Hacivat – Karagöz’ün Memleketi Bursa’nın Simgeleri

Tarihi 8 bin 500 yıl öncesine uzanan ve 2 binin üzerinde korunması gereken kültürel varlığa sahip olan Bursa, önemli bir turizm şehridir. Birçok uygarlığa ev sahipliği yapan Bursa’nın simgelerini sizler için derledik.

Bursa Saat Kulesi: Bursa’da Tophane Parkı içinde yer alan Saat Kulesi, ilk olarak Osmanlı Padişahı Sultan Abdülaziz döneminde yaptırılmış ancak 1900’lü yıllarda bilinmeyen bir tarihte yıkılmıştır. 2 Ağustos 1904’te yapımına tekrar başlanmış olan Saat Kulesi, 31 Ağustos 1905’te tamamlanarak II. Abdülhamit’in tahta çıkışı şerefine, 31 Ağustos 1906 günü Vali Reşit Mümtaz Paşa tarafından törenle hizmete sokulmuştur.

Bursa İpeği: İpek Yolu güzergâhının Anadolu’daki son duraklarından ve önemli merkezlerinden olan Bursa’nın adı ipek ve ipekçilikle özdeşleşmiş bir kent olarak bilinir. “İpek”, “İpekçilik” terimleri, Bursa’nın adını, yeşilini, güzelliğini yüzyıllardır kervanlarla dünyanın bir ucuna taşımış değerlerin başında yer alır. İpekçiliğin ilk aşaması olan ipek böcekçiliğinin geçmişi çok eskilere dayanır. MÖ 552’de Bizans’a gizlice getirilen ipekböceği tohumları ile Marmara kıyılarında yayılmaya başlamıştır.

İznik Çinisi: Birçok medeniyete başkentlik yapmış olan kent, aynı zamanda çininin de başkenti idi. Bu muhteşem sanat, usta ellerde hayat bularak, 14. ve 15. yüzyıllarda altın dönemini yaşamıştır. Dönemin birçok cami ve saraylarının bezenmesinde kullanılan çini, bu yapıların ihtişamını daha da artırmıştır.

% 80 kuvars (Quartz) yani yarı değerli taş minareli içerdiği için seramik literatürüne, “Üretilmesi İmkansız Seramik” olarak girmiştir.

Sanatkarlar, yaşadıkları dönemin sosyal yaşantısını, inançlarını motiflerle sembolize ederek çinilere işlemişlerdir. İslam felsefesi ile yoğrulan motiflerde ana tema Tanrı’ya ulaşmaktır. Üzüm her dönem bereketi simgelerken, lale hayatı temsil etmektedir. Barış ve sevginin simgelerinin, renkler ve motiflerle anlatıldığı çini, günümüze aktarılmış olan tarihi ve kültürel miraslarımızdan önemli bir bölümünü oluşturmaktadır.

Tirilye: Bursa’ya bağlı Mudanya sahilinin keşfedilmemiş cennet köşelerinden biri olan Tirilye, zeytini ve şarabı ile tanınan bir kasabadır. Oldukça bol balık çıkarılan kasabada Rumlar’dan kalma 7 kilise, 3 ayazma bulunduğu söylenir.

Sütunlarının İskenderiye’den getirilen Panagia Pantobalissa adlı “kemerli kilise”nin dünyada duvarına resim yapılan ilk kilise olduğu söyleniyor. Kasabadaki Fatih Camii, eski St. Stephanos Kilisesi’nden çevrilmiştir.

Bursa Evleri: Özgün yapıları, cumbalı balkonları, işlemeli ahşap doğramaları ve yüksek duvarlı bahçeleriyle sivil mimari örneği ”Eski Bursa Evleri”, betonarme yapılardan bunalan kent sakinlerini, yaşanmışlığın verdiği sıcaklıkla tarihsel yolculuğa çıkarıyor. 

Cumalıkızık: Bursa’nın doğusunda Ankara yolu üzerinde Bursa’ya 13 km mesafede, Uludağ’ın yamaçlarında beş kızıklı köyden biridir. Orhan Gazi Vakfiyesi’ne bağlı bir köydür. Osmanlı dönemi konut dokusunu günümüze kadar koruyan nadir köylerden olan 700 yıllık tarihi Cumalıkızık köyü, Osmanlı dönemi kırsal mimarisinin önemli örneklerinden biri olup, halen geleneksel yaşam biçimini korumaktadır. Cumalıkızık Köyü dokusunun korunması amacıyla 1980 yılında koruma altına alınmıştır.

Gölyazı: Bursa sınırları içinde, doğa ile tarihin bir arada yaşadığı bir eşsiz güzellik de Uluabat Gölü kıyısındaki Gölyazı Köyü’dür. İlkbaharda yükselen sular nedeniyle yarı bellerine kadar su içinde kalan ağaçlar, yine bu sularda sevgi dolu bir melodi gibi süzülen ördekler, Arnavut kaldırımlı dar sokaklar; antik çağda Apolyont olarak bilinen bu köyün güzelliklerinden yalnızca birkaçıdır. Tümüyle SİT alanı olan bu bölge, özellikle Apollon Tapınağı ve kilisesi ile dikkati çeker.

Saitabat Şelalesi: Bursa’dan 12 km uzaklıkta yer alan Saitabat yemyeşil çimenler ve çınar ağaçlarıyla çevrili bir alan. Uludağ eteklerindeki şelalenin aktığı kanyon, doğa sporları ile uğraşanların buluşma noktası. Odun ateşinde, kiremitte tereyağı ile pişirilen alabalıklarıyla meşhur olan şelalenin çevresinde piknik alanları bulunuyor.

Bursa Oynar Güvercini: Bursa’nın sembolleri arasında yer alan ve dünyada “Bursa Roller” adıyla bilinen, “Bursa Güvercini”, Osmanlı döneminde yetiştirilmiş bir ırk olup, dünyanın zengin ve parlak tüylü kuşlarındandır.

Bursa Bıçakları: Bursa’ya bıçakçılık “93 Savaşı”ndan sonra Balkan göçmenleri tarafından getirilmiştir. Bu tarihten itibaren göçmen ustalar ve yetiştirdikleri çıraklar aracılığı ile bıçakçılık mesleği gelişerek bugünkü düzeyine gelmiştir. Ancak Bursa bıçakçılığının, temelini oluşturan demircilerin serüvenine baktığımızda yedi yüz yıllık bir geçmişe sahip olduğu kayıtlardan anlaşılmaktadır. Bursa el zanaatları arasında geçmişten günümüze kadar özel bir yeri olan bıçakların ünü günümüzde de sürmektedir. Orhan Gazi’den başlayarak ilk yedi padişahın kılıç, kama, balta, mızrak gibi aletleri Bursa demirci-bıçakçılarının eseridir. Bugünün bıçakçıları geçmişin demircileri idi Kılıç-Kalkan: Kılıç-Kalkan, dünyada müziksiz oynanan halk oyunlarından biridir. Bu oyunun Anadolu’daTürklerden önce de oynandığı belirlenmiştir. M. Ö. 430-355 yılları arasında yaşayan Xsenophon, Anabasis adlı eserinde; bir zafer sonrası düzenlenen eğlence gecesinde Thraklar ile Bursa çevresinde yaşayan Mysialılara mensup askerlerin, hançerleriyle hafifçe sıçrayarak türküler eşliğinde dövüşür gibi yaptıklarını, hançerlerin birbirine vurularak ses çıkarmak suretiyle dans ettiklerini” aktarmaktadır. Osmanlılar döneminde, Bursa’nın fethi sonrası kente giren gazilerin kılıç ve kalkanlarla zafer dansları yaptıkları anlatılmaktadır. Kılıç Kalkan Oyunu, adı üzerinde, oyuncuların kuşandıkları kılıç kalkanla oynanır. Kılıç ve kalkan ile oyuncuların ayak ve diz vuruşlarıyla çıkardığı sesler, müziğin ve ritmin yerini tutar. Eski dönemin savaşlarını simgeleyen kılıç-kalkan oyunları altı figürden oluşup her birinin anlamı vardır.

Sekiz, on ya da daha fazla kişi tarafından oynanan Kılıç Kalkan oyununun;

  • Birinci figürünün anlamı; “askere yeni katılmış erleri uğurlayanlara saygı selamı”
  • İkinci figürün anlamı; “acemi erlerin kılıçları üzerine “ölmek var, dönmek yok” şeklinde merasimle yemin etmeleri”
  • Üçüncü figürün anlamı; “oyuna girerken, vücut hareketleri ile birinci vuruş cengine girişmek” Dördüncü figürün anlamı; birinci vuruştan sonra, ikinci vuruşma için tarafların karşılıklı anlaşmaları
  • Beşinci figürün anlamı; anlaşma gereği bir tek vuruş hakkı olan “baş vuruşu”na girişilmesi
  • Altıncı ve son figürün anlamı ise; sonucu alınmamış her iki cengin neticesinde, tarafların en iyi cengaverlerinin dövüşü. Bursa’da faaliyette bulunan çok sayıdaki Kılıç-Kalkan ekibi olmakla birlikte Kılıç Kalkan Derneği’ne bağlı folklor ekibi özgün karakteriyle yurtiçinde ve yurtdışında çok sayıda festivallerde Bursa’yı ve Türkiye’yi temsil etmektedir.

Karagöz-Hacivat: Halk dilinde Karagöz oyunu olarak adlandırılan gölge oyunu, Türk kültür yaşamında önemli bir yer almaktadır. Karagöz oyununun kökeni konusunda yapılan araştırmalarda ise bu oyunun Bursa ile yakın ilintisi olduğu görülmüştür. Çünkü hem bu gölge oyununun kahramanları olan Karagöz ile Hacivat Bursalıdır, hem de bu oyunu yaratan Şeyh Küşteri Bursalıdır. İşte bu nedenle Bursa´da uluslararası düzeyde gölge oyunu festivalleri düzenlenmektedir. Türk Gölge Oyunu olarak karşımıza çıkan Karagöz oyununun birçok kültürün etkisiyle olgunlaştığı ve Osmanlı Türklerinde de bir senteze ulaştığı kabul edilebilir.

Bursa Kumaşları: Köklerini Anadolu’dan alan dokuma sanatının, XV. yüzyıldan itibaren serüvenine Bursa’da başladığı, XVI yüzyıldan itibaren de bu kervana İstanbul’un dahil olduğu görülmektedir. Bursa kumaşları dokuma tekniği, malzeme özellikleri ve desen zenginlikleriyle bu sanatın doğuşundan itibaren dünya kumaşçılığı içinde çok önemli bir yer edinmiş, desenleri ve renkleriyle Türk kültürünün ve zevkinin bütün inceliklerini yansıtmışlardır.

Kelle Peyniri (Mahlaç): Bursa´nın Karacabey ilçesinde üretilen bu peynir, koyun ve inek sütünün karıştırılıp pişirilmesi ile imal edilir. Çok gözenekli, çok tuzlu ve kendine özgü tattadır. Kelle peyniridir. Tarihçesi hakkında kesin bilgiler bulunmamakla birlikte en az 200 yıllık geçmişi olduğu sanılıyor. Karacabey’in eski adı olan Mihaliç adından esinlenen Mahlaç peyniri en kaliteli Türk peynirlerindendir. Mahlaç peyniri daima tam yağlı koyun sütü ile çoğunlukla kıvırcık koyunun sütünden üretilmiştir.

Kemalpaşa: M. Kemalpaşa’da yapılan ve ‘peynir tatlısı’ olarak da anılan yöreye özgü bir tatlıdır. Bu tatlı, köy peynirinden yapılmaktadır. Peynir, un, irmik ve yumurta ile yoğrularak 3-4 cm çapında küçük kurabiyeler haline getirilir ve büyük pişme tablalarında fırınlanır. Daha sonra torbalanır ve satışa sunulur. Pişirilmesi ise kaynayan şekerli şerbete atılmasıyla olmaktadır. Ahmet Tabak adlı ustanın 1930’lu yıllarda kurduğu dükkânında ürettiği tatlı tüm ülkemizde yayılmıştır. Daha çok bakkal ve marketlerde hazır olarak satılan tatlılara sadece ravak yapılıp servise konulabilmektedir.

İnegöl Köftesi: İnegöl’e özgü bir ızgara köftedir. Yuvarlak ve iri olarak yoğrulan köfteler ızgara ile pişirilmektedir. İnegöl köftenin ünü tüm Türkiye’ye yayılmıştır. İnegöl köftenin mucidi, Rumeli’den göç eden Mustafa Besler adlı kişidir. 30’lu yıllarda başlayan İnegöl köftesi üretimi kısa sürede tüm ülkeye yayılmıştır. İnegöl köftesinin en önemli özelliği baharat kullanılmayan bir köfte olmasıdır. Her köfte, 12-15 gr. arasında ve yuvarlaktır. Bazı yerlerde yassı da yapılmaktadır. İnegöl köftesi; dana eti, kuzu eti, tuz, sodyum-bikarbonat ve soğanın belirli oranlarda karışımından oluşur. Yapılan köfteler 2-3 saat buzdolabında bekletildikten sonra pişirilmeye hazır olur.

Kayhan Pideli Kebabı: Önceleri Bursalıların ramazan aylarında en sevdikleri bu kebap, günümüzde İskender kebaptan sonra yaygınlaşan kebap çeşidi olup, “pideli köfte”de denilmektedir. Çok ince pideden yapılır. Kare biçiminde kesilen pideler tereyağlı et suyuna batırılarak yumuşatılır. Büyük bir kebap sahanına muntazam olarak dizilir. Orta yere kavrulmuş kuşbaşı etler konulur. Üstü gene pideyle kapatılır. Yemeden önce kızgın tereyağı, istenirse yoğurt ve salça dökülerek servis yapılır. Evliya Çelebi’nin bile sözünü ettiği pideli kebap geleneği asırlardır devam ettirilmekte olup, Bursa mutfak kültürünün en önemli yemekleri arasında yerini almıştır.

İskender Kebabı: Bursa’dan tüm dünyaya yayılan bir marka olarak İskender kebabı 150 yıl önce keşfedilmişti. Kebapçı İskender Bey (1848-1934), 19. yüzyılın ikinci yarısına kadar, yüzlerce yıldır ateşe paralel pişirilen kuzuyu, kemik ve sinirlerinden arındırarak dikey madeni çubuk üzerinde, kendi ekseni etrafında döndürerek yeni bir kebap icat etmiş, İskender kebabı böyle ortaya çıkmıştır. İskender kebabı, sadece şişin dik tutulmasından ibaret bir iş değildir.

Uludağ’ın nefis yağlarından ve zümrüt yaylalarında otlayan çok lezzetli etleri olan koyunlarından yapılan bu kebaplar, yiyenlere derin bir haz ve iştah verir.

Kestane ve Kestane Şekeri: Bursa’nın özgün ürünlerinden biri de kestanedir. Bursa’da aşılı kestaneler büyük alanlar kaplamaktaydı. Yiğitali köyünden, İnegöl-Oylat bölgesine kadarki alan önceleri tümüyle kestane ağaçlarıyla kaplıydı. İç pazarda, sofralık olarak daha ziyade aşı kestaneler müşteri bulurdu. Çabuk dağıldığından, bu tür kestaneler şekerciler tarafından kullanılmaz. “Karaaşlama”denilen bu cins kaynatılarak ya da kavrularak tüketilir. “Turfanda” kestane cinsi şeker sanayinde kullanılır.

Bursa’nın ünlü kestane şekerleri de küçük taneli olan bu kestanelerden yapılır. Uludağ eteklerinin ünlü kestanesinden yapılan kestane şekeri, şekerli şerbette kaynatılan kestaneden yapılmaktadır. Kestane şekerlerinin çeşitleri Bursa´nın karakteristik tatlılarındandır. Bursa’da asırlardır evlerde üretilen kestane şekeri, 1900’lü yılların başında duble olarak Uludağ eteklerinin ünlü kestanesinden yapılan kestane şekeri, şekerli şerbette kaynatılan kestaneden yapılmaktadır. Kestane şekerlerinin çeşitleri Bursa´nın karakteristik tatlılarındandır.

Şeftali: Bursa, şeftalisiyle ünlü bir şehirdir. Bursa’da çok farklı türleri yetişen şeftali, yaz aylarının en sevilen meyvelerinden biridir. Dünyaya Çin´den yayıldığı düşünülen şeftali uzun yaşam ve ölümsüzlük sembolü olarak görülür. Şeftali ağacı ortalama 30 yıl yaşar, ancak Bursa’da en çok 15-20 yıl sonra ağaçları sökülür. Bol sulu olup, tatlı meyvesinin en önemli özelliği kabuğunun tüylü olmasıdır. Bu kadifemsi dokudan hoşlanmayanlar için son yıllarda Bursa’da nektarin denilen tüysüz bir çeşidi yaygın olarak üretilmeye başlanmıştır.

Çekirdeği kolay ayrılana yarma, ete yapışık olana et şeftalisi denir. Yarma şeftali genellikle taze meyve olarak tüketilir. Et şeftalisi ise konserve yapımında kullanılır. Ülkemizde beyaz ve sarı etli olarak bilinen iki tür vardır. Bursa Ovası’nın yapılaşmaya açılmasıyla şeftali üretim alanları da gitgide azalmaktadır.

Bursa Kaplıcaları: Bursa, hamam ve özellikle kaplıcalar açısından dünyanın en zengin kentlerinden biridir. Bursa kaplıcalarıyla ilgili en erken bilgi, 82 yılında Dion’un konuşmalarında görülür. Osmanlılar, bir yandan Bizans´tan kalma hamamları onarırken, bir yandan da kendileri için yeni kaplıcalar, termal hamamlar yaptılar. Bursa´nın kaplıca suları şehrin batısındaki Bademli Bahçe ve Çekirge bölgelerinden çıkar. Her iki bölgeden çıkan termal suların kimyasal analizleri farklı olduğu gibi, aynı bölgeden çıkanlarınki de farklıdır. Buna göre kaynakların aralarında bağlantı olmadığı kabul edilebilir. Çekirge´de bulunan sulara çelikli, Bademli Bahçe´de bulunanlara kükürtlü sular denir. Kara Mustafa Kaplıcası´nın suyu ise tamamen farklıdır. Vakıf Bahçe´de bulunan kâgir depodan çıkan su 32 yere verilir. Bunlar arasında hamamlar, oteller ile şahısların evleri vardır.

Uludağ: Bizans öncesinde Olympos olarak anılan dağ, Bizans döneminde manastırlarla dolu olduğu için Keşiş Dağı olarak da isimlendirilmiştir. Bursa denince akla ilk gelenlerden olan Uludağ, 2543 metre yüksekliği ile kuzey-batı Anadolu’nun en yüksek zirvesini oluşturmaktadır. Bu yönü ile amatör dağcıların ve doğa yürüyüşü yapanların uğrak yerlerindendir. Marmara Denizi’ne 35-40 km uzakta olan Uludağ, 1961 yılında “Milli Park” ilan edilmiştir.

Erguvan: Bursa’nın köklü geçmişinden bugünlere ulaşan simgelerinden biri olan erguvan ağacı; dayanışma, hoşgörü, sevgi ve kardeşliğin simgesi olarak yüzyıllar boyunca düzenlenen bir şenliğe adını vermiştir.

Misi Köyü (Gümüştepe Mahallesi): Bursa merkezine yakın, gezilmesi gereken, tabiatla iç içe olunabilecek bir yer olan Misi Köyü, 2000 yıllık tarihi geçmişe sahiptir.

Günümüzde Gümüştepe Mahallesi adıyla Nilüfer İlçesi’ne bağlanan Misi Köyü’nün çok eski bir yerleşim yeri olduğu bilinmektedir. Misi Köyü’nün ilk adının Mysia olduğu sanılmaktadır. M. S 183 yılında Alex adlı bir keşiş, seksen beş kişilik bir maiyetiyle Hıristiyanların öncüleri olarak İnkaya ve Misi köylerine yerleştikleri , “konsül” ün toplanarak İncil tartışması yapıldığı tarihi kayıtlarda mevcuttur. Bugün kalıntılara rastlanılan manastır civarında İncil’in bir nüshasının gömülü olduğuna inanılır. Bu kalıntılar dolayısıyla bölge Hıristiyanlar için de önem taşımaktadır.

Irgandı Köprüsü: Gökdere üzerindeki en önemli yapı Irgandı Köprüsü’dür . Dünya üzerinde dört arastalı köprüden biri olan Irgandı Köprüsü, Osmangazi ve Yıldırım ilçelerini birbirine bağlar. Çeşitli kaynaklarda Irgandı Köprüsü’nün 1442 yılında Pir Ali oğlu Tüccar Muslihiddin tarafından mimar Abdullah oğlu Timurtaş’a yaptırıldığı ifade edilmektedir. Tarihi kaynaklara göre üzerinde, 31 dükkan ve bir mescitten oluşan tonozlu kagir bir yapı ile köprünün ana taşıyıcı tonozunun her iki yanında birer adet depo (ahır) bulunan köprü, 1855 depreminde büyük hasar görmüş ve üzerindeki kagir yapı yerine irili ufaklı ahşap dükkanlar inşa edilmiştir. 1922 yılında kenti terk eden Yunanlıların bombalaması sonucu köprü yeniden tahrip olmuştur. 1949 yılında köprü betonarme olarak ve orijinal haline göre 60 cm. daha yüksekte yeniden yapılmıştır. 1988 yılından 2004 yılına kadar süren çeşitli bireysel ve kurumsal çabalar sonucunda, 2004 yılında 19. yüzyıldaki durumuna uygun olarak restore edilen köprü günümüzde çeşitli el sanatı atölyelerini ve dükkanları içermektedir. 17. yüzyılda Bursa’ya gelen Evliya Çelebi, bu köprünün mimarisi ile ilgili öyküler anlatmaktadır.

Kapalı Çarşı: Bursa çarşısının en eski bölümünü oluşturan Uzun Çarşı, Emir Han’ın kuzeyinde yer alan dükkanlar ile oluşmaya başlamıştır. Eski belgelerden günümüzdeki kapalıçarşının 15. yüzyılın ilk yarısında Uzun Çarşı olarak adlandırıldığı anlaşılmaktadır. Uzun Çarşı aksının zamanla kuzey ve güneyinde, hanlara sırtlarını dayamış küçük işyerleri kurulmuştur. Bu çarşıda sırasıyla elbiseciler, şekerciler, ayakkabıcılar ve bıçakçıların yer aldığı bilinmektedir. Gayrimenkullerin açık artırma usulüyle satılması Sûk-i Sultani olarak da adlandırılan bu çarşıda gerçekleştirilmiştir. Bugün de keyif alarak gezebilecek aynı zamanda alışveriş veriş yapabileceğimiz, ağırlıklı olarak kuyumcu esnafına ait dükkanların bulunduğu bir çarşı olarak hizmet vermektedir.

Emir Sultan Türbesi: Üç Osmanlı sultanı dönemlerinde yaşamış ve sufilikte velilik rütbesini kazanan Emir Sultan Hazretleri’nin türbesinin Müslüman dünyasında beşinci makam olduğu ileri sürülmektedir. Peygamber soyundan geldiği için “Emir”, gönülleri fethettiği için “Sultan” unvanı almıştır. Türbe yapısal olarak özgünlüğünü yitirmiştir. Ancak sahip olduğu manevi değerinden hiçbir şey kaybetmeyerek günümüze gelmiştir.

Paylaşın

Tarihin Suya Yansıdığı Hamam Ve Kaplıcalar!

Tarihi Antik Roma dönemine kadar uzanan hamamlar, toplumların kişisel temizlik ve arınma ihtiyaçlarını karşılamakla beraber, sosyal faaliyetlerin bir bölümün gerçekleştirdiği mekanlar olması sebebiyle de önemli yapılardır. 

Roma, Bizans, Selçuklu ve Osmanlı hamamları, mimari kurgu ve ısıtma sitemleri bakımından temel olarak benzerlikler göstermektedir. Ancak, iç mekan tasarımları ve yapıldığı dönemin üslup özelliklerini taşıyan süslemeleri ile birbirinden ayrılırlar.

Kültürümüzün en önemli geleneği olan hamam ritüelinde kese ve köpük masajı uygulamaları yapılır. Yapılan bu ritüel, yaptıran insanı gevşetmek, rahatlatmak ve vücudundaki kirden arınması için yapılan bir uygulamadır..

Hamamlarla ilgili önemli bir deyim olan “Hamam’a giren terler” deyimi hamamların sıcaklık ortamının ne kadar fazla olduğunu anlatan önemli bir deyimdir.

İmparatorlara, kraliçelere, sultanlara hizmet vermiş olan Bursa’nın hamam ve kaplıcalarını ziyaret edecek olanlar çeşitli dönemlere ve kültürlere ait izleri taşıyan yapılarda tarihin suya yansımalarını göreceklerdir.

Bursa’da eskiliği ve tarihiyle ünlü pek çok hamam ve kaplıca bulunur. İşte bunlardan gidilip görülmesi gerekenler….

Mudanya / Tirilye Hamamı: Hamamın kesin adı ve yapım tarihi bilinmemekle birlikte, 16. yüzyılın ilk yarısında Yavuz Sultan Selim zamanında Kastamonu ve Üsküdar’dan getirilen Türklerin yaptırdığı yolunda bir bilgi vardır.

Perşembe Hamamı: Perşembe Hamamı Hanlar Bölgesi’nin kuzeyindedir. Hacı Hasanzade Kazasker Mustafa Efendi tarafından Fatih Sultan Mehmed Döneminde yaptırılmıştır. Mütevellilerin çoğunun Kadı ve Hoca olması sebebiyle Kadı Hamamı  da denmiştir. Perşembe Hamamı küçük boyutlu “Tek” hamamdır. 1903-1906 yılları arasında Cumhuriyet Caddesi yol genişletme çalışmalarında, soyunmalık bölümünün bir kısmı yıkılmıştır. Bu gün hamamda tekstil ürünlerinin satışı yapılmaktadır.

Mudanya Hasan Bey Hamamı: Hasan Bey tarafından 1652 yılında yaptırılan hamam, zamana yenik düşerek uzun bir dönem marangozhane olarak kullanılmıştır. Günümüzde hamam, özgün yapısına uygun olarak kültür merkezi fonksiyonuyla yeniden Mudanya’ya kazandırılacaktır.

Reyhan Paşa Hamamı: Bu gün Reyhan Çarşısı diye adlandırılan Hanlar Bölgesinin kuzeyindeki ticaret alanındadır. Sultan II.Murad’ın haremağalarından Reyhan Paşa tarafından, Yenişehir’de ki zaviyesine gelir sağlamak için 1433’te yaptırılmıştır. Reyhan Paşa Hamamı Küçük boyutlu “Tek” hamamdır. 1969’da sahiplerince onarılmıştır.

Mudanya Tahir Ağa Hamamı: 1870 yılında Bursa eşrafından Tahir Ağa tarafından yaptırılan hamam Nure Hamamı olarak da anılmaktadır. Çifte hamam tipolojisine uygun olarak yapılmış olan hamamın bugün özgün kimliğinden uzaklaşmadan, aslına sadık kalınarak restorasyon çalışmaları gerçekleştirilmektedir.

Davut Paşa Hamamı: Bat Pazarı Hamamı olarak da anılan hamam, adından da anlaşıldığı üzere Bat Pazarı’n da yer alır. Sultan II. Bayezid’in sadrazamı Davut Paşa, bu hamamı 1485 yılında İstanbul’da ki Davut Paşa Camii’ne akar olarak yaptırmıştır. Hamamın suyu Gökdere’den sağlanmaktadır. Orta Boyutlu tek hamam olan Bat Pazarı Hamamı yapıldığı döneme göre yenilikçi mimarisi ile dikkat çeker.

İznik: II. Murad Hamamı: Yapı 15. yüzyıl Osmanlı eseridir. II. Murad Hamamı çifte hamam tipolojisine uygundur. Yakın bir tarihte restorasyon geçirmiş olan yapının, bir bölümü yine hamam olarak işlevine devam etmektedir.

Tavuk Pazarı Hamamı: Hanlar Bölgesinde, Pirinç Han’nın doğusundaki hamam, bir zamanlar önünde Tavuk Pazarı kurulduğu için Tavuk Pazarı ismi ile anılmaktadır. Sultan II.Murad  Bursa’nın en süslü hamamının 1426 yılında Muradiye Camii ve İmaretine  vakfetmiştir. Hamamın suyu Pınarbaşı deresindendir. Tavuk Pazarı Hamamı bir çifte hamamdır. Bu gün giyim eşyalarının satışının yapıldığı bir çarşı olarak hizmet vermektedir.

Mahkeme (İbrahim Paşa) Hamamı: Hamamın 1421 tarihli vakfiyesinde, Çandarlı İbrahim Paşa’nın oğlu İbrahim Paşa tarafından yaptırıldığı belirtilmektedir. Çifte hamam sınıfındadır. Kubbeli mekanların yanı sıra iç içe eyvan uygulaması yapılmıştır. Günümüzde bir kısmı kültür merkezi olarak kullanılmaktadır. 

Kayhan Hamamı: Kayan Camisi’nin yanındaki Kayan Hamamı 15. yüzyıl başında Vezir Koca Mehmed Paşa tarafından yaptırılmıştır. Kesme taş ve tuğla ile inşa edilen ve Dülgerler, Ağaççılar, Mehmed Ağa Hamamı olarak da bilinen bina, çifte hamam tipolojisine sahiptir. 18. ve 19. yüzyıllarda çeşitli yangınlar geçirerek tamirat gören hamam, yaklaşık yüz yıl özgün işleviyle değil, depo ve imalathane olarak kullanılmıştır. 2010 yılında Bursa Büyükşehir Belediyesi tarafından kiralama yoluyla mülk sahiplerinden on yıllığına devir alınan Kayhan Hamamı restorasyon çalışmalarının ardından sosyo-kültürel amaçlı kullanılacaktır.

Ördekli Hamamı Kültür Merkezi: Hamam, “çifte” hamam tipolojisine uygundur. Eski Yeni Hamam olarak da bilinir. Yapımına Yıldırım Bayezid döneminde başlanmış olup, Bursa’nın Timur ordusu tarafından işgali nedeniyle, yapımı yarım kalmıştır. Hamam Çelebi Mehmed döneminde tamamlanmıştır. 1485’te Çandarlı İbrahim Paşa hamamın duvarına bir çeşme yaptırmıştır. Uzun bir süre harap durumda olan yapı, 2006-2008 yılları arasında kültür merkezi işlevi verilerek, restore edilmiştir. Hamam bünyesinde biri büyük diğeri küçük iki adet seminer salonu, fuaye salonu, kahve salonu, sergi salonları, geleneksel sanatlar kurs ve uygulama salonları ve Türk mutfağından yemeklerin sunulacağı bölümler yer almaktadır.

Şengül Hamamı: Bedesten ve Ulucami yakınındaki Şengül Hamamı, Sultan Yıldırım Bayezid Han tarafından yaptırılmış ve Ulucami içn vakfedilmiştir. 15. Yüzyıl yapısı olan hamam, küçük boyutlu tek hamam özelliğine sahiptir. Hamam tarihte çeşitli onarımlar görmüş olup, 1930’lu yıllara kadar hamam olarak kullanılmıştır. Bugün ise gümüş takılar satan esnaflara ait küçük dükkanların yer aldığı bir çarşı olarak işlev kazanmış ve Gümüşçüler Çarşısı olarak bilinmeye başlamıştır.

Timurtaş (Demirtaş) Paşa Hamamı: 14. yüzyılın sonlarında Yıldırım Bayezid döneminde Demirtaş Paşa’nın oğlu Oruç Bey tarafından yaptırılmıştır. Uzun bir süre harap durumda olan hamam, 1987 yılında onarılmış ve yeniden hamam işlevi kazandırılmıştır. Günümüzde de hamam olara hizmet vermektedir.

Çakırağa Hamamı: Tahtakale ve Hanlar Bölgesi arasında bulunan Çakırağa Hamamı’nı, Bursa ve İstanbul Subaşısı Çakır Ağa yaptırmıştır. Hamam orta büyüklükte bir “çifte” hamamdır. 1962’de hamam büyük çapta bir onarım görmüştür. Günümüzde hamam olarak işlevini devam ettirmektedir.

Çekirge Hamamı: Bursa Çekirge semtinde I. Murad Caddesi’nin yol seviyesinin altında kalan Çekirge Hamamı XIV. yüzyılda 1365’de yapılmıştır. Bursalı kadınlarca şifalı ve kutsal bilinen bu hamam başlangıçta halka açık, ücretsiz olarak yapılmıştır. Yolun birkaç basamak altında girişi bulunan hamamın kapısı üzerinde tuğla ile deniz dalgalarına benzeyen bir motif işlenmiştir.

Dayıoğlu Hamamı: Gökdere’nin batı yakasında At Pazarı Mevkiinde bulunan At Pazarı Hamamı Dayıoğlu Hamamı adıyla da anılır. Yapıya ilişkin bulunan ilk kayıt 1605 tarihlidir. Ancak Yapının bu tarihten önce yapılmış olduğu kuvvetle muhtemeldir. Hamamın vakıf suyu Gökderedendir. Dayıoğlu hamamı çifte hamam tipolojinde bir hamamdır. 1950 li yılların sonuna kadar işlek olan hamam belli aralıklarla kapalı kalsada, günümüzde de mahalleye hizmet eden bir hamam olarak kullanılagelmektedir.

Armutlu Hamamı (Eski Kaplıca): “Eski Kaplıca” ismi ile tanınan Armutlu Hamamı, Sultan I. Murad döneminde 1385 yılında yapılmıştır. Bursa’da yapılmış en eski kaplıca hamamı olup, ilk yapımının Bizans Döneminde olduğu bir çok kayıtta geçmektedir.

Eski Kaplıca Mimari özelliği bakımından Bursa’daki hiçbir hamam yapısının planına uymaz. Kaplıcanın Bizans sütunlarıyla çevrili havuz kısmında, “havuzdan yükselen buharla, kendinizi bir Wagner opera sahnesinde hissedebilirsiniz.

Havuzdaki su 45 derece, kaynakta ise 90 derecedir.İlginç olan, aynı yamaçta, Türklerin tabiriyle–karpuz çatlatacak-derecede,buz gibi soğuk pınarlar da yer almaktadır”. Evliya Çelebi’nin verdiği bilgiye göre, burada bir banyo yaptıktan sonra insan vücudu, kulak memesine kadar yumuşuyor ve insanın eli vücudunda bir sabun gibi kayıyor.

Günümüzde, hamamın altında bulunan zarif Kemerli Çeşme’den kalp çarpıntısına iyi geldiği söylenen su içilebilir ya da kaplıcanın sularında şifa aranabilir. Eski Kaplıca suyunun; sindirim yolu, kadın ve kalp-damar hastalıklarına iyi geldiği söylenmektedir.

Nalıncılar Hamamı: I. Murad tarafından yaptırılan hamam,Hüdavendigar, Gale Pazarı, Postacılar ve Tahıl Pazarı adlarıyla anılmaktadır. Yapı Tuz Pazarı Çarşısı içinde yer almaktadır. Nalıncılar Hamamı, çifte hamam özelliğine sahiptir. 14. 15. yüzyıllar boyunca en gözde hamamlardan biridir. 19. yüzyıla kadar hizmet veren hamam, mutemelen 1855 teki büyük deprem sırasında zarar görmüş, kadınlar kısmı yıkılmıştır.

Bursa Kaplıcaları: Bursa´nın kaplıca suları şehrin batısındaki Bademli Bahçe ve Çekirge bölgelerinden çıkar. Her iki bölgeden çıkan termal suların kimyasal analizleri farklı olduğu gibi, aynı bölgeden çıkanlarınki de farklıdır. Buna göre kaynakların aralarında bağlantı olmadığı kabul edilebilir. Çekirge´de bulunan sulara çelikli, Bademli Bahçe´de bulunanlara kükürtlü sular denir. Kara Mustafa Kaplıcası´nın suyu ise tamamen farklıdır. Vakıf Bahçe´de bulunan kâgir depodan çıkan su 32 yere verilir.

Oylat Kaplıcaları: İnegöl´ün 27 kilometre güneyinde Uludağ eteklerinde 840 m. yükseklikte yer almaktadır. Aynı zamanda çam ve kayın ağaçları arasında şifa kaynağı bir kaplıca ve mesire yeri olan Oylat Kaplıcaları; suyunun özellikleri bakımından dünyada 2. sırada yer almaktadır. Oylat suyunun en büyük özelliklerinden birisi içilebilmesidir. Suyunun 40 derece sıcaklıkta olması nedeniyle, soğutulmadan banyo yapma imkânı vardır. Su verimi dakikada 3000 litre olduğundan, radon gazının fazlalığı bir avantajdır. Bu gazlar etrafa yayılarak, solunum yolu ile vücuda geçer. Oylat Kaplıcası bol sulu bir kaplıcadır. Üç aslan ağızdan havuza dökülür. Kurnalarında musluk yoktur. Devamlı akar. “Arsenikli, sülfatlı, karbonatlı” bir sudur. İçmeye elverişlidir. Modern havuzları vardır. Romatizma, nevralji ve kadın hastalıkları, idrar yolları rahatsızlıklarında büyük yarar sağlar. Özellikle ağrılı sinir hastalıkları için bir şifa kaynağıdır.

Yeni Kaplıca: Yeni Kaplıca, bölgedeki suyun,Kanuni Sultan Süleyman’ın nikris hastalığına iyi gelmesi üzerine, Kanuni Sultan Süleyman´ın Veziri Rüstem Paşa tarafından 1552 yılında yaptırılmıştır.

Kanuni Sultan Süleyman’ı da iyileştiren bu kaplıca cilt, bağırsak, romatizma ve mesane hastalıklarına iyi gelmektedir. Kaplıcanın duvarları çini, tabanı mozaiklerle kaplı olup, dönemin sanatını yansıtan  en güzel örneklerdendir.

Tümbüldek Kaplıcası: Tümbüldek Kaplıcası, Bursa’nın Mustafakemalpaşa ilçesinde bulunmaktadır. Akarca Köyü’ne yakın olan kaplıcanın varlığı çok eski dönemlerden beri varlığını devam ettirmektedir.

Kükürtlü Kaplıcaları: Kükürtlü Kaplıcası’nın kadın ve erkek kısımları ayrı tarihlerde yapılmıştır. I. Murad tarafından 1380’lerde yaptırılan erkekler kısmında iki eyvan, bir halvet ve bir hela bulunmaktadır. Erkekler kısmının soğukluk bölümü ve kadınlar kısmı ise II. Bayezıd tarafından 16. yüzyılda yaptırılmıştır. Kaplıcanın duvarları ve kubbe kasnağı kesme taştan yapılmıştır. Sonradan kasnağa ikinci bir kasnak daha oturtularak, kubbe meyili azaltılmış ve üstü kiremit ile örtülmüştür. II. Bayezıd döneminde, mevcut hamama, ayrıca, günümüzde hamamın giriş bölümü olarak kullanılan camekanlı bir bölüm eklenmiştir. Kagir olan ana binalara 19. yüzyıl ortalarında bazı ahşap otel odaları ilave edilmiştir.

Kaplıca, fabrikatör Osman Efendi’nin mülkiyetine geçtikten sonra, 1930’ların sonunda otel bölümü, hamamı üç taraftan kuşatacak şekilde büyütülmüş, kuzeyine tonozlu bir banyo halveti, güneyine uzun bir sıra banyolar dairesi eklenmiştir.

1978 yılına kadar otel olarak işletilen tesislerin, 1978’de Uludağ Üniversitesi tarafından bir rehabilitasyon merkezi şeklinde kullanılmak üzere kamulaştırılmasına karar verilmiş ve 1981’de Üniversite’ye tesislerin teslimi yapılmıştır. Bu süreçten sonra başlatılan restorasyon çalışmaları 1992 yılında tamamlanmıştır. Kükürtlü Kaplıcası olarak bilinen tesislerde kullanılan suyun sıcaklığı 65oC’dır.

“Bademli Bahçe Kaynağı”na bağlı olan bu kaplıcalar, Bursa merkezi ile Çekirge arasındadır. Yedi kaynağı vardır. Kükürtlü Oteli, Yeni Kaplıca, Kaynarca ve Karamustafapaşa hamamları bu kaynağa bağlıdır. Kükürtlü ve radyoaktif olan bu sular, banyo ve içme olarak Vakıfbahçe Kaynağı ile aynı özelliklere sahiptir. Ayrıca Kükürtlü suları periferik damar hastalıklarına ve kronik iltihaplı hastalıklara iyi gelmektedir.

Paylaşın

Mimari Yapısıyla Dikkat Çeken ‘Tarihi Bolu Evleri’

Yemyeşil doğası, tertemiz havası ile yılın dört mevsimi ziyaretçilerine eşsiz manzaralar sunan Bolu, doğal güzelliklerinin yanı sıra tarihi mekanlarıyla da dikkat çekmektedir.

Tarihi Bolu Evleri’de mimari yapısıyla ziyaretçilerin ilgisini çeken yerler arasındadır.

Toplamda 360 (Merkezde 32, Göynük’te 114, Kıbrıscık’ta 2, Mengen’de 3, Mudurnu’da 207 ve Yeniçağa’da 2) tarihi ev Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından koruma altına alınmıştır.

20. yüzyıl başlarında inşaa edilen evler genelikle iki katlı ve içten merdivenlidir. Evlerin önünde ‘hayat’ adı verilen avlular yer almaktadır. Evlerin çatıları çoğunlukla kırma çatı türündendir ve yerli kiremitle kaplanmıştır.

Tarihi evler Bolu’nun Göynük (114) ve Mudurnu (207) ilçelerinde yoğunlaşmıştır.

Mudurnu’da yer alan, Armutçular Konağı, Keyvanlar Konağı, Kazanlar Konağı, Yarışkaşı Konağı, Hacı Abdullahlar Konağı, tarihi evler içinde öne çıkmaktadır.

Paylaşın

İnsanları Kendine Hayran Bırakan ‘Çır Şelalesi’

Bingöl’ün Ilıca Bucağı’nın Uzundere Köyü’nde yer alan Çır Şelalesi insanları kendine hayran bırakan bir doğa harikasıdır. Her yıl çok sayıda kişi bu şelaleyi ziyaret eder.

Çir Şelalesi, 100 metre yükseklikte Çir Taşı adı verilen bir kayadan yükselen su 50 metre yükseklikten düşer. Suyun adeta dans ederek düşmesi adeta insanları kendine hayran bırakmaktadır.

Buraya ilkbahar mevsimi ile birlikte ziyaretler başlamaktadır. Her yıl çok sayıda kişi bu şelaleyi ziyaret eder. Şelale ve çevresi harika manzaralarla kaplıdır.

Buraya gelip serin su eşliğinde piknik yapabilir veya doğa yürüyüşü yapabilirsiniz. Tabi bol bol manzara fotoğrafı çekmeyi de ihmal etmeyin.

Paylaşın

Adını Aşk Ve Güzellik Tanrıçası Aphrodite’den Alan Kent ‘Aphrodisias’

Türkiye’nin Ege Bölgesinde yer alan Aydın İli, coğrafi konumundan ötürü çeşitli uygarlıklara ev sahipliği yapmış ve her bir uygarlık bölgede kendi izlerini bırakmıştır.

Alinda Antik Kenti , Aphrodisias Antik Kenti, Alabanda Antik Kenti, Didyma Antik Kenti, Tralleis Antik Kenti, Nysa Antik Kenti, Magnesia Antik Kenti, Aydın’ın ev sahipiliği yaptığı uygarlıklardan günümüze kalan önemli kültür hazinelerinden bazılarıdır.

Alinda Antik Kenti: Karia kentlerinden biri olan Alinda, Kekatomnos’un kızı Ada, erkek kardeşi Pixodaros tarafından Bodrum’dan uzaklaştırılınca buraya yerleşmiş ve kendine başkent yapmıştır. 

Alabanda Antik Kenti: Aydın’ın Çine İlçesi, Doğanyurt köyü sınırları içerisinde bulunmaktadır. Alabanda antik kentinin üzerinde bulunduğu Araphisar Doğanyurt köyünün bir mahallesidir. Kent Çine Çayı’nın (Marsyas) 4 km. batısında Karadağ’ın uzantıları olan iki tepenin yamacına, kuzeyde Çine Ovası’na doğru yayılmıştır.

Aphrodisias Antik Kenti: Aydın’ın Karacasu ilçesinde yer alır. Adını aşk ve güzellik tanrıçası Aphrodite’den alan Aphrodisias özellikle Roma çağında Aphrodithe tapınımı ile ünlenmiş antik bir kent olup, günümüzde de çok iyi korunmuş anıt yapıları ile Türkiye’nin en önemli arkeolojik yerlerinden biridir. 

Didyma Antik Kenti: Apollon tapınağıyla ünlü olan Didyma Antik Kent, Aydın’ın Söke ilçesine bağlıdır. Burada yapılan ilk kazılar İngilizler tarafından 1858 yılında yapılmıştır ve 1937 yılına kadar devam etmiştir. Bu kent sadece bir antik kent değil aynı zamanda bir dini merkezdir. 

Tralleis Antik Kenti: Tralleis antik kenti Aydın ilinin kuzeyinde, Kestane dağlarının hemen güney yamacındaki plato üzerinde yer almaktadır. İl merkezine 1 km. uzaklıkta olan kent, argoslular ve Tralleis’liler tarafından kurulmuştur. Menderes havzasının verimli toprakları üzerine kurlmuş olan bu kent M.Ö.334’te İskender tarafından alınmasından sonra Hellenistik krallıklar arasında sık sık el değiştirmiştir.

Nysa Antik Kenti: Aydın-Sultanhisar’da bulunan Nysa Antik Kenti iki şehir görünümünde olup, günümüze birçok tarihi kalıntısını sağlam bir şekilde getirebilmiştir. Nysa, Karia kentlerinin en önemlilerinden biriydi. Kent ulaşım ve ticaret noktalarından birinde bulunmasından dolayı uzun yıllar önemini korumuştur.

Magnesia Antik Kenti: Aydın’ın Germencik İlçesi, Ortaklar Bucağı’na bağlı Tekin Köyü sınırları içinde, Ortaklar-Söke karayolu üzerindedir. Kent efsaneye göre Thessalia’dan gelen Magnetler tarafından kurulmuştur.

Paylaşın

Doğal Yapısıyla Hayranlık Uyandıran ‘Cehennem Deresi Kanyonu’

Doğal yapısıyla hayranlık uyandıran ve dünyadaki sayılı kanyon vadileri arasında yer alan Cehennem Deresi Kanyonu, Ardanuç ilçe merkezinin 7 km kuzeybatısında ve Artvin-Ardanuç karayolunun 25. km’sinde yer almaktadır.

500 metre uzunluğunda, 70 metre genişliğinde ve 6 metre derinliğindeki Cehennem Deresi Kanyonu, taşlı ve dik patikalarının yanı sıra tek kişinin bile zor sığacağı yollardan geçilerek gezilebiliyor.

Hatta bazı aralıklardan tek tek geçerken, bir sopa veya zil ile gürültü çıkarmak gerekir ki bu güzelliğin bekçiliğini yapan hayvanlar, özellikle yılanlar sizin dost olduğunuzu anlasın ve zarar vermesin.

İlkbaharda yeşile bürünen kanyonu gezmek için ilçeye gelen yerli ve yabancı turistler, kanyonun zirvesine kadar yürüyüş yapma imkanı buluyor.

Paylaşın

99 Yılda Tamamlan saray: İshak Paşa Sarayı

Ağrı’nın Doğubayazıt ilçesinin 7 km. güney doğusunda, ovaya hakim yüksek bir tepenin üzerine kurulan İshak Paşa Sarayı, İstanbul Topkapı Sarayı’ndan sonra son devirde yapılmış sarayların en ünlüsüdür.

Sarayın yapımı 1685 yılında Çıldır Atabeklerinden Çolak Abdi Paşa tarafından başlanılmış, aynı soydan gelen Küçük İshak Paşa zamanında 1784’ te (99 yılda) tamamlanmıştır. Mimarı, Ahıskalı ustalardır. 

Saray, Karaburun tepesi üzerine terası, iki avlu ile bu avluları çevreleyen çeşitli yapı topluluğundan meydana gelmektedir. Doğu-Batı yönünde yaklaşık 7.600 m. karelik bir alan üzerine oturtulmuştur. Bazı kısımları tek, bazı kısımları iki, bodrum dahil bazı kısımları üç katlı olarak yapılmıştır.

Bir saray için gerekli tüm bölümler (harem, harem odaları, aşevi, hamam, toplantı salonları, eğlence yerleri, mahkeme salonu, camii, çeşitli hizmet odaları, oturma odaları, uşak ve seyis odaları, muhafız koğuşları, cezaevi, erzak depoları, cephanelik, tavlalar, bodrum katlarında çeşitli hizmet odaları vb.) vardır. Her odada ocak, dolap yerleri vb. görülmektedir.

Sarayın girişi, savunması en zor olan doğu cephesindedir. Anıtsal taçkapı, avlulara çıkan diğer kapılar gibi, kabartma, süsleme ve zengin bitki motifleriyle Selçuklu sanatının özelliklerini taşır. Saray, tarih ve sanat tarihi yönünden essiz bir değere sahiptir. Bu bey kalesi, Avrupa’ daki şato tipi yapıların ülkemizde rastlanmayan en iyi örneğidir. 

Sarayın cami dışındaki bölümlerin çoğu yıkılmış, harap olmuş, tavanları sökülmüştür. Son yıllarda biraz onarılmış, restore edilmiştir. Camii, saray kompleksinin en sağlam kalan yeridir. Her halde burası, dini bir korkuyla tahrip edilmemiştir. Tek kubbeli camii, iki ayrı renk taşla örülmüş minaresiyle saraya ilginç bir görünüm kazandırmaktadır. Camiinin kıble duvarının dışındaki türbe geometrik ve bitkisel motiflerle süslenmiş olup, muhtemel Abdi Çolak Paşa ile İshak Paşa ve yakınları için yapılmıştır. 

Sarayın(Selamlık) kuzey cephesinde dışa sarkan dört ahşap konsolda üstte kanatlı ejder, onun altında aslan, en altta insan figürleri yer almaktadır ki, çok ilginç ve sanatkaranedir.

Sarayda klasik Osmanlı mimarisinden farklı üslup ve benzeme şekilleri dikkati çeker. Türk saray geleneği ve mimarisinin ana prensiplerine uyulmuştur. Yapı birkaç aşamalıdır ve güzellikle azameti yansıtır. Saray iştihamı, yaptıran paşanın çevreye ve Merkezi Devlet’e karşı gücünü göstermek istediği anlaşılmaktadır. 

Taş duvarların içinde görülen boşluktur, sarayın kalorifer tesisatı andıran merkezi ısıtma sistemiyle ısıtıldığını göstermektedir. 

Yapımı bir çok efsane ve hikayeye konu olan İshak paşa sarayı; Osmanlı döneminde Ağrı’ da yapılan en büyük ve en önemli mimari eserdir. İshak Paşa Sarayı, geleneksel Türk mimari karakterinde ve Selçuklu mimarisi biçiminde bir yapıdır. Bu yapılar topluluğunda Osmanlı ve Selçuklu mimarisinin öğeleri yanında, Avrupa sanatının Barok üslubunun etkileri de görülmektedir. Zamanın en modern ve ileri anlayışı ile yapılmış olup, genel hatlarıyla Türk kültürünün özelliklerini taşır. Bir Osmanlı Dönemi Yapısı İshak Paşa Sarayı Görkemli özel mimarı yapısı, anıtsal taç kapıları, haremi, selamlığı, cami ve yüzlerce odası ile görülmeye değer bir şah eserdir… 

Sanki bir saray değil, tüm heybetiyle canlı bir tarih, her tarafı sır dolu bir efsanedir. Onu anlamak için yakından görmek, gezmek gerekir… 

Bu görkemli yapının mimarı meçhuldür, onun için halk, sarayın yapımı ve tarihi hakkında bir çok efsane anlatır. Sarayı gezerken, masal dünyasının saraylarını görmüş gibi hayal güçleriniz harekete geçer, güzellikler karşısında efsanelerde anlatılanlar bir bir gözlerinizin önünde canlanır… 

Bir kartal yuvasını andıran ve çevresiyle ahenk oluşturan bu muazzam yapıya hayran kalmamak elde değil…

Paylaşın

Yeşilırmak Kıyısındaki Görsel Şölen: Amasya Evleri

Amasya kent dokusunda önemli bir yere sahip olan ve özellikle Yeşilırmak Nehri kenarında yer alan Amasya Evleri, geleneksel Osmanlı Ev mimarisine iyi birer örnektirler.

Önemli bir bölümü 19. yüzyılda yapılmış olan bu konutlar, Hımış ve Bağdadî tekniğine önemli birer örneklerdir. Genellikle yan yana, bitişik nizâm olarak düzenlenmiş olan bu konut mimarisinin güzel örneklerini Yalıboyu Evleri olarak bilinen konut dokusu oluşturmaktadır.

Yeşilırmak kenarında, tarihi sur duvarı üzerine, ahşap çatkı arası kerpiç dolgulu olarak, kırma ya da beşik çatı üzeri oluklu kiremitle örtülü bir biçimde düzenlenmiş olan evler, bodrum üzeri tek kat ya da iki katlı olarak düzenlenmişlerdir.

Bazı uygulamalarda birinci kat üzerinde bazı uygulamalarda ise ikinci kat üzerinde köşk olarak bilinen şahniş yer almaktadır. Genellikle avlulu ve bahçelidir. Özellikle haremlik ve selamlık tarzda düzenlenmiş örneklerde bahçe ortada kalmakta ve konutlar dışa kapalı bir görünüm almaktadır. Bu dışa kapalılık diğer konutlarda bazen yüksek bir bahçe duvarı nedeniyle karşımıza çıkmaktadır.

Konutların ikinci kat uygulamaları genellikle dışa taşkın, cumbalı olarak yapılmakta ve bu sayede hem evin plânında bir simetri oluşmakta hem de daha fazla yer kazanmak söz konusu olabilmektedir. Özellikle Yalı boyunda tarihi sur duvarı üzerine yapılmış olan konutlarda bu durumu çarpıcı bir şekilde görmemiz olasıdır. Buradaki konut dokusu, eliböğründelerle desteklenerek dışa taşırılmış ve böylece evlerin iç mekanlarında bir genişleme meydana gelerek mekan kazanımı sağlanmıştır.

Taşıntılar sayesinde daha çok dışa açık, geniş ve aydınlık olan ikinci katlar, alt katlara oranla daha fazla pencere uygulamasına olanak vermiştir. Pencereler daha çok giyotin pencere tarzında ele alınmış ve üçlü gruplar halinde düzenlenmiştir. Pencere önlerinde, dışarıdan bakıldığında içerinin görülmesini engelleyen ahşap kafeslikler görülür.

Günlük yaşam evlerin iç mekanında, sofa (hayat) etrafında biçimlenen odalar içerisinde geçmektedir. Bu odalarda genellikle ocak, şerbetlik, yüklük (gömme dolap), raf ve sedir gibi işlevsel birimler bulunmaktadır.

Ayrıca birkaç örnek dışında evlerde bağımsız bir gusülhane bulunmadığı için de bazı odalarda büyük ve geniş olarak düzenlenmiş olan yüklükler gusülhane (banyo) olarak değerlendirilmiştir. Odalar içerisinde yer alan bütün bu birimler günlük yaşamın ayrılmaz birer parçasıdırlar.

Evlerin iç mekanları içerisinde yer alan birimler dışında bahçe ya da avlu içerisinde bulunmakta olan ve günlük hayatla bağlantılı başka birimlerde yer almaktadır. Bunlar arasında su kuyusu ve ocak ilk göze çarpan birimlerin başında gelmektedir. Hatta bazı örneklerde ekmek ihtiyacını karşılamak için fırın yapılmış olduğu da görülmektedir. Bu nedenle denilebilir ki; Amasya evlerinde gerek iç gerekse de dış mekanlarda yer alan bütün birimler arasında kesintisiz bir bağlantı söz konusu olup bu bağlantı birbirini tamamlayıcı niteliktedir.

Paylaşın

Dünyanın En Güvenli Şehirleri!

Dünya ülkeleri ve kentleriyle ilgili en büyük veri tabanına sahip olan Numbeo portalı, 2019’un en güvenli ülkeleri listesini paylaştı. Türkiye 59.62 puanlık güvenlik endeksiyle listenin 49. sırasında yer aldı.

118 ülkenin bulunduğu listenin zirvesinde Katar yer alırken, Türkiye ise 59.62 puanlık güvenlik endeksiyle listenin 49. sırasında yer aldı.

Güvenlik endeksi 78.5 olan İsviçre, 2019’un En Güvenli Ülkeleri listesinin 10. sırasında yer aldı.

78.53 puanla Singapur, listenin 9. sırasında.

Avusturya, 2019’un En Güvenli Ülkeleri sıralamasında 8. oldu.

Yüzde 79.20 güvenlik oranına sahip olan Estonya, listede 7. sırada.

Gürcistan, yüzde 80.14 güvenlik endeksiyle listenin 6. sırasında yer aldı.

Hong Kong, 80.86 puanlık güvenlik endeksiyle listenin 5.’si oldu.

Tayvan, 82.62 puanla sıralamada dördüncü.

Birleşik Arap Emirlikleri (BAE), 83.68 puanla sıralamada 3. sırada yer aldı.

Japonya, 86.27 puanla listenin 2. sırasına yerleşti.

Katar, 2019’un En Güvenli Ülkeleri sıralamasının zirvesine oturdu.

Paylaşın

Geleneksel ‘Pantolonsuz Metro Yolculuğu’ Gerçekleşti

”Improve Everywhere” grubunca düzenlenmeye başlanan ve dünya genelinde onlarca şehre yayılan ‘Pantolonsuz Metro Yolculuğu’ (No Pants Subway Ride) bu yıl da yoğun ilgi gördü. Bu etkinlikten haberi olmayanlardan bazıları ise şaşkınlıklarını gizleyemedi.

2002 yılında Improv Comedy isimli grup tarafından başlatılan ve ‘ahmaklığı kutlamayı’ amaçlayan ‘Pantolonsuz Metroya Yolculuğu’ etkinliğine katılanlar bu yıl da metrolarda iç çamaşırlarıyla yolculuk etti.

Dün 18.si düzenlenen etkinliğe ABD’nin New York kenti başta olmak üzere Londra, Kopenhag, Buenos Areos, Berlin ve San Francisco gibi ülkeler de katıldı.

Havanın soğuk olması ABD’li vatandaşları etkilemezken, bu etkinlikten haberi olmayanlardan bazıları ise şaşkınlıklarını gizleyemedi.

Paylaşın