Akşener’den Erdoğan’a Çok Sert ‘İki Ayyaş’ Tepkisi

Partisinin TBMM’deki grup toplantısında Cumhurbaşkanı Erdoğan’a sert sözlerle yüklenen İYİ Parti Lideri Akşener, “Birinci ayyaş dedikleri Birinci Dünya Savaşı’nın küllerinden bir devlet bir ülke kurdu! Utanmadan anasına genel evde çalışıyor dediniz, ayıp, ayıp, ayıp! İkinci ayyaş dediğiniz II. Dünya Savaşı’na sokmadı bu ülkeyi, bir gencinin burnunun kanamasına izin vermedi!” dedi.

Haber Merkezi / İYİ Parti Genel Başkanı Meral Akşener, partisinin TBMM’deki grup toplantısında gündeme ilişkin değerlendirmelerde bulundu. Akşener’in açıklamaları şöyle;

6 siyasi parti olarak çok önemli bir adım attık. Milletimizi işsizlik, umutsuzluğa hapseden; devletimizi liyakatsizliğe mahkum eden partili cumhurbaşkanlığı sistemi ucubesinden kurtulmak için çok önemli bir adım attık.

Yaşadığınız hayata size sunulan koşullara baktığınızda aklınıza ilk ne geliyor? ‘Ne çektik be?’ mi diyorsunuz yoksa ‘Ne çektiniz be cumhurbaşkanım’ mı diyorsunuz. Cevap gün gibi ortada. Memleketin gerçekleriyle bağını koparalı uzun zaman olmuş Sayın Erdoğan’ın da o cevabı duymaya ihtiyacı var. Neden mi? Çünkü fark etmişsinizdir. Telefonunu çıkar bakalımcı dayıların büyük üstadı, dizilerdeki bilge adamlar edasıyla teksir kağıdı nedir biliyor musunuz diye soruyor.

“Gençlere nasihat vermekten, nutuk atmaktan artık vazgeç be kardeşim!”

Sayın Erdoğan bizler teksir kağıdından sarı defterlerle okuduk bugünlere geldik. Peki sen kuşe kağıtla okumasına rağmen okuduğu okulun hiçbir faydasını görememek nedir bilir misin? Binbir emekle okulunu bitirip atanamamak nedir bilir misin? Üniversiteden mezun olup annenden babandan harçlık almaya, zincir markette kasiyerliğe mahkum olmak nedir bilir misin? Hayallerinin hayatını şekillendirmesi gereken yaşta AVM köşelerinde yitip umutsuzluğa hapsolmak nedir bilir misin? Bilmiyorsun Sayın Erdoğan, çünkü sen de aynı benim gibi Cumhuriyetimizin sunduğu fırsat eşitliğinden faydalandın. Bugün senin yönettiğin Türkiye’de gençlerimiz Cumhuriyetin sunduğu imkan ve fırsatlardan yoksun kaldı. Bu gerçeği ne kağıtla, ne binayla ne de hamasetle kapatamazsın. Ben büyüdüğüm Türkiye’nin imkanlarını bugün gençlerimize sağlayamadığım için suçlu hissediyorum. Sen de takkeni önüne koy, bu gerçeklerle yüzleş. Gençlere nasihat vermekten, nutuk atmaktan artık vazgeç be kardeşim! Sıktı artık, bıktırdın artık!

Biliyorsunuz, Bay Kriz ve arkadaşları için, her şey sayılardan ibarettir. Ancak kendileri, verdikleri sayıların niteliğiyle, karşılığıyla ve sonuçlarıyla, asla ilgilenmezler. Mesela çıkıp; ‘Bizden önce, 526 bin olan öğretmen sayısını, 993 bin 670’e çıkardık’ derler. Ama, o 993 bin öğretmenimizin içerisinde; atanamadığı için, intihar eden kardeşlerimizle, asla ilgilenmezler. Mesela çıkıp ‘Bizden önce 76 üniversite vardı, biz bu sayıyı 207’ye çıkardık’ derler. Ama o üniversitelerden mezun olduktan sonra; işsizlik sarmalında çile çeken gençlerimizle, asla ilgilenmezler. Madem bu arkadaşlar, sayıları bu kadar çok seviyor, o zaman gelin, biz de bazı sayılardan bahsedelim…

Mesela, enflasyondan konuşalım. TÜİK’in açıkladığı hâliyle bile yıllık gıda enflasyonumuz, yüzde 55 olmuş. Bırakın OECD’yi, Arjantin’e bile, 5 puan fark atmışız. “Zampiyonlar Ligi’ne” çevirdikleri memleketimizde, sadece bir yılda; Patlıcanın fiyatı yüzde 166,  Patatesin fiyatı yüzde 123, salatalığın fiyatı yüzde 111 artmış. Çok değil, bundan daha bir yıl önce; Markete gittiğimizde, 100 lira ödediğimiz ürünlere bugün 156 lira ödüyoruz.

Bugün çiftçi dostu olarak kurulup, iktidarın yandaş müteahhitlerinin dostu hâline getirilen Ziraat Bankası’nda tarıma verilen krediler, toplam kredilerinin yüzde 14’ünü oluşturuyor.  Yani Ziraat Bankası’nın verdiği, her 100 liralık kredinin, sadece 14 lirası, tarıma gidiyor.  İşte bu yüzden, hep söylediğimiz gibi İYİ Parti iktidarında, Ziraat Bankası’nı yeniden çiftçinin dostu yapacak, kamu bankalarının sırtına, adeta sülük gibi yapışan, yandaş şirketleri de söküp atacağız.

“Enerji enflasyonunda Avrupa’da açık ara birinci sıradayız”

1 sene içerisinde elektrik üretiminde kullanılan doğal gaza yüzde 341, sanayide yüzde 435, konutlarda ise yüzde 47 zam yapıldı. Ben böyle deyince Avrupa’da da zam var demeye başlayacak olan arkadaşlar var. Avrupa’da pandemi sonrası genişleme ve uluslararası alandaki istikrarsızlıktan kaynaklanan enerji enflasyonu Eurostata göre sadece yüzde 25. Yani yüzde 435’e varan zamlar ile Avrupa’da açık ara birinci sıradayız.

O sandık gelecek ve bu harami düzenden kurtulacağız. İYİ Parti iktidarında milletimizi hak ettiği refaha kavuşturacağız.

Sayın Erdoğan’ın, her sıkıştığında arkasına saklandığı cümlelerden biri; ‘Bütçeden bir kuruş harcamadan köprü, yol, havaalanı yapıyoruz’ cümlesidir. Ne var ki 2022 yılı bütçesine bu dolar garantili ödemeler için 42,5 milyar lira ödenek kondu. Bununla kalsa yine iyi, Türk lirası değer kaybedince bu ödeme miktarı 65 milyar liraya çıktı. Yanlış duymadınız. 65 milyar lira. Yani, Sayın Erdoğan’a göre, bütçeden kuruş harcanmayan projelerin, sadece 2022 yılı için bütçeye getirdiği yük 65 milyar lira. Bu arkadaşımız ya göz göre milletine yalan söylüyor ya da artık ipin ucunu o kadar kaçırmış ki, olan bitenin farkında değil. Bu rezaletin başka bir açıklaması olamaz.

Ülkemizde canımızı yakan bir başka konu da akaryakıt fiyatları. Biz şu an yakıtı Amerika’dan, Angola’dan, Arjantin’den daha pahalıya kullanıyoruz. Hatta Taliban’ın Afganistanı’ndan, Esad’ın Suriyesi’nden bile daha pahalıya kullanıyoruz. Ülkemizde son 1 sene içerisinde benzin yüzde 134, mazot fiyatları yüzde 139, LPG ise yüzde 143 arttı. Utanmadan çıkıp domates tarlada 1 lira, markette neden 20 lira diye nara atıyorlar. Yahu el insaf. Mazot 17 lirayı geçmişken tarladaki 1 liralık domates tezgahta nasıl 1 lira kalsın. Sayın Erdoğan sağda solda düşman aramaktan artık vazgeç. Hayat pahalılığını neden bitiremiyorsunuz, bu gıda fiyatları neden uçuyor diye sorduğumuzda suçu domates, biber, patlıcan lobisine atarak meseleyi çözemezsin. Domatesin tarlada 1 lira markette 20 lira olmasının sebebi bizzat sensin sen.

“Ukrayna’nın cesur evlatlarını saygıyla selamlıyorum”

Bugün Türk milleti olarak hepimizin yüreği bir başka millet için çarpıyor. Ukrayna’nın vermiş olduğu mücadeleyi belki de en iyi biz anlıyoruz. Bu vesileyle Ukrayna’nın cesur evlatlarını saygıyla selamlıyorum.

Tarihin kırılma noktalarından birisine tanıklık ediyoruz. Ukrayna’nın şehirleri, sivillerin yaşam alanları hedef alındı. Bunun bir işgal girişimi olduğunu söylemek zorundayız. Çünkü Rusya Devlet Başkanı Putin, Ukrayna halkının iradesini tanımıyor. Siyasi egemenliğine saygı duymuyor. Askeri yollarla düpedüz vali atamaya çalışıyor. Bunlarla da yetinmiyor. Adeta paranoya nöbeti geçiren bir Rus kahramanı gibi ülkesini güvende kılmak için istediği ülkeyi işgal etme hakkını da kendinde görüyor. Bu durum her bakımdan bir dönüm noktasıdır. Artık dünyamızın bir Rusya yayılmacılığı sorunu var. Rusya, uluslararası hukuku ve BM prensiplerini tanımadığını çık şekilde dile getirdi. Karşımızda herhangi bir ülke tarafından saldırıya uğramadığı halde istediği ülkeyi işgal etme hakkını kendinde gören zihniyet tüm gerçekliğiyle duruyor.

Bu tavır bize İkinci Dünya Savaşı sonrasında, Doğu Avrupa’yı, adım adım kontrolü altına alan Stalin’i hatırlatıyor. Stalin, sınırlarını genişletme konusunda, öylesine hırslıydı ki, kendi sözünü dinlemeyeceğini düşündüğü, Doğu Avrupalı komünist siyasetçileri bile, ortada kaldırmış, yerlerine kendi emir erlerini atamıştı. Yani Soğuk Savaş dünyasında da mesele, komünizmin yayılmasından çok, Rusya’nın yayılmasıydı. İşte o nedenle;1956 yılında Budapeşte’de, 1968 yılında ise Prag’da dolaşan Sovyet tanklarının, tek bir amacı vardı: O amaç, Rusya’nın tahakkümünü korumaktan başka bir şey değildi. O yıllarda, Sovyetler’in uyguladığı bu strateji, sosyalizmin arkasına gizlenebiliyordu. Soğuk Savaş sona erdikten sonra, artık geride ardına gizlenecek bir ideoloji de kalmadı. Ancak bu Rus devletinin yayılmacılık tutkusunun bittiği anlamına gelmiyor. Bugün bunu tüm çarpıcılığıyla görebiliyoruz. Bu tutku Putin ile birlikte yeniden dirilmiş durumda.  Bu defa ise, sosyalizm terimlerinin yerini, Çarlık Rusya nostaljisi almış gibi görünüyor.

Putin’in zulmüne maruz kalan onca insanı kaderlerine terk edemeyiz. Vakit, çekimser kalma değil zalimin karşısında dik durma vaktidir. Rusya’nın bu durumu ortadayken Türkiye’nin güvende olduğunu kim iddia edebilir. Putin’in kafasındaki Rusya’nın eksik parçalarının Kars, Erzurum ve Ardahan olmadığını kim rahatlıkla söyleyebilir.

Bugün, bölgemizdeki tüm bağımsız devletler, bu soruyu kendi ülkeleri için soruyorlar.  Ve herkes, Putin’in idaresindeki Rusya nedeniyle, güvenliğinin tehlikede olduğunun farkında. Bunun farkında olmayan ve Rusya’nın bu halinden memnun olan, tek bir bölge ülkesi var, o da maalesef Türkiye.  Mevlana diyor ki; “Kuş avlamak isteyen, kuş taklidi yapar.” O nedenle; Rusya’nın mevcut durumundan, memnuniyet duyanların, Türkiye’nin Rusya ile girdiği, asimetrik ilişkiyi destekleyenlerin, Ukrayna’da zulüm sürerken, Rus televizyonlarında yorumculuğa soyunanların, kendilerine milliyetçi diyerek, milli güvenlik konularında, ahkam kesmeleri beni hiç de şaşırtmıyor.

Halbuki ortada, çok açık bir gerçek duruyor. Karşımızda, bölgesindeki ülkelerin sınırlarını, bağımsızlığını ve siyasi egemenliğini tanımayan, bunu da açıkça beyan eden bir Rusya var. Aklı başında insanlar tarafından yönetilen her devlet eğer bağımsızlığını ve egemenliğini Rusya’ya karşı korumak istiyorsa belirli adımlar atmalıdır.  Ancak üzülerek söylüyorum ki; Türkiye, bu adımları atamayacak kadar, Rusya’ya bağımlı hale getirilmiştir. İki ülke arasındaki ilişki, dengeli ve simetrik değildir.

Bu ilişki, Rusya lehine asimetrik bir ilişkidir. S400’lerden Suriye’ye, Akkuyu’dan turizme kadar, hemen her alanda bu asimetrinin, Türkiye’yi düşürdüğü kırılgan durumun yansımalarını görüyoruz.

Bakın size hemen bir örnek vereyim.  Geçen hafta, Sayın Erdoğan çıktı ve Ukrayna krizinde, NATO’yu göreve çağırdı. Ukrayna’ya daha fazla destek olmuyorlar diye NATO ülkelerini eleştirdi, içeride de gazetelere demeç verdi. Aynı günün akşamında ise Strazburg’da, Rusya’nın, Avrupa Konseyi’ndeki üyelik haklarının, askıya alınmasına dair, bir oylama vardı. Peki orada ne oldu? Sabah Rusya’yı eleştiren ve batılı devletleri göreve çağıran Sayın Erdoğan, aynı günün akşamı konseyin 47 ülkesinden bir tek Ermenistan’ın Rusya’ya destek olduğu oylamada, çekimser kaldı.  Aynı gün.  İşte size, Ak Parti iktidarının, dış politikada memleketimizi düşürdüğü kırılgan durum.

Artık tüm dünyada, yeni bir dönemin başladığına inanıyorum. Memleketimiz, badireler coğrafyasında, badireli zamanlara alışkın bir ülkedir. Ancak bizler, yaşanan bu badirelere sadece milletimizi, topraklarımızı ve egemenliğimizi korumak ve kollamak adına müdahil oluruz. Çünkü biliriz ki bu prensibe bağlı kalınmadığı zaman, ‘galip kahraman olma hayalleri’, süratle ‘galiz kahramanlığa’ dönüşür. Tarihimiz, bunun nice örnekleriyle doludur. Ve şanlı tarihimiz, havanda su dövmenin yeri değil, ders alıp gelişmenin mutfağıdır. Nitekim; Lozan’ı ve Montrö’yü imzalayıp, Anadolu ve Trakya’nın tapusunu, milletin, evrak-ı metrukesine koyanlar; barışın bedelini unutmayalım diye, ‘Yurtta barış, cihanda barış’ demişlerdir. Devlerin savaşında, bu toprakların genç fidanları başkalarının ütopyaları uğruna toprağa düşmesin diye, ‘Ne başkasının bir karış toprağında gözümüz var ne de başkasına bir karış toprak veririz’ demişlerdir. Ama maalesef Türkiye, böylesine hassas bir dönemde burnunun ucunu bile görmekten aciz olduğu halde görmediği ufkun ardındakilerin masalını, milletine anlatma cüretini kendine hak gören laf ebeleri tarafından, sevk ve idare ediliyor.

‘İki ayaş’ tepkisi

Öyle ki; 1’inci Dünya Savaşı’nın yangınının küllerinden, bir memleket kuranların, hakir görüldüğü, 2’inci Dünya Savaşı’nın yangınını bu memlekete sıçratmayanların basiretsiz bulunduğu bir acayip delilik hali. Hani iki ayyaş deniliyor ya ondan bahsediyorum. Kimse de sesini çıkarmıyor ya ondan bahsediyorum. Birinci ayyaş dedikleri birinci dünya savaşının küllerinden bir devlet bir ülke kurdu. Anadolu’nun her evinde en az iki gencimizin şehit olduğu bir dönemden bahsediyorum. Havza’dan Amasya’ya giderken otomobilinin tekerliği patladığında onun tamiri için beklerken çit süren bir çiftçinin yanına giden Gazi Mustafa Kemal der ki ‘İzmir işgal edildi efendi sen çiftini sürüyorsun haberin mi yoktur yoksa nedir?’ Beyim haberim var ama oğlum Çanakkale’de Abim Yemen’de Sarıkamış’taki ailesinin fertlerini sayar. Bu kadar erkeğin evladı bana bakıyor. Bu topal ayakla kırık kola bu gariban öküze bakıyor. Onun için bu tarlayı sürmek zorundayım. Hele İzmir’deki işgalciler gelsin tarlamın sınırına o zaman bakarım. Bunu diyen o çiftçiden o köylüden yıllar sonra afet İnan gaziye sorar ne olmuştur? Der ki Sakarya’da şehit düştü. Tamam mı! İşte bu devlet bu akılla bu vicdanla bu yürekle kuruldu. Ayyaş dediğiniz buydu. Utanmadan anasına genel evde çalışıyor dediniz. Ayıp ayıp ayıp! İkinci ayyaş dediğiniz II. Dünya Savaşı’na sokmadı bu ülkeyi, bir gencinin burnunun kanamasına izin vermedi!

Dün, 1 Mart tezkeresinin yıl dönümüydü. O ret kararı milli meclisimizin o günlerde ortalıkta ‘BOP Eşbaşkan adayıyım’ diye gezenlere verdiği en önemli cevaptı.  Milli egemenliğin ve milli iradenin, Türkiye’nin varlık senetlerine meydan okuyan, bir karanlık iradeye karşı isyanıydı. Aradan 19 yıl geçti. Ve o aynı karanlık irade; 1 Mart 2003’te, Gazi Meclisimize karşı açtığı, hırs ve intikam savaşında adına bir de utanmadan ‘Türk Tipi’ dedikleri, Partili Cumhurbaşkanlığı Sistemi ucubesiyle galip geldiğini zannetti. Tıpkı eski ‘abilerinin’ ona öğrettiği gibi büyük yalanlarla, büyük mesafeler aldığını zannetti. İşte o nedenle bugün bizlerin, arkamıza millet iradesini alarak çıktığımız bu kutlu yol milletimizi, mehmetçiğimizi ve devletimizi herhangi bir zaman, herhangi bir şekilde, herhangi bir amaçla, herhangi müstevlinin aracı, maşası veya yancısı yapma olanaklarını ortadan kaldırmaktır. Meclisimizin gücünü ve iradesini, tek adamcılık oynayan, kravatlı ergenlere karşı her daim üstün kılabilme çabamızın altındaki sebeplerin en önemlisi işte budur.

“Atatürk, yozlaşmış Avrasya rejimlerine duyulan hayranlığı gizleyecek bir maske değildir”

Nitekim bugün; Türk’ün incinen gururunun rüzgarını, arkasına alarak, ‘Ey Batı’, ‘Ey NATO’ diye çıktıkları yolda dünün eş başkanları, bugünün matruşka bebeği olma hevesine kapılmışlardır. Dahası, söz konusu kimseler, Aziziye tabyalarını, Allahuekber Dağları’nı, Plevne’yi, Kırım’ı, Erzurum’u, Nene Hatun’u unutmuşlar ama ne hikmetse, yerlilik ve millilik panayırları düzenlemekten de, geri durmamaktadırlar. Amma kirli ve kara para ağlarının, karanlık iş ilişkilerinin, mafyatik idarelerin ortak dostlarıyla bir araya gelmek isteyenler ve Türk Milleti’ni merdiven altı parya düzeninin köleleri yapmak isteyenler, bilsinler ki bu millet ölmedi ve yılmadı.

Büyük Türk Milleti! Ne bugün, bizzat kendisinin, mucidi olduğunu iddia ettiği fakat onlara her icraatıyla ihanet eden ve bizzat şovunu yaptığı değerlere ve anlaşmalarına uymakta nazlanan bir Batı’nın; Ne de yüze gülen, ama arkandan kuyu kazan, bir sözde Avrasya’nın veya çöllerinde altın kaplama jipler üzerinde, borsa simsarlığı yapan bir alemin “küçük-stratejik ortağı” olamazsın! Kaderini ne 11 askerinin başına çuval geçiren hadsizlere ne de 34 askerini bombalayarak şehit eden bir zorbaya bağlayamazsın. Ne vatandaşlığını bir avuç dolara satanların ne de topraklarını, limanlarını, birkaç küçük avantaya devredenlerin, marabası olamazsın. Ne burnunun dibinde savaş tamtamları çalarken Afrika seyahatine çıkan öngörü şampiyonlarının ne de ‘Boğazlardan para kazanamıyoruz’ diyerek milletin tartışılmaz egemenlik haklarını, berhava etmeye kalkanların kara düzenine araç olamazsın. Büyük Türk Milleti! Türkiye küresel bir Dünya’da, yalnız kalamaz, yalnız bırakılamaz. Türkiye her şeyi ikiye ayırmaya alışkın, köhnemiş dimağların, boynu bükük bir köprüsü yapılamaz. Türkiye ya Natocusun ya Avrasyacı; ya doğucusun ya batıcı denilerek iç ya da dış tek adamcıların, hüllecisi olamaz.

Atatürk, yozlaşmış Avrasya rejimlerine duyulan hayranlığı gizleyecek bir maske değildir. Medeni dünyanın kurallarını yok sayan, diplomasiyi küçümseyen ruh hastalığını da stratejik zeka zanneden kendini bilmezlerin de referans noktası değildir. Atatürk’ün, ülkemizi, medeni milletler ailesinin, onurlu bir üyesi yapma gayreti revizyonist olmayan dış politikası hamaset yerine, aklı önceleyen felsefesi ve egemenlik kavramına duyduğu saygı bizim ilham kaynağımızdır. O’nun sahip olduğu ülkemizin kalkınmasına ve refahına ket vuran değil kalkınmayı destekleyen dış politika anlayışı, bizim de anlayışımızdır.”

Paylaşın

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir