Gladius, Antik Roma’nın En Simgesel Silahı Nasıl Oldu?

Roma ordusunun en büyük özelliklerinden biri, stratejik, taktik ve teknolojik olarak zaman içerisinde gelişebilme yeteneğiydi. Roma ordusu, savaş alanında ekstra bir avantaj sağlayabilecek her şeyi çok hızlı bir şekilde benimserdi.

Haber Merkezi / İlk Roma orduları MÖ 6. yüzyılın ortalarından itibaren ortaya çıkmıştır, o zamanlar Roma birçok İtalyan şehir devletinden sadece birisidir.

MÖ 4. yüzyıldan önce, Roma askeri kapasitesi muhtemelen kabile tabanlı savaşçılardan sınırlıydı ve ordu profesyonel askerlerden oluşmuyordu. Seferler için askere alınanlar, piyadeler tarafından yönetiliyordu ve daha küçük bir süvari destek birliği vardı.

Bu erken aşamada, belirgin bir “Roma” kılıcı yoktu. Bunun yerine, askerler muhtemelen Antik Yunan Hoplitlerinin kullandığı kılıcı kullanıyorlardı. Bu, genellikle 45-60 cm uzunluğunda, Xiphos olarak bilinen kısa bir demir kılıç çeşididir. Xiphos, en az iki yüzyıl boyunca Roma piyade kılıcı olarak kullanılmıştır.

Gladius , Hispania’nın (günümüzde İber Yarımadası, İspanya / Portekiz) Keltiberi halkı tarafından geliştirilmiştir. Romalılar, Gladius’u ilk olarak İkinci Pön Savaşı’nda (MÖ 218-201) Kartaca ordusunun hizmetindeki Keltiberi askerler tarafından kullanıldığında görmüşlerdir. Gladius, Hispaniensis veya ‘İspanyol tipi kılıç’ olarak tanınmıştır.

Yüzyıllar boyu Roma ordusuna hizmet Gladius, MS 3. yüzyılda 50-78 cm uzunluğunda olan Spatha’ya bırakmıştır. Gladius’un Antik Roma’nın en simgesel silahı haline gelmesinin birkaç temel nedeni vardır:

Tasarım ve etkinlik: Gladius, kısa (genellikle 50-70 cm), çift ağızlı ve düz bir kılıçtı. Bu tasarım, hem kesme hem de delme için idealdi. Roma ordusunun yakın dövüş taktikleri için mükemmel bir silahtı, özellikle kalkanla (Scutum) birlikte kullanıldığında.

Askeri taktikler: Roma ordusu, disiplinli ve organize bir şekilde savaşırdı. Gladius, “Testudo” gibi sıkı formasyonlarda ve birebir çarpışmalarda savaşçılara avantaj sağlardı.

Standartlaşma: Roma ordusu, Gladius’u standart bir silah olarak benimsedi. Farklı modeller (örneğin, Gladius Hispaniensis, Mainz, Pompeii) zamanla geliştirildi, ancak temel tasarım sabit kaldı.

Kültürel ve simgesel anlam: Gladius, Roma’nın fetihlerini ve askeri gücünü sembolize etti. Gladyatör dövüşlerinde de sıkça kullanıldı, bu da silahın popüler kültürdeki yerini pekiştirdi.

Paylaşın

2024 Yılında Türkiye’de 73 Bin 482 Kitap Yayınlandı

TÜİK’in verilerine göre; 2024 yılında Türkiye’de 73 bin 482 kitap yayınlandı. Yayınlanan materyal sayısı ise 2024 yılında, 2023 yılına göre yüzde 6,5 azalarak 92 bin 595 oldu.

Haber Merkezi / Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK), Kütüphane İstatistikleri 2024 verilerini yayınladı. Buna göre; Kütüphane sayısı 2024 yılında 1 Cumhurbaşkanlığı Millet Kütüphanesi, 1 Milli Kütüphane, 1 301 halk kütüphanesi, 637 üniversite kütüphanesi ile 42 bin 889 örgün ve yaygın eğitim kurum kütüphanesi olmak üzere toplam 44 bin 829 oldu.

Cumhurbaşkanlığı Millet Kütüphanesi kitap sayısı 2024 yılında yüzde 3,2 artarak 2 milyon 613 bin 965 oldu. Bir önceki yıla göre kitap sayıları Milli Kütüphanede yüzde 8,3 artarak 1 milyon 829 bin 534, üniversite kütüphanelerinde yüzde 3,5 artarak 22 milyon 420 bin 99, halk kütüphanelerinde yüzde 3,6 artarak 25 milyon 82 bin 260, örgün ve yaygın eğitim kurum kütüphanelerinde yüzde 5,4 azalarak 65 milyon 227 bin 96 oldu.

2023 yılından itibaren Cumhurbaşkanlığı Millet Kütüphanesi verileri kütüphanenin idari kayıtlarından derlenmeye başlanmıştır.

Türkiye’de 487’si devlet ve 150’si vakıf üniversitesi olmak üzere toplamda 637 üniversite kütüphanesinin mevcut olduğu görüldü. Üniversite kütüphanelerinin elektronik kitap sayısı bir önceki yıla göre yüzde 6,0 artarak 125 milyon 428 bin 957 oldu. Üniversite kütüphanelerine kayıtlı üye sayısı yüzde 2,0 artarak 4 milyon 282 bin 978 olurken, kitap dışı materyal sayısı yüzde 4,1 azalarak 1 milyon 594 bin 486 oldu.

Halk kütüphanelerinden yararlanan kişi sayısı bir önceki yıla göre yüzde 15,4 artarak 38 milyon 737 bin 705 oldu. Halk kütüphanelerine kayıtlı üye sayısı bir önceki yıla göre yüzde 8,6 artarak 6 milyon 726 bin 993 oldu.

Yayımlanan materyallerin sayısı 2024 yılında, 2023 yılına göre yüzde 6,5 azalarak 92 bin 595 oldu. Yayınlar konularına göre incelendiğinde 2024 yılında yayımlanan materyallerin yüzde 21,4’ünün akademik, yüzde 21,3’ünün yetişkin kurgu edebiyat, yüzde 19,4’ünün ise eğitim olduğu görüldü.

Paylaşın

Almanya Ulusal Ödülü Özlem Türeci Ve Uğur Şahin’e Verildi

Almanya Ulusal Vakfı (Deutsche Nationalstiftung) tarafından 1997’den bu yana verilen Almanya Ulusal Ödülü’ne bu yıl, Covid-19 aşısı ile isimlerini duyuran bilim insanları Özlem Türeci ve Uğur Şahin lâyık görüldü.

Almanya Başbakanı Friedrich Merz, Türkiye kökenli iki bilim insanını aynı zamanda Almanya’daki nitelikli göçün önemine dikkat çeken bir örnek olarak gösterdi.

BioNTech’in kurucuları Prof. Dr. Özlem Türeci ve Prof. Dr. Uğur Şahin, Almanya’nın en saygın ödüllerinden biri olan Alman Ulusal Ödülü 2025’e lâyık görüldü. Berlin’de düzenlenen törende Türeci ve Şahin’e ödül Almanya Başbakanı Friedrich Merz tarafından takdim edildi. Merz, törende yaptığı konuşmada iki bilim insanının “bilinmeyene doğru cesaretle yol alma iradesini” ve sorumluluk bilinciyle sürdürdükleri çalışmalarını övdü.

Başbakan Merz konuşmasında Türkiye kökenli iki bilim insanını aynı zamanda Almanya’daki nitelikli göçün önemine dikkat çeken bir örnek olarak gösterdi. “Sosyal ya da etnik kökeni ne olursa olsun, yeteneklerin desteklendiği bir Almanya’da yaşamak istiyorum” diyen Merz, “İlerleme için itici bir güç olan nitelikli göçe ihtiyacımız var. Bunu sorgulayan ideolojiler ve ideologlar ülkemizin sadece refahını tehlikeye atmakla kalmıyor, daha da kötüsü, dar görüşlülükleri ile özgürlükçü düzenimizin geleceğini tehlikeye düşürüyor” ifadelerini kullandı.

Türeci ve Şahin’in kurucusu olduğu BioNTech, koronavirüs aşısının geliştirilmesiyle dünya çapında tanınan bir ilaç şirketine dönüştü. Şirket, mRNA teknolojisini sadece Covid-19’a karşı değil, aynı zamanda kanser, enfeksiyon hastalıkları ve sinir sistemi hastalıklarına yönelik tedaviler için de kullanıyor.

BioNTech, 2020 yılında sadece bir yıl gibi kısa sürede geliştirdiği Covid-19 aşısıyla pandemiyle mücadelede kilit rol oynamıştı. Türeci ve Şahin bu çabalarıyla, bilimin ve sorumluluk sahibi girişimciliğin toplum için nasıl bir umut kaynağı olabileceğini bir kez daha gösterdi.

Almanya Ulusal Vakfı (Deutsche Nationalstiftung) tarafından 1997’den bu yana verilen, 50 bin Euro tutarındaki ödül, demokratik topluma katkı sunan kişi ve kurumlara veriliyor. Aynı törende ayrıca gençler arasında toplumsal dayanışmayı teşvik eden kurumlara verilen teşvik ödülü de veriliyor.

(Kaynak: DW Türkçe)

Paylaşın

Cannes’da Altın Palmiye İranlı Yönetmen Cafer Panahi’ye Gitti

İranlı yönetmen Cafer Panahi, hapiste geçirdiği yıllardan esinlenerek çektiği It Was Just an Accident adlı dramasıyla Cannes Film Festivali’nde en iyi ödüle layık görüldü.

En iyi ödülün kendisine verilmesinin ardından Panahi, ailesine ve destekçilerine teşekkür etti ve şunları söyledi: “Sanırım herkese, İran’da ve dünyanın dört bir yanında, diğerlerinden farklı görüşlere sahip tüm İranlılara sormanın zamanı geldi… Onlara bir şey sormak istiyorum: Tüm sorunları ve farklılıkları bir kenara bırakın. En önemli şey kesinlikle ülkemiz ve ülkemizin özgürlüğüdür.”

Bu yıl 78’incisi düzenlenen Cannes Film Festivali’nin kazananları açıklandı. Festivalin ana yarışma jürisine, Fransız oyuncu Juliette Binoche başkanlık etti.

Jüride ayrıca Amerikalı oyuncu ve yönetmen Halle Berry, Hintli yönetmen ve senarist Payal Kapadia, İtalyan oyuncu Alba Rohrwacher, Fransız-Faslı yazar Leïla Slimani, Kongolu yönetmen ve yapımcı Dieudo Hamadi, Güney Koreli yönetmen ve senarist Hong Sangsoo, Meksikalı yönetmen Carlos Reygadas ve Amerikalı oyuncu Jeremy Strong yer aldı. Jüri, bu yıl yarışan 22 film arasından ödülleri belirledi. Bu yıl festivalde yarışan 22 yapıt arasında seçilen film, 10 Eylül’de Fransa’da gösterime girecek.

En İyi Yönetmen Ödülü’nün sahibi, “L’Agent Secret” filmiyle Brezilyalı Kleber Mendonça Filho oldu. Jüri Ödülü’nü, “Sirat” filmiyle İspanyol yönetmen Olivier Laxe ve “Sound of Falling” filmiyle Alman yönetmen Mascha Schilinski aldı.

Festivalde, Jüri Özel Ödülü ise “Resurrection” filmiyle Çinli yönetmen Bi Gan’a gitti. Festivalde, Norveçli yönetmen Joachim Trier, “Valeur Sentimentale” filmiyle Büyük Ödül’e layık görülürken, En İyi Senaryo Ödülü “Jeunes Meres” filminin senaryosunu kaleme alan Luc ve Jean-Pierre Dardenne’ye verildi.

“L’Agent Secret” filminde oynayan Brezilyalı Wagner Moura, En İyi Erkek Oyuncu Ödülü’ne, “La Petite Derniere” filminde oynayan Fransız Nadia Melliti de En İyi Kadın Oyuncu Ödülü’ne layık görüldü. Altın Kamera Ödülü’nü “The President’s Cake” adlı filmin Iraklı yönetmeni Hasan Hadi alırken Kısa Metraj Ödülü, “I’m Glad You’re Dead Now” isimli filmin sahibi Filistinli yönetmen Tawfeek Barhom’a verildi.

Filistinli yönetmen Barhom, ödülü alırken Fransa’nın sanatçılar için muhteşem bir yer olduğunu belirterek, “20 yıl sonra Gazze Şeridi’ne gittiğimizde ölüleri düşünmemeye çalışalım” dedi.

Yönetmen Laxe de ödülünü alırken yaptığı konuşmada, işgal altındaki Doğu Kudüs ziyareti sırasında tanıştığı bir Filistinli taksicinin kendisine Kur’an-ı Kerim’deki “Tanışasınız diye sizi kavim ve kabilelere ayırdık” ayetini söylediğini belirtti. Laxe, “Yaşasın farklılıklar, yaşasın kültürler ve yaşasın Cannes Festivali” dedi.

78. Cannes Film Festivali’nin kapanış gününde Cannes ve çevresindeki kentlerde elektrik kesintisi yaşanmıştı. Bölgede yaklaşık 160 bin hanede elektriksiz kalırken, festivalde “Sirat” isimli filmin gösterimi yarıda kalmıştı.

Son günü elektrik kesintisinin gölgesinde geçen festivalin ödül töreninde, bu konuda sorun yaşanmadı.

Festival başlamadan bir gün önce, Fransız Liberation gazetesinde 12 Mayıs’ta yayımlanan “(Film Festivali) Cannes’da Gazze’deki dehşet susturulmamalı” başlıklı bildiriye sinema dünyasından yüzlerce kişi destek verdi.

Jüri Başkanı Fransız oyuncu Juliette Binoche, festivalin açılış töreninde 13 Mayıs’ta İsrail ordusunun Gazze’de 16 Nisan’da öldürdüğü Filistinli Fatma Hasune’yi anarak, “Ölümünden bir gün önce rol aldığı filmin burada, Cannes’a seçildiğini öğrenmişti. Fatma bu akşam bizimle olmalıydı” demişti.

Festivalde, Hasune’nin başrolünde olduğu “Put your soul on your hand and walk” (Ruhunu avucunun içine al ve yürü) başlıklı belgeselin gösterimi 15 Mayıs’ta yapılmıştı. WikiLeaks’ın kurucusu Julian Assange, kendisiyle ilgili hazırlanan “The Six Billion Dollar Man” (6 Milyar Dolarlık Adam) başlıklı belgeselin gösterimi için 20 Mayıs’ta geldiği festivale, İsrail’in Gazze’de öldürdüğü 4 bin 986 çocuğun isminin yer aldığı tişörtle katılmıştı.

Ödül Kazanan Filmler

Uzun Metraj Filmler

Altın Palmiye (Palme d’Or): Un Simple Accident – Yönetmen: Jafar PANAHI
Büyük Ödül (Grand Prix): Affeksjonsverdi (Sentimental Value) – Yönetmen: Joachim Trier
Jüri Ödülü (Jury Prize) – Ortak: Sirat – Yönetmen: Oliver Laxe, Sound Of Falling – Yönetmen: Mascha Schilinski
En İyi Yönetmen: Kleber Mendonça Filho – O Agente Secreto (Gizli Ajan)
En İyi Senaryo: Jean-Pierre ve Luc Darenne – Jeunes Meres
En İyi Kadın Oyuncu: Nadia Melliti – La Petite Deneiere (Yön. Hafsia Herzi)
En İyi Erkek Oyuncu: Wagner Moura – O Agente Secreto (Yön. Kleber Mendonça Filho)
Özel Ödül: Kuang Ye Shi Dai (Diriliş) – Yönetmen: Bi Gan

Kısa Filmler

Altın Palmiye – Kısa Film: I’m Glad You’re Dead Now – Yönetmen: Tawfeek Barham
Özel Mansiyon: Ali – Yönetmen: Adnan Al Rajeev

Belirli Bir Bakış (Un Certain Regard)

Un Certain Regard Ödülü: La Misteriosa Mirada Del Flamenco (Flamenko’nun Gizemli Bakışı) – Yönetmen: Diego Cespedes (İlk film)
Jüri Ödülü: Un Poeta (Bbir Şair) – Yönetmen: Simon Mesa Soto
En İyi Yönetmen: Arab Nasser & Tarzan Nasser – Once Upon A Time İn Gaza
En İyi Erkek Oyuncu: Frank Dilliane – Urching (Yön. Harris Dickinson)
En İyi Kadın Oyuncu: Cleo Diara – O Riso E A Faca (Fırtınada Dinlenirim) – Yön: Pedro Pinho
En İyi Senaryo: Pillion – Yönetmen: Harry Lighton (İlk film)

Altın Kamera (Caméra d’Or)

Altın Kamera Ödülü: The President’s Cake – Yönetmen: Hasan Hadi

(Directors’ Fortnight bölümü)

Özel Mansiyon: My Father’s Shadow

(Kaynak: Bianet)

Paylaşın

Han Mağaraları: Ardenler’in Altında Muhteşem Yeraltı Dünyası

Avrupa’nın en geniş ve ünlü mağara sistemlerinden biri olan Han Mağaraları, Belçika’nın Namur Eyaleti sınırları içerisindeki Han-sur-Lesse tepelerinin altında yer alır.

Haber Merkezi / Ardenler, Belçika, Lüksemburg ve Fransa’yı kapsayan, ormanlık tepeler, vadiler ve nehirlerle dolu bir bölgedir.

Lesse Nehri tarafından milyonlarca yılda şekillendirilen Han Mağaraları, etkileyici stalaktit ve stalagmit oluşumlarıyla ünlüdür.

Mağara sistemi birkaç kilometre uzunluğundadır ve geniş galeriler, yeraltı nehirleri ve büyük salonlar içerir.

Mağaranın en ünlü bölümü, devasa stalaktit ve stalagmitlerin bulunduğu “Salle du Dôme” (Kubbe Salonu) adlı geniş salondur.

Mağaralarda ayrıca, prehistorik kalıntılar bulunmuştur ve arkeolojik açıdan da önemlidir.

Mağaralar, Belçika’nın başkenti Brüksel’e yaklaşık 1,5 saatlik mesafededir. Genellikle nisan-ekim ayları arasında yoğun turistik ziyaret alır, ancak yıl boyunca açıktır.

Paylaşın

Roma’nın Kanalizasyon Tanrıçası “Venüs Cloacina”

“Temizlemek” veya “arındırmak” anlamına gelen cloare fiilinden ya da “kanalizasyon” anlamındaki cloaca kelimesinden türetilen Venüs Cloacina, Roma’nın “kanalizasyon” sisteminin koruyucu tanrıçası olarak bilinir.

Haber Merkezi / Başlangıçta Etrüsk kökenli bir su tanrıçası olan Cloacina, zamanla Roma’nın aşk, güzellik ve birleşme tanrıçası Venüs ile özdeşleştirilmiştir. Bu birleşmenin neden gerçekleştiği bilinmese de, Roma’nın dini senkretizmine (farklı inançların birleşimi) örnek teşkil eder.

Roma Forumu’nda, Via Sacra ve Basilica Aemilia yakınlarında, Cloaca Maxima’nın (kanalizasyon sistemi) girişi üzerinde yer alan küçük, dairesel bir tapınak olan Venüs Cloacina Sacellum’u bulunuyordu. Ancak tapınaktan geriye yaklaşık 2,4 metre çapındaki mermer temeller kalmıştır. 1899 – 1901 yıllarında yapılan kazılarda ortaya çıkarılan bu kalıntılar, Forum’da mütevazı bir iz olarak duruyor.

Tapınakta, muhtemelen Venüs ve Cloacina’yı temsil eden iki heykel vardı ve bunlar, Lucius Mussidius Longus’un MÖ 42 civarında bastırdığı sikkelerde görülen çiçekler ve kuşlar gibi Venüs’ün sembolleriyle süslenmişti.

Roma efsanesine göre tapınak, Sabin kralı Titus Tatius tarafından, Romulus döneminde (MÖ 8. yüzyıl) Sabinler ile Romalılar arasında, “Sabin Kadınlarının Kaçırılması” sonrası barışın sağlandığı bir arınma ritüeliyle kurulmuştur. Tapınak ayrıca MÖ 449’da Verginia efsanesine de bağlanır; Verginia, onurunu korumak için babası tarafından öldürülmüştür.

Venüs Cloacina kültü, Plautus tarafından MÖ 2. yüzyılda ilk kez bahsedilmiş olup, Etrüsk kralları Tarquinius Priscus ve Superbus döneminde (MÖ 7.–6. yüzyıl) Cloaca Maxima’nın inşasıyla başlamış olabilir.

Venüs Cloacina, hem temizliğin hem de kirin tanrıçası olarak rol üstlenmiştir. Romalılar için iyi bir kanalizasyon sistemi, fiziksel sağlığın temel taşıydı ve bu nedenle Cloacina, şehrin sağlığını koruyan bir tanrıça olarak saygı görüyordu. Aynı zamanda, Venüs’ün birleşme ve evlilikteki cinsel ilişkiyi arındırma gibi özellikleri, Cloacina ile birleştiğinde, onun saflık ve ahlaki temizlik tanrıçası olarak da görülmesine yol açmıştır.

Paylaşın

Semerkant: Kültürlerin Kesişme Noktası

Tarihi İpek Yolu üzerinde stratejik bir konuma sahip olan Semerkant, 2 bin 500 yılı aşan tarihiyle medeniyetlerin, kültürlerin ve ticaretin kesişim noktası olmuştur.

Haber Merkezi / Semerkant, Persler, Yunanlar, Araplar, Moğollar, Timurlular ve Ruslar gibi birçok farklı gücün egemenliği altında şekillenmiştir.

Semerkant, 14. yüzyılda Timur’un (Tamerlan) başkent seçmesiyle altın çağını yaşamıştır. Timur, şehri bir sanat, mimari ve bilim merkezi haline getirmiştir.

Bu dönemde inşa edilen Registan Meydanı, Bibi Hanım Camii, Gûr-ı Emir Türbesi ve Şah-ı Zinde Türbeleri, Semerkant’ın eşsiz mimari mirasını oluşturdu.

Registan Meydanı: Semerkant’ın kalbi olan bu meydan, üç büyük medreseyle çevrilidir: Uluğ Bey Medresesi (1417-1420), Tilla-Kari Medresesi (1646-1660) ve Şir-Dor Medresesi (1619-1636). Meydan, Timurlu mimarisinin en görkemli örneklerinden biridir.

Bibi Hanım Camii: Timur’un eşi adına inşa edilen bu cami, 14. yüzyılın en büyük camilerinden biriydi. Çini işlemeleri ve devasa kubbesiyle dikkat çeker.

Gûr-ı Emir Türbesi: Timur’un ve ailesinin mezarlarının bulunduğu bu türbe, mavi kubbesi ve süslemeleriyle ünlüdür.

Şah-ı Zinde Türbeleri: Afrasyab Tepesi’nde yer alan bu nekropol, 11.-15. yüzyıl arasında inşa edilmiş türbelerden oluşur. İslam tarihindeki önemli isimlerin mezarları burada yer alır.

Uluğ Bey Gözlemevi: 15. yüzyılda Uluğ Bey tarafından kurulan bu gözlemevi, astronomi tarihinde çığır açan çalışmalara ev sahipliği yaptı.

Bugün Semerkant, Özbekistan’ın ikinci büyük şehri ve önemli bir turizm merkezidir. Tarihi yapılar restore edilmiş ve şehir, modern altyapıyla donatılmıştır. Şehirde her yıl kültürel festivaller düzenlenir ve İpek Yolu’nun mirasını yaşatmak için etkinlikler yapılır.

2001 yılında UNESCO, Semerkant’ı “Kültürlerin Kesişme Noktası” olarak Dünya Mirası Listesi’ne aldı.

Paylaşın

Altmış Kubbeli Cami: Ortaçağ Mimarisinin Harikalarından Biri

Altmış Kubbeli Cami, Bangladeş’in Bagerhat şehrinde, 15. yüzyılda Türk asıllı komutan Uluğ Han Cihan tarafından inşa edilmiş, Bengal Sultanlığı’nın en büyük camilerinden biridir.

Haber Merkezi / Adı “60 kubbeli” olsa da, aslında 81 kubbe ve 60 taş sütuna sahiptir. Fırınlanmış tuğladan yapılan cami, 48.7 m uzunluk, 32.9 m genişlikte olup, 11 kapılıdır ve içindeki mihraplar sade ama zariftir.

UNESCO Dünya Mirası Alanı olan Bagerhat Tarihi Cami Şehri’nin en önemli yapısıdır. Çevresinde Uluğ Han Cihan’ın türbesi ve bir su deposu bulunur.

Gerçek adı Han Cafer Han olan Han Cihan, Delhi Sultanlığı’ndan Bengal’e gelerek Sultan I. Gıyaseddin Azam Şah döneminde yüksek bir mevkiye yükseldi.

Bangladeş’in Bagerhat bölgesinde “Bagerhat” adıyla bilinen şehri kurdu; bu şehir günümüzde UNESCO Dünya Mirası Alanı olan Bagerhat Tarihi Cami Şehri’dir.

Uluğ Han Cihan, adil bir yönetici olarak tanınır; yerel halka İslam’ı yaymış ve tarımı geliştirmiştir. Ölümünden sonra şehir ormanla kaplansa da, türbesi caminin yakınında ziyaret edilen bir yerdir.

Paylaşın

Tanrıça İsis: Antik Dönemin Rol Modeli

Tüm zamanların en çok tapılan tanrılarından biri olan İsis, yas tutan ve ölülere rehberlik eden, güçlü bir büyücü, yaşayanlara şifa veren, bir yaratıcı, bir anne, bir eş ve bir rol modeliydi.

Haber Merkezi / İsis’in gerçek adı Aset veya Eset’ti ve taht veya tahtın kraliçesi anlamına geliyordu. İsis’in hikayesi, eşi Osiris, oğlu Horus ve kardeşi-kayınbiraderi Set ile olan ilişkileri etrafında şekillenir.

İsis, genellikle başında bir taht sembolü taşıyan bir kadın olarak tasvir edilir. İsis ayrıca kanatlı bir kadın, inek boynuzları arasında güneş diskiyle ya da emziren bir anne figürü olarak da resmedilmiştir.

İsis, Mısır’ın en eski tanrılarından olan gök tanrıçası Nut ve yer tanrısı Geb’in kızıdır. Kardeşleri Osiris, Set ve Nephthys ile birlikte “Ennead” adı verilen dokuz tanrılı Heliopolis panteonunun bir üyesidir. İsis, Osiris ile evlenmiş ve ondan Horus adında bir oğul dünyaya getirmiştir.

İsis’in en bilinen hikayesi, Osiris’in ölümü ve dirilişiyle ilgilidir. Bu mit, Mısır’ın ölüm ve yeniden doğuş inancının temelini oluşturur:

İsis’in kardeşi Set, Osiris’i kıskanır ve onu öldürür. Set, Osiris’in cesedini bir sandığa koyarak Nil Nehri’ne bırakır. İsis, büyük bir kararlılıkla Osiris’in cesedini arar. İsis, kardeşi Nephthys’in yardımıyla, Osiris’in içine konulduğu sandığı, Lübnan kıyılarında bir ağacın içinde bulur.

Ancak Set, cesedi tekrar ele geçirir ve 14 parçaya ayırarak Mısır’ın dört bir yanına dağıtır. İsis, sihir yeteneklerini kullanarak Osiris’in parçalarını toplar ve onu diriltir, Osiris’ten hamile kalır ve Horus’u doğurur. Osiris ise yeraltı dünyasının tanrısı olarak sonsuz bir rol üstlenir.

İsis, Horus büyüyüp Set ile mücadele ettiğinde, ona destek verir ve Horus’un Mısır tahtını almasını sağlar. Horus’u yetiştirirken gösterdiği özveri, İsis’i anneliğin sembolü haline getirmiştir. Mısırlılar, İsis’e çocuklarını korumasını dileyerek dua ederlerdi.

Mısır mitolojisinde sihrin (heka) en büyük ustalarından biri olarak kabul edilen İsis, firavunların annesi ya da koruyucusu olarak görülürdü. Horus’un tahta çıkmasıyla, İsis monarşinin meşruiyetinin bir garantörü oldu.

İsis’e tapınma, Antik Mısır’ın her döneminde yaygındı, ancak İsis’in popülerliği MÖ 664-030 döneminde en üst seviyeye çıktı. İsis’e tapınma, Yunan-Roma dünyasına da yayıldı. İsis tapınakları, Roma’da ve Anadolu’da da inşa edildi.

İsis’in Yunan tanrıçası Demeter ya da Roma tanrıçası Ceres ile benzerlikleri, onun küresel bir bereket ve annelik figürü olarak kabul edilmesine yol açtı. Roma döneminde, farklı kültürlerdeki pek çok tanrıçayla özdeşleştirilen İsis “Myrionymos” (bin isimli) olarak anıldı.

Paylaşın

Mitraizm Hristiyanlığı Nasıl Etkiledi?

Diyarbakır’daki Zerzevan Kalesi’nde yapılan kazılarda Roma İmparatorluğu’ndan kalma önemli yapılar ortaya çıkarıldı ve bu yapılardan biri de Mithra’ya adanmış yaklaşık bin 900 yıllık yeraltı tapınağıydı.

Kurtuluş Aladağ / 2017’de keşfedilen tapınak, Roma İmparatorluğu’nun doğu sınırındaki ilk ve keşfedilen son Mithra tapınağı olarak kayıtlara geçti.

7 metre uzunluğunda, 5 metre genişliğinde ve 2,5 metre yüksekliğindeki ana kayaya oyulmuş bu tapınakta, sütunlar, nişler, su çanakları ve Mithra’nın boğayı kurban etme sahnesini betimleyen motifler yer almakta.

Ayinlerin yapıldığı bu yapı, askerler, tüccarlar ve aristokratlar arasında yaygın olan Mitraizm’in ritüellerine dair eşsiz bilgiler sunmakta.

Antik Roma’da, yüksek rütbeli askerlerden, zengin tüccarlara, aristokratlardan ve hatta imparatorlardan oluşan seçkinlerin çoğu Mitraizm’e inanıyordu. Mithra bir tanrıdan fazlasıydı; adaleti, ışığı, inancı ve savaşı temsil eden bir güneş sembolü olarak görülüyordu.

Roma İmparatorluğu’nda Mitraizm ve Hristiyanlık aynı dönemde yükselişe geçmiştir. Mitraizm’in, Hristiyanlığı doğrudan “etkiledi” demek için yeterli kanıt olmasa da, semboller, ritüeller ve takvim açısından dolaylı bir etkisi olduğu söylenebilir.

Mitra, 25 Aralık’ta bir kayadan doğmuş olarak tasvir edilir. Bu tarih, güneşin yeniden doğuşunu simgeleyen kış gündönümüne yakınlığıyla dikkat çeker, çünkü Mitra güneşle ilişkilendirilen bir figürdür.

İsa’nın doğumunun 25 Aralık’ta kutlanması (Noel), 4. yüzyılda Roma Kilisesi tarafından kabul edildi. Bu tarihin Mitraizm’den veya Roma’daki Sol Invictus (Yenilmez Güneş) kutlamalarından etkilenmiş olabileceği düşünülüyor.

Mitra, bir boğayı kurban ederek dünyayı kurtaran bir figür olarak betimlenir. Bu, bir tür kozmik yenilenme ve kurtuluş sembolüdür. Mitraistler ayrıca, “taurobolium” denen bir kanla vaftiz ritüeli gerçekleştirirdi.

İsa da insanlığı kurtarmak için kendini feda eden bir kurtarıcıdır. Mitraizm’deki kanla arınma, Hristiyanlıkta vaftiz ve İsa’nın çarmıhtaki kurban edilmesiyle parallellik gösterir. Ancak bu benzerliklerin doğrudan bir kopya mı yoksa ortak arketiplerden mi kaynaklandığı tartışmalıdır.

Erkeklere özel (mithraea) gizli ritüeller gerçekleştirilirdi. Bu ritüeller, yemek paylaşımı (ekmek ve şarapla bir tür ayin) ve inisiyasyon aşamaları içerirdi.

Erken dönem Hristiyanlar da benzer şekilde küçük gruplar halinde toplanır ve “agape” yemekleri ile Efkaristiya (ekmek ve şarapla anma) ayinleri yaparlardı. Bu ortak ritüel yapısı, Mitraizm’den esinlenme değil, dönemin dinlerinin genel karakteristiği olabileceği düşünülüyor.

Mitra, ışığın ve iyiliğin temsilcisi olarak karanlığa karşı savaşır. Bu, Zerdüştlükten gelen bir dualizmdir.

İsa’nın “dünyanın ışığı” olarak tanımlanması ve şeytanla mücadele motifi, Mitraizm’deki bu temayla örtüşür. Ancak bu, daha çok iyilik – kötülük mücadelesinin yansıması olarak görülebilir.

Bazı tarihçiler (örneğin, Franz Cumont), Mitraizm’in Hristiyanlığı etkiledi iddiasını abartılı bulurken, bazı tarihçilerde (örneğin, modernist din tarihçileri) bu benzerliklerin dönemin ortak dini atmosferinden kaynaklandığını savunmaktadır.

Paylaşın