Tülay Hatimoğulları: Barış Dışında Bir Seçenek Yok

DEM Parti Eş Genel Başkanı Tülay Hatimoğulları, “Ortadoğu’nun içinden geçtiği dönemi hep beraber değerlendirdiğimizde şu sonucu çıkarırız. İran-İsrail savaşı, Suriye’deki gelişmeler, Şam yönetiminin değişimi, Rojava’da Kürt halkının özyönetiminin geldiği nokta, bütün bunlar aslında bu süreçte barış dışında bir seçeneğin olmadığını gösteriyor bize” dedi ve ekledi:

Haber Merkezi / “Bölge kaynayan kazan. Savaş, Ortadoğu ve Kuzey Afrika’dan ibaret değil sadece. Rusya ve Ukrayna savaşına dönüp baktığımızda, savaşın sınırlarının batıya doğru genişlediğini de görebiliriz. İşte böyle bir süreçte barışı dillendirmek çok kıymetli ve değerlidir. Bizler bu bakımdan barışı birçok boyutuyla konuşmalıyız. Barışı emek boyutuyla, işçi ve emekçinin sömürülmesi boyutuyla, Alevilerin yok sayılması boyutuyla, vicdan sahibi mütedeyyinlerin inançlarının suistimal edilmesi boyutuyla, kadınların gördüğü şiddet boyutuyla, gençlerin geleceksizliği ve güvencesizliği boyutuyla konuşmalıyız. Yani ezilen ve sömürülen bütün kesimlerin kendilerinden doğru bir yaklaşımla barış sürecini değerlendirmesi, bu sürecin bir parçası olma konusunda ısrarlı olması büyük bir katkı sağlayacaktır.”

Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi DEM Parti Eş Genel Başkanı Tülay Hatimoğulları, “Barış ve Demokratik Toplum Çalışmaları Kapsamında KHK’lılarla Buluşma” toplantısında konuştu. Tülay Hatimoğulları, konuşmasında şunları söyledi: “Haksız ve hukuksuz bir şekilde, bazen bir gece ansızın bazen sabaha karşı yayımlanan bir KHK ile ihraç edilen emekçi kardeşlerimizle bugün hem KHK’nin yarattığı mağduriyeti konuşacak hem de Barış ve Demokratik Toplum Çağrısını ve sürecin birbiriyle etkileşimini istişare edeceğiz. Karşılıklı görüş alışverişinde bulunacağız.

Türkiye’nin dört bir tarafında çok sayıda toplantı gerçekleştirdik, halklarımızla yerellerde çok sayıda toplantı yaptık. Aynı şekilde Türkiye’deki bütün mağdur kesimlerle; KHK’lilerle, işçilerle, emekçilerle, kadınlarla, doğa ve insan hakları savunucularıyla, gençlerle, inanç örgütleriyle, mütedeyyinlerle, Alevilerle bu toplantıları gerçekleştirdik. Çünkü içinden geçtiğimiz süreç gerçekten çok önemli. Bugün Türkiye’nin barışını konuşuyor olması oldukça kıymetli. Türkiye’de yaşayan 86 milyon insanı yakından ilgilendiren bu sürecin birçok mağduriyetin çözümüne katkı sunması için biz de yoğun çaba içindeyiz. Bu çabalarımız ne kadar sonuç verecek önümüzdeki dönemde göreceğiz.

Bu ülkenin emek alanında yaşadığı ağır tahribatlar aynı zamanda Kürt sorunundaki çözümsüzlük siyasetiyle de bağlantılıdır. İktidarın kamuda yarattığı ve OHAL KHK’leriyle sürdürdüğü bu hukuksuzluk rejiminin en belirgin örnekleri hasta tutsakların ölüme terk edilmesi, cezaevindeki antidemokratik uygulamalar, üniversitelerden atılan öğrenciler, kayyım gaspıyla halkın iradesine el konulması ve seçilmiş belediye eşbaşkanlarının hapishanelerde olmasıdır. Bunlar antidemokratik rejimin hepimize yönelik uygulamalarının en belirgin örnekleridir. Kürt halkının demokratik çözüm talebine 100 yıl boyunca kulak tıkandı, bu sorun hasır altı edilmeye çalışıldı.

Yüz yıldır tekçi ve ırkçı anlayış bu ülkeyi yönetmeye devam etti. Barış ve demokratikleşme KHK’lilerin mağduriyetlerinin giderilmesiyle elbette taçlanır. Biz bu konuda elimizden gelen her türlü çabanın içinde olmaya devam edeceğiz. Ancak mağduriyetler parçalı çözümlerle sonuca ulaşmaz. Barış ve Demokratik Toplum Çağrısının en temel vurgusu, bütün kesimlerin kendi öz örgütlenmelerini en güçlü şekilde inşa etmeleridir. Emekse emek, KHK’liyse KHK’li, doğa savunuculuğuysa doğu savunuculuğu, yani aklımıza gelebilecek bütün toplumsal ve siyasal alanların kendi öz örgütlenmelerini sağlamaları, talep ve seslerini en güçlü şekilde dile getirmeleri çok önemlidir.

Bu salonda çok farklı halklardan, inançlardan, düşüncelerden ve ideolojik yapılardan insanlar var. KHK’liler ve KHK platformu bütün bu farklılıkları bir ortak zeminde buluşturdu. Bu ortak zemin KHK’lilerin mağduriyetlerinin giderilmesi için atılmış bir adımdır. Bu mağduriyetleri sizler yaşadınız. Biz ne kadar sayarsak sayalım dile getirmiş, bütün kamuoyu tarafından sahiplenilmesini sağlamış oluruz. Biz sizin yaşadıklarınızı yüreğimizin en derinliklerinde hissediyoruz ama bunu siz yaşadınız. Bunun acısıyla yüzlerce, binlerce insan yaşıyor. KHK’lilere işsizlik ve yoksullukla boyun eğdirilmek istendi. Aileler, çocuklar aç kaldı, susuz kaldı. Çok büyük psikolojik çöküntüler yaşandı. Çok sayıda KHK’li insan intihar etti.

Kendi meslekleri olmadığı halde birçok farklı iş kolunda çalıştıklarını biliyoruz. Çalıştıkları iş yerlerinde iş cinayetlerinde yaşamlarını yitirdiklerini biliyoruz. Birçok KHK’li kadın işsiz kaldı. Ne yazık ki ne sorun yaşanırsa yaşansın kadınlar daima bedelini iki kat daha fazla ödemektedir. Kadınlar evde pişmeyen tencereden de sorumlu tutuldu. KHK’li kadınların üzerindeki şiddetin katlanarak arttığını da biliyoruz. Evdeki bütün bakım yükünün kadınlara yüklendiğini biliyoruz. Sizler, yani KHK’liler, sadece bir grup değilsiniz, bir sayı değilsiniz. Sizler bu toplumun vicdanısınız; haksızlığa hukuksuzluğa uğramış, yasanın düşmanca uygulandığı insanlarsınız. Siz aynı zamanda Türkiye’de düşünce özgürlüğü, bilim, akademi ve kadın emeğisiniz.

KHK’lileri işten attınız da ne oldu? Bunu iktidara sormak istiyorum. Türkiye’de akademi çoraklaştı. Bugün üniversitelerin içinde bulunduğu durum ortada. Erdoğan, “Türkiye bir zamanlar dünya üniversiteleri sıralamasında ilk 5’te yer alırken şimdi sıralamaya girmiyoruz. Neden?” diye soruyordu. Biz de nedenini buradan açıklıyoruz. Siz en iyi akademisyenleri, en iyi meslek erbabını mesleğinden men ederseniz Türkiye’nin geleceği durum bu olur. Hiçbir üniversite doğru düzgün başarı sergileyemez.

Ortak bir demokrasi ve barış siyasetiyle halkların birlikte mücadele etmesi, mağduriyetler için hem kendi alanında hem de yeri geldiğinde ortak bileşkelerle mücadele etmesi önemli ve kıymetlidir. OHAL KHK’lileriyle Anayasa adeta askıya alındı. Komisyona 130 bin KHK’linin başvurusu var ve herhangi bir savunma hakkı tanınmadı. İdari değil otoriter kararnamelerle görevlerinden uzaklaştırıldı insanlar. OHAL Komisyonu mahkeme taklidi bir bürokratik yapı olup aradan 9 yıl geçmesine rağmen 10 binlerce dosyayı sonuçlandırmamış, vatandaşları adaletsizlik içinde bırakmıştır.

Bugün gelinen noktada da bir tür hukuk kisvesi altında kalıcı cezalandırma rejimi uygulanıyor. Türkiye’nin taraf olduğu uluslararası sözleşmeler ve AİHS açıkça ihlal edilmiştir. BM, İLO, AİHM kararları bu sürecin kitlesel bir hak ihlali olduğunun altını çizmiştir. Bu durum hukuk, adalet ve toplumsal mücadelenin gücüyle aşılabilir. Peki, bu kadar sürelik mağduriyet bütün siyasal dinamikler tarafından yeterince sahiplenildi mi? Yeterince bir dayanışma örneği gösterildi mi? Yeterince gündeme taşınıp mücadelesi verildi mi? Bu konuda eksik kalınan çok durum olduğunu hepimiz çok iyi biliyoruz. Bizler de kendi eksik ve yetersizliklerimizin tabii ki farkındayız.

Adaletin, demokrasinin ve hakikatin toplumsallaşmasını sağlamak ve ihraçların yaşattığı mağduriyetlerin toplumsal hafızaya kazınmasını sağlamak hepimizin görevidir. İhraçlar sadece insanların mesleklerinden men edilmesi demek değildir. Bu aynı zamanda kamu hizmetinin, toplum yararının ve emek güvencesinin ortadan kaldırılması demektir. Bu çalıştayda kamusal alanın yeniden demokratikleşmesi için bir başlangıç çağrısını hep beraber yapabiliriz.

Barış ve Demokratik Toplum Çağrısı tam da bu sorunların çözümüne dair oldukça ufuk açan bir çağrıdır. Bu çağrıya çoğu kesim dar bir anlam yüklüyor. İmralı’dan gelen bu çağrı sanki sadece Kürt sorununun çözümü için yapılmış gibi bir algı yaratılmak isteniyor. Bu algı eksiktir. Türkiye’de 100 yılı aşkın bir Kürt sorunu vardır, 50 senedir süren bir savaş ve çatışma süreci vardır. Bu savaş ve çatışma sürecinin her şeyimizi etkilediğinin hepimiz farkındayız. Başta insanların işini aşını etkiliyor. İnsanlar emek mücadelesi verirken, sendikal örgütlenmelerini gerçekleştirirken “terör” yaftası yapıştırılıyor. Demokratik siyaset zemini bu yaftalama ve iltisak kavramlarıyla zayıflatılıyor. Bunun aşılmasının talebidir aynı zamanda bu çağrı. Bu çağrıyı böyle okumak gerekir.

“Bölgede yaşanan gelişmeler barış dışında bir seçeneğin olmadığını gösteriyor”

Barış umudunun gerçekleşmesine Cumhuriyet tarihi boyunca emin olun ki en fazla bu dönemde yaklaşılmıştır. Barış umudu gerçekleşebilir. Çünkü bölgenin, Ortadoğu’nun içinden geçtiği dönemi hep beraber değerlendirdiğimizde şu sonucu çıkarırız. İran-İsrail savaşı, Suriye’deki gelişmeler, Şam yönetiminin değişimi, Rojava’da Kürt halkının özyönetiminin geldiği nokta, bütün bunlar aslında bu süreçte barış dışında bir seçeneğin olmadığını gösteriyor bize. Bölge kaynayan kazan. Savaş, Ortadoğu ve Kuzey Afrika’dan ibaret değil sadece.

Rusya ve Ukrayna savaşına dönüp baktığımızda, savaşın sınırlarının batıya doğru genişlediğini de görebiliriz. İşte böyle bir süreçte barışı dillendirmek çok kıymetli ve değerlidir. Bizler bu bakımdan barışı birçok boyutuyla konuşmalıyız. Barışı emek boyutuyla, işçi ve emekçinin sömürülmesi boyutuyla, Alevilerin yok sayılması boyutuyla, vicdan sahibi mütedeyyinlerin inançlarının suistimal edilmesi boyutuyla, kadınların gördüğü şiddet boyutuyla, gençlerin geleceksizliği ve güvencesizliği boyutuyla konuşmalıyız. Yani ezilen ve sömürülen bütün kesimlerin kendilerinden doğru bir yaklaşımla barış sürecini değerlendirmesi, bu sürecin bir parçası olma konusunda ısrarlı olması büyük bir katkı sağlayacaktır.

Bir süreç yaşanıyor. Bu sürecin nasıl gittiğini herkes merak ediyor. Kimisi sürecin tıkanıp tıkanmadığını soruyor, kimisi yavaş gittiğini söylüyor. Farklı yorumlar ve yaklaşımlar var. Kısaca şunları ifade edelim. Bu süreç bir şekilde şimdilik ilerliyor. Bu sürecin başarıyla taçlanması için hem DEM Parti olarak biz hem de görüştüğümüz bütün toplumsal ve siyasal dinamikler, bu konuda her birimiz kendi cephemizden oldukça güçlü bir katkı veriyoruz.

Elbette bazı acil adımların atılması gerekiyor. Bu adımlar konusunda devlet ve iktidarın çok yavaş ilerlediğini belirtmek isterim. Acil bir biçimde yasal ve hukuki düzenlemeler yapılmalıdır. Adil bir yargı sistemine kavuşmak Türkiye’nin en acil ve temel ihtiyaçlarından biridir. Terörle Mücadele Kanunu’nun değişimi. Bunlarla ilgili önemli adımlar atılmalıdır. AYM ve AİHM kararları var. Bu kararlar çerçevesinde örneğin Can Atalay, Hatay Milletvekili olarak parlamentoya gelerek çalışmalarını sürdürmelidir. Kobanî Kumpas Davasında yargılanan Figen Yüksekdağ, Selahattin Demirtaş ve diğer bütün tutsak arkadaşlarımız ile Gezi’den dolayı tutsak edilmiş olan Osman Kavala serbest kalmalıdır. Sizin alandan doğru AİHM’in aldığı kararların hayata geçmesi de çok önemlidir.

En temel gündemlerden birisi de parlamento çatısı altında oluşacak olan komisyon. Bu komisyonun kurulmasıyla ilgili somut birkaç adım atıldı ama nihayete ermiş değil. Henüz bu komisyon resmen kurulmuş değil. Bizim en temel önerimiz, bu komisyonun yasayla kurulması ve aktif bir biçimde karar alma yetkisine sahip olmasıdır. Oluşacak alt komisyonların bütün mağduriyetlerle ilişkisini kurmasıdır. Saydığımız bütün siyasal ve toplumsal dinamiklerle iletişim kurması ve o alanlardaki mağduriyetlerin giderilmesi için çalışma yürütmesidir. KHK’lilerin sorunlarının giderilmesi ve mesleklerine iadeleriyle ilgili acil bir şekilde mutlaka bir adım atılmasıdır. Bu, DEM Parti olarak talebimiz olmaya devam edecek. Oluşacak bu komisyonun KHK ile haksız ve hukuksuz bir şekilde ihraç edilmiş bütün kesimlerin mağduriyetlerinin giderilmesi konusunda adımlar atmasıdır.

Bunlar sadece niyet etmekle, sadece söylemekle olmuyor. Olmadığını deneyimlerimizden hepimiz biliyoruz. Barış ne Kürt halkına ne KHK’lilere ne işçilere ne emekçilere ne Türkiye halklarına altın tepsiyle sunulacak. Bu bizlerin mücadelesine bağlı; vereceğimiz emeğe, örgütlü duruşumuza bağlı. Hangi alanda örgütlüysek kendi öz örgütlenmemizi güçlendirmemize bağlı. Hem kendi mağduriyetlerimizin giderilmesini talep etmekle hem de bunun demokrasi ve barışla bağlarını kurarak Türkiye’nin demokratikleşmesini sağlamakla mümkün olur. O nedenle bizler yürüyen bu müzakereyi şayet mücadele ve örgütlenmeyle güçlendirmezsek aldığımız sonuçlar zayıf olabilir. Bu nedenle mücadele çok önemlidir. Müzakereyi mücadele ile desteklemek zorundayız.

Bu salonda olan arkadaşlarımızın da bugüne kadar buluşmalar gerçekleştirdiğimiz birçok kesimin de bu sürece ilişkin çok ciddi kaygıları olduğunu biliyoruz. Bunlar önemli kaygılar. “Bu barışın neresinde olacağız?” sorusu herkesten geliyor. Bütün kesimler Barış ve Demokratik Toplum Sürecinin tam da kalbinde olmak durumundadır. Bütün kesimler bu sürecin kalbinde yer almazsa, bu süreç ilerlemez ve barış toplumsallaşmaz. DEM Parti olarak verdiğimiz bütün mesajlarımızda şunu önemle vurguluyoruz. Barış süreci muhalefet olmadan olmaz. Barış sürecinin içinde muhalefet mutlaka etkin bir rol almalıdır. Biz böylece etkin bir mutabakata kavuşabiliriz.

“CHP üzerinde çok farklı versiyonlarla operasyonlar gerçekleşiyor”

Bugün CHP üzerinde çok farklı versiyonlarla operasyonlar gerçekleşiyor. İBB Başkanı Ekrem İmamoğlu şimdi hapishanede. Bunları asla kabul etmiyoruz, edemeyiz. Demokratikleşme, bütün seçilmişlerin, düşüncelerinden dolayı hapishanede haksız hukuksuz şekilde tutulmuş olan herkesin serbest olmasıyla mümkündür. Yerel yönetimlerdeki seçilmişlere saygı duyacaksınız, parlamenterlere saygı duyacaksınız. Çünkü onlar kendilerinden menkul bireyler değillerdir. Onlar halktır, halkın iradesiyle seçilmişlerdir. Bu sürecin sağlıklı gelişmesi için hiçbir ayrım yapmaksızın bütün muhalefetin üzerindeki baskının bir an önce kalkması gereklidir. Türkiye, rotasını ciddi bir biçimde demokrasi ve barışa kırmalıdır.

Bu toplantıyı gerçekleştirirken öğretmenlerin yürüyüşü devam ediyor. Özel sektördeki öğretmenler 25 Haziran’da İstanbul’dan Ankara’ya doğru yürüyüşe geçtiler. Çalışma koşullarının iyileştirilmesi, eşit ücret ve çok sayıda önemli talepleri var. Sizlerin huzurunda arkadaşlarımızın bu yürüyüşünü selamlıyoruz. Her daim yanlarındayız, ortak mücadele içindeyiz.

Gerçekten mücadeleyi büyütmek dışında bir seçeneğimiz yok. KHK ile haksız ve hukuksuz bir şekilde ihraç edilmiş siz değerli insanların çok önemli talepleri var. Kamu emekçileri için yeniden güvenceli bir istihdam düzeni, sendikal hakların anayasal teminat altına alınması, tüm ihraçların iptali ve itibar iadesi, uluslararası normlara uygun toplu sözleşme düzeni. Bugün kamu emekçilerinin yalnızca görevlerine iade edilmesi değil, kamunun topyekün demokratikleşmesi de temel bir mücadele başlığı olmalıdır. Güvenlik soruşturmaları, arşiv araştırmaları, sözlü mülakatlar, siyasal kadrolaşma uygulamaları derhal kaldırılmalıdır.

Kamuda liyakat, eşitlik ve tarafsızlık ilkeleri çerçevesinde kimlik, inanç, siyasi düşünce ya da etnik kökeni ne olursa olsun herkesin eşit yurttaşlık hakkına dayalı bir düzenin kurulması şarttır. Güvencesizleştirme politikalarına karşı kamunun özerkliği ve toplum yararına hizmet anlayışı açığa çıkarılmalıdır ve bu anlayışla ilerlenmelidir. Sizlerin, birçok emekçi kardeşimizin ve ihraçların çok önemli talepleridir bunlar. Sizlerin talepleri, DEM Parti olarak bizlerin de talebidir. Mücadelenizle dayanışma içindeyiz ve bu mücadelenin büyütülmesi konusunda üzerimize düşen görev ve sorumluluklara hazırız.

Sayın Öcalan’ın Barış ve Demokratik Toplum Çağrısına örgütü olumlu yanıt vererek kendini feshetme kararı aldı ve bir silahsızlanma süreci başlayacak. Bu süreçte üzerinde durulacak en temel nokta, demokratik siyasetin bundan böyle daha da geliştirilmesi ve büyütülmesidir. Sayın Öcalan’ın çağrısında da ifade ettiği gibi her kesimin kendi öz örgütlenmesini sağlaması çok önemlidir. Örgütlenmiş bir toplum bütün sorunlarla başa çıkabilir. Örgütlenmiş dinamikler birbiriyle dayanışma içinde ciddi sonuçlar alabilir. Bu konuda bizlerin, Türkiye’nin önü açık. Bunları sizlerle müzakere etmek istiyorum. Katıldığınız için teşekkür ediyorum. Haklarımızı mutlaka alacağız. Örgütlenerek ve dayanışarak kazanacağız.”

Paylaşın

Hatimoğulları’ndan “Demokratik Toplum Ve Demokratik Ulus” Vurgusu

Partisinin grup toplantısında konuşan DEM Parti Eş Genel Başkanı Tülay Hatimoğulları, “Demokratik Ulus çok kimlikli, çok kültürlü, çok inançlı halkların kendi kaderini özgürce tayin edebileceği, eşit hukukla tesis edilmiş ortak yaşam modelidir” dedi ve ekledi:

“Bizi, Ortadoğu’yu ve bütün dünyayı kurtaracak olan tam da bu projedir. Ve buradan bizlerin bütün halklara sözü olsun ki, ne olursa olsun, bedeli ne kadar ağır olursa olsun biz Demokratik Toplum demekten, Demokratik Ulus demekten ve onu inşa etmek için pratik yapmaktan, mücadele etmekten asla vazgeçmeyeceğiz.”

Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi (DEM Parti) Eş Genel Başkanı Tülay Hatimoğulları, partisinin grup toplantısında konuştu. Hatimoğulları, konuşmasından öne çıkan bölümler şöyle:

“Ortadoğu yine barut kokuyor. İsrail-İran savaşı bir bölge savaşıdır. Ne yazık ki küresel nabız barış ritmiyle değil savaşın çılgın temposuyla atıyor. Hepsi savaşın zeminini hazırlıyor ve savaşı köklüyor. Gerçek şu ki herşeye güvenlik gözlüğünden bakılıyor. Oysa bunların anlamı daha fazla yoksulluk ve açlık demektir.

Neoliberalizmin sınıfsal uçurumları, ekonomik çöküş, silahlanma, ekolojik çöküş yarışı başta olmak üzere; güç dengeleri, ticaret savaşları ve etnik-mezhepsel gerilimler. Hepsi savaşın zeminini hazırlıyor, savaşı körüklüyor.

Bakın, G7 Zirvesi ve NATO’nun artan savaş harcamaları talepleri bizlere neyi gösteriyor, biliyor musunuz? Sadece Türkiye’yi, Ortadoğu’yu değil; bütün dünyayı yakından ilgilendiren gelişmeler bunlar. Ahmed’in, Fatima’nın, Rojda’nın, Hans’ın, Robert’in, yani bütün halkların emeği doğrudan savaş bütçelerine aktarılıyor.

Emperyalist güçlerin jeopolitik satranç tahtasında oynadıkları oyunla yapılıyor bütün bunlar. Sivil yurttaşlar ödüyor, bizler, halklar ödüyor. Onlar bize savaşı güvenlik maskeleriyle normalleştirmeye çalışıyorlar ya hayır değil. Savaşın dehşeti bizlerin gözünde sıradanlaştırılmaya çalışılıyor. Bizlerin kafasında ve ruhunda normalleştirilmek isteniyor. Savaşı ve her yeri yakıp yıkan anlayışı normal karşılamıyoruz, normal karşılamayacağız. Bu çılgınlığa dur demek zorundayız.

Bunun panzehri emperyalizme karşı mücadeledir. Biz halklar emperyalizmden alacaklıyız ve bunu aldığımız zaman bu savaşları durdurur, barış ve huzur içinde yaşayabiliriz. Eskiden bu yaşananları distopyalarda okuyorduk. Artık distopyalar gerçek oluyor. İran-İsrail savaşı bize bunu gösteriyor.

Altını kalın çizgilerle çiziyorum: İçerideki demokrasi eksikliği, dışarıdaki düşmandan daha tehlikelidir. Eşit yurttaşlığı kutsayan; hak eşitliğini, adaleti, özgürlüğü temele koyan siyaset bu sistemin panzehiri olur.

Demokratik ulus çözümü, silahta ve kanda aramaz. Demokratik ulus; çok kimlikli, çok kültürlü, çok inançlı halkların kendi kaderlerini özgürce tayin edebileceği, eşit hukukla tesis edilmiş ortak yaşam modelidir. Bizleri, Ortadoğu’yu kurtaracak olan tam da bu anlayışın yaşama geçmesidir. Bedeli ne olursa olsun, demokratik ulus demekten, demokratik toplum demekten, bunu inşa etmekten asla vazgeçmeyeceğiz. Barışı mutlaka bu topraklara armağan edeceğiz.

“Bahçeli’nin uyarıları önemli”

Sayın Bahçeli’nin, sürecin hızlı ve dikkatli gitmesi gerektiğine dair uyarıları önemli. Bir kez daha anlıyoruz ki, kendi iç demokrasisini kurumsallaştıramayan ülke, küresel fırtınalardan çok ağır yara alır. Herkes gücü yettiğince önemli bir destek veriyor bu sürece. Bu dönemeçte, halkların faydasına olan gelişmeler sürüncemede bırakılamaz! Tarihi fırsatlar bazen yüzyılda bir gelir. Yüzyıllık bekleyişin tortusunu omuzlarımızdan atmak istiyoruz. Tarih bize ‘Beklemeyin, yol alın’ diyor! Bekledikçe kaybettik, bekledikçe yaralar derinleşti, bekledikçe fırsatlar uçup gitti.

Geçen hafta Silivri’deki mahpusları ziyaret ettik. Hepsinin selam ve sevgileri var sizlere. Ve barıştan yana çok umutlu olduklarını dile getirdiler. Bakın Sayın Ekrem İmamoğlu’yla çok sayıda başlık konuştuk. İmamoğlu, şunları söyledi, ‘Bütün bu olumsuz gidişattan en olumlusu barışı konuşuyor olmamız.’

Yargının siyasallaşması bitmeli. Yargı bir an önce siyasal zeminde davranmaktan vazgeçmeli, gerçekten hukuk işletilmelidir. Muhalefetin her kesimine dönük baskılar, seçilmişlere dönük tutuklamalar bir an önce bitmeli. Bir an önce kayyım atanmış belediyelerin başkanları ve eş başkanları görevlerine dönmeli.”

Paylaşın

Hatimoğulları: Filistin’de İki Devletli Çözüm İçin Çaba Sarf Etmeliyiz

DEM Parti Eş Genel Başkanı Tülay Hatimoğulları, Sosyalist Enternasyonal Konsey Toplantısı’nda yaptığı konuşmada, “Filistin meselesi büyük bir insanlık meselesidir. Bu konuda çok net bir tutum alınmalıdır” dedi ve ekledi:

Haber Merkezi / “Filistin’de 50 bini aşkın insan yaşamını kaybetti. Sosyalist Enternasyonal’in bunu açıkça kınaması çok önemlidir. Birleşmiş Milletler’in mutabık olduğu iki devletli çözümün hayata geçirilmesi için elimizden gelen her türlü çabayı her aşamada sarf edebilmeliyiz.”

Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi (DEM Parti) Eş Genel Başkanı Tülay Hatimoğulları, Cumhuriyet Halk Partisi’nin (CHP) ev sahipliğinde İstanbul’da gerçekleştirilen Sosyalist Enternasyonal Konsey Toplantısına katıldı. Hatimoğulları, burada yaptığı konuşmada şunları ifade etti:

“Kadim metropol kenti İstanbul’da, enternasyonal işçi hareketinin kadim kuruluşu Sosyalist Enternasyonal ile bir arada olmaktan dolayı çok memnun olduğumuzu belirtmek isterim. Sosyalist mücadelenin önemli neferlerinden ve Türkiye’de barış mücadelesinin sembolü haline gelen sevgili yoldaşım Sırrı Süreyya Önder’i yakın zamanda kaybettik. Sizlerin huzurunda Önder’i bir kez daha anıyorum.

Küresel ölçekte büyük risklerin ve felaket dinamiklerinin ne kadar yakın ve yakıcı olduğunu hepimiz çok ağır bir şekilde hissediyoruz. 20. yüzyıldan 21. yüzyıla devredilen uğursuz sömürgecilik mirası nedeniyle Ukrayna, Rusya, Suriye, Lübnan, Filistin ve bölgedeki birçok ülke savaş ve çatışmaların ağır etkisi altındadır. Bunun sonucu olarak milyonlarca insan yersiz ve yurtsuz kalmakta, göç yollarını tutmaktadır.

Üçüncü Dünya Savaşından bahsediliyor. Üçüncü Dünya Savaşının arifesinden geçtiğimiz bir dönemde, şu vurguyu özellikle yapmak isterim. Geride bıraktığımız iki dünya savaşından çok daha farklı şeyler yaşarız eğer bu savaşın önüne geçemezsek. Nükleer silahlanmanın arttığı bir dönemde, nükleer felaketle de karşı karşıya olduğumuzun altını özellikle çizmek isterim. Buna dair çok güçlü önlemler almak durumundayız.

Ortadoğu’nun en krizli alanlarından biri Suriye. Suriye’de bir rejim değişikliği gerçekleşti ve Şam yönetimine HTŞ’nin, El Nusra’nın, El Kaide’nin uzantısı olan bir yapı geldi. Bu hükümetin şu anki haliyle Suriye’nin güvenliğini ve demokrasisini sağlama ihtimali yoktur. Çünkü sınavını kötü vermektedir. Bakın, bu süreçte, yani Colani iktidara geldiğinde Suriye’de neler yaşandı? Dürziler katledildi, Arap Aleviler katledildi, Arap Alevi kadınlar kaçırıldı.

21. yüzyılda adeta köle pazarında satılır bir duruma geldi. Hıristiyanların katledildiğini ve kutsal mekanlarına saldırıldığını gördük. Radikal İslamcı ideolojik yapı Suriye’de kadınlar için de çok büyük bir tehlikedir. Batılı hükümetlerin “ılımlı İslamcılık” adı altında destek verdiği bu rejimlere karşı çok daha fazla uyanık davranılması önemlidir. Bunların “ılımlı İslamcılık” adı altında aslında radikal İslamcılık yaptıklarını özellikle belirtmek isterim.

“Filistin’de iki devletli çözüm için çaba sarf etmeliyiz”

Filistin’de büyük bir insanlık dramı yaşanıyor. Ne yazık ki dünya bütün bunlara sessiz. Antisemitizm nasıl bir ırkçılık türüyse, Filistinlilere yaşam hakkı tanımayan Siyonist hareketler de aynı şekilde ırkçılık yapmaktadır. Filistin meselesi büyük bir insanlık meselesidir. Bu konuda çok net bir tutum alınmalıdır.

Bu konuda oldukça net bir tutum alan Sayın Pedro Sanchez’e sizlerin huzurunda bir kez daha teşekkür ediyorum. Filistin’de 50 bini aşkın insan yaşamını kaybetti. Sosyalist Enternasyonal’in bunu açıkça kınaması çok önemlidir. Birleşmiş Milletler’in mutabık olduğu iki devletli çözümün hayata geçirilmesi için elimizden gelen her türlü çabayı her aşamada sarf edebilmeliyiz.

Türkiye ile Kürt halkının yaşadığı Irak, İran, Suriye ve bütün bölgeyi yakından ilgilendiren gelişmelere tanıklık etmekteyiz. Sayın Abdullah Öcalan’ın 27 Şubat’ta yapmış olduğu bir çağrı var. Barış ve Demokratik Toplum Çağrısı. Bu çağrıda, Türkiye’nin demokratikleşme dışında bir çaresinin olmadığı, Kürt sorunu başta olmak üzere Türkiye’de yaşayan bütün farklı halkların ve inançların eşit yurttaşlık temelinde haklara sahip olması gerektiği vurgusu var.

Bir vurgu daha var ki onu da İmralı’ya gittiğim zaman açıkça bizlerle paylaştı. O da şuydu: Bu çağrı bir yandan Türkiye için ama öte yandan dünyada sosyalist enternasyonalist bir perspektifle mücadelenin büyütülmesi için, bu anlamıyla yapısal bir dönüşüm içindi de. Sayın Abdullah Öcalan’ın, Kürt sorununun çözümüne ilişkin İmralı’dan yaptığı çağrının akabinde, örgütü PKK de bu çağrıya uyum sağlayarak feshini açıklamış; sürecin demokratikleşmesiyle beraber silahları bırakacağını ve enternasyonalist bir siyasi yapılanmaya doğru gideceğini ifade etmişti.

Bu tarihi dönemin sadece Türkiye’yi değil bölgenin tamamını rahatlatacağına sonsuz inancımız var. O nedenle bu konuda sizlerden çok güçlü bir destek ve dayanışma beklediğimizi özellikle belirtmek isterim. Demokratikleşen ve iç meselelerini önemli oranda çözmüş bir Türkiye’nin, bölgede yaşanan krizlere barışçıl zeminde daha güçlü destek ve öncülük edebileceğine inanıyoruz. Bu, uluslararası siyaseti de son derece rahatlatacak bir adımdır.

Değerli yoldaşlar, küresel ölçekte yaşanan çoklu krizler gittikçe derinleşmektedir. Aşırı sağın ve şovenizmin biçimlendirdiği bir dünyanın çok daha derin krizler üreteceği açıktır. Bu nedenle, derinleşen krizler karşısında köklü ve tutarlı çözüm modelleriyle ve mücadele yöntemleriyle yol almamız gerekiyor. Totaliter rejimler ya da toplumsal haksızlıklar karşısında verdiğimiz mücadelelerde bir aradayız, omuz omuzayız, dayanışma içindeyiz.

Felaket kapitalizmine, savaşa, sömürgeciliğe, diktatörlüğe, faşizme ve emperyalizme karşı 200 yıllık bir dayanışma geçmişi ve geleneğini yeniden üretebiliriz. Buna ihtiyacımız var. Ezilen ve sömürülenlerin eşitlik, hak ve adalet mücadelesi programı etrafında aynı zamanda barış mücadelesinin yükseltilmesi gereken bir dönemden geçiyoruz. Küresel ölçekte savaş riskleriyle karşı karşıya olduğumuzu bütün konuşmacılar ifade etti.

Burada bizlerin DEM Parti olarak bir teklifi var: Gelin, enternasyonalist bir barış mücadelesini bütün dünya ölçeğinde hep birlikte örgütleyelim. Hep birlikte yayalım. Filistin’den Kürdistan’a, Kongo’dan Ukrayna’ya savaşlarda en çok zarar gören halkları esas alan, halkların eşitliğini esas alan küresel bir barış blokuna hepimizin çok ihtiyacı var.

Yoksulluğun iyice derinleştiği, milyonlarca insanın açlık ve yoksulluk içinde yaşadığı bir dünyada elbette aynı zamanda ezilen ve sömürülenlerin kurtuluş perspektifiyle enternasyonalist mücadele programı ve eylemliliğine de ihtiyaç var. Bu anlamıyla hep birlikte yürüteceğimiz ortak çalışmanın güç katacağına inanıyorum. Bir kez daha ülkemize, İstanbulumuza hoş geldiniz. Hepinizi sevgiyle selamlıyorum.”

Paylaşın

Hatimoğulları, Mehmet Şimşek’e Seslendi: Dalga Mı Geçiyorsun?

Partisinin grup toplantısında konuşan DEM Parti Eş Genel Başkanı Tülay Hatimoğulları, “Çok büyük bir ekonomik buhranın ve sefaletin içindeyiz. Türkiye’de 3.6 milyon kişi aşırı yoksulluk koşullarda yaşamaktadır, buna yaşamak denirse tabi” dedi ve ekledi:

“Bakan Şimşek diyor ki evet enflasyon var; ama bunun nedeni yurttaş dayanıklı eşya alıyormuş. İnsanın aklıyla dalga geçmek buna denir. Bakan Şimşek sana sesleniyorum; insanların aklıyla dalga mı geçiyorsun? Buna bir bilim insanı olarak sen inanıyor musun? Toplumu yanıltan açıklamalar yapmayın bari.”

Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi (DEM Parti) Eş Genel Başkanı Tülay Hatimoğulları, partisinin Meclis’teki grup toplantısında konuştu. Tülay Hatimoğulları’nın konuşmasında öne çıkan başlıklar şöyle:

DEM Parti İmralı Heyeti üyesi Sırrı Süreyya Önder’in sağlık durumuna değinen Tülay Hatimoğuları, şu ifadeleri kullandı: “Bizler umudumuzu yitirmedik, yitirmeyeceğiz. Sadece bir yazar, bir siyasetçi değil. Onun hayat hikayesi bu ülkenin acılarla, umutlarla, mücadelelerle dolu hikayesinin bir parçasıdır. Ondandır bu yürek çarpıntısı ve sessizce bekleyişimiz. En umutsuz anlarda bile umut olmayı bilmiştir. Biz de onun gibi umut etmeye devam edeceğiz.

Barış sürecinde attığı her adım, söylediği her söz bu ülkenin geleceğine olan inancını gösterdiyse biz de inancımızı onun gibi asla kaybetmeyeceğiz. Seni bekliyoruz hepimiz. Arkadaşların, yoldaşların, halk, bu parlamento, bu kent, bu ülke, bu toplum seni bekliyor. Sevgili Sırrı başkan aramıza geri gel diyoruz. Barışın aktörü olarak bugüne kadar verdiği bütün mücadeleleri başarıya ulaştırmaya ramak kalmışken; bir kez daha diyoruz ki aramıza geri dön ve yarım bıraktığın işi gel hep birlikte tamamlayalım.”

İstanbul’da meydana gelen depremlere değinen Tülay Hatimoğulları, Bu depremde bir kez daha gördük ki milyonlar olarak depreme karşı korumasızız. İstanbul milyonların yaşadığı bir kent. Neredeyse Türkiye’nin çeyreği. Büyük bir deprem riski taşıyor ama belediye başkanı şu an tutuklu, belediye yönetimi tutuklu, çoğu kişi görevinden alınmış, İstanbul belediyelerinin bazılarına kayyım atanmış ve İstanbul depremi bu şekilde karşıladı. Kentin yönetim iradesini siyasi operasyonlarla felç eden iktidar, İstanbulluları bir çaresizlik içinde izleme moduna sokmuştur” dedi ve ekledi:

“Felaket kapıdayken hala önlem alınmıyor. İstanbul 2 büyük tehdit ile karşı karşıyadır. Biri depremin kendisi, biri de rant anlayışıdır. Milyonların hayatı kader denilerek geçiştirilemez. Deprem doğanın gerçeğidir ama ihmalkarlık açık bir cinayettir. Deprem ile ilgili ihmaller ve rant uğruna alınmayan ihmaller halkı adeta ölüme terk etmek demektir. İstanbul’da toplanma alanlarını yok edenler, imar rantına göz yumanlar bu felaketin apaçık ortaklarıdır. Yıllardır mega projelerle, AVM’lerle, gökdelenlerle İstanbul büyük bir felaketin eşiğine sürüklendi.

Oysa herkes çok iyi bilir ki, İstanbul’un güvenliği demek Türkiye’nin güvenliği demektir. Bilimle, ortak akılla hareket etmek, insan hayatını her şeyin önüne koymak zorundayız. Milyonlar büyük bir felaketi kıl payı atlattı ama iktidarın aklı fikri hala Kanal İstanbul’da. Kanal İstanbul projesi, İstanbul’u ateşe atmak demektir. Bu kürsülerden çok dillendirdik. Bu depremi yaşamışlar olarak bir kez daha dinlendiriyoruz; Kanal İstanbul projesinden derhal ama derhal vazgeçin. Güvenli konutlar, sağlam alt yapılar yerine hâlâ rant peşindeler.

Hatay’da depremin üzerinden 2 yıl geçti. Ama milyonlar hala konteynerde yaşamak zorunda. İktidar rant için depremzedeye bir müşteri olarak davranmaya devam ediyor. İstanbul’da yaşanan bir depremde Hatay’dan Maraş’tan hatırlayacağız; orada bile Türkiye çok büyük bir etki yaşadı. Türkiye bu enkazın altında kalır. Tehlike geçmedi, devam ediyor ve önlem alınmak zorunda.”

“İnsanların aklıyla dalga mı geçiyorsun?”

Tülay Hatimoğulları, konuşmasının devamında şu ifadeleri kullandı: “Merkezi hükümete düşen görev, yerel yönetimleri kayyımcı ya da fiili kayyım anlayışıyla yıpratmak, gözaltına alıp tutuklamak değil; tam tersine yerel yönetimlerle koordineli bir şekilde bu süreci yürütmektir. Bu zorunludur, başka çare yok. Bakın, biz bu konuyu konuşurken aklıma Van Büyükşehir Belediyemizin bir icraatı geldi. Açılışına ben de katılmıştım AKOM’un. Afet Koordinasyon Merkezi.

Açılışı Van Belediyemiz gerçekleştirirken inanın belediye eşbaşkanlarımız da AKOM’un personeli de oradaki kadrolar da bayramlık çocuklar gibi sevinçliydi. Çünkü sadece Van’a değil, deprem bölgesi olan bütün o muhite hizmet edecek büyüklükte ve ölçekte bir kurumu oluşturmuşlar ve halkın hizmetine sunmuşlardı. Ama bu iktidar ne yaptı? Bu kadar çalışkan olan belediye eşbaşkanlarımızı görevden alarak yerlerine kayyım atadı.

Oysa onlar, bu ve benzeri daha fazla projeye imza atmak, kente ve halka hizmet etmek için seçildiler. Buradan bir kez daha bu iktidara sesleniyoruz: Bütün kayyım atamalarından derhal vazgeçin. Seçilmiş belediye eşbaşkanlarımızı ve belediye başkanlarını acilen görevlerine iade edin. Başta doğal afetler olmak üzere kent hizmetlerinde merkezi hükümet koordineli bir biçimde çalışmalarını sürdürmelidir. Belediyelerimizden elinizi çekin.

Buradan İstanbul için de şunları söylemek isterim. Mega projeler derhal bırakılmalıdır. Anında tıkanan trafiğe mutlaka çözüm üretilmelidir. Çalışmayan GSM operatörlerine, toplanma alanlarına derhal çözüm üretilmelidir. Birkaç gün önce yaşadığımız 6,2’lik depremde bu sorunların bizleri nasıl zora soktuğunu bir kez daha deneyimledik.

Biz İstanbul’a baktığımızda tarihi, insanı, capcanlı bir yaşamı görüyoruz. Bu rantçı anlayış ise sadece rant ve dolar görüyor. Değerli İstanbullu yurttaşlarımız; biz İstanbul’u ve yaşamı savunmaya devam edeceğiz. Depremi yaşamış değerli yurttaşlarımızın sesi olmaya, haklı talepleriniz için sizlerle birlikte yol yürümeye ve mücadele etmeye devam edeceğiz. Asla yalnız değilsiniz, DEM Parti olarak her daim yanınızda olacağız.

1 Mayıs arifesinde bu grup toplantımızı gerçekleştiriyoruz. Bugün aramızda baretli işçi kardeşlerim var, birçok iş kolundan işçi kardeşlerim var. Bir kez daha hepinize hoş geldiniz diyorum. Bizler de DEM Parti olarak, “Emeğin Özgürlüğü ve Demokratik Toplum İçin 1 Mayıs’a” şiarıyla Türkiye’nin her yerinde alanlarda, meydanlarda olacağız. Sayın Öcalan’ın Barış ve Demokratik Toplum Çağrısı yeni bir dönemin kapısını aralamaktadır.

Bu çağrı; ekmek barış ve demokrasiyi büyütme çağrısıdır. Barış, emekçiler için ekmek kadar hayatidir. Barış dönemlerinde ekmek mücadelesi daha etkili ve sonuç alıcı olur. Demokratik toplum, işçinin ve ezilenlerin yaşam güvencesidir. Emek barışla nefes alır, barış da emekle. Barış olmadan refah olmaz. Kaynaklar savaşa değil insanca yaşama akmalıdır. Örgütlü emek barışla güçlenmelidir.

Bu yıl hem Kürt illerinde hem de batıda güçlü bir 1 Mayıs için hep birlikte hazırlanıyoruz. Biz biliyoruz ki Kürt halkının özgürlük mücadelesi, işçilerin emek mücadelesi içindir. İşçilerin birliği, halkların kardeşliği sadece bir temenni değildir. Türk işçinin Kürt işçi kardeşiyle kaderinin aynı olduğunu fark edip elini tutmasıdır. Kürt annenin Türk anneye, ‘Acımız aynı, o halde barış için el ele verelim’ demesi ve el ele tutuşmasıdır.

İşte o zaman işçiler birlik, halklar kardeş olur. Ekmek, barış ve özgürlük için tüm emekçileri ve halkları 1 Mayıs’ta alanlara çağırıyoruz. Zamlara, hayat pahalılığına, yoksulluğa, savaşa ve sömürüye karşı hep beraber alanlarda olacağız. 8 Mart’ın cesareti ve Newroz’un coşkusuyla 1 Mayıs’ta emeğin özgürlüğü için alanlarda olacağız. 1 Mayıs’ta atılan her slogan zulme karşı bir çığlık olacaktır. Yaşasın işçilerin birliği, halkların kardeşliği! Yaşasın 1 Mayıs, biji yek gulan!

Değerli Türkiye yurttaşları, bugün sermayenin yüzlerce yıldır topluma karşı sürdürdüğü savaşın en zorba dönemlerinden birini yaşıyoruz. 2025 yılı 1 Mayıs’ı işçiler ve ezilenler tarafından karanlığın en zifiri olduğu bir dönemde gerçekleşiyor. Sistem, sadece bir kar aracı değil büyük bir ölüm makinası gibi çalışıyor. Şu fotoğrafa hep beraber bakalım. Bu 16 yaşındaki Diyar Kişoğlu’nun fotoğrafı. Bu genç Van’dan kalkıp Maraş’a çalışmaya gidiyor.

Geçtiğimiz gün bu genç işçi şantiyesinin yatakhanesinde yaşamına son veriyor. Bu fotoğrafa da hep beraber iyi bakalım. Bu fotoğraf ise 14 yaşındaki Abdurrahman’ın fotoğrafı. Yine geçtiğimiz aylarda Niğde’nin Bor ilçesindeki Organize Sanayi Bölgesinde kolunu makinaya kaptırıyor ve hayatını kaybediyor. 14 yaşında bir çocuk işçi. Afganistanlı göçmen işçi Vezir Muhammed Nurtani. Muhammed, Zonguldak’ta ruhsatsız bir maden ocağında çalışırken hayatını kaybediyor.

Delilleri ortadan kaldırmak için bedeni ateşe veriliyor. Bu olayla ilgili yargılananlar ne yazık ki adaletsiz bir yargılama sonucu yine cezasız kalıyor. Bunu kabul etmek mümkün değil. Muhammed, 3 çocuk babası ve onunla ilgili var olan tek şey bu fotoğraf. Geriye ona dair hiçbir şey kalmamış. Onun eşi, ‘Benim çocuklarım çocuk değil mi, eşim eş değil mi?’ diyor. Ne yazık ki Türkiye’de iktidarın işçilere reva gördüğü yaşam budur.

Sadece son 3 ayda 450’ye yakın işçi iş cinayetlerinde katledilmiştir. Son 20 yılda, yani AKP’nin ‘refah dönemi’ diye ifade ettiği dönemde 35 bine yakın işçi iş cinayetlerinde yaşamını kaybetmiştir. Ama bizler bu konuda asla sessiz kalmadık, kalmayacağız. Yapabileceğimiz çok şey var. Abdullah için, 13-14 yaşında çalışan çocuklar için yapabileceğimiz çok şey var. Bunun için daha çok örgütlenmeliyiz, daha çok mücadele etmek zorundayız. Dünyayı var eden siz işçilersiniz.

Siz bir gün, sadece bir gün çalışmayın, bütün hayat durur. İşte işçinin ve emekçinin gücü budur. Bu güce sahip olan işçiler ve emekçiler elbette ki en iyi yaşam hakkını, bu koşulların sağlanmasını hak etmektedir. Bunu talep etmek onların en doğal hakkıdır. Sonuna kadar da bu haklarının yanındayız. Sadece kol işçileri değil birçok hizmet sektöründeki işçiler; kamu emekçileri, temizlik işçileri, moto kuryeler, çağrı merkezi çalışanları, dijital platformlarda çalışanlar, part-time çalışanlar ve burada sayamadığım yüzlerce iş kolundaki emekçi kardeşlerimiz kapitalizmin çarkının içinde ezim ezim ezilmektedir. Yeni teknoloji dünyasında iş ve emek anlayışı hızla dönüşürken, milyonlarca işçiyi yani insanı ucuz ve atılabilir olarak görüyorlar.

7/24 çalıştırmak artık hayatın temel mottosu olarak sunulmaktadır bu sistem tarafından. İşçi ve emekçilerin yaşamını tehdit eden, hakkını gasp eden kapitalizme karşı hep birlikte mücadele etmeye ve geleceğimizi savunmaya devam edeceğiz. Bu sebeple emeğimiz ve yaşamlarımız için, çocuklar ve gençler için 1 Mayıs alanlarında buluşalım. Alın terimize, yaşamlarımıza, emeğimize, ekmeğimize, tenceremizde kaynayan yemeğimize sahip çıkmak için 1 Mayıs’ta alanları ve meydanları hıncahınç doldurmaya var mısınız?

Sadece işçiler, emekçiler, emekliler değil; gençler, işsizler, esnaf olarak hepimiz çok büyük bir ekonomik buhranın ve sefaletin içindeyiz. İnsanlar en temel ihtiyaçlarını bile artık karşılayamaz durumda. Türkiye’de 3,6 milyon kişi aşırı yoksulluk koşullarında yaşamaktadır. Buna yaşamak denirse tabii. İnsanlar en temel ihtiyaçlarını karşılayamıyor. Gerçek tablo bunun çok daha ötesidir. O kadar vahim ki insanlar artık sevdiklerine mezar taşı bile koyamaz hale geldi. Mermer çok pahalanmış, taş pahalanmış.

Artık mezar taşı olarak plastik bir levha koymayı zorunlu hale getirdi bu sistem. 22,5 yıllık AKP iktidarının Türkiye’yi getirdiği nokta budur! Hepimiz ay sonunu getirmek için borcu borçla çeviriyoruz. Artık ekmeği bile kredi kartıyla alıyoruz. Bireysel kredi kartı borçluluğu tarihin en yüksek seviyesine ulaşmış durumda. 2 trilyon 500 milyar lira insanların kredi kartı borcu var. Evet, AKP rekor kırıyor ama yoksullukta, açlıkta, sefalette, kredi kartı borçlarında rekor kırıyor. Bakan Şimşek enflasyonun olduğunu kabul ediyor, artık inkar edemiyor.

Çünkü yurttaş gidip dayanıklı tüketim ürünleri alıyormuş, buzdolabı ve çamaşır makinesi falan alıyormuş! Allah aşkına, buna güler misin ağlar mısın? İnsanın aklıyla alay etmek tam da buna denir. Bakan Şimşek, buradan sana seslenmek istiyorum. Sen insanların aklıyla alay mı ediyorsun? İnsanlar, bırakın buzdolabı ve çamaşır makinesi almayı, ekmek bile alamıyor. Enflasyonun nedeni yurttaşın kendisi mi? Buna bir bilim insanı olarak sen inanıyor musun gerçekten? Toplumu yanıltan açıklamalar yapmayın bari.

Biz 7/24 demokratik toplum, demokratikleşme diyoruz, değil mi? Bakın, ekonomide adaletin kapısını açacağı için de demokratik toplum diyoruz. Demokratik bir toplumda halk, enflasyonun sebebi olarak suçlanmaz; sefalet olmaz. Böyle bir vergi soygunu asla olmaz. Demokratik bir toplumda milyonlarca insan üç beş tefecinin, faizcinin eline düşmez. Bakın, yaşadığımız bu sistemin adı düpedüz sömürü düzenidir. Bu düzene halk artık yeter diyor.

Bizler de halkın sesi olarak, açlık çeken milyonlar adına buradan bir kez daha ifade ediyoruz: Artık yeter, artık yeter, artık yeter! 16 milyona yakın yurttaşımız açlık sınırının altında olan asgari ücrete mahkum. Asgari ücret bir insani sorundur. İktidar bu durumu görmezden gelemez, gelmemeli. Yılın ikinci yarısında asgari ücret yeniden yapılandırılmalıdır. Memur ve emekli maaşlarına zam yapılmalıdır.

Asgari ücretle çalışanlar için elektrik, su ve doğalgaz kullanımı asgari ihtiyaçlar sınırına kadar ücretsiz bir biçimde karşılanmalıdır. Çiftçilerin borç yükü hafifletilmelidir. Yakın zamanda zirai don faciasıyla çiftçiler dibin dibini görmüş durumda. Çok büyük zarar ettiler. Öncelikle bu çiftçilerimizi unutmamak lazım. Onların bütün mağduriyetleri giderilmelidir. Uygun kredi ve destek sağlanmalıdır.

Ayrıca tarım işçileri için güvenceli ve insanca yaşam hakkı sağlanmalıdır. Ev içi emek sosyal güvenceye kavuşturulmalı, kadın yoksulluğu son bulmalıdır. Geliri olmayan kişilere belli şartlar altında temel yurttaşlık geliri sağlanmalıdır. Biz güvencesiz çalışmanın sona ermesi, kadınların iş yaşamında eşit ve güvenli koşullarda çalışabilmesi, çocuk işçiliğinin ve iş cinayetlerinin son bulması için mücadele ediyoruz.

Bugün yine bir şafak operasyonuna uyandık. İşçinin, emekçinin, esnafın, çiftçinin, yoksulun ve bugün burada bulunan pek çok iş kolundan değerli işçi ve emekçi kardeşlerimizin hakkını savunan çok sayıdaki solcu, sosyalist, devrimci yoldaşımız, arkadaşımız bu sabah gözaltına alındı. Bu gözaltılar bizleri yıldıramaz. Gözaltına alınanlar derhal serbest bırakılmalıdır. 1 Mayıs’a dönük gerçekleştirilmiş olan bu operasyonları asla kabul etmiyoruz. Buradan gözaltındaki gençlerle dayanışma içinde olduğumuzu belirtiyoruz. Derhal serbest bırakılmalarını talep ediyoruz.

Değerli kardeşlerim; şairin dediği gibi çalışan biz, yaratan biz, biz açız. Sömüreni sırtımızda taşırız. Neden böyle öfkemizi içimizde saklarız? Haklı biziz, güçlü biziz. Bunu anlamalıyız. Evet biz bunu anlıyoruz. Haklı olan biziz, güçlü olan biziz. Daha çok örgütlenerek bu mücadeleyi zafere ulaştıracak olanlar da biziz. Gelin o halde hep beraber adaleti, barışı, ekmeğin ve emeğin hakkını hep birlikte tesis edeceğimiz demokratik bir cumhuriyeti hep beraber kuralım. Haklılığımızı ve gücümüzü demokratik cumhuriyetle birlikte gelin bütün dünyaya hep beraber gösterelim.

Sevgili kadınlar; haklarımıza, yaşamlarımıza, bedenlerimize yönelik saldırılar hız kesmeden devam ediyor. Gün geçmiyor ki absürt bir uygulamayla karşı karşıya kalmayalım. Sağlık Bakanlığı eliyle uygulamaya konulan Normal Doğum Eylem Planı ve 19 Nisan’da yürürlüğe giren Ayakta Teşhis ve Tedavi Yapılan Özel Sağlık Kuruluşları Hakkındaki Yönetmelik ile hayata geçirilmek istenen de tam da böyle absürt bir uygulamadır. Kadınların doğurup doğurmayacağına, kaç çocuk doğuracağına kadınlar kendileri karar verir.

Kadınlar nasıl doğum yapacaklarını siyasi iktidarla müzakere etmez. Doktoruyla oturur konuşur ve birlikte karar verir. İktidara düşense bu kararlara saygı duymak ve kadın sağlığını koruyacak politikaları hayata geçirmektir. Geçtiğimiz hafta sonu Van’da toplanan 58 kadın örgütünün yeniden gündeme taşıdığı Rojin Kabaiş’in akıbeti nedir, Gülistan Doku nerede sorularının yanıtını bekliyoruz. İktidara düşen görev bu sorulara yanıt vermektir, şiddetle etkin bir biçimde mücadele etmektir.

Ayrıca farklı cinsiyet kimliklerine ve cinsel yönelimlere karşı nefret suçlarını körükleyen kanun teklifinin sunulması yine bu erkek aklın, eril anlayışın eseridir. Dayatılan erkek egemen politikalara biz kadınlar ‘Eh ne yapalım boynumuz kıldan incedir, bu devran böyle gelmiş böyle gider’ demedik, demeyeceğiz. Elinizi bedenimizden, emeğimizden, kimliğimizden derhal çekin! Bizler ‘Jin Jiyan Azadi’ şiarıyla mücadele eden kadınlarız ve öyle olmaya devam edeceğiz.

Halklarımızın barış ve demokratik çözüm talebi inanılmaz derecede hızlı büyüyor. Bu bize çok büyük umut veriyor. Barış arayışımızı çok yönlü bir mücadeleyle sürdürüyoruz. Sadece siyasi temaslarla sınırlı kalmadık; haklarımızla doğrudan buluşarak barış talebini büyütüyoruz, sokağın ve toplumun her kesimine taşıyoruz. 10 Nisan’dan bu yana her yerde ev ziyaretleri, mahalle toplantıları yapıyoruz. Kent kent ziyaretleri sürdürüyoruz, sürdürmeye devam edeceğiz. Ev ev gezerek halkın beklentilerini, önerilerini ve eleştirilerini alıyoruz.

Ayrıca süreç hakkında değerli halklarımızı bilgilendiriyoruz. Eş Genel Başkanlar olarak yazdığımız mektup halklarımızla paylaşılıyor. Hedefimiz 3 milyon hane. Ziyaret ettiğimiz her ev, barış ve demokratik toplum mücadelesini büyütüyor. Barışı, milyonları içerecek şekilde toplumsallaştırmanın imkanında görüyoruz. Gittiğimiz her evde, çaldığımız her kapıda, yaptığımız her toplantıda barış için dualar ve temenniler alıyoruz.

Gülizar Yaşar, bir Kürt kadın, Barış Annesi. Çatışmalı süreçte abisi, kızı ve oğlu dahil 19 yakınını kaybetmiş bir Kürt anne. Hem Türk hem Kürt annelere seslenerek, “Herkes bu sürece sahip çıkmalıdır. Sahip çıkmalıdır ki ne bir Türk annenin gözyaşı aksın, ne bir Kürt annenin gözyaşı aksın” diyor. Bizler de buradan Gülizar annemize diyoruz ki senin bu haklı talebinin, bütün ödenmiş bedellerle beraber bu haklı talebinin yanındayız.

Başta iktidar ve ana muhalefet partisi olmak üzere herkese de sesleniyoruz: Elinizi taşın altına koyun. Toplumun taleplerine kulak verin. Bu toplum artık barış istiyor, onurlu bir yaşam istiyor. Bir tek yolumuz var, bir tek yolumuz. Gülizar annenin ve burada ismini sayamadığım birçok Türk, Kürt ve Arap annenin haykırışı. Ya barış ya barış ya barış! Başka seçeneğimiz yoktur.

27 Nisan’da Qamişlo’da Kürtler, Suriye ve Ortadoğu’nun halkları için de çok önemli olan Kürt Ulusal Konferansını gerçekleştirdi. Bu konferans demokratik bir geleceğin umudunu büyütmüştür. Kürt halkı ve bölgedeki tüm halkların ortak eşit yaşamını esas alan bu çalışma bizler için sonsuz değerdedir. Konferansta alınan kararların başta Kürt halkı olmak üzere, Suriye ve Ortadoğu haklarına barışı getirmesini ve hayırlara vesile olmasını diliyoruz. Buradan bütün halklarımızı saygıyla ve sevgiyle selamlıyoruz.

Barış ve demokratik toplum ancak herkesin siyasi iradesine saygı duyulmasıyla gerçekleşir. İstanbul’dan Van’a, Şişli’den Halfeti’ye halk iradesini yargı darbeleriyle ortadan kaldırmaya çalışmak barış sürecine çok büyük zararlar vermektedir. Demokratik geleceğin umudunu baltalamaktadır. Çözüm en geniş mutabakata dayanarak sürdürülmelidir. Ana muhalefet başta olmak üzere muhalefet bu mutabakat sürecinin dışında tutulmamalıdır.

Bu sürecin dışında tutulması hedeflenir ve benzer adımlar atılırsa ne yazık ki bu süreçler akamete uğrar. Tarihte böyle örnekleri çok gördük. Barışla ortaya çıkacak demokratikleşmeyi yok saymak, siyasi rekabeti galip gelme üzerinden ele almak bu sürece büyük kaybettirir. Siyaset yapma hakkının da barışın da güvencesi hukuka dönmektir, hukuku işletmektir, demokratikleşmektir.

Gelin, barışı hukukla kuralım ve demokrasiyle görkemli hale getirip bu ülkenin geleceğine hep beraber armağan edelim. Geçtiğimiz hafta heyetimiz Adalet Bakanı ve heyetiyle çok önemli bir görüşme gerçekleştirdi. Görüşmeden sonra her bir vekil arkadaşımız, grup başkan vekillerimiz, eş genel başkanlar olarak bizler her gün onlarca telefon aldık. Acaba yargı paketinde ne olacak? Acaba çocuklarımızı kapsayacak mı? Bu sorularla çok karşılaşıyoruz. Toplumun beklentisi bu anlamıyla artık çok büyük.

Heyetimiz bu görüşmede, barış ve çözüm zemininin oluşması için partimizin önerilerini ve halkın beklentilerini net bir şekilde ifade etti. Başta Sayın Abdullah Öcalan’ın iletişim ve çalışma özgürlüğü olmak üzere atılması gereken adımlarla ilgili top artık iktidarın sahasındadır. Sorumluluk artık onlardadır. Bu sorumluluğa göre hareket etmelerini bekliyoruz. Demokratik çözüm için siyasi irade göstermek kaçınılmazdır. Bu siyasi iradeyi göstermek cesaret işidir, demokratikleşmeye olan bağlılığın göstergesidir.

Bu kapsamda, iktidarı halkın barış çağrılarına kulak vermeye, çözüm için somut ve güven verici irade ortaya koymaya davet ediyoruz. DEM Parti olarak, barış ve çözüm süreci için topyekün bir seferberlik içindeyiz. Binlerce arkadaşımız Türkiye’nin dört bir yanında gece gündüz demeden 1 Ekim’den bu yana barışla ilgili çalışmalarını sürdürmektedir. Emek vermekteyiz DEM Parti olarak. Çünkü biz barışa inanıyoruz. Çünkü biz barışın bu coğrafyaya gelmesi gerektiğine yürekten inanıyoruz.

Çekilen acıların, akan gözyaşlarının ve şimdiye kadar akmış olan kanın son bulması için; demokratik bir zeminde herkesin kendini ifade edebildiği eşit, özgür ve demokratik bir cumhuriyeti inşa etmek için hepimizin yüreği 7/24 atmaya devam ediyor. DEM Parti olarak, bütün görev ve sorumluluklarımızı fazlasıyla yerine getirmeye çalışıyoruz. Aynı şeyi Türkiye’deki bütün siyasi öznelerden, toplumun en geniş kesiminden, en geniş yelpazesinden de bekliyoruz. Sözlerimi Melih Cevdet Anday’ın dizesiyle bitirmek istiyorum:

Ne güzel demiş değil mi? Savaştan ve şiddetten bu kadar muzdarip olan bir toplum ve halklar olarak, işte bu çabalarımız ve emeklerimizle -tıpkı Melih Cevdet Anday’ın dediği gibi- barışla tesis edilmiş bir dünyayı, Türkiye’yi ve Ortadoğu’yu hep birlikte inşa edeceğiz. Barışa olan inancımla hepinizi saygı ve sevgiyle selamlıyorum.”

Paylaşın

Tuncer Bakırhan’dan “Kayyım” Tepkisi: Bu Sömürge Hukuku Değilse Nedir?

DEM Parti Eş Genel Başkanı Tuncer Bakırhan, Van Büyükşehir Belediyesine atanan kayyıma ilişkin, “Fazla söze gerek yok. Alınan önlemlere bakılırsa bu ülkede demokrasi var der misiniz? Van bu ülkenin bir kenti der misiniz? Bu işgal değil de nedir? Bu sömürge hukuku değilse nedir?” dedi.

Haber Merkezi / Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi (DEM Parti) Eş Genel Başkanları Tülay Hatimoğulları ve Tuncer Bakırhan, Van’da kayyum atamaları ve İmralı sürecine ilişkin açıklama yaptı.

Tuncer Bakırhan, şunları söyledi:  “Gelê Wanê mêvanên delal hûn bixêr hatin li ser çavan li ser saran hatin. Değerli basın emekçileri hepinizi saygıyla selamlıyorum, hoş geldiniz. Fazla söze gerek yok. Allah aşkına şu an alınan önlemlere, TOMA’lara, Türkiye’nin dört bir yanından buraya yığdırılan kolluğa bakılırsa bu ülkede demokrasi var der misiniz? Van bu ülkenin bir kentidir der misiniz? Bu bir işgal değil de nedir Allah aşkına! Böyle bir görüntü Türkiye’nin başka bir yerinde var mı? Bu sömürge hukuku değil de nedir? Gençlerin işkence ile gözümüzün önünde gözaltına alındığı, insanların bizimle buluşmasının engellendiği, Van halkıyla bizim aramıza bariyer, kalkan koymaya çalışan bu aklı kınıyorum.

Bu akıl yüzyıldır bu topraklarda hüküm sürüyor. Eğer yüzyıldır uyguladığınız inkarcı politikalar, red ve bastırma politikaları sonuç alsaydı, Bekir Kaya olur muydu, Nazmi Gür olur muydu, Abdullah Zeydan olur muydu, Neslihan Başkanımız olur muydu? Allah aşkına bu tekçi politikalarınızdan artık vazgeçin. Van halkı 14-14 yaparak size en büyük cevabı verdi. Van halkı “Bekir Kaya’yı alırsınız, belediyeyi gasp edersiniz ama ben de sandıkta hesabı 14-0 ile sorarım” dedi. Sizler buradan ders çıkarmak yerine 3 dönemdir Kürt halkının iradesine kayyım atayarak bu halkı durduracağınızı, kıracağınızı, davasından, kimliğinden vazgeçireceğinizi mi düşünüyorsunuz? Yanılırsınız. Büyük yanılırsınız.

Van halkıyla aramıza bariyer koyarak Van halkının kimliğinden vazgeçeceğini mi düşünüyorsunuz? Yanılırsınız. Bu Van öyle bir Van’dır ki haksızlığa, adaletsizliğe, onursuzluğa asla izin vermez. Bu Van yiğitlerin kentidir, barış annelerinin, onurluca mücadele eden yılmayan kadınların kentidir. Bu Van umudun, özgürlüğün, demokrasinin peşinde koşan gençlerin kentidir. Van yenilmez, pes etmez, Van gaspçı, hırsız kayyımlara asla onay vermez. Sizlerin Antep’ten, Gümüşhane’den, Kars’tan, Ardahan’dan buraya yığdığınız bu kolluk ve kayyımınız geçicidir.

Ama bin yıllardır burada yaşayan onurlu Van halkı kalıcıdır. Sizler gideceksiniz, yolsuzluk, hırsızlık yapan kayyımlarınız gidecek. Van halkının onurlu iradesi bir gün mutlaka burada tekrar iktidar olacaktır. Tekrar yerel yönetimleri alacaktır. Sizler gidicisiniz. Onun için zulüm yaparak vazgeçireceğinizi, kayyım atayarak bir daha yerel yönetimlerde halkın kendi iradesine sahip çıkmayacağını düşünüyorsanız yanılırsınız. 14-0 Van halkının onurudur. Bizler de onurlu Van halkının 14-0’ına sahip çıkacağız. 14-0 bizim için bir künye, sizin de alnınıza yazılmış kara bir lekedir. Ama lekeden utanır mısınız onu bilmem.

Ne demek istiyorsunuz siz şimdi? Kürtler siyaset yapamaz, Kürtler seçemez mi diyorsunuz? Kürtler belediye alamaz mı diyorsunuz? Dünyanın neresinde bir halkın iradesine 3 dönemdir kayyım atanıyor, gasp ediliyor? Hem de nasıl bir gasp. Allah aşkına gecenin 2’sinde 3’ünde sanki yabancı bir devletin bir kentini işgal ediyormuş gibi plastik mermilerle, joplarla, gazlarla onuruna sahip çıkan halkı yerlerde sürükleyerek döverek gözaltına alarak vazgeçiremezsiniz.

Eş Başkanımızın gözünü morartabilirsiniz ama direncini, onurunu, bağlılığını asla geri çeviremezsiniz. Bu morarmış göz sizin için büyük bir kötülük bizim için onurdur. Halkımız için dövülürüz de, sürükleniriz de, cezaevleri de yatarız, işkence de görürüz ama Bekir Kaya gibi Nazmi Gür gibi asla pes etmeyiz, asla eğilmeyiz, asla yorulmayız. Bu halkın davası onurlu bir davadır. Bu onurlu davanın demokratik bir barış ve eşit haklarla sonuçlanması için de mücadele etmeye, kazanmaya, halkın iradesine onuruna sahip çıkmaya devam edeceğiz. Yargı kumpasıyla bizi vazgeçireceğimizi mi sanıyorsunuz?

Bütün Türkiye bütün dünya duysun. Abdullah Zeydan ne yapmış, hırsızlık yapmamış yolsuzluk yapmamış. Bir savcı beyefendi talimat üzerine suç icat etmiş. Bilirkişi ne demiş, bilirkişi demiş ki kardeşim böyle bir suç işlenmedi. O gün orada önlem alan jandarma ne demiş, demiş ki hayır bahsedilen şahıs suç mahalline gitmemiş. Peki utanmazlar sizin kendi kurumlarınız bir suç yok, bir suç oluşmamış demesine rağmen talimatla Abdullah Zeydan’a kayyım atayarak vazgeçireceğinizi mi düşünüyorsunuz? Sayın Öcalan ısrarla inatla 26 yıldır meselenin çatışma ve şiddet zemininden siyasal zemine geçmek için direniyor, uğraşıyor.

Yakın zamanda da bir yol haritası açıklayacak. Siz ne yapıyorsunuz? Siz çözüm istiyor musunuz, siz Kürt sorununun demokratik yollarla çözülmesinden yana mısınız? Siz bu irade gaspıyla nasıl çözeceksiniz? Siz bu Kürt düşmanlığı ile nasıl barışa ulaşacaksınız? Abdullah Öcalan çözüm için uğraşırken beyefendiler kayyım atıyor, yolsuzluk için hırsızlık için Kürt halkının iradesini gasp etmek için. Yok öyle yağma yok! Van sizi kabul etmez. Van bu kötülüğü unutmaz, Van bu onursuzluğa geçit vermez. Aklınızı başınıza toplayın, insan olun. Mert olun. Barış mı istiyorsunuz, çözüm mü istiyorsunuz, Kürt düşmanlığı mı istiyorsunuz, Kürt düşmanlığı mı yapacaksınız açık söyleyin bilelim. Ben açık söylüyorum. Bu el barış istiyor, bu el çözüm istiyor.

Bu el istiyor ki Kürt halkı kendi iradesini seçsin, kendi iradesi ile yönetilsin. Bu el diyor ki şiddet ve çatışma yerine demokratik zeminde sorunları müzakereyle, diyalogla çözelim diyor. Siz ne diyorsunuz? Allah aşkına kayyım atayarak, tutuklayarak, yargı sopasıyla muhalifleri, Kürtleri terbiye ederek mi çözeceksiniz? Ayıptır. Antidemokratik ülkeler, otoriter rejimler, diktatörler teker teker çöküyor, dersler alın Ortadoğu’dan. Türkiye’nin kurtuluşu kayyımda, gaspta, irade hırsızlığında değil; Türkiye’nin geleceği demokratik bir zeminde birlikte bu ülkedeki bütün renklerin başta Kürtler olmak üzere kardeşçe eşit bir şekilde yaşamasındadır.

Değerli halkımız, onurlu Van halkı, çok sayıda kurumumuz da var. Merak etmeyin. O belediye hep bizim olacak. O kayyım gidecek. O hırsızlık yapanlar gidecek. Yargıya talimat verenler gidecek. Türkiye Cumhuriyeti’nin onurlu halkları bu ülkeyi yönetecek hem de adil bir şekilde hem de kimsenin iradesini hapsetmeden, gasp etmeden yolsuzluk ve hırsızlık yapmadan. Ayıptır! Gerçi kime diyorum ki, kim utanacak ki? 2 dönem belediyeleri soydunuz, soğana çevirdiniz. Benim de belediye eş başkanlığı yaptığım Siirt’te trilyonlarca lirayla gasp ettiğiniz belediyeyi 500 milyon borçlandırdınız.

Van’ı milyonlarca lirayla borçlandırdınız. Utanmaz herifler. Van’ın hangi sokağında , hangi kahvesinde, hangi berberinde “kayyım nedir” diye sorarsanız hırsızlık, yolsuzluk, usülsüzlüktür der. Utanın biraz. Bu halkın iradesine saygı duyun. Kürt halkına düşmanlık etmeyin. En önemlisi son sözüm, karar verin. Demokratik çözüm mü, müzakere mi, diyalog mu, Kürt düşmanlığı mı? Buyurun bunun cevabını siz verin. Onurlu Van halkı hepinizin mücadelesi ve davası önünde saygıyla eğiliyorum. Burada bugün bariyerle olmasa yüzbinlere bizi karşılayacağınızı iradenize sahip çıkacağınızı da biliyorum. O günler de gelecek.”

“Diyalog süreci devam ederken iktidarın kayyım atamaları asla kabul edilemez”

Tülay Hatimoğulları, şunları söyledi: “Değerli basın emekçileri, kurum temsilcileri Van halkıyla dayanışmak için İstanbul’dan Ankara’dan gelen değerli kurum temsilcileri hepinizi saygıyla sevgiyle selamlıyorum, hoş geldiniz baş göz üstüne geldiniz. Hepimiz Van halkının yüreğine sığınarak buradayız. Bu faşist, otoriter rejimin baskılarına direnen Van halkının yanına geldik. 31 Mart’ta bir tarih yazdı Van halkı, sizleri kutluyoruz gurur ve onur duyuyoruz sizinle. Sizler 31 Mart’ta bu haksızlığa dur dediğiniz için bugün rövanş almak istediler.

Eş Başkanımız söyledi ceza verdikleri Abdullah Zeydan hem bilirkişi raporuna hem de jandarmanın ifadelerine rağmen, suçsuz olduğu ispatlandığı halde kararın bu şekilde çıkması rövanşist bir yaklaşımdır. Van halkından öç almak isteyen bir yaklaşımdır. Van’ın 14-0’lık başarısını hazmedemeyen bu iktidarın uygulamasıdır. Abdullah Zeydan, Neslihan Şedal seçilen bütün seçilmişlerimiz Kürt halkının ve Türkiye halklarının onurudur, öyle kalmaya da devam edecek.

Van belediyesi en çalışkan, en sevilen, en başarılı belediyelerimizden biridir. Biz bu sevgi selini 31 Mart’ta gördük, bu sevgi selini günlerdir kar ve kış demeden havanın eksi derecelerde olduğu Van’da belediyede nöbet tutan halkımızda gördük. Binlerce teşekkürler sevgili Van halkı. Belediyeye giriş fotoğrafları, o videolar. İçişleri Bakanı da Adalet Bakanı da sarayda oturan Erdoğan da iyi izlesin o videoları. Hani protesto ediyorlar ya sözüm ona yalandan, İsrail Filistinlilere nasıl davranıyorsa o belediyeye sabaha karşı girişleri aynı fotoğraftır. Adeta başka bir ülkeyi işgale gider gibi Van’ı işgal etmiş durumdalar. Karşımızda kurulan bariyelerleri çift kat kuruyorlar. Halkla buluşmamızı engellemek için. Siz nerede hangi kafayı yaşıyorsunuz? Van halkı zaten burayı 14-0 yaparak sizin kayyımcı anlayışınıza defolun gidin, sizi istemiyoruz demiştir.

Biz bu faşizan uygulamaların 1980’de Fatsa’da Terzi Fikri’ye nasıl yapıldığını biliyoruz. 1980’de Kenan Paşa’nın askeri postallarla Türkiye’de darbe yaptığını hatırlayalım. Aynı darbeyi şimdi saray, polis ve kolluk kuvvetiyle yapmıştır. O dönem geçici olan kayyımlar 15 Temmuz darbe girişiminden sonra bu ülkede kalıcı bir rejim haline getirilmiştir. Bu şahlıktır, padişahlıktır, faşizmdir, otoriterliktir ve biz halk olarak bunu asla kabul etmeyeceğiz. İstanbul’dan İzmir’den Çukurova’dan Ankara’dan lütfen hepiniz dönün ve Van’a kulak verin. Bugün sadece Kürtlerin seçtiği belediyelere değil, sadece Kürt halkının ittifak kurduğu belediyelere değil aynı zamanda kent uzlaşısı ile seçilmişlere dönük de operasyonlar hız kesmiyor.

Bugün bu iktidarın etekleri o kadar tutuşmuş ki, iktidarı kaybetme korkusu onlara o kadar sinmiş ki İstanbul’da kent uzlaşısı yapılmış yerlere de operasyonlar gerçekleştirdiler ve birkaç gün önce çok sayıda insanı tutukladılar. Bu faşizan ve otoriter uygulamalar devam ettikçe bizler halkımızla beraber Kürtler Türkler Araplar, bu ülkede yaşayan bütün farklı halklar ve inançlarla beraber çok daha büyük kent uzlaşıları kuracağız. Çok daha büyük demokrasi mücadelesi yürüteceğiz. Bu ülkede tesis edilmek istenen istibdad rejime, otoriter rejime karşı en geniş yelpazedeki demokrasi mücadelemizi sergilemeye devam edeceğiz.

Şu bilinsin ki bir yandan diyalog süreci devam ederken bu iktidarın kayyım atamaları asla kabul edilemez. Van halkının şunu iyi bildiğini biliyorum. 15 Şubat Sayın Abdullah Öcalan’ın komployla Türkiye’ye getirildiği gün. Böylesi tarihi bir günde bilerek, isteyerek ve planlayarak Van Büyükşehir Belediyemize kayyımı aynı gün atadılar. Bundan dolayı da sizleri kınıyoruz kınıyoruz kınıyoruz. Şu bilinsin ki onlar istedikleri kadar havadan, karadan saldırsınlar, tepemizde uçaklar uçursunlar. Kürt halkının, demokrasi güçlerinin iradelerine ipotek koymaya çalışsalar da bizler barış demekten vazgeçmeyeceğiz.

Barış için, demokrasi için ne bedel ödememiz gerekiyorsa zaten ödüyoruz, ödemeye de devam edeceğiz. Bizim için belediyeler dört duvar değildir. Bizim için belediyeler sokaktır, halktır. Bizim için belediyeler kadınlardır, gençlerdir, barış anneleridir. Biz hırsızlar tarafından çalınmış olan belediyelerin o dört duvarının içine hiçbir zaman sıkışmadık, sıkışmayacağız. Şu şöyle bilinsin, biz dün olduğu gibi bugün de mücadele etmeye devam edeceğiz, onurumuz olan seçilmişlere sahip çıkmaya devam edeceğiz. Mücadelemize sahip çıkmaya devam edeceğiz. Hepinizi sevgi ve saygıyla selamlıyorum.”

Paylaşın

DEM Parti’den Kayyım Tepkisi: Süreci Dinamitlemeyi Mi Hedefliyorsunuz?

Van Büyükşehir Belediyesine kayyım atanmasına tepki gösteren DEM Parti Eş Genel Başkanları Tülay Hatimoğulları, “Saray’a ve doğrudan Erdoğan’a soruyoruz. Siz bugün Van’a kayyum atayarak var olan diyalog sürecini dinamitlemeyi mi hedefliyorsunuz? Barış sürecinin konuşulduğu ve toplumun umutlandığı bir dönemde, bu diyalog sürecini darbelemeyi mi hedefliyorsunuz?” dedi.

Tülay Hatimoğulları, “Bize bu kadar yoğun bir şiddet uygulamalarını ‘Nasılsa bir süreç devam ediyor, bu normaldir’ diye algılayacağımızı zannediyorlarsa çok yanılıyorlar. İktidar ve Erdoğan, barışı, bu diyalog sürecini sabote ededursun biz barış demekten, barış için bedel ödemekten ve mücadele etmekten bir adım bile geri adım atmayacağız. Bunu böyle bilsinler” ifadelerini kullandı.

Ankara’da Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi (DEM Parti) Eş Genel Başkanları Tülay Hatimoğulları ile Tuncer Bakırhan, kayyum atamasına tepki gösterdi. DEM Parti Meclis Grubu, Van’a gitme kararıyla yola çıkarken Eş Genel Başkanlar Tülay Hatimoğulları ile Tuncer Bakırhan basın toplantısı düzenledi. Hatimoğulları ve Bakırhan şunları söyledi:

Tülay Hatimoğulları: “Yine sabaha karşı bir operasyonla, bir siyasi darbeyle uyandık. Gün geçmiyor ki bu topraklarda devletin ve iktidarın şiddetiyle karşılaşmayalım. Bugün de sabaha karşı Van Büyükşehir Belediyemize kayyım atandı. Bugün günlerden 15 Şubat. 15 Şubat, Sayın Öcalan’ın uluslararası bir komployla Türkiye’ye getirildiği gündür.

Basın emekçileri bize sürekli olarak, Sayın Öcalan’dan beklenen açıklamanın acaba böylesi sembolik bir günde, yani 15 Şubat’ta mı gerçekleşeceğini soruyordu. Biz de ‘Hazırlıklar yetişirse olabilir ama kuvvetle muhtemel hazırlıklar yetişmeyecek ve sonrasına bırakılacak’ diyorduk. İşte, böylesine sembolik günde ve Van gibi halkın direnişinde sembolleşen bir ilimizin büyükşehir belediyesine kayyım atandı.

Bugüne kadar AKP’nin, Saray’ın nasıl çalıştığını çok iyi biliyoruz. Bu sembolik günlere nasıl önem atfettiklerini çok iyi biliyoruz. Buradan Saray’a ve doğrudan Erdoğan’a soruyoruz: Siz bugün Van’a kayyım atayarak ne yapmaya çalışıyorsunuz? Siz bugün Van’a kayyım atayarak var olan diyalog sürecini dinamitlemeyi mi hedefliyorsunuz? Barış sürecinin konuşulduğu ve toplumun umutlandığı bir dönemde bu diyalog sürecini darbelemeyi mi hedefliyorsunuz? Bu soruları Erdoğan’ın cevaplaması gerekiyor.

Bakın, Erdoğan ayağının tozuyla yurt dışından geliyor ve kayyım atanıyor. Kayyımın elbette evvelden planlandığını, geçtiğimiz kayyım atamalarından çok iyi biliyoruz. Siirt Belediyesine kayyım olarak atanan şahsın günler öncesinden kendi ismini tabelaya yazdırarak cebinde taşıdığını biliyoruz. Erdoğan’ın da yurt dışından döner dönmez, ayağının tozuyla ‘Var olan planı uygulayın’ diyerek talimat verdiğini çok iyi biliyoruz.

Değerli Türkiye halkları, sizler de çok iyi takip ettiniz. 31 Mart’ta Van Büyükşehir Belediye Eş Başkanımız Sevgili Abdullah Zeydan’a mazbatanın verilip verilmemesiyle ilgili tartışmalar yürüdü ve Van halkı tarihi bir direnişe imza attı. Van halkının o direnişi sadece Türkiye’de konuşulmadı. Ortadoğu’da, Avrupa’da ve dünyanın dört bir yanında konuşuldu. Bugün 15 Şubat hedeflenerek, 14’te 14 kazandığımız Van’da Büyükşehir Belediyemize yönelik bu adımın atılmasının rövanşist bir tutum olduğunun altını çizmek isterim.

Evet, bu iktidar, Kürt halkından ve Van direnişinden rövanş almaya çalıştığı için bugün kayyım atanmıştır. Büyükşehir Belediye Eş Başkanımız Abdullah Zeydan’a 3 yıl 9 ay ceza verildiğinde, hemen ertesi gün Van’a gittim. Van’ın o güçlü direnişine, o güçlü sahiplenişine ve eş başkanlarına gösterdiği sevgiye ve dayanışmaya bizzat tanıklık ettim. Bütün Türkiye de buna tanıklık ediyor. Havanın soğuk olmasına rağmen insanlar ateşler yakarak iradesine sahip çıktı, çıkmaya da devam ediyor. Atanan kayyımlar, bizim ve halkın nezdinde yok hükmündedir.

Bu bir komplodur, kumpastır. Sevgili Abdullah Zeydan ile ilgili karar verildiği günde bilirkişi raporu mahkeme heyetine sunuldu. Bilirkişi raporu Abdullah Zeydan’ın lehinedir. Aynı şekilde, askerlerden dinlenen tanıklar da mahkemeye verdikleri resmi ifadelerde, Abdullah Zeydan’ın o bölgeye girmediğini belirtmiştir. Bu ifadeler mahkeme tutanaklarında mevcuttur. Buna rağmen, beraatle sonuçlanması gereken bu kararın cezayla sonuçlanması kayyımın yolunu döşemek içindir. Bunları asla kabul etmiyoruz.

Bugün sadece Van’a değil, aynı zamanda İstanbul’a; sadece Kürt belediyelerine değil, aynı zamanda kent uzlaşısıyla seçilen İstanbul’daki belediyelere dönük yapılan saldırılar ortadadır. Kent uzlaşısına yönelik operasyonla göz altına alınan belediye meclis üyeleri ve belediye başkan yardımcılarının hepsi tutuklandı. Uzlaşıya ceza veren, uzlaşıyı yargılayan bir iktidar barış hakkında ne düşünüyor? Bu, bütün toplumu kaygılanmıştır.

Bugün dünyanın hiçbir yerinde uzlaşı dava konusu edilmemiştir. Türk-Kürt kardeşliği dava edilmemiştir. Türk-Kürt kardeşliğini 1 Ekim’den bu yana Sayın Devlet Bahçeli yaptığı her açıklamada ifade etti. Bu saiklerle de değerlendirdiğimizde Devlet Bahçeli hakkında da dava açmaları gerekiyor. Çünkü başsavcı, gözaltına alma gerekçesinde kent uzlaşısını örgütsel bir suç, Kürt-Türk kardeşliğini ifade etmeyi örgütsel bir suç olarak göstermiştir. Bizler bunu asla kabul etmiyoruz.

İrademizi gasp edenler, irademize çetevari biçimde çökenler bilsinler ki, İstanbul’dan Van’a, Edirne’den Hakkari’ye tüm kentlerdeki toplumsal dinamiklerle uzlaşılarımız çok daha etkili ve sonuç alıcı bir şekilde neticelenecektir. İktidar bunu böyle bilsin, böyle okusun. Kayyım atamalarını, gözaltı ve tutuklamaları, sabaha karşı Van Belediyesini korsanca basıp orada insanlara şiddet uygulayarak gözaltına almalarını, bize bu kadar yoğun bir şiddet uygulamalarını ‘Nasılsa bir süreç devam ediyor, bu normaldir’ diye algılayacağımızı zannediyorlarsa çok yanılıyorlar.

Bizler barış için on yıllardır bu topraklarda mücadele ediyoruz. Bizler Kürt sorununun barışçıl ve demokratik yöntemlerle çözülmesi için yıllardır bu topraklarda en ağır bedeli ödeyen siyasi hareketiz. Bileşenlerimizle, dost kurumlarımızla, Türkiye’deki bütün demokrasi güçleriyle birlikte yıllardır barış diyoruz. Onlar barışı sabote ede dursun, iktidar ve Erdoğan barışı, bu diyalog sürecini sabote ede dursun; biz barış demekten, barış için bedel ödemekten ve mücadele etmekten bir adım bile geri adım atmayacağız. Bunu böyle bilsinler.

Bu dönemde bize diz çöktüreceklerini zannedenlere, Kürt halkı üzerinde uyguladıkları Çöktürme Planının çöktüğünü bir kez daha hatırlatmak isterim. Bugün biz bu sürecin barışla taçlanması için elimizden gelen her türlü çabayı sergilemekteyiz. Erdoğan, AKP ve iktidar bunun tam tersini yapmaktadır. Türkiye’deki bütün muhalif kesimler ve toplumsal dinamikler bu diyalog sürecinin barışla taçlanmasını beklemektedir.

Burada oyunu bozan ve diyalogu dinamitleyen bu iktidarın kayyım atamalarıdır, tutuklamalarıdır, baskılarıdır. Bunları asla kabul etmediğimizi buradan bir kez daha ifade ediyoruz. Onlar ne yaparsa yapsın, biz barışın mücadelesini vermekten vazgeçmeyeceğiz. Aynı zamanda bu genişletilmiş baskı aygıtlarına karşı demokratik zeminde en güçlü şekilde mücadelemizi vereceğiz. Buradan Türkiye’deki bütün demokrasi güçlerine, haktan ve adaletten yana olan tüm kesimlere seslenmek istiyorum. Kent uzlaşısı operasyonuna karşı duran herkese sesleniyorum.

Bu baskılara karşı demokratik zemindeki mücadelemizi her yerde ve alanda daha güçlü bir şekilde sürdürmenin zamanıdır. İstanbul’dan Van’a kadar faşizme karşı ortak demokratik mücadeleyi yürütme çağrısını buradan yineliyoruz. Kayyımlara ve bu baskılara karşı direnmeye, mücadelemizi meydanlarda ve demokratik zeminde sürdürmeye devam edeceğiz. Açıklamamız sona erdikten sonra Tuncer Başkan ve MYK üyelerimizle Van’a geçeceğiz. Bir açıklama da orada gerçekleştireceğiz.

Van halkıyla, bütün Türkiye halklarıyla bu faşizan uygulamaları protesto etmeye devam edeceğiz. Kayyım gasptır, darbedir; kayyım 12 Eylül’den daha beter bir darbedir. Bunları asla kabul etmiyoruz. Biz bu darbeci anlayışa karşı tüm gücümüzle mücadele etmeye devam edeceğiz. Çağrımız da baskı altında olan, bu haksızlıklara karşı olan bütün kesimleredir. Gelin, hep birlikte bu otoriter rejimin uygulamalarına dur diyelim ve mücadelemizi büyütelim.”

“Erdoğan’ın yurt dışındaki demokrasi nutuklarına kim inanır? “

Tuncer Bakırhan: “Bugün 15 Şubat. 15 Şubat, uluslararası komplonun yapıldığı gündü. Bu komplo Kürt’ün Türk’e, Türk’ün Kürt’e kırdırtılmaya çalışıldığı bir planlamanın sonucuydu. Sayın Öcalan 26 yıldır bunu teşhir etti. Demokratik bir cumhuriyet için, Kürtlerin, Türklerin ve diğer halkların eşitçe ve kardeşçe bir arada yaşayacakları bir zemin için 26 yıldır direniyor. Sayın Öcalan demokratik bir çağrıya hazırlanıyorken, büyük bir hazırlık yapıyorken, tam da uluslararası komployla getirildiği günün yıldönümünde Van Belediyesine kayyım atanıyor.

Şimdi bunun art niyetli olmadığını söyleyebilecek kimse var mı? Komplonun yıldönümünde, 14-0 yapan bir kentimizin belediyesi gasp edilmiştir. İki dönemdir atanan kayyımcı anlayışı reddederek üçüncü dönemde de açık arayla bütün belediyeleri alan Van’da belediyemiz gasp edilmiştir. Gasp edilme sebebi de Sayın Zeydan’ın çatışma süren bir bölgeye, çatışmaları engellemek için gittiği iddiasına dayanan bir soruşturma. Bilirkişi raporunda zaten o bölgeye kimsenin gitmediği söyleniyor. Öyle bir görüntü de yok.

Orada güvenlik önlemi alan jandarmanın raporunda da kimseyi o alana bırakmadıkları söyleniyor. Ancak bilirkişi raporuna ve jandarmaya rağmen yargı ceza verdi. Türkiye yargısı emin olun ki tek partili dönemleri aratan bir noktadadır: Savcı hazırlıyor, polis tutukluyor, hakim ceza veriyor ve İçişleri Bakanı talimatıyla halkın iradesine kayyım atanıyor. Bunu kabul etmek, buna itiraz etmemek bizim kitabımızda yazmaz. Bizim mücadele geleneğimiz gaspa ve anti demokratik uygulamalara karşı mücadele eden bir gelenektir.

Sandıkta yenişemeyeceksin, Van halkı 14’te 14 yaparak kayyımcı politikalarına büyük bir ders verecek. Sen de hiç olmamış bir şeyi yargı eliyle bir suçmuş gibi gösterip ceza vereceksin. Korsanvari bir şekilde, çetevari bir şekilde gece saat 02:00’de gaz bombaları ve plastik mermilerle Van Belediyesini basacaksın. Gazetecileri, orada iradesine sahip çıkan halkı gözaltına alacaksın, ters kelepçe vuracaksın. Emin olun ki bu kötülüğü, bu düşmanlığı kimse unutmaz.

Bu kötülük ve düşmanlık yargının verdiği kumpas bir kararla örtülemez. 14’te 14 yapan onurlu Van halkı kendi iradesine sahip çıkacaktır. Yeri ve zamanı geldiği zaman sandıkta yine kendi iradesine sahip çıkacaktır. Sabah akşam terör diyorlar. Buradan sormak istiyorum: Sandıkta iradesini seçen halkın, kendi iradesine sahip çıkması mı terördür? Yoksa çetevari bir şekilde, sanki başka bir ülkenin toprağını işgal eder gibi toplarla ve tüfeklerle belediyeye girip halkın iradesini gasp etmek mi terördür?

Terör diyenler önce bunun cevabını versin. İnsan biraz utanır! Bir taraftan bir tartışma süreci devam ediyor, diğer taraftan bunu fırsat bilip halkın iradesi gasp edilmeye çalışılıyor. Biz bunu kabul etmiyoruz, etmeyeceğiz. Van’dan İstanbul’a kadar örülmeye çalışılan bütün kumpaslara karşı direneceğiz, mücadele edeceğiz. Bu anti demokratik uygulamalara karşı kent uzlaşısını sokakta da caddede de örgütleyerek bu gaspın karşısında durmaya devam edeceğiz.

Sayın Recep Tayyip Erdoğan 3 günlük yurt dışı gezisinde çözüm ve demokrasi nutukları atıyordu. Ancak tam da Türkiye’ye indiği saatlerde ayağının tozuyla kayyım atandı. Kim inanır dışarıdaki nutuklara? İnsanlar, Van halkının iradesine atanan kayyımlara bakarak sizin notunuzu verir. Sizi samimiyete davet ediyoruz. Amacınız nedir? Siz Kürt sorunu deyince ne anlıyorsunuz, ne yapmaya çalışıyorsunuz? Gerçekten bir çözümden mi yanasınız, bu tartışmaların bir çözüme evrilmesinden mi yanasınız? Yoksa bunları da gerekçe yaparak halkların iradesini gasp etmeye mi çalışıyorsunuz?

Biraz net olun, mertçe cevabını verin. Biz bir kez daha mertçe çözümden, barıştan, demokrasiden ve müzakereden yana olduğumuzu söylüyoruz. Şimdi soruyoruz iktidara, yürütme erkine: Siz neden yanasınız, ne istiyorsunuz? Bu gaspçı anlayışınızı nereye kadar devam ettireceksiniz? Bir taraftan bu gaspçı ve çetevari yaklaşım, diğer taraftan çözüm olmaz. Sizi aklı selime davet ediyorum, halkın iradesine saygı göstermeye davet ediyorum, Van halkının iradesine saygı göstermeye davet ediyorum.

Türkiye’yi bir kayyım rejimiyle yönetmeye çalışıyorlar. Demokrasiden korkan, sandıktan korkan, halkın iradesinden korkan ve Türkiye halklarının rızasını artık alamayacağını anlayan bu sistem bu kayyımcı anlayışla yol yürüyemez, bir yere gidemez. Bu yol, yol değil. Bu yol, sandıkta halkın iradesine çarpar, Van’da olduğu gibi 14’te 14 olur. Tabela partisi olursunuz. Birazdan Van’a geçeceğiz ve iradesine sahip çıkan halkımızla birlikte olacağız. Onlar gibi mücadele edeceğiz, direneceğiz. Bu gaspı, bu siyasi darbeyi kabul etmeyeceğiz. İktidarı bu gaspçı anlayıştan vazgeçirene kadar da mücadelemizi kararlılıkla devam ettireceğiz.”

Soru: Geçen günlerde Öcalan’ın bir mektubunun Kandil’e ulaştığı iddiaları gündeme geldi. Bir mektup gönderildi mi ve bu mektup nasıl gönderildi?

Hatimoğulları: Biz de Sayın Öcalan’ın örgütünün yapmış olduğu açıklamaları basından izledik. Kendilerine bir mesajın ulaştığını kamuoyuyla paylaştılar. Mektubun heyetimiz üzerinden gittiği de bilinen bir şey. Sanırım bu kadar bilgi yeter. Uçakla mı gitti, kuşlar mı götürdü o kadarını bilmiyorum tabii ki.

Paylaşın

Hatimoğulları’ndan İktidara “Çözüm Projen Nedir?” Sorusu

Mersin’de düzenlenen Özgürlük İçin Barış Mitingi’nde konuşan DEM Parti Eş Genel Başkanı Tülay Hatimoğulları, “Barış bu kadar konuşulurken ve İmralı’dan gelecek mesaj herkes tarafından büyük bir merak ve heyecanla beklenirken ey iktidar sen ne yapıyorsun? Senin çözüm projen nedir? AKP’nin çözüm projesi nedir?” dedi.

Haber Merkezi / Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi (DEM Parti) Eş Genel Başkanı Tülay Hatimoğulları, partisinin Mersin’de düzenlediği Özgürlük İçin Barış Mitingi’nde konuştu. Hatimoğulları, konuşmasında şu ifadeleri kullandı:

Bugün İmralı’da Sayın Öcalan ile devam eden görüşmeleri toplumun  tamamı merak ediyor. Bu süreç nereye evrilecek, bu süreç bir çözüm ve barış süreciyle taçlanacak mı? Bütün bu sorular bu alanı dolduran siz değerli halklarımızın merakla beklediği sorulardır. Emin olun ki sadece sizler değil, Türkiye’nin dört bir yanında Türkü, Kürdü, Arabı, Lazı, Çerkesi ezcümle bu ülkede yaşayan bütün halklar, bütün yurttaşlarımız yüzünü gözünü İmralı’ya ve yapılacak açıklamaya dönmüş durumdadır. Ben sözlerime başlarken bu konunun nereye ve nasıl evrilmesi gerektiğini sizlerle paylaşırken ilk olarak Sayın Abdullah Öcalan’ın İmralı görüşme heyetimizle göndermiş olduğu selamlarını sizlere iletiyorum. Sayın Öcalan’ın selamlarını iletiyorum sizlere.

Bize diyorlar ki kayyım atanırken, gözaltı ve tutuklamalar devam ederken bu süreç barışla taçlanır mı? Siz değerli halkımızın en çok sorguladığı soru bu, bunu biliyorum. Burada başta Akdeniz Belediyemiz olmak üzere kayyım atayan zihniyeti barışla eşleştiremeyiz. Kayyım atayan zihniyeti buradan bir kez daha kınıyoruz, kabul etmiyoruz. Bakın bizler belediyelerimizi alnımızın akıyla, siz değerli halkımızın kayyım atanmasına rağmen onurlu dik duruşuyla kazandık.

Akdeniz Belediyesi bu ülkenin nadide belediyelerinden biridir. Akdeniz Çukurova’nın Türkiye’nin nadide kentlerinden birisidir. Siz değerli Kürt halkı 90’lı yıllarda savaşın ve çatışmanın yoğun olarak yaşandığı dönemde oralardan kalkıp buralara göç etmek zorunda kaldınız. Burada sürgüne geldiğiniz memleketi kendi memleketiniz yaptınız. Akdeniz Kürt halkının memleketi oldu, Arap halkı ve Türk halkının olduğu kadar. Ve kayyım atayan bu zihniyet sadece Kürt halkına, Kürdün iradesine kayyım atamadı; Arabın, Türkün ve burada yaşayan bütün halkların ve inançların iradesine kayyım atadılar.

Biz burada Mersin’de, Akdeniz’de bu zulmü bize yaşatanlara bir kez daha diyoruz ki irademizi gasp edemezsiniz. Elinizde koltuk değneği olarak kullandığınız yargıyla belediyemize kayyım atayarak halkın iradesine el koyduğunuzu zannediyorsanız yanılıyorsunuz. Kayyım siyasi darbedir, irade gaspıdır, halk tanımamaktır, seçme ve seçilme hakkını yurttaşın elinden almaktır. Biz bunu dün olduğu gibi bugün de kabul etmiyoruz. Akdeniz halklarındır, Akdeniz bizimdir ve böyle kalmaya devam edecektir.

Türkiye halkları bizlere soruyor, barış nasıl olacak, barışı neden istiyorsunuz diye. Kürt halkı 50 yıldır verdiği mücadelede barış demekten hiç vazgeçmedi. Bizler barışı bugün aklımıza gelerek dillendirmedik. Bizler barış için bu ülkede hep birlikte, Kürt halkıyla beraber, bu ülkede barış isteyen Türk halkıyla beraber, barış isteyen bütün halklarla birlikte DEM Parti’de mücadele ettik. Tarihimiz boyunca ödediğimiz bütün bedellere rağmen, en ağır bedelleri ödememize rağmen bizler barış demekten asla vazgeçmedik.

Türkiye halkları barış olursa nasıl olacak diyor. Biz de bu sorunun yanıtını buradan Mersin ve Çukurova’dan bir kez daha veriyoruz. Biz kadınlar barış istiyoruz. Çünkü biz kadınlar her gün erkekler tarafından işlenen cinayetlerde katledilmek istemiyoruz. Biz kadınlar siyasette özne olduğumuz zaman bizleri katletmelerine göz yumamayız. Biz kadınlar Rojava’da IŞİD zihniyeti ile mücadele ederken oradaki kadınların kazanımlarının yok edilmesini istemiyoruz. Biz kadınlar Tarsus’ta katledilen sevgili Özgecan gibi katledilmek istemiyoruz. O nedenle biz kadınlar barış istiyoruz. Biz kadınlar Jin Jiyan Azadî şiarıyla barış istiyoruz, barış istiyoruz.

Barış mücadelesinin en önemli sembolü bugün bu meydanın en ön saflarında yer alan beyaz tülbentli analar, sizleri saygıyla sevgiyle selamlıyorum. Siz değerli analar ödediğiniz bedellere, çektiğiniz acılara rağmen, yitip giden çocuklarının yasını tutarken beyaz tülbenti başınızdan eksik etmediniz, özgürlük mücadelesini büyüttünüz, barışın sembolü oldunuz. Değerli kadınlar ve değerli halklarımız çocuğunun cenazesi kargo koliyle teslim edilmişti Halise anaya.

Halise Aksoy. Çocuğunun cenazesi kendisine kargo kutusuyla teslim edildiği halde o acıya rağmen barış dedi. O acıya rağmen barış demeye devam etti. Barış için mücadele ederken sevgili Halise anaya 6 yıl 3 ay hapis cezası verdiler. Bizler bunu asla kabul etmiyoruz ve analara sözümüz olsun ki bu topraklarda bugün ya da yarın er ya da geç sizlerin mücadelesini verdiği barışı biz bu coğrafyada inşa edeceğiz. Buradan Halise analarla dayanışmak için sevgili kadınları, hep birlikte alkış ve zılgıtlarımızla büyük bir dayanışmaya çağırıyoruz.

“Kürt sorunu çözülürse işçinin ekmeği büyür”

Bize diyorlar ki neden barış istiyorsunuz. Bu ülkede Kürt sorunu çözülünce bütün sorunlar çözülmüş mü olacak diye bir soruyla çok sık karşılaşıyoruz. Evet Kürt sorunu çözülürse bu ülkede demokrasinin önü açılır, Türkiye demokratikleşir. Kürt sorununun çözümü Türk işçisini neden ilgilendirir biliyor musunuz? Bunu Türk, Arap, Ermeni işçi kardeşlerime özellikle altını çize çize söylemek isteriz. Ey işçi kardeşim Kürt sorunu çözülürse, bu ülkede demokrasinin tesis edilmesi başlarsa senin ekmeğin büyür, İHA’lara, SİHA’lara, özel güvenlik politikalarına, savaşa, mermiye, tanka, topa, askere ayrılan bütçe artık oraya ayrılmayacak. Senin ekmeğinin büyümesi için hep beraber mücadele edeceğiz.

Bizlerin, işçilerin, emekçilerin özellikle terör parantezi içine alarak bugün bir tane eylem, basın açıklaması yapması engelleniyor. İşçilerin grev hakkı engelleniyor. Gerekçe tırnak içinde bütün demokrasi mücadelesini terör parantezine almalarıdır. Buradan en yüksek sesle haykıracağız yaşasın halkların kardeşliği, yaşasın işçilerin birliği. Barış istiyoruz, niye? Göç bitsin diye. Suriye’de savaş başladığı günden bugüne kadar Mersin Adana Antakya Osmaniye ve bütün sınır illerimizde yoğun bir göçün yaşandığını biliyoruz. Göç edenler mutlu değil, topraklarından oldu. Buraya geldiklerinde de yaşadıkları sorunlar çabasıdır. Bizler göç bitsin diye barış diyoruz. Bakın Akdeniz. Akdeniz’in hırçın dalgalarının sesi kulaklarımıza geliyor.

Akdeniz’in dibinde, çocukların ve kadınların cenazeleri, sayısız göçlerin cenazeleri o denizin dibinde. İşte bu ölümler bitsin diye barış istiyoruz. Doğanın hakkı sağlansın diye barış istiyoruz. Kullanılan kimyasal silahlarla sadece insanı katletmiyorlar, kullanılan kimyasal silahlarla doğa da katlediliyor. Bizler doğanın hakkı için de barış istiyoruz. Bütün Türkiye halkları neden barış istediğimizi lütfen can kulağıyla dinlesin ve lütfen Kürt Türk Arap Laz Alevi Sünni Hıristiyan ayırmadan gelin hep beraber büyük barış projesinde el ele verelim ve bu mücadeleyi birlikte yürütelim.

Bizler barış istiyoruz. Barış istiyoruz ki burada şimdi bizleri çeken ve bütün Türkiye ve dünyaya servis eden değerli basın emekçileri katledilmesin, tutuklanmasın diye barış istiyoruz. Biliyorsunuz Nazım Daştan ve Cihan Bilgin İHA ve SİHA’larla katledildiler sınırın öte yanında Rojava’da. Şimdi Aziz Köylüoğlu. O da katledildi yine hava araçlarıyla. Ben Musa Anterlerden Çukurova’nın bisikletli gazetecisi Kadri Bağdu’ya kadar katledilen bütün basın emekçilerini saygıyla anıyorum, saygıyla onların önünde eğiliyorum. Sadece onlar değil aynı zamanda gözaltı ve tutuklamalar devam ediyor.

Jinnews’e, Mezopotamya Ajansı’na burada sayamadığım çok sayıdaki basın emekçisine yönelik gözaltı ve tutuklamalar devam ediyor. Halkayı genişlettiler. Halk TV’ye çekilen operasyonla Suat Toktaş cezaevinde. Bir kez daha diyoruz ki faşizme karşı dışarıda birleşmeliyiz ki içeride, hapishanelerde bir arada olmayalım. Barışa uzattığımız el sadece iktidar ve devlet açısından değil aynı zamanda muhalefet açısından da ne kadar kıymetli. Bir arada ve el ele olmamız ne kadar kıymetli.

Sayın Öcalan içeriden göndermiş olduğu mesajında özellikle muhalefete bu dönemde barışın sesi ve soluğu olması için, barışa dair yapılan çalışmalarda görev ve sorumluluk alması için çok önemli mesajları vardı. Bizler de buradan bu mesajları değerli halklarımıza ve muhalefete bir kez daha iletiyoruz. Sayın Öcalan İmralı’dan çok önemli bir mesaj daha gönderdi. Dedi ki Kürt sorununun çözümü Türkiye’nin  demokratikleşmesinden geçer. Demokratikleşemeyen bir ülke Ortadoğu yangın yerine döndüğü zaman da ne yazık ki olumsuzluklarla karşılaşırız. O nedenle barışın bu öneminin altını ısrarla çizmiştir, demokratikleşmenin bunun yolu olduğunun altını ısrarla çizmiştir.

Değerli Alevi canlarımız bizleri ‘Aleviler barışı konuşuyor’ buluşmalarına davet ettiler. Bu buluşmaları devam ettirecekler. Bizler de gücümüz yettiğince katılacağız ve Alevi canlarımızla barışı konuşacağız. Alevi canlarımıza söylediğimizi burada diğer Alevi canlarımız da duysun diye altını çizerek belirtmek isterim. Bizler eşit yurttaşlık hakkı için mücadele ediyoruz.

Bizler barıştan bahsederken bu ülkede yaşayan bütün farklı halklardan ve inançlardan insanların ortak demokratik bir zeminde yaşamlarından bahsediyoruz. Bu nedenle barış mücadelesine her zamankinden daha çok birlikte sahip çıkmanın tam da zamanıdır. Ben buradan Suriye’de, Hama’da, Humus’ta, Lazkiye’de katledilen bütün Alevi canlarımızı saygıyla anıyorum ve onların yanından olduğumuzu belirtmek istiyorum.

Bizler Türkiye’nin iç barışından bahsederken aynı zamanda Suriye’nin de iç barışından bahsetmeliyiz. Bugün Suriye’de yıllardır devam eden savaşta IŞİD’e, SMO ve onların türemiş olduğu El Nusra, El Kaide gibi örgütlere karşı en güçlü mücadeleyi Rojava’da başta Kürt halkı olmak üzere oradaki halklarımız vermiştir. Rojava’da sahip olunan öz yönetim ve toplumsal sözleşmeyle çok önemli demokratik bir modele imza atılmıştır. Rojava’da neler olduğunu havuz medyasından, yandaş medyadan takip eden değerli yurttaşlarımıza buradan altını çizerek Rojava ne demektir bunu bilince çıkaralım isteriz.

Rojava’da kadınlar ve erkekler eşit bir şekilde siyasette temsil ediliyor. Eş başkanlık ve eşit temsiliyet sistemi var. Rojava’da hangi halktan ve inançtan olursan ol o yönetimlerde yer alabiliyorsun, kendi inancınla ibadetini yapabiliyorsun, hiç kimse sana karışmıyor. Rojava’da seküler kültür vardır, demokrasi vardır, öz yönetim vardır. Şimdi bu dönemde Suriye’deki yeni gelişmeler karşısında Rojava’nın bu huzurunu kaçırmak isteyenler var. Türkiye’de eğitip donattıkları SMO şimdi Tişrin Barajına ve Karakozak Köprüsüne saldırı düzenliyor. Biz burada Tişrin Barajında nöbet tutan değerli halklarımıza, Rojava’daki onurlu direnişe selam ve sevgilerimizi gönderiyoruz.

Yine sıklıkla sorulan bir soru. Bu süreçten çözüm çıkar mı ve bu süreç nasıl ilerleyecek? Bizler barışı evimizde oturarak beklemedik. Hep mücadele ettik. Şimdi Sayın Öcalan’ın girişimi ve yapacağı çağrı ile barışa dair bir yol alınacağını umut ediyoruz. Ama evimizde oturup bekleyerek değil. Biz DEM Parti olarak 42 merkezde halk buluşmaları gerçekleştirdik. 10 günlük zaman diliminde evde oturmak yok, 10 gün boyunca bütün halkımız seferberlik içindeydi. Partimiz seferberlik içindeydi. Mitinglerimizi gerçekleştiriyoruz.

Gördüğünüz gibi bizler barışı evimizde oturarak beklemiyoruz. Bu sürecin barışa evrilmesi için siz değerli halkımızdan en büyük ricamız alanlara, meydanlara çıktığımızda eğer 1 kişi geliyorsak 5 kişi gelelim 10 kişi geliyorsak 20 kişi gelelim, yani barışı demokratik zeminde sahiplenmek ve onu bir oya gibi nakşetmek bizlerin görevi. Sayın Öcalan’ın talebi bu olur zaten, bundan da hiç şüphemiz yok. O yüzden biz bu süreçte kendimize ve Sayın Öcalan’a güveneceğiz ve bu süreci bu şekilde yürüteceğiz.

Biraz önce saymakla bitiremediğim Türkiye’de yaşanan baskılar, barışla bir arada olmaz. Bunu kabul etmemiz mümkün değil. Bir yandan barış diyeceksiniz bir yandan Rojava’yı bombalayacaksınız. Bir yandan barış diyeceksiniz bir yandan kayyım atayacaksınız. Buradan Mersin’den devlet aklına ve hükümete sesleniyoruz. Baskı ve zulümden vazgeçin. Bu görüşmeler tarihi bir öneme sahiptir. Dünya’nın içinden geçtiği karmaşada, Suriye ve Ortadoğu’nun içinden geçtiği karmaşada uzatılmış olan bu barış eli tarihi bir öneme sahiptir. Bizler 21’inci Yüzyılı elbette barışla taçlandırabiliriz.

Sayın Öcalan 12 metrekarelik hücresinde gece gündüz demeden 26 senedir bugünler için çalıştı. Kendisinin en önemli sözü. “Ben çok yoğun bir şekilde çalışıyorum” diyor. “Benim daha rahat çalışabilmem ve herkesle görüşebilmemin olanakları sağlanmalıdır” diyor. Biz de bu talebin arkasındayız. Barış sürecinin daha ciddi bir biçimde konuşulması için Sayın Öcalan üzerindeki tecrit derhal kalkmalıdır.

Tecrit kalkarsa Sayın Öcalan’ın da mesajında ilettiği gibi “Kürt sorununun çatışma zemininden barışçıl, demokratik ve hukuki zemine çekilmesi konusunda çalışmaya hazırım” diyor. Biz onun yürüttüğü bu çalışmada elbette bu çalışmanın önünün açılması için bugün yaptığımız mitingler gibi her yerde çalışmalarımızı sürdüreceğiz. Bu süreç bekleme süreci değil, beklersek onurlu bir barışı elde edemeyiz. Mücadele ettikçe, barış sesi gür çıktıkça biz bu süreci barışa pekala evriltebiliriz. Buradan bir kez daha çağrılarımızı yeniliyoruz, İmralı tecridi kalkmalıdır.

Onun yanı sıra Sayın Öcalan dışarıdan kiminle görüşmek istiyorsa görüşmelerin önü bir an önce açılmalıdır. Devlet aklı ve iktidar yapması gereken en acil işlerden biri budur. Barış bu kadar konuşulurken ve İmralı’dan gelecek mesaj herkes tarafından büyük bir merak ve heyecanla beklenirken ey iktidar sen ne yapıyorsun? Senin çözüm projen nedir? AKP’nin çözüm projesi nedir? Somut olarak güvenilir adımlar atmalarını bekliyoruz. Bunu her fırsatta söyledik ve söylemeye devam edeceğiz. Barışı bizler istiyoruz. Sayın Öcalan tarihi bir çağrıya hazırlanmaktadır ve bunu barış için yapmaktadır. DEM Parti barışı istiyor. Kürt halkı barışı istiyor, Aleviler barışı istiyor, muhalefet barışı istiyor. Ey iktidar sen ne istiyorsun? Bu sorunun yanıtını çık ver.

“Demokratik ve barışçıl bir ülkeyi hep beraber inşa edeceğiz”

Bizler bütün Çukurovalılar olarak bir aradayken Sayın Öcalan’ın selamını sizlere ilettim. Biz buradan İmralı’ya barış adına, özgürlük, eşitlik, adalet adına selam ve sevgilerimizi gönderiyoruz. Bizler barışı havan topuyla katledilen Ceylan Önkol için, yaylım ateşiyle vurulan Uğur Kaymaz için, cenazesi buzdolabında bekletilmek zorunda kalınan Cemile kızımız için, ekmek almaya giderken katledilen Filistinli çocuklar için, İntifada’nın çocukları için, tanklara karşı taşla mücadele eden çocuklar için, kaçırılan, istismar edilen, köle gibi satılan Êzidî kadınlar için, Alevi kadınlar için istiyoruz.

Sevgili Nazım’ın şiirinde resmettiği gibi et yiyemeyen ve bir iskelet gibi işten eve gelmek zorunda kalan çocuklar için istiyoruz. Bizler barışı çocuklarımız için istiyoruz. Burada da bunun sözünü veriyoruz. Çocuklar inanın çocuklar güzel günler göreceğiz çocuklar, güneşli güzel günler göreceğiz, motorları maviliklere süreceğiz, motorları özgürlüklerin maviliklerine süreceğiz. Barışın maviliklerine süreceğiz ve özgür bir ülkeyi, demokratik ve barışçıl bir ülkeyi hep beraber inşa edeceğiz.”

Paylaşın

DEM Parti Eş Genel Başkanı Hatimoğulları, Abdullah Öcalan’ın Mesajını Paylaştı

“Özgürlük İçin Barış” mitinginde konuşan DEM Parti Eş Genel Başkanı Tülay Hatimoğulları, “Sayın Öcalan’ın siz değerli halkımıza mesajı şudur; bütün toplumsal dinamikler mutlaka bu sürecin yürütücüsü olmalıdır” dedi.

Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi (DEM Parti), Esenyurt Cumhuriyet Meydanı’nda “Özgürlük İçin Barış” mitingi düzenledi. Mitinge, DEM Parti Eş Genel Başkanı Tülay Hatimoğulları ve Halkların Demokratik Kongresi (HDK) Eş Sözcüsü Meral Danış Beştaş katıldı.

Mitingde konuşan Hatimoğulları, şunları söyledi: “Merhaba hevalino hûn bi xêr hatin li ser seran li ser çavan hatin. Hoş geldiniz baş göz üstüne geldiniz. Hepinizi saygıyla sevgiyle selamlıyorum.

Bugün Esenyurt’ta İstanbullularla, siz değerli halkımızla, Kürdistan’ın dört bir tarafından buraya göç etmek zorunda kalan, burada yaşamak zorunda kalan siz değerli halkımızla barış için buluştuk, barışın sesini bütün dünyaya duyurmak için buluştuk. Bir kez daha hoş geldiniz. Baş göz üstüne geldiniz. Bugün buraya barış için geldik, ekmeğimizin hakkını savunmak için geldik. Bugün buraya Türkiye’de eseri kalmayan adaleti talep etmeye geldik.

Bugün burada özgürlükleri baskılayan bu iktidara özgürlüklerimizi talep ediyoruz demeye geldik. Biz bugün bu alanda, bu meydanda toplanırken toplanmamızı engellemek için ellerinden geleni yaptılar. Bakın oluşturdukları bu barikatlara, resmen kitlenin içerisinde odacıklar oluşturmuşlar. Bu barikat barışa karşı kurulan bir barikattır. Bizler barışın savunucuları olarak, barış için her türlü bedeli ödeyenler olarak bu barikatları çoktan yıkmışız. Değerli halklarımız, sözlerimin başında bugün neden buradayızı söyledim.

Ekmek için, özgürlük için, adalet için, barış için. 10 yıllardır mücadelemiz bunun için devam ediyor. Ve bu mücadelede şehit düşen bütün yol arkadaşlarımızı, bu mücadele yitirdiğimiz bütün canlarımızı burada bir kez daha saygıyla ve minnetle anıyorum. Ve bu mücadelede gözaltına alınan, tutuklanan, yıllardır hapishanelerde siyasi rehine olarak tutulan bütün yoldaşlarımıza buradan alkış ve zılgıtlarımızla selam ve sevgilerimizle gönderelim hep beraber.

Değerli halklarımız, bu mücadelemiz hapishane duvarlarını, demir parmaklarını yıkmak içindir. Bu mücadelemiz İmralı tecridinin ortadan kalkması içindir. Bu mücadelemiz Figen Yüksekdağların, Selahattin Demirtaşların ve adını sayamadığımız on binlerce yoldaşımızın özgürlüğü içindir. Bizler bu mitingleri, Ortadoğu ve dünyada küresel sistemin kendisini yeniden dizayn ettiği bir dönemde devam eden ölümleri durdurmak için düzenliyoruz. Suriye’de, Lübnan’da, Filistin’de, Irak’ta, Kuzey ve Doğu Suriye’de, Rojava’da, Ortadoğu bölgesinde devam eden savaşı durdurmak için düzenliyoruz.

Bugün Suriye’de rejim değişikliği olduktan sonra Kuzey ve Doğu Suriye’de, Rojava’da binbir mücadele ile oluşan özyönetimin bir statü kazanmasını engellemeye çalışıyorlar. Buradan bir kez daha diyoruz ki Rojava’dan elinizi çekin. Kuzey ve Doğu Suriye’den elinizi çekin. Bırakın Suriye halkları Kürdüyle Türkmeniyle Arabıyla Dürzisiyle Alevisiyle Sünnisiyle özgürce, kendi iradesini ortaya koyabilecek bir demokratik Suriye’yi inşa edebilsin. Elinizi çekin. Elinizi oradaki Kürt halkının üzerinden çekin, elinizi Alevilerin üzerinden çekin. Suriye ve Lazkiye’de gerçekleşen, Hama’da, Humus’ta gerçekleşen Alevi katliamını asla kabul etmiyoruz.

Rojava oluşturduğu özyönetim ile bütün Ortadoğu’ya model olan bir demokratik toplumsal yönetimi sağlamıştır. Rojava’da mevcut olan bütün farklı halklar ve inançlar orada kendilerini temsil etmektedir. Kadınlar, Ortadoğu’nun karanlığında boğulmak istenen kadınlar, Rojava’da eş başkanlık ve eşit temsiliyet ile siyasette, kamusal alanda, toplumsal alanda, yaşamın her alanında kadınlar var. Rojava devrimini kadın devrimi yapan bütün kadınlara binlerce kez selam olsun. Bugün Suriye ‘de Rojava’da Kürt halkının çok önemli bir kazanımı var.

Buradan Rojava’ya dönük mesajımızı çok net olarak veriyoruz. Tişrin Barajı başta olmak üzere Suriye Milli Ordusu ve benzeri çetelerle oraları bombalamak, orada insanları katletmek, barış nöbeti tutan sanatçılara saldırmak kimsenin kabul edeceği bir şey değildir. Demokratik bir Suriye için, demokratik bir anayasaya ihtiyaç var ve bizler bunun için çalışmalıyız. Bu nedenle Rojava’dan elinizi çekin. İstanbul Esenyurt’tan orada özgürlük, barış ve kardeşlik mücadelesi veren, kadın mücadelesini büyüten bütün Rojavalılara selamlarımızı gönderelim hep beraber.

Ülke ağır bir ekonomik krizden geçiyor. Açlık ve yoksulluk diz boyu. Bugün en yoksul kentlerden biri İstanbul’dur, İstanbul’un varoşlarıdır. En pahalı kentlerden biri İstanbul’dur. Ev kirasının, sebzenin, meyvenin en pahalı olduğu yerlerden biri İstanbul’dur. Biz özellikle Türk işçi kardeşlerimize, emeklilere, geçinemeyen, açlıkla yüz yüze kalmış bütün Türk kardeşlerime seslenmek istiyorum. Bakın tekstil atölyelerinde güvencesiz, merdivenaltı çalıştığınız zaman ya da asgari ücret aldığınız zaman hatta asgrari ücretin altında bir ücretle çalıştığınız zaman orada ayrımcılık yoktur işçi sınıfı içinde.

İşçi sınıfını Türk Kürt diye ayırmıyorlar. Hepsini aynı şekilde eziyorlar, sömürüyorlar. Bu kapitalist sistem halkları ayırmadan sömürüyor. Ama gelin görün ki ben ekmeğimin hakkının peşinde gideceğim dediğinizde, ben grev yapacağım dediğinizde hemen size bir terörist yaftası yapıştırılıyor. Bugün sendikaların grev halkları ellerinden alınmıştır. Niye, terör adı altında açmış oldukları kocaman bir parantez yüzünden. Burada Kürt işçi ile Türk işçinin yanyana gelmesini engelliyorlar. Bizler bizi bu şekilde bölmek isteyenlere karşı hep birlikte, işçiler ve emekçiler olarak yaşasın halkların kardeşliği, işçilerin birliği diyelim mi alkış ve zılgıtlarımızla?

İmralı görüşmelerini bu meydanı dolduran siz değerli halklarımız çok merak ediyorsunuz. Bunu iyi biliyoruz. Ama şundan emin olun ki Türkiye’de yaşayan bütün yurttaşlarımız şu an İmralı’daki görüşmelerin nasıl geçtiğini ve nasıl sonuçlanacağını dört gözle izlemektedir, merak etmektedir. Öncelikle şunu söylemeliyim. Sayın Abdullah Öcalan’ın sağlık durumu oldukça iyi ve sizlere selamlarını getirdim.

Selamlarını iletiyorum size. Sayın Öcalan’ın siz değerli halkımıza verdiği mesajı şudur. Türkiye’yi demokratikleştirdikçe Kürt sorunu barışçıl ve demokratik yöntemlerle çözülecektir demiştir. Barışın toplumsallaşması için sadece iktidar sadece DEM Parti değil Türkiye’deki bütün siyasi partiler, bütün muhalefet partileri, bütün kurumlar, bütün toplumsal dinamikler mutlaka ve mutlaka bu sürecin bir parçası olmalıdır, yürütücüsü olmalıdır. Yürütücüsü olmalıdır ki kalıcı bir barışı hep beraber sağlayalım.

Kanın her yerde aktığı bir dönemde barışa her zamankinden daha çok ihtiyacımız var. Türkiye oldukça karanlık bir dönemden geçiyor. Bir yandan savaş ve çatışmalar öte yandan özgürlüklerin kısıtlanması. Bakın kendi belediyeniz ve burada halkın ortak iradesiyle seçilmiş olan değerli Ahmet Özer şu an cezaevinde ve Esenyurt’a kayyım atandı. Bununla kalınmadı, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı hakkında açmış oldukları davalarla onu mahkeme koridorlarına göndemeye çalıştılar.

Bu bir irade gaspıdır. Bunu asla kabul etmiyoruz. HDP’nin belediyelerinde geçmiş dönemde iki kez şimdi de DEM Parti’nin belediyelerine kayyım atıyorlar. Bir yandan barış diyorlar öte yandan kayyım atıyorlar. Bunun kabul edebilir miyiz değerli halklarımız? Siirt’te yine kayyım atandı. Biraz önce kayyım atanmış belediyeleri değerli yoldaşım tek tek saydı. Bizler bir ellerinde sopa bir ellerinde havuçla barışın olamayacağını haykırmak istiyoruz. Biz çok istiyoruz DEM Parti olarak, Kürt halkı barışı istiyor, Türkiyen’in bütün demokrasi güçleri barışı istiyor. Bir yandan barış diyeceksiniz sonra kayyım atayacaksınız.

Bir yandan barış diyeceksiniz diğer yandan şu arkada gördüğümüz barikatları barışın mitinginin içine kuracaksanız. Bunu kabul etmek mümkün değildir. Bir yandan barış diyecekseniz öte yandan gazetecileri tutuklayacaksınız, bir yandan barış diyecekseniz öte yandan gazetecileri İHA ve SİHA’yla vuracaksınız. Bir yandan barış diyeceksiniz bir yandan Rojava’ya bombalar yağdıracak, İHA ve SİHA’larla suikastler düzenleyeceksiniz. Değerli halkımıza sormak istiyorum böyle bir barış olur mu? Umuyorum ki Saray bizi izliyor, iktidar bizi takip ediyor. Halkın duygu ve düşüncesini, siyasini görüşünü, toplumsal duruşunu görüyordur.

“Barışı biz kendi ellerimizle getireceğiz”

Bizlere çok önemli bir görev düşüyor. Barışı biz kendi ellerimizle getireceğiz. Mücadele ederek onurlu bir barışı ve demokratik çözümü hep beraber kazanacağız. İşte burada yaptığımız miting gibi Mersin’de de Amed’de de mitinglerimizi gerçekleştireceğiz. Sadece bu mu, hayır değil. Türkiye’de muhalefeti, herkesi, her kurumu tek tek dolaşacağız. İl il çalışma yapacağız barış için. Buradan bütün il ve ilçe örgütlerimize ve değerli halklarımıza elbette çok önemil görev ve sorumluluk düşmektedir.

Bizler 10 Şubat’a kadar 42 merkezde halk toplantıları yapacağız. Bu halk toplantılarında onurlu bir barışın nasıl tesis edilebileceğini hep birlikte konuşacağız. İmralı görüşmelerinin bilgisini siz değerli halkımızla paylaşacağız. İstanbul’da da 3 bölgede bu toplantılarımız gerçekleşecek. Bizim bu çalışmadaki en büyük amacımız, evimizde oturarak barışın gelmeyeceğini bildiğimiz için barış mücadelemizi daha çok büyütmek için yollara koyulduk.

Nasılsa barış olacak, nasılsa çözüm var deyip sizden ricam hiç kimse evinde oturmasın. Barışa bu kadar yaklaştığımız bir dönemde barışı dört elle tutabilmek için yapmamız gereken şey daha çok çalışmaktır. Alanlara mitinglere gelirken 3 kişi geliyorken 10 kişi gelmektir. Alanlara yüzbinleri doldurmaktır. Newroz için şimdiden büyük bir hazırlığın içine girmektir. Gençleri kadınları örgütlemektir. Ancak bizler bu şekilde barışa kavuşabiliriz.

Biliyorum hepinizin kafasında çokça soru var. Nasıl olacak bu süreç diye. Şu bilinmeli ki bizler İmralı’dan gelen mesajları çok iyi okuyoruz. İmralı’dan gelen mesaj çok net, Türkiye demokratikleşmelidir. İran demokratikleşmelidir. Aksine bölgede nelerin yaşandığını herkes görüyor. Ve Öcalan diyor ki Türkiye kendi halkıyla ve iç iradesiyle iç barışını sağlamalıdır.

Ben buraya gelmeden önce Türkiye Barışını Arıyor Konferansının kitapçığına göz gezdirdim. Vedat Türkali ta o zamanlarda ne demiş biliyor musunuz? Vedat Türkali Türkiye Barışını Arıyor Konferansında demiş ki bizler eskiden barış konferanslarını Brüksel’de Londra’da yapardık ama şimdi Ankara’da Amed’te yapabiliyorsak barışa bir adım daha yaklaştığımız içindir. Sayın Öcalan da bunu söylüyor. Diyor ki barışı Ankara’da İstanbulda Esenyurt’ta konuşmalıyız, barışı Amed’te konuşmalıyız, Amed’te. Buradan iktidara çağrımızdır.

Buradan iktidara çağrımızdır. Barışın üzerinde bu kadar gölge oluşturamazsınız. Barışın üzerinde bu kadar baskı oluşturamazsınız. Sayın Öcalan bir adım attı, DEM Parti bir diyalog ve müzakere partisi olarak üzerine düşeni yapmaya hazır olduğunu söyledi. Biz Türkiye’nin dört bir yanında Kürdistan’ın bütün illerinde kapı kapı gezip barışı anlatıyoruz, anlatmaya devam edeceğiz. Ama devlete ve iktidara düşen görev konusunda henüz onlar somut bir adım atmış değiller.

Acilen atılması gereken adımlar vardır. Bunun başında Sayın Öcalan üzerinde devam eden tecridin kalkması ve Sayın Öcalan’ın barış için daha çok çalışması için olanaklarının genişletilmesi ve koşullarının iyileştirilmesidir. İkinci önemli talebimiz güven arttırıcı somut adımların atılmasıdır. Bu adımlar atılırsa o zaman barışa olan inancımız artar. Ama kayyımlar, gözaltı ve tutuklamalar devam ederse değerli halklarımızın barışa olan inancını kaybetmesini sağlarsınız. Umarız bugün Esenyurt’tan bu mesajı bu iktidar alır.

Sayın Öcalan’ın mesajını ve selamlarını ilettik size. Buradan Esenyurt’tan bizler de İmralı’ya alkış ve zılgıtlarımızla selamlarımızı gönderelim. Ölen gençler, çocuklar bizim, ölen kadınlar biziz, katledilmek istenen insanlık biziz, katledilmek istenen diller bizim dillerimizdir, Kürtçe, Türkçe Arapça ve sayamadığım bütün diller hepsi bizim.  Bu memlekette yakılan yıkılan her karış toprak bizim, hepimizin. İşte bizler ortak yaşam, ortak mücadele için, barışı tesis etmek için mücadelemizi olanca gücümüzle devam ettireceğiz.

Kadınlara seslenerek konuşmamı tamamlayacağım. Sevgili kadınlar yaşamın her yerinde bizler katlediliyoruz. Cinayetlerde katlediliyoruz, kadın siyasetçiler olarak katlediliyoruz, Rojava’da mücadele eden kadınlar olarak katlediliyoruz, beyaz tülbentlerimizle barış istediğimiz için hapsediliyoruz, katlediliyoruz. Bizler barışa olan inancımızla hep beraber Jin Jiyan Azadî diyelim. Sizlere sözümüz olsun ki barış annelerinin bize söylediği gibi asla ve asla başımızı öne eğdirecek hiçbir adım atmayacağız. Siz değerli halkımızın iradesi ile onurlu bir barışı hep beraber inşa edeceğiz. Yolumuz açık olsun. Serkeftin, berkeftin, serkeftin.”

Paylaşın

Hatimoğulları’ndan “Kayyım Darbesine Direneceğiz” Mesajı

DEM Parti Eş Genel Başkanı Tülay Hatimoğulları, Siirt Belediye Eş Başkanı Sofya Alağaş’ın görevden alınarak yerine kayyım atanmasın ilişkin yaptığı açıklamada, “kayyım darbesine direnecekleri” mesajını verdi.

Haber Merkez / Tülay Hatimoğulları, “Barış kayyımcı anlayıştaki ısrarla değil; demokrasiyle, hakla, hukukla sağlanır. Barışın umudunu yeşertmeye çalıştığımız bugünlerde gerçekleşen bu irade gaspını kabul etmiyoruz. Kayyım darbesine direnmekten, onurlu bir barış için mücadele etmekten tek bir geri adım atmadık, atmayacağız” ifadelerini kullandı.

İçişleri Bakanlığı, “PKK/KCK silahlı terör örgütüne üye olmak” suçundan 6 yıl 3 ay hapis cezası verilen Siirt Belediye Başkanı Sofya Alağaş’ın yerine Siirt Valisi Kemal Kızılkaya’nın Belediye Başkan Vekili olarak görevlendirildiğini duyurdu.

Kayyım atanmasına DEM Parti eş başkanları Tuncer Bakırhan ve Tülay Hatimoğulları da tepki gösterdi. Hatimoğulları, sosyal medya hesabından yaptığı açıklamada “kayyım darbesine direnecekleri” mesajını verdi. Hatimoğulları, “Barış kayyımcı anlayıştaki ısrarla değil; demokrasiyle, hakla, hukukla sağlanır. Barışın umudunu yeşertmeye çalıştığımız bugünlerde gerçekleşen bu irade gaspını kabul etmiyoruz. Kayyım darbesine direnmekten, onurlu bir barış için mücadele etmekten tek bir geri adım atmadık, atmayacağız” ifadelerini kullandı.

Tuncer Bakırhan da sosyal medya hesabından yaptığı açıklamada kayyum atanmasını reddettiklerini belirtti. “Halk iradesi, gaspçı zihniyeti yenecek. Belediye Eş Başkanlarımız hakkında uydurma gerekçelerle soruşturma açıp ceza vererek kayyım hukuksuzluğunun yolunu açmak siyasi hiledir. Siyasi hilekarlıkla barış ve demokrasi yan yana olmaz” ifadelerini kullanan Bakırhan, “Sandıkta kazanamadığı halkın kurumlarını yargı ve idare yoluyla gasp eden bu zihniyeti en güçlü şekilde reddediyoruz” dedi.

Kayyım atamaları

En son yine DEM Partili Mersin Akdeniz Belediyesi Eş Başkanları Hoşyar Sarıyıldız ve Nuriye Arslan ile dört belediye meclis üyesi 10 Ocak’ta ev baskınlarıyla gözaltına alınmış ve yerlerine kayyım atanmıştı. DEM Parti yönetimindeki Mardin Büyükşehir Belediyesi, Batman Belediyesi ve Şanlıurfa’nın Halfeti belediye başkanlarının 4 Kasım Pazartesi günü görevden uzaklaştırılmasına karar verilmişti.

İçişleri Bakanlığı tarafından yapılan açıklamada, Mardin Büyükşehir Belediye Başkanı Ahmet Türk, Halfeti Belediye Başkanı Mehmet Karayılan ve Batman Belediye Başkanı Gülistan Sönük görevden alınmıştı. Kayyum kararına gerekçe olarak, üç belediye başkanının “silahlı terör örgütüne üye olma” suçunda aldığı cezalar ve süren davalar gösteriliyor.

Mardin Valisi Tuncay Akkoyun Mardin Büyükşehir Belediyesi’ne, Batman Valisi Ekrem Canalp Batman Belediyesi’ne, Halfeti Kaymakamı Hakan Başoğlu Halfeti Belediyesi’ne kayyum olarak atandı. Bundan hemen önce de CHP yönetimindeki Esenyurt Belediyesi’ne kayyım atanmıştı.

Mart 2024’teki yerel seçimlerde CHP’den Esenyurt Belediye Başkanı olarak seçilen Ahmet Özer, 30 Ekim Çarşamba günü sabah saatlerinde evinde gözaltına alınmıştı. Özer, Çarşamba gece saatlerinde çıkarıldığı mahkemece “PKK/KCK terör örgütü üyesi olmak” suçlamasıyla tutuklanmıştı.

22 Kasım’da ise DEM Partili Tunceli Belediye Başkanı Cevdet Konak ve CHP’li Ovacık Belediye Başkanı Mustafa Sarıgül’ün görevden uzaklaştırıldığı açıklanmıştı. İçişleri Bakanlığı, Tunceli Valisi Bülent Tekbıyıkoğlu’nun Tunceli Belediye Başkan Vekili olarak, Ovacık Kaymakamı Hüseyin Şamil Sözen’in ise Ovacık Belediye Başkan Vekili olarak görevlendirildiğini açıkladı.

Tunceli Cumhuriyet Başsavcılığınca, Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partili (DEM Parti) Tunceli Belediye Başkanı Konak ile Cumhuriyet Halk Partili (CHP) Ovacık Belediye Başkanı Sarıgül hakkında, “Silahlı terör örgütüne üye olmak” iddiasıyla ayrı ayrı dava açılmıştı ve Konak ve Sarıgül 6 yıl 3’er ay hapisle cezalandırılmıştı. Sanıklar hakkında yurt dışına çıkış yasağı da getirilmişti.

Son 10 yıl içinde toplamda 149 belediyeye kayyum atandı. Kayyım atamalarındaki gerekçelerde ağırlıklı olarak terörle iltisak veya terör örgütlerine destek verme suçlamaları öne çıkıyor. Türkiye’de 15 Temmuz darbe girişiminin ardından ilan edilen OHAL döneminde, 674 sayılı Kanun Hükmünde Kararname (KHK) ile yerel yönetimlerde ciddi değişiklikler meydana geldi.

15 Temmuz darbe girişimi sonrasında ilan edilen Olağanüstü Hal döneminde (OHAL) 674 sayılı Kanun Hükmünde Kararname (KHK) ile hazırlanan kayyım düzenlemesi, 1988’de Anayasa Mahkemesi tarafından iptal edilmişti. Muhalefet partileri kayyım uygulamasının Anayasa’ya aykırı olduğunu savunurken, İçişleri Bakanlığı kayyum atamalarını Anayasa’nın 127’inci maddesine dayandırıyor.

“Mahalli İdareler” başlıklı Anayasa’nın 127’nci maddesi, İçişleri Bakanı’na “görevleri ile ilgili bir suç sebebi ile hakkında soruşturma veya kovuşturma açılan mahalli idare organları veya bu organların üyelerini, geçici bir tedbir olarak kesin hükme kadar [görevden] uzaklaştırma” yetkisini veriyor.

Bu madde belediye başkanlarının görevden alınmasını sağlıyor ancak belediye başkanının yerine kimin atanacağına ilişkin bir düzenleme yer almıyor. 5393 sayılı Belediye Kanunu’nda belediye başkanlarının görevden alınmasına ilişkin koşullar düzenleniyor. İçişleri Bakanlığı, görevden almanın yasal dayanağı olarak bu kanunun 45. ve 47. maddelerine işaret ediyor.

“Belediye başkanlığının boşalması hâlinde yapılacaklar” 45. maddede düzenlenirken, 15 Ağustos 2016 tarihinde çıkarılan KHK ile bu maddeye bir “kayyum” fıkrası eklendi. Eklenen fıkraya göre; İçişleri Bakanı, belediye başkanlarını terör gerekçesiyle görevden alma durumunda valileri veya kaymakamları kayyım olarak atayabiliyor.

47. maddede belirtilen görevden uzaklaştırmalara dair koşullarda ise “Görevleriyle ilgili bir suç nedeniyle haklarında soruşturma veya kovuşturma açılan belediye organları veya bu organların üyeleri, kesin hükme kadar İçişleri Bakanı tarafından görevden uzaklaştırılabilir” deniliyor.

Paylaşın

Bakırhan Ve Hatimoğulları: Boyun Eğmedik, Eğmeyeceğiz

DEM Parti Eş Genel Başkanları Tülay Hatimoğulları ve Tuncer Bakırhan, Mersin Akdeniz Belediyesi eş başkanları Hoşyar Sarıyıldız ve Nuriye Aslan’ın gözaltına alınması ve yerlerine “kayyım” atanmasına tepki gösterdi.

Haber Merkezi / Tülay Hatimoğulları, “Her seçimde yenilgiye uğrasa da iktidar, kayyım darbesinde ısrarcı. Bu ısrar halkın seçme ve seçilme hakkının elinden alınmasıdır” ifadelerini kullanırken, Tuncer Bakırhan ise, “Sizlerin darbeci pratiklerine, zulmünüze hiçbir zaman boyun eğmedik, eğmeyeceğiz” dedi.

Mersin’in Akdeniz Belediyesi DEM Partili eş başkanları Hoşyar Sarıyıldız ve Nuriye Arslan gözaltına alındı. Gözaltına alınan Hoşyar Sarıyıldız ve Nuriye Arslan’ın yerine kayyım atandı.

DEM Parti Eş Genel Başkanı Tülay Hatimoğulları ve Tuncer Bakırhan, gözaltı ve kayyım kararına tepki gösterdi. Hatimoğulları, sosyal medya hesabı üzerinden yaptığı açıklamada şu ifadeleri kullandı: “Akdeniz belediye Eş Başkanlarımız Nuriye Aslan ve Hoşyar Sarıyıldız’ın gözaltına alınması, halk iradesine yönelik gerçekleştirilmiş açık bir darbedir. Her seçimde yenilgiye uğrasa da iktidar, kayyım darbesinde ısrarcı.

Bu ısrar; halkın seçme ve seçilme hakkının elinden alınmasıdır. Birlikte yaşama ve yönetme modeli olarak bir demokrasi anahtarı olan kent uzlaşısına saldırıdır. Biz barış için yol almak isterken, halkın iradesine bir kez daha el uzatılmıştır. Her yerde bu kayyımcı anlayışa karşı durmaya, halkların iradesini savunmaya devam edeceğiz. Asla mücadeleden geri durmayacağız.”

Tuncer Bakırhan, ise sosyal medya hesabı üzerinden yaptığı açıklamada şunları söyledi: “Akdeniz Belediye Eşbaşkanlarımız Nuriye Arslan ve Hoşyar Sarıyıldız ile Meclis üyelerimiz siyasi kumpasla gözaltına alındı. Akdeniz’de yaşayan halkların siyasi iradesine yönelik sergilenen bu düşmanca tutumla demokratik siyasetin ve yerel yönetimlerin tasfiyesi hedeflenmektedir.

Darbelerle bizi hizaya getirmeye çalışacağını zanneden acizlere, bir elinde kadife diğer elinde demir eldivenle dolaşan iktidara bir çift sözümüz var. Bu iki eli de çok iyi tanıyoruz ama siz de bizi çok iyi bilirsiniz. Sizlerin darbeci pratiklerine, zulmünüze hiçbir zaman boyun eğmedik, eğmeyeceğiz. Bedeli ne olursa olsun kayyım darbelerine karşı mücadele edeceğiz, halkımızın iradesini her koşulda savunacağız.”

DEM Parti, Sarıyıldız ve Aslan ile dört belediye meclis üyesinin gözaltına alınmasına ilişkin yazılı açıklama yaptı. “AKP iktidarı halk iradesine karşı darbeci pratiklerinden vazgeçmiyor” diyen DEM Parti, açıklamanın devamında şunları kaydetti:

“Gözaltı ve kayyım gerekçesi yapılan soruşturmanın 2024 yılına ait olduğu söyleniyor. Bu yöntemlerin tamamını iktidarın yıllardır halk iradesine karşı yürüttüğü darbe pratiklerinden gayet iyi biliyoruz. İçeride ve dışarıda Kürt düşmanlığı yürüten, halk iradesine tahammül edemeyen iktidar ne yaparsa yapsın daha büyük kaybetmeye mahkûmdur. Her yerde bu kayyımcı anlayışa karşı durmaya, halkımızın iradesini savunmaya devam edeceğiz.”

DEM Parti tarafından yapılan açıklamada dört belediye meclis üyesinin de gözaltına alındığı belirtildi.

Mersin Cumhuriyet Başsavcılığı’nın, “terör örgütü propagandası yapmak”, “silahlı terör örgütüne üye olmak”, “Terörizmin Finansmanının Önlenmesi Hakkında Kanunu’na aykırılık” ve “2911 Sayılı Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu’na muhalefet” suçlarına yönelik soruşturma başlattığı belirtildi.

Paylaşın