Ailevi Akdeniz Ateşi Nedir, Belirtileri Ve Tedavi Yöntemleri Nelerdir?

Özellikle Akdeniz’e kıyısı bulunan ülkelerde sıklıkla görülen Ailevi Akdeniz Ateşi, ataklar halinde karın ağrısı, ateş şikayetleri ile kendini belli eden ve akut apandisit ile karıştırılabilen otozomal resesif (çekinik) geçişli kalıtsal bir hastalıktır.

Genel olarak Familial Mediterranean  Fever (FMF) adı ile bilinmektedir.

Ailevi Akdeniz Ateşinin belirtileri nedir?

Tekrarlayan ateş ve karın ağrılarıyla gelen ataklar Ailevi Akdeniz Ateşi’nde en karakteristik belirtiler arasında gelmektedir. Ataklar 3-4 gün sürmektedir. Orta ve yüksek seyreden ateş 40 C’ye kadar yükselmektedir. Şiddetli karın ağrısı, diz ve ayaklarda ağrılar, ağrı oluşan yerlerde meydana gelen kızarıklıklar, şişlikler, iltihaplanmalar, bulantı ve kusma diğer belirtiler arasında gelmektedir.

Ailevi Akdeniz Ateşinin nedenleri nedir?

Nedeni tam olarak bilinemeyen hastalıkta genetik önemli bir rol oynamaktadır. Ailesinde Ailevi Akdeniz Ateşi olan kişilerde hastalığın görülme olasılığı çok yüksektir.

Ailevi Akdeniz Ateşinin risk faktörleri nedir?

Ailesinde Ailevi Akdeniz Ateşi olanlar hastalıkta risk faktörü oluşturmaktadır.

Ailevi Akdeniz Ateşinin komplikasyonları nedir?

Ailevi Akdeniz Ateşi, çeşitli organlarda protein bazlı olan amiloid maddesinin birikmesine neden olmaktadır. Oldukça tehlikeli olan bu madde, organlara ve damarlara zarar vermekte ve hastanın hayatını tehlikeye atmaktadır. Sebep olduğu hastalıklar arasında böbrek yetmezliği, düşük ve kısırlık gelmektedir.

Ailevi Akdeniz Ateşi için doktor randevusu öncesi neler yapılmalıdır?

Düzenli kontrol gerektiren bir hastalık olan Ailevi Akdeniz Ateşi hastalığında doktor randevusu öncesinde atakların geldiği dönemler, süresi, ortaya çıkan semptomlar ve diğer bilgiler kaydedilmeli ve doktorla paylaşılmalıdır.

Ailevi Akdeniz Ateşinin tetkik yöntemleri nelerdir?

Genetik kaynaklı olan hastalıkta yapılan laboratuvar incelemeleri sonucunda ilgili genlere rastlandığında teşhis kesin olarak konulmaktadır. Genetik inceleme oldukça maliyetli olduğu için doktor kontrolleri, ortaya çıkan belirtiler ve ailedeki hastalık hikayesi ile de tanı konulmaktadır.

Ailevi Akdeniz Ateşinin tedavi yöntemleri nelerdir?

Ailevi Akdeniz Ateşi hastalığında Kolşisin adlı ilaç ile tedavi uygulanmaktadır. Uygulanan ilaç tedavisi hastalığı ortadan kaldırmaya yönelik değil; atakların gelme süresini uzatmak, ağrı şiddetini düşürmek ve atak süresinin kısaltmak için uygulanmaktadır. Uygulanan ilaç tedavisi ile protein bazlı amiloid birikmesi de engellenmektedir.

Ailevi Akdeniz Ateşi hastaları için yaşam stili önerileri

Ailevi Akdeniz Ateşi olan hastaların doktor kontrollerini düzenli olarak yapmaları gerekmektedir. Düzenli ilaç kullanımı gerektiren hastalıkta, ilacın dozu iyi ayarlanmalı ve kontrolsüz tüketilmemelidir.

Paylaşın

Ağız Kokusu Nedir, Belirtileri Ve Tedavi Yöntemleri Nelerdir?

Ağız kokusu (Halitosis) ağızdan veya burundan gelen, hem kişiyi hem de çevresindekileri rahatsız eden nefesteki çirkin kokudur. Kötü ağız kokusu kişiler arası iletişimi olumsuz etkilediği gibi, kişide sosyal baskı, psikososyal stres ve özgüven problemleri olusmasına yol açmaktadır. Hatta Ağız Kokusu (Halitosis) bu problemden ötürü sosyal ve bireysel izolasyonlar da görülebilmektedir.

Ağız kokusu bir hastalık değildir, ancak pek çok hastalığın habercisi de olabilir. Bu yüzden patolojik ve fizyolojik olarak ikiye ayrılmaktadır.

Fizyolojik ağız kokusu; diş aralarında, diş ve dil yüzeylerinde birikmiş ancak temizlenmemiş bakteri plağı ile sindirim kanalındaki gazların, ağzımızın gece boyu kapalı kalmasına bağlı olarak sabah hissedilen kokularıdır. Bazı yiyeceklere bağlı oluşan oluşan kokular da fizyolojiktir. 

Ağız kokusu herkeste görülür mü?

Kötü ağız kokusu toplumda sıkça ve her yaşta görülmektedir. Yetişkinlerin en az %50’sinde hayatlarının bir döneminde, özellikle sabah kalktıktan sonra sosyal olarak kabul edilemeyecek derecede ağız kokusu vardır.

Yapılan araştırmalar, erkeklerde kadınlara oranla 3 kat daha fazla ağız kokusu olduğunu ortaya koymaktadır. Ayrıca, 20 yaş üzeri bireylerde de gençlere oranla 3 kat fazla gözlemlenmektedir.

Ağız kokusunun nedenleri nedir?

Ağız, vücudumuzda en yoğun şekilde bakteri bulunduran yerdir. Gıda artıklarının gün be gün diş aralarında, diş ve dil yüzeylerinde birikmelerine rağmen doğru şekilde temizlenememesi sonucu oluşan bakteri plağında yer alan bu bakterilerin oluşturduğu kükürt salınımı ve bazen de tükrük akış hızının ve temizleme kapasitesinin azalması sonucu ağız kokusu ortaya çıkmaktadır. Bunun yanında sigara kullanımı, mide problemleri, bademcik iltihabı, şeker hastalığı ve sinüzit gibi pek çok hastalık da ağız kokusuna sebep olmaktadır.

Ağız kokusunun risk faktörleri nedir?

Ağız kokusu, esasen ve çok büyük oranda, doğru teknikle diş fırçalamadıkları ve diş ipi veya diş arası fırçasıyla diş arası temizliği yapmadıkları için ağız hijyeni bozuk olan pek çok kişinin yaşadığı bir problemdir. Şeker hastalığı, sigara kullanımı, ağız kuruluğu, ağızdaki enfeksiyonlar, reflü gibi mide rahatsızlıkları, bademcik iltihabı, sinüzit ve öz bakımın bozulduğu ciddi nörolojik veya psikiyatrik hastalıklar ağız kokusu için risk faktörleridir.

Ağız kokusunun komplikasyonları nedir?

Ağız kokusunun özellikle psikolojik komplikasyonları bulunmaktadır. Evli bireylerde sorun büyüktür, mutlaka tedavisi gerekir. Yine kişinin iş ve sosyal hayatına etkisi de yüksek düzeydedir. Ağız kokusu varlığında, sosyal ortamlardan kaçınma, beraberinde sosyal dışlanma, özgüven kaybı ve içe kapanıklık gibi sosyal fobi bulguları görülebilir.

Ağız kokusu için doktor randevusu öncesi neler yapılmalıdır?

Ağız kokusu için pek çok kişi doktora gitmeye gerek duymaz, zira durumun farkında değillerdir veya bu sorunu iyice yadsımışlardır. Ancak ağız kokusunun sebebi ciddi hastalıklar da olabilir veya zaten kişinin sosyal hayatını bozmaktadır. Bu yüzden vakit kaybedilmeden doktor randevusunun alınması ve doktora şikâyetlerin doğru aktarılması gerekmektedir.

Ağız kokusunun tetkik yöntemleri nelerdir?

Ağız kokusunda tanı koymak için doktor muayenesini yeterlidir.

Ağız kokusunun tedavi yöntemleri nelerdir?

Ağız kokusu toplumun çok büyük bölümünde görülen bir problemdir. Ağız kokularında dişlerin, diş aralarının ve dilin doğru teknikle temizlenmesi ağız kokusunun önüne geçmede oldukça etkili olmaktadır. Özellikle dil yüzeylerinde oluşan , “dil pası” diye adlandırılan ve elbette bakteri içeren tabaka da ağız kokusuna neden olmaktadır. Bu yüzden dişler fırçalandıktan sonra dil yüzeylerinin de ara taraftan öne doğru süpürme hareketiyle, macunla veya macunsuz, 6-7 defa fırçalanması gerekmektedir. Gargara kullanımıyla da temizlik desteklenebilir. Patalojik ağız kokusunda ise öncelikle çürükler tedavi edilmeli, diş taşları temizlenerek ağız kokusuna sebep olan durumlar ortadan kaldırılmalıdır.

Ağız kokusu olan hastalar için yaşam stili önerileri

Ağız kokusu olan kişiler öncelikle mutlaka diş hekimine muayene olup diş eti hastalığı olup olmadığını öğrenmeli ve gerekiyorsa diş taşı temizliği de denen başlangıç düzey diş eti tedavisini yaptırmalıdır. Bu tedavi sırasında, ağız hijyenini tam olarak nasıl temin edeceğini öğrenmesi şarttır. Aldığı ağız hijyen eğitimini de uygulamalıdır. Kısacası, dişler doğru teknikle özenle fırçalanmalı, dişlerle beraber dil de fırçalanmalı, diş ipi mutlaka kullanılmalı ve bazen de ağız çalkalama sularıyla temizlik tamamlanmalıdır. Ağız kokusuna neden olan sigara gibi etkenlerden elbette uzak durulmalıdır.

Paylaşın

Ağız Kanseri Nedir, Belirtileri Ve Tedavi Yöntemleri Nelerdir?

Kanser vücuttaki anormal yapılı hücrelerin kontrolsüz bölünmesi sonucu ortaya çıkan bir hastalıktır. Bu hücreler kanserojen veya kötü huylu hücreler olarak tanımlanır.

Ağız kanseri dudaklarda (genelde alt dudakta), ağız içinde, tükürük bezlerinde, gırtlağın arkasında, yemek borusunda, dilde veya ağızdaki yumuşak dokularda görülebilir.

Kadınlardan ziyade erkeklerde daha sık görülmekle birlikte 40 yaşın üzerindeki bireylerde daha çok karşılaşılabilen bir durumdur. Yoğun alkol kullanımı ile birlikte sigara, en önemli risk faktörüdür.

Erken teşhis edilmezse, ağız kanseri ameliyat, radyasyon terapisi ve/veya kemoterapiyi gerektirebilir. Toplam beş yıl boyunca hayatta kalma oranı yüzde 50 olmakla birlikte, ölümcül de olabilir. Bu zayıf tahminin sebebi, erken belirtilerin fark edilememesidir. Bu yüzden ağız kanserinin erken teşhis edilmesi başarılı bir tedavi için çok önemlidir.

Ağız Kanserinin Belirtileri Nelerdir?

Dudaklarda, diş etlerinde veya ağzınızın içinde kolaylıkla kanayan ve iyileşmeyen bir yara
Yanakta dilinizle hissedebileceğiniz bir şişkinlik veya kalınlaşma
Ağzınızın herhangi bir bölümünde his kaybı veya uyuşukluk
Diş etlerinde, dilde veya ağız içindeki beyaz veya kırmızı benekler
Çiğneme veya yutma güçlüğü
Ağzınızda acı veya tarifsiz bir ağrı veya bilinen bir sebep olmaksızın boğazınıza bir şey takılma hissi
Takma dişlerin kötü bir şekilde yerleşmesine neden olan çene şişkinliği
Ses değişikliği

Her zaman ağız kanserinin en erken uyarı işaretlerini fark edemeyebilirsiniz, bu yüzden hem diş hekiminiz hem de doktorunuzun yaptığı düzenli muayeneler çok önemlidir. Diş hekiminiz, ağız kanserin erken uyarı işaretlerini teşhis edecek şekilde eğitilmiştir. Ancak diş muayenesine ek olarak aşağıdakilerden herhangi birini fark ederseniz, diş hekiminize başvurmalısınız:

Ağız kanserinin risk faktörleri nedir?

Sigara, tütün ve alkol kullananlar, ailesinde ağız kanseri hikayesi olanlar, güneş ışınlarına korumasız maruz kalanlar, sağlıklız beslenme ve sağlık problemleri ağız kanserinde risk faktörü oluşturmaktadır.

Ağız kanserinin komplikasyonları nedir?

Ağız kanserinde tedavi sırasında birtakım komplikasyonlar meydana gelmektedir. Baş ve boyun bölgesine uygulanan radyasyon ağızda tahrişe sebep olmaktadır. Bunun yanında ağız kuruluğu, yutmada problemler, tat alma duyusunda problemler, diş çürükleri ve dişeti problemleri gibi komplikasyonlara neden olmaktadır.

Ağız kanseri için doktor randevusu öncesi neler yapılmalıdır?

Ağızda ortaya çıkan ve bir ay boyunca iyileşmeyen yaralarda vakit kaybetmeden doktor randevunuzu oluşturmalısınız. Bunun yanında şikayetlerinizi detaylı şekilde not alabilir ve doktorunuz ile paylaşabilirsiniz.

Ağız kanserinin tetkik yöntemleri nelerdir?

Yapılan detaylı ağız ve diş muayenesi kanser teşhisinde önem taşımaktadır. İlk şüpheler yapılan fizik muayene ile oluşmaktadır. Kesin tanı koymak için ağızda meydana gelen yara veya hasarlı dokulardan örnek alınarak incelemeye gönderilir. Sonucun pozitif çıkması ile kesin olarak tanı konulmaktadır.

Ağız kanserinin tedavi yöntemleri nelerdir?

Ağız kanseri tedavisinde kemoterapi, radyoterapi ve cerrahi tedavi olmak üzere 3 yöntem yer almaktadır. cerrahi tedavide kanserli dokular cerrahi operasyon ile tamamen çıkarılmaktadır. Bunun yanında kanserli hücreleri yok etmek için ışın tedavisi, ilaç tedavi ve her iki yöntemin bir arada kullanıldığı kompleks tedaviler de uygulanmaktadır.

Ağız kanseri hastaları için yaşam stili önerileri

Ağız kanseri hastalarının tedaviyle birlikte hayatlarında birtakım değişikliklere gitmeleri gerekmektedir. Diş fırçası olarak yumuşak fırçalar tercih edilmeli; baharatlı, kuru ve çiğ yiyeceklerden uzak durulmalıdır. Ağız kuruluğuna karşı doktorun önerdiği ilaçlar ya da sakız kullanılabilir.

Paylaşın

Addison Hastalığı Nedir, Belirtileri Ve Tedavi Yöntemleri nelerdir?

1855 yılında Thomas Addison tarafından tanımlanan Addison Hastalığı, böbrek üstü kabuğunun zarar görmesi ve böbrek üstü bezlerinin steroid hormonlarını yeteri kadar üretememesi sonucunda ortaya çıkan bir hastalıktır.

Her 100.000 kişide 1 görülen ve nadir bir hastalık olan Adrenal yetmezliğinin iki çeşiti bulunmaktadır. Bunlar:

Birincil böbrek üstü bezi yetmezliği
İkincil böbrek üstü bezi yetmezliğidir.

Birincil böbrek üstü bezi yetmezliğinin nedenleri:

Glukortikoidlerin uzun süreler boyunca vücuda alınımı
Vücuttaki enfeksiyonlar Addison hastalığına neden olabilir. Mantar enfeksiyonları da hastalığa katkıda bulunabilir.
Kanser ve tümörlerin kontrolsüz büyümesi
Pıhtılaşmayı kontrol etmek için kullanılan kan sulandırıcılar zamanla böbrek üstü bezlerini etkileyebilir.

İkincil böbrek üstü bezi yetmezliğinin nedenleri:

İkincil böbrek üstü bezi yetmezliği doktor tavsiyesiyle kullanılması gereken kortikosteroid ilaçların kullanılmaması durumunda da görülebilir.
İkincil böbrek üstü bezi yetmezliği doktor tavsiyesiyle kullanılması gereken kortikosteroid ilaçların kullanılmaması durumunda da görülebilir.
Ayrıca kanser hastaları ve tüberküloz hastalarının da Addison hastalığına yakalanma riski vardır.

Belirtileri nelerdir:

Halsizlik, yorgunluk, iştahsızlık, bulantı, kusma, karın ağrısı, ishal
Kilo kaybı
Açlık hipoglisemisi
Ağız mukozasında ve deride özellikle ameliyat ve yara izlerinde, meme başla+rında ve genital bölgelerin renginde koyulaşma (pigmentasyon artışı)
Kan basıncında düşme
Terlemede azalma
Koltukaltı ve genital kıllanmada azalma Nedenleri nelerdir?
Otoimmünite
Tüberküloz
Kanser metastazları
Amiloidoz

Adrenal yetmezliğin teşhisi nasıl yapılır?

Adrenal yetmezliği olan kişiler, belirtilerinden hastalığı anlamayabilir. Bu nedenle rahatsızlık ilerleyebilmektedir. Adrenal yetmezliğini diğer hastalıklardan ayıran belirgin semptomlar şunlar:

Belde, karın bölgesinde veya bacaklarda ani gelişen şiddetli ağrılar
Şiddetli kusma ve ishali takiben aşırı sıvı kaybı
Hızla düşen kan basıncı
Bilincin kaybolması
Böbreklerin görevini yapamaz hale gelmesi

Addison hastalığı nasıl tedavi edilir?

Adrenal yetmezlik, böbrek üstü bezlerinde üretilen hormonların eksikliğinden kaynaklandığı için, hastalığın tedaviside bu eksik hormonlara takviye yapılması şeklinde gerçekleşir. Bu nedenle hidrokortizon steroid hormon tabletleri alınmaktadır. Bu tabletler hastalığın durumuna göre günde 1 ya da 2 tane alınmaktadır. Bazı durumlarda aldosteron fludrokortizon asetat isimli sentetik steroidle değiştirilebilmektedir. Bu ilaçlar bazen doktor müdahalesiyle stres, ameliyat, enfeksiyon ya da sakatlık gibi durumlardan dolayı dozları arttırılabilmektedir.

Adrenal yetmezliğin tedavisi için ilaçlar her zaman başarılı sonuçlar alınmaktadır. Tedavilerin düzenli olarak devam etmesi gerekmektedir. Ancak ilaçların tek bir dozunu bile kaçırmak tehlikeli durumlara yol açabilir. Bu nedenle hastalar hayat boyu hiçbir şekilde aksatmaksızın ilaçlarını kullanmalıdır. Adrenal yetmezliği olan kişiler, kriz geçirdikleri sırada doktor tarafından reçeteli olarak yazılmış tuz, sıvı ve glukokortikoid hormonları hızlı bir şekilde enjeksiyon yöntemi ile hastaya verilmelidir.

Paylaşın

Abdominal Aort Anevrizması Nedir, Belirtileri Ve Tedavi Yöntemleri Nelerdir?

Abdominal aort anevrizması, vücuda kan pompalayan en büyük damar olan aort damarının zayıf olduğu alanlarda gelişen bir balonlaşmadır. Aort Anevrizması, aortun herhangi bir kısmında gelişebilir.

Hayati risk taşıyan bir hastalıktır ve en kısa sürede acil tedavisi gerçekleştirilmelidir. Anevrizmanın türünü, bulunduğu yer belirler:

Abdominal aort anevrizmaları aortun abdomenden geçen kısmında meydana gelir. Aort anevrizmalarının en yaygın görülen türüdür.

Torasik aort anevrizmaları aortun göğüs içindeki kısmında meydana gelir. Torasik bir aort anevrizması aort kökünde, çıkan aortta, arkus aortada (göğüs içinde aortun büküldüğü kısım) veya inen aortta gelişebilir.

Abdominal aort anevrizması nedenleri nedir?

Ateroskleroz denilen damarın kalınlaşması, kireçlenmesi en sık görülen nedenlerdir. Ayrıca bazı enfeksiyonlar, bağ dokusu hastalıkları, doğumsal bazı hastalıklarda anevrizma oluşumuna yol açabilir.

Abdominal aort anevrizması belirtileri nedir?

Aort anevrizması, semptomlara neden olacak büyüklüğe gelmeden önce, yıllar boyunca yavaşça büyüyebilir ve hiçbir semptom vermeyebilir.

Semptomlar meydana geldiğinde, anevrizmanın yerine bağlı olarak en yaygın görülenleri göğüste veya karında ağrıdır.

Aort anevrizması yırtıldığında; sırtta ve karında şiddetli ağrı, mide bulantısı, kusma, baş dönmesi, terleme ve ayaktayken kalp hızının artması belirtileri arasında gelmektedir.

Abdominal aort anevrizması risk faktörleri nedir?

Kalp krizi içinde geçerli olan risk faktörlerinden bazıları aort anevrizması riskini de artırır:

  • Ateroskleroz (arter duvarlarında sertleşme)
  • Yüksek tansiyon
  • Diyabet
  • Yüksek kolesterol
  • Sigara içme
  • Kalıtsal
  • Biküspit aort kapağı

Yaralanma veya enfeksiyon da, aort duvarları zayıflamışsa anevrizmanın gelişmesine yol açabilir.

Abdominal aort anevrizması tedavi yöntemleri nelerdir?

Aort anevrizmalarının tedavisi, açık ameliyat veya endovasküler onarım teknikleridir.

Eğer aortun uzun bir kısmı boyunca anevrizmanız veya çok sayıda anevrizmanız varsa, en iyi yaklaşım açık ameliyat ile endovasküler onarımın bir kombinasyonu olabilir.

Açık cerrahi onarım: Açık cerrahi onarım sırasında, anevrizmanın yerine bağlı olarak göğüste veya batında bir kesi yapılır. Prosedür sırasında, aortun balonlaşmış olan hastalıklı alanına astarlanan bir sentetik greft dikilerek yerine tutturulur ve böylece kusurlu bölgenin her iki taraftan normal aort ile bağlanması sağlanır. Prosedür tamamlanınca kan damarının yeni ve sentetik kısmı normal ve sağlıklı bir aort gibi görev yapar.

Açık cerrahi onarım, uzun vadeli sonuçları çok iyi olan, kanıtlanmış bir tedavidir.

Endovasküler onarım: Abdominal aort anevrizmasında hızla tercih edilen tedavi olma yönünde ilerlemektedir ve torasik aort anevrizması tedavisinde de gitgide daha fazla kullanılmaktadır. Endovasküler onarım prosedürü sırasında, cerrah kasık alanında küçük kesiler yaparak, aorta bağlanan arterlere erişir. Arterlerin içinden geçirilen bir kılavuz tel aortun hastalıklı bölümüne doğru ilerletilir.

Cerrah, röntgen ışını kılavuzluğunda, stent-grefti kılavuz tel üzerinden bir kateterin (uzun ince bir boru) içine yerleştirir. Stent-greft, aortun zayıflamış alanını kuvvetlendirmek için kullanılan kumaş benzeri bir borudur ve metal tel stentlerle (çerçeve de denir) desteklenir. Cerrah daha sonra stent-grefti kateterin içinde kılavuz tel boyunca hareket ettirerek, anevrizma alanına ilerletir. Burada kateter geri çekilir ve stent-greft anevrizmanın iki yanında bir yay gibi genişler. Sağlam bir şekilde yerine yerleştikten sonra, stent-greft, kanın anevrizmayı itmeden akabileceği yeni bir geçiş yolu görevi görür. Anevrizmanın üzerine uygulanan basınç olmadığından, zamanla anevrizma küçülür.

Endovasküler onarım şu avantajları sunar:

  • Prosedür tipik olarak 1 ila 3 saat sürer
  • Hastalar prosedürden birkaç gün sonra eve gidebilir
  • Açık cerrahi tekniklere oranla, kesiler daha küçüktür ve daha az travma vardır
  • Çoğu insan normal yaşantısına 2 ila 6 hafta içinde döner.

Abdominal aort anevrizması yaşam stili önerileri

Abdominal aort anevrizması, sinsi bir hastalık olduğu için 60 yaş üzerindeki herkesin en az bir kere kardiyoloji veya kalp damar cerrahisi biriminde muayene olması gerekmektedir. Abdominal aort anevrizması hastalarının doktorlarının verdiği tedavi planına uymaları, anevrizma oluşturan sigara, tansiyon ve kolesterol gibi risk faktörlerinden uzak durmalarını gerekmektedir.

Paylaşın

Achilles İle Hector’un Dövüştüğü Kent ‘Truva’

Zamanda yolculuk yapmak isteyenlerin mutlaka gidip görmesi gereken kentler arasında olan Çanakkale, birçok uygarlığa ev sahipliği yapmıştır. Gezilip görülmesi gereken yerler arasında özelikler antik kentler öne çıkmaktadır.

Haber Kaos ekibi olarak Çanakkale kent merkezine yakın bölgelerindeki antik kentleri sizler için derledik:

Truva Antik Kenti: Çanakkale sınırları içerisinde Kaz dağları eteklerinde yer alan, Homeros’un İlyada destanında da anlatılan Truva savaşının gerçekleştiği  kenttir, Troya. Kuruluşu Hititlere kadar uzanan Truva’da 9 farklı katmanın olduğu ve buda 9 farklı medeniyetin burada varlığını sürdürdüğünden  söz etmektedirler.

Adıyla ünlenen Truva savaşı ise 6. Döneme denk gelmektedir. Yunancada Troia , Fransızca da Troie kelimesinin okunuşundan kentin ismi, dilimize Truva yada Troya olarak çevrilmiştir.

Sigeion Antik Kenti: Helen dilinde “Sessizlik Yari” anlamına gelmektedir. Sigeion antik kenti M.Ö. 7. Yüzyılda aynen Akhilleion gibi, Midilli adasından gelen Mitileneliler tarafından kurulmuştur.

Sigeion’un yeri Çanakkale İl merkezine 34 Km. uzaklıkta olan bugünkü Yenişehir Köyü’dür. Yenişehir eski bir Rum Köyü olup Birinci dünya savaşı sırasında boşaltılmıştır. Günümüzde burası Askeri yasak bölge kapsamındadır.

Rhoeteion Antik Kenti: Rhoiteion’un Troas bölgesinde, antik kaynaklarda Rhesas diye geçen bir derenin yakınında olduğu sanılmaktadır. Kentin ismi Plinus, Strabon, Bizantionlu Stephanos, Herodotos ve Thoukydides’de geçmektedir.

Kalidne Antik Kenti: Çanakkale’nin Bozcaada İlçesi’nin 1 mil kuzeyinde bulunan bin dönüm büyüklüğündeki Tavşan (Mavriya) Adaları’nın antik çağlardaki adıdır.

Dardanos (Dardani, Dardania) Antik Kenti: Helen destan inancına göre , baş tanrı Zeus ie Elektra’nın oğlunun adıdır. Kentin yeri, Çanakkale İl merkezinin 11 Km. güneyindeki Hasan ve Mevsuf Şehitliği’nin bulunduğu basık tepe görünüşlü höyüktür.

Höyük üstündeki toprak , çeşitli çağlardan ( hatta bazıları M.Ö. 2000 yılından) kalma seramik kırıklarıyla dolu olup, çok eski çağlarda ( Yaklaşık M.Ö. 3000’li yıllarda ) kurulmuş olmasına karşın , tarihsel bir yapı kalıntısı günümüze ulaşamamış, sadece içinde bir çok iskelet, eşyalar, altın süs takıları, bronz ve toprak i pişmiş gereçler ve müzik aletleri saptanan büyük bir mezar bulunmuştur. Bulunmuş eşyalar Çanakkale Arkeoloji Müzesi’nde sergilenmektedir.

Aianteion Antik Kenti: Aianteion, Çanakkale ‘de Kumkale ile İntepe (Erenköy) arasındadır. İntepe’nin 8 km. güneybatısı ile Kumkale’nin 3,5 km. doğusundadır. Troia’nın da 3 km. kuzeyindedir.

Aianteion’un Hellen dilinde anlamı olmamakla beraber Luwi-Pelasges dillerinde “Ana Tanrıça” anlamına gelen bir sözcüktür.

Bu kent ile ilgili bir kalıntı günümüze gelmemiş, yalnızca Strabon, Marcus Antonius döneminde Aias mabedi ve heykelinden söz etmiştir.

Ophryneion Antik Kenti: Ophryneion’un Çanakkale İli İntepe (Erenlçy) Beldesinde bulunduğu kesinleşmiştir. Ophrynion ismi Grekçe kelimesinden türemiştir. Bu kelime Türkçe ‘tepenin yamacı’, ‘sarp bir uçurumun çıkıntısı’ gibi anlamların yanında tepeden bakmak, küçük görmek gibi mecazi anlamları da taşımaktadır.

Abidos (Abydos) Antik Kenti: Bu ad , İlyada destanında anılmasından da belli olduğu üzere, Truva Bölgesinde Helenleşme öncesi dönemden kalmadır. Ve çok eski Luwi dilenden gelmiş olabileceği sanılmaktadır. Geçmişi M.Ö. 2000’li yıllara değin uzanmaktadır. Kent ününü, özellikle Çanakkale bölgesi ortasında boğazdan geçişi denetleyecek bir üs konumda olmasına , ayrıca ilkçağda boğazın karşı kıyısındaki Sestos kenti ile bir yakadan diğerine geçiş için kullanılan başlıca iskele olmasına borçludur.

Kentin yeri Çanakkale İl Merkezinin 6 Km. kuzeyinde bulunan Nara burnu ucudur. Günümüze ulaşmış tarihsel kalıntı yoktur. Sadece çanak-çömlek kırıkları bulunmaktadır.

Arisbe Antik Kenti: Bu ad İlyada destanında anılmasından belli olduğu üzere, Helen göçleri öncesi çağdan kalmadır.ve yerli Anadolu halkı (leleg) dilinden gelir. M.Ö. 2000’li yıllarda kurulmuştur. Kent ,

Helenleşme sürecinin erken döneminde, Miletli göçmenlerin yerleşmesiyle bir İon kenti olmuş, ancak çok yakınındaki Abydos yüzünden fazla gelişememiş ve sönük kalmıştır. Kentin yeri Musaköy ile Yapıldak Çayı arasında olup günümüze ulaşan yapı yoktur.

Tavolia Antik Kanti: Tavolia Antik Şehri Çanakkale İli Merkez İlçe’de Erenköy Beldesi (İntepe Beldesi) ile Kumkale Beldesi civarında yer almaktadır.

Çakal Tepeden 1 Km, Erenköy Beledesinden 2 km mesafededir.
Calvert’in Tavolia (TOVOLIA) olarak adlandırdığı bu yer günümüzde Çoban Tepe, Tektop Tepe olarak anılmaktadır.

Bu antik kentlerin dışında, Tavolia Antik Kenti ve Retean Antik Kenti’ninde bu bölgede kurulduğu bilinmektedir. Bu kentlere ait araştırmalar devam etmektedir.

Paylaşın

Tarihi Yapıları İle Görülmesi Gereken Yer ‘Biga’

Birçok uygarlığa ev sahipliği yapmış olan Çanakkale, tarihi yapıları ve doğal güzellikleri ile gezilip görülmesi gereken bir yerdir. Çanakkale’nin en büyük ilçelerinden Biga’da antik kalıntılar ile doludur. Burada zamanda yolculuk yaparcasına her döneme ait eserler bulunmaktadır.

Biga kelimesinin, Yunanca pınar, kaynak anlamına gelen Pegae kelimesinden türeyip zamanla Biga olarak değişti düşünülmektedir. Haber Kaos ekibi olarak varlığı çok eski dönemlere kadar dayan Biga’da yer alan tarihi kentleri sizler için derledik:

Priapos Antik Kenti: Biga İlçesinin Karabiga Bucağının 3 Km kuzey doğusunda Marmara Denizi kıyısında kurulmuştur.İlkçağın geç döenemindeki Helen mitolojisine göre Tanrıça Aphrodite’nin Dionysos’la sevişmesinden doğan oğlunun adıdır.M.Ö. 670 yıllarında miletos Kolonisi olarak kurulduğu sanılan Priapos M.Ö. 5.yy.’da Attik-Delos Deniz Birliğine üye olmuşsada Parion (Kemer) ile Ozikos (Belkıs-Erdek) Arasında kaldığı için pek gelişememiş Adresteia’nın iskelesi olarak kalmıştır.

Kent M.Ö. 334 yılında Mekedonya Kralı Büyük İskender geldiğinde hemen teslim olmuştur. Kentin birkaç km. güneyinde şimdiki Çınarköprü Köyü yakınlarında büyük İskender!in ordusu ile Pers Ordusu arasında ” Granikos Meydan Savaşı” olarak anılan büyük bir savaş olmuş, yaklaşık 10.000 kişinin çarpışması sonucunda İskender büyük zafer kazanmıştır. Romalılar’ın egemenliği sırasında Priapos kenti Parion (Kemer) ile birleştirilmiştir.Evliya Çelebi Türk devrinin Karabiga’sını anlatırken 6 köşeli bakımsız bir kalesi olduğundan söz etmektedir. Yörede ayrıntılı bir kazı yapılmamıştır. Tarihi kalıntıları geniş bir alanda bulunmaktadır.

Parion Antik Kenti: Biga İlçesi Kemer Köyü yakınında yer alır. İlkçağ Helen inancına göre truvalı Priamos’un oğlu Paris’in adını taşır. “Paris’in yeri” anlamına gelir.

M.Ö. 8.yy.’da kurulduğu sanılmaktadır. Parion kalıntıları bu gün tamamen toprak altında olup, üzerini çalılar kaplamaktadır. Gelişi güzel kazılar yada rastlantılar sonucu elde edilen belge ve bilgilerden şehirde ( M.Ö. 8.-M.Ö 5.yy.) eski Yunan devri ile Helenestik Devir (M.Ö.330-30) Yunan eserleri ve Roma (Bilhassa İmparator Avgustos devri) ile Bizans devrine ait kalıntılar olduğu anlaşılmaktadır.

Bu kalıntılarda su kemerleri, tapınak, yada yunak ile tiyatro, kale, kale duvarları, ve lahitlerden ibarettir. Köy içinde tesadüfen ortaya çıkan taş yapıtları ve lahit örneklerini çözmek mümkündür. Köyün adını aldığı su kemeri (Kemer Köyü) köyün hemen girişinde olduğu görülmektedir.

Pagae (Pigas) Antik Kenti: Antik Çağ’da Biga İlçesinin sınırları içerisinde eski Pegea kenti vardı. Biga adı bu kentten kaynaklanır. İl merkezinin yaklaşık 90 km doğusundadır.

Adrasteia Antik Kenti: Çeşitli kaynaklarda Gümüşçay Beldesi’nde, Kocabaş Çayı’nın sol yakasına kurulmuş antik bir kenttir. “Karabiga Beldesi’nin batı tarafında Priapos ile Parion kentleri arasındaki bir kentten Adrestia” diye anıldığıda iddialar arasındadır.

Paylaşın

Aristo’nun İlk Felsefe Okulunun Ev Sahibi ‘Assos’

Birçok uygarlığa ev sahipliği yapmış olan Çanakkale, tarihe tanıklık etmiş şehirlerdendir ve oldukça zengin bir geçmişe sahiptir. Çanakkale’nin Ayvacık İlçesi’nde de tarihi yerlerin oldukça fazla olduğu yerlerdendir.

“Assos Antik Kenti, Larissa Antik Kenti, Tragasia, Polymedion Antik Kenti, Pionia Antik Kenti, Lamponia Antik Kenti, Kolonai Antik Kenti, Chrysa (Khrysa), Apol, Gargaron, Gargara, Amaxitos” bu tarihi yerlerdendir.

Assos Antik Kenti: M.Ö. 2000 yıllarında Lelegler tarafından kurulan kent, denizden yaklaşık 238 m. yüksekliğindeki andezit kayalık bir tepe üzerine kurulmuştur.

İlçeye bağlı Behram Köyü ile iç içe olan Asos, ünlü filozof Aristo’nun (M.Ö. 348) ilk felsefe okuluna ev sahipliği yapmıştır.

Polymedion Antik Kenti: Ayvacık Sivrice burnu batısındaki deniz kenarında küçük bir tepe üzerinde olup, kalıntıların bir kısmı günümüzde deniz altında kalmıştır. İlkçağ kenti alanında toprak, pek bol keramik kırığıyla karışıktır.

Tragasia: Tragasia Troia yarımadasının güney ucunda, Baba burnuna 15 km. uzaklıkta, Gülpınarın da 7-8 km. kuzeydoğusunda olduğu sanılmaktadır.

Tragasai Hellen diline göre Tragasa’nın yeri anlamındadır. Kentin Byzantionlu Stephanos ve Strabon’da ismi geçmesine rağmen ayrıntılı bilgiye rastlanmamaktadır. Günümüzde de kent ile ilgili kalıntı veya buluntulara rastlanmamıştır.

Larissa Antik Kenti: Larissa antik kenti, Çanakkale’nin Ezine İlçesine bağlı Taraklı köyünün bulunduğu yerde idi. Araştırmacılar Larissa’nın yerini kesin olarak belirleyememişlerdir.

Larissa’nın ismine Strabon, Plinius gibi antik tarihçiler değinmiştir.Ancak yörede arkeoloji kazıları yapılmadığından herhangi bir kalıntı ile karşılaşılmamıştır.

Pionia Antik Kenti: Pionia Troas bölgesi antik kentlerinden Pionia’ya Strabon, Pausanias,Pilinus gibi antik tarihçiler değinmişlerse de yeri tam olarak kesinlik kazanamamıştır. Pionia, Hellen dilinde “otlak yeri” anlamına gelen bir sözcüktür.

Pionia’nın bulunduğu sanılan yerlerde arkeolojik araştırmalar yapılmadığından tam bir bilgi edinilememektedir.

Lamponia ( Lamponeia) Antik Kenti: İlçeye 7 km. uzaklıkta Kozlu köyü yakınındaki Asar Tepe üzerinde kurulmuştur. Lamponia’nın bulunduğu yerde arkeoloji kazıları veya yüzey araştırmaları yapılmadığından, yöre de bitki örtüsü altında olduğundan kalıntıları yeterli bir bilgi vermemektedir.

Bununla beraber Kozlu köyünden Lamponia’ya giden yolun sonunda bazı kalıntılar olduğu da görülmektedir. Surlarla çevrelenen kentte çok sayıda kuyu ve sarnıç bulunmaktadır.

Kolonai Antik Kenti: Kolonai antik kentinin yeri de tartışmalı olup kesinlik kazanamamıştır. Thoukydides ve Xenephon’da yalnızca ismi geçen kent hakkında bilgiler çok kısıtlıdır.

Chrysa (Khrysa): Bu kentin yeri Ayvacık İlçesi Gülpınar Beldesinin 2 km. kuzeybatısında, Beşik tepe üzerinde idi. Ünlü Apollo Smintheus tapınağında bu kentte bulunmaktadır. Smintheus, Fare Tanrı demektir.

Kenti, Yunanistan’dan gelen İonlar kuşattığı zaman, gece topraktan çok miktarda tarla faresinin çıkarak askerlerin silah ve teçhizatların deri kısımlarını kemirip kopardıkları ve bu yüzden kenti kuşatan İonların savaşı kaybettiği, ünlü coğrafyacı ve seyyah Strabon tarafından yaklaşık 2000 yıl önce yazılan Geographica adlı kitapta belirtilmektedir. Lekton halkı da bir minnet göstergesi olarak bu tapınağı inşa etmiş olmalıdır.

Apollon Smintheus Mabadi: Apollon Smintheus Tapınağı, Gülpınar Beldesi’nin kuzey-batısıyla, kuzey doğusu arasında kalan vadinin başlangıç eteklerinde Bahçeler-içi olarak adlandırılan mevkide yer alır. M.Ö. 2 YY. yapıldığı anlaşılmıştır.

Gargaron: Antik ismi Gargaron olan Kü-çükkuyu’ nun tarihi M.Ö. 9. yüzyıla kadar gitmektedir. Gargara ismini de İda Dağı’nın Gargara Tepesi’nden almıştır. Gargara’dan Homeros’un İlyada Destanı’nda çok sık bahsedilmektedir.

Küçükkuyu yöresinin, tarihin her döneminde yerleşime tabi tutulduğu bilinmekle beraber ; henüz tarihi geçmişi ile ilgili ayrıntılı çalışmalar da yapılmamıştır. Bu sebeple antik Gargara şehrinin yeri de tam olarak bilinememektedir.

1998 yılında Kültür Bakanlığı tarafından Gargara’nın yeri ile ilgili bir araştırma yapılmıştır. Bu araştırma sonucunda; ilk yerinin Nusratlı Köyü’nün kuzeyindeki Kocakaya Tepe’de olduğu, daha sonra ise Arıklı Köyü’nün doğusundaki Zindan Tepe’ye taşındığı tespit edilmiştir. Her iki tepede de bu araştırma sonucunu doğrulayacak tarihi kalıntılara rastlanmıştır.

Gargara: Eski Helen dilinde ” Kaynaşan Kalabalık” demektir. Kazdağı’nın (İda) yüksek doruklarından birinde, İzmir-Çanakkale yolunun sağ tarafındaki Çaltı Köyü’nün yakınlarında çok eski zamanlarda kurulmuştur.

 Burası Eski Gargara’dır. Sonradan kent halkı biraz daha güneye denize daha yakın bir tepeye taşınmış ve Yeni Gargara kenti orada oluşmuştur. Yeni Gargara’nın da kalıntıları Arıklı Köyü yakınındaki Zindan Tepe üzerindedir.

Hamaxitos: Amaxitos’un Troia yarımadasının güney ucunda Bababurnu yakınındaki Gülpınar’ın 3-4 km. güneybatısında deniz kıyısında olduğu sanılır. Amaxitos ,Hellen dilinde “Araba Yolu” veya “Anayol” anlamında bir sözcüktür.

Antik çağın tarihi ve coğrafyası konusunda bilgiler veren Xenophon, Thoukyidides ve Strabon bu kentin yalnızca isminden söz etmekle yetinmişlerdir. Amaxitos’da kazı ve yüzey araştırması yapılmamıştır. Bunun yanı sıra herhangi bir kalıntı veya buluntu ile karşılaşılmamıştır.

Paylaşın

Medeniyetler Beşiği Bursa’nın ‘Kale Ve Surları’

Tarihi 8 bin 500 yıl öncesine uzanan Bursa, Roma, Bizans, Selçuklu ve Osmanlı’ya ait birçok tarihi esere ev sahipliği yapmaktadır. Bursa’da yer alan kale ve surlarda bu mimari eserler içinde önemli yer tutmaktadır.

Mimari gelişimdeki ivmeyi gösteren kale ve surları sizler için derledik:

Kestel Kalesi: Bursa’nın 12 km doğusunda yer alan Kestel, Bizans döneminde tekfurluk merkezi idi. İlçede bulunan kale, Doğu Roma İmparatorluğu’nun sınır kalesi olması sebebiyle Latin dilinde Kalecik anlamına gelen Kastel (castel) ismini almış ve 1306 yılında Dimboz Muharebesi’nin ardından Osmanlılar’ın eline geçmesi ile ismi Kestel olmuştur.

Gölyazı İç Kale ve Kent Surları: Modern yerleşim halen, yaklaşık 800 m. uzunluğundaki antik surların içinde yer almaktadır. Sur duvarlarının hem savunma için hem de göl taşkınlarına karşı kullanılmasıı mümkündür. Üzerinde geleneksel konut mimarisi örnekleri görülebilen surlarda, yer yer kapılar ve kuleler bulunur. Bunlardan en önemlisi kuzeydeki Simitçikale’dir. Ayrıca meydanda da bir kule bulunmaktadır. Yerleşimin bulunduğu yarımadayı çevreleyen dışkale ve adayı çevreleyen içkale kalıntılarında, yüzyıllar içinde devşirme malzeme ile değişiklikler yapıldığı görülmektedir. Yer yer Roma, Bizans ve Osmanlı tarzı iç içe geçmiştir.

İznik Surları: Romalılar Nicea adını verdikleri bu şehri korumak için büyük uğraş verdiler. Çeşitli saldırılara uğrayan Nicea’yı bu savaş akınlarından koruyabilmek için, Bithynia Krallığı, zamanında başlatılan ancak depremlerle hasar gören surları, daha güçlü olarak inşa ettiler. Kentin çevresini beşkenarlı çokgen şeklinde kuşatan 4970 m. uzunluğundaki surlar, Roma, Bizans ve Osmanlı dönemindeki ilavelerle savunma görevini üstlendi. Sur duvarları her medeniyetin taş ustalığını sergiler ve her medeniyet bir önceki medeniyetin taşlarından yararlandığından, surlar adeta iç içe geçmiş bir tarih örgüsüdür.

Dört ana kapı, zafer takı gibi gösterişlidir ve üçü halen ayaktadır. Lefke Kapı’da mermer friz parçalarının kullanıldığı görülmektedir. İstanbul Kapı Konstantinapolis’e açıldığından en gösterişli kapıdır. Roma Tiyatrosu’ndan getirilen masklarla daha da gösterişli olması sağlanmıştır. Yenişehir Kapı kısmen ayaktadır. Göl Kapı ise tamamen yıkılmıştır.

12 tali kapısı ve 10-15m. aralıklarla yapılmış 114 kulesi bulunan İznik Surları dönemin savaş ve savunma stratejilerinin de inceliklerini anlatır.

Kite Kalesi: Ürünlü Mahallesi’nin güneydoğusunda yer alan Kite Kalesi, düz bir ovada kurulmuş olması nedeniyle belki de tarihte bir başka örneği olmayan bir yapıdır. Kite Kalesi’nden günümüze ulaşan sur kalıntıları, kalenin bir hayli görkemli olduğunu göstermektedir. Bugün çeşitli yüksekliklerde korunabilmiş üç parça duvar kalıntısı ve dörtgen planlı köşe burçlarının temel izleri belirlenebilmektedir.

Balabancık ve Gazi Aktimur Hisarı: Gazi Osman Bey, Bilecik, İnegöl, Sakarya ve Yenişehir’den sonra Bursa’ya yönelmeyi planlamıştır. Sarp kayalıklarla çevrili Bursa kalesi kolay alınamayacağı için Osman Gazi, biri kentin doğusundaki tepede, diğeri de kentin batısındaki kaplıcaların yakınında olmak üzere, havale kulesi dediğimiz iki tane gözetleme yeri yapmış ve giriş-çıkışları kontrol ederek kenti ablukaya almıştır.

Bunlardan doğudakine Balaban Bey, batıdakine de Gazi Aktimur dizdar, yani kale komutanı, olarak atandığı için bu havale kuleleri onların adlarıyla bilinmektedir. Bunlardan Balabancık Hisarı günümüze ulaştığı kadarıyla onarılarak koruma altına alınmıştır. Bursa’nın fethi şenliklerinin Yerkapı’da yapıldığı gibi bazı törenler de Balabancık Hisarı’nda yapılmaktadır.

Bursa Kalesi: Bursa, MÖ. 7. yüzyılda yöreye gelerek yerleşen ve MÖ. 327’de bağımsız bir krallık haline gelen Bithynialılar tarafından M. Ö. 2. yüzyılda kurulmuştur. Bithynia Kralı Prusias, Romalılar’dan kaçarak ülkesine sığınan Kartacalı general Hannibal’ın önerisiyle, M. Ö. 185 yılında Prusias ad Olympum ismi verilen kenti bir tepe üzerine inşa ettirmiş ve etrafını surlarla çevrelemiştir. Zamanla kentin Prusias olan ismi Prusa, daha sonra da Bursa olarak değişime uğramıştır.

Bithynialılar tarafından inşa edilen Bursa Kalesi, zaman içerisinde çeşitli kuşatmalar sırasında hasara uğramış, Roma, Bizans ve Osmanlı dönemlerinde çeşitli onarımlar görmüştür. 1326 yılında Bursa’yı Osmanlı topraklarına katan Orhan Gazi döneminde surlar burçlarla desteklenmiştir. 1640 senesinde Bursa’yı ziyarete gelen ünlü Osmanlı gezgini Evliya Çelebi surların altmış yedi kulesi ve beş kapısının bulunduğunu ve çevresinin onbin adım olduğunu belirtmiştir. Yaklaşık olarak 2 kilometre uzunluğunda olan surların beş kapısı, Hisar (Saltanat) , Kaplıca, Zindan, Pınarbaşı (Su) , Yer (Zemin) Kapısı olarak isimlendirilmiştir.

Paylaşın

Medeniyetler Beşiği Bursa’nın Kilise Ve Havraları

Yaklaşık 8500 yıl geçmişe sahip Bursa, farklı din ve etnik unsurları bir arada barındırması bakımlardan önemli bir şehirdi. Birçok uygarlığa ev sahipliği yapmış olan Bursa’da yapılan kiliselerin büyük bölümü XIX. yüzyılda yapılmıştır.

Bursa merkezde, Mudanya / Trilye Aya Yani Manastırı, Mudanya / Tirilye / Hagios Taxiarchoi / Archaneloi Kilisesi, Mudanya / Tirilye / Fatih Cami (St. Stephanos Kilisesi), Mudanya / Tirilye / Panagia Pantobasilia (Kemerli Kilise), İznik / Böcek Ayazması, Namazgah Kilisesi, Demir Kapı Kilisesi, Geruş Havrası, Fransız Kilisesi Kültür Evi, olmak üzere 6 kilise ve 3 havra bulunuyor.

Mudanya / Trilye Aya Yani Manastırı: Tirilye’ye 5 km uzakta, 3 km’lik toprak bir yol, zeytinliklerden ve günebakan tarlalarından geçerek Aya Yani Kilisesi’ne ulaşılır. Denizden daha heybetli görülen ve özel bir arsada bulunan manastır, bugün harap durumdadır. Kilise ismini Tirilye’nin adı üzerine türetilen rivayetlerden birine konu olan papaz Aya Yani’den almıştır.

Hagios Taxiarchoi / Archaneloi Kilisesi: Mudanya’nın Kumyaka (Siği) Köyü sahilinde bulunan kilisenin 19. yüzyıl sonlarında yapıldığı söylenir. Ancak mimari özellikleri ve malzeme açısından bakıldığında kilisenin yapımının 8-9. yüzyıl olabileceği düşündürmektedir. Nitekim bazı kaynaklarda kilisenin yapım tarihi olarak 780 yılı belirtilmektedir.

Stephanos Kilisesi: Yapı haç formunda inşa edilmiştir. 610 – 850 yılları arasından günümüze kalan Bizans mimarisi örnekleri pek azdır. Bunların arasında olan Tirilye’nin bugün Fatih Camisi olarak bilinen (eski adı Hagios Stephanos – Hinolakkos Kilisesi’dir) yapısıdır. Bölgenin Türklerin eline geçmesiyle birlikte yapıya minare ve mihrap eklenerek camiye dönüştürülmüştür. Ancak her ne kadar günümüzde cami olarak kullanılsa da kilisenin genel yapısı korunmuştur.

Mudanya / Tirilye / Panagia Pantobasilia (Kemerli Kilise): 1676 yılında Dr. J. Covel tarafından hazırlanan el yazması bir belgede, kilisenin Panagia Pantobasilissa’ya (Bakire Meryem) adandığı belirtilmektedir. Yapının kubbe ve çan kulesi Şubat 1855’teki büyük depremde yıkılmış, 1883 yılında onarılmışsa da özgün niteliğini yitirmiştir.

Sütunları İskenderiye’den getirilen Kilise’nin dünyada duvarına resim yapılan ilk kilise olduğu ifade edilmektedir. Duvarlarında kat kat resimler yapılmış bu kilise Ortodoks dünyası için önemlidir.

Dört büyük meleklerin resmedildiği freskler yapıda zamana direnerek günümüze kadar gelmeyi başarmışlardır.

Böcek Ayazmazı: Vaftiz törenlerinin yapıldığı Böcek Ayazması 6. yüzyıldan günümüze ulaşmış sağlam eserlerdendir. Koimesis Kilisesi yakınlarında yer alan vaftizhaneye 11 basamaklı merdivenlerle ulaşılmaktadır.

Namazgah Kilisesi: Namazgah semtinde yer alan kilise bazilikal planda inşa edilmiştir. Bugün kullanılmamaktadır.

Demir Kapı Kilisesi: Bulunduğu mahallenin ismi ile anılan kilise bir Rum Ortodoks kilisesidir. Bazilikal plana sahip olan kilise 1926 yılından sonra Yılmaz İpek’in özel mülkiyetine geçmiş olup, 1985 yılına kadar ipek büküm ve dokuma işlemlerinin yapıldığı bir fabrika olarak hizmet vermiştir.

Geruş Havrası: Altıparmak Caddesi’nin güneyinde yer alan Geruş Havrası 16. yüzyıl başlarında Sultan II. Selim’in izni ile yaptırılmıştır. “Geruş” İbranice kovulmuş anlamına gelmektedir. 15. yüzyıl sonlarında İspanya’dan sınır dışı edilen ve Osmanlı İmparatorluğu tarafından kabul edilen Musevilere referansla havra bu isim ile anılmaya başlanmıştır. Havra dikdörtgen planlı olup kesme taştan inşa edilmiştir. Bugün ibadete açıktır.

Fransız Kilisesi Kültür Evi: 1880’lerde ibadete açılmış olan kilise dönemin Fransız levantenleri tarafından yapıldığı ve kullanıldığı, 1960 yılında ise artık özgün işlevini yitirmiş olduğu bilinmektedir.

Boyuna düzende tek nefli plan şemasına sahip olan Katolik kilisesi genelinde sade bir görüntüye sahip olup, beden duvarı üzerinde yükselen kademeli kuleler ve ana kilise mekanının sivri kemerli pencereleri ile gotik tarzdaki uygulamalar ile yapıya hareketlilik kazandırılmıştır.

Bir dönem depo olarak kullanılan yapının restorasyon çalışmaları 2004 yılında tamamlanarak, Fransız Kilisesi Kültür Evi işlevi verilerek kullanıma açılmıştır.

Paylaşın