Orta Afrika Tezkeresi TBMM Genel Kurulu’nda Kabul Edildi

Türk Silahlı Kuvvetleri’nin (TSK) Orta Afrika Cumhuriyeti’ndeki görev süresini 1 yıl daha uzatan tezkere TBMM Genel Kurulunda kabul edildi. Oylamada Yeşil Sol Parti ve Emek Partisi milletvekilleri ”Hayır” oyu verirken, diğer partiler ”Evet” oyu verdi.

Tahliye talepleri reddedilen Hatay Milletvekili Can Atalay için yürüyüş düzenleyen Türkiye İşçi Partisi (TİP) milletvekilleriyse TBMM Genel Kurulu’ndaki oylamaya katılmadı.

Türk Silahlı Kuvvetleri’nin (TSK), Birlemiş Milletler’in (BM) Orta Afrika Cumhuriyeti’ndeki harekat ve misyonlarına katılımına bir yıl daha yetki veren tezkere, TBMM Genel Kurulu’nda görüşüldü.

Sol Haber’in aktardığına göre; Saadet Partisi Grubu adına söz alan Bursa Milletvekili Cemalettin Kani Torun, Avrupa devletlerinin nüfuzu altında kalan Afrika ülkeleri için Türkiye’nin güvenilir bir ortak olduğunu savunarak, ”Ülkemizin dış politika yönelimindeki amacı çıkar odaklı olmamıştır” dedi.

İYİ Parti Çanakkale Milletvekili Rıdvan Uz, Türkiye’nin başta Suriye ve Kuzey Irak gibi bölgelerde askeri varlığını sürdürmesine karşı olmadıklarını vurguladı. MHP Kayseri Milletvekili İsmail Özdemir, tezkereye “Evet” oyu vereceklerini bildirdi.

Yeşil Sol Parti (YSP) Kars Milletvekili Gülüstan Kılıç Koçyiğit, BM kapsamında da olsa askeri içerikli hiçbir tezkereye onay vermediklerini, Orta Afrika tezkeresine de “Hayır” oyu vereceklerini belirtti.

Orta Afrika Cumhuriyeti’nin dünyanın en yoksul ülkelerinden birisi olduğunu hatırlatan CHP Hatay Milletvekili Mehmet Güzelmansur, yurt dışına asker gönderme gibi konularda ortak akılla kararlar verilmesinden ve uygulanmasından yana olduklarını söyleyerek, misyonda Türk askerinin bir yıl daha yer almasına “Evet” oyu vereceklerini açıkladı.

AK Parti Grubu adına konuşan Bursa Milletvekili Refik Özen, ”Türk Silahlı Kuvvetlerimiz nerede terör, terörist varsa inlerine girecek, nerede olması gerekiyorsa orada yerini alacak” diye konuştu.

Görüşmelerin tamamlanmasının ardından Türk Silahlı Kuvvetleri’nin (TSK) Orta Afrika Cumhuriyeti’ndeki görev süresini 1 yıl daha uzatan tezkere kabul edildi.

Oylamada Yeşil Sol Parti ve Emek Partisi milletvekilleri ”Hayır” oyu verirken, diğer partiler ”Evet” oyu verdi. Tahliye talepleri reddedilen Hatay Milletvekili Can Atalay için yürüyüş düzenleyen Türkiye İşçi Partisi (TİP) milletvekilleriyse oylamaya katılmadı.

Paylaşın

‘Lübnan Tezkeresi’ TBMM Genel Kurulunda Kabul Edildi

Lübnan’da konuşlu UNIFIL’e katkı sağlayan TSK unsurlarının görev süresinin 1 yıl daha uzatılmasına ilişkin Cumhurbaşkanlığı tezkeresi, TBMM Genel Kurulu’nda kabul edildi.

Haber Merkezi / TBMM Genel Kurulunda, Lübnan’da konuşlu UNIFIL’e (Birleşmiş Milletler Lübnan Geçici Görev Gücü) katkı sağlayan TSK (Türk Silahlı Kuvvetleri) unsurlarının görev süresinin 1 yıl daha uzatılmasına ilişkin Cumhurbaşkanlığı tezkeresi görüşüldü.

Görüşmelerin sonunda tezkere kabul edildi. Tezkereye Yeşil Sol parti Grubu ‘hayır’ oyu verirken diğer parti grupları ‘evet’ oyu verdi.

UNIFIL, 1978 yılında kuruldu. İsrail’in, 1982’de işgal ettiği Lübnan’ın güneyinden 2000 yılında çekilmesinin ardından toplamda 120 kilometre uzunluğundaki sınırın güvenliği UNIFIL’in denetimine geçti.

UNIFIL’in denetimindeki sınır için “Mavi Hat” tabiri kullanılıyor ve tüm bölgede güvenliği sağlamak üzere UNIFIL askeri devriye geziyor.

Paylaşın

İYİ Parti’den Irak Ve Suriye Tezkerelerine Yeşil Işık

Partisinin TBMM’deki grup toplantısında konuşan İYİ Parti Lideri Meral Akşener, Meclis’te görüşülecek olan Irak ve Suriye tezkerelerine değinerek, “Ne hikmetse bütün terör örgütlerinin hedefinde Türk milleti var. Kimisi millet kavramına yüce dinimizi alet ederek savaş açar, kimisi de millet kavramına etnik aletleri alet ederek savaş açar, hepsinin ortak noktası Türk milletine ve Atatürk’e olan alerjileridir” dedi ve ekledi:

“Dolayısıyla TC devletinin milli birliğine ve toprak birliğine  tehdit oluşturan her türlü terör örgütüyle mücadelesi haklı ve meşrudur. YPG, PKK de terör örgütüdür. Biz de Suriye’de Irak’ta bu terör odaklarına karşı yürütülen tüm askeri operasyonlarımızı destekliyoruz. Önümüzdeki süreçte gazi Meclisimizde görüşülecek olan Irak ve Suriye tezkereleri kapsamında da verdiğimiz bu desteği sürdüreceğiz.”

Akşener, çalışmayan emeklilere verilecek olan 5 bin liraya tepki göstererek, “Bir kereye mahsus 5 bin lira vermek yetmez, sadaka mı dağıtıyorsunuz kardeşim, kendisine gelin. Emekli maaşlarını derhal asgari ücret seviyesine çıkartın. Asgari ücreti de gerçek enflasyona göre ayarlayın. Milletimizin hiçbir ferdi geçim sıkıntısıyla ömür tüketmeyi hak etmiyor” dedi.

Meral Akşener konuşmasında, Filistin – İsrail arasında yaşanan şiddetli çatışmalara değinerek, “Basiretsiz Filistin hükümetinin Türk düşmanı tavırlarını bölgede can çekişen Filistin halkına mal edemeyiz. Nasıl ki Hamas’ın uyguladığı terörün karşısında duruyorsak İsrail’in bayram günü Kudüs’te Müslümanlara ateş açan terörünün karşısında duruyoruz.

Nasıl ki Hamas’ın sivilleri hedef alan eyleminin karşısında duruyorsak İsrail’in de savaş diyerek meşru göstermeye çalıştığı ama Gazzeli sivilleri hedef alan eylemlerinin karşısında da duruyoruz. Eğer bölgede barışı tesis edeceksek İsrail’in gaddarlığını sahiplenen Batı ile, terörü bile sahiplenen Doğu arasında Türkiye olarak biz her daim hakkı, merhameti, vicdanı sahiplenen taraf olmalıyız” ifadelerini kullandı.

İYİ Parti Genel Başkanı Meral Akşener, partisinin TBMM’deki grup toplantısında konuştu. Akşener’in açıklamalarından satırbaşları şöyle:

“İktidar mensuplarına bir kez daha sesleniyorum eğer ki enflasyonla samimi bir mücadele yapacaksanız işe tarımdan başlayacaksınız. Ayrıca sanayi politikasındaki ithalat bağımlılığnı azaltacaksınız ki kur her zıpladığında enflasyon da artmasın. Ticaret politikasında üretim zincirinin tekelleşmesinin önüne geçeceksiniz. Maliye politikasında ise önce kendinizden tasarruf edeceksiniz. Çünkü ihtişam merakınızı sürdürmek için artırdığınız veriler enflasyonu tırmandırıyor.

Bir kereye mahsus 5 bin lira vermek yetmez, sadaka mı dağıtıyorsunuz kardeşim, kendisine gelin. Emekli maaşlarını derhal asgari ücret seviyesine çıkartın. Asgari ücreti de gerçek enflasyona göre ayarlayın. Milletimizin hiçbir ferdi geçim sıkıntısıyla ömür tüketmeyi hak etmiyor.

(İsrail – Filistin) Eğer masumları öldürüyorsan bu savaş değil terördür. Eğer asker veya sivil ayrımı yapmadan saldırıyorsan bunun meşru bir yanı olmaz bu terördür. Yani her şart ve ortamda önce terörün adını koymamız lazım. Eğer bunu yapmazsak başka ülkelerin PKKİ, YPG, TERÖR örgütünün alçal eylemlerine gösterdiği iki yüzlü tavra karşı durma meşruiyetimiz de azalır.

Gazze’de yaşananlar terördür. Hamas yapmış olduğu bu eylemler ile Filistin halkının haklı mücadelesine kara bir leke sürmüştür. Dışişleri Bakanlığı’nın bugüne kadar sergilemiş olduğu sağduyulu ve dengeli duruşu doğru buluyor ve en azından şu ana kadar eski hatalardan ders çıkartılmış olmasından memnuniyet duyuyoruz.

Basiretsiz Filistin hükümetinin Türk düşmanı tavırlarını bölgede can çekişen Filistin halkına mal edemeyiz. Nasıl ki Hamas’ın uyguladığı terörün karşısında duruyorsak İsrail’in bayram günü Kudüs’te Müslümanlara ateş açan terörünün karşısında duruyoruz. Nasıl ki Hamas’ın sivilleri hedef alan eyleminin karşısında duruyorsak İsrail’in de savaş diyerek meşru göstermeye çalıştığı ama Gazzeli sivilleri hedef alan eylemlerinin karşısında da duruyoruz. Eğer bölgede barışı tesis edeceksek İsrail’in gaddarlığını sahiplenen Batı ile, terörü bile sahiplenen Doğu arasında Türkiye olarak biz her daim hakkı, merhameti, vicdanı sahiplenen taraf olmalıyız.

Sınırlarımızdaki gevşekliği, eleğe dönmüş halini derhal gidermeli ve hudutlarımızı terörist geçişlerine karşı daha sıkı bir şekilde korumalıyız. Bu terör oluşumunun diplomatik yolla bertarafı için de tüm bilgi ve belgeleri uluslararası kamuoyuna taşımalı teröre yatırım yapmanın kaçınılmaz sonuçlarını Ermenistan’a anlatmalı. Böylece yine tarihi bir hata yapmasının önüne geçmeliyiz. Herkes bir gerçeği çok iyi bilmelidir; Karabağ Türk’tür, Karabağ Azerbaycan’ındır.

(Irak ve Suriye tezkereleri) Ne hikmetse bütün terör örgütlerinin hedefinde Türk milleti var. Kimisi millet kavramına yüce dinimizi alet ederek savaş açar, kimisi de millet kavramına etnik aletleri alet ederek savaş açar, hepsinin ortak noktası Türk milletine ve Atatürk’e olan alerjileridir. dolayısıyla TC devletinin milli birliğine ve toprak birliğine  tehdit oluşturan her türlü terör örgütüyle mücadelesi haklı ve meşrudur. YPG, PKK de terör örgütüdür. Biz de Suriye’de Irak’ta bu terör odaklarına karşı yürütülen tüm askeri operasyonlarımızı destekliyoruz. Önümüzdeki süreçte gazi Meclisimizde görüşülecek olan Irak ve Suriye tezkereleri kapsamında da verdiğimiz bu desteği sürdüreceğiz.

(Düşürülen SİHA) İnanamıyorum, ciddiyetten uzak acayip bir ruh hali. Asıl sorgulamamız gereken SİHA’mızın ABD üssüne ne kadar yaklaştığı değil, terör örgütünün dibinde ABD üslerinin ne aradığıdır.

Paylaşın

Karamollaoğlu’ndan Filistin Tepkisi: Nefsi Müdafaanın Nefsi Müdafaası Olmaz

Filistin – İsrail arasında yaşanan şiddetli çatışmalara değinen Saadet Partisi Lideri Temel Karamollaoğlu, “Nefsi müdafaanın nefsi müdafaası olmaz. Dünyanın her yerinde o hırsız aynı zamanda katil olarak kabul edilir. Hırsız ile ev sahibini katil ile maktulü, mazlum ile zalimi hukuk önünde eşitlemeye kalkanlar bunu böyle bilmelidirler. İsrail’in tarihi aynı zamanda katliamlar tarihidir” dedi ve ekledi:

“Hırsıza hırsız, işgalciye işgalci, katile katil, zalime ise zalim diyemediler! Bunu diyemeyenler, mazlumu suçlu ilan etmekten ise hiç çekinmediler, hiç utanmadılar! İnsanım diyen, 75 yıldır emzikli bebeklerin, kundaktaki çocukların bombalar altında can verişi karşısında sessiz kalabilir mi? Zalim ile mazlum arasında tarafsız kalmak; zuldür ve zulümdür!”

Gelecek Partisi ve Saadet Partisi Grubu, TBMM’de grup toplantısı düzenledi. Saadet Partisi Genel Başkanı Temel Karamollaoğlu, gündeminde Filistin – İsrail arasında yaşanan şiddetli çatışmalar vardı. Karamollaoğlu, konuşmasında şunları söyledi:

Nefsi müdafaanın nefsi müdafaası olmaz. Dünyanın her yerinde o hırsız aynı zamanda katil olarak kabul edilir. Hırsız ile ev sahibini katil ile maktulü, mazlum ile zalimi hukuk önünde eşitlemeye kalkanlar bunu böyle bilmelidirler. İsrail’in tarihi aynı zamanda katliamlar tarihidir.

Hırsıza hırsız, işgalciye işgalci, katile katil, zalime ise zalim diyemediler! Bunu diyemeyenler, mazlumu suçlu ilan etmekten ise hiç çekinmediler, hiç utanmadılar! İnsanım diyen, 75 yıldır emzikli bebeklerin, kundaktaki çocukların bombalar altında can verişi karşısında sessiz kalabilir mi? Zalim ile mazlum arasında tarafsız kalmak; zuldür ve zulümdür!

Merhum Genel Başkanımız Prof. Dr. Necmettin Erbakan’ın 2000’li yılların başından vefatına kadar sürekli olarak üzerinde durduğu konu; Büyük Ortadoğu Projesi’ydi. Birilerinin de Eş Başkanlık görevini üstlendiği bu proje aslında iyi bilmemiz lazım ki Büyük İsrail Projesi’nin ta kendisidir. Dünden bugüne coğrafyamızda her ne acı yaşanıyorsa BOP’tan bağımsız değildir.

Bir kez daha ve çok net olarak ifade ediyorum ki, amaç BOP ve nihai hedef Türkiye’dir! Dün Irak’ta, bugün de Filistin’de yaşananlar, Türkiye’yi teğet geçecek şeyler değildir. İnancımız ve tarihi sorumluluğumuz gereği, zulüm karşısında herkes sussa da, biz susmayacağız! Mazlumlara herkes sırt çevirse de, biz her daim mazlum Filistin halkının yanında saf tutmaya devam edeceğiz.

Filistin özgür olana dek, bölgemizde hiçbir ülke kendi özgürlüğünü garanti altına almış sayılamaz! Filistin huzur ve barışa kavuşana dek, yeryüzü üzerinde kalıcı bir barış asla sağlanamaz!

“Aylardır Mescid’i Aksa’da bir vahşet sürüyor”

Saadet Partisi Lideri Karamollaoğlu’ndan önce konuşan Gelecek Partisi Genel Başkanı Ahmet Davutoğlu ise şunları söyledi:

“Bugün Gazze, bugün iliştin konuşma vakti. Birtakım algılar oluşturuluyor. 5 önemli konuda Filistin meselesinin arka planındaki kanaatlerimi paylaşacağız. Oluşturulan birinci algı şu; İsrail’de Filistin’de büyük bir savaş varken bir sabah ‘barbar Filistinliler’ İsrail’e sızarak sivilleri öldürdü ve ‘İsraillere gereksiz bir saldırıda bulundu.’ Yani ‘tahrik edilmeden’ saldırdılar. İkinci algı, birtakım görüntüler eşliğinde meselenin teröristler ile sivil halk arasında olduğu algısı.

Üçüncüsü, bu meselenin Yahudilerle Müslümanlar arasında bir çatışma olduğu algısı. Dördüncüsü Türkiye’nin burada ne işi var sorusuyla birlikte gelen Orta Doğu’dan ayrı ve Orta Doğu’ya kayıtsız bir Türkiye olması gerektiği algısı. Ve beşincisi bütün bu çatışmalarda zayıf olan Filistinlilerin İsrail’e karşı niye direnme basiretsizliği gösteriyorlar algısı.

Gerçekten olaylar bir sabah bir grup Filistinli militanın İsrail’e sızarak saldıran bir vahşet görüntüsü ortaya çıkarmasıyla mı başladı? 75 yıldır evinden ailesinden yurdundan koparılmış bir millet, 56 yıldır işgal altında bir Kudüs ve bu işgalin en büyük acıların yaşandığı bir Mescid-i Aksa var. Belki uluslararası toplum görmek istemiyor olabilir, belki her halükarda Filistinliler haksızdır diyenler anlamayabilir ama aylardır Mescid’i Aksa’da bir vahşet sürüyor.

Bu videoya sayın Erdoğan’ın AKP’li ve MHP’li kardeşlerimin, her gün sultan Hamit üzerinden istismar yapanların bakmasını istiyorum. 1948 haritasını gösteriyor, İsrail bütün Filistin topraklarını kuşakmış şekilde. 1948’de böyle bir harita yok. Bir işgal devleti kuruldu. Dikkat edin Batı Şeria ve Gazze de İsraillin bir parçası olarak görülüyor. Dikkat edin o haritada Türkiye dışlanmış.

Bu haritayı Netahyahu BM genel kurulunda gösterdi, aynı günlerde Erdoğan onun elini sıktı. ‘One minute’ diyen Erdoğan bile bu harita gösterildikten sonra Netanyahu’nun elini sıkarsa Filistinliler kime güvenecekler? Yüreklerindeki imana ellerindeki bileklerine güvendiler ve yola çıktılar biz onları buradan selamlıyoruz. Yalnız bırakılan bir Filistin’in, terk edilen bir Mescid-i Aksa’nın savunucuları olan kardeşlerimizi TBMM’den selamlıyoruz.

TBMM Filistinli kardeşlerinin yanındadır ve yanında olmaya devam edecektir. Kadına, çocuğa, sivile savaş şartların bile dokunmak inancımıza göre yanlıştır. Filistinliler ölür ama İsrailliler ‘öldürülürler’. İsrailliler öldürülünce bütün İslam alemi suçlu tutulur. Bu mesele Yahudi-Müslüman meselesi değil insanlık meselesidir.

Filistinli kardeşlerimize de çağrımız şudur. Bu konuları istismar edecek görüntülere asla izin vermeyin. Bizimle asırlardır beraber olan Musevi dostlarımıza bu ülkenin asli vatandaşları olarak davranmayı da biliriz, İsrail kardeşlerimizi katlettiğinde dimdik ayağa kalkmayı da en iyi bilenler bizleriz. Sırtımızda yumurta küfesi yok. hiçbir gettonun olmadığı şehirler sadece Müslüman şehirlerdir. Bugün Filistin’in mazlum çocukları da gün gelecek özgür Filistin’in temsilcileri sahipleri olacaklar inşallah. Bundan hiç şüphemiz yok.

Bugün bu yaşananların birinci müsebbibi uluslararası toplumdur. İkinci müsebbibi Filistin’i yalnız bırakan İslam ülkeleri ve Türkiye de başta olmak üzere Netanyahu’nun elini sıkmak üzere sıraya giren kendisine yabancılaşmış liderlerdir. Yazıklar olsun, Gazze’nin çocukları direnirken İsrail Cumhurbaşkanı’nı arayıp taziye dileyip Filistin’in yanındayız diyemeyenlere.

Netanyahu ile el sıkışıp Mescid-i Aksa’yı söylemeyenler utanmalılar. ABD, İsrail’e 8 milyar dolar yardım yapıp donanmasıyla Kudüs’e gelebiliyorsa kimse kusura bakmasın Filistin sorunu asıl bizim meselemizdir. Hadi oradan sizler bizi korkutamazsınız. Herkes sizi unutmuş olabilir ama biz Mescid-i Aksa’yı unutmadık, unutturmadık, unutturmayacağız.

Paylaşın

Davutoğlu: Netanyahu İle El Sıkışıp Mescid-i Aksa’yı Söylemeyenler Utanmalılar

Filistin – İsrail arasında yeniden alevlenen çatışmalara değinen Gelecek Partisi lideri Ahmet Davutoğlu, “Filistin’i yalnız bırakan İslam ülkeleri ve Türkiye de başta olmak üzere Netanyahu’nun elini sıkmak üzere sıraya giren kendisine yabancılaşmış liderlerdir. Yazıklar olsun, Gazze’nin çocukları direnirken İsrail Cumhurbaşkanı’nı arayıp taziye dileyip Filistin’in yanındayız diyemeyenlere” dedi ve ekledi:

“Netanyahu ile el sıkışıp Mescid-i Aksa’yı söylemeyenler utanmalılar. ABD, İsrail’e 8 milyar dolar yardım yapıp donanmasıyla Kudüs’e gelebiliyorsa kimse kusura bakmasın Filistin sorunu asıl bizim meselemizdir. Hadi oradan sizler bizi korkutamazsınız. Herkes sizi unutmuş olabilir ama biz Mescid-i Aksa’yı unutmadık, unutturmadık, unutturmayacağız.”

Gelecek Partisi ve Saadet Partisi Grubu, TBMM’de grup toplantısı düzenledi. İlk konuşmayı Gelecek Partisi Genel Başkanı Ahmet Davutoğlu yaptı. Davutoğlu’nun açıklamalarından öne çıkanlar şöyle:

“Bugün Gazze, bugün iliştin konuşma vakti. Birtakım algılar oluşturuluyor. 5 önemli konuda Filistin meselesinin arka planındaki kanaatlerimi paylaşacağız. Oluşturulan birinci algı şu; İsrail’de Filistin’de büyük bir savaş varken bir sabah ‘barbar Filistinliler’ İsrail’e sızarak sivilleri öldürdü ve ‘İsraillere gereksiz bir saldırıda bulundu.’ Yani ‘tahrik edilmeden’ saldırdılar. İkinci algı, birtakım görüntüler eşliğinde meselenin teröristler ile sivil halk arasında olduğu algısı.

Üçüncüsü, bu meselenin Yahudilerle Müslümanlar arasında bir çatışma olduğu algısı. Dördüncüsü Türkiye’nin burada ne işi var sorusuyla birlikte gelen Orta Doğu’dan ayrı ve Orta Doğu’ya kayıtsız bir Türkiye olması gerektiği algısı. Ve beşincisi bütün bu çatışmalarda zayıf olan Filistinlilerin İsrail’e karşı niye direnme basiretsizliği gösteriyorlar algısı.

Gerçekten olaylar bir sabah bir grup Filistinli militanın İsrail’e sızarak saldıran bir vahşet görüntüsü ortaya çıkarmasıyla mı başladı? 75 yıldır evinden ailesinden yurdundan koparılmış bir millet, 56 yıldır işgal altında bir Kudüs ve bu işgalin en büyük acıların yaşandığı bir Mescid-i Aksa var. Belki uluslararası toplum görmek istemiyor olabilir, belki her halükarda Filistinliler haksızdır diyenler anlamayabilir ama aylardır Mescid’i Aksa’da bir vahşet sürüyor.

Bu videoya sayın Erdoğan’ın AKP’li ve MHP’li kardeşlerimin, her gün sultan Hamit üzerinden istismar yapanların bakmasını istiyorum. 1948 haritasını gösteriyor, İsrail bütün Filistin topraklarını kuşakmış şekilde. 1948’de böyle bir harita yok. Bir işgal devleti kuruldu. Dikkat edin Batı Şeria ve Gazze de İsraillin bir parçası olarak görülüyor. Dikkat edin o haritada Türkiye dışlanmış.

Bu haritayı Netahyahu BM genel kurulunda gösterdi, aynı günlerde Erdoğan onun elini sıktı. ‘One minute’ diyen Erdoğan bile bu harita gösterildikten sonra Netanyahu’nun elini sıkarsa Filistinliler kime güvenecekler? Yüreklerindeki imana ellerindeki bileklerine güvendiler ve yola çıktılar biz onları buradan selamlıyoruz. Yalnız bırakılan bir Filistin’in, terk edilen bir Mescid-i Aksa’nın savunucuları olan kardeşlerimizi TBMM’den selamlıyoruz.

TBMM Filistinli kardeşlerinin yanındadır ve yanında olmaya devam edecektir. Kadına, çocuğa, sivile savaş şartların bile dokunmak inancımıza göre yanlıştır. Filistinliler ölür ama İsrailliler ‘öldürülürler’. İsrailliler öldürülünce bütün İslam alemi suçlu tutulur. Bu mesele Yahudi-Müslüman meselesi değil insanlık meselesidir.

Filistinli kardeşlerimize de çağrımız şudur. Bu konuları istismar edecek görüntülere asla izin vermeyin. Bizimle asırlardır beraber olan Musevi dostlarımıza bu ülkenin asli vatandaşları olarak davranmayı da biliriz, İsrail kardeşlerimizi katlettiğinde dimdik ayağa kalkmayı da en iyi bilenler bizleriz. Sırtımızda yumurta küfesi yok. hiçbir gettonun olmadığı şehirler sadece Müslüman şehirlerdir. Bugün Filistin’in mazlum çocukları da gün gelecek özgür Filistin’in temsilcileri sahipleri olacaklar inşallah. Bundan hiç şüphemiz yok.

Bugün bu yaşananların birinci müsebbibi uluslararası toplumdur. İkinci müsebbibi Filistin’i yalnız bırakan İslam ülkeleri ve Türkiye de başta olmak üzere Netanyahu’nun elini sıkmak üzere sıraya giren kendisine yabancılaşmış liderlerdir. Yazıklar olsun, Gazze’nin çocukları direnirken İsrail Cumhurbaşkanı’nı arayıp taziye dileyip Filistin’in yanındayız diyemeyenlere.

Netanyahu ile el sıkışıp Mescid-i Aksa’yı söylemeyenler utanmalılar. ABD, İsrail’e 8 milyar dolar yardım yapıp donanmasıyla Kudüs’e gelebiliyorsa kimse kusura bakmasın Filistin sorunu asıl bizim meselemizdir. Hadi oradan sizler bizi korkutamazsınız. Herkes sizi unutmuş olabilir ama biz Mescid-i Aksa’yı unutmadık, unutturmadık, unutturmayacağız.

“İsrail bu zulme bir son vermelidir”

Davutoğlu’ndan sonra konuşan Saadet Partisi Genel Başkanı Temel Karamollaoğlu’nun açıklamalarından öne çıkanlar ise şöyle:

”Dillerimiz mazlum kardeşlerimiz için duada, kalplerimiz ise Mescid-i Aksa için atıyor. Nefsi müdafaanın nefsi müdafaası olmaz. Dünyanın her yerinde o hırsız aynı zamanda katil olarak kabul edilir. Hırsız ile ev sahibini katil ile maktulü, mazlum ile zalimi hukuk önünde eşitlemeye kalkanlar bunu böyle bilmelidirler. İsrail’in tarihi aynı zamanda katliamlar tarihidir.

BM, AB ve İslam İşbirliği Teşkilatı’nın gücü bir İsrail’e yetmiyor. Büyük Orta Doğu Projesi (BOP), büyük İsrail projesinin ta kendisidir. Dünden bugüne coğrafyamızda her ne acı yaşanıyorsa BOP’tan bağımsız değildir.

İsrail bu zulme bir son vermelidir. Bu ateşin sonunda kendilerini yakacağını bilmelidirler. Bu işin doğusu batısı yoktur. İsrail işgalden ve katliamlardan vazgeçmezse yok olup gidecektir. Dünya kamuoyu ise bu ikiyüzlülük vazgeçmelidir. Zaman zalimin karşısında mazlumun yanında dimdik durma zamanıdır.”

Paylaşın

YSP’li Kılıçgün Uçar: Filistin Halkının Direnişini Destekliyoruz

Partisinin haftalık Meclis grup toplantısında konuşan YSP Eş Sözcüsü Çiğdem Kılıçgün Uçar, “Eşit, özgür ve demokratik bir yaşamın mümkün olduğuna inanan ve bunun mücadelesini veren bizler, Filistin halkının yıllardır sürdürmüş olduğu eşit ve özgür yaşam mücadelesini ve direnişini sonuna kadar destekliyoruz. Bir halkın işgale karşı direnişi ne kadar meşru ve gerekli ise bununla ilgili yürütülecek mücadele yönteminin de önemli olduğunu ısrarla vurgulamak isteriz” dedi ve ekledi:

Haber Merkezi / “Filistin halkının direnişi meşrudur. Bugün ortaya çıkan savaş İsrail’in savaş ve işgal politikalarından bağımsız değildir. Ancak bu savaşta karşımıza çıkan esirlere ve özellikle kadınlara dönük uygulanan şiddeti kabul edilebilir bulmadığımızı ve direniş savunusu açısından da meşru görmediğimizi ifade etmek isteriz. Bu yaşananlar elbette sadece bugüne ait değildir. Bugün söyleyeceğimiz her sözün, bugün alacağımız her tutumun gelecek açısından onurlu, adil ve demokratik bir yaşama elbette ki hizmet etmesi gerekiyor”

Kılıçgün Uçar, konuşmasının devamında, “Gerçek olan şudur: Savaş hukukunu aşan ve direk sivilleri hedef alan bir savaş yürütülüyor. Sivillerin canice katledildiği bir durum var. Yapılacak en acil şey bunun durdurulmasıdır. Çünkü ortada siviller ve onlar üzerinden yürütülen bir savaş var. Ortadoğu’da ulus devletçi siyasetin halkları düşmanlaştıran politikaları bir an önce son bulmalıdır. İsrail; savaşı derinleştiren adımlarından vazgeçmeli, tüm yaşam alanlarını hedef haline getiren bombardımanı durdurmalı ve hepsinin temel gerekçesi olan işgal politikalarından vazgeçmelidir. İsrail ve Filistin ilişkisinde derinleşen bu savaş karşısında başta Ortadoğu halkları olmak üzere tüm halkları adil ve demokratik çözümün tarafı olmaya davet ediyoruz.” ifadelerini kullandı.

Yeşiller ve Sol Gelecek Partisi (Yeşil Sol Parti) Eş Sözcüsü Çiğdem Kılıçgün Uçar, haftalık Meclis grup toplantısında konuştu. Kılıçgün Uçar, konuşmasında şunları söyledi:

7 Ekim’den itibaren aslında günlerdir İsrail devletinin işgal ve şiddetinin sebep olduğu bir savaşa tanıklık ediyor bütün dünya. Eşit, özgür ve demokratik bir yaşamın mümkün olduğuna inanan ve bunun mücadelesini veren bizler, Filistin halkının yıllardır sürdürmüş olduğu eşit ve özgür yaşam mücadelesini ve direnişini sonuna kadar destekliyoruz. Bir halkın işgale karşı direnişi ne kadar meşru ve gerekli ise bununla ilgili yürütülecek mücadele yönteminin de önemli olduğunu ısrarla vurgulamak isteriz. Çünkü her mücadele özgürlük getirmiyor. Tarih bunun örnekleriyle dolu.

Filistin halkının direnişi meşrudur. Bugün ortaya çıkan savaş İsrail’in savaş ve işgal politikalarından bağımsız değildir. Ancak bu savaşta karşımıza çıkan esirlere ve özellikle kadınlara dönük uygulanan şiddeti kabul edilebilir bulmadığımızı ve direniş savunusu açısından da meşru görmediğimizi ifade etmek isteriz. Bu yaşananlar elbette sadece bugüne ait değildir. Bugün söyleyeceğimiz her sözün, bugün alacağımız her tutumun gelecek açısından onurlu, adil ve demokratik bir yaşama elbette ki hizmet etmesi gerekiyor. Gerçek olan şudur: Savaş hukukunu aşan ve direk sivilleri hedef alan bir savaş yürütülüyor. Sivillerin canice katledildiği bir durum var. Yapılacak en acil şey bunun durdurulmasıdır.

Çünkü ortada siviller ve onlar üzerinden yürütülen bir savaş var. Ortadoğu’da ulus devletçi siyasetin halkları düşmanlaştıran politikaları bir an önce son bulmalıdır. İsrail; savaşı derinleştiren adımlarından vazgeçmeli, tüm yaşam alanlarını hedef haline getiren bombardımanı durdurmalı ve hepsinin temel gerekçesi olan işgal politikalarından vazgeçmelidir. İsrail ve Filistin ilişkisinde derinleşen bu savaş karşısında başta Ortadoğu halkları olmak üzere tüm halkları adil ve demokratik çözümün tarafı olmaya davet ediyoruz.

Kürt halkına yönelik dört bir tarafta saldırı var

Dün halkların umuduna ve ortak yaşam iradesine karşı geliştirilen uluslararası komplonun yıl dönümüydü. 9 Ekim Komplosunun 25’inci yıl dönümündeyiz. 9 Ekim 1998’de başlatılan uluslararası komplo Sayın Öcalan şahsında gerçekleştirilen ve başta Kürt halkı olmak üzere Ortadoğu halklarının geleceğine dönük yapılan bir müdahaledir. Bu komplo bitti mi, elbette hayır. Komplo büyük oranda boşa çıkarılmış olmasına rağmen bir yandan da devam ediyor. Dolayısıyla komplonun nasıl devam ettiği, hangi krizlerle kendini sürdürdüğü ve karakterinin anlaşılması demokratik siyasetin en acil görevlerinden biridir.

Bugün ülkede Kürt halkının üzerindeki ağır baskı ve Türkiye’nin başta Rojava olmak üzere Kürt kazanımlarının olduğu her yere saldırısı; Rojava’da, Maxmur’da, Federe Kürdistan’da sivil halkın üzerine yağdırdığı bombalar komplonun bütün ağırlığıyla devam ettiğinin göstergesidir. En büyük kanıt onurlu bir barışa sırt çevrilmesidir. Diğer bir kanıt Ortadoğu halklarının geleceği için onurlu bir yaşam fikriyatı sunan Sayın Öcalan üzerindeki mutlak tecridin derinleştirilmesidir.

Sayın Öcalan’ın tecrit edilmesiyle bölgenin en uzun soluklu ve can alıcı sorunlarından biri olan Kürt sorununun demokratik yollarla çözümü engellenmektedir. Sadece Kürtleri ve Türkiye halklarını değil esasen tüm Ortadoğu halklarını dizayn etme hevesiyle bölgesel ölçekteki istikrar, güvenlik ve insan hakları yok edilmek istenmektedir. Unutmamak gerekir ki tecrit komplonun sürdürülmesinin bugünkü adıdır. Ancak 25 yıldır ağır tecrit altında tutulan Öcalan’ın tutumuyla onun şahsında Kürt halkına karşı gerçekleştirilen 9 Ekim Komplosu boşa çıkarılmıştır.

Halkalara köleliği, sömürüyü, onursuz bir yaşamı dayatan anlayışa karşı demokrasi ve özgürlük temelinde onurlu bir yaşamın mücadelesini vermiştir. Bu komplo aynı zamanda tüm halklar nezdinde de teşhir olmuş, ipliği pazara çıkmış, uluslararası kirli ve vicdansız bir tezgah olarak tarihteki yerini almıştır. Bu sebepledir ki Kürt sorununu çözümsüz bırakmak için gerçekleştirilen komploya ve onun devamı olan ve Türkiye’de bir rejim haline getirilmek istenen tecride karşı iki gündür başta İstanbul ve Amed olmak üzere halkımızın, mücadele arkadaşlarımızın almış olduğu tutum başka bir tecrit ile karşı karışa kaldı.

Yasalarla güvence altına alınan, en demokratik hakkımız olan düşünce ve fikirlerimizi beyan etme hakkımız ve açıklama yapma hakkımız kolluk tarafından şiddetle tecrit edilmiş, arkadaşlarımız ters kelepçeyle gözaltına alınmıştır. Şunu belirtmek isteriz; biz Kürt sorununun çözümünde adil ve demokratik yöntemlerle bir çözümün geliştirilmesi mücadelesinden vazgeçmedik ve vazgeçmeyeceğiz. Ve bunun ön adımı olarak gördüğümüz tecridin kaldırılması için yürüttüğümüz mücadeleden de vazgeçmeyeceğiz.

Bugün 10 Ekim. 10 Ekim 2015’te Ankara Garı önünde Emek, Barış ve Demokrasi Mitingi için toplananlara yönelik IŞİD’li iki intihar bombacısının saldırısı sonucu bu ülkede barışı savunan 104 kişi hayatını kaybetti ve 500’ün üzerinde insan da yaralandı. Aralarında 17 yıl olan bu iki olayı (komplo ve 10 Ekim saldırısını) birbirinden bağımsız ele almak mümkün değil. Kürt sorununda çözümsüzlükte ısrarın yarattığı kaos ortamı başta Türkiye tarihinde sivillere yönelik gerçekleştirilen en büyük katliam olan Gar Katliamı olmak üzere birçok katliam silsilesini de beraberinde getirmiş ve bizler de buna en acı şekilde tanıklık ettik.

Göz göre göre gelen bir katliamdan bahsediyoruz. Saldırıya ilişkin onlarca istihbarat olmasına rağmen, Emniyetin elinde bütün bilgiler olmasına rağmen karşı hiçbir önlem alınmamıştır. 10 Ekim iddianamesine yansıyan skandallar göz göre göre, bile bile katliama yol verildiğini gösteriyor. Bunun kayıtları, belgeleri ortada. Benzer mitinglerde alınan sıkı önlemlere rağmen 10 Ekim mitinginde bütün arama noktaları kaldırılmış ve IŞİD’li iki canlı bomba ellerini kollarını sallayarak miting alanına girmiştir.

Aradan geçen zamanda katliamda ihmali olan, delilleri gizleyen tek bir kamu görevlisi dahi yargılanmadı, görevden alınmadı. Sorumluluğu olan tek bir bakan istifa etmedi. Aksine, duruşmada canlı bomba emrini veren kişinin tahliye edildiği ortaya çıktı.

Ülke tarihinin en kanlı katliamı olarak anılan katliamın davasında 8 yıldır süren adalet mücadelesi, bugün Saray yargısının gerçek failleri koruyan, saklayan ve bir an önce dosyayı kapatmaya çalışan tavrı yüzünden bir ilerleme kaydedememiştir. Dava dosyası IŞİD’in Türkiye’de ne kadar kolay örgütlenebildiğini, bu tarz katliamları nasıl kolay bir şekilde gerçekleştirebildiğini çok açık bir şekilde ortaya koymuştur. IŞİD ve ÖSO gibi grupların Türkiye’de nasıl korunup kollandıklarına, kaçakçılıktan silah ticaretine kadar her türlü suçu Türkiye yapılanmalarında çok rahat bir şekilde gerçekleştirmelerine rağmen nasıl serbest bırakıldıklarına ilişkin haberler önümüze düşmeye devam ediyor.

IŞİD ve türevleri eliyle yapılan bu katliamlar ile devreye konulan savaş ve imha konseptine ancak barış ve demokrasi mücadelesini daha da yükselterek, daha da ortaklaştırarak cevap verebiliriz. Üzerinden tam 8 yıl geçen ve savaşa karşı barışı savunmanın bedelini Gar Katliamında ödeyen tüm canlarımızı saygıyla anıyor, bu katliamın sorumlularının açığa çıkarılması ve cezalandırılması için yürütülen mücadelenin her zaman yürütücüsü ve bir parçası olacağımızın da sözünü yinelemek istiyoruz.

4 Ekim’de Dışişleri Bakanı diğer deyimiyle savaş bakanlığı yapan Hakan Fidan’ın “Bütün alt-üst yapı tesisleri, enerji tesisleri, bundan sonra güvenlik güçlerinin topyekün meşru hedefidir” açıklamasıyla günlerdir Rojava’ya saldırılar var. Yüzlerce saldırı var. Kobanî, Maxmur, Hesekê, Amûdê, Til Temîr, Qamişlo, Dirbêsiyê gibi yerler başta olmak üzere ilçeler ve köyler bombalanıyor. Nereye saldırılıyor?

Petrol ve gaz istasyonlarına, elektrik santralleri, su istasyonu ve hastaneler. Onlarca yer kullanılamaz halde, hizmet veremez hale geldi. Savaştan ötürü göç edenlerin toplandığı ve tamamen bir sivil yaşamın olduğu Maxmur’da cami bombalandı ve görüntülere yansıdı. Aynı esnada oyun oynayan iki çocuk, tarlada çalışan kadınlar ve Rojava Dêrik’te kendi yaşam alanlarının sivil düzenini sağlamaya çalışan 29 asayiş görevlisi hava saldırılarıyla katledildi.

Tüm bunların anlamı nedir? Burada yaşayan halkların yaşamına kastetmektir. Açık söyleyelim bu savaşla milyonlarca insanın doğrudan yaşamına kastediliyor. Suyu, elektriği, doğalgazı kesmek ne demektir? Bu bir halkı 7’den 70’e sistematik olarak ölüme zorlamaktır. Bunun adı açlığa, sefalete, yaşama doğrudan el ve dil uzatmaktır. Tanımı zor bir katliam girişimidir.

Bir halkı dizleri üzerinde görme arzusuyla yanıp tutuşanlar böylesi pratikleriyle övünürken, yanı başımızda başlayan İsrail-Filistin savaşı hakkında da bolca akıl ve ahlak dağıtmaya devam ediyorlar. Bir halkın elektrik, su ve yemeğine bomba atanlar ve bundan medet umanlar “Prensip olarak her türlü sivil ölüme karşıyız” diyor. Siz ikiyüzlüsünüz! Ve tüm savaşlar, dökülen tüm gözyaşları bu ikiyüzlü tutumunuzdan, üzerinize düşeni yapmamanızdan ve daha da körüklemenizden kaynaklanıyor.

“Barış ve huzur olmalı diyor” AKP-MHP iktidarı. İyi de bu barış ve huzur niye bize tekabül etmiyor, niye bize vurmuyor? Bunu isteyenler neden en ağır şekilde şiddete ve cezalandırmaya maruz kalıyor? Sadece barış dediği için, sadece adalet dediği için insanlar neden bu kadar baskı altında? Hukuk neden bu kadar devre dışı kalıyor? Yine son bir haftada 500’e yakın gözaltı var.

Torba kanun misali her kurumu kriminalize edip gözdağı vermek için propaganda yapmaya devam ediyorlar. Özellikle il ve ilçe binalarımızı basarak zoraki bağlantılar kurmaya çalışıyorlar. Demek ki neymiş siz safi Kürt düşmanısınız, Kürt düşmanlığı sizin tek politikanız. En son İzmir’de gözaltına alınıp tutuklanan İzmir İl Eşbaşkanlarımız Berna Çelik ve Çınar Altan ile Buca İlçe Eşbaşkanımız Nihat Türk’ün emniyetten çıkarken gösterdikleri direniş ve baş eğmeyişleri bundan sonraki mücadelemizin ana hattı olmaya devam edecek.

Rojava’ya saldırmak için bahaneler yaratmak Hakan Fidan’ın en iyi bildiği şeylerden birisi. Daha önce de “Füzeler atarız, savaşı oradan başlatırız” demişti. Bugün de aynı şeyleri yapıyor, demek ki hevesi bitmemiş. Fakat Kobanî de kimlerin hevesi kursağında kalmışsa yine kalacak. Bunun iyi bilinmesini isteriz. Savaş hukuku alanı bir şekilde çiğneniyor. Uluslararası hukuk mercileri sessiz. BM sadece endişeliyiz diyor. Fakat insanların yaşamına dokunan bir endişe olmuyor. Başta uluslararası kurumlar olmak üzere, STK’leri ve tüm demokratik kamuoyunu bu savaş suçuna, sivillere dönük komplovari cinayet girişimlerine karşı koymaya ve ses çıkarmaya çağırıyoruz.

“84 milyon açlık ve yoksullukla mücadele etmek zorunda bırakılmıştır”

Bu kürsüde her zaman değinmeye çalıştığımız en önemli başlıklardan biri de ekonomi. Ekonominin yine en önemli gündemlerinden biri de enflasyon ve zamlar. Seçim sonrası her gün yeni bir zamla uyanmaya devam ediyoruz. Niye? Saray yandaşlarının saltanatı sürsün diye. Bir avuç yandaş zenginleşirken milyonlar açlık ve sefalet içinde yaşamaya mahkum ediliyor. İnsanlar en temel ihtiyaçlarını karşılayamaz durumda.

Yapılan araştırmalara göre Türkiye’de 56 milyon açlıkla, 28 milyon insan ise yoksullukla mücadele etmek zorunda bırakıldı. Yani 86 milyonun içinde sadece 2 milyon insan rahat yaşayabilmektedir. 84 milyon kişi ise açlık ve yoksulluk içinde yaşam mücadelesi vermeye devam etmektedir. Aile Bakanlığının verilerine göre; elektrik faturasını ödemediği için yardım alan hane sayısı 5 milyona ulaşmıştır. Bu rakam yoksulluğun geldiği noktayı göstermesi açısından çarpıcıdır.

İnsanlar şimdiden kışın doğalgaz ve elektrik faturalarını nasıl ödeyeceklerini kara kara düşünmeye başladılar. Özellikle iktidarın 7500 lira maaş reva gördüğü emekliler. Bugün sabah itibariyle Cumhurbaşkanının yaptığı bir açıklama var. Müjde gibi sundu ama emeklilerin hiçbir derdine deva olmayacak. Tek bir seferlik 5000 lira vereceğini söyledi. O da sadece çalışmayan emeklilere verilecek. Bu konuda sözlerimizi tükettiğimiz için yeni bir söz söylemeye ihtiyaç duymuyoruz. 7500 lirayla geçinmenin mümkün olmadığını iktidar da çok iyi biliyor.

Emeklilere yapılan sefalet zammını kabul etmiyoruz. Erdoğan sürekli emeklileri enflasyona ezdirmeyeceğiz diyor ama emeklileri açlık sınırın altında bir ücrete mahkum ediyor. Yıllarca emek veren emeklilere bu şekilde muamele edemezsiniz. Onları ve emeklerini değersizleştiremezsiniz. Erdoğan diyor ki emeklilerin mağduriyetlerini yılbaşına doğru çözeceğiz. El insaf böyle bir çözüm mü olur? Emeklilerin bırakın yılbaşını aybaşına kadar sabredecek takatları ve sabırları kalmadı.

Asgari ücretin en azından yoksulluk sınırı baz alınarak belirlenmesi gerekiyor. Bu konuda hem kanun teklifi hem de araştırma önergesi verdik. Her zaman olduğu gibi AKP-MHP oyları ile reddedildi. En düşük emekli maaşı da asgari ücret seviyesinde olmalıdır. Bu da bugünkü rakamlarla 22 bin liraya denk gelmektedir.

Taban aylıklar değişmeden, aylık hesaplama sistemi değişmeden yüzdelik zamlarla emeklilerin refahını artırmak mümkün değildir. Yurdun dört bir yanında yaşayan emeklilere dayatılan sefalet ücretini kabul etmiyor. Mücadeleleri mücadelemizdir. Emekliler başta olmak üzere iktidar tarafından sefalete mahkum edilmiş bütün yurttaşlarımızı selamlıyorum. Haklarını almaları için elimizden gelen her türlü çabayı göstereceğiz.

Uzunca bir süredir Erdoğan’ın gündemlerinden biri yeni anayasa. Erdoğan’ın ülkede demokrasi ve özgürlükler gelişsin diye yeni anayasayı gündeme getirmediğini hepimiz biliyoruz. Belli ki yeniden seçilmek için yeni anayasa bahanesiyle yeni bir zemin kurmaya çalışıyor. Elbette bu ülkenin gerçekten demokratik ve sivil bir anayasaya ihtiyacı var. Kimse bunu görmezden gelemez ama hiç kimsenin bu talebi kendi çıkarları için harcamaya ve seçim malzemesi haline getirmeye hakkı yok. Biz de yeni bir anayasa istiyoruz. Bu ülkenin Kürtleri, Alevileri, kadınları, gençleri yeni anayasa talep ediyor.

“AKP’nin demokratik bir anayasanın neresinde durduğunu hepimiz iyi biliyoruz”

Bizler ülkenin ezilenleri olarak gerçekten yeni, gerçekten demokratik, gerçekten sivil bir anayasa istiyoruz. Eskinin tekrarı asla yeni olmaz. Eski kafa ile yeni anayasa yapılamaz. Gerçekten yeni bir anaya yapılacaksa ülkenin en büyük sorununun çözümü bu anayasada yer almalıdır. Kürt sorunu anayasal bir sorundur. Kürt sorununun demokratik ve barışçıl çözümünü içermeyen bir anayasa gerçekten yeni bir anayasa olamaz. Demokratik hakların kullanılmasına tahammül etmeyen, muhalifleri cezaevlerine dolduran ve onları kabul edilemez cezalarla mahkum etmeye çalışan, darbe anayasasını bile geride bırakan uygulamaların sahibi olan AKP’nin demokratik bir anayasanın neresinde durduğunu hepimiz iyi biliyoruz.

Şeffaf tartışmaların olmadığı algılarla yapılan bir anayasa olamaz. Kim ve ne için yapıldığı saklanan bir anayasa olamaz. AKP’nin bugün için kendisi için bir anayasaya ihtiyaç duyduğu elbette kesin. Yeni anayasanın tek muhatabı olarak kendisini sunan ve yasasızlığı dayatan AKP-MHP iktidarına karşı demokratik sivil bir anayasanın mücadelesini yürütmek için tüm toplumsal kesimleri ve demokratik kamuoyunu bu yapım sürecinin güçlü muhatabı haline getirmek durumundayız. Tüm toplumsal kesimleri bu süreci iktidarın tekeline bırakmayacak şekilde sorumluluk almaya ve birlikte yapım sürecini omuzlamaya davet ediyoruz.

15 Ekim’de Ankara Kapalı Spor Salonunda kongremiz var. Dolayısıyla Yeşil Sol Parti olarak bugün yaptığımız son grup toplantımız. Bu vesileyle Yeşil Sol Parti ile seçimde ve seçimden sonra emek veren, emek vermeye devam edecek arkadaşlarımıza teşekkür ediyorum. Çok ciddi ve kritik bir seçim sürecini atlattık. AKP-MHP iktidarının göstermeye çalıştığı başarı Kürt halkına ve demokrasi güçlerine yönelik ağır bir baskı olarak devam edecek gibi gözüküyor.

Dolayısıyla bugüne kadar yürüttüğümüz mücadelenin daha da büyümesi elzem olarak önümüzde duruyor. Yeni dönemde yeni arkadaşlarımızla ve yeni yönetimimizle sözümüzü burada ve sokakta güçlü şekilde kurmaya devam edeceğiz. Bu kongre sadece Yeşil Sol Partinin kongresi değildir; AKP-MHP zulmüne karşı direnen bütün mücadele alanlarının kongresidir. Bu kongreyi sahiplenmeye ve kongre etrafında kenetlenmeye demokratik bir Türkiye’nin mümkün olduğunu göstermek açısından bütün mücadele arkadaşlarımızı ve halkımızı davet ediyorum.

Kongreye giderken hem merkezde hem de yerellerde tam da HDP’nin ve Yeşil Sol Parti’nin bütün bileşenlerini içerecek kongre hazırlık komisyonları, mutabakat komisyonları oluşturuldu. Cinsiyet kotası gözetilerek komisyonlar kuruldu. Aynı zamanda kadın mutabakat komisyonu ile birlikte partimizin paradigması ve ihtiyaçları doğrultusunda kongre çalışmaları devam ediyor.

Bu kongre bütün Türkiye halklarının ihtiyaç duyduğu gibi özgürlük kongresi olacaktır. Bu kongre Türkiye’de demokratik bütün değerleri ayaklar altına alan ve bir rejim haline getirilen tecride karşı bir kongre olacaktır. Bu kongre hepimizin kongresidir. Bu kongre yürüttüğümüz mücadelenin en güçlü sesinin çıkacağı kongredir. Yeniden bütün arkadaşlara teşekkür ediyorum. Herkesi bu kongreyi sahiplenmeye davet ediyorum. Hepimizin yolu açık olsun.”

Paylaşın

AK Parti Ve MHP’den “Emekli Maaşları Yeniden Düzenlensin” Teklifine Ret

Emekli maaşlarının yeniden düzenlenmesi için TBMM Genel Kurulu’na sunulan öneriye ilişkin konuşan İYİ Parti Milletvekili Dursun Ataş, “Ülkemizde 14 milyonu aşkın emekli vatandaş bulmakta ve büyük çoğunluğu ciddi geçim sıkıntısı çekmektedir. Bugün büyükşehirlerde ortalama bir ev kirası parasına geçinmeye çalışan milyonlar var. Buna rağmen AKP iktidarı emeklilerin sıkıntılarını duymazdan geliyor” dedi.

Saadet Partisi Milletvekili Mahmut Arıkan ise, “Ekonomide uzun zamandır süren kriz ile karşı karşıyayız. Bunun en büyük mağduru da emekli vatandaşlarımız” ifadelerini kullandı. CHP Milletvekili Veli Ağbaba da, “Türkiye’nin birçok alanda birinciliği var ama bir birinciliği hepimiz açısından utanç verecek bir birincilik. Maalesef Avrupa’nın en düşük emekli aylığını alan ülke Türkiye” dedi.

Yeşil Sol Parti’nin (YSP) emekli maaşlarının yeniden düzenlenmesi için Türkiye Büyük Millet Meclisi (TBMM) Genel Kurulu’na sunduğu öneri Adalet ve Kalkınma Partisi (AK Parti) ve Milliyetçi Hareket Partisi (MHP) milletvekillerinin oylarıyla reddedildi.

“Yüzünüzün kızarmayacağını düşünüyorum”

Önerinin gerekçesini açıklayan Yeşil Sol Parti Mersin Milletvekili Ali Bozan, şunları söyledi: Konumuz toplumun en geniş kesimlerinden bir olan emekliler ve AKP iktidarı döneminde en çok mağdur olan kesim, emekliler. Onlar sıkıntılarını anlatacağım ama şundan eminim anlatılacaklardan bir çoğunuzun yüzü dahi kızarmayacak. Çünkü buna karar verecekler, ekmeğin, pazarın fiyatından bihaber. Tam da bu nedenle yüzünüzün kızarmayacağını düşünüyorum.

Aylık ortalama geliri 30 bin lira olan bir yurttaş dahi ay sonunu nasıl getireceğini bilemiyor. Kaldı ki çoğunluğu 7 bin 500 lira olan emekli insanlardan bahsediyoruz. Bu insanlar ne yesin? Ne içsin? Buna el insaf denir. Bu, iktidarın, AKP’nin en büyük ayıbıdır. Sürekli emeklilerin sorunları tartışılıyor ama AKP sıraları kör ve dilsiz.

Şunu ifade edeyim: Şimdi şu anda Türkiye’de kaç milyon emekli yaşıyor haberiniz yok. Bu ülkede 15,9 milyon emekli yurttaş yaşıyor. En az 9 milyon tanesi 7 bin 500 lira maaşla geçinmeye çalışıyor. Sarayın bu konuda fikri nedir? Yoksa sarayın yerel seçim hamlesini mi bekliyorsunuz? Şu anda sizin grubunuzda emekli maaşıyla geçinemiyoruz diyen milletvekili var. Bu halde siz 7 bin 500 lira maaş alan insanların geçinmesini bekliyorsunuz. Şu anda Genel Kurul’da bulunan milletvekillerine en çok telefon emeklilerden geliyor. Acaba Meclis’ten bizimle ilgili bir iyileştirme çıkacak mı diye? Biz de Yeşil Sol Parti grubu olarak diyoruz ki: Varsa vicdanınız önergemize evet oyu kullanın.

“Gelin bu meseleyi Meclis’te çözelim”

Öneri üzerine Saadet Partisi Grubu adına konuşan Kayseri Milletvekili Mahmut Arıkan: Ekonomide uzun zamandır süren kriz ile karşı karşıyayız. Bunun en büyük mağduru da emekli vatandaşlarımız. Yapılan seyyanen zam emekli vatandaşlarımıza yapılamadı. İktidar, yine eksik iş yaptı ve emekli vatandaşlarımız mağdur edildi. İtibardan tasarruf etmeyen iktidar, sıra vatandaşa gelince sağır oldu. Bir de seçim ekonomisi denen bir garabet var. 2023 yılı bütçesinin seçim ekonomisi denerek ilk 6 ayda tüketildiğini hep birlikte gördük. Gelin bu meseleyi Meclis’te çözelim.

“AKP iktidarı emeklilerin sıkıntılarını duymazdan geliyor”

Yeşil Sol Parti’nin önerisine ilişkin İYİ Parti Grubu adına Kayseri Milletvekili Dursun Ataş şunları söyledi: Ülkemizde 14 milyonu aşkın emekli vatandaş bulmakta ve büyük çoğunluğu ciddi geçim sıkıntısı çekmektedir. Bugün büyükşehirlerde ortalama bir ev kirası parasına geçinmeye çalışan milyonlar var. Buna rağmen AKP iktidarı emeklilerin sıkıntılarını duymazdan geliyor. Aynı iktidar milletle dalga geçer gibi kimseyi enflasyona ezdirmedik ezdirmeyeceğiz diyor.

Yarattığınız enflasyon canavarı, emekliyi çoktan yedi bitirdi bile. Siz neye göre kimseyi enflasyona ezdirmedik, ezdirmeyeceğiz diyorsunuz? Diyorsunuz ki dişinizi sıkın, yılbaşında zam yapacağız. Emeklinin artık sıkacak dişi dahi kalmadı. Yoksulluk sınırının 33 bin liraya dayandığı bir yerde 7 bin 500 lira emekli maaşını konuşuyoruz. Artık öyle bir noktaya geldi ki emekli, torununa harçlık veremiyor. Ömrünün sonlarını ucuzluk kuyruklarında sıra bekleyerek geçiriyor. Bunun için mi ömür tüketti bu insanlar? Vatandaşın yararına her şeyi reddetmekten vazgeçin. Yılbaşını beklemeden gerekli adımları atalım.

“Avrupa’nın en düşük emekli aylığını alan ülke Türkiye”

CHP Grubu adına Malatya Milletvekili Veli Ağbaba, şöyle konuştu: Şimdi birazdan eller kalkacak, kimin emekli dostu, kimin emekli düşmanı olduğu hep beraber, bütün emekliler görecek. Sayın Cumhurbaşkanı dün açıklama yapıyor “İnşallah bakacağız” diyor. Sayın Devlet Bahçeli “Emekli aylığına en az 8.077 TL seyyanen zam yapalım” diyor. Ben burada hem Sayın Devlet Bahçeli’ye hem AKP grubuna sesleniyorum: Elinizi tutan mı var? Kaldırın ellerinizi bir sefer emeklinin, fakirin fukaranın lehine. Emekli hiç olmazsa yıl başına kadar rahat bir nefes alsın. Birazdan kalkacak elleri görecek emekli. Kim emeklinin dostu, kim emeklinin düşmanı, kim samimi kalkan ellerden birazdan göreceğiz ve biliyoruz ki maalesef burada özgür iradenizle el kaldırmayacaksınız, emekliye zam vermemek için direneceksiniz.

Türkiye’nin birçok alanda birinciliği var ama bir birinciliği hepimiz açısından utanç verecek bir birincilik. Maalesef Avrupa’nın en düşük emekli aylığını alan ülke Türkiye. Hem euro bazında hem alım gücü anlamında en düşük aylığı alan emekli Türkiye’de. Belçika’da bir emekli ortalama 1.200 euro, Almanya’da 1.400 euro maaş alıyor, Türkiye’de bir emekli ortalama 259 euro maaş alıyor, sadaka bile değil. Belçika’da bir emekli toplam emekli maaşıyla 120 kilo et alıyor, Almanya’da 136 kilo et alıyor, Türkiye’de ise 16 kilo et alabiliyor. Emekli maalesef sayenizde alışverişe giderken, market market gezerken artık torbayla gitmiyor bir de elinde hesap makinası var, hesap makinasıyla geziyor hangi market ucuz diye.

Paylaşın

“Çocuk Yoksulluğu” Sorunu Meclis Gündemine Taşındı

Ülkede yaşanan “çocuk yoksulluğu” sorununu Meclis gündemine taşındı. TÜİK’in “çocuk, yoksulluk ve yaşam” raporu verilerinde, Türkiye’de 9,4 milyon çocuğun yani her iki çocuktan birinin yoksulluk çektiği, ülke genelinde ise nüfusun yüzde 32,6’sının yoksulluk riski altında olduğu belirtildi.

“Çocuk yoksulluğu” sorununu Meclis gündemine taşıyan YSP Milletvekili Ayşegül Doğan, ekonomik kriz ve gıda fiyatlarındaki artışın “derin yoksulluğu” ülke gündeminin en hayati başlığı haline getirdiğini söyledi. Doğan, “Araştırmalar, bu durumun en çok çocukların sağlıklı ve dengeli beslenmesi ile eğitim ve barınma gibi temel ihtiyaçlarının giderilmesini etkilediğini göstermektedir” dedi.

Türkiye İstatistik Kurumu’nun (TÜİK) bu yıl ilk defa açıkladığı “çocuk, yoksulluk ve yaşam” raporu verilerinde, Türkiye’de 9,4 milyon çocuğun yani her iki çocuktan birinin yoksulluk çektiği, ülke geneli değerlendirmelerinde ise nüfusun yüzde 32,6’sının yoksulluk riski altında olduğunun belirtildiğini söyleyen Doğan, “Risk altında olanların yüzde 42,7’sini, 0-17 yaş arası “ciddi yoksulluk çeken çocuk” oluşturmaktadır. Uzmanlar bu durumun, sosyal dışlanma riski yaratabileceği uyarısında bulunmuştur” ifadelerini kullandı.

Dünya Gıda Örgütü’nün 2022 verilerine göre, Türkiye’de 14,8 milyon kişinin yetersiz beslendiğini, bu oranın en yüksek olduğu İl’in ise yüzde 20,6 ile Şırnak’ın olduğunu söyleyen Doğan, “BM’nin 2023 Sürdürülebilir Kalkınma Raporu’nda, Türkiye’de yetersiz beslenmenin yaygınlık oranının yüzde 2,5, 5 yaş altı çocuklardaki bodurluk oranının ise yüzde 5,5 olarak açıklanmıştır” dedi.

Yeşil Sol Parti (YSP) Şırnak Milletvekili Ayşegül Doğan, Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı’na yanıtlaması istemi ile şu soruları yöneltti:

“Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı’nın SED kapsamında, ailelerine ödeme yaptığı ve temel ihtiyaçları karşılanamadığı için ailesinden koparılan ya da koparılma riski taşıyan çocuk sayısı kaç?

“Ciddi yoksullaşma” yaşayan 9,4 milyon çocuk için Bakanlık hangi çalışmaları yürütüyor?

Dünya Gıda Örgütü’nün 2022 verilerine göre, yüzde 20,6 ile Şırnak çocuklarda yetersiz beslenmenin en yüksek oranda yaşandığı il olarak tespit edilmiştir. Bakanlığın, il özelinde, çocukların dengeli ve sağlıklı beslenmesi için başlattığı bir çalışma var mı?

Bakanlığınızın, iddialarda yer verilen yoksul çocuk sayısındaki artışın kalıcı olarak çözüme kavuşturulması konusunda kapsayıcı farklı bir yaklaşımı, çalışması ya da uygulanmakta olan projesi var mı?

Ekonomik kriz ve yoksullaşma nedeni ile kaç çocuk Bakanlığınızın korumasına bırakıldı?

Giderek artan ve “çocuk yoksulluğu” olarak adlandırılan mevcut durum göz önüne alındığında, Bakanlığınız tarafından, çocuk sağlığı ile bedensel ve zihinsel gelişim bozukluklarına odaklanan yaygın saha araştırmaları ve taramalar yapılıyor mu?

Ülke genelinde durumun önemi ve hassasiyeti ortadayken Bakanlıklar arası ortak bir çalışma ve acil eylem çağrısı yapmak için hala ne bekleniyor?

Sosyal Politika Çalışmaları Dergisi’nde yoksul çocukların okul ortamında “Arkadaş edinmede zorluk, utanma ve sosyalleşmede zayıflık” gibi olumsuzluklara maruz kaldığı sonucuna varıldı. Bu tespitlere dayanarak, artan yoksulluğun önlenmesi ve çocuklar üzerindeki olumsuz etkilerinin giderilmesi amacıyla, Bakanlığınız hangi önlemleri alıyor?”

Paylaşın

Saadet Partisi’nin ‘Kamuda Mülakat Kaldırılsın’ Önerisini AK Parti – MHP Reddetti

Saadet Partisi’nin (SP) kamuya personel alımında mülakatın kaldırılması amacıyla TBMM Genel Kurulu’na getirdiği grup önerisi AK Parti ve MHP oylarıyla reddedildi. “Kamuda mülakatın kaldırılması” AK Parti ve MHP’nin  seçim vaatleri arasındaydı.

Partisinin önerisinin gerekçesini açıklayan SP Grup Başkanvekili İsa Mesih Şahin mülakat mağduru gençlerin yakınmalarını gündeme getirerek, “Bu gençler sizden hiçbir şey istemiyorlar. Sadece adalet istiyorlar. Sizden torpil istemiyorlar, eşit şartlarda yarışmak istiyorlar. Torpili olanın değil hak edenin kazandığı bir sistem istiyorlar. Kayırmacı mülakat sisteminin kaldırılmasını istiyorlar. Cumhurbaşkanının Meclis öncesinde verdiği sözü tutmasını istiyorlar.” dedi.

“Hak eden kazansın, tek derdimiz bu” diyen Şahin, partisinin çözüm önerisini özetledi: “Mülakatlar kaldırılmalıdır, kamuya personel istihdamında ve meslek içi yükselme ve nitelikli görevlere geçilmelerde mevcut bulunan mülakat sistemi kaldırılmalı yerine objektif kriterlere dayalı sınavlar getirilmelidir.”

AK Parti adına konuşan Ankara Milletvekili Orhan Yeğin ise, mülakatın adayların davranış ve tutumlarını tanımak, iletişim becerileri, zekâ, kavrayış gücü, muhakeme yeteneği, algılama hızı, ifade düzgünlüğü gibi bazı yönlerini ölçmek, mesleğe olan ilgilerini, geçmiş deneyimlerini değerlendirmek üzere en uygun ve en nitelikli kişiyi kuruma kazandırmayı amaçlayan bir seçme tekniği olarak mevzuata yerleştiril[diğini] söyledi.

TBMM’nin Salı günkü oturumunda muhalefetin gündeme getirdiği, AK Parti ve MHP’nin seçim vaatleri arasındaki “kamuda mülakatın kaldırılması” önerisi AK Parti ve MHP’li milletvekillerinin oylarıyla reddedildi.

AK Parti’nin seçim vaatleri arasında yer alan kamuda mülakatın kaldırılması konusunda Milli Eğitim Bakanı Yusuf Tekin “yüzde 50 mülakat, yüzde 50 KPSS notu” açıklamasında bulunmuş, ardından Erdoğan “Seçim vaatlerim içinde böyle bir söz verdiysem, bunu Milli Eğitim ve İçişleri bakanlarımla görüşerek yeni bir yol haritasıyla ilerletiriz” demişti.

Saadet Partisi’nin (SP) Salı günü personel alımında mülakatın kaldırılması amacıyla TBMM Genel Kurulu’na getirdiği grup önerisiyse AK Parti ve MHP oylarıyla reddedildi.

Partisinin önerisinin gerekçesini açıklayan SP Grup Başkanvekili İsa Mesih Şahin mülakat mağduru gençlerin yakınmalarını gündeme getirerek, “Bu gençler sizden hiçbir şey istemiyorlar. Sadece adalet istiyorlar. Sizden torpil istemiyorlar, eşit şartlarda yarışmak istiyorlar. Torpili olanın değil hak edenin kazandığı bir sistem istiyorlar. Kayırmacı mülakat sisteminin kaldırılmasını istiyorlar. Cumhurbaşkanının Meclis öncesinde verdiği sözü tutmasını istiyorlar.” dedi.

“Hak eden kazansın, tek derdimiz bu” diyen Şahin, partisinin çözüm önerisini özetledi: “Mülakatlar kaldırılmalıdır, kamuya personel istihdamında ve meslek içi yükselme ve nitelikli görevlere geçilmelerde mevcut bulunan mülakat sistemi kaldırılmalı yerine objektif kriterlere dayalı sınavlar getirilmelidir.”

İYİ Parti Kayseri Milletvekili Dursun Ataş “Mülakat uygulaması[nın] yasalarla örülen bir tezgahtan ibaret” olduğunu söyledi. “Düşük puanlar almış yandaşları [işe] alabilmek için mülakata çağrılmaları[nın] gerek[tiğine]” dikkat çeken Ataş bu amaçla “Kadro sayısının iki üç katı aday çağrılıyor” dedi.

“Sonuç olarak da büyük bir emekle okulunu bitirip sınavdan 90-95 puan almış ancak AKP’den torpilli olmayan liyakatli genç mülakatta elenirken 70 puanı zor alabilmiş yandaş […] mülakat tezgahı kullanılarak devlet kadrolarına yerleştirilmektedir.” diyen Ataş, sonuçta “nitelikli gençlerimizin akın akın Avrupa ülkelerine göç ettikleri”ni söyledi.

Yeşil Sol Parti adına konuşan Mardin Milletvekili Beritan Güneş Altın da “mülakat” yönteminin literatürdeki adının “akraba, eş, dost ve yandaş kayırma” anlamına gelen “nepotizm” olduğunu söyledi. Güneş, AKP yandaşlığının da ötesinde “bazı bakanlıklarda bürokrasideki atama süreçlerinde belli bir tarikata veya cemaate üye olmadan atama yapılmadığını bunun bir ön koşul olarak öne sürüldüğünü” de hatırlattı.

“Mülakat uygulaması[nın] yapısal bir sorun haline gel[diğini]” açıklayan Güneş, “mülakatın kaldırılması” sözünün AKP’nin tutmadığı sözler arasında yerini aldığını dile getirdi ve “Üstelik tutmadığınız sözler sadece mülakat sistemiyle ilgili değil. Deprem bölgesinde, seçim öncesinde ziyaret ettiğiniz yerlerde verdiğiniz sözlerin hiçbirinin bugün orada bir karşılığının olmadığını görüyoruz.” dedi ve ekledi:

“Kış geliyor ve deprem bölgesi için verdiğiniz sözlerin hiçbirinin yerine getirilmediğini kendi gözlerimizle gördük. Bunu yurttaşlar da soruyor bizlerde sizlere soruyoruz.”

CHP Tekirdağ Milletvekili Nurten Yontar “Özellikle mülakatla girişin olduğu hangi kamu kurumuna baksak mutlaka saray iktidarının yandaşlarını görüyoruz.” dedi ve ekledi:

“Eğitim sahibi gençler, yazılı sınavlarda 95-100 puan almalarına rağmen sırf yandaş olmadıkları için mülakatlarda eleniyorlar. Onların yerine bakanın dediği gibi kendilerince inançlı olanlar fakat yandaşlıktan başka hiçbir meziyeti olmayan veya sadece imam hatip mezunu oldukları için kamu kurumlarında önemli makamlara getiriliyorlar.

Çocuklarımız yıllarca emek veriyor, hayatlarının bir kısmından çalıp ders çalışıyor. Sonra birileri çıkıp sırf yandaş değil diye mülakatta bu çocuklarımızı eliyor. Bu çocukların hayatını çalmak kimin hakkıdır? Bu evlatlarımızın hakkını hukukunu korumak hepimizin boynunun borcudur. Artık birilerinin hakkını başka birisi yemesin. Adalet herkes için adalet olsun.”

“Mülakat bir seçme tekniğidir”

AK Parti adına konuşan Ankara Milletvekili Orhan Yeğin ise, mülakatın adayların davranış ve tutumlarını tanımak, iletişim becerileri, zekâ, kavrayış gücü, muhakeme yeteneği, algılama hızı, ifade düzgünlüğü gibi bazı yönlerini ölçmek, mesleğe olan ilgilerini, geçmiş deneyimlerini değerlendirmek üzere en uygun ve en nitelikli kişiyi kuruma kazandırmayı amaçlayan bir seçme tekniği olarak mevzuata yerleştiril[diğini] söyledi.

Mülakatla ilgili tartışmaların, “hükûmete iftira atmaktan zevk duyan bazı çevrelerin köpürtmeleriyle” gündeme geldiğini iddia etti. Oya sunulan önerge AK Parti – MHP blokunun oylarıyla reddedildi.

(Kaynak: Bianet)

Paylaşın

YSP, Yeni Anayasa Çağrısına Kapıları Kapattı: Demokratik Bir Ortam Yaratılmadan…

Yeni yasama döneminin ilk Meclis grup toplantısında konuşan YSP Eş Sözcüsü İbrahim Akın, “Yaşadığımız gerçeklik önümüzde, Erdoğan’ın kapsayıcı tonda söylediği sözlerin bu şekilde gerçekleşmeyeceğini düşünüyoruz. Türkiye’de demokratik bir ortam yaratılmadan, demokratik bir ortamda söz ve karar süreçleri oluşturulmadan, kapalı kapılar ardında AKP-MHP’nin hazırlayacağı anayasanın bu parlamentodan geçirilmeye çalışmasını kabul etmemiz mümkün değildir” dedi ve ekledi:

Haber Merkezi / “Biz bütün Türkiye’deki halkların, inançların, kimliklerin, insanların katıldığı demokratik bir anayasa yapma sürecinin olması gerektiğini ısrarla ve inatla söylüyoruz. 12 Eylül Anayasasını tepe tepe kullanan ve her türlü otoriter rejimini inşa eden AKP-MHP iktidarı, samimiyet testi olarak öncelikle demokratik bir ortam sağlamalıdır. Bunu sağlamadan yapılacak her çalışmanın sahici, samimi ve gerçekçi olmayacağı açıktır.”

Yeşil Sol Parti (YSP) Eş Sözcüsü İbrahim Akın, yeni yasama döneminin ilk Meclis grup toplantısında konuşma yaparak gündeme ilişkin değerlendirmelerde bulundu. Akın, şunları söyledi:

“Hepinizi sevgiyle ve saygıyla selamlıyorum, hoş geldiniz. Ekranları başında bizleri izleyen değerli halklarımızı da buradan bir kez daha sevgi ve saygıyla selamlıyorum. Evet, yeni bir sürece başladık. Meclis 28’inci döneminin açılışını yapmış oldu ve biz de ilk grup toplantımızı yapıyoruz. Ne yazık ki son 2 günde birçok arkadaşımızın gece baskınlarıyla hukuksuz bir şekilde gözaltına alınmasıyla karşı karşıya kaldık. Demokratik siyasete dönük bu müdahaleyi kabul edilemez bulduğumuzu ifade ediyoruz ve arkadaşlarımızın bir an önce serbest bırakılmasını istiyoruz.

Ayrıca 1 Ekim’de yaşanan şiddet olayı karşısında tutumumuzu açıkladığımız ve aynı zamanda Türkiye’deki en önemli sorunlardan biri olan Kürt sorununun çözümü için yaptığımız basın açıklamasını çarpıtarak özellikle yandaş medyada Eş Sözcümüz Çiğdem Kılıçgün Uçar üzerinden yapılan saldırıları buradan nefretle kınıyoruz. Açıklamamızda şiddeti kabul edilemez bulduğumuzu, Türkiye’de ekonomik, sosyal ve toplumsal olarak Kürt sorunu çözülmediği sürece Türkiye halklarının ağır bedeller ödediğini ifade eden sözlerimizin, “Türk milleti ağır bedel ödeyecek” demişiz gibi çarpıtılmasıyla yapılan manipülasyonları kınıyoruz. Özellikle Cumhurbaşkanı Danışmanı Oktay Saral’ın açıklamalarını ahlaki bulmuyoruz ve bu ahlaksızca yaklaşımını kınıyoruz. Bu konuda gerekli her türlü itirazımızı ve hukuki olarak da çalışmalarımızı yaptığımızı kamuoyuna duyuruyoruz.

Meclis 1 Ekim’de açılış yaptı. Parlamentonun Türkiye halklarının sorunlarının çözülmesi konusunda elinden geleni yapması gerektiğine dair iyi niyet duygularımızı ifade etmek istiyorum. 28. dönemin Türkiye halklarının sorunlarının çözümünde başarılı olmasını diliyorum. Ülkemizin değişime ihtiyacı var, otoriterleşen rejimi değiştirme ihtiyacı var. Halkların iradesini şekillendirmiş barışın ve kardeşliğin iklimini tesis etme ihtiyacı var. Başta Kürt sorunu olmak üzere toplumsal sorunlarımızı barışçıl ve demokratik siyaset zemininde çözme ihtiyacımız var. On yıllardır güvenlik politikaları, şiddet ve savaş yöntemleri denendi ve denenmeye devam ediyor. Bu yöntemlerin sorunları çözmediğini artık anlamış olmamız lazım. Artık onurlu ve adil bir barışa şans tanımanın zamanı gelmiştir, demokratik siyasetin önünün açılmasının zamanı gelmiştir.

Bunun için bütün zeminlerin en verimli ve doğru şekilde kullanılmasının zamanı gelmiştir. Daha ne kadar bomba patlayacak ve şiddet ortamı devam edecek, daha ne kadar harekat yapılacak, daha ne kadar toplumun kutuplaşmasını ve düşmanlaşmasını sağlayan siyasetinizi devam ettireceksiniz? Artık yeter, bu sürecin böyle gitmesi mümkün değildir. Barışa şans verin. Yeşil Sol Parti olarak başından beri sorunların şiddet dışında, demokratik müzakere yoluyla çözüleceği konusunda ısrarla ve inatla söylediğimiz sözlerimizi tekrarlıyoruz. Elbette çözümün konuşulmasının, tartışılmasının en önemli zeminlerinden biri parlamentodur. Kronikleşmeden, içinden çıkılmaz hale gelmeden tüm toplumsal sorunların demokratik ve acil çözümünün yerinin Meclis olduğunu biliyor ve Meclis’in bu bakımdan işlevli hale getirilmesi gerektiğini ifade ediyoruz.

AKP-MHP iktidarı eliyle inşa edilmeye çalışılan tek adam rejimi Meclis’i işlevsiz kılmak için her türlü yöntemi denedi. Meclis neredeyse tek adam rejiminin talepleri doğrultusunda noter haline getirilmeye çalışıldı. Biz bu sürecin böyle yürütülmesini kabul etmiyoruz. Meclis’te 600 milletvekili var ve bu vekiller Türkiye halklarının iradesiyle seçilmiş ve onların sorunlarını çözmek için görevlendirilmiştir. Ve onları temsilen buradadırlar. Biz 600 vekilin iradesini gasp eden ve Meclis’i noter gibi değerlendiren bu anlayışı kabul etmiyoruz. Meclis’in bu dönemde gerçek anlamda demokratik tartışmaları ve müzakereleri yapması gerektiğini, Türkiye’nin en temel sorunları olan demokratik sivil bir anayasayı yapmaya aday olması gerektiğini düşünüyoruz. Bunun için de her türlü çalışmayı ve mücadeleyi yürütmeye kararlıyız.

Meclis açılışında yaptığı konuşmada AKP Genel Başkanı Tayyip Erdoğan, Türkiye’de herkesi kapsayan bir anlayışla anayasa tartışması yapacaklarını söyledi ve temel olarak da AB meselesi ile ilgili kıyaslayarak “Kopenhag Kriterlerini Ankara kriterleri olarak uygularız” dedi. Biz Türkiye’deki mevcut duruma göre Ankara kriterlerinin ne olduğuna bakmaya çalıştık. Türkiye’de şu anda yeni bir toplumsal sözleşmeye ihtiyaç olduğunu kabul ediyoruz. Sivil demokratik yeni bir anayasa yapma iddiasında olduğumuzu ifade ediyor ve diyoruz ki eğer Kopenhag Kriterleri gerçek anlamda uygulanacaksa bu kriterlerin en temel özelliği demokrasidir.

O zaman 22 yıldır iktidarda olan Erdoğan’a Kopenhag Kriterlerini hatırlatıp sormak istiyoruz. Kopenhag Kriterleri hukukun üstünlüğüdür. Yarattığınız yasasızlık rejimi mi Ankara kriterleriniz? Anayasaya göre uyulması zorunlu olan AİHM kararlarını yok sayarak mı hukukun üstünlüğünü sağlayacaksınız? Mevcut anayasanın en temel demokratik ilkelerini bile uygulamadan mı hukukun üstünlüğünü sağlayacaksınız? Yoksa katliam suçlarına karşı oluşturduğunuz cezasızlık mıdır Ankara kriterleriniz?

Kopenhag Kriterlerinin bir diğeri de demokrasiye güvence olan bütün kurumların işletilmesidir. AKP-MHP iktidarı olarak halkın iradesini gasp edip parti kapatarak, kayyım rejimi inşa ederek mi demokratik kriterlerini uygulayacak? Yoksa milletvekili dokunulmazlıklarını kaldırarak mı demokrasi kriterlerini uygulayacaksınız? Ya da gece baskınlarıyla mı demokrasi kriterlerini uygulayacaksınız? İnsan haklarına ve azınlık haklarına saygıyı teminat altına alan istikrarlı kurumların varlığı Kopenhag Kriterlerinin en önemli üçüncü maddesidir. Bunu konser yasaklayarak, filmlere sansür uygulayarak, kültürlere düşmanlık yaparak mı uygulayacaksınız? Yoksa elinizin değdiği her coğrafyada yarattığınız savaş, çatışma ve kan iklimiyle mi başaracaksınız?

Ya da başta Kürt sorunu olmak üzere toplumsal sorunların çözümünde baskıyı, yok saymayı, savaşı, güvenlikçi politikaları mı dayatacaksınız? Tecrit politikasını derinleştirerek mi insan haklarını savunacaksınız? Gezi tutsaklarına müebbet ceza vererek mi, Kobanî Kumpas Davasında siyasetçileri siyasi rehine haline getirerek mi Ankara’nın kriterlerini gerçekleştireceksiniz? İstanbul Sözleşmesini iptali ederek mi Ankara’nın kriterlerini gerçekleştireceksiniz? Yoksa insanların yaşam biçimine müdahale ederek mi gerçekleştireceksiniz?

Yaşadığımız gerçeklik önümüzde, Erdoğan’ın kapsayıcı tonda söylediği sözlerin bu şekilde gerçekleşmeyeceğini düşünüyoruz. Türkiye’de demokratik bir ortam yaratılmadan, demokratik bir ortamda söz ve karar süreçleri oluşturulmadan, kapalı kapılar ardında AKP-MHP’nin hazırlayacağı anayasanın bu parlamentodan geçirilmeye çalışmasını kabul etmemiz mümkün değildir. Biz bütün Türkiye’deki halkların, inançların, kimliklerin, insanların katıldığı demokratik bir anayasa yapma sürecinin olması gerektiğini ısrarla ve inatla söylüyoruz. 12 Eylül Anayasasını tepe tepe kullanan ve her türlü otoriter rejimini inşa eden AKP-MHP iktidarı, samimiyet testi olarak öncelikle demokratik bir ortam sağlamalıdır. Bunu sağlamadan yapılacak her çalışmanın sahici, samimi ve gerçekçi olmayacağı açıktır.

Bu Ankara kriterleri karşısında Yeşil Sol Parti’nin kriterlerini sizlerle paylaşmak istiyoruz. Biz özgürlükçü, eşitlikçi, katılımcı, ekolojik bir anayasa için gerekli her türlü çalışmayı Meclis’te sonuna kadar yapmaya hazırız. Çeşitli hazırlıklarımızın olduğunu zaten söylemiştik. Şimdi çok daha güçlü bir şekilde bu yasama yılında bunları gerçekleştirme konusunda kararlıyız. Ve bütün halkımızı önümüzdeki dönemde bu tartışmaların parçası olmaya çağırıyoruz. Yeni anayasa konusunda herkese çağrımız şudur; gelin yüzyıllık Cumhuriyeti inkara ve yok saymaya dayalı otoriter kimliğinden kurtaralım ve ikinci yüzyılda Cumhuriyetin gerçek anlamda demokrasi ile buluştuğu bir süreci birlikte inşa edelim. Bu konuda bütün toplumun ortak iradesini ve gerçekliğini sağlayalım.

“Gezi’nin arkasında durmaya devam edeceğiz”

Biliyorsunuz bir Gezi Davası sonuçlandı birkaç gün önce. Sivil anayasanın demokratik olarak özellikle örgütlenmesi önünde her türlü engelin olduğu bir kez daha ortaya çıktı. Gezi’de yaşanan süreçlerin herkes tarafından bilindiğini ve uzun uzun anlatılacak bir hikaye olmadığını görüyoruz. Yedi milyon insanın kendisini ifade etmek ve doğasına, yereline ve aynı zamanda hayatına sahip çıkmak için katıldığı süreçlerin, demokratik zeminde protesto olarak yapılan işlerin hepsini darbe olarak değerlendirerek Osman Kavala, Can Atalay, Çiğdem Mater, Tayfun Kahraman ve Mine Ezerden’in müebbetle cezalandırılması kabul edilemezdir.

AİHM’in ilgili 10 Aralık 2019 tarihli kararı yok sayılmıştır. Avrupa Konseyi Başkanlık Komitesinin 2 Şubat 2022 tarihli ihlal prosedürünü başlatma kararı da yok sayılmıştır. Bu karar hem ulusal hem de uluslararası anlamda hükümsüzdür. Biz bunun takipçisi olmaya ve Gezi’deki insanlarımızın arkasında olmaya devam edeceğiz. Gezi’de kaybettiğimiz bütün canlarımızın mücadelesine sahip çıkmaya devam edeceğiz.

“Deprem bölgesinde insanlarımız ciddi sorunlarla karşı karşıyadır”

Yine bir pembe tablonun parçası olarak AKP Genel Başkanı Erdoğan depremle ilgili şöyle bir açıklama yaptı. Diğer ülkelerle kıyaslandığında en hızlı biçimde ve en aktif bir şekilde deprem bölgelerinde yaraların sarıldığını ve deprem bölgesindeki bütün sürecin çok iyi bir şekilde yönetildiğini anlatmaya çalıştı. Uzun uzun cümleleri var, buradan şimdi bunları paylaşmak istemiyorum. Ama bizim gördüğümüz gerçeklik bu değildir. Keşke böyle olsaydı ve depremdeki 15 bine yakın yurttaşımızın yaraları sarılmış olsaydı da biz buradan bu meseleyi konuşmamız olsaydık. Ama gördüğümüz tablo tam tersidir.

Biz 2. günden itibaren Eş Sözcümüz Çiğdem Kılıçgün ile beraber deprem bölgesindeydik. Depremin üstünden yaklaşık 7 ay geçti, 8’inci aya varıyor. 15 gün önce yine bir heyetimizle beraber bölgeye gittik. Gördüğümüz tablo AKP-MHP iktidarının söylediği gibi değildir. Tam tersine şu anda insanlarımız çok ciddi sorunlarla karşı karşıyadır, vicdanları yaralayan bir durumla karşı karşıyadır. Hala deprem sonrası süreçte hiçbir değişiklik yoktur. Şu anda insanlarımız konut sorunu yaşamaktadırlar. En acil su sorunu yaşamaktadırlar. Yıkılması gereken binlerce bina yıkılmamıştır. Yıkılanlar da orada yaşayan insanların yaşamlarını tehdit etmektedir.

Yıkım sırasında alınmayan tedbirlerden dolayı asbest çok yaygın bir şekilde hastalık yaymaktadır. Asbest insanlarımızın cilt kanserine yakalanmasına da sebep olabilecek bir tehdit oluşturmuştur. Hatay Tabip Odasının açıklamasına göre asbestin yarattığı seksen civarında rahatsızlık gündeme gelmiştir ve o koşullarda artık tedavi edilemez duruma gelmiştir. Erdoğan, “Biz şu anda iki yüz bin konutun temelini attık ve en kısa zamanda bütün deprem mağdurlarını bu konutlara yerleştireceğiz” diyor. Bizim gördüğümüz tablo tam tersidir.

Örneğin Malatya ve Adıyaman’da bazı yerlerde konutlaşma başlamıştır, ancak Hatay’da bir tane konut bile yapılmamıştır. Bunun çok somut örneğini dün Hatay İskenderun’da gördük. Çadırlarda kalan insanlarımız maalesef sel altında kalmışlardır. İşte Erdoğan’ın yalanı 2 gün sonra açığa çıkmıştır. Bu gerçekleri yok sayarak depremi unutturmaya çalışanlar karşısında biz Meclis’i depremi unutturmamak ve çözüm üretmek için olağanüstü toplantıya çağırdık.

Toplantımıza cevap bulamadık ve yeterli çoğunluk sağlayamadığımız için de maalesef Meclis deprem gündemiyle toplanamadı. Biz buradan sesleniyoruz; 15 milyon insanı ağır etkileyen, binlerce insanın canına mal olmuş olan bu durum karşısında Meclis’in araştırma, soruşturma, yerinde inceleme yapmasına ihtiyaç vardır. İncelemelerde bizim gördüğümüz hikayeler mi gerçek, yoksa iktidarın söyledikleri mi? Bizim gördüklerimiz gerçek değilse buradan sizlerin huzurunda özeleştiri vermeye hazırız.

Biz şunları tespit ettik: Acil su ihtiyacı vardır, insanların insanca yaşayabileceği konuta veya konteynerlere ihtiyaç vardır. Okula gidebilecek insanlarımızın okula gidecek olanakları kalmamıştır. Okullar yıkılmıştır, sağlık sistemleri çökmüştür. Mesela sadece Hatay’da 72 tane sağlık merkezi çökmüştür. Şu anda Hatay’da 1 milyon insan yaşamasına rağmen 1 tane cerrah vardır. O da sağlık sisteminin altyapısı olmadığı için hizmet sunamamaktadır. 75 doktor başvurusu yapılmıştır ama bu başvuruya talep olarak 6 tane doktor gitmiştir.

“Gelin Meclis’te bir araştırma ve gözlem komisyonu kuralım”

Bizim talebimiz şudur; bu bölgede yaşayan insanların hizmetlerine destek vermek için AFAD bölgesi ilan edilmesi lazım. Yani olağanüstü koşulların yaşandığı bölgelerde hizmetlerin yapılması lazım. Bu yapılmadığı sürece oraya ne doktor gidecek ne öğretmen gidecektir. Ve insanlarımız şu anda okula gidemeyen çocuklarıyla baş başa kalmışlardır. Dolayısıyla bu kadar ağır koşullarda yaşayan insanlarımızın acilen yardıma ihtiyaçları vardır. Meclis’teki bütün partilere buradan çağrımız şudur; gelin bir araştırma ve gözlem komisyonu, bir heyet oluşturalım. Deprem bölgesine gidilsin, değerlendirilsin ve bu süreç orada görülsün ve çözüm önerileri Meclis’e getirilsin. Biz elimizden geleni yapmaya varız. Deprem mağdurlarını ve depremde yaşananları ısrarla, inatla unutturmayacağız ve deprem mağdurlarıyla olmaya devam edeceğiz.

Ekonomiyle ilgili Erdoğan açıklamalarında, halkın canını yakan hayat pahalılığından bahsetti ama yaşam standardının yükseldiğinden de bahsetti. Biz bunu anlamadık. TÜİK’in açıklamasını, yani şu anda kendi kurumlarının yaptıkları analizleri bile kabul etmeyen, onları yok sayan bir açıklamayla karşı karşıya kaldık. Tüketici Hakları Derneği şöyle bir araştırma yapmış. Türkiye’deki insanların yüzde 82’si açlık ve yoksulluk sınırları altına kalmış. Bu kadar açık bir yoksulluk meselesi var. Dolayısıyla biz buradan şunu söylemek istiyoruz; Türkiye’deki mevcut ekonomik durum bu kadar vahimken, çalışanların ve emeklilerin durumu bu kadar vahimken, emekliler neredeyse yaşayamaz hale gelmişken, durumu iyileştireceğiz deyip bunu Ocak ayına erteleyen bir anlayışı kabul etmiyoruz. Evet, bunun karşısında başka bir hikaye daha var ekonomiyle ilgili.

Yine araştırmalara göre Türkiye’deki bankaların ve sermaye gruplarının önemli miktarda yüksek kar elde ettiği söyleniyor. 2022 yılının kar oranı açıklandığında katlanmış bir kar oranı gözüküyor. Yüzde 112. Bir kısım şirketler ve bankalar yüzde 112 kar ediyor ama emeklimizin ve çalışanımızın geliri, maaş arttığı gün bile yapılan farklarla beraber cebinden alınıyor. Böyle bir hikaye yok.

Bu koşullarda insanların barış içinde yaşaması mümkün değil. Onun için de zaten her yerde silahlar patlıyor, adliye önünde kavgalar oluyor, insanlar birbirlerine giriyorlar. İnsanların artık ruhsal bozukluklar içerisine girdiğini bilim insanları da söylüyor. Buradan bir kez daha sesleniyoruz; bu ekonomik koşullarda Türkiye’yi yönetmek mümkün değildir. Siz otoriter ve faşizan rejiminizi inşa etmeye çalışıyorsunuz ama aynı zamanda anayasayı herkesin katıldığı ve benim anayasam diyeceği bir şekilde yapma iddianız var. Bunun gerçekçi olmadığını buradan bir kez daha söylüyorum.

Dış politika meselesiyle ilgili de Erdoğan’ın açıklaması var. Erdoğan şunu söylüyor: “Biz dostluk elimizi bütün dünyaya, bütün bölgelerimize uzatıyoruz”. Nereye uzatıyor? Suriye’ye uzatıyor, Libya’ya uzatıyor ve başka ülkeleri sıralıyor. Biz de diyoruz ki bu mevcut ülkelerde dostluk elinizi uzattıysanız, barışı temin ettiyseniz vay halimize. Çünkü bu ülkelerde sürekli insanlar çatışma içinde. Son örnek Karabağ’da yaşanan durum. Ve en son bu sürecin bir parçası olarak Irak’ta yaşanan durumları sizlerle paylaşmak isteriz.

Irak’ta ve Suriye’de yaşanan müdahaleler ve yapılan operasyonlar, oradaki halklar arasında düşmanlığı besledi ve aynı zamanda bu düşmanlık siyasetinin sonucu olarak da ülkemizde hayatı derinden etkileyen ekonomik krizlerin ve toplumsal süreçlerin bir parçası oldu. Biz buradan ısrarla şunu söylüyoruz; bu siyasetinizin sonu gelmiştir. Bu yöntemler denenmiş yöntemlerdir. Denenmiş yöntemlerle bütün dünyadaki süreci değerlendirip barışı sağlayamazsınız, dostluk elini uzatamazsınız. Ancak ve ancak kendi çıkarlarınız için neo-liberal politikaların parçası haline gelmiş olursunuz.

Son olarak sizlerle şunu paylaşmak isterim. Ülkemiz böyle bir süreçten geçerken, biz de seçim sonrası uzun tartışmalar ve değerlendirmeler yaptığımız bir kongre sürecindeyiz. Konferanslarımızı ve çalıştaylarımızı yaptık. 15 Ekim’de bir kongremiz var. Buradan sizler vasıtasıyla tüm halkımıza şunu ifade etmek istiyoruz. Bu kongre bizim için tarihi bir kongredir. Yenilenmenin güçlü bir şekilde sözünü söyleyeceği, Türkiye’nin demokratik siyasetinde, barışında, özgürlüğünde, eşitliğinde, adaletinde Yeşil Sol Parti’nin yeni ismiyle çok güçlü bir şekilde yenilenerek sorumluluk alacağı bir sürecin içindeyiz.

Biz bu kongreye tarihsel bir önem atfediyoruz. Bütün halklarımızı, bütün yoldaşlarımızı bu kongrenin değişimine ve sözüne ortak olmaya, “Özgürlük İçin Yeniden” buluşmaya çağırıyoruz. 15 Ekim’de “Özgürlük İçin Yeniden” şiarıyla yapacağımız kongrenin, Türkiye’deki bütün halklar için, özgürlük için, eşitlik için, barış içinde demokratik bir yaşam için çok önemli olduğunu düşünüyoruz. Onurlu ve büyük bir geleneğin taşıyıcısı olarak sürdürdüğümüz bu görevi bizden sonrakilere devretme kararlılığındayız. Halkların özgürlük ve demokrasi mücadelesinde vardık, varız, var olacağız. Gelecek güzel günlere olan inancımızla sizleri saygıyla ve sevgiyle selamlıyorum.”

Paylaşın