“CHP’nin Hedefi Batı Tipi Sosyal Demokrat Çizgi” İddiası

Sözcü yazarı Aytunç Erkin, “CHP Genel Merkezi, Alman Sosyal Demokrat Parti’nin çalışmalarını inceliyor ve Batı tipi “sosyal demokrat” çizgiyi yeni dönemde kitlelerle buluşturmak istiyor” iddiasında bulundu.

14 ve 28 Mayıs seçimlerinde beklenen sonucu elde edemeyen Cumhuriyet Halk Partisi’nde (CHP) ‘değişim’ tartışmaları sürüyor. CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, tartışmanın ‘kişiler üzerinden yürümemesi gerektiğini’ dile getirirken, partinin yeni dönemde izleyeceği ideoloji, ilke ve söylem de masaya yatırıldı.

Kılıçdaroğlu’nun ‘değişim’ yorumunu köşesine taşıyan Sözcü yazarı Aytunç Erkin, CHP’nin Almanya’daki Sosyal Demokrat Parti’nin çalışmalarını incelediğini ve ”Batı tipi ‘sosyal demokrat’ çizgiyi” yeni dönemde kitlelerle buluşturmak istediğini aktardı.

Türkiye Komünist Partisi (TKP) Genel Sekreteri Kemal Okuyan’ın Temmuz 2022’de, CHP’deki tarihsel kopuşu değerlendirdiği açıklamalarını hatırlatan Erkin, yazısında şu ifadelere yer verdi:

”Şimdi gelelim Kılıçdaroğlu’nun röportajında kurduğu “Çünkü kimi değişimler vardır ki kurumları daha iyiye götürmeyebilir; kimi değişimler kurumları eskisinden daha geriye düşürebilir” cümlenin şifrelerine. Haftalardır CHP Genel Merkezi’ni de “değişim” isteyen kadroları da dinliyorum, konuşuyorum ve anlamaya çalışıyorum.

Öğrendiklerimi de sizlerle paylaşıyorum. CHP liderinin “eskisinden daha geriye düşmek” tespitinin arkasında yatan şu (Bu da yorum değil, bilgi): “Şimdi İmamoğlu lider olursa nasıl bir Kürt politikası izleyecek? Bugüne kadar kurduğumuz ilişkiler ne olacak? Ya da diğer kesimlerle olan ilişkileri nereye götürecekler?”

Kılıçdaroğlu’nun Serbestiyet röportajını bu bilgiler ışığında okudum: “CHP, farklı sosyal, siyasal, kültürel vb. kesimlerle önyargısız bir araya gelebilmenin hem adresi hem de öncüsü olmuştur. Bu bir değişim sürecinin sonucudur ve sadece CHP değil, CHP’nin uzattığı eli havada bırakmayan herkes, tüm kesimler, kurumlar değişmiştir. Güzel olan budur. Üstelik bu karşılıklı değişim süreci sadece siyaset alanında da yaşanmadı. Özetle, CHP önümüzdeki dönemin değişimini, bu temel felsefenin üzerinden sürdürecektir.”

Uzatmaya gerek yok! Bir bilgi daha verelim: CHP Genel Merkezi, Alman Sosyal Demokrat Parti’nin çalışmalarını inceliyor ve Batı tipi “sosyal demokrat” çizgiyi yeni dönemde kitlelerle buluşturmak istiyor.

Bu durumu da en önce gören isimlerden biri TKP Genel Sekreteri Kemal Okuyan oldu: “Cumhuriyet Halk Partisi’nin tarihsel referansları bugün tamamen ortadan kalkmış durumda. Ülkenin en eski siyasi oluşumlarından birinden söz ediyoruz. Bu oluşum, temsil ettiği sınıfın çıkarları ve tarihsel evrimi doğrultusunda, kuruluşuna yol açan 1919-1923 uğrağıyla bağını büyük ölçüde kesti.

İlginç olan CHP’nin aynı sınıfın çıkarlarını daha muhafazakar bir çizgide temsil eden siyasi hareketlerin baskısıyla kendi geçmişinin daha yakın kesitlerinden de kopması. Örnek olsun, bugün AKP, Menderes ve Özal geleneğini hiç sıkılmaksızın sahiplenirken, CHP sonu gelmeyen bir helalleşme süreci yaşamakta, İsmet İnönü ve 27 Mayıs gibi kendi tarihinin demirbaşlarını gözden çıkarmaktadır. CHP’nin dünü kalmamıştır. Bugünüyse Millet İttifakı’dır!

Paylaşın

Beş Ayda 101 Kadın Öldürüldü: İntihar Süsü Verilerek Cinayetler Gizleniyor

Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu Genel Sekreteri Fidan Ataselim, “Son yıllarda bizim verilerimize göre kadın cinayetleri belli bir seyirde devam ederken ve İstanbul Sözleşmesi’nden imzanın geri çekilmesinin ardından artarken şüpheli kadın ölümleri ise kadın cinayetlerinden çok daha fazla artıyor durumda” dedi ve ekledi:

“Burada gördüğümüz şey kadın cinayetlerinin büyük bir kısmı şüpheli kadın ölümü verilerinde gizli olabilir. Yüksekten düşüp ölü bulunan kadınların yanlarında mutlaka bir erkek oluyor. Bu tip ölümlere intihar süsü vererek kaza süsü vererek cinayet olduğu gerçeğini gizlemeye çalışıyorlar. Her bir şüphenin üzerine gidilmesi gerekir. Hiçbir kimsenin aklında soru işareti kalmayacak şekilde gerçekler açığa çıksın.”

2021 yılının ilk beş ayında 79 kadın şüpheli şekilde ölü bulunurken bu sayı 2023’te 101’e yükseldi.

Cumhuriyet’ten Rengin Temoçin’in haberine göre, Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu Genel Sekreteri Fidan Ataselim “intihar süsü verilerek cinayet gizleniyor” dedi. Ataselim sözlerini şu şekilde sürdürdü:

“Son yıllarda bizim verilerimize göre kadın cinayetleri belli bir seyirde devam ederken ve İstanbul Sözleşmesi’nden imzanın geri çekilmesinin ardından artarken şüpheli kadın ölümleri ise kadın cinayetlerinden çok daha fazla artıyor durumda. Burada gördüğümüz şey kadın cinayetlerinin büyük bir kısmı şüpheli kadın ölümü verilerinde gizli olabilir.

Yüksekten düşüp ölü bulunan kadınların yanlarında mutlaka bir erkek oluyor. Bu tip ölümlere intihar süsü vererek kaza süsü vererek cinayet olduğu gerçeğini gizlemeye çalışıyorlar. Her bir şüphenin üzerine gidilmesi gerekir. Hiçbir kimsenin aklında soru işareti kalmayacak şekilde gerçekler açığa çıksın.”

Paylaşın

Almanya’da Her İki Kişiden Biri Müslümanlara Yönelik Düşmanca Söylemleri Onaylıyor

Almanya’da 9 kişilik “Müslüman Düşmanlığı Bağımsız Uzman Grubu”nun hazırladığı rapora göre, ülkede her iki kişiden biri Müslümanlara yönelik düşmanca söylemlere onay veriyor.

Rapora göre, Müslüman düşmanlığı ile Müslüman ülkelerden gelmiş kişilerin hanesine yazılan genellemeler, değişmesi imkansız olarak görülen yakıştırmalar, geri kalmış bir toplum imaji ve çoğunluk toplumu için tehdit oluşturduklarına ilişkin yargılar ve iddialar kastediliyor.

Bilinçsiz şekilde oluşmuş izlenim, yanlış bilgiler, genelleştirilmiş korkular ve Müslümanlara yönelik yapısal dezavantajlar da raporu sunan uzmanlara göre toplumu bölünmeye götürüyor. Araştırmayı yürütürken uzmanların aşırı sağcı ideolojilerle Müslüman ve Yahudi düşmanlığı arasında da bağ saptadığının altı çiziliyor.

Almanya İçişleri Bakanı Nancy Faeser, raporun sonuçlarına ilişkin yaptığı açıklamada, “Müslümanların yaşamı elbette Almanya’nın bir parçası. Bizler, çok kültürlü toplumumuzdaki bütün insanların eşit fırsatlara ve haklara sahip olmasını istiyoruz. Bu iddia ile yola çıkmış bizler için hazırlanan bu ilk kapsamlı raporun sonuçları oldukça acı” değerlendirmesinde bulundu.

Almanya’da sonuçları bugün açıklanan, federal hükümetin inisiyatifi ile kurulan Müslüman Düşmanlığı Bağımsız Bilirkişi Heyeti’nin (UEM) raporuna göre, ülkede her iki kişiden biri Müslümanlara yönelik düşmanca söylemlere onay veriyor.

Rapora göre, bir dini cemaate açıktan üye olanlar ile giysisi itibarı ile Müslüman olduğu anlaşılan kişiler, Müslüman düşmanı tutumdan en fazla muzdarip olan kesimi oluşturuyor. Özellikle başörtülü kadınların, yoğun bir şekilde düşmanca tutumla karşılaştıkları bildirilirken erkeklerin ise kendilerine yönelik saldırganlık ve şiddet eğilimine artan şekilde maruz kaldıkları raporda ifade ediliyor.

Rapora göre, Almanca medyada İslam konusundaki haberlerde genelde tek taraflılık dikkat çekerken yapılan haberlerin de genellikle olumsuzluk içeren çatışma ve sorunları işleyenler olduğu belirtiliyor.

İnternet ve sosyal medyada ise İslam dini bağlantılı tartışmaların daha da çarpıcı boyuta ulaştığı kaydedildi.

Uzmanların raporda sorunlu gördükleri bir diğer nokta da Almanca film yapımlarında. Orada incelenen filmlerin neredeyse yüzde 90’ında İslam ve Müslümanların olumsuz bağlamda ele alındığına işaret ediliyor. Raporda, “Filmler, terör saldırıları, radikalleşme, savaş ve kadınlara yönelik hikayeler etrafında dönüyor” tespiti yapılıyor.

Almanya İçişleri Bakanı Nancy Faeser, raporun sonuçlarının sunulması sonrasında yaptığı açıklamada, “Müslümanların yaşamı elbette Almanya’nın bir parçası. Bizler, çok kültürlü toplumumuzdaki bütün insanların eşit fırsatlara ve haklara sahip olmasını istiyoruz. Bu iddia ile yola çıkmış bizler için hazırlanan bu ilk kapsamlı raporun sonuçları oldukça acı” değerlendirmesinde bulundu.

Sosyal Demokrat Parti (SPD) üyesi Faeser, Müslüman ülkelerden gelmiş ve Almanya’da yaşayan 5 milyon 500 bin civarındaki göçmen kökenlinin günlük hayatında dışlanma ve ayrımcılık, hatta nefret ve şiddet yaşadığını da hatırlatarak bunların görünür kılınması ve yaygın önyargılara karşı bilincin artırılması gerektiğine de işaret etti.

Çalışmayı yürüten uzmanlar ise başka alanlarda da olduğu gibi, Alman hükümetinin, Müslüman düşmanlığı ile mücadele konusunda da bağımsız bir uzmanlar konseyi kurmasını ve Alman hükümetinin Müslüman düşmanlığıyla mücadele amacıyla resmi bir sorumlu atamasını da talep ediyor. Rapor, Müslüman ülkelerden gelmiş 5 miyon 500 bin kişinin yaşadığı Almanya’da yapılan bu tarzda yürütülmüş en kapsamlı ilk resmi çalışma olma özelliğine sahip.

Peki Müslüman düşmanlığı ile ne kastediliyor?

Rapora göre, Müslüman düşmanlığı ile Müslüman ülkelerden gelmiş kişilerin hanesine yazılan genellemeler, değişmesi imkansız olarak görülen yakıştırmalar, geri kalmış bir toplum imaji ve çoğunluk toplumu için tehdit oluşturduklarına ilişkin yargılar ve iddialar kastediliyor. Bilinçsiz şekilde oluşmuş izlenim, yanlış bilgiler, genelleştirilmiş korkular ve Müslümanlara yönelik yapısal dezavantajlar da raporu sunan uzmanlara göre toplumu bölünmeye götürüyor. Araştırmayı yürütürken uzmanların aşırı sağcı ideolojilerle Müslüman ve Yahudi düşmanlığı arasında da bağ saptadığının altı çiziliyor.

Çalışmayı yürüten ve raporu hazırlayan uzmanların tavsiyeleri arasında Müslüman düşmanı vakaların bildirildiği ve dökümünün yapıldığı merkezler açılması ve bu konuda verilen danışmanlık hizmetlerinin yaygınlaştırılması da yer alıyor.

İlaveten uzmanlar, federal sisteme sahip olan Almanya’da eğitimden sorumlu olan eyaletlerin bakanlarının müfredatları ve okul kitaplarını elden geçirerek siyasi eğitim alanında da Müslüman düşmanlığının da başlı başına bir konu olarak işlenmesini tavsiye ediyor.

Kamu kurum ve kuruluşlarında çalışanların da Müslüman düşmanlığı konusuna hassaslaştırılmaları, kurumsal ırkçılıkla mücadele kapsamında bu yönde adımlar atılması da öneriliyor.

UEM Hanau saldırı sonrası kuruldu

Almanya İçişleri Bakanlığı, raporun bilimsel araştırmalar temelinde ülkedeki Müslüman düşmanlığı konusundaki durumu özetlediğini belirtirken, bunun için emniyet kayıtlarına geçen Müslüman karşıtı olayların, ayrımcılıkla mücadele dairelerine yansıyan İslam düşmanı vakaların ve sivil toplum kuruluşlarının danışma merkezlerine gelenlerin aktardığı tecrübelere dair verilere dayandığı vurgulandı.

Eldeki veri ve araştırmalarla Müslümanlara ve İslam dinine dair algıyı ve düşmanlığı inceleyen bilirkişi heyeti (UEM) 19 Şubat 2020’de Hessen eyaleti sınırları içinde yer alan Hanau kentinde düzenlenen ve aralarında Türkiye kökenli göçmenlerin de bulunduğu dokuz kişinin katledildiği ırkçı saldırı sonrasında gündeme geldi.

Aynı yılın sonbaharında da bir önceki hükümetin İçişleri Bakanı olan, Hristiyan Sosyal Birlik (CSU) üyesi Horst Seehofer tarafından Eylül 2020’de kuruldu. Bilim insanları ile farklı kuruluş temsilcilerinden oluşan 12 kişilik bağımsız heyet, hazırladıkları raporun Almanya’daki bütün kurum, kuruluş, organizasyon ve kişilere yönelik olduğunu vurguluyor.

(Kaynak: DW Türkçe)

Paylaşın

Aleksis Çipras, SYRIZA Genel Başkanlığından İstifa Etti

Yunanistan’da ana muhalefet partisi SYRIZA’nın Genel Başkanı Aleksis Çipras, pazar günü yapılan seçimlerde aldığı yenilginin ardından, partisinin genel başkanlığından istifa ettiğini açıkladı. Çipras, ‘yenilenecek olan SYRİZA’nın liderliği için yapılacak seçimlerde aday olmayacağını’ söyledi.

Partide “bir reformun gerekli olduğunu” belirten Aleksis Çipras, “Yeni bir döngü başlatmanın zamanı geldi. Olumsuz sonuç bu döngünün başlangıcı olabilir ve olmalıdır. Bu zorlu yolculukta tavizler, zor kararlar ve yaralanmalar oldu ama tarihe iz bırakan bir yolculuktu” ifadelerini kullandı.

Çipras, halkın sorunlarını daha iyi anlayacak yeni bir SYRIZA’nın kurulması için elinden gelen bütün gayreti göstereceğini söylerken Nazım Hikmet’in “En güzel deniz henüz gidilmemiş olandır” şiirindeki mısrasına atıfta bulundu.

Aleksis Çipras liderliğindeki radikal sol parti SYRIZA, seçimlerde yüzde 17,83 oy oranı ile toplam 47 milletvekili çıkarmıştı. 1974’ten bu yana hiçbir ana muhalefet partisi SYRIZA kadar düşük bir oy oranına ulaşmamıştı. SYRIZA’nın önde olduğu tek seçim bölgesi Müslüman azınlığın desteğini aldığı Rodop olmuştu.

Çipras seçim sonuçlarının toplum ve Demokrasi için büyük ölçüde “olumsuz” olduğunu söyledi ve “Parti üyelerinden hepimizi yargılamaları istenecek. Bu süreçte kendimi parti üyelerinin takdirine bırakacağımı söylemeye gerek yok.” ifadelerini kullanmıştı.

Çipras’ın istifa haberi sonrasında SYRİZA Genel Merkezi’nde üzüntü ve kaygı hakim. İstifa haberi birçok SYRİZA yetkilisini hazırlıksız yakalamış durumda. Son seçim yenilgisinin ardından parti yetkilileri olağanüstü kongre hazırlıklarını moralsiz bir şekilde başlatıyor.

Avrupa Birliği (AB) zirvesine katılmak için Brüksel’de bulunan Başbakan Kiriakos Miçotakis, gelişme hakkında basına ‘SYRIZA’nın ve kendisinin uğradığı üç ezici yenilgiden sonra bunun beklenen bir karar olduğu’ yorumunda bulundu.

Çipras’ın yakın mesai arkadaşı Dimitris Tzanakopoulos da SYRİZA Merkez Komitesi’ne istifasını sundu. İlk bilgilere göre dün gece sunulan istifa, Çipras tarafından kabul edilmedi.

Tzanakopoulos’un istifası, seçim gecesi parti merkezinde Panos Rigas ile çok hararetli bir kavgaya giriştiği yönündeki haberlerin ardından geldi. “Demokrasi” gazetesine göre, iki eski parti sekreteri sadece ağır sözler sarf etmekle kalmadı, aynı zamanda yumruklaşmaya noktasına vardı.

Çipras’ın eski yol arkadaşı Yanis Varoufakis ise Twitter hesabından yaptığı paylaşımda, şu ifadeleri kullandı: “SYRİZA’nın yenilgisinin sorumluluğunu istifa ederek üstlenmesi, aramızdaki anlaşmazlıklar ne olursa olsun, olumlu karşılanmaktadır. Aslında bu durum, teslim olmayan ilerici güçlerin yeniden bir araya getirilmesini daha da acil hale getiriyor” mesajını verdi.

Paylaşın

İsveç’in Üyelik Belirsizliği; NATO’dan Toplantı Çağrısı

İsveç’in başkenti Stockholm’de bir kişi dün kentin merkez camisinin önünde Kur’an yakma eylemi düzenlemişti. Kurban Bayramı’nın ilk günündeki bu eylem için İsveç makamlarından izin alındığı ve eylemi düzenleyenin 37 yaşındaki Salvan Momika isimli Iraklı bir sığınmacı olduğu bildirildi.

İsveç polisinin Şubat ayında yapılması planlanan iki adet Kur’an yakma eylemini yasaklayan kararı Nisan ayında mahkemeden dönmüş, Stockholm İdare Mahkemesi kararında “polisin güvenlik riski endişelerinin protesto hakkını kısıtlamaya yeterli olmayacağı” hükmüne varılmıştı. Emniyet Teşkilatı’nın temyiz başvurusu da sonuç vermemiş, üst mahkeme Haziran ayında açıkladığı kararda alt mahkeme kararını onamıştı.

Kur’an yakma eylemine tepkiler sürerken ülkenin üyeliğinin 11-12 Temmuz’daki NATO zirvesine yetişmesi konusunda belirsizlik daha da arttı.

Türkiye Dışişleri Bakanı Hakan Fidan, Kur’an yakma eylemini kınadığı mesajında bu tarz eylemlere göz yummanın suça ortak olmak anlamına geldiği vurgusu yaparken Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanı Fahrettin Altun da “NATO’da müttefikimiz olmak isteyenler, İslam karşıtı ve yabancı düşmanı teröristlerin yıkıcı davranışlarına müsamaha gösteremez ve izin veremez” diye tepki gösterdi. Altun, İsveç’in NATO’ya üyeliğine atıfla ayrıca “terörle mücadelenin ciddi bir ittifakın temel ön şartı” olduğunu kaydetti.

Macaristan’dan erteleme sinyalleri

Bu arada İsveç’in NATO’ya üyeliği için onay beklediği diğer ülkeMacaristan’dan da olumsuz sinayeller geliyor. Macar medyası, İsveç’in üyeliğine onay için meclis oturumunun yaz tatili sonrasına sarkacağını bildirdi.

Konuyla ilgili haberlerde, Macaristan parlamentosunun yaz tatiline girmeden önce yapacağı oturumların gündeminde İsveç’in NATO’ya üyeliğinin yer almadığına dikkat çekildi. Haber portalı hvg.hu ve index.hu, Başbakan Viktor Orban’ın milliyetçi Fidesz Partisi’nin oylamayı ileri bir tarihe ertelediğini bildirdi.

NATO Genel Sekreteri Jens Stoltenberg ve başta ABD olmak üzere ittifak üyeleri, İsveç’in üyeliğinin 11-12 Temmuz’da Litvanya’nın başkenti Vilnius’ta düzenlenecek NATO zirvesinde resmen ilan edilebilmesi için aylardır yoğun bir diplomasi trafiği yürütüyor.

Stoltenberg, NATO zirvesi öncesinde bu yönde bir adım daha atarak Türkiye, İsveç ve Finlandiya’yı Daimi Ortak Mekanizma toplantısı için 6 Temmuz Perşembe günü Brüksel’deki NATO merkezinde görüşmeye çağırdı. NATO Genel Sekreteri, dün yaptığı basın toplantısında, “İsveç’i NATO’ya üye olarak selamlamanın zamanı geldi” diye konuştu. Türkiye’nin toplantıda Dişişleri Bakanı Hakan Fidan ve Milli İstihbarat Teşkilatı Başkanı İbrahim Kalın tarafından temsil edileceği bildirildi.

Olaf Scholz, Erdoğan’la görüştü

Konuyla ilgili dün akşam Almanya Başbakanı Olaf Scholz ile Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın da bir telefon görüşmesi yaptıkları bildirildi. Alman hükümetinden yapılan açıklamada, iki liderin NATO zirvesinde ele alınacak konularda görüş alışverişinde bulunduğu, Ukrayna savaşı ve Avrupa’nın güvenliği ile İsveç’in NATO’ya üyeliğinin konuşulduğu bildirildi. İki liderin ayrıca farklı alanlardaki ortak çalışmalar konusunda adımlar atılması ve görüş alışverişinde bulunulmasına devam etmesi konusunda hemfikir oldukları vurgulandı, ancak bunların hangi alanlar olduğuna dair detay belirtilmedi.

Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanlığı’ndan yapılan açıklamaya göre de Erdoğan görüşmede İsveç’in, terörle mücadele mevzuatındaki değişiklik başta olmak üzere doğru yönde adımlar atmakla birlikte ülkedeki PKK, PYD ve YPG yanlılarının serbestçe terörü öven gösteriler düzenlemeye, terör örgütlerine insan devşirmeye ve finans kaynağı teminine devam ettiklerini yineledi ve bu durumun Türkiye açısından kabul edilemez olduğunu bir kez daha vurguladı.

Fas büyükelçisini geri çekiyor

İsveç’te polisin izin verdiği Kur’an yakma eylemine tepkiler de sürüyor. Başta Müslüman ülkeler olmak üzere pek çok ülkeden kınama mesajları gelirken Fas da ülkedeki büyükelçisini istişarelerde bulunmak üzere geri çağırdığını duyurdu. Ayrıca Fas’taki İsveç maslahatgüzarının da eylem konsundaki tepki iletilmek üzere Fas Dışişleri Bakanlığına çağrıldığı bildirildi.

ABD Dışişleri Bakanlığı da, dünkü Kur’an yakma eylemini “saygısızca” ve “incitici” olarak niteleyip kınarken, Türkiye ve Macaristan’ın İsveç’in NATO’ya üyeliğini onaylaması yönündeki çağrısını da yineledi.

(Kaynak: DW Türkçe)

Paylaşın

2022 Yılında Belediyeler 41 Milyar 623 Milyon Lira Açık Verdi

2022 yılında belediyelerin harcamaları bir önceki yıla göre yüzde 116,2 arttı. Bütçe gelirlerindeki artış ise 93,8’de kaldı. Gelirdeki artış giderdeki artışın altında oldu ve tüm belediyeler 2022 yılında toplam 41 milyar 623 milyon TL açık verdi.

Türkiye’de 30’u büyükşehir, 51’i il, 922’si ilçe ve 388’i de belde olmak üzere bin 391 belediye bulunuyor. Türkiye’de yaklaşık 86 milyonluk toplam nüfusun yüzde 78,15’i büyükşehir belediyesi sınırlarında, yüzde 16,6’sı diğer belediye sınırlarında, yüzde 5,2’si ise köy sınırları içerisinde yaşıyor.

Sözcü’den Deniz Ayhan’ın haberine göre, Cumhurbaşkanlığı Strateji ve Bütçe Başkanlığı tarafından önceki gün yayınlanan ‘Genel Faaliyet Raporu’ uyarınca belediye harcamalarında yüksek miktarlı artışlar dikkat çekti. Bu artışlarda ‘’Mal ve Hizmet Alımları” kalemi önemli yer tuttu.

2022 yılında belediyelerin harcamaları bir önceki yıla göre yüzde 116,2 arttı. Bütçe gelirlerindeki artış ise 93,8’de kaldı. Gelirdeki artış giderdeki artışın altında oldu ve tüm belediyeler 2022 yılında toplam 41 milyar 623 milyon TL açık verdi.

Genel Faaliyet Raporu’nda şöyle denildi: “Bütçe giderlerinin artışında yüzde 115,8 artan ve 126 milyar 562 milyon liraya ulaşan mal ve hizmet alımları ile yüzde 153,9 oranında artış göstererek 106 milyar 473 milyon liraya ulaşan sermaye giderleri etkili olmuştur.

Belediyelerin bütçe gelirlerinin artmasında ise vergi gelirleri, teşebbüs ve mülkiyet gelirleri, bağış ve yardımlar, özel gelirler, faizler, paylar, cezalar ve sermaye gelirlerindeki artışlar etkilidir. 2022 yılında bir önceki yıla göre vergi gelirlerinde yüzde 63,4, teşebbüs ve mülkiyet gelirlerinde yüzde 90,6, bağış ve yardımlar ile özel gelirlerde yüzde 109,1, genel bütçe gelirlerinden belediyelere verilen paylarda ise yüzde 94,2 artış yaşanmıştır.”

Paylaşın

Tekstil Ve Giyim Sektöründe Kriz Derinleşiyor: İşten Çıkarmalar Gündemde

BİRTEK-SEN Genel Başkanı Mehmet Türkmen, “Tekstil ve hazır giyim sektörünün elbette sorunları vardır ama daha fazla kâr etmek dışında hiçbir kaygısı olmayan patronların gözünden değerlendiriliyor. Sektörün gücü, işçilerin maliyeti gibi… İşçilerin insanca yaşaması, yetebilecek bir ücret alması maliyet kalemi oluyor” dedi ve ekledi:

“İktidara ve patronlara kaldığında her şeyin faturasının işçilere kesildiğini görüyoruz. Giyim sanayiinde ortalama ücret dışında bir ücret ödenmiyor. Beyaz yakalılar bile en fazla asgari ücretin bin lira üstünde alıyor. İşçi ücretleri en az yoksulluk düzeyine çıkarılmalı ama bu patronların insafına bırakılamaz. İşçilerin bunun için örgütlü şekilde mücadele etmesi gerekiyor.”

İşten çıkarmaların yaşanmaya başladığını da aktaran Türkmen, “Urfa’da, Malatya’da, Adana’da, Maraş’ta pek çok fabrikada işçiler evleri hasarlı olduğu için işe gidemedi ve hakları verilmeden işten atıldılar. Mil May Tekstil’de 40 işçi tazminatları verilmeden atılmak istendi.

Biz gidip görüştükten sonra 6’sı atıldı. Ama bayramdan sonra işten çıkarmalar artacaktır. Akıllarına ilk gelen çözüm işten atma oluyor, böyle tehdit ediyorlar. Bazı kentlerde tekstil patronları büyük markaların temsilcilerini çağırıp ne kadar çağdaş koşullarda üretim yaptığını gösteriyorlar. Sendikalı oldukları için işten atıldıklarını, 36 saate varan mesaileri anlatıyorlar mı?” ifadelerini kullandı.

Emekçiler henüz asgari ücrete yapılan zammı alamazken işverenler ise ‘önlem amaçlı işten çıkarmaları’ konuşmaya başladı bile. Asgari ücrete yapılan yüzde 34’lük zam dolar karşılığında kaybolmaya devam ediyor. Hem kurun hem de enflasyonun artmasıyla henüz işçilerin cebine ulaşmayan asgari ücret eridikçe eriyor.

İktidardan destek üstüne destek alan işverenlere, eriyişini sürdüren asgari ücrete yapılan zammın faturasını yine işçiden kesmek istiyor. Tekstil ve hazır giyim sektöründe işten çıkarmalar ve fabrikaların kapanacağı iddiaları gündemde.

Birgün’den Dilan Esen’in aktardığına göre; Birleşik Tekstil Dokuma ve Deri İşçileri Sendikası (BİRTEK-SEN) Genel Başkanı Mehmet Türkmen, asgari ücretin işçinin eline geçmeden 50 lira eridiğine ve bu erimenin devam edeceğine dikkat çekti. Erimenin sebebinin yalnızca dövizdeki yükseliş değil, temel tüketim ürünlerine yapılan zamlarla da ilgili olduğuna değinen Türkmen, asgari ücrete yapılan zam nedeniyle işten çıkarmaların yaşanacağına yönelik tartışmaların işçilerin zammını önemsizleştirdiğini belirtti.

İşverenlerin çok sayıda destek aldığına vurgu yapan Türkmen, “Bazı iktisatçılar da ‘Bu zammın bu anlamı yok, eriyecek, enflasyonu daha da artırır’ diyorlar. Neredeyse işçilere yapılan zamları enflasyonun artış sebebi olduğunu açıklayacak bir söylem bu. Bunun çözümü işçilere zam yapmamak değil, bu ekonominin sorumlusu olanların politikalarını değiştirmesidir. Ama bunun faturası bile işçilere kesiliyor. Asıl enflasyon artışının büyük oranda astronomik şirket kârları olduğunu biliyoruz” dedi.

Asgari ücretin maliyetinin 800 dolar olacağı açıklamasına tepki gösteren Türkmen, şöyle konuştu: “Buna yemek ücretiyle kreş yardımını da ekliyorlar. Antep’te, Malatya’da, Maraş’ta, Urfa’daki fabrikaların hiçbirinde kadın işçilere kreş yardımı yapıldığını görmedik. Hatta bu fabrikaların bir kısmı işe hamileyse almıyor, evlilik düşünüyorsa almıyor.

Patronlar, alım gücünün düşmesinden, finansman kaynaklarına ulaşamamaktan, hammadde maliyetlerinin artmasından da bahsediyorlar ama çözüm önerileri de ilginç. Aldıkları teşvikler yetmiyor hâlâ yeni teşvikler istiyorlar. Kısa çalışma ödeneğinde işçileri izinde gösterip çalıştırıyorlar. Aslında işsizlik fonunu yağmalıyorlar. İşçilerin parası bile patronlara kaynak olarak aktarılıyor. Ama bu da yetmiyor.”

“İşçilerin talep ve maliyetine gelince Hindistan ve Kamboçya ile rekabet ediyorlar” diyen Türkmen, şunları ifade etti: “Tekstil ve hazır giyim sektörünün elbette sorunları vardır ama daha fazla kâr etmek dışında hiçbir kaygısı olmayan patronların gözünden değerlendiriliyor. Sektörün gücü, işçilerin maliyeti gibi… İşçilerin insanca yaşaması, yetebilecek bir ücret alması maliyet kalemi oluyor.

İktidara ve patronlara kaldığında her şeyin faturasının işçilere kesildiğini görüyoruz. Giyim sanayiinde ortalama ücret dışında bir ücret ödenmiyor. Beyaz yakalılar bile en fazla asgari ücretin bin lira üstünde alıyor. İşçi ücretleri en az yoksulluk düzeyine çıkarılmalı ama bu patronların insafına bırakılamaz. İşçilerin bunun için örgütlü şekilde mücadele etmesi gerekiyor.”

İşten çıkarmaların yaşanmaya başladığını da aktaran Türkmen, “Urfa’da, Malatya’da, Adana’da, Maraş’ta pek çok fabrikada işçiler evleri hasarlı olduğu için işe gidemedi ve hakları verilmeden işten atıldılar. Mil May Tekstil’de 40 işçi tazminatları verilmeden atılmak istendi.

Biz gidip görüştükten sonra 6’sı atıldı. Ama bayramdan sonra işten çıkarmalar artacaktır. Akıllarına ilk gelen çözüm işten atma oluyor, böyle tehdit ediyorlar. Bazı kentlerde tekstil patronları büyük markaların temsilcilerini çağırıp ne kadar çağdaş koşullarda üretim yaptığını gösteriyorlar. Sendikalı oldukları için işten atıldıklarını, 36 saate varan mesaileri anlatıyorlar mı?”

“İşverene maliyeti 800 dolara ulaştı”

Türkiye Giyim Sanayicileri Derneği (TGSD) Başkanı Ramazan Kaya, geçen günlerde yaptığı açıklamada, son zammın ardından asgari ücretli bir çalışanın yemek, servis ve kreş yardımlarıyla beraber işverene maliyetinin 800 dolara ulaştığını ileri sürmüştü.

Önlem alınmaması durumunda sektörde iş yeri kapanmaları ve istihdam kayıplarının artacağını belirten Kaya, sektördeki daralmanın tek sebebinin düşük talep olmadığını aktardı ve “Yeni asgari ücretin dolar bazında geldiği seviye hazır giyim sektörünün rekabet koşullarını aşındıracak” demişti.

Paylaşın

Şehir Hastanelerine 5 Ayda Harcanan Para Dudak Uçuklattı

Sağlık Bakanlığı’nın mali tablolarına mercek tutan CHP’li Murat Emir, “Yap-İşlet-Devret modeliyle inşa ettirilen ve 25 yıllığına, üstelik döviz kuru üzerinden yapılan anlaşmalarla kamunun üzerinde büyük bir yük haline gelen şehir hastaneleri ile ilgili harcanan kalemler daha önce bütçede açık bir şekilde yazılıyordu” dedi ve ekledi:

“Ancak şimdi Sağlık Bakanlığı’nın mali tablolarında hizmet alımları ve gayrimenkul sermaye üretim giderleri altında gizlenmeye çalışıyor.  Bütçe kalemi şehir hastanelerinin kullanım bedeline harcanınca koruyucu hekimlik, bağımlılıkla mücadele, halk sağlığı gibi kalemlere de ayıracak bütçe kalmıyor. Diğer yandan şehir hastaneleri dışındaki yatırımlarda da ciddi sorunlar yaşanıyor. Kamu hastanelerinin ihaleleri birer birer erteleniyor.”

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın, “Cebimizden beş kuruş çıkmayacak” dediği şehir hastaneleri için 2023’ün Ocak-Mayıs döneminde harcanan para dudak uçuklattı.

Birgün’den Mustafa Bildirici’nin haberine göre; şehir hastanelerinin kiraları için 2023 yılı bütçesine konulan toplam ödeneğin yüzde 81’inin yılın ilk yarısı dahi tamamlanmadan kullanıldığı belirlendi. Şehir hastaneleri için ödenen kira bedelinin yüksekliğine dikkati çeken CHP Milletvekili Murat Emir, “Döviz kuru üzerinden yapılan anlaşmalara artık bütçe yetmiyor” dedi.

“Müteahhitlerin cebine aktarılmaya devam edecek”

İktidarın “Sağlıkta çağ atladık” söylemine örnek gösterdiği şehir hastaneleri için 2023 yılının Ocak-Mayıs döneminde ödenen kira bedeli belli oldu. Türkiye’deki 13 şehir hastanesi için beş ayda ödenen para kayıtlara, 22,5 milyar TL olarak geçti.

Şehir hastanelerinin kira bedeli olarak bilinen, bütçede ise “kullanım bedeli” olarak belirtilen harcama kalemi için 2023 yılında toplam 27,5 milyar TL’lik bütçe ayrıldı. Ocak-Mayıs döneminde şehir hastanelerinin kullanım bedeli olarak müteahhitlere ödenen toplam 22,5 milyar TL ise yılın başında ayrılan bütçenin yüzde 81’ini oluşturdu. Sağlık Bakanlığı’nın mali tablolarına mercek tutan CHP’li Murat Emir, “Dövizdeki artışla birlikte yılsonuna kadar bir bu kadar daha, belki de çok daha fazlası şehir hastaneleri aracılığıyla iktidar yandaşı müteahhitlerin cebine aktarılmaya devam edecek” diye konuştu.

Sağlık Bakanlığı’nın şehir hastanelerine bütçe yetiştiremez hale geldiğini ifade eden Emir, sözlerini şöyle sürdürdü:

“Yap-İşlet-Devret modeliyle inşa ettirilen ve 25 yıllığına, üstelik döviz kuru üzerinden yapılan anlaşmalarla kamunun üzerinde büyük bir yük haline gelen şehir hastaneleri ile ilgili harcanan kalemler daha önce bütçede açık bir şekilde yazılıyordu. Ancak şimdi Sağlık Bakanlığı’nın mali tablolarında hizmet alımları ve gayrimenkul sermaye üretim giderleri altında gizlenmeye çalışıyor.

Bütçe kalemi şehir hastanelerinin kullanım bedeline harcanınca koruyucu hekimlik, bağımlılıkla mücadele, halk sağlığı gibi kalemlere de ayıracak bütçe kalmıyor. Diğer yandan şehir hastaneleri dışındaki yatırımlarda da ciddi sorunlar yaşanıyor. Kamu hastanelerinin ihaleleri birer birer erteleniyor.”

Paylaşın

İsveç, Cami Önünde Kur’an Yakma Eylemi

İsveç’in başkenti Stockholm’de polis Kur’an yakma eylemine izin verdi. Kur’an yakma eylemini daha önce bir talebi reddedilen Salwan Momika adlı kişi tarafından gerçekleştirildiği bildirildi. Momika, Yaklaşık 200 kişilik bir grubun önünde de Kuran yakma eylemini gerçekleştirdi.

Salwan Momika, bir gazeteye verdiği demeçte, kendisini Kur’an’ı yasaklatmak isteyen Iraklı bir mülteci olarak tanımlamıştı.

Eylemi izlemek için toplanan kalabalık arasındakiler Monika’ya tepki gösterdi. Polis bu sırada Monika’ya taş atmaya çalışan bir kişiyi de gözaltına aldı. Eylemin ardından Monika ve izleyiciler dağıldı.

İsveç polisi, mevcut yasalara göre, Kur’an yakmanın doğuracağı güvenlik risklerinin, “bu talebi reddetme kararını meşru gösterebilecek” bir durum teşkil etmediğini belirtti. Polis, bölgede alınan güvenlik önlemleri kapsamında ülkenin diğer kentlerinden de takviye güç istediğini duyurdu.

Aşırı sağcı Stram Kurs partisi lideri Rasmus Paludan’ın 21 Ocak’ta Türkiye’nin Stockholm Büyükelçiliği önünde Kuran yakarak gerçekleştirdiği eylem Türkiye ve İsveç arasında da gerilime neden olmuştu.

Aralarında Suudi Arabistan, Ürdün ve Kuveyt’in de bulunduğu çok sayıda Arap ülkesi de Ocak ayındaki Kur’an yakma eylemini kınamış, protesto gösterileri düzenlenmişti.

İsveç polisi, Müslümanların kutsal kitabı Kuranı Kerim-i yakmayı planladığını söyleyen kişilere güvenlik gerekçesiyle daha önce izin vermemişti.

İsveç’te temyiz mahkemesi geçtiğimiz haftalarda, polisin Stockholm’de benzer iki eyleme izin vermeyi reddetme kararını haksız bulmuştu. Polis, geçen Ocak ayında Türkiye’nin Stockholm Büyükelçiliği önünde Kur’an yakılmasının ardından yükselen gerilim sonrası verdiği yasak kararında güvenlik endişelerini gerekçe göstermişti.

Büyükelçilik önündeki eylem, haftalarca süren protestolara ve İsveç ürünlerine yönelik boykot çağrılarına neden olurken Stockholum’ün NATO üyelik sürecini de sekteye uğratmıştı.

Türkiye, imzalanan üçlü muhtıra uyarınca kurulan Türkiye-İsveç-Finlandiya Daimi Ortak Mekanizma kapsamındaki müzakereleri bir süreliğine durdurduktan sonra başta ABD olmak üzere diğer NATO üyelerinin baskısı üzerine yeniden başlatmıştı. İlerleyen aylarda Finlandiya’nın NATO’ya katılmasına yeşil ışık yakan Türkiye, İsveç’in üyeliğine isehâlen meclis onayı vermedi.

Kristersson: İsveç NATO’ya üye olacak

Diğer yandan İsveç Başbakanı Ulf Kristersson Çarşamba günü kamu yayıncısı STV’ye verdiği demeçte, İsveç’in NATO’ya Temmuz ortasında Litvanya’nın başkenti Vilnius’ta düzenlenecek olan NATO zirvesinde ya da öncesinde üye olmak istediğini belirtti.

Reuters haber ajansına göre Kristersson, “İsveç NATO’ya üye olacak. Başından beri amacımız bu olsa bile kimse bunun Vilnius’ta mı yoksa bunun hemen öncesinde mi olacağını bilemez. Bu diğer NATO ülkeleriyle de paylaştığımız bir istek” dedi ve ekledi:

“Aynı zamanda Türkiye’ye kararlarına saygı duyduğumuzu da söyledik ve bir başka toplantımızın olması da olumlu bir gelişme… ve belki böyle bir diyalogla kalan tek tük soru işaretlerini de Vilnius zirvesinden önce ele alabiliriz”.

NATO Genel Sekreteri Jens Stoltenberg bu hafta başında, NATO’nun 11-12 Temmuz’da düzenlenecek zirvesi öncesinde, İsveç ve Türkiye’nin Brüksel’de üst düzey toplantı yapacağını açıklamıştı.

İsveç Dışişleri Bakanı Tobias Billström de dün Stockholm’de İngiliz mevkidaşı James Cleverly ile düzenlediği ortak basın toplantısında yaptığı açıklamada, ülkesinin NATO’ya katılabilmek için Türkiye’nin tüm taleplerini karşıladığını yineledi.

İsveç’te yürürlüğe giren yeni terörle mücadele yasasına atıfta bulunarak bu kanunun “herhangi bir yolla bir terör örgütüne katılımı” yasa dışı kıldığını söyleyen Billström, “Böylece anlaşmamızın son kısmını da yerine getiriyoruz” dedi.

Türkiye, Finlandiya, İsveç ve NATO heyetlerinin yer aldığı üçlü mutabakat uyarınca oluşturulan Daimi Ortak Mekanizma’nın dördüncü toplantısı, 14 Haziran’da Ankara’da yapılmıştı.

Bu toplantıdan somut bir sonuç çıkmaması ve Ankara’nın yükümlülüklerin tam olarak yerine gelmediğini kaydetmesi Vilnius Zirvesi öncesi onay beklentisinin azalmasına neden olmuştu.

Rusya’nın Ukrayna’yı işgalinin ardından İsveç ve Finlandiya NATO’ya üyelik başvurusunda bulunmuştu.

Nisan ayı başında üyeliği tüm ülkelerce onaylanan Finlandiya askeri ittifakın 31. üyesi oldu. İsveç ise Türkiye ve Macaristan dışındaki tüm üye ülkelerden onay aldı.

Türkiye İsveç’in “terörle mücadele” konusunda yeterince adım atmadığı gerekçesiyle başvuruya şimdiye kadar onay vermedi.

Paylaşın

Taliban Yönetimindeki Afganistan: Saldırılarda Binden Fazla Sivil Öldü

Afganistan’daki Birleşmiş Milletler (BM) misyonunun (UNAMA) hazırladığı yeni rapora göre 2021 Ağustos’un ortasından bu yıl mayıs sonuna kadar saldırılarda en az 3 bin 774 sivilin öldüğü veya yaralandığı kaydedildi.

Öte yandan BM raporu Afganistan’da “kayda değer sayıda” kişinin, hiçbir grubun üstlenmediği veya BM misyonunun herhangi bir yapıyla ilişkilendiremediği saldırılardan dolayı öldüğünü eklerken, bu ölümlerin tahmini veya kesin sayısını vermedi.

İlgili yıla ait BM raporuna göre 2020’de 8 bin 820 sivilin öldüğü veya yaralandığı kaydedilirken, bunların 3 bin 35’ini hayatını kaybedenler oluşturuyordu.

BM’nin bu yılki raporunda Taliban’ın iktidarı ele geçirmesinden bu yana düzenlenen saldırıların 4’te 3’ünün “ibadet yerleri, okul ve pazarlar gibi kalabalık alanlarda” el yapımı patlayıcılarla gerçekleştirildiğine dikkat çekildi. Bu saldırılarda sert İslamcı rejim altında 92 kadın ve 287 çocuk öldürüldü.

Independent Türkçe’de yer alan habere göre; Birleşmiş Milletler (BM) salı günü, Taliban’ın ülkenin kontrolünü ele geçirmesinin ardından 1095’i şiddete bağlı ölüm olmak üzere Afganistan’da 3 bin 700’den fazla sivilin öldüğü veya yaralandığının kaydedildiğini bildirdi.

Ölen ve yaralanan sivillerin sayısı binlere varsa da savaş ve isyanla geçen önceki yıllara kıyasla azaldı.

Afganistan’daki BM misyonunun (UNAMA) hazırladığı yeni rapora göre 2021 Ağustos’un ortasından bu yıl mayıs sonuna kadar en az 3 bin 774 sivilin öldüğü veya yaralandığı kaydedildi.

Öte yandan BM raporu Afganistan’da “kayda değer sayıda” kişinin, hiçbir grubun üstlenmediği veya BM misyonunun herhangi bir yapıyla ilişkilendiremediği saldırılardan dolayı öldüğünü eklerken, bu ölümlerin tahmini veya kesin sayısını vermedi.

İlgili yıla ait BM raporuna göre 2020’de 8 bin 820 sivilin öldüğü veya yaralandığı kaydedilirken, bunların 3 bin 35’ini hayatını kaybedenler oluşturuyordu.

BM’nin bu yılki raporunda Taliban’ın iktidarı ele geçirmesinden bu yana düzenlenen saldırıların 4’te 3’ünün “ibadet yerleri, okul ve pazarlar gibi kalabalık alanlarda” el yapımı patlayıcılarla gerçekleştirildiğine dikkat çekildi. Bu saldırılarda sert İslamcı rejim altında 92 kadın ve 287 çocuk öldürüldü.

Raporda, el yapımı patlayıcıyla düzenenen saldırıların çoğunun Taliban’ın bölgedeki ezeli rakibi olan ve IŞİD grubunun, IŞİD-Horasan diye bilinen kolu tarafından gerçekleştirildiği de eklendi.

Ayrıca raporda Taliban’ın yönetimi ele geçirmesinden bu yana “intihar saldırılarının öldürücülüğünden” endişe duyulduğu, daha az saldırının daha fazla ölüm ve yaralanmaya yol açtığı belirtildi.

Bu saldırılar Afganistan’ın ülke çapında mali ve ekonomik krizle sarsıldığı bir dönemde gerçekleşiyor.

Rapora göre ülke, Taliban’ın iktidara gelmesinden bu yana bağışçı fonlarında yaşanan keskin düşüşle boğuşurken, mağdurlar Taliban liderliğindeki mevcut hükümet altında “tıbbi, mali ve psikososyal desteğe” erişmekte zorlanıyor.

Bu saldırıların derhal durdurulmasını talep eden UNAMA, Taliban’ın fiili iktidarının artık ülke nüfusunun güvenliğinden sorumlu olduğunu da ekledi.

Rapora yanıt veren Taliban Dışişleri Bakanlığı, grubun 2021’de ABD ve NATO yetkililerinden kontrolü almasının ardından durumun kademeli şekilde iyileştiğini belirtti.

Bakanlık, Taliban’ın yönetimi Afganistan “çöküşün eşiğindeyken” ele geçirdiğini ve düzgün yönetimle doğru kararlar alarak “ülkeyi ve hükümeti bir krizden kurtarmayı başardığını” iddia etti.

“Ülke genelinde güvenlik sağlandı” diye belirtilen açıklamada Taliban’ın Şii mekanları da dahil ibadet yerleri ve kutsal türbelerin güvenliğini öncelik olarak gördüğü ifade edildi.

Taliban, kız çocuklarının 6. sınıftan sonra eğitim almasını yasaklayarak ve kadınların kamusal hayattaki ve iş hayatının çoğundaki varlığını ortadan kaldırarak toplumsal cinsiyete dayalı zulme yol açan sert kurallar getirdi. Rejim kadınların sivil toplum örgütlerinde ve BM’de çalışmasını da yasaklayarak milyonlarca kişiye yardım ulaştırılmasını fiilen engelledi.

Tüm bunlar grubun Kabil’in kontrolünü ele geçirdikten sonra, ilk başta daha ılımlı bir yönetim vaat etmesine karşın gerçekleşti.

Afganistan ve Taliban

Taliban Afganistan’da yönetimi elinde bulunduran Diyubendi İslamcı hareket ve askeri organizasyondur. Kendilerine Afganistan İslam Emirliği demekte olup ülke içinde bir savaş (veya cihat) sürdürmüştür.

İslam şeriatını yayma amacıyla Molla Muhammed Ömer tarafından 1994 yılında kurulan Taliban’ın 2016’dan beri lideri Mevlevi Hibetullah Ahundzade’dir.

Taliban, 1996’dan 2001’e kadar, Afganistan’ın kabaca dörtte üçüne hükmetmiş ve kendilerine göre yorumladıkları şeriatı uygulamıştır. 1994 yılında Afgan İç Savaşı’nın önde gelen gruplarından biri olarak ortaya çıkmıştı ve büyük ölçüde Afganistan’ın doğu ve güneyindeki Peştun bölgelerindeki geleneksel İslami okullarda (medreselerde) eğitim görmüş ve Sovyet-Afgan Savaşı’nda savaşmış öğrencilerden (talebe) oluşmaktaydı.

Muhammed Ömer’in önderliğindeki hareket, Mücahid liderlerinden aldığı güçle Afganistan’ın çoğu bölgesine yayıldı. 1996’da totaliter Afganistan İslam Emirliği kuruldu ve Afganistan’ın başkenti Kandahar’a transfer edildi. 11 Eylül saldırılarının ardından Aralık 2001’de Amerikan liderliğindeki Afganistan işgaliyle devrilene kadar ülkenin çoğunu kontrol etti.

En etkin dönemlerinde, Taliban hükûmeti diplomatik olarak yalnızca Pakistan, Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri tarafından tanındı. Grup daha sonra Afganistan Savaşı’nda Amerikan destekli Hamid Karzai yönetimine ve NATO liderliğindeki Uluslararası Güvenlik Destek Gücü’ne karşı bir direniş hareketi olarak yeniden bir araya geldi.

Taliban, birçok Afgan’a uygulanan sert muameleyle sonuçlanan şeriat yorumu nedeniyle uluslararası alanda kınandı. 1996’dan 2001’e kadar olan iktidarları sırasında, Taliban ve müttefikleri Afgan sivillere karşı katliamlar gerçekleştirdi, açlıktan ölmek üzere olan 160.000 sivile Birleşmiş Milletler’in gıda tedarikini engelledi ve yakıp yıkma taktiği uyarınca geniş ve verimli toprakları yakarak on binlerce evi yok etti.

Taliban, Afganistan’ı kontrol ederken, insanları veya diğer canlıları tasvir eden resimler ve filmler ile def haricinde bir enstrümanın kullanıldığı müziği yasakladı, kadınların okula gitmesini engelledi, kadınların sağlık hizmetleri dışındaki işlerde çalışmasını yasakladı (erkek doktorların kadınları görmesi de yasaklandığı için) ve kadınların dışarıda bir erkek akraba ile dolaşmalarını ve burka giymelerini zorunlu kıldı.

Belirli kuralları çiğneyen kadınlar alenen kırbaçlandı veya idam edildi. Dini ve etnik azınlıklar, Taliban yönetimi altında ağır bir şekilde ayrımcılığa uğradı. Birleşmiş Milletler’e göre, 2010’da Afgan sivil ölümlerinin %76’sından, 2011 ve 2012’de ise %80’inden Taliban ve müttefikleri sorumluydu. Kültürel soykırıma da girişen Taliban, Bamyan’ın 1500 yıllık Buda heykelleri de dahil olmak üzere çok sayıda anıtı yok etmiştir.

Taliban’ın ideolojisi; Diyubendi köktendinciliği ve militan İslamcılığın, Peştunvali olarak bilinen Peştun sosyal ve kültürel normlarıyla birleştirilmesine dayanan “yeni” bir şeriat hukuku biçimi olarak tanımlanmıştır.

Uluslararası topluluklar ve Afgan hükûmeti; sıklıkla Pakistan’ın Servislerarası İstihbarat’ını ve ordusunu; kuruluşunda, iktidarda oldukları süre boyunca ve direniş süreci boyunca Taliban’a destek sağlamakla suçlamıştır. Pakistan ise 11 Eylül saldırılarından sonra gruba yönelik tüm desteğini kestiğini belirtmiştir. 2001 yılında, El Kaide lideri Usame bin Ladin komutasındaki 2.500 Arap’ın Taliban için savaştığı bildirilmiştir.

2020’nin Şubat ayında Trump yönetimi, 1 Mayıs 2021 itibarıyla tüm Amerikan güçlerinin Afganistan’dan çekileceğine dair Taliban ile anlaşma imzaladı. Karşılığında Taliban, El Kaide gibi terörist gruplarıyla bağlantısını kesecek, şiddeti azaltacak ve Amerika destekli Afgan hükûmetiyle müzakere edecekti. Her iki taraf da bu anlaşmanın şartlarını tam olarak yerine getirmese de, çekilme başladı.

15 Ağustos 2021’de Kabil’in düşmesiyle Taliban, Afganistan yönetimine tekrar sahip oldu.

Paylaşın