Çorum Müzesi

Çorum Müzesi; Çorum’un Merkez İlçesi, Gülabibey Mahallesi, Cengiz Topel Caddesi üzerinde yer almaktadır. Şehir içi ulaşım araçlarıyla ulaşım mümkündür. 

1968 yılında açılan Çorum Müzesi yeni binasına 2000 yılında taşınmış, 2003’de ziyarete açılmıştır. “Korunması Gerekli Taşınmaz Kültür Varlığı” olarak tescillenmiş olan müze binasında, Arkeolojik ve Etnografik teşhir salonları mevcut olup, bu salonlar birbirinden bağımsız olarak düzenlenmiştir. Arkeoloji salonunda, Alacahöyük ve Kuşsaray kazılarında bulunmuş olan Kalkolitik Çağ eserleri ile başlayan kronolojik bir teşhir yapılmıştır.

Bunu, Eski Tunç Çağı Resuloğlu Mezarlık kazısı buluntuları ile Alacahöyük kazı buluntularının sergilendiği vitrinler takip etmektedir. Aslına uygun olarak sergilenen Eski Tunç Çağı Alacahöyük mezarı yanında bu mezara ait ölü gömme töreni sanal olarak canlandırılmıştır. Ziyaretçiler ekran üzerine dokunarak mezar hakkında interaktif olarak bilgi alabilmektedir.

Çorum’da yapılan arkeolojik kazılarda (Boğazköy-Hattuşa, Alacahöyük, Ortaköy-Şapinuva, Yörüklü-Hüseyindede) açığa çıkartılan Hitit dönemi eserleri arasında müze koleksiyonunda özel bir yere sahip kabartmalı vazolar ve bu vazolar yanında yar alan ekran ile yine ziyaretçiler interaktif olarak eserler hakkında bilgi edinebilmektedirler. Ayrıca Hitit mimarisi sergi alanında Hitit arabası ile Hitit başkenti Hattuşa örenyeri sanal olarak gezilebilmektedir.

Müzede, Hitit dönemine ait üzeri çivi yazılı Hitit kralı II. Tuthaliya’ya ait (M.Ö.1430) ünik bronz kılıç, Unesco tarafından “Dünya Belleği Listesine” alınan Hitit dönemi çivi yazılı tabletler, Boğazköy-Hattuşa ve Ortaköy-Şapinuva kazılarında arşiv halinde bulunan kil mühür baskılı bullalar ile çivi yazılı tabletler dönemindeki kullanım durumlarını gösteren çizimler eşliğinde sergilenmektedir.

Pazarlı kazısında açığa çıkartılmış olan Frig Dönemi buluntularını aynı döneme ait Boğazköy-Hattuşa ve Alacahöyük eserleri izlemektedir. Frig dönemini Helenistik, Galat, Roma ve Doğu Roma (Bizans) dönemi seramik, cam ve madeni eserlerin teşhiri takip eder. Bu salonda Roma Dönemine tarihlenen bir güneş saati çalışma sistemi ile birlikte sergilenmektedir.

Ayrıca müzede, Helenistik, Roma eyalet ve resmi sikkeler ile Bizans ve İslami dönem sikkelerinden oluşan zengin bir sikke koleksiyonu da bulunmaktadır. Çorum müzesi Etnografya salonu, Türk sanatının Selçuklu ve Osmanlı dönemlerinden günümüze kadar devam eden örneklerinin sergilendiği bir bölümdür. Bu salonda Çorum’a özgü bakırcılık, leblebicilik ve kahvehane kültürünü yansıtan üç ayrı dükkân çağdaş müzecilik anlayışına uygun olarak canlandırılmıştır.

Binanın Tarihçesi H. 1326 (M.1908) yılında inşaatına başlanan, H.1332 (M.1914) yılında tamamlanan bina Hastahane olarak yapılmıştır. Yapıda bulunan kitabede: “1332 Kanunu Evvel 1335 Sefer 21 Emraz-ı Umumiye Hasta hanesi Çorum Sancağının hakimiyetinden ahalisinin ve Evkaf-ı Hümayun nezareti celilesinin izmar ve muavenetiyle inşa olunmuştur” yazılıdır. Yapı daha sonra Ziraat Mektebi, Sanat Okulu, Ticaret Lisesi, Makine Meslek Yüksek Okulu ve Atatürk Lisesi olarak kullanılmış, 1986 yılında ise Milli Eğitim Bakanlığı’ndan Kültür Bakanlığı’na devredilmiştir.

Paylaşın

Çankırı Müzesi

Çankırı Müzesi; Çankırı’nın Merkez İlçesi, Cumhuriyet Mahallesi, Atatürk Bulvarı, Belediye Meydanı’nda yer almaktadır. Şehir içi ulaşım araçlarıyla ulaşım mümkündür. 

Çeşitli millet ve medeniyetlerin yaşadığı Çankırı’da,  Cumhuriyet Dönemi ile birlikte bazı taş, seramik, bronz ve etnoğrafik eserlerin çevreden toplanarak eski Halkevi binasında depolanmasıyla müzenin kurulması için ilk adımlar atılmış, bunların muhafazası ve ser­gilemesi için bir müzeye ihtiyaç duyulması üzerine başlatılan çalışmalar sonucunda 16 Mayıs 1972 tarihinde Halk Eğitim binasının bir bölümünde mevcut eserlerin sergilenmesiyle Çankırı Müzesi faaliyete başlamıştır.

Çalışmalarını 1976 yılına kadar bu binada yürütülen Müzede, yeni bir binanın yapılmaya başlaması sebebiyle ziyarete kapatı­larak depo haline getirilmiş,  Çankırı Lisesi’nin bir sınıfında büro faaliyetlerini sürdürmüştür. 23 Ağustos 1981 tarihinde 100. Yıl Kültür Merkezi’nin ikinci katında yeniden ziyarete açılan müze 2017 yılından itibaren restorasyonu tamamlanan eski adliye binasında ziyaretçilerini kabul etmektedir.

Anadolu’nun değişik kesimlerinde yaşamış olan medeniyetler bölgede de temsil edilmiştir. Buna paralel olarak Müzede Eski Tunç Çağının (M.Ö. 3000-2500), Hitit Çağının (M.Ö. 2000-1200),  Friglerin (M.Ö. I. binin ilk yarısı), Hellenistik, Roma, Bizans,  Selçuklu ve Osmanlı Dönemlerinin güzel eserlerinin sergilenmesi ve tanıtılması yoluna gidilmiştir.

Müzede muhtelif dönemlere ait 19.939 adet eser bulunmaktadır. Bu eserlerin 2.485’i arkeolojik, 1.283’ü etnografik ve 16.171’i sikkedir. Çankırı Merkez Çorakyerler Mevkiinde A.Ü.Dil Tarih ve Coğrafya Fakültesi öğretim üyeleri tarafından 1997 yılından beri gerçekleştirilen kazıda 8 milyon yıl öncesine ait fosiller bulunmuştur. Fil, gergedan, koyun, keçi, domuz, zürafa, geyik ve primatların atalarına ait fosil buluntuları Çankırı Müzesinde sergilenmektedir.

Arkeolojik eserler; çevre araştırmaları, satın alma, bağış ve adliye kanalıyla kazanılan eserlerden meydana gelmektedir. Etnoğrafik eserler de satın alma ve bağış yoluyla elde edilmektedir. Kültür Merkezi’nin 2. katında yer alan Müze’de iki teşhir salonu ile de­po ve bürolar bulunmakta, arkeolojik ve etnoğrafik eserler tek bö­lüm halinde, taş eserlerin ancak bir bölümü de binanın dış boşluğu ile tretuvar üzerinde sergilenilebilmektedir.

Arkeoloji bölümünde Eski Tunç, Hitit, Helenistik, Roma ve Bizans Dönemlerine ait eserler ile çeşitli medeniyetlere ait sikkeler sergilenmektedir. Vitrinde sergilenen eserler arasın da pişmiş toprak kaplar, kemik,  cam,  boncuk,  bronz aletler ve süs eşyaları,  cam gözyaşı ve koku şişeleri,  tıp aletleri, ağırşaklar, kandiller,  iğneler, yüzük kaşları ve çeşitli heykel parçaları bulunmaktadır.

Etnografya bölümünde yer alan eserler Çankırı ve çevresine ait çeşitli dokumalar, el işlemeleri, giysiler, heybe, kilim ve çuvallar ile bakırcılık sanatıyla ilgili siniler,  taslar, ibrikler,  sahanlar ve leğen gibi eşyalar, kılıçlar, hançer, kama ve çakmaklı tüfek ve tabancalar,  barutluk ve yağlıklar,  balta, teber,  ok ve yaylar,  el yazması kitap,  icazet ve Kur’anlar, yazı takımları, oyma ve kakma çekmece,  ağızlık ve takunyalar, mahalli bindallı, üçetek,  fermane, cepken, yağlık, bohça,   fes tepeleri,  önlük bağları, kuşaklar, kunduralar,  çorap ve eldivenler, mineli gümüş saatler ve köstekler, bilezikler,  kemer ve kemer tokaları ile değişik sanat örneklerini yansıtan  eserler sergilenmektedir.

Salonun orta bölümünde Kurtuluş Savaşı’nda,  İnebolu, Kastamonu,  Çankırı ve Ankara arasında cephane taşıyan tarihi kağnı yer almakta, binanın dış cephesindeki boşluklar ve tretuvar üzerinde ise Hitit Dönemi’ne ait aslan heykelleri,  Roma Dönemi aslan heykeli, mezar stelleri, mil taşları, mimari parçalar,  sütun kaide ve başlıkları,  Latince ve Grekçe yazıtlar ile Osmanlı mezar taşları ve aslan kabartmalı dibek  bulunmaktadır.

Paylaşın

Antalya Müzesi

Antalya Müzesi; Antalya’nın Konyaaltı Caddesi üzerinde yer almaktadır.  Müzeye şehrin her yerinden taksi, dolmuş veya otobüslerle ulaşmak mümkündür. Şehir merkezinden tramvayla ulaşım da bulunmaktadır.

Antalya Müzesi, 1922 yılında öğretmen Süleyman Fikri Erten tarafından 1. Dünya Savaşı’ndan sonra bölgeye gelen işgal güçlerinin yağmasından kurtarılan eserlerin korunması amacıyla kurulmuştur. İlk olarak Kaleiçi’nde bulunan Alaaddin Cami’de, daha donra Yivli Cami’de yer alan Müze 1972 yılında bugünkü binasına taşındı.

Antalya Müzesi bugün 30.000 metre kareye kaplayan bir alanda 14 sergi salonu ile heykel ve değişik eserlerin sergilendiği açık hava galerileri ve bahçeden oluşmaktadır. İnsanlık tarihine kesintisiz tanıklık etmiş Anadolu topraklarının en zengin geçmişe sahip köşelerinden biri olan Antalya Bölgesi’nin sınırları içerisinde yer alan üç antik kültür bölgesi Likya, Pamfilya ve Pisidya’nın önemli bir bölümü Antalya Müzesi’nin sorumluluk alanını oluşturur.

Arkeolojik zenginlikleriyle eşsiz bir açık hava müzesi ve uluslararası bir kazı merkezi durumundaki Antalya’da her yıl pek çok ülkeden bilim adamları bilimsel kazılar yapmaktadır. Bölgede çok sayıda kurtarma kazısı ve örenyeri çevre düzenleme çalışmaları Antalya Müzesi’nce yürütülmektedir. Antalya Müzesi Arkeoloji ve Tarih Müzesi olup aynı zamanda Bölge Müzesi olarak da nitelendirilebilir.

Koleksiyondaki eserlerin büyük bölümü bölgede yapılan kazılardan elde edilmiş, etnoğrafik eserler de yine bölgeden müze uzmanları tarafından derlenmiştir. Salonlarda, Antalya topraklarının ilk insanla başlayan ve günümüze kadar kesintisiz olarak süren binlerce yıllık geçmişini yansıtan, kronolojik ve yer yer konularına göre sergilenen eserler görülebilir.

Özellikle Perge’de bulunan Roma Dönemi heykeltıraşlık eserleriyle ve son yıllarda müze kurtarma kazılarından ortaya çıkan ilginç ve ünik buluntularıyla Antalya Müzesi dünyanın en önemli müzeleri arasında sayılabilmektedir. Müze 1988 yılında “Avrupa Konseyi Yılın Müzesi” ödülüne layık görülmüştür.

 

Paylaşın

Mersin: Arkeoloji Müzesi

Arkeoloji Müzesi; Mersin’in merkez Akdeniz İlçesi, Atatürk Caddesi üzerinde yer alır. Mersin Arkeoloji Müzesi’nde eserlerin sergileneceği salonların yanı sıra geçici sergi salonları, çocuklar için arkeopark uygulama alanları, kütüphane, hediyelik eşya satış yeri, kafeterya gibi sosyal alanlar da yer almaktadır.

Müzede toplam 1435 adet eser sergilenmektedir. Ziyaretçiler, giriş katında bulunan zaman tünelinde tarihe bir yolculuk yapma, kronolojik sergi salonunda uygarlıkların her alanda nasıl geliştiği ve neler yapabildiklerini izleme, ölü kültü alanında farklı kültürlerde ölü gömme geleneklerini öğrenme, etnografik salonda insanların geçmişten günümüze kullandığı etnografik eserlerin yanında Yumuktepe Höyüğü yakınında bulunan Huğ Evi’nin replikasını görme fırsatı bulmaktadır.

Birinci katta sergilenen sikkeler ile aynı salonda 9 bin yıldır kesintisiz yerleşim gören Yumuktepe Höyüğü’nün canlandırması ve kazıdan çıkan eserleri uygarlıklar hakkında bilgi vermektedir.

Ziyaretçiler, Mezitli İlçesi’nde bulunan ve M.Ö. 3’üncü bin yıldan M.S. 6’ncı yüzyılın sonlarına kadar iskân gören Soli-Pompeipolis Antik Kenti ve Erdemli İlçesi’ndeki M.Ö. 4’ncü yüzyıldan günümüze kadar yerleşim gören ve Antik Dönem’de zeytinyağı ticareti ile ünlenen Elaiussa-Sebaste Antik Kenti’nin arkeolojik zenginliğine tanık olmaktadır.

Mersin’in kısa tarihi

Klasik devirde Klikya olarak adlandırılmış olan Mersin; sırası ile Hititler, Frigler, Asurlular, Persler, Makedonyalılar, Romalılar ve Bizanslıların, XI. yüzyılda Selçukluların, XIV. yüzyılda Karamanoğulları ve Ramazanoğullarının XV. yüzyılda da Osmanlı İmparatorluğunun hâkimiyetine geçmiştir.

Yumuktepe ve Gözlükulede yapılan kazılarda Mersin’in tarihten önceki devirlerden beri önemli bir yerleşme merkezi olduğu anlaşılmaktadır. İl Merkezi Mersin’de bulunan Yumuktepe’de, 1937’de Liverpool Üniversitesi Arkeologlarınca başlatılan kazıda; en alt tabaka olarak “Neolitik Devri” tespit edilmiştir.

Kazı çalışmalarının devamı bu yörenin Neolitik dönemden sonra Maden Devri ve Tunç Devri arasına bir geçiş yaptığını göstermiştir. Yumuktepe’deki kalıntılar hemen hemen aynı şekilde Tarsus’taki Gözlükule’de de yer almaktadır.

Bir süre yörede Etilerin hüküm sürdüğü görülür. Eti Kralı Hattuşil yöreyi imar ve ıslah etmiştir. Daha sonra Asur kralı III. Salomossa’ın ele geçirdiği Mersin yöresi, M.Ö.528 tarihinde İran Hükümdarlığına geçer, M.Ö.527 de yöreyi ve Kıbrıs’ı Yunanlılar ele geçirirler.

M.Ö.334 senesinde yöre Büyük İskender’le Makedonyalıların eline geçer. M.Ö.261-246 da yöreyi Mısır Hükümdarı Batlenios Ogustos zapt eder. M.Ö.70’li yıllarda Romalıların eline geçen Mersin Roma İmparatorluğunun ikiye ayrılmasından sonra Doğu Roma toprakları içerisinde kalır.

İslamiyet’in yayılmasından sonra Halife Osman zamanında Mersin ve civarı Arapların eline geçer. Daha sonra bölge 718 yılında halifeliğin Abbasilere geçmesiyle 853 yılında Sultan Mehdi, yöreyi Abbasi’lere katar. Daha sonra Selçukluların eline geçen yöre bu dönemde kısmi “Haçlı İstilası”na uğrar ve Selçukluların zayıflamasından sonra Karamanoğulları’na geçer.

Osmanlı Padişahı Yıldırım Beyazıt zamanında yöre Osmanlı idaresi altına girer. I. Dünya Harbinde İtilaf Devletlerinin istilasına uğrayan Mersin, Milli Mücadele ile 3 Ocak 1922’de tekrar Türk hakimiyetine girmiştir. 1924 yılında Mersin Adıyla Vilayet olmuş, 1933 yılında da Mersin İçel ile birleştirilerek İçel adını almıştır. 28 Haziran 2002 tarihli Resmi Gazete’de yayımlanan 4764 sayılı Kanunla da İl’in ismi yeniden Mersin olmuştur.

XII. yüzyılda Göksu ırmağının iki yanındaki bölgeye Türkler “İçel” demişlerdir. Dağlar arasından girilmesi ve görülmesi güç bir yer olduğu için Selçukluların bölgeyi böyle isimlendirdiği düşünülmektedir.

Mersin adının kökeni konusunda iki değişik görüş yaygın olarak kabul edilir. Bunlardan birincisi, civarda yetişen ve Akdeniz ikliminin tanıtıcı bir bitkisi olan Arapların da Hambales dedikleri Myrtus-Mersin ağacı nedeniyle bölgeye Mersin adı verildiğidir.

İkincisi ise Mersin adının bu bölgede yaşayan “Mersinoğulları veya Mersinoğlu” adındaki bir Türkmen ailesinden geldiğini kabul eden görüştür. Evliya Çelebi’de seyahatnamesinde bölgede yetmiş evli bir Türkmen ailesinin bulunduğunu ve bu ailenin adının da Mersinoğlu olduğunu belirtmiştir.

Bir başka görüşe göre ise, Mersin adı bir bitkiden değil, yörede yaşayan Mersinoğlu adındaki aşiretten kaynaklanmaktadır. Mersin adına Anadolu’nun çeşitli yörelerinde rastlamak mümkündür. Örneğin; İzmir, Ordu ve Trabzon’da Mersin, Mersinlik adında köyler bunlardan birkaçıdır.

Paylaşın

Erzurum’da Mutlaka Uğrmanız Gereken “Müzeler”

Tarih boyunca İpek yolu üzerinde bulunan Erzurum her zaman göz önünde olmuş, Medler, Urartular, Persler, Bizanslılar, Müslümanlar, Selçuklu Türkleri ve Osmanlı Türkleri bu bölgeyi ellerinde tutmuşlardır.

Bu dönemlerden kalma eserler, Erzurum Arkeoloji Müzesi , Türk-İslam Eserleri ve Etnografya Müzesi (Yakutiye Medresesi) ,  Atatürk Evi Müzesi ve 23 Temmuz Erzurum Kongre Binası Resim Heykel Müzesi ve Galerisi’nde sergilenmektedir.

Erzurum Arkeoloji Müzesi

Yakutiye İlçesi, Muratpaşa Mahallesi  sınırları içerisinde bulunan Erzurum Arkeoloji Müzesi, 1968 yılında ziyarete açılmıştır. Tarihi özelliği olmayan müze binasının yapımında, bölgenin iklimi de  göz önüne alınarak kesme taş kullanılmıştır. Toplam 20.000 kayıtlı eser bulunan müzede, bölgemizde yaşamış kültürlerin gelişimi, üretimi, yaşam tarzı, sanatı, dini inanışları ve gelenekleri gibi bir çok konuda ziyaretçilere bilgi sunan eserler sergilenmektedir. 

Müzede 5 salon bulunmakta olup bunlar; Tabiat tarihi, Kazılar, Roma, Helenistik, Transkafkas Eserler, Urartu Eserleri ve yazıları salonu ile Ermeni Katliamı salonları bulunmaktadır.

Günümüz itibariyle Müze ziyarete kapalıdır. Yakutiye İlçesi, Rabiaana Mahallesi, Üç Kümbetler mevkiinde yeni ve modern Müze hizmet binasının yapımı devam etmekte olup, yapımı tamamlandıktan sonra Erzurum Arkeoloji Müzesi yeni hizmet binasında ziyaretçilerine açılacaktır.

Türk-İslam Eserleri ve Etnografya Müzesi (Yakutiye Medresesi)

Yakutiye Medresesi, 1310 yılında İlhanlı hükümdarı Sultan Olcayto döneminde Gazan Han ve Bolugan Hatun adına, Hoca Yakut Gazani tarafından yaptırılmıştır. Anadolu’da bulunan kapalı avlulu medreselerin en büyüğüdür. Taç kapının yan yüzlerinde, silme kemerle çevrili nişler içinde pars ve kartal motifleri dikkat çekmektedir.

Ajurlu bir küreden çıkan hurma yaprakları, iki Anadolu parsı ve kartal figürlerinden oluşan hayat ağacı Orta Asya Türklerinin önemli simgelerini bir araya getirmektedir. Her odanın girişinde öğrenci ve hocaların sınıf ve derecelerine göre farklılık gösteren işlemeler bulunmaktadır.

Atatürk Evi Müzesi

19. yüzyılın sonlarına doğru Erzurumlu bir zengin tarafından yapılan konak, sonraları Millî Mücadele için Erzurum’a gelen Mustafa Kemal ve kongre heyetine ev sahipliği yapmıştır.

Mustafa Kemal ve beraberindeki heyet, 9 Temmuz 1919’dan 29 Ağustos 1919’a kadar Erzurum Kongresi için yaptıkları çalışmaların önemli bir kısmını burada sürdürmüşlerdir. 1984 yılında Kültür Bakanlığına devredilen konak o tarihten sonra “Atatürk Evi Müzesi” olarak ziyarete açılmıştır.

23 Temmuz Erzurum Kongre Binası Resim Heykel Müzesi ve Galerisi

Erzurum Kongresinin toplandığı ilk bina 1864’de Mıgırdiç Sanasaryan tarafından yaptırılmış ve Sanasaryan Koleji – Ermeni Kız Yatılı Okulu- olarak eğitim vermiştir. Cumhuriyet öncesinde bina satın alınarakdevlete kazandırılmıştır.

Bina 1924 sonlarında esaslı bir yangın geçirmiş ve ahşap kısım tamamen yanmıştır. Yangından sonra onarılan bina, Gazi İlkokulu olarak 1926’da hizmete açılmış, zaman içerisinde Yapı Sanat, Güzel Sanatlar Lisesi, Sosyal Bilimler Lisesi olarak varlığını devam ettirmiştir.

Okulun bir salonu 1960’da Atatürk ve Erzurum Kongresi Müzesi olarak ziyarete açılmış, 2011-2013 yılları arasında TBMM tarafından yapılan yenileme çalışmaları sonrasında Kültür ve Turizm Bakanlığına devredilmiştir.

Günümüzde Kongre Binası, Atatürk Resim Heykel Müzesi ve Galerisi Müdürlüğü olarak hizmet vermekte Kongre Binasında ayrıca küçük ölçekli bir de Sanat ve Edebiyat Kütüphanesi yer almaktadır.

Paylaşın

Diyarbakır’ın Geçmişini Günümüze Bağlayan ‘Müzeleri’

Diyarbakır, gezilecek yerler ve tarihiyle dikkat çekiyor… Dicle Nehri’nin yanında yükselen bazalt platonun doğu kıyısındaki geniş düzlükler üzerinde kurulmuş olan Diyarbakır, birçok uygarlığa ev sahipliği yapmıştır.

Diyarbakır’a yolu düşen hemen herkesin gezip görmesi gereken yapılar arasında müzelerde önemli bir yer tutmaktadır. Haber Kaos ekibi olarak Diyarbakır ili sınırları içinde bulunan müzeleri sizler için derledik.

Diyarbakır Müzesi

Müze, Sincariye Medresesi’nde sergilenen arkeolojik ve etnografik eserlerin yeni binaya taşınması ile 1988 yılında düzenlenmiştir. Müzede Neolitik Çağ’dan itibaren Eski Tunç, Urartu, Assur, Hitit, Roma, Bizans, Artuklu ve Osmanlı dönemi eserleri yer alır. Prehistorik devir seramikleri, Roma stelleri, heykel ve mimari parçaları, Artuklu çinileri, Osmanlı devri ahşap eserleri, silahlar, tekke eşyaları, takılar ve daha pek çok eser kronolojik sıra ile müzede sergilenmektedir.

Ziya Gökalp Müze Evi

Diyarbakır’ın tipik sivil mimarlık örneklerinden biri olan ev, 1808 yılında inşa edilmiştir. İki katlı bu yapıda malzeme olarak siyah bazalt taşı kullanılmıştır. Ünlü düşünür Ziya Gökalp’ın 1876 yılında doğduğu bu ev 23 Mart 1956 tarihinde müze-ev olarak ziyarete açılmıştır. Müzede yazara ait eşyaların yanı sıra, yörenin etnografik eserleri sergilenmektedir.

Cahit Sıtkı Tarancı Müze Evi

Ünlü şair Cahit Sıtkı Tarancı’nın Diyarbakır’da doğduğu evdir. Diyarbakır sivil mimarisinin en güzel örneklerinden biri olarak günümüze ulaşmıştır. Müzede, Cahit Sıtkı’nın kitapları, el yazıları, kullandığı eşyalar, fotoğrafları ve kütüphanesi sergilenmektedir.

Diyarbakır kısa tarihi

Güneydoğu Anadolu Bölgesinin orta bölümünde yer alan Diyarbakır, tarih boyunca jeopolitik önemi açısından; İlk çağlardan bu yana Akdeniz’i Basra körfezine, Karadeniz’i Mezopotamya’ya bağlayan bir konuma sahiptir.

Diyarbakır’ın, doğal bir geçiş yolu olması her dönemde çekiciliğini arttırmış ve medeniyetlerin iz bıraktığı bir şehir olmuştur. Tarihin derinliklerinden gelen sayısız kültürün kucaklaştığı bir kenttir.

Tarih boyunca Amida, Amidi, Amid, Kara-Amid Diyar-Bekr, Diyarbekir ve Diyarbakır adlarını alan kent Güneydoğu Anadolu bölgesinin orta bölümünde El-Cezire denilen bölgede Bereketli hilalin kalbinde yer almaktadır.

Diyarbakır’ın köklü tarihi 12.000 yıl önceye uzanıyor. Son yıllarda kentin Bismil ilçesinde yapılan arkeolojik çalışmalar sonucunda, M.Ö. 10.400-9250 yıllarında “KörtikTepe”de yerleşik hayata geçildiği ortaya çıkmıştır.

Anadolu’nun en eski tarımcı köy topluluklarının en güzel örneğini veren Ergani yakınlarındaki Çayönü Tepesi, günümüzden 10.000 yıl öncesine dayanan tarihiyle sadece bölge tarihimize değil dünya uygarlık tarihine de ışık tutmaktadır.

Paleolitik ve Mezolitik devirde de Diyarbakır ve çevresindeki mağaralarda yaşamın bulunduğu ortaya çıkmıştır. Silvan yakınlarındaki Hassuni Mağaraları, Ergani yakınlarında Hilar Mağaralarında bu çağdan kalma kalıntılar tespit edilmiştir.

M.Ö. 3000’li yıllarda şehrin merkezinde izlerine rastlanan Hurrilerin, bölgeye hâkim olmasıyla Diyarbakır’ı yurt edinme çabaları başlamış, ardından Mitaniler, Abbasiler, Mervaniler, Büyük Selçuklular, İnaloğulları, Nisanoğulları, Artuklular, Eyyubiler, Anadolu Selçukluları, Akkoyunlular ve Osmanlı gibi birçok medeniyete yurt olmuştur. Diyarbakır, medeniyetlerin mekânsal ve mimari özellikleriyle az bulunur kültür ve tarih mirası taşımaktadır.

UNESCO Dünya Kültür Mirası Diyarbakır Surları, kentin sayısız eserlerinin başında gelmektedir. Kuşbakışı kalkan balığını andıran biçimiyle kenti baştanbaşa kuşatmış ve İç Kale ve Dış Kaleolmak üzere iki bölümden oluşmuştur.

Diyarbakır Surları, eskilik ve yükseklik bakımından dünyadaki kaleler arasında birinci sırada yer alır. Tamamına yakın kısmı günümüze ulaşan ve birçok medeniyetin izlerini taşıyan Diyarbakır Kalesi, zamana meydan okuyarak yaklaşık beş bin yıldır ayakta durmaktadır.

3-5 metre kalınlığı ve 11-12 metre yüksekliği ile görülmeye değer bir heybete sahiptir. 5.500 metre uzunluğundaki Diyarbakır Surları, 82 burçla taçlandırılmış ve şehrin boynuna adeta bir gerdanlık gibi sarılmıştır. Milad öncesi ve milad sonrası izleri, 63 ayrı kitabede ve sayısız figürlerinde saklamış, bir yazıtlar ve kabartmalar müzesi niteliğine sahiptir.

Kültürel kimliğiyle; yalnız Türkiye’nin değil, tüm dünyanın da en önemli kentlerinden biri sayılır. Kent tarihsel potansiyeliyle adeta bir Açık Hava Müzesi niteliğindedir. Birçok medeniyete beşiklik eden kent döneminin tanığı olmuş ve gelen her medeniyetin izlerini barındırmaktadır.

Paylaşın