Fransa’da Bir İlk: Tesettür Okullarda Yasaklanıyor

Fransa Eğitim Bakanı Gabriel Attal, devlet okullarında bazı Müslüman öğrencilerin giydiği abaya adı verilen kıyafetin yasaklanacağını söyledi. Attal, abaya giyilmesinin yasaklanmasını “gerekli ve adil” bir karar olarak değerlendirdi.

Eğitim Bakanı Attal, yeni kılık kıyafet yönetmeliğinin okulların açılacağı 4 Eylül öncesinde okul yönetimlerine gönderileceğini söyledi. Attal, “Bir sınıfa adım attığınızda, bir bakışta öğrencilerin hangi dine mensup olduğunu anlayamamalısınız” dedi.

Sağ siyasetçiler çoğunlukla yasağı savunurken, siyasi yelpazenin solunda yer alan bazı politikacılar Müslümanlar kadın ve kızların haklarının çiğnendiği konusunda endişelerini dile getirdi.

Muhalefette yer alan Boyun Eğmeyen Fransa partisinden Clementine Autain, “kıyafet polisliği” yapıldığı eleştirisini yapıyor ve yasağın “anayasaya aykırı” olduğunu savunuyor.

Fransa’daki Müslümanların çatı kuruluşu Fransa Müslüman Konseyi (CFCM) de kıyafetlerin tek başlarına dini semboller olmadığı şeklinde bir açıklama yaptı.

Abaya daha çok Kuzey Afrika, Arap Yarımadası, İran, Mısır gibi ülkelerde giyilen, omuzlardan ayak bileklerine kadar vücudu örten kadın giysilerine deniliyor.

Din ve devlet işlerinin katı bir şekilde ayrıldığı laik bir ülke olan Fransa’da son zamanlarda söz konusu giysilerin dini nitelik taşıdıkları bu yüzden de okullarda yasaklanması gerektiği yönünde tartışmalar yapılıyor.

Fransa’da 1994 yılında kabul edilen bir yasa çerçevesinde okullarda dini sembollerin dikkat çekmeyecek şekilde yer almasına izin verildi. Bundan 10 yıl sonra ise başörtüsü okullarda tamamen yasaklandı. Ancak kipa ve haç yasak kapsamına alınmadı.

2010 yılında da Fransa’da kamuya açık alanlarda yüzün peçe ile kapatılmasına yasak getirildi. 67 milyon nüfuslu Fransa’da tahminlere göre 3,5 ila 6 milyon Müslüman yaşıyor.

Milli Eğitim Personeli Sendikaları Snpden ve Snalc, öğrencilerin çarşafla okula girmesini kabul veya reddetme sorumluluğunun artık öğretmenlere ve okul yönetimi personeline bağlı olmamasının önemli bir gelişme olduğunu ve kararı desteklediklerini açıkladı.

Snpden, X hesabından (eski Twitter), üniversite giriş sınavlarını yeniden Haziran ayına alan ve çarşafla okullara girişi yasaklayan kararlarının “netlik ve cesaret niteliği taşıdığı” mesajını paylaştı.

Devlet okulları, ilk, ortaokul ve liselerde örgütlü Snes-FSU Sendikası Genel Sekreteri Sophie Venetitay da “bu gelişmeyi memnuniyetle karşıladıklarını” ancak çarşafla gelen öğrencilerle diyaloğun ve okul yönetimlerine destek verilmesinin önemine dikkat çekti.

Venetitay, “Eğer bu karar iyi bir akılla, diyalog içinde, gerginlik ve dışlanma durumlarına yol açmadan yapılırsa, bana kalırsa alınan en iyi karardır” diye konuştu.

Fransız medyasında geçen hafta “eğitim ve istihbarat kurumlarının okullarda laikliğe yönelik saldırılarda patlama yaşandığını ortaya koyan” raporlar yayınlanmıştı.

Raporlarda, 2021-2022 öğretim yılında okullarda laikliğe karşı 2 bin 167 vaka tespit edilirken, 2022-2023 öğretim yılında bu rakamın 4 bin 710’a yükseldiğine dikkat çekilmişti.

Raporda, bu vakalar arasında özellikle kıyafet yasağıyla ilgili ciddi bir artış yaşandığı belirtilmiş; Eylül-Kasım 2021 tarihleri arasında bakanlığa “dini kıyafet ve işaretlerin taşınması” ile ilgili 91 vaka rapor edilirken, Nisan- Temmuz 2023’te bu rakamın 923’e yükseldiği, bunun da “laikliğe yönelik saldırıların yüzde 49’una denk geldiği” bilgisine yer verilmişti.

Yasak nasıl savunuluyor?

Yasağı savunan Bakan Attal, laiklik tanımına ilişkin de konuştu ve “Laiklik kişinin kendisini okul aracılığıyla kurtarma özgürlüğüdür” dedi.

Attal sözlerinin devamında, abaya için “laikliğin sığınağı olması gereken okullar üzerinde cumhuriyetin direnişini test eden bir dini dışavurum” ifadesini kullandı.

Devlet okullarında başörtü yanında, Hristiyan semboller ve kipa takılması da yasak.

Ülkede Samuel Paty adlı öğretmen 2020 yılında ifade özgürlüğü ile ilgili bir ders sırasında, Muhammed Peygamber’in karikatürlerini öğrencilerine göstermesinin ardından başı kesilerek öldürülmüştü.

Fransa’da bu cinayet büyük tepki doğurmuş ve ifade özgürlüğünü desteklemek için ülke genelinde yapılan yürüyüşlere on binlerce kişi katılmıştı.

Paylaşın

Almanya’da Her İki Kişiden Biri Müslümanlara Yönelik Düşmanca Söylemleri Onaylıyor

Almanya’da 9 kişilik “Müslüman Düşmanlığı Bağımsız Uzman Grubu”nun hazırladığı rapora göre, ülkede her iki kişiden biri Müslümanlara yönelik düşmanca söylemlere onay veriyor.

Rapora göre, Müslüman düşmanlığı ile Müslüman ülkelerden gelmiş kişilerin hanesine yazılan genellemeler, değişmesi imkansız olarak görülen yakıştırmalar, geri kalmış bir toplum imaji ve çoğunluk toplumu için tehdit oluşturduklarına ilişkin yargılar ve iddialar kastediliyor.

Bilinçsiz şekilde oluşmuş izlenim, yanlış bilgiler, genelleştirilmiş korkular ve Müslümanlara yönelik yapısal dezavantajlar da raporu sunan uzmanlara göre toplumu bölünmeye götürüyor. Araştırmayı yürütürken uzmanların aşırı sağcı ideolojilerle Müslüman ve Yahudi düşmanlığı arasında da bağ saptadığının altı çiziliyor.

Almanya İçişleri Bakanı Nancy Faeser, raporun sonuçlarına ilişkin yaptığı açıklamada, “Müslümanların yaşamı elbette Almanya’nın bir parçası. Bizler, çok kültürlü toplumumuzdaki bütün insanların eşit fırsatlara ve haklara sahip olmasını istiyoruz. Bu iddia ile yola çıkmış bizler için hazırlanan bu ilk kapsamlı raporun sonuçları oldukça acı” değerlendirmesinde bulundu.

Almanya’da sonuçları bugün açıklanan, federal hükümetin inisiyatifi ile kurulan Müslüman Düşmanlığı Bağımsız Bilirkişi Heyeti’nin (UEM) raporuna göre, ülkede her iki kişiden biri Müslümanlara yönelik düşmanca söylemlere onay veriyor.

Rapora göre, bir dini cemaate açıktan üye olanlar ile giysisi itibarı ile Müslüman olduğu anlaşılan kişiler, Müslüman düşmanı tutumdan en fazla muzdarip olan kesimi oluşturuyor. Özellikle başörtülü kadınların, yoğun bir şekilde düşmanca tutumla karşılaştıkları bildirilirken erkeklerin ise kendilerine yönelik saldırganlık ve şiddet eğilimine artan şekilde maruz kaldıkları raporda ifade ediliyor.

Rapora göre, Almanca medyada İslam konusundaki haberlerde genelde tek taraflılık dikkat çekerken yapılan haberlerin de genellikle olumsuzluk içeren çatışma ve sorunları işleyenler olduğu belirtiliyor.

İnternet ve sosyal medyada ise İslam dini bağlantılı tartışmaların daha da çarpıcı boyuta ulaştığı kaydedildi.

Uzmanların raporda sorunlu gördükleri bir diğer nokta da Almanca film yapımlarında. Orada incelenen filmlerin neredeyse yüzde 90’ında İslam ve Müslümanların olumsuz bağlamda ele alındığına işaret ediliyor. Raporda, “Filmler, terör saldırıları, radikalleşme, savaş ve kadınlara yönelik hikayeler etrafında dönüyor” tespiti yapılıyor.

Almanya İçişleri Bakanı Nancy Faeser, raporun sonuçlarının sunulması sonrasında yaptığı açıklamada, “Müslümanların yaşamı elbette Almanya’nın bir parçası. Bizler, çok kültürlü toplumumuzdaki bütün insanların eşit fırsatlara ve haklara sahip olmasını istiyoruz. Bu iddia ile yola çıkmış bizler için hazırlanan bu ilk kapsamlı raporun sonuçları oldukça acı” değerlendirmesinde bulundu.

Sosyal Demokrat Parti (SPD) üyesi Faeser, Müslüman ülkelerden gelmiş ve Almanya’da yaşayan 5 milyon 500 bin civarındaki göçmen kökenlinin günlük hayatında dışlanma ve ayrımcılık, hatta nefret ve şiddet yaşadığını da hatırlatarak bunların görünür kılınması ve yaygın önyargılara karşı bilincin artırılması gerektiğine de işaret etti.

Çalışmayı yürüten uzmanlar ise başka alanlarda da olduğu gibi, Alman hükümetinin, Müslüman düşmanlığı ile mücadele konusunda da bağımsız bir uzmanlar konseyi kurmasını ve Alman hükümetinin Müslüman düşmanlığıyla mücadele amacıyla resmi bir sorumlu atamasını da talep ediyor. Rapor, Müslüman ülkelerden gelmiş 5 miyon 500 bin kişinin yaşadığı Almanya’da yapılan bu tarzda yürütülmüş en kapsamlı ilk resmi çalışma olma özelliğine sahip.

Peki Müslüman düşmanlığı ile ne kastediliyor?

Rapora göre, Müslüman düşmanlığı ile Müslüman ülkelerden gelmiş kişilerin hanesine yazılan genellemeler, değişmesi imkansız olarak görülen yakıştırmalar, geri kalmış bir toplum imaji ve çoğunluk toplumu için tehdit oluşturduklarına ilişkin yargılar ve iddialar kastediliyor. Bilinçsiz şekilde oluşmuş izlenim, yanlış bilgiler, genelleştirilmiş korkular ve Müslümanlara yönelik yapısal dezavantajlar da raporu sunan uzmanlara göre toplumu bölünmeye götürüyor. Araştırmayı yürütürken uzmanların aşırı sağcı ideolojilerle Müslüman ve Yahudi düşmanlığı arasında da bağ saptadığının altı çiziliyor.

Çalışmayı yürüten ve raporu hazırlayan uzmanların tavsiyeleri arasında Müslüman düşmanı vakaların bildirildiği ve dökümünün yapıldığı merkezler açılması ve bu konuda verilen danışmanlık hizmetlerinin yaygınlaştırılması da yer alıyor.

İlaveten uzmanlar, federal sisteme sahip olan Almanya’da eğitimden sorumlu olan eyaletlerin bakanlarının müfredatları ve okul kitaplarını elden geçirerek siyasi eğitim alanında da Müslüman düşmanlığının da başlı başına bir konu olarak işlenmesini tavsiye ediyor.

Kamu kurum ve kuruluşlarında çalışanların da Müslüman düşmanlığı konusuna hassaslaştırılmaları, kurumsal ırkçılıkla mücadele kapsamında bu yönde adımlar atılması da öneriliyor.

UEM Hanau saldırı sonrası kuruldu

Almanya İçişleri Bakanlığı, raporun bilimsel araştırmalar temelinde ülkedeki Müslüman düşmanlığı konusundaki durumu özetlediğini belirtirken, bunun için emniyet kayıtlarına geçen Müslüman karşıtı olayların, ayrımcılıkla mücadele dairelerine yansıyan İslam düşmanı vakaların ve sivil toplum kuruluşlarının danışma merkezlerine gelenlerin aktardığı tecrübelere dair verilere dayandığı vurgulandı.

Eldeki veri ve araştırmalarla Müslümanlara ve İslam dinine dair algıyı ve düşmanlığı inceleyen bilirkişi heyeti (UEM) 19 Şubat 2020’de Hessen eyaleti sınırları içinde yer alan Hanau kentinde düzenlenen ve aralarında Türkiye kökenli göçmenlerin de bulunduğu dokuz kişinin katledildiği ırkçı saldırı sonrasında gündeme geldi.

Aynı yılın sonbaharında da bir önceki hükümetin İçişleri Bakanı olan, Hristiyan Sosyal Birlik (CSU) üyesi Horst Seehofer tarafından Eylül 2020’de kuruldu. Bilim insanları ile farklı kuruluş temsilcilerinden oluşan 12 kişilik bağımsız heyet, hazırladıkları raporun Almanya’daki bütün kurum, kuruluş, organizasyon ve kişilere yönelik olduğunu vurguluyor.

(Kaynak: DW Türkçe)

Paylaşın

Sri Lanka, burkayı ve medreseleri yasaklıyor!

Sri Lanka Kamu Güvenliği Bakanı Sarath Weerasekara, Bakanlar Kurulu kararıyla burkanın 1000’den fazla İslami okulun kapatacağını açıkladı. Sri Lanka’da kiliselere ve otellere düzenlenen Paskalya Pazarı saldırılarında 260’dan fazla kişi hayatını kaybetmiş, saldırılarından sonra burka giymek geçici olarak yasaklanmıştı.

Haber Merkezi / Sri Lanka, ulusal güvenlik gerekçesi ile burka giymeyi ve medrese olarak bilinen 1000’den fazla İslami okulu kapatıyor.

Bakanlar Kurulu’nda burkanın ve medreselerin kapatılması yönünde karar alındığını söyleyen Ülkenin Kamu Güvenliği Bakanı Sarath Weerasekara, “Burka’nın ulusal güvenlik üzerinde doğrudan bir etkisi var” dedi.

Bakan Weerasekara, konuya ilişkin yaptığı açıklamanın devamında “İlk günlerimizde pek çok Müslüman arkadaşımız vardı, ancak Müslüman kadınlar ve kızlar hiçbir zaman burka giymezlerdi” dedi ve ekledi; Son zamanlarda ortaya çıkan dini aşırılığın bir işaretidir.

Burkaları ve medreseleri yasaklama kararı, Hint Okyanusu’nda yer alan ada ülkesi Sri Lanka’daki azınlık Müslümanları etkileyen son hamle oldu.

Sri Lanka’da kiliselere ve otellere düzenlenen Paskalya Pazarı saldırılarında 260’dan fazla kişi hayatını kaybetmiş, saldırılarından sonra burka giymek geçici olarak yasaklanmıştı.. İslam Devleti grubuna bağlılık sözü veren iki yerel Müslüman grup sorumlu tutulmuştu.

Budistlerin nüfusun yüzde 70’inden fazlasını oluşturduğu Sri Lanka’daki 22 milyon insanın yaklaşık yüzde 9’unu Müslümanlar oluşturuyor. Çoğunlukla Hindu olan etnik azınlık Tamiller ise, nüfusun yaklaşık yüzde 15’ini oluşturmaktadır.

Paylaşın