Hatimoğulları’ndan Özel’e “Stockholm Sendromu” Tepkisi

Özgür Özel’in “Stockholm sendromu” benzetmesine tepki gösteren Tülay Hatimoğulları, “Celladı çok çok iyi tanırız. Faili meçhullerden, işkencelerden, zindanlardan tanırız” dedi.

Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi (DEM Parti) Eş Genel Başkanı Tülay Hatimoğulları, Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) Genel Başkanı Özgür Özel’in “Stockholm sendromu” benzetmesine tepki gösterdi.

Çanakkale’de partisinin düzenlediği program sırasında Hatimoğulları, “Hiç arzu etmeyeceğimiz şey, muhalefetin birbirine muhalefet etmesidir” dedi ve Özel’in ifadeleri için şu değerlendirmeyi yaptı:

“Yargı sopası, baskılar, adaletsizlik ‘celladına âşık olmak’ ya da ‘Stockholm sendromu’ metaforuyla anlatılamaz. Ancak siyasetle anlatılır, siyaset üretmekle açıklanır, dayanışmayla ve ortak mücadeleyle bunlar aşılır. Bu metaforun bizler için kullanılmış olması, en hafif tabiriyle bir akıl tutulmasıdır…

Bizler tarih boyunca bıkmadan, usanmadan, yılmadan, bütün baskılara rağmen direnen devrimci, sosyalist, yurtsever bir geleneğin temsilcileriyiz. Celladı da çok çok iyi tanırız. Evladı yakılan köylerimizden, zorla boşaltılan köylerimizden tanırız. Celladı Alevi katliamlarından, faili meçhullerden, işkencelerden, zindanlardan tanırız.”

İktidar ortakları AKP ve MHP ile yürüttükleri çözüm sürecinden beklentilerine dair, “Eşit yurttaşlık hakkı için bu süreci yürütüyoruz. Türkiye’yi demokratik bir dönüşüme zorlamak için bu süreci yürütüyoruz” ifadelerini kullanan Hatimoğulları, CHP’ye hitaben, “Toplum, muhalefetin birbiriyle uğraşmasını değil; dayanışmasını, barış ve demokrasi için beraber çalışmasını istiyor” dedi.

CHP lideri Özgür Özel, Cumartesi günü partisinin 39’uncu Olağan Kurultayı sırasında yaptığı konuşmada, iktidar ile yakınlaştığı gerekçesiyle DEM Parti’yi eleştirmişti.

“Biz mevzi olarak partimizi değil, bir cephe olarak demokratik siyaseti savunuyoruz” diyen Özel, “Herkesi, canı istediğinde ‘şu parti kapatılsın’, kapatmıyorsa ‘Anayasa Mahkemesi de kapatılsın’ diyenlerin demokratlığını hatırlamaya davet ediyorum. Bir Stockholm sendromuna kapılmamaya, dün elinden zor kurtulduğunuz celladınıza aşık olmamaya davet ediyorum” ifadelerini kullanmıştı.

Paylaşın

Hatimoğulları: Kürt Meselesi Seçim Meselesi Değildir

“Süreç” hakkında konuşan DEM Parti Eş Genel Başkanı Tülay Hatimoğulları, “Bir kez daha belirtiyoruz ki, Kürt meselesi bir seçim meselesi değildir. Kürt deyince sandık, barış deyince oy/sayım çizelgesi hayal etmek siyaset değil, siyasetsizliktir.” dedi.

Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi (DEM Parti) Eş Genel Başkanı Tülay Hatimoğulları, partisinin haftalık grup toplantısında konuştu.

Konuşmasına 25 Kasım Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Mücadele Günü’ne ilişkin mesajlar vererek başlayan Hatimoğlulları, “Kelebeklerin yaktığı ışık, mücadele mirası bugün dünyanın dört bir yanında büyüyor” diye konuştu.

Devamla Suriye’de Alevi’lere dönük devam eden saldırılara dikkati çeken Hatimoğulları, gerekli siyasi ve toplumsal mücadeleyi sürdüreceklerini kaydetti. Hatimoğulları, herkesin bu konuda sorumluluk alması gerektiğini vurguladı.

Kadınların yaşamın her alanında farklı şiddet türleriyle karşı karşıya kaldığını kaydeden Hatimoğulları, şüpheli ölümlerin de kadın cinayetlerini aştığını söyledi. “‘Şüpheli’ denilerek üzeri örtülen kadın cinayetlerini çok iyi biliyoruz” diyen Hatimoğlulları, 21 yaşındaki üniversite öğrencisi Rojin Kabaiş’in ölümüne ilişkin soruşturmayı anımsattı.

Kabaiş’in ölümüne ilişkin dosyanın kapatılmak istendiğini söyleyen Hatimoğulları, yetkililere seslendi: “Kimler, neden korunuyor. Rojin’in dosyası derhal aydınlatılmalıdır.”

11 Yargı Paketi’ne ilişkin değerlendirmelerde bulunan Hatimoğulları, “Nefret suçlarını körükleyen bu yargı paketinin karşısında olacağız” dedi.

Kadınların iş hayatında yaşadıkları eşitsizliklere dikkati çeken Hatimoğulları, Kocaeli’nin Dilovası ilçesinde bir fabrikada çıkan yangında 7 kadının hayatını kaybettiğini anımsatarak yeni bir iş kanunu çıkarılması gerektiğini söyledi. Hatimoğulları, eşit işe eşit ücret politikalarının uygulanması ve kadın istihdamının artırılmasına ilişkin politikalar üretilmesi çağrısında bulundu.

Konuşmasının devamında 27 Kasım’da görülecek “Kent Uzlaşısı” davasını anımsatan Hatimoğulları, “Barışı toplumsallaştıracaksak arkadaşlarımız derhal serbest bırakılmalıdır” ifadelerini kullandı. Türkiye’nin önemli bir süreçten geçtiğini kaydeden Hatimoğulları, “Savaşlarda ilk kısılan ses kadınların sesidir. Biz kadınlar Türkiye’nin bu trajediden kurtulması için barışa dört elle sarılıyoruz. Barış kadın özgürlükçü bir dil ve sesle inşa edilir” dedi.

Barış masasında eşit temsili, karar mekanizmalarında etkin rol almayı önemli bulduklarını belirten Hatimoğulları, “Yaşamı, demokratik geleceği biz inşa edeceğiz” ifadelerini kullandı: “Artık evlatlarımızı değil, silahları gömme zamanıdır. Şiddetsiz bir toplumu hep beraber inşa edeceğiz, barışa sonsuza dek sahip çıkacağız.”

Meclis’te kurulan süreç komisyonunun İmralı’da Abdullah Öcalan’la önemli bir görüşme gerçekleştirdiğini kaydeden Hatimoğlulları “Yapıcı, kapsayıcı, umut verici bir görüşme gerçekleşti” dedi.  Komisyonun Öcalan’la gerçekleştirdiği görüşmede Suriye’deki son duurmun da gündeme geldiği ve değerlendirmelerde bulunulduğunu kaydeden Hatimoğulları, “Dün itibarıyla tarihi bir eşik aşılmış oldu” şeklinde konuştu.

Hatimoğulları, yasal ve hukuki düzenlemeler evresine hızla geçiş yapılması gerektiğini söyledi. CHP’nin İmralı’da gerçekleştirilen görüşme için heyete üye vermemesini de eleştiren Hatimoğulları, “Milli Dayanışma, Kardeşlik ve Demokrasi Komisyonu’nda temsili bulunan bütün partilerin İmralı’ya giden komisyonda yer almasını isterdik” ifadelerini kullandı.

Hatimoğulları şöyle devam etti: “Kürt meselesi bir seçim meselesi değildir, Kürt deyince sandık, barış deyince oy/sayım çizelgesi hayal etmek siyaset değil, siyasetsizliktir.”

Hatimoğulları, özetle şu değerlendirmelerde bulundu: “Milli Dayanışma, Kardeşlik ve Demokrasi Komisyonu İmralı’da Sayın Öcalan’la çok önemli bir görüşme gerçekleştirdi. Partimiz adına bu heyette Gülistan Kılıç Koçyiğit vekilimiz yer aldı. Bu heyette yer alan, giden komisyona bir defa daha teşekkür ediyoruz.

u görüşme Türkiye’nin barış ve demokrasi sürecine odaklanan, yapıcı, kapsayıcı ve umut verici bir niteliğe sahip olmuştur. Bu görüşme, Türkiye’nin uzun süredir beklediği barış ve kardeşlik kapısını aralayan tarihi bir adım oldu. Bu görüşme, sadece bir dinleme ve temas değil, halkların ortak geleceğini şekillendirecek bir diyalog köprüsüne dönüşmelidir.

Görüşmenin içeriğine dair şüphesiz Meclis Başkanı ve komisyon gerekli paylaşımları yapacaktır. Ancak Sayın Öcalan, Türk-Kürt ittifakının ve bütün halkların ortak yaşam zeminini güçlendirilmesi, çatışmasızlığın kalıcılaştırılması ve demokratik çözüm iradesini bir kez daha net bir şekilde ortaya koyduğundan şüphemiz yoktur.

Sayın Öcalan, Kuzey Doğu Suriye özelinde çözüm sürecinin anahtarı olacak bir perspektifi ortaya koymuştur. Türkiye halklarının geleceği için bu sürecin başarıya ulaşması şart. Başarıya ulaşmasının yolu, iktidar ve muhalefetin süreci tam, açık ve cesurca sahiplenmesiyle; barışın daha çok toplumsallaşması için çalışmasıyla mümkündür.

Biz komisyonda temsili bulunan bütün partilerin İmralı’ya giden komisyonda yer almasını isterdik. Ama olmadı. Bu konuda eleştirel değerlendirmelerimizi de yaptık. Komisyonun Sayın Öcalan’la görüşmesinin, 86 milyona zarar değil, yarar sağladığını görülecektir.

Bir kez daha belirtiyoruz ki, Kürt meselesi bir seçim meselesi değildir. Kürt deyince sandık, barış deyince oy/sayım çizelgesi hayal etmek siyaset değil, siyasetsizliktir. Kürt halkına da haksızlıktır. Kürt meselesi hiçbir siyasi partinin kendi penceresinden araçsallaştıracağı konjonktürel bir mesele de değildir.

Tarihsel bir meseledir. Türkiye’de demokrasinin önündeki temel engellerdendir. Ve çözülmelidir. Türkiye’nin ve bölgenin barışa ihtiyacı var. Herkes bu perspektiften bakabilmeli, ona göre bir pratik ortaya koyabilmeli.

Değerli Türkiye halkları. DEM Parti olarak, bu süreçte üzerimize düşen sorumluluğun farkındayız. Ancak iktidar, muhalefet ve devletin de sorumluluğu büyüktür. Bu yolun ilerlemesi için gerekli yasal düzenlemelerin hızla hayata geçirilmesi şarttır. Barış, bir tarafın çabasıyla değil, hepimizin ortak iradesiyle inşa edilir. Sürecin bu yeni aşamasında beklentimiz; komisyonun raporunu bir an önce yazması, yasal ve hukuki düzenleme aşamasına hızla geçilmesidir.”

Paylaşın

Hatimoğulları’ndan “Yeni Anayasa” İddialarına Yanıt: Gündeme Gelmedi

Tülay Hatimoğulları, “Anayasa, toplumun tüm dinamiklerinin katıldığı, müzakere ettiği ve nihayetinde ‘Evet, bu benim anayasamdır’ dediği bir toplumsal mutabakatla yapılmalıdır. Bizim de evet diyeceğimiz anayasa işte budur” dedi.

bianet’e konuşan Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi (DEM Parti) Eş Genel Başkanı Tülay Hatimoğulları, hem anayasa eleştirilerine cevap verdi hem de sürecin ilerleyişine dair açıklamalarda bulundu.

Şu ana kadar anayasa konusunun hiç gündeme gelmediğini söyleyen Hatimoğulları şu ifadeleri kullandı: “Elbette ki Türkiye’nin demokratik bir anayasaya ihtiyacı var. Demokrasi ve özgürlüklerden yana, bunları gerçek anlamda koruyan bir toplumsal sözleşmeye ekmek-su kadar ihtiyacımız var. Bu konuda parti olarak her zaman hazırlıklarımız ve önerilerimiz oldu. ‘Nasıl bir anayasa’ sorusuna en hazırlıklı parti biziz.

İkincil bir durum olarak, şunu da ifade ettik. Yeni Anayasa, çatlakları boya ile kapatacağımız bir duvar değil, evin taşıyıcı kolonlarını elden geçirecek bir kurucu süreçtir. Toplumun evet dediği bir anayasada biz de olacağız. Anayasa sadece DEM Parti’nin sorunu veya işi değil. Herkesin dahil olduğu bir süreç olmalı. Anayasa, bu ülkede yaşayan tüm halkların, inançların, kadınların, gençlerin, emekçilerin, ekolojistlerin yani toplumun tüm canlı dinamiklerinin katıldığı, müzakere ettiği ve nihayetinde “Evet, bu benim anayasamdır” dediği bir toplumsal mutabakatla yapılmalıdır. Bizim de evet diyeceğimiz anayasa işte budur.”

Bir önceki çözüm sürecine göre bu kez daha fazla siyasi parti tarafından sürecin desteklendiğini aktaran Hatimoğulları şöyle devam etti: “Fakat 2013-15 sürecinin negatif deneyimlerinden kaynaklı toplumda bu süreç gerçekten başarıya ulaşır mı kaygısı mevcut. Bu kaygı barışı isteyenlerin, süreci destekleyenlerin kaygısı.

DEM Parti olarak, sürece olan desteğin artması için 1 yıldır yoğun bir şekilde sahadayız. Topluma barışın önemini anlatıyoruz, halkın kaygılarını dinliyoruz.

AKP ise süreci toplumsallaştırma konusunda henüz ciddi adımlar atmış değil. MHP süreci en azından kendi tabanına anlatma ve toplumu ikna etme konusunda daha cesur sözler kuruyor. 1 Ekim ile başlayan sürecin sadece Türkiye’deki iç dengelerle açıklanmayacağını birçok çevre belirtiyor. Çünkü bu sürecin başlamasında bölgesel dengelerin ciddi etkisi var. Dolayısı ile sürecin başlamasına neden olan bölgesel rüzgar her halükarda Türkiye’nin iç barışını da etkiler.”

Paylaşın

Hatimoğulları: Barışı Her Şeye Rağmen Sağlayacağız

DEM Parti Eş Genel Başkanı Tülay Hatimoğulları, “Hiç kimse barışı bize altın tepside sunmayacak. Hep birlikte kazanacağız. Barışı her şeye rağmen sağlayacağız” dedi.

Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi (DEM Parti) Eş Genel Başkanı Tülay Hatimoğulları, Berlin Alevi Toplumu-Cemevi ev sahipliğinde düzenlenen Türkiye Barış Konferansına katıldı. Akademisyenler ile siyasi parti ve STK temsilcilerinin katıldığı konferansta konuşan Hatimoğulları, Barış ve Demokratik Toplum Süreci, Türkiye, Ortadoğu ve Rojava gündemine ilişkin değerlendirmelerde bulundu.

Hatimoğulları konuşmasının başında, dünyada ve bölgede artan savaş ihtimaline karşı konferansın çok önemli ve anlamlı olduğunu belirtti; konferansı düzenleyen kurumlara ve temsilcilerine teşekkür etti. Türkiye barışının aynı zamanda Suriye ve Ortadoğu barışı olduğunu söyleyen Hatimoğulları, “27 Şubat’ta Sayın Öcalan, Barış ve Demokratik Toplum Çağrısını gerçekleştirdiği zaman ısrarla altını çizdiği noktalardan biri şuydu. ‘Biz evet Kürt barışını, Kürt’ün hakkını savunuyoruz ama Kürt’ün tek başına barışını sağlaması, tek başına haklarına ulaşması olamaz, çok zordur. Dolayısıyla bir demokratik Türkiye’yi inşa etmek zorundayız. Demokratik cumhuriyetin inşası için elimizden gelen her türlü çabayı sarf etmek zorundayız ve toplumun demokratikleşmesi için elimizden gelen her çabayı sağlamalıyız’. Bu mesajını biz sürecin esasen özeti olarak görüyoruz” dedi.

Hatimoğulları, partimizin sürecin başında Türkiye’de 100’ün üzerinde Alevi kurumuyla görüşmeler gerçekleştirdiğini ve bu görüşmelere devam ettiğini belirterek, “Türkiye’de AKP iktidarı sadece Kürtlerle uğraşmıyor, sadece Kürt’ü asimile etmeye çalışmıyor; farklı halklar ve inançlardan olan bütün kesimlere dönük tekçi bir yaklaşım içindedir. Hem etnik anlamda tekçi hem de din ve mezhep anlamında tekçi bir yaklaşım içindedir. Bugün devletin Aleviliği oluşturulmaya çalışılıyor. Aleviliği devletin sınırları içinde hapsetmek için çok ciddi adımlar atıyorlar” diye konuştu.

Alevilerin Türkiye ve Suriye’de yaşadığı katliamlara ve zulümlere dikkat çeken Hatimoğulları, şunları söyledi: “Biz bütün bu tanıklığa sahip olan insanlar olarak bu barış sürecini hem Türkiye’nin barışı ve demokratikleşmesi hem de bölgenin barışı ve demokratikleşmesi olarak okuyoruz. Alevi canlarımız başta olmak üzere, Türkiye ve bölgede yaşayan bütün farklı halkların ve inançların eşit yurttaş olarak yaşayabilecekleri bir demokratik zeminin oluşması için mücadelemizi bugüne kadar sürdürdük ve biz bu zemini böyle okuyoruz.”

Barış ve Demokratik Toplum Sürecinde bugüne kadar yaşanan gelişmelere ilişkin katılımcılara bilgi veren Hatimoğulları, “Bize göre artık yasal ve hukuki düzenlemelere gidilmeli. Burada yasal ve hukuki düzenlemelerden kasıt somut olarak nedir? Onu öncelikle ifade edeyim. Özgürlük yasaları ve demokratikleşme yasalarıdır” dedi.

Barışı her şeye rağmen sağlayacağız

Hatimoğulları, Selahattin Demirtaş, Figen Yüksekdağ ve diğer Kobanî tutukluları ile siyasi tutukluların bir an önce salıverilmesinin gerektiğini belirttiği konuşmasında, “Algı yönetimine karşı hep birlikte güçlü bir dayanışmayla yan yana duralım, yan yana olalım. Sayın Öcalan’ın ilk mektup gönderdiği kişilerden biri Sayın Demirtaş’tır ve Figen Yüksekdağ’dır. Bunu da sizinle paylaşmış olayım” ifadelerini kullandı.

Hatimoğulları son olarak parlamentoda temsili olan-olmayan bütün muhalefet partileri, emek-meslek örgütleri, sendikalar, demokratik kitle örgütleri, kadın ve gençlik hareketleri, doğa ve insan hakları savunucuları ile bir araya girerek bu süreci örgütleme taraftarı olduklarını kaydetti. “Biz kendimiz mücadele ederek kazanacağız barışı da demokrasiyi de. Hiç kimse barışı bize altın tepside sunmayacak” diyen Hatimoğulları, sözlerini “Hep birlikte kazanacağız. Barışı her şeye rağmen sağlayacağız. Akan kanı hem Türkiye’de hem Suriye’de hem bölgede durduracağız. Bunun için daha güçlü olacağız” diyerek bitirdi.

Paylaşın

Hatimoğulları’ndan İktidara “Süreç” Çağrısı: Toplum Somut Adımlar Bekliyor

Partisinin grup toplantısında konuşan DEM Parti Eş Genel Başkanı Tülay Hatimoğulları, “süreç” için iktidara çağrıda bulunarak, “Fakat toplum artık somut adımlar bekliyor” dedi.

Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi (DEM Parti) Eş Genel Başkanı Tülay Hatimoğulları, partisinin haftalık grup toplantısında konuştu. Hatimoğulları’nın konuşmasından öne çıkan bölümler şöyle:

“İlk grup toplantımızı kadınlar öncülüğünde gerçekleştiriyoruz. ‘Umutla Özgürlüğe Yürüyoruz’ şiarıyla 1 Ekim’de Amed’den yola çıkan ve bugün Meclis önünde barış talebini yükselten sevgili kadınlar, Barış Anneleri; grup toplantımıza hepiniz hoş geldiniz. Savaşın yarattığı acıyı en iyi bilen ve yaşayan kadınlar, barışa neden ihtiyaç duyduğumuzu bugün de Meclis’in önünden bütün dünyaya haykırdılar.

Emeğinize, yüreğinize sağlık. Bir haftalık yürüyüşün finalinde buradasınız. Meclis, siyaset, bütün toplum; kadınların barış, özgürlük ve eşitlik mücadelesini duysun. Selam olsun bu yürüyüşü gerçekleştiren, her kentte onları karşılayan kadınlara. Selam olsun mücadeleden geri durmayan kadınlara. Selam olsun sizlere.

Türkiye çoklu krizlerle ve her alanda çözüm bekleyen sorunlarla karşı karşıya; adaletsiz yargı, kayyım rejimi, muhalefet belediyelerine saldırılar; dil, kültür, sanat ve yaşam tarzı üzerindeki baskılar… Derin yoksulluk, kadın cinayetleri, genç işsizliği, deprem kentlerinin bitmeyen bekleyişi, tarımın çöküşü, doğanın ve suyun feryadı; bu yaraları görmeyen bir Meclis, kendi varlık nedenini unutmuş demektir.

Türkiye belirsizliklerle dolu; her şey çok kırılgan. Siyasete düşen görev, ülkenin ve toplumun bütün düğümlerini çözmektir. Bu ülkede eksik olan beş şeyi arıyoruz: ekonomik geçim, adalet, barış, demokrasi ve özgürlük. Bu yıl Meclis tarihî sorumluluğunu yerine getirmeli; 86 milyonun bu beş hayati ihtiyacı için çalışmalıdır. Toplumsal refah yerine çatışmayı, özgürlükler yerine otoriter kontrolü önceleyen her siyasi akıl; yaşanan siyasal, toplumsal ve ekonomik çöküşün öncüsü olur.

Biz biliyoruz ki barış, toplumun onurudur ve Cumhuriyet’in ikinci yüzyılına verilecek en önemli armağanlardandır. Demokrasi yalnızca bir yönetim işi değil; birlikte, eşit ve ortak yaşamın inşasıdır. Ekonomi sadece kuru rakamlar değildir; sofrasında ekmeği eksilenin, işsiz kalan gencin, emeği görünmeyen kadının hayatıdır. Okul masrafını karşılayamayan velinin, bastıran soğuklarda doğalgaz ve elektrik faturasını ödeyemeyen yurttaşın, geçinemeyen emeklinin, barınamayan öğrencinin hayatıdır.

Demokratik toplum ve barış arayışında bir yılı geride bıraktık. Geçen bir yıl içinde Kürt meselesinin çözümüne ilişkin Sayın Öcalan’ın çağrısı, PKK’nin fesih kararı ve silah yakma töreni, Meclis bünyesinde kurulan komisyon tarihi gelişmelerdir. Bu süreçte ‘karşılıklı çatışmaların yok denecek seviyeye gelmesi, partilerin daha sık diyalog kurması ve barışın aciliyetine olan inanç’ önemli bir kazanımdır. TBMM bünyesinde kurulan Barış Komisyonu çok kıymetli bir adımdır; barışa olan inancı ve umudu yükseltmiştir. Fakat toplum artık somut adım bekliyor; durgun suyu daha çok bulandırmak isteyenlere fırsat vermeyelim.

Barış Komisyonu 14. oturumunu yapıyor. Dinlenenlerin çoğu, ‘Kürt meselesi amasız, fakatsız çözülmelidir; demokratik haklar ve eşit yurttaşlık konusunda hukuki adımlar mutlaka atılmalıdır’ dedi. O halde barış için ne zaman eyleme geçilecek? Geldiğimiz eşik budur. Unutmamak gerekir ki Sayın Öcalan ve hareketi attıkları adımlarla büyük bir eşiğin aşılmasına katkı sundu; komisyonun kurulmasıyla kurumsal eşiğin de önemli bir kısmı geçildi. Artık siyasi ve hukuki eşiği atlama zamanı gelmiş, hatta geçmektedir; demokratik entegrasyon için demokratik yasaları yapmak gerekir.

Komisyon, zaman kaybetmeksizin Sayın Öcalan’ı dinlemelidir. Nitekim kendisi, ‘Komisyon gelirse demokratik müzakere sürecini başlatacağım’ demektedir. Barışın anahtarı muhatapta, baş aktördedir; dünyadaki örneklerde görüldüğü gibi İmralı’ya uzanacak doğrudan diyalog, silahları susturup hukuki zemini kuracak en bağlayıcı adım olabilir. Bu, kişisel bir tercih değil; barışın ciddiyetinin ve devlet aklının kurumsallığının gereğidir. Komisyonun, Sayın Öcalan ile görüşerek önemli bir eşiğin daha aşılmasına katkı sunmasını bekliyoruz.

“Umut hakkı düzenlemesi bir an evvel hayata geçirilmeli”

Sayın Öcalan 27 yıldır, halkları karşı karşıya getirmeye çalışanlara karşı çözümü ve barışı ısrarla savunmuştur. Evet; Sayın Öcalan’ın umut hakkı tanınmalıdır. “Umut hakkı” sıradan bir hukuk maddesi değil, evrensel hukukun merkezindeki ilkelerdendir. 17 Eylül’de Avrupa Bakanlar Komitesi umut hakkıyla ilgili kararını açıkladı ve komisyondan, Meclis’ten bu konudaki beklentilerini ifade etti. Bu çok önemli bir karardır. Ömür boyu kapıyı kilitleyip anahtarı denize atamazsınız; toplumsal barış süreçleri, yeniden düşünme ve yeniden düzenleme perspektifi ile cesur adımlar atıldıkça ilerler. Sayın Öcalan için umut hakkı düzenlemesi bir an evvel acilen hayata geçirilmelidir.

6–8 Ekim 2014’te IŞİD’in saldırılarına karşı dünyanın birçok yerinde insanlar sokağa çıktı. Bu süreçte 47’si HDP üyesi ve seçmeni olmak üzere toplam 54 yurttaşımız yaşamını yitirdi. Gerçeklerin ortaya çıkması için 11 yıldır girişimlerde bulunduk; ancak ne Meclis ne de yargı gerekli iradeyi gösterdi.

6–8 Ekim gerekçe gösterilerek açılan Kobani davasında, Figen Yüksekdağ, Selahattin Demirtaş ve arkadaşlarına yüzlerce yıl hapis cezaları verildi; bazı sanıklar sürgünde. Bu dava, toplum vicdanında derin bir yara bıraktı. AİHM, 8 Temmuz’da üçüncü kez ‘Selahattin Demirtaş serbest bırakılmalı’ kararı verdi. Bu kararın 8 Ekim’de kesinleşmesi bekleniyor. Bu, barış ve demokrasi için bir fırsattır. Selahattin Demirtaş, Figen Yüksekdağ ve Kobani davası tutukluları derhal serbest bırakılmalıdır. Hepsi özgür olana dek mücadelemizi sonuna kadar devam ettireceğiz.

2005’ten bu yana 7 bin 810 kadın erkekler tarafından katledildi. Bu süreçte kadın düşmanlığı adım adım kurumsallaştı: Kadının adı bakanlıktan çıkarıldı; ‘aile’ vurgusuyla şiddet ve istismar görünmez kılındı; ‘tecavüzcüyle evlenirse dava düşer’ anlayışı meşrulaştırılmaya çalışıldı; kürtaj, ‘katliamdır’ denilerek hedef alındı; KHK’larla kadın dernekleri kapatıldı; kadın belediye eş başkanlarına kayyım atandı, görevden alındı, tutuklandı; kadın siyasetçiler ve aktivistler gözaltına alındı; cezaevlerinde baskılar arttı; sürgünler, çıplak aramalar ve infaz yakmalar… kadınların iradesini bu şekilde tutsak etmeye çalıştılar.

Diyanet’in fetvalarıyla hak ve özgürlüklere müdahale edildi; nafaka ve miras hakları tartışmaya açıldı; soyadı, doğum biçimi, çocuk sayısı ve giyim gibi kişisel alanlara müdahale edildi. Bu tablo, son yirmi yılın erkek egemen ve cinsiyetçi politikasının özetidir.”

Paylaşın

DEM Parti’den CHP’ye Ziyaret: “Ortak İrade Ve Kararlılık” Mesajı

Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi (DEM Parti) Eş Genel Başkanları Tülay Hatimoğulları ve Tuncer Bakırhan ile Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) Genel Başkanı Özgür Özel, İstanbul’da bulunan CHP Genel Başkanlığı Çalışma Ofisi’nde (Eski il binası) görüştü.

Görüşmenin ardından Özgür Özel ile Tuncer Bakırhan ve Tülay Hatimoğulları, basın mensuplarına açıklamalarda bulundular.

İlk söz alan Tuncer Bakırhan, “Bu sadece bir nezaket ziyareti değil. Hukuksuz, anti demokratik uygulamalara karşı aslında ortak bir irade göstermenin de ziyaretidir” ifadelerini kullandı.

“İktidar bu tür uygulamalardan vazgeçmelidir. Seçilmiş iradeyle, delegelerle uğraşmaktan vazgeçmelidir” diyen Bakırhan, “Seçme ve seçilme hakkına saygı gösterilmelidir. Olmazsa olmaz, en önemli koşullardan birisi budur. Bu ülke hepimizindir. Bu ülkeyi demokrasiye, düzlüğe çıkarma mücadelesine devam ettireceğiz” vurgusu yaptı.

Bakırhan’ın ardından söz alan Özgür Özel, “Büyük bir hukuksuzluğun, büyük bir saldırının karşısındayız. Suçumuz ne diye bakarsak, kaybetmeyi kabullenmiyoruz. Bu bina, kazanan bir binaya dönüştü. Bu bina, İstanbul’da Adalet ve Kalkınma Partisi karşısında en büyük zaferi kazandı. İstanbul’u kazananın Türkiye’yi kazanacağı gerçeğiyle birlikte bu bina hedef haline geldi” diye konuştu.

MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli ve AKP’li Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın sözlerine yanıt veren Özel, “Bugün sayın Bahçeli’nin ifadeleri var; ‘Sokakları mı karıştıracaksınız!’ Erdoğan diyor ki ‘Kimsenin sokağı karıştırmasına izin vermeyiz.’ Bizim niyetimiz sokağı karıştırmak değil, haneye tecavüze mani olmak. Buradaki direnişin hukuktaki ve vicdandaki adı meşru müdafaadır” dedi.

Genel Başkanlık Çalışma Ofisi’ne dönüştürülen eski İstanbul İl Binası hakkında açıklama yapan Özel, şunları söyledi: “Binanın tapusu bizde, Genel Merkez’de. Burası Genel Merkez Çalışma Ofisi’dir, İl Başkanlığı iki katlı bir binanın boş ikinci katıdır. Elbette burayı kayyuma vermeyeceğiz. Bugün de çalışmamızı yaptık, yarın geldiğimizde de çalışmamızı yapacağız. Buna karşı İstanbul Valisi 3 gün sonunda Ankara’ya yazdı. İçişleri Bakanı’nın talimatıyla adres değişikliğini sisteme girmiyorlar. Girseler, burada Genel Merkez’in olmasını istemediği kimse olmaz.”

Ankara’da 3. Asliye Hukuk Mahkemesi kararını değerlendiren Özel, şunları söyledi: “Bugün Ankara 3. Asliye Hukuk Mahkemesi karar verdi. Bakın o mahkeme dört ay önce açıldı. İstanbul’daki bütün başvurular, gerçekten hukukçu olan mahkeme başkanları, görevsizlik verdiler İstanbul’da. ‘Bu davalar Ankara’da görülür’ dediler. Ankara’ya geldi, birleşti. İstanbul İl Kongresi iptal davası 3. Asliye Hukuk Mahkemesi’nde, bütün yargılama süreçlerinden sonra, duruşma süreçlerinden sonra, bugün kesin karara bağlandı ve esastan reddedildi. Burada 15 gün önce açılmış.

Birinci kural; aynı konuda iki mahkeme varsa, ilk açılanda birleştirilir. Zaten İstanbul’da olması mümkün değil, Ankara’ya yollaması lazım. Hukuk yolu tüketildi ve mahkeme kesin karar verdi. Şimdi olması gereken; biz kararı 45. İstanbul Asliye’ye de gönderiyoruz, getiriyoruz, veriyoruz. Karar olduğu için tedbirin ortadan kalkmasıdır. Çünkü tedbir, karara kadar konulan bir tedbirdir. Orada bir mahkeme kararı var. Bunu yapıp görevini mi yapacak? Buna ayak sürüyüp de siciline bu kara lekeyi bu gencecik yaşında yine mi yazacak hakim? Onu öyle göreceğiz.

Göreceğiz bakalım ne yapacağını? Ama herkes biliyor, nasıl kararlar vermişti. Bütün ilçe kongrelerini durdur, il kongresini durdur. Delegeleri bilmem ne yap. YSK ne dedi? ‘Tam kanunsuzluk yaptığın işler’ dedi bu hakime, 45’e. ‘Hepsi devam edecek’ dedi. Dönecek dolaşacak, birkaç hafta içinde yeni ilçe başkanlarımız, bir ayı biraz geçen bir sürede yeni il başkanımız seçilecek. Zaten yapılan iş konusuz kalacak. Ama Ankara’da karara bağlandı.

Biz bu mahkemeye, bu verdiği tedbir kararına itiraz etsek, dakikasında istinaftan durdurulacak. İtiraz dilekçemizi o gün verdik, ertesi gün. O gün karara bağlaması lazım. Ne diyor arkadaş? ‘Eylülün sonunda 26’sında bir duruşmam var. O gün konuşuruz’ diyor. Yani düşünebiliyor musunuz? O güne kadar itirazı karara bağlamıyor. ‘Kararım bu’ de, arkasında dur. Dün verdiği kararı 26’sına kadar ‘Doğru mu yaptım?’ diye düşünerek, burayı kayyımda tutmaya çalışan bir anlayış.

45. Asliye Hukuk Mahkemesi kendisini, onu okutan hocalarının huzurunda ve gelecekte evlatlarının, torununun huzurunda mahcup edecek bir talimatı yerine getiriyor. Talimatı verenin kim olduğunu, niyetinin ne olduğunu biliyoruz. O yüzden biz bugüne kadar olduğu gibi bugünden sonra da tüm hukuk süreçlerini, zaten Yüksek Seçim Kurulu kördüğümün nasıl çözüleceğini İstanbul’da da gösterdi, Türkiye’de de gösterdi. O süreçleri sonuna kadar takip edeceğiz.”

“Bizi majestelerinin muhalefet partisi yapamazlar”

“Dimdik ayaktayız, buradayız, bundan sonra bu süreçleri en büyük kararlılıkla, titizlikle takip etmeye devam edeceğiz” diyen Özel, sözlerini şöyle sürdürdü:

“Bizi majestelerinin muhalefet partisi yapamazlar. Bizi süreçte kendileri için tehdit olan bir siyasi parti olmaktan çıkarıp iktidar umudu olmayan bir siyasi partiye dönüştüremezler. Partinin aldığı tarihsel tutarlılık içinde doğru kararlarla ortaya koyduğu iradeyi böyle yaparak sakatlayıp kendilerince CHP’yi süreçlerin dışına atmayı çalıştıklarının farkındayız. CHP olması gereken yerde duracak, konuşması gereken yerde konuşacak, mücadele etmesi gereken yerde mücadele edecek.”

Paylaşın

Hatimoğulları’ndan “Süreç Komisyonu” Açıklaması: Somut Adımlar Atmalı

DEM Parti Eş Genel Başkanı Tülay Hatimoğulları, TBMM’de kurulan “Milli Dayanışma, Kardeşlik ve Demokrasi Komisyonu”na ilişkin, “Süreci”ne ilişkin “Komisyon somut adımları zamana yaymadan atmalıdır. Hiç kimse bu süreci oyalama zemini haline getirmemelidir. Toplumun bu komisyondan beklentileri büyüktür ve bu beklentilerin karşılanması acildir” dedi.

Haber Merkezi / Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi (DEM Parti), “Barış ve Demokratik Toplum Buluşmaları” kapsamında Adana’da ‘halk buluşması’ düzenledi. Yaşar Kemal Kültür Merkezi’nde düzenlenen buluşmaya DEM Parti Eş Genel Başkan Tülay Hatimoğulları katıldı ve burada bir konuşma gerçekleştirdi. Tülay Hatimoğulları, şunları söyledi:

“Değerli Barış anneleri, değerli yoldaşlarım, mücadele arkadaşlarım; hepinizi sevgi ve saygıyla selamlıyorum. Toplantımıza hoş geldiniz. Ayrıca seçim bölgem olan Adana’da sizlerle, çalışma ve mücadele arkadaşlarımla böylesi tarihi öneme sahip bir konuyu hep birlikte konuşacağımız için çok mutluyum. Başta Kürt halkı olmak üzere özgürlük ve demokrasi mücadelesinde, halkların eşitlik mücadelesinde emek verenler tarih boyunca bu coğrafyada çok ağır bedeller ödedi. Bugün bu salondaki siz değerli halklarımız bu bedeli en çok ödeyen kesimlersiniz. Barış Anneleri, çocuğu katledilen, hapishanede olan, köyleri yakıldığı için Çukurova’ya göç etmek zorunda kalan Kürt aileler başta olmak üzere sizler gerçekten tarih boyunca çok ağır bedeller ödediniz. Yakın tarihte de bu bedelleri fazlasıyla ödediğinizin hepimiz farkındayız.

Barış Annelerine buradan sonsuz teşekkürlerimizi sunuyoruz. Hem verdikleri mücadele için hem ödenen bedel için hem de çocukları kargoyla kendilerine gönderildiği, çocuklarının mezar taşları parçalandığı, bazıları çocuklarının kemiklerine bile ulaşamadığı ve taziye bile kuramadıkları halde barış demekten vazgeçmedikleri için. Türk anneyle, asker annesiyle empati kurdukları için. Konuştukları her yerde “Ne bir gerilla annesi ne de bir asker annesi ağlasın. Yüreğimiz aynı şekilde dağlanıyor, aynı acıyı yüreğimizin en derininde hissediyoruz” dedikleri için. “Anaların gözyaşının rengi aynı” dedikleri için. Ve bugün eğer biz barışı konuşabiliyorsak, bugün İmralı’dan bu çağrı gerçekleştiyse; bunda bilelim ki analarımızın beyaz tülbentleriyle yıllardır verdikleri mücadelenin de çok büyük bir önemi var. Selam olsun bedel ödeyen analara!

1 Ekim’de bir süreç başladı Türkiye’de. Neredeyse bir seneyi geride bırakmak üzereyiz. 27 Şubat’ta Sayın Abdullah Öcalan’ın İmralı’dan gerçekleştirmiş olduğu Barış ve Demokratik Toplum Çağrısı özellikle tarihi bir öneme sahiptir. O gün heyetin içinde olan arkadaşlarımızdan biri bendim. Saatlerce süren görüşmemizde Sayın Öcalan, bu çağrının tarihi önemini, toplumla tamamıyla paylaşılmasının ve sahiplenilmesinin önemini özellikle vurguladı. Bu önemli tarihi anın bizzat tanığı olduğum için büyük bir onur duyuyorum.

Bu çağrının akabinde PKK, kongresini gerçekleştirdi ve fesih kararı aldı. Ardından 11 Temmuz’da Süleymaniye’de silah yakma töreni gerçekleşti. Türkiye’den çok sayıda aydın, yazar, gazeteci ve siyasetçi oradaydı. DEM Parti heyetiyle bizler de oradaydık. Önemli bir tarihi ana yine tanıklık ettik. Orada şu mesaj çok güçlü bir şekilde verildi. “Silahları yakarak yepyeni bir mücadelenin sayfasını açıyoruz. Burada bir şeyler bitiyor değil; tam tersine demokratik mücadelenin, yasal ve hukuki zeminde haklarımızın kabul edilmesi için vereceğimiz mücadelenin çok önemli bir dönemecidir” dediler. Hakikaten bu anlamlı bir yaklaşımdır.

Sayın Öcalan, Barış ve Demokratik Toplum Çağrısını neden yaptı? Demokratik siyasetin kapısı sonuna kadar açılsın diye yaptı. Kürt sorunu barışçıl ve demokratik yöntemlerle çözülsün diye yaptı. Bugüne kadar “Kürt yoktur, Kürtçe diye bir dil yoktur” diyenler hangi seviyeye geldiler? Kürt halkının dört parça Kürdistan’da, Rojava’da, Türkiye’de verdiği demokratik mücadele onları çok önemli bir seviyeye getirdi. Rojava’daki, Kobanî’deki direnişle artık Kürt halkı sadece Ortadoğu’da değil bütün dünyada direnişiyle bilinen bir halk olmuştur. Sayın Öcalan diyor ki bizler varlığımızı fiilen kabul ettirdik.

Şimdi sıra siyasi ve hukuki zeminde Kürt sorununun konuşulmasında. Bu tek başına yetmez, aynı zamanda Türkiye’nin topyekün bir demokratikleşme sürecine girmesi, Türkiye’nin demokratikleşmesi. Çünkü şunu çok iyi biliyoruz ki demokratik olmayan bir Türkiye’de Kürt de Arap da Laz da Ermeni de Çerkes de hiçbir halk da hakkını alamaz, hiçbir barış kalıcı olamaz. Geçici barış süreçleri olur ama bizim bu süreçteki temel derdimiz ve Sayın Öcalan’ın özellikle altını çizdiği temel nokta barışı kalıcılaştırmak. Bunun için de Türkiye’nin topyekün bir demokratikleşme sürecine girmesi şarttır diye bunun altını özellikle çizmiştir.

“Hep birlikte örgütlenirsek Türkiye’de demokrasinin kapılarını ardına kadar açmış oluruz”

Yine bu çağrı aynı zamanda Türkiye’nin emekçilerine, yoksullarına, işçilerine, çiftçisine, emeklisinedir. Bugün Türkiye’de 50 milyon insan açlık ve yoksulluk sınırının altında yaşıyorsa bilelim ki barışa işçinin, emekçinin, yoksulun herkesten çok ihtiyacı var; Kürt kadar ihtiyacı var. İşte bizler böyle bir uyanış ve bilinçle örgütlenirsek, yoksulun ve emekçinin barışa dört elle sahip çıkmasını hep birlikte başarırsak bilelim ki Türkiye’de demokrasinin kapılarını ardına kadar açmış olacağız. Biliyorsunuz, şimdi toplu iş sözleşmesi görüşmeleri var.

Düşünceleri ve ideolojileri farklı olan sağ-sol, muhafazakar, demokrat, sosyalist birçok sendika bir araya gelerek toplu iş sözleşmesinde iktidarın önerdiği ücret zammını reddetti. Şimdi mesele hakem kurulunda. Birkaç güne kadar verilecek zam netleşecek. Ama biz bu dönemde şunu gördük. Hangi kesimden olursa olsun kamu emekçileri tek yürek oldular, eylemlerde ve alanlarda beraberdiler. Adana’nın, Çukurova’nın sarı sıcağından toplu iş sözleşmesi sürecinde meydanları dolduran kamu emekçilerine selamlarımızı ve başarı dileklerimizi iletiyoruz.

Yine Sayın Öcalan’ın Barış ve Demokratik Toplum Çağrısının en önemli özneleri kadınlar. Kendisiyle yaptığımız görüşmede inanın ki neredeyse konuşmasının her anında mutlaka kadın özgürlüğüne vurguda bulunmuştur. Çünkü o şunu iyi biliyor; Türkiye’de ve Ortadoğu’da kadınlar çok ciddi bir şekilde eziliyor, ötekileştiriliyor. Erkek egemen aklın, kapitalist sistemin, otoriter rejimlerin kadınları nasıl ezdiğini o çok iyi analiz etmiş ve görmüştür. Savaşın ve çatışmaların en ağır bedelini kadınların ödediğini biliyor. Bizler bunu Adana’dan da dönüp baktığımızda en iyi bilenleriz. Ne yazık ki kadın cinayetlerinin en çok yaşandığı kentlerden biri burası. Kadınların en çok bedel ödediği kentlerden biri burası. Diyoruz ki barış ve demokratikleşme sürecinin biz kadınlar doğrudan öznesi olacağız. ‘Jin Jiyan Azadî’ şiarıyla mücadele etmeye, bu çağrıya destek olmaya devam edeceğiz.

“Ormanlar yandı, onlar izledi”

Biraz önce il örgütümüzdeydim. Havaların ne kadar sıcak olduğunu konuştuk. Evet, Türkiye yanıyor. Sadece iklim krizinden değil, aynı zamanda iktidarın uygulamış olduğu yanlış ekolojik politikalardan dolayı da yanıyor. Ormanlar yandı, onlar izledi. Maden ve inşaat şirketlerine peşkeş çekmek için bunun olmasına izin verildi. Bu sabotajlara bile isteye de göz yumulduğunu bilmeyen yoktur. Sayın Öcalan özellikle çağrısında şunu da ifade etti. Barışı ve demokratik toplumu inşa ederken kadın özgürlükçü, demokratik ve ekolojik bilinçle toplumsal bilincimizi yeniden şekillendirecek; doğamıza, havamıza, suyumuza hep beraber sahip çıkacağız. Bu çağrıyı buradan da okumak durumundayız.

Gençlerin örgütlü olmadığı, mücadelenin motor gücü olmadığı yerde mücadelenin çeşitli damarlarının tıkandığını çok iyi biliyoruz. Gençlik örgütü ne zaman güçlenirse, gençlik ne zaman bilinçli bir şekilde örgütlü mücadelesini yaşama geçirirse o zaman toplumun bütün damarlarının açıldığını biliyoruz. Ne yazık ki şu an başta ilimiz Adana olmak üzere birçok yerde, sistemin özellikle uyguladığı politikalarla gençler uyuşturucu çeteleri ve çeşitli suç örgütlerine karışır duruma gelmişler. Bununla etkin bir mücadele yürütmek demokratik toplumun olmazsa olmazıdır. Aynı zamanda Sayın Abdullah Öcalan’ın da çağrısı gençlere bu anlamıyla son derece önemlidir. “Sosyalizmde ısrar insan olmakta ısrardır”. Bunda ısrarcı olacak mıyız?

Özellikle yaptığımız halk toplantılarında ve diğer kesimlerle yaptığımız görüşmelerde ısrarla şunu ifade ettik. Bu süreç bir “al ver” süreci değil. Bir masanın etrafında toplanılmış, madde madde anlaşmaya varılmış bir süreç değil. Bu süreç bir mücadele sürecidir. O nedenle bütün siyasal ve toplumsal alanlara, bütün dinamiklere, bütün öznelere düşen en temel görev barışın sesini kendi kulvarlarımızdan kendi cümlelerimiz ve kendi özgünlüğümüzle yükseltmektir. Bize düşen en önemli görev, bu seslerin bileşkesinin güçlü bir biçimde bir toplumsal örgütlülüğe evrilmesini sağlamak ve kalıcı çözümler üretmektir. Bunun için, biz bu döneme örgütlenme, dönüştürme ve yepyeni bir inşa süreci ismini veriyoruz.

“Muhalefete yönelik operasyonların durması sürecin sağlıklı ilerlemesi için çok önemlidir”

Şunu çok iyi biliyoruz ki barış demokrasisiz, demokrasi barışsız olmaz. Önceki dönemlerde acısını bizlerin çokça çektiği kayyım zihniyeti, yerel yönetimlere gerçekleşen operasyonlar, seçilmişlere el çektirme, milletvekillerini tutuklama, dokunulmazlıklarını kaldırma… Biz DEM Parti olarak bunun acısını yüreğimizin derinliklerinde hisseden bir partiyiz. Biz bu baskılara karşı örgütlene örgütlene bugüne geldik. Yılmadık, boyun eğmedik, eyvallah etmedik. Mücadele ettik, dimdik ayakta kaldık, direndik. Şimdi benzer operasyonlar ana muhalefet partisinin belediyelerine yapılıyor. Adana’da Büyükşehir Belediye Başkanı Zeydan Karalar dahil olmak üzere iki ilçe belediye başkanı tutuklu. Türkiye genelinde çok sayıda tutuklu var.

DEM Parti olarak bu konudaki tutumumuzu apaçık ifade ettik her yerde. ‘Diyarbakır’da demokrasi, İstanbul’da baskıcı rejim olmaz’ dedik. O nedenle özellikle bu operasyonların bir an önce durması sürecin sağlıklı ilerlemesi için çok önemlidir. Bakın, bu operasyonlar bu süreci sabote etmektedir. Muhalefetin bu sürece adapte olmasının önünde engel teşkil etmektedir. Oysa ki bizim en temel yaklaşımımız barış toplumsallaşmalı, barış herkesçe kabul edilmelidir. Bu süreç siyasi partileri aşan bir süreçtir.

Türkiye’nin 100 yıllık sorununu çözmeye ramak kaldığımız bir süreçtir. O yüzden bu süreci herkesin; iktidarın, devletin ve muhalefetin bütün kanatlarının sahiplenmesi çok önemlidir. Bir kez daha diyoruz ki şayet bir yolsuzluk varsa Meclis’te bir komisyon oluşturulsun. Hangi partinin mensubu olduğuna bakılmaksızın bütün yerel yönetimler, belediyeler incelensin. Gerçekten bir yolsuzluk varsa açığa çıkarılsın. Ama bu bütün belediyeleri için yapılmalıdır. Fakat muhalefet belediyelerini tasfiye etmeye çalışmak Türkiye demokrasisine, Barış ve Demokratik Toplum Sürecine zarar vermektedir. Bundan derhal vazgeçilmelidir.

Meclis’teki komisyona henüz intikal etmesi gerekmeyen, şu anda istese iktidarın 5 dakikada çözebileceği kimi meseleler var. AYM kararlarının hayata geçirilmesi, Sevgili Can Atalay’ın serbest bırakılması, AİHM kararlarının hayata geçirilmesi. Osman Kavala’nın, Figen Yüksekdağ’ın, Selahattin Demirtaş’ın serbest bırakılması şarttır. Bilelim ki bu adımlar, sürecin ruhuna ve tarihsel önemine hizmet edecek adımlardır. Bu adımlar acilen atılmalıdır.

Bu komisyonun oluşturulduğu dönemde şuna dikkat çekmek istiyorum. Ortadoğu tam bir kaos içinde. Ortadoğu zaten hiçbir zaman durulmadı ama şimdi gittikçe daha çetrefilli bir hal alıyor. Şam yönetimi değiştikten sonra çetrefilli durum Suriye’de daha çok derinleşti. İsrail’in bölgede izlediği yayılmacı siyaset Suriye’nin kapılarına dayanmış durumda. Devletin bu adımı atmasının en temel sebebinin bu gelişmeler olduğunun hepimiz farkındayız. Filistin’de BM, Gazze için kıtlık ilan etti. İsrail’in Gazze’yi tamamen ele geçirmek için çok ciddi bir askeri hazırlığın içinde olduğunu biliyoruz. Bütün bu tabloyu gördüğümüz bir yerde şunu bilmeliyiz ki Türkiye’nin iç barışını kurmaya, demokrasisini inşa etmeye, hem iç barışını hem de demokrasisini tahkim etmeye her zamankinden daha çok ihtiyacı var.

Konjonktür, bölgesel gelişmeler bizleri buna zorlamaktadır. Mücadelemiz ve mücadelemizin geldiği aşama bunları zorlamaktadır. Kürt halkının talebi, Rojava’da oluşturulan özyönetimin geldiği nitelik ve güç; bütün bunlar acil bir çözümü, hep birlikte bizlere bu olanakları tanımıştır. O nedenle diyoruz ki komisyon, üstlendiği görev ve sorumluluğun farkına vararak somut adımların atılmasını zamana yaymamalı. Bunu sadece komisyon için söylemiyorum, hiç kimse ipe un sermemeli. Oluşan bu komisyondan toplumun beklentileri çok büyük.

Toplumun bu beklentilerinin karşılanması elzemdir, acildir. Mesela yaptığımız halk toplantılarında toplum şu soruları soruyor: Barış gerçekten olacak mı? İktidar samimi mi? Somut adımlar atılacak mı? Gerçekten sorun çözme odaklı mı kuruldu bu komisyon? Nasıl adımlar atılacak? Barış gerçekleşecek mi, kalıcı olacak mı? Kürtler ve ülkede yaşayan bütün farklı halklar ve inançlardan insanlar kendilerini demokratik bir zeminde eşit yurttaş olarak hissedecek mi?

Bu sorular çok önemli sorulardır. Bu sorular DEM Parti olarak bizim sorularımız değil; halkın, bizatihi toplumun, yurttaşın en temel soruları. Bu soruları yanıtlamak hepimize düşüyor. Böyle bir görev ve sorumluluğumuz var. Siyasetin ve devletin bütün mekanizmaları bu sorulara güçlü bir biçimde yanıt bulmak zorunda. Toplumun bu sorularının haklılık payı çok yüksek.

Mesela bir aydır Sayın Abdullah Öcalan ile hiçbir görüşme gerçekleşmedi. Oysa bizdeki beklenti neydi? Sayın Öcalan’la sistematik görüşme olacak, özgür yaşayacak, özgür çalışacak, koşulları oluşturulacak. Biz bunları hala bekliyoruz. Çukurova’nın sarı sıcağından Sayın Öcalan’a, İmralı’ya binlerce kez selam olsun! Sayın Öcalan’ın özgür çalışabileceği ve yaşayabileceği koşullar; aydın, yazar, gazeteci, sanatçı, hukukçu ve siyasetçi istediği bütün kesimlerle görüşmesinin olanakları bir an önce açılmalıdır.

Ayrıca komisyon zaman kaybetmeksizin Sayın Abdullah Öcalan’la bir görüşme gerçekleştirmelidir. Biliyorsunuz bu komisyonu Sayın Öcalan ısrarla önerdi. Görüşmelerin başladığı ilk andan itibaren parlamentoda bu komisyonun oluşmasının önemini vurguladı. Sayın Öcalan’la görüşmek neden önemli biliyor musunuz? Bu tarz süreçlerin başarıya ulaştığı bütün dünya deneyimlerinde başmüzakereci olarak ilan edilmiş kişiyle görüşmeler açık ve sarih bir biçimde gerçekleşmiştir. Bu sürecin başmüzakerecisi Sayın Öcalan ise Meclis komisyonunun zaman kaybetmeksizin acilen bu görüşmeyi gerçekleştirmesi ve kendisini dinlemesi çok önemlidir.

Şunu çok iyi biliyoruz ki PKK ve devlet arasındaki başmüzakereci, tek müzakereci kendisidir. Kendisiyle görüşülmemesi ya da görüşmenin aksatılması bu sürecin aksaması anlamına gelir ki bu da Türkiye halklarının asla isteyebileceği bir şey değildir. O nedenle bu görüşmeler derhal gerçekleşmelidir. Hatırlarsanız Sayın Bahçeli yaptığı ilk konuşmalarda, “Öcalan gelsin, Meclis’te konuşsun” demişti.

“İktidarıyla, devletiyle, muhalefetiyle bu süreçte ezber bozalım”

Bu komisyondan toplumun çok önemli beklentileri var. Demokratik entegrasyon yasalarının, özgürlük yasalarının, infaz yasasının gündeme alınması ve bir özel yasanın çıkarılması. Komisyon tarafından zaman kaybetmeksizin bu çalışmalar yürütülmeli. 1 Ekim’e çok az bir zaman kaldı. O vakte kadar bu hazırlıklarla ilgili yol alınmış olmasını çok önemsediğimizi belirtmek isterim. Komisyona önerimizdir; cesur olun, inisiyatif kullanın. Türkiye’nin bu barışa ihtiyacı var. Türkiye haklarının bu barışa ihtiyacı var. Burada hiç kimse basitçe seçim hesabı yapmaya kalkmasın. Burada hiç kimse dar manada parti çıkarına saplanıp kalmasın.

Bütün bunlar bu sürecin başarısız olmasının önünü açar. DEM Parti olarak bir kez daha çağrımızı buradan yineliyoruz: İktidarıyla, devletiyle, muhalefetiyle bu süreçte ezber bozalım. Bu süreçte hepimiz cesur olalım. Bu süreçte hepimiz tabanımızı barışa ikna edelim ve barışı gerçekten tesis edelim. Zira barış dışında hiçbir ama hiçbir çıkar yolumuz yok. Barışı biz bu topraklarda kuracağız. Barışı kuracağımıza olan inancımız sonsuzdur. Mücadeleye olan inancımızdan dolayı buna inanıyoruz. Kendi gücümüze, toplumun ferasetine olan inancımızdan dolayı buna inanıyoruz. Komisyonun bütün bu algılarla hareket etmesini önemli bulduğumuzun altını çizmek istiyorum.

Bir eleştiriyi de sunmak isterim. Komisyonda biliyorsunuz Cumartesi Anneleri ve Barış Anneleri dinlendi. Barış Annelerinin Kürtçe konuşmasına bu komisyon izin vermedi. Düşünün ki Kürt sorununun demokratik ve barışçıl çözümü için bir komisyon oluşuyor ama bu komisyonda bir tercüman bulundurmuyorlar ve anneleri kendi anadilleriyle dinlemiyorlar. Anneleri Türkçe konuşmaya zorluyorlar. Bu kabul edilebilir bir şey değildir. Bu bir iyi niyet göstergesi sayılamaz. Bu yanlıştan bu komisyon derhal dönmelidir.

Bakın, barış herkes için fayda sağlar. Barışın kimseye zararı olmaz. Bir hayal kurun ki herkes kendi anadiliyle konuşabiliyor özgürce, engellenmiyor ve anadiliyle eğitim görebiliyor. Bir hayal kurun ki Alevi, Hıristiyan bu ülkede özgürce kendi inancını yaşayabiliyor. Bir hayal kurun ki bir kadın başörtüsüyle de mini eteğiyle de şortuyla da özgürce gezebiliyor. Bir hayal kurun ki gençler çetelerin eline düşmüyor; bilimle, sanatla, siyasetle uğraşıyor. Bir toplum hayal edin ki taşına, toprağına, suyuna sahip çıkıyor, bir çöp dahi yere atmıyor. Bir toplum hayal edin ki cezaevlerinde bu kadar doluluk oranı yok.

Ne adli tutukluların ne de siyasi tutukluların bu kadar yüksek olmayacağı, hele siyasi tutukluların hiç olmayacağı bir ülke hayal edin. İşte barışın hayali bu. Bundan kimin ne zararı var? Biz bunu pekala inşa edebiliriz. Bunu inşa edebilmek için çok çalışmaya ihtiyacımız var. Özellikle DEM Parti kitlesine altını çizerek belirtmek isterim: Nasılsa Ankara’da ve İmralı’da çeşitli görüşmeler var. Bu süreci izleyelim ve bakalım da ne olacak demeyelim. Biz bu toplantıları ne kadar artırırsak, bu görüşleri ve düşünceleri toplumun bütün farklı kesimlerine ne kadar fazla taşıyabilirsek; işçi, emekçi, kadın, genç her kesimden insanın, Alevinin ve Hıristiyanın bu süreci sahiplenmesini ne kadar sağlarsak bir sonuca varabileceğiz.

Bakın bir Barış Annesi şöyle ifade etmiş: ‘Kızımın mezarına giderken yüreğimde o kadar büyük bir acı vardı ki benim için hayat durmuştu. Bir daha hiçbir şey yapamayacağımı zannediyordum ama öyle olmadı. Böyle yaparsam daha çok genci kaybedeceğiz dedim. Bunun için başımdaki beyaz tülbentimle ve kızımdan kalan mendilimle 20 yıldır barış mücadelesi yürütüyorum’.

Bu dönem yepyeni bir değişim ve dönüşüm dönemi. Fikrimizle, zikrimizle ve çalışmalarımızla atak yapmamız gereken bir dönem. Onun için şu ana şiardan asla ayrılmadan mücadele edeceğiz: “Savaş değil barış. Çatışma değil müzakere ve diyalog. Baskı değil demokrasi, hak, hukuk, adalet. Otorite değil özgürlük. İstibdat değil hürriyet”. Biz bu fikirlere sıkı sıkıya bağlanarak bu mücadeleyi sonuna kadar devam ettireceğiz. Çukurova’nın sarı sıcağını, pamuk ırgatını ve köylüsünü, İnce Memed’i en derinden nakış gibi işleyen Sevgili Yaşar Kemal’in şu sözüyle sözlerimi tamamlamak isterim: ‘Dünya binlerce çiçekli bir kültür bahçesi. Her çiçeğin kokusu ve rengi farklıdır’.

İşte halklar böyle bir bahçedir. Bunun en güzel Adana’dır. Bunun en güzel Akkapı’dır, Gülbahçe’dir. Kürtçe, Türkçe, Arapça birbirine karışır. İşte halkların kardeşliğini büyütmek, bunu gerçekten bir yönetim sistemine dönüştürmeyi başarmak, vereceğimiz emekle ve yürüteceğimiz mücadeleyle mümkündür. Farklılıklarımız zenginliğimizdir. Bunu hiçbir zaman unutmayalım. Farklılıklar bizleri ayrıştırmaz, zenginleştirir. Mutlaka ama mutlaka barış kazanacak. Mutlaka ama mutlaka demokratik toplumu ve demokratik cumhuriyeti hep beraber inşa edeceğiz. Hepinizi saygı ve sevgiyle selamlıyorum. Serkeftin. “

Paylaşın

Hatimoğulları’ndan Erdoğan’a: Üçlü İttifak Yok, Biz Devletle Görüşüyoruz

Erdoğan’ın “AKP, MHP ve DEM olarak üçlü yürümeye karar verdik” sözlerine yanıt veren DEM Parti Eş Genel Başkanı Tülay Hatimoğulları, “Kesinlikle böyle bir ittifak yok. Biz herhangi bir parti ile değil, devletle bu yolu yürüyoruz” dedi.

Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi (DEM Parti) Eş Genel Başkanı Tülay Hatimoğulları, Halk TV’de gazeteciler Kürşad Oğuz ve İsmail Saymaz’ın sorularını yanıtladı. Hatimoğulları, AK Parti Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın “AKP, MHP ve DEM olarak üçlü yürümeye karar verdik” açıklamasının gündeme getirdiği yeni ittifak iddialarını net bir dille reddetti.

Tülay Hatimoğulları, Erdoğan ve AK Parti Sözcüsü Ömer Çelik’in bu sözlerin bir ittifakı kastetmediğine dair açıklamalarını hatırlatarak, “Kesinlikle böyle bir ittifak yok. Herhangi bir partinin çıkarı için dar anlamda bir birliktelik söz konusu olamaz. Biz bu yolu herhangi bir partiyle değil, devletle yürüyoruz” ifadelerini kullandı.

Hatimoğulları, sürecin yalnızca iktidarla yürütülmediğini, aynı zamanda muhalefet partileriyle de temas kurulduğunu vurgulayarak şunları söyledi:

“Sürecin başladığı ilk günden bu yana sadece iktidar ile değil, muhalefet partileriyle de görüştük. Çünkü barış sürecinin muhalefetsiz olamayacağını başından beri ifade ediyoruz. Biz Süleymaniye’de tarihi bir ana şahitlik ettik. Bunun konuşulmasını isterdik. Ancak belli ki bir kesim bu sürecin gelişmesini istemiyor.”

“Barış süreci seçimle ilişkilendirilmemeli, bu sürece zarar verir”

Programda gündeme gelen bir diğer konu da yeni anayasa çalışmaları oldu. İsmail Saymaz’ın, DEM Parti’nin yeni anayasa sürecine destek vereceği yönündeki iddiaları sorması üzerine Tülay Hatimoğulları şu değerlendirmede bulundu:

“İktidar cephesinden bir erken seçim sinyali gelmiş değil. Ancak mevcut anayasa ile süreç yürütülemiyor. Ya erken seçim gerekecek ya da anayasa değişikliği. Barış süreci seçimle ilişkilendirilmemeli, bu sürece zarar verir. Biz mümkün mertebe bu tartışmayı gündemimize almak istemiyoruz.”

Tülay Hatimoğulları’nın açıklamaları, son günlerde kamuoyunda tartışma yaratan ittifak ve anayasa süreci iddialarına net bir yanıt niteliği taşıdı.

Paylaşın

Tülay Hatimoğulları: Siyasi Operasyonları Kabul Etmiyoruz

Belediyelere yönelik operasyonlara tepki gösteren DEM Parti Eş Genel Başkanı Tülay Hatimoğulları, “Bu operasyonları kayyım anlayışının bir devamı olarak görüyoruz. Sanıyoruz ki Türkiye’de bunu en iyi anlayabilecek siyasi parti biziz” dedi ve ekledi:

“Üç dönemdir belediyelerine kayyım atanmış bir partiyiz. Kayyım zihniyetinin başka versiyonlarının devam ettiğini görüyoruz. Bu operasyonların siyasi operasyon olduğunun altını özellikle çizmek istiyorum. Şayet bir yolsuzluk iddiası varsa, şayet bu konuda ellerinde deliller varsa elbette bazı soruşturmalar başlatılabilir.”

Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) Genel Başkanı Özgür Özel, partisinin genel merkezinde Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi (DEM Parti) Eş Genel Başkanı Tülay Hatimoğulları ve beraberindeki heyeti ağırladı.

Görüşmenin ardından yapılan ortak basın toplantısında önce söz alan Hatimoğulları, son günlerde bazı belediyelere yönelik gözaltı ve tutuklamalara tepki gösterdi. Hatimoğulları, sözlerine gözaltındaki belediye yöneticilerini hatırlatarak başladı. Operasyonların “halkın iradesine darbe” anlamına geldiğini söyleyen Hatimoğulları, şöyle konuştu:

“Bu operasyonları kayyım anlayışının bir devamı olarak görüyoruz. Sanıyoruz ki Türkiye’de bunu en iyi anlayabilecek siyasi parti biziz. Üç dönemdir belediyelerine kayyım atanmış bir partiyiz. Kayyım zihniyetinin başka versiyonlarının devam ettiğini görüyoruz. Bu operasyonların siyasi operasyon olduğunun altını özellikle çizmek istiyorum. Şayet bir yolsuzluk iddiası varsa, şayet bu konuda ellerinde deliller varsa elbette bazı soruşturmalar başlatılabilir.”

Hatimoğulları, hükümete ve kamuoyuna bir teklif sunarak, belediyelere yönelik operasyonların kapsamlı şekilde soruşturulması çağrısında bulundu: “Bağımsız bir komisyon oluşturulsun, sadece muhalefet partilerinin belediyeleri değil, iktidar partisinin de belediyeleri araştırılsın. Ayrıca, geçmişte kayyım atanan belediyelerin de denetlenmesini öneriyoruz. Sayıştay raporlarında bu kayyımların yaptığı yolsuzlukların açıkça görüldüğünü hep birlikte biliyoruz.”

Hatimoğulları, yaşananların barış ortamını zedelediğini ifade ederek, demokratik bir çözüm sürecinden uzaklaşıldığını şu sözlerle dile getirdi: “Bugün barışı, silahsızlanmayı konuşmamız gereken bir dönemdeyiz. Ancak bu süreçte yaşanan operasyonlar Türkiye toplumuna iyi gelmiyor. ‘Barış böyle mi sağlanır, demokrasi böyle mi kurulur?’ soruları her yerden yükseliyor. Üç büyükşehir belediyesine yönelik son operasyonla bu sorular daha da güçlü biçimde dile getiriliyor.”

“Suçları, Erdoğan’ı yenmek”

Toplantının ikinci konuşmacısı olan CHP Genel Başkanı Özgür Özel, son dönemde artan gözaltıların siyasi nitelik taşıdığını vurguladı. Özellikle Adana ve Adıyaman’daki belediyelere yönelik operasyonlara değinen Özel, şöyle konuştu:

“Bu operasyonların siyasi olduğuna inanmayan kalmadı. Meseleyi vicdan gözüyle dinleyen kimse bunların yolsuzluk operasyonu olduğuna inanmıyor. Suçları, Tayyip Bey’in adayını yenmek, partimizi birinci parti yapmak. Ekrem İmamoğlu’nun suçu, 15,5 milyon kişinin oylarıyla Cumhurbaşkanı adayı olmuş olmasıdır.”

Özel, geçmişte HDP’li belediyelere atanan kayyumlara da atıfta bulunarak Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın “kayyum uygulaması istisna olacak” açıklamasının, önceki uygulamaların siyasi olduğunu itiraf ettiğini savundu: “Demek ki önceki tüm kayyum atamaları siyasiymiş, bunu artık Tayyip Bey bile kabul ediyor.”

Özel, Adana Büyükşehir Belediye Başkanı Zeydan Karalar hakkında başlatılan soruşturmanın dayanağının zayıf olduğunu savunarak, şunları söyledi: “O dosya defalarca incelenmiş, Sayıştay tarafından uygun görülmüş. Ama Zeydan Karalar’a suç isnat edebilmek için Aziz İhsan Aktaş’ın 8 yıl önceki bir işlemini gerekçe gösteriyorlar. Bu, tamamen uydurma bir gerekçedir.”

CHP lideri, gazeteci Timur Soykan’ın tutuklama istemiyle mahkemeye sevk edilmesini de değerlendirdi. Soykan’ın bir sosyal medya paylaşımı nedeniyle “yanıltıcı bilgi yayma” suçlamasıyla yargılanmasını eleştiren Özel, şöyle konuştu:

“Timur Soykan sadece şunu yazdı: ‘Seçimde AKP’yi yenmek suç olarak yasalara girsin, hâlen yargı varmış gibi davranma külfetinden kurtulun.’ Bundan dolayı tutuklamaya sevk edildi. Bu yasa çıkarken bize ‘Deprem haberi yayılırsa insanlar paniğe kapılır’ diyorlardı. Şimdi görüyoruz ki hedef gazeteciler.”

Özel, konuşmasının sonunda AK Parti ve MHP seçmenlerine seslendi. Hz. Ali ve Muaviye arasında geçen meşhur “erkek deve” hikâyesini anlatarak, vicdanlara hitap etti: “Tayyip Bey erkek deveye dişi dese, siz de mi dişi diyeceksiniz? Sırf Tayyip Bey diyor diye birinin malını, mülkünü, namusunu bir başkasının siyasi geleceğine heder eder misiniz? Ben bu kötülükten AK Parti ve MHP’nin, Anadolu’nun pırıl pırıl insanları olan seçmenlerinin vicdanına sığınıyorum.”

Paylaşın

Hatimoğulları: Demokratik Cumhuriyetin İnşası İçin Yol Temizliğine İhtiyacımız Var

“Samandağ Kitap Fuarı”ndaki panelde konuşan DEM Parti Eş Genel Başkanı Tülay Hatimoğulları, “100 yıllık cumhuriyet tarihinin demokratikleşmesi, demokrasiyle buluşması Türkiye halklarının, işçilerinin, emekçilerinin, kadınların, gençlerin, doğa ve insan hakları savunucularının taleplerinin yaşama geçmesi bakımından son derece önemlidir. Bunun için de bizim çok net bir yol temizliğine ihtiyacımız var” dedi.

Haber Merkezi / Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi (DEM Parti) Eş Genel Başkanı Tülay Hatimoğulları, Hatay’da Samandağ Belediyesinin organize ettiği Samandağ Kitap Fuarı’nda düzenlenen panele katıldı. Panelde konuşan Tülay Hatimoğulları, şunları söyledi:

“Değerli arkadaşlar sözlerime başlarken öncelikle bu önemli organizasyonu günlerdir gerçekleştiren ve büyük emekler veren Samandağ Belediyesi’ne, Belediye Başkanı’na, yönetimine ve bütün kadrolarına, emektarlarına sonsuz teşekkürlerimizi sunuyorum. Hem Samandağ halkı adına hem Türkiye halkları adına hem de partim adına sonsuz teşekkürlerimi sunuyorum. Çok sayıda paneller oldu. Biraz önce Emrah başkanımızla konuştuk. Burada neler konuşuldu, hangi panelde nasıl konular konuşuldu onları da kendi bize aktardı. Öyle değişik bir başlık koymuşlar ki bu panele ‘zamanların en iyisi zamanların en kötüsü’. Ben de döndüm başkana dedim ki ‘bizim kuşak zamanların en iyisini hiç görmedi’. Oldu mu zamanların en iyisi? Onu da çok bilmiyoruz.

Elbette ki tarihten bildiğimiz çok şey var ama bizler kendi yaşamlarımıza, kuşaklarımıza baktığımızda ne yazık ki zamanların en kötüsünde doğduk ve zamanların en kötüsünü yaşıyoruz. Bu dönemde Birinci ve İkinci Dünya Savaşlarından sonra dünyanın üçüncü dünya savaşına gebe olduğu, savaşların silsilesinin yaygın bir biçimde devam ettiği bir dönemden geçiyoruz. Üçüncü dünya savaşı arifesi gibi bir dönem. Bu dönemde özellikle Birinci ve İkinci Dünya Savaşının ortaya çıkma nedenleri olan küresel sermayenin ekonomik krizi, emperyalist güçlerin yeniden dünyayı paylaşım savaşları, bununla birlikte günümüze kadar gelen tek kutuplu dünyanın oluşturduğu yeni bir dünya düzeni kurulmuştur. Fakat şu anda Rusya-Ukrayna savaşının başlamasıyla biz Hatay’da yaşayan insanlar olarak çok yakından takip ettik.

Arap Baharı’nın yaşanmasıyla ve emperyalist güçlerin Arap Baharını adeta Arapların kışına çevirdiği, Ortadoğu halklarının kışına çevirdiği bir dönemde şimdiye geldik. Şimdiki zamanda biliyorsunuz Şam yönetimi değişti ve ondan sonraki süreçte İsrail’in İran’a saldırısı ve başlayan İran-İsrail savaşları oldu. Her fırsatta şu vurguyu yapıyorum. Bugün üçüncü dünya savaşının arifesinden geçtiğimiz bir dönemde koşulların aynen Birinci ve İkinci Dünya Savaşlarının koşullarına benzediğinin altını çizmeliyim.

Farklılık şu. Silahlar çok daha fazla gelişti. Dünya biyolojik silahların, siber savaşların, İran ve İsrail savaşında açığa çıktığı gibi nükleer silahların tehdidi altında. Yani bugün nükleer silah kullanıldığında hangi ülkede kullanıldığının önemi yok. Kocaman bir bölge. Ülkeler ve ulusların, yani birçok ülkenin etkileneceğini çok iyi biliyoruz. Böylesi bir zamanda bizim sınırları tanımayan, görmeyen, aşan enternasyonalist güçlü bir barış hareketine ihtiyacımız olduğunun altını çizmek isterim.

Bu mücadeleyi kendi ülkemizin sınırlarından başlatmak durumundayız. Barış ve Demokratik Toplum Çağrısı, barış ve demokratik toplumun bugün gündeme gelmiş olmasının en önemli nedenlerinden birinin bahsini ettiğim küresel gelişmeler, siyasal gelişmeler olduğunu hepimiz biliyoruz. Biz şundan eminiz ki Türkiye’nin kendi iç barışını oluşturması, kendi iç adaletini, özgürlüklerini, demokrasisini inşa etmesi demek Türkiye’nin her anlamıyla halklar arasındaki birlik, beraberlik ve dayanışmayı güçlendirmesi, 86 milyon yurttaşımızın eşit yurttaşlık hakkı temelinde Türkiye’de yaşayabilmesi demek Türkiye’nin her anlamda Türkiye halklarının önünün açık olması demek. En önemlisi bizler bunu başarabilirsek Türkiye coğrafyasında biliyoruz ki sadece Türkiye’de değil, aynı zamanda Ortadoğu’nun barışına öncülük edebilecek durumda oluruz.

Türkiye şu an zamanların en kötüsünü hem bölgesel süreç bakımından hem dünyadaki siyasal, ekonomik, iktisadi gelişmeler, toplumsal gelişmeler bakımından en kötüsünü yaşıyor ama aynı zamanda iç siyaset bakımından da en kötü dönemlerinden birini yaşıyor. Baskıların arttığı, siyasetçilerin gözaltına alınıp tutuklandığı, seçilmişlerin gözaltına alınıp tutuklandığı, kayyımların atandığı, yerel yönetimler ve seçimlerin yok sayıldığı bir süreçten geçiyoruz. Bu süreci uzun uzun anlatmaya ihtiyaç duymuyorum. Ben şimdi burada bulunan siz değerli halkımızın bu sürece çok hakim olduğunu çok iyi biliyorum. Bölgenin dört bir yanından gelen bu yüzler ki önemli bir kesim bu mücadelenin yürütücüsü, bu mücadelenin ortak yürütücülerindensiniz.

Burada birkaç merak edilen vurguyu yapmak isterim. İç barış meselesi, bu sürecin tahkim edilmesi, çözüm süreçleri ve bunun yanı sıra esasen barış ve demokratik toplum derken biz neyi kast ediyoruz. Ben bu konuya kendi partimiz adına da açıklık getirmek istiyorum. Bizlerin bu süreçte söylediği çok net nokta şudur değerli arkadaşlar. Bugün biz barış sürecini bu ülkede tesis edeceksek bu barış süreci ne sadece Kürdün barışı ve demokrasisi olur ne sadece DEM Parti’nin barış ve demokrasisi olur. Bu, Türkiye halklarının tamamının barışı ve demokrasisi olmak zorundadır.

Bu nedenle biz özellikle bu süreci yürütürken Türkiye’de başta ana muhalefet partisi olmak üzere bütün muhalif partilerle, emek meslek örgütleriyle, ittifak güçlerimizle, sol sosyalist yapılarla, bileşenlerimizle ve Türkiye’de farklı ideolojilerden olan siyasi parti, oluşumlar, STK’lar, demokratik kitle örgütleri, her kesimle yedi yirmi dört görüşmelerimizi sürdürüyoruz. Çünkü biz biliyoruz ki ne barış ne demokrasi hiç kimseye altın tepsiyle sunulmaz. Biz bunu örgütlenerek, mücadele ederek kazanabiliriz. Bu buluşmalarımızda Alevi toplumuyla, Türkiye’nin dört bir yanında ve merkezi olarak Alevilerin federasyonu ve konfederasyonuyla ortak çalışmalar yürüttük.

En son ben ve eş başkanımız değerli Tuncer Bakırhan ile birlikte heyetimizle şu anda tutuklu bulunan İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Sayın Ekrem İmamoğlu’yla, Hatay’ın onuru ve şu an bizimle olması gereken sevgili Can Atalay’ın içinde olduğu çok sayıda siyasi kesimle, temsilciyle cezaevlerinde görüşmeler yaptık. Bunu daha geçen hafta gerçekleştirdik. Oradan hem Sayın İmamoğlu’nun verdiği hem de bizlerin verdiği mesaj barış demokrasisiz olmaz mesajıydı. Demokrasi bir kesime olmaz, demokrasi herkese olmak zorundadır. Bugün seçilmişlerin hapishanede olduğu bir dönemde Türkiye’nin demokratikleşmesinden bahsetmek akıl dışıdır.

Demokrasiyi tesis edebilmek için bir kere en önemli olan adım yargının bağımsızlığıdır. Yargının gerçekten siyasi hegemonyadan kurtularak hukuka dayalı bir şekilde karar vermesinin sağlanmasıdır. Bakın bu ülke nasıl demokratikleşecek diye sorular çok geliyor. Somut olarak atılması gereken adımları her fırsatta ifade ediyoruz. Ben buradan bir kez daha ifade etmek isterim. Acil adımlar atılmalıdır. Bunun için yasa değiştirmeye, yeni yasa ihdas etmeye gerek yok. Bugün AİHM kararlarının hayata geçmesi demek, AYM kararının hayata geçmesi demek sevgili Can Atalay’ın, Figen Yüksekdağ’ın, Selahattin Demirtaş ve arkadaşlarının, Osman Kavala ve bütün Gezi tutsaklarının serbest kalması demektir.

Bunun yapılması için Türkiye’nin taraf olduğu AİHS’in gereği olarak AİHM kararı acil bir biçimde yaşama geçmelidir. Önemli konulardan biri siyasi mahpusların özgürlüğüdür. Bugün içinde Samandağlı üniversiteli gençlerin de olduğu çok sayıda arkadaşımız gözaltına alınıp tutuklandı. Şimdi çok şükür önemli bir bölümü serbest kaldı ama hala hapishanede o gençler gibi görüşlerini ifade ettiği için gözaltında olan, tutuklu bulunan çok sayıda mahpus var. Onların özgürlüğü elbette önemli. Peki bunlar Türkiye’nin demokratikleşmesi için yeterli mi? Elbette değil. Kayyım yasası lağvedilirse de belediye başkanları ve eşbaşkanları serbest bırakılıp hepsi görevlerine iade edilse de önemli bir adımdır evet.

Bu adım zaten atılmalıdır. Ama bütün bunların toplamına baktığımızda Türkiye tek başına demokratikleşir mi? Buna ne yazık ki evet diyemeyiz. Türkiye’nin demokratikleşmesi için bu ülkede yaşayan bütün farklı halkların ve inançların; Alevilerin, Kürtlerin, Êzidîlerin, Hıristiyanların ve burada sayamadığım 72 milletten insanın bir kere eşit yurttaşlık hakkı temelinde hem dil hem inanç özgürlüğüne kavuşabilmesini, gerçekten bir eşit kardeşlik ilkesi çerçevesinde hayatına devam etmesini tesis etmek çok önemlidir.

“Demokratik cumhuriyetin inşası için yol temizliğine ihtiyacımız var”

Demokratikleşmenin yolunda olmazsa olmazlarımızdan birisi elbette yargı bağımsızlığı ve yargının gerçekten hukuki olarak işlemesidir. Bu konuda önemli adımların atılmasıdır. Yine çok önemli konulardan biri, kuvvetler ayrılığının inşa edilmesi. Yasama, yürütme ve yargı şu anda ne yazık ki mevcut olan rejimin tekelindedir. Geçmiş dönemde Türkiye bir demokrasi cenneti miydi? Tabiki hayır. Yine anti demokratik gelişmeler, uygulamalar olmuştur ama bununla birlikte atılması gereken en önemli adım kuvvetler ayrılığının daha fazla ihlal edildiği bu dönemde bunun hayata geçmesi çok önemlidir.

Bunlar elbette demokratik cumhuriyete giden yolu döşer. Ama demokratik cumhuriyet demek bundan çok daha fazlası demektir. 100 yıllık cumhuriyet tarihinin demokratikleşmesi, demokrasiyle buluşması Türkiye halklarının, işçilerinin, emekçilerinin, kadınların, gençlerin, doğa ve insan hakları savunucularının taleplerinin yaşama geçmesi bakımından son derece önemlidir. Bunun için de bizim çok net bir yol temizliğine ihtiyacımız var.

Şu ana kadar bahsini ettiğim konular bir yol temizliği anlamına gelir ama bundan sonraki aşama da demokratik ve sosyal bir cumhuriyeti güçlendirmek ve inşa etmektir. Burada elbette kast ettiğimiz aynı zamanda ekonomik adalettir. Türkiye tarihi boyunca nadir yaşamıştır böylesi ekonomik krizleri. Herkes kendi evinden, kendi hanesinden yoksulluğun ne kadar derinleştiğini çok iyi biliyor. Çünkü yaşıyor. Bugün Türkiye’de 50 milyon insan açlık ve yoksulluk sınırının altında yaşıyorsa ekmeğimiz çok küçülmüş demektir. Bugün asgari ücret pula dönmüş, emeklinin hali ortadadır, kiralar aldı başını gitti. Ben Samandağ, Hatay için hiç konuşmayayım. İnsanların kiralayacak bir evi dahi yok. Hala burada depremden dolayı insanlarımız konteynırlarda yaşamlarını devam ettirmek zorunda.

Böylesi bir süreçte biz bir adaletten, demokratikleşmeden bahsedemeyiz. Dolayısıyla gerçekten bir demokratik cumhuriyetin inşası demek aynı zamanda ekonomik, sosyal adaletin sağlanması demektir. Bu bakımdan, Türkiye’deki işçilerin, emekçilerin, yoksulların güçlü bir örgütlenmeyle taleplerini ve sesini çok daha güçlü çıkarması gerektiği bir dönemdeyiz. Bu ülkede barışı tesis ettiğimizde, silahlar ve çatışmalar son bulduğu zaman örgütlenme alanlarının önünün çok daha güçlü bir şekilde açılacağına da inanıyoruz. Sendikal mücadelenin daha çok büyüyeceğine, emek mücadelesinin daha çok büyüyeceğine de inanıyoruz.

Bu panelimizde çok sayıda kadın arkadaşımız var. Tam da Samandağ’a yakışan, tam da bu coğrafyanın sosyolojik ve toplumsal yapısına uygun olan bir şekilde kadınlar burada. Burada çok uzun yıllar birlikte kadın mücadelesi yürüttüğümüz kadın arkadaşlar var. Bugün en temel sorunlardan biri Türkiye’nin demokratikleşmesinin yine en temel engellerinden biri kadın sorunu. Hangi toplumda olursa olsun, hangi konumda olursa olsun kadınlar şiddet görüyor. Biraz önce okuduğumuz haberde Adana’da bir kadın cinayeti daha yaşanmış.

Gün geçmiyor ki bir kadın cinayeti haberine uyanmayalım. Bizim bu demokratikleşme sürecinde bahsini ettiğimiz atılması gereken adım ve güçlü bir şekilde yürütülmesi gereken mücadele alanlarından biri kadın mücadelesidir. Şu an geriye dönüp baktığımızda Türkiye’de en derli toplu mücadele alanı kadın hareketidir. Çok farklı inanç ve halklardan olmayı başarabildi kadın hareketi. Ama yeterli değil. Bizler deprem bölgesinden başlamak üzere, Samandağ’ın en küçük mahallesinden başlamak üzere kadın örgütlülüğümüzü çok daha güçlü bir seviyeye taşımak gibi bir görev ve sorumluluğa sahibiz.

Bugün en yetenekli gençler, Türkiye’nin en güzel üniversitelerini bitirmiş olan gençler ne yazık ki göç yolunu tutuyor, Avrupa’ya gidiyor. Türkiye’de olağanüstü bir beyin göçü var. Sadece emek göçü yok, beyin göçü de var. Bunu engellemek gerekiyor. Bizim toplum olarak bu gençlere çok ihtiyacımız var. Gençler bizim geleceğimizdir. O yüzden gençlere Türkiye’de çok ciddi bir biçimde istihdam alanı yaratmak gerekiyor. Ama ne yazık ki mevcut olan iktidarın yürüttüğü 23 yıllık ekonomik politikalarla bırakın gençlere yeni istihdam alanları yaratmak, mevcut fabrikaları kapattılar, istihdam alanlarını ortadan kaldırıp daralttılar.

Bu bölge çiftçilikle, tarımla geçinen bir bölge. Hayata geçirmiş oldukları tarım politikasıyla Türkiye’de tarımı bitirdiler. Türkiye AKP iktidara gelmeden önce ihracatçı pozisyonunda olan ilk 9 ülkenin içindeydi. Şimdi biz ne yazık ki hububata, buğdaya ihtiyaç duyan bir ülke pozisyonuna geldik. Bunun da en önemli nedeni bu iktidarın uyguladığı ekonomik politikalardır. Biz bu ülkede demokrasiyi tesis edeceksek biraz önce konuştuğumuz başlıklar arasında en önemli yeri tutması gereken ekonomi politikalarında adalet, tarım politikasını güçlendirmek, tarımı ciddi bir biçimde teşvik etmek, çiftçinin yanında olmak, arazi tahsis etmek, her türlü ihtiyaçlarını karşılamak geliyor.

Ciddi bir teşvik politikasını temel gündemlerinden biri haline getirmelidir bu ülke. Bu konuda atılacak adımlar aynı zamanda ülkenin içinde bulunduğu ekonomik yoksulluğu da, ekonomik adaletsizliğin giderilmesiyle ilgili atılacak somut adımlardan biridir. Elbette bütün bu konuştuklarımız asıl konunun alt başlıkları. Asıl mesele bütün bu konuştuğumuz konular kapitalist, emperyalist sistemin bütün dünyada ve kendi ülkemizde yaratmaya çalıştığı iktisadi, askeri, kültürel siyasi her anlamdaki hegemonyadır. Bizim esasen buna karşı yürütmemiz gereken mücadele kelimenin tek ifadesiyle emperyalizme karşı, kapitalizme karşı halkların, işçilerin, emekçilerin ortak mücadelesini güçlendirmektir, bunun dışında bir seçeneğimiz yoktur.

Bunu bir yandan kendi ülkemiz, coğrafyamız, topraklarımızda sürdürmeliyken öte yandan uluslararası güçlerle bir araya gelerek bu mücadeleyi yani emperyalizme ve kapitalizme karşı birleşik, demokratik güçlü bir mücadeleyi, bir sınıf mücadelesini, bir barış mücadelesini güçlü kılmanın yolu aynı zamanda enternasyonalist hareketi buluşturmak, örgütlemek ve bunu geliştirmekten geçiyor. Bu anlamıyla bugün yürüttüğümüz bu tartışma ufkumuzu daha da açar. Güzel günleri hep beraber göreceğiz. Şairin dediği gibi ‘güzel günler göreceğiz çocuklar, güneşli günler göreceğiz, motorları maviliklere süreceğiz’. Motorları Akdeniz’in o hırçın dalgalarının içinde süreceğiz. Bundan hiç kimsenin kuşkusu olmasın. Enseyi karartmak yok, umutla mücadeleye devam.”

Paylaşın