İstanbul: Halı Müzesi

Halı Müzesi; İstanbul’un Fatih İlçesi, Kabasakal Caddesi, Soğuk Çeşme Sokak üzerinde yer alır. Vakıflar Genel Müdürlüğüne bağlı olan Halı müzesi İstanbul’da Sultan Ahmet Cami Hünkar kasrındadır. Yapı Padişahın namazdan önce veya sonra oturup dinlenebileceği sohbet edebileceği bir yapı olarak tasarlanan hünkar kasırlarının ilk örneğidir.

Sultan Ahmet Cami ile birlikte yapılan Hünkâr Kasrı Sultan Ahmet I. Tarafından 1609- 1617 yıllarında yaptırılmıştır. Mimarı Sedefkâr Mehmet Ağa’dır. Çeşitli onarımlarla günümüze ulaşan kasır birçok özgün ayrıntısını yitirmiş, son büyük onarımını 1949 yılındaki yangından sonra geçirmiştir. Özgün çatı ve bezemeleri yok olan kasrın değerli kumaş, kilim ve halılarla döşendiği inşaat defterinde satın alınan eşyalar listesinden öğrenilmektedir.

Halı müzesi ( Sultan Ahmet Camii Hünkâr Kasrı ) iki kattan ibaret olup alt katında giriş koridoru, üst kata çıkış rampası, üst katında ise üç adet oda yer almaktadır. Alt kat giriş holü ve rampada, büyük boyutlu halılar, üst katta odalarda ise küçük boyutlu halılar sergilenmektedir. Türkiye’de sadece halının sergilendiği tek müzedir.

Müze koleksiyonunun, yüzyıllardan beri eski bir İslam geleneği ile camilere bağışlanan tarihi ve sanat değeri yüksek halıların toplanmasıyla oluşturulmuştur. Halı müzesinde 448 adet halı bulunmaktadır. 62 Adet halı dönüşümlü olarak sergilenmektedir. Özgün Türk halılarının bulunduğu müzede çok nadir özellikte olan halılar sergilenmektedir.

Çok zengin bir koleksiyona sahip olan müzede en erken tarihli halı XIV. Yüzyıl beylikler devri halısıdır. Sergilenen halılar arasında, XV. Yüzyıl erken Osmanlı Dönemi halıları, XVI. Ve XVII. Yüzyıl klasik devri halıları (Uşak halıları, Bergama, Konya ve kula Halıları) XVIII. Yüzyıl Kazak halısı, XVI. Yüzyıl İran halısı, Kafkas halıları, Türkmen halıları, XIX. Yüzyıl Yağcıbedir seccadesi bulunmaktadır. XIX. Yüzyıla ait Kula, Gördes, Konya, Lâdik ve Milas çevrelerine ait seccadeleri en nadide örnekleri sergilenmektedir. Müze restorasyon nedeni ile ziyarete kapalıdır.

İstanbul’un kısa tarihi

İstanbul’un tarihi, Yenikapı Theodosius Limanı kazılarıyla gün ışığına çıkan Neolitik çağ yerleşimiyle, 8500 yıl geriye uzanmış, bu süreçte kentin geçirdiği kültürel, sanatsal, jeolojik değişim ve kent arkeolojisi hakkında yeni bir dönem açılmıştır. Şüphesiz, İstanbul’un tarihi ile ilgili en göze çarpan özelliği, Roma, Bizans ve Osmanlı İmparatorluğu gibi üç evrensel imparatorluğa başkentlik yapmış olmasıdır.

M.S. 4. yüzyılda Roma İmparatorluğu çok genişlemiş; İstanbul, stratejik konumundan dolayı, İmparator Büyük Konstantin tarafından Roma’nın yerine yeni başkent olarak seçilmiştir. Kent 6 yılı aşkın bir sürede yeniden düzenlenmiş, surlar genişletilmiş, tapınaklar, resmi binalar, saraylar, hamamlar ve hipodrom inşa edilmiştir. 330 yılında yapılan büyük merasimlerle, kentin, Roma İmparatorluğu’nun başkenti olduğu resmen açıklanmıştır.

Yakın çağın başladığı dönemde İkinci Roma ve Yeni Roma adları ile anılan kent, daha sonra “Byzantion” ve geç devirlerde Konstantinopolis olarak adlandırılmıştır. Halk arasında ise kentin adı tarih boyunca “Polis” olarak anıla gelmiştir. Büyük Konstantin’den sonraki imparatorların da şehri güzelleştirme çabalarının devam ettiği anlaşılmaktadır. Kentteki ilk kiliseler de Konstantin’den sonra inşa edilmiştir. Batı Roma İmparatorluğu’nun 5. yüzyılda çökmesi nedeniyle, İstanbul, uzun seneler Doğu Roma İmparatorluğu’nun (Bizans) başkenti olmuştur.

Bizans döneminde yeniden inşa edilen kent, surlarla tekrar genişletilmiştir. Günümüzdeki 6492 m. uzunluğundaki ihtişamlı şehir surları, İmparator Il. Theodosius tarafından yaptırılmıştır. 6. yüzyılda nüfusu yarım milyonu aşan kentte, İmparator Justinyen idaresinde bir altın çağ daha yaşanmıştır. Günümüze kadar ulaşan Ayasofya, bu dönemin bir eseridir. 726-842 yılları arasında kara bir devir olan Latin egemenliği, 4. Haçlı seferinin 1204 yılında şehri istilası ile başlamış, tüm kilise ve manastırlar ile abidelere kadar şehir yıllar boyu talan edilmiştir. 1261’de idaresi tekrar Bizanslıların eline geçen kent, eski zenginliğine tekrar kavuşamamıştır.

İstanbul, 53 günlük bir kuşatma sonrası, 1453’te Türklerin eline geçmiştir. Fatih Sultan Mehmet’in savaş tarihinde ilk defa kullanılan iri boyutlardaki topları, İstanbul surlarının aşılmasının önemli bir sebebidir. Osmanlı İmparatorluğu’nun başkenti buraya taşınmış, ülkenin çeşitli yerlerinden getirilen göçmenlerle şehir nüfusu arttırılmış, boş ve harap olan şehrin imar çalışmalarına başlanmıştır. Şehrin eski halkına din hürriyeti ve sosyal haklar tanınarak, yaşamlarını sürdürmeleri sağlanmıştır. Fetihten yüzyıl sonra ise Türk Sanatı şehre damgasını vurmuş, kubbeler ve minareler şehir siluetine hakim olmuştur.

16. yüzyıldan itibaren Osmanlı Sultanlarının Halife olmalarından ötürü, İstanbul tüm İslam dünyasının da merkezi olmuştur. Sultanların idaresinde şehir tamamen imar edilmiş, büyüleyici bir atmosfere bürünmüştür. Eski akropolde kurulu Sultan Sarayı, Boğaziçi’nin ve Haliç’in eşsiz manzarasına hakim kılınmıştır. 19. yüzyıldan itibaren Batı dünyası ile sıklaşan temaslar sonrası, camiler ve saraylar, Avrupa mimarisi tarzında, Boğaziçi kıyılarına inşa edilmeye başlanmıştır.

Kısa sürede inşa edilen birçok saray, Osmanlı İmparatorluğu’nun son döneminin de sembolleridir. 20. yüzyılın başında, İstanbul, Osmanlı İmparatorluğu’nun sona ermesine şahit olmuştur. Osmanlı İmparatorluğu parçalanırken ve iç ve dış düşmanlar kendi payları için mücadele ederken; Mustafa Kemal Atatürk, Türk Milletinin desteğini alarak, silah arkadaşları ile birlikte, vatan toprağının kurtarılması için mücadeleye girişmiştir. Milletin iradesi ile kazanılan Kurtuluş Savaşı’nı müteakiben; Mustafa Kemal Atatürk önderliğinde, 1923’te Türkiye Cumhuriyeti kurulmuştur.

Bu süreçte, başkentin Ankara’ya taşınması, İstanbul’un önemini değiştirmemiştir. Bu eşsiz şehir, büyüleyici görünümü ile dünya üzerindeki en önemli kültür-turizm-sanat-finans ve ticaret başkentlerinden biri olmayı sürdürmektedir.

Paylaşın

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir