yüksek kuleler, anıtsal çeşmeler, hamamlar ve sütunlu caddeler yer alır. Perge Hristiyanlık için de önemlidir. Hristiyanlığın en önemli figürlerinden biri olan Aziz Paul Perge’ye misyonerlik seyahatleri sırasında Aksu Nehri üzerinden varmış. İncil’de yazılı olmasından dolayı şehir ve akarsu Hristiyanlığın kutsal mekanlarından biri olarak kabul edilmektedir.

Paylaşın

Antalya: Simena Antik Kenti

Simena Antik Kenti; Antalya’nın Demre İlçesi’ne bağlı Kale Köyü sınırları içerisinde yer almaktadır. Kale Köyü araçları ve özel araçlarla gidilebilir.

Simena küçük bir Likya kıyı kenti olup, M.Ö. 4’üncü yüzyıldan günümüze kadar iskan görmüş stratejik bir nokta olma özelliği gösterir. Bu özelliğini en canlı yansıtan kalıntı günümüze dek sağlam kalmış kaledir, buradan Kekova ve çevresinin en mükemmel manzaralarını izlemek mümkündür.

Simena Türkiye’nin sadece denizden ulaşılabilen nadir yerleşimlerinden biridir. Kekova Adası ve çevresindeki kıyılarda doğal, kültürel ve coğrafi değerlerin korunması amacıyla oluşturulmuştur, 260 kilometrekare alanı kaplayan Kekova Özel Çevre Koruma Alanı’nın içerisinde yer alan Simena Antik Kenti, birinci derece arkeolojik sit alanı olarak tescillidir.

Yöreye adını veren Kekova, hem Simena’nın tam karşısında kıyıya en yakın yeri 500 metre olan 7.4 kilometre uzunluğundaki adanın, hem de Simena, Teimiussa (Üçağız), Aperlai (Sıcak) İskelesi, Akvaryum Koyu, Gökkaya Koyu’nu da içine alan bölgenin genel adıdır. Adanın Simena’ya bakan kuzey kıyıları denizin 4-5 metre derinliklerine kadar uzanan yarısı suyun içinde, yarısı dışında taş merdivenler, ev kalıntıları, iskele kalıntıları gibi antik çağlardaki depremlerde kısmen suya gömülen uygarlığın izleriyle doludur.

Simena, Kekova Adası’nın karşısında bulunan yarımada üzerinde konumlanmıştır. Kekova Bölgesi’ne karadan ilk giriş yeri olan antik dönemde Teimiussa liman kenti olarak bilinen Üçağız, komşu Simena’nın yanında yer alan, Akdeniz’in en şiddetli dalgalarına karşı denizcileri koruyan en güvenilir köşeydi. Kaleköy ile Üçağız arasında özellikle lahitler için taşocağı olarak kullanılmış küçük adacıklar arasından kıyıya doğru su altında kalmış yol ve rıhtım kalıntılarını izlemek mümkündür.

Simena Antik Kenti’nin adının ilk kez Pilinius (M.S.1.y.y.) tarafından anılmış olmasına rağmen Likya yazısıyla yazılmış kitabe ve Aperlai’de bulunan gümüş sikkeden anlaşıldığı üzere, tarihi M.Ö. 4’üncü yüzyıla kadar inmektedir. Kent, Aperlai başkanlığında Apollonia ve İsinda’nın da dâhil olduğu bir federasyona üyeydi. Likya birliğinde Aperlai şehri tarafından temsil ediliyordu.

Bölge Roma İmparatorluğu’na katıldıktan sonra Simena’nın bağımsız bir şehir olarak yaşamını sürdüğü anlaşılmaktadır. Kıyıya yanaşıldığında göze çarpan ilk yapı, kitabesinde “Aperlai halkı ve meclisi ile birliğin diğer şehirleri tarafından İmparator Titus’a armağan edilmiştir” yazılı olan ve M.Ö.79 yıllarında yapıldığı düşünülen, Roma hamam kompleksine ait yapı kalıntılarıdır. Sahilden dik bir patika ve yer yer antik basamaklar yardımıyla kaleye ulaşılırken iki lahit dikkati çeker. Biri küçük eksedraya, diğeri ise İdargus oğlu Mentor’a adandığına dair kitabeye sahiptir.

Kaleye ulaşıldığında ilk göze çarpan kalıntı doğal kayaya oyularak inşa edilmiş, 7 oturma sıralı, 300 kişi kapasitesi ile Simena’nın önemli kalıntılarından biri olan tiyatrodur. Su sarnıçları, kaya mezarları ve önce tapınak, ardından kilise ve en son cami olarak kullanılmış dini yapının izleri kalenin diğer kalıntıları arasındadır. Kıyıda su içinde Likya tipi lahitler, mendirek ve yapı kalıntıları durgun havalarda rahatlıkla görülebilir. Kalenin kuzeydoğusunda ise lahitler ve kaya mezarlardan oluşan geniş bir nekropol alan uzanır. Ev tipi mezarın birinde Lykia dilinde yazıt dikkat çekicidir.

 

Paylaşın

Antalya: Uçansu Şelalesi

Uçansu Şelalesi; Antalya’nın Serik İlçesi, Gebiz Beldesi’ne bağlı Akçapınar Köyü sınırları içerisinde yer almaktadır.

Akçapınar Köyü araçları ve özel araçlarla gidilebilir.

Toroslardan gelen su iki kez, her biri 25-30 metre yükseklikten, yeşillikler içine dökülür. Aslında dökülmekten öte süzülür; yavaş yavaş düşer de denebilir. Bu yüzden şelaleye, Uçansu ismi verilmiştir.

Paylaşın

Antalya: Düdensuyu Mağarası

Düdensuyu Mağarası; Antalya’nın İbradı İlçesi, Ürünlü Mahallesi sınırları içerisinde yer almaktadır. Ürünlü Köyü araçları ile özel araçla ulaşılabilir.

Manavgat Vadisi’nin batı yamacında bulunmaktadır. Toplam uzunluğu 2 bin 500 metre olan mağaranın girişe göre en yüksek noktası 101 metredir. Yatay ve kısmen aktif mağaradır. Mağaranın alt ve orta seviyesinin zaman zaman aktif olması nedeniyle kurak mevsimlerde de büyük ölçüde göletler oluşmaktadır. Üst seviye devamlı kurudur.

Mağara havası çok rutubetli ve ısısı 16-18 derece civarındadır. Altınbeşik Mağarası Türkiye’nin en güzel mağaralarından biridir. Çevrenin karstik topografyası ve çam ormanları güzel bir manzara oluşturmaktadır. Çok uzun ve büyük bir yeraltı sisteminin çıkış ucunda bulunmaktadır.

Kızılova, Kambos ve Söbüce suyunu çeken bu büyük sistem, Oruç Düdeni Mağarası altında Altınbeşik-Düdensuyu Mağarası’nda son bulur. Böylece bu büyük yeraltı su sistemi, kuş uçuşu 100 kilometreden fazla uzunluğu ile dünyadaki en uzun ve büyük karst sistemlerinden biridir. Mağara içinden çıkan su Beyşehir Gölü ile bağlantılıdır. Su içinde kaldığı için mağarada gezinti, sandal ve kayıklarla yapılmaktadır.

Paylaşın

Antalya: Dim Mağarası

Dim Mağarası; Antalya’nın Alanya İlçesi, Kestel Kasabası, Yaylalı Mahallesi sınırları içerisinde yer almaktadır. Cebel-i Reis Dağı’nın yamacındadır.

Mağaranın denizden yüksekliği 232 metredir. 1998 yılında açılan mağara, Türkiye’nin ziyarete açılan ikinci büyük mağarasıdır. Bir milyon yıl yaşında olduğu tahmin edilmektedir. İki ayrı koldan dağın içinde ilerleyen mağaranın kollarından biri 50, diğeri 360 metredir. Sarkıt ve dikitlerden oluşan mağaranın dip kısmında küçük bir göl vardır.

Merdivenlerle inilip çıkılan mağaranın içindeki ortam, fantastik film dekorlarını andırmaktadır. Mağara gezisinden sonra, yamaçtan yürüyerek aşağıdaki Dim Çayı vadisine gidilebilir. Aynı şekilde Dim Çayı kenarındaki piknik yerlerinden de mağaraya tırmanma yürüyüşü yapılabilir. Mağaranın bulunduğu yamaçtan Alanya Kalesi’nin panoramik görüntüsü izlenmektedir.

Paylaşın

Antalya: Lyrbe Antik Kenti

Lyrbe Antik Kenti; Antalya’nın Manavgat İlçesi, Bucakşeyhler Köyü sınırları içerisinde yer almaktadır. Köy araçlarıyla ulaşım mümkündür. 

Antik kentin önerilen ilk adı Seleukeia, gemicilerin el kitabı olan Stadiasmus Maris Mayni’ye dayanarak ileri sürülmüştür. Ancak günümüzde kentin Side diliyle yazılmış bir yazıtında söz edilen kutsal alana dayanarak bir dağ kenti kimliğiyle eski bir Pamfilya kenti olan Lyrbe olması gerektiği, Seleukeia’nın Manavgat Çayı ile ulaşılabilen başka bir noktada bulunması gerektiği kanısı ağırlık kazanmaktadır.

Üç tarafı derin yarlarla çevrili olduğu için kentin sadece güney yönünde bugüne kadar oldukça iyi korunmuş surlar bulunmaktadır. Şehre güneyden girişi sağlayan anıtsal kapı, surların hemen hemen ortasında yer almaktadır. Bu kapı, iki anıtsal kule ile sınırlandırılmıştır. Anıtsal kapının her iki tarafından doğu ve batı yönüne kadar uzanan surlar uçuruma kadar devam etmektedir.

Surların dış yüzeyi kesme kumtaşı bloklardan düzgün olmayan rektagonal teknikte örülmüştür. Kentin merkezindeki agoranın batı tarafı yamaca yaslatılmış, doğu kıyısına iki katlı yapılar yerleştirilmiştir. Genel çizgileriyle Helenistik Dönem’e tarihlenen agoranın içine güneydoğudaki anıtsal kapı ile girilmektedir. Bu tetropylon, dört ayaklı kapı tarzında yapılmış ve olasılıkla agoraya sonradan eklenmiştir. Agora’nın batısında bulunan yapılar Galeri I ve II olarak tanımlanmaktadır. Agora’nın kuzey kanadı ise önemli yapılardan oluşmaktadır.

Bunlardan Yedi Bilgeler Mozaiği’ni içeren mekân yapısal işlevleri yüzünden kütüphane olarak tanımlanmaktadır. Antik kentin güneybatısında ise üç kısımdan meydana gelmiş bir hamam kompleksi ile iki katlı bir yapı olan kilise yer alır. Nekropol kentin güneydoğu ve güneybatısındadır. Lyrbe, bir dağ yerleşmesi olmakla beraber mevcut kalıntılar, özellikle Roma döneminde oldukça gelişmiş bir kent olduğunu göstermektedir.

Paylaşın

Antalya: Xanthos Antik Kenti

Xanthos Antik Kenti; Antalya’nın Kaş İlçesi, Kınık Beldesi sınırları içerisinde yer almaktadır. Kınık Beldesi araçlarıyla ulaşım mümkündür.

Xanthos Antik Kenti, Xanthos Nehri (Eşen Çayı) kenarındaki ovaya hâkim iki tepe üzerinde kurulmuştur. İlki Eşen Çayı’nın kenarından sarpça bir kayalık şeklinde yükselen surla çevrili Likya Akropolü, ikincisi ise kuzeydeki daha yüksek ve geniş olan Roma Akropolü’dür. Likya Birliği’nin idari merkezi olarak nitelenen Xanthos’un ismi Likya dilinde yazılmış kitabelerde ARNNA şeklinde geçmektedir.

Homeros, Sarpedon yönetimindeki Xathosluların Troya savaşlarına katıldıklarını anlatır. Ancak kazılarda elde edilen buluntular şehrin iskânını İ.Ö. 8’inci yüzyıldan önce götürmeye imkân vermemektedir. Şehir, İ.Ö. 545–546 yıllarında Pers Kumandanı Harpagos tarafından kuşatılır. Xanthoslular, kahramanca karşı koyup direnmelerine rağmen çaresiz duruma düştüklerinde, kadın ve çocuklarını öldürüp şehri ateşe vererek insansız ve harap bir şehri Harpagos’a bırakırlar. İ.Ö. 475–450 arasında Xanthos, bu kez yangın felaketi ile karşılaşır. İ.Ö. 334 yılında Büyük İskender şehri almıştır.

İskender’in ölümünün ardından Xathos, İ.Ö. 309’dan itibaren Mısır Hanedanı Ptolemaios’ların, ardından birçok Likya şehri gibi Suriye Kralı III. Antiokhos’un egemenliğini kabul etmek zorunda kalmıştır. İ.Ö. 2. yy.da Likya Birliğinin başkenti olan Xanthos, İ.Ö 42 yılında bu kez Romalı Brutus tarafından yerle bir edilmiş, ancak ardından İmparator. Marcus Antonius’un gayretleriyle yeniden imar görmüştür.

İ.S. 1’inci yüzyılda Roma egemenliği altındaki Xanthos’ta İmparator Vespasianus adına tak yaptırılmış, günümüze kalmış Roma yapılarının çoğu bu dönemde inşa edilmiştir. Bizans egemenliği sırasında piskoposluk merkezi olan Xanthos, bu dönemde birçok yeni yapıya kavuşmuştur. 7’nci yüzyıl sonrası Arap akınları şehrin önemini yitirmesine sebep olmuş ve 1938 yılında Charles Fellows’un burayı keşfedip bazı kalıntıları Londra’ya taşımasına kadar ufak bir köy kimliğiyle yanı başındaki Kınık’ta yaşamını sürdürmüştür.

Xanthos’un her iki akropolü de değişik örgü sistemlerinin görüldüğü sur duvarları ile çevrilidir. Likya akropolünün kuzeyinde Roma Devri Tiyatrosu yer alır. Xanthos’un en ilginç kalıntıları, tiyatronun batısında konumlanır. Bunlardan ilki yüksek dikdörtgen yekpare kaide üzerindeki ölü ailesi ile yanındaki kadın gövdeli, kuşkanatlı yaratıklar olan ve ölülerin ruhlarını gökyüzüne taşıdıklarına inanılan “Harpy” kabartmalarına sahiptir.

Bugün orijinal kabartmaları, Biritish Museum’da sergilenen Harpy Anıtı, İ.Ö. 5’nci yüzyıla tarihlenmektedir. Bu anıt mezarın yanında 4’üncü yüzyıla ait diğer bir kaideli Likya lahdi yer almaktadır. Tiyatronun bitişindeki kare şekilli geniş alan ise üç yanı dükkânlarla çevrili Roma Devri Agorası’dır. Agoranın kuzeydoğu köşesinde, Harpy Anıtına çok benzer, yekpare dikdörtgen gövdesinde Likya ve Grekçe dilinde yazılmış kitabe yer alan İ.Ö. 5’nci yüzyıla ait anıt mezar yükselir. Anıtın gövdesindeki kitabe günümüze dek bulunmuş Likya dilindeki en uzun kitabe olup, Kherei adlı Xanthos’lu prensin serüvenlerini anlatmaktadır.

Roma Akropolü’nde de birçok kaya mezarı ve kaideli mezarı yan yana görmek mümkündür. Bu alanın güney eteklerde yer alan, Aslanlı Mezar, Pa vaya ve Merehi lahitlerinin kaideleri dışında tümü British Museum’da sergilenmektedir. Günümüz kalıntılarına çıkan rampanın sağ kenarında sadece temelleri kalmış olan İ.Ö. 4’üncü yüzyıla ait tapınak planlı Nereid Anıtı da British Museum da sergilenen Xanthos’un ünlü anıtlarından biridir. Xanthos örenyeri, Likya uygarlığının özgünlüğü ve kazılarda elde edilen buluntuların önemi nedeniyle UNESCO tarafından Dünya Kültür Mirası Listesi’ne dâhil edilmiştir.

Paylaşın