“Bira Göbeği” Neden Kalp Krizi Riskini Artırıyor?

Son yıllarda özellikle erkeklerde yaygınlaşan “bira göbeği”, sadece estetik bir sorun olmaktan çıkıp ciddi bir “kalp krizi” risk faktörü olarak dikkat çekiyor.

Haber Merkezi / Kardiyologlar, karın bölgesinde biriken yağın diğer bölgelerdeki yağlanmadan çok daha tehlikeli olduğuna vurgu yapıyor.

Uzmanlara göre “bira göbeği” olarak adlandırılan görünüm, aslında viseral yağlanmanın bir sonucu. Karın içi organları çevreleyen bu yağ türü, metabolik açıdan son derece aktif ve vücutta sürekli bir iltihaplanma hali yaratıyor. Bu durum, damar duvarlarını zayıflatıyor ve damar sertliğini hızlandırıyor.

Viskeral yağ, karaciğer üzerinde doğrudan baskı oluşturduğu için özellikle kötü kolesterol (LDL) ve trigliserit seviyelerinde artışa, iyi kolesterol (HDL) düzeylerinde ise düşüşe yol açıyor. Ayrıca bu yağlanma insülin direncini tetikleyerek tip 2 diyabet riskini de artırıyor. Tüm bu faktörler, kalp krizi ihtimalini ciddi biçimde yükseltiyor.

Uzmanlar, düzenli bira tüketiminin hem yüksek kalorili olması hem de karaciğer yağlanmasını artırması nedeniyle riskin daha da büyüdüğünü belirtiyor. Alkol; kolesterol dengesinin bozulması, tansiyon yükselmesi ve metabolizmanın yavaşlaması gibi etkiler yoluyla kalp damarlarını olumsuz etkiliyor.

Kardiyoloji dernekleri, erkeklerde 102 cm’nin, kadınlarda ise 88 cm’nin üzerindeki göbek çevresi ölçümlerinin kalp krizi riskiyle güçlü bir bağlantıya sahip olduğunu hatırlatıyor.

Yetkililer, “Bira göbeği yalnızca fazla kilonun değil, organları tehdit eden iç yağlanmanın göstergesi” diyerek vatandaşları uyarıyor.

Paylaşın

Çocuklara Sosyal Medya Yasağı: Koruma Mı, Kontrol Mü?

Çocuklar sosyal medya ortamında pek çok riskle karşı karşıya. Ancak sosyal medya yasağı, bu riskleri ortadan kaldırmak yerine görünmez hale getirme tehlikesi taşıyor.

Haber Merkezi / Ayrıca devlet kontrolü ile şirket sorumsuzluğu arasına sıkışmış çocukların geleceği, bir yasak maddesinden çok daha fazlasını hak ediyor.

Son yıllarda sosyal medya platformları, yalnızca yetişkinlerin değil; çocukların da günlük yaşamının merkezine yerleşti. Ancak bu hızlı yayılma, beraberinde giderek büyüyen bir tartışmayı da getiriyor:

Çocuklara sosyal medya yasağı getirilmeli mi? Bu soru, basit bir güvenlik önlemi tartışmasından ibaret değil; teknolojinin, ebeveynliğin, devlet otoritesinin ve özgürlük kavramının kesiştiği çetrefilli bir kavşak aslında.

Çocukların sosyal medya kullanımına yönelik kaygılar elbette temelsiz değil. Araştırmalar, özellikle 10–16 yaş arası gençlerin sosyal medya kullanımının:

Güzellik algısını bozan filtre kültürü,
Dikkat dağınıklığı ve bağımlılık davranışları,
Uyku düzeninin bozulması gibi sonuçlarla ilişkilendirilebileceğini gösteriyor.

Ebeveynlerin büyük bölümü, çocuklarının dijital dünyada neyle karşılaştığını kontrol edemiyor. Platformların algoritmik yapısı ise çocukları daha çok ekrana bağlayacak şekilde tasarlanmış durumda. Bu tabloya bakıldığında, “yasak” kelimesi bir anda kulağa o kadar da radikal gelmeyebiliyor.

Sosyal medya şirketlerinin sorumluluğunu yerine getirmemesi kabul edilebilir değil; ancak çözümün her zamanki gibi bireyden —özellikle de çocuktan— beklenmesi de adil görünmüyor. Birçok ülke, yaş doğrulama sistemlerini zorunlu kılmayı tartışıyor. Ne var ki devletlerin bu doğrulama süreçlerini nasıl kullanacağı, gizlilik kaygılarını da beraberinde getiriyor.

Peki devlet, çocukları koruma iddiasıyla neyi gözetleyecek, hangi verileri toplayacak ve bunları nasıl saklayacak? “Çocuğu koruma” gerekçesi, yıllardır internet sansürlerinin en meşru görünen kılıfı değil miydi?

Bir diğer kritik soru şu: Yasak, etkili olur mu?

Çoğu yetişkinin bile yaşadığı çevrimiçi kaçak yolları bir çocuğun bulamayacağını düşünmek fazla iyimser. VPN kullanımından sahte yaş doğrulamalarına kadar pek çok yöntem, birkaç dakikalık bir internet aramasıyla öğrenilebiliyor. Yani yasak, çoğu durumda yalnızca çocuğu daha denetimsiz, daha riskli alanlara itebilir.

Üstelik sosyal medya, çocuklar için yalnızca bir tehdit değil; aynı zamanda:

Kendini ifade etme alanı,
Yaratıcılık sahası,
Eğitim ve topluluk kurma imkânı da sunuyor.

Sosyal medyadan tamamen uzak bir çocuk, dijital dünyanın diliyle geç tanıştığında aslında dijital bir dezavantajla da karşı karşıya kalıyor.

Çocuklara sosyal medya yasağı getirmek, kolay ama yanıltıcı bir çözüm. Asıl zor olan; teknoloji şirketlerini hesap verebilir kılmak, eğitimi güncellemek, ebeveynlere dijital farkındalık kazandırmak ve çocuklarla sağlıklı iletişim kurmak.

Gerçek koruma; yasaktan değil, bilgiden, eleştirel dijital okuryazarlıktan, sağlam bir sosyal destek sisteminden geçiyor.

Evet, çocuklar sosyal medya ortamında pek çok riskle karşı karşıya. Ancak sosyal medya yasağı, bu riskleri ortadan kaldırmak yerine görünmez hale getirme tehlikesi taşıyor. Ayrıca devlet kontrolü ile şirket sorumsuzluğu arasına sıkışmış çocukların geleceği, bir yasak maddesinden çok daha fazlasını hak ediyor.

Kısacası mesele, çocukları sosyal medyadan uzak tutmak değil; sosyal medyayı çocuklar için daha güvenli, daha etik ve daha insani kılmak.

Paylaşın

Uyku Pozisyonu Kalp Sağlığını Nasıl Etkiler?

Uyku pozisyonunun kalp sağlığı üzerindeki etkisi genellikle dolaylıdır. Uyku pozisyonu, kalp sağlığını farklı şekillerde etkileyebilir, ancak bu etkiler bireysel sağlık durumuna ve uyku pozisyonuna bağlı olarak değişebilir.

Haber Merkezi / İşte yaygın uyku pozisyonlarının kalp sağlığı üzerindeki etkileri:

Sırt Üstü Uyuma (Supin Pozisyon): Sırt üstü uyuma, vücudun doğal hizasını destekler ve omurga üzerindeki baskıyı azaltabilir. Kalp üzerinde doğrudan bir baskı oluşturmaz, bu da genellikle kalp sağlığı için nötr bir pozisyon olarak kabul edilir.

Horlama veya uyku apnesi problemi olan kişilerde bu pozisyon hava yolunu tıkayabilir, bu da kan oksijen seviyelerini düşürebilir ve kalbin daha fazla çalışmasına neden olabilir. Uyku apnesi, kalp hastalıkları riskini artırabilir.

Yan Yatma (Özellikle Sol Yan): Sağ yan yatma, özellikle hamilelerde önerilir çünkü kalbe ve diğer organlara kan akışını kolaylaştırabilir. Sol yan yatma ise bazı çalışmalarda kalp üzerindeki baskıyı artırabileceği öne sürülse de, bu etki genellikle minimaldir.

Sol yan yatma, bazı insanlarda reflü semptomlarını kötüleştirebilir (gastroözofageal reflü hastalığı – GÖRH), bu da dolaylı olarak kalp sağlığını etkileyebilir, çünkü reflü uyku kalitesini bozabilir.

Yüzüstü Uyuma (Pron Pozisyon): Yüzüstü uyuma, boyun ve omurga için genellikle önerilmez. Ayrıca, bu pozisyon göğüs kafesine baskı yaparak solunumu zorlaştırabilir, bu da özellikle kalp veya akciğer rahatsızlığı olan kişilerde kalbin iş yükünü artırabilir.

Uyku Apnesi ve Kalp Sağlığı: Uyku pozisyonu, özellikle obstrüktif uyku apnesi (OSA) olan kişilerde kalp sağlığı üzerinde dolaylı bir etkiye sahiptir. Yan yatma, uyku apnesini hafifletebilir, bu da kan basıncını düşürerek ve kalbin üzerindeki yükü azaltarak kalp sağlığını koruyabilir.

Genel Öneriler:

Kalp rahatsızlığı olan kişiler için genellikle sağ yan yatma önerilir, çünkü bu pozisyon kalbe en az baskı yapar.

Uyku kalitesini artırmak, stres hormonlarını azaltarak ve kan basıncını düzenleyerek kalp sağlığını destekler. Bu nedenle rahat bir uyku pozisyonu bulmak önemlidir.

Kalp yetmezliği gibi ciddi bir kalp rahatsızlığınız varsa, doktorunuz yatarken başınızın hafif yüksekte tutulmasını (yastıkla desteklenmiş pozisyon) önerebilir, bu da akciğerlerde sıvı birikimini azaltabilir.

Paylaşın

Bu Mineral Beyin Fonksiyonlarını Artırıyor

Bakır, sinir sisteminin gelişimi ve işlevi için gerekli olan hayati bir mikro besindir; ancak beynin düzgün çalışması için vücutta optimum bakır seviyesinin korunması gerekir.

Haber Merkezi / Beynin düzgün çalışması için gerekli olan bakırın eksikliği de nörolojik bozukluklara yol açabilir.

Aşırı bakır toksik olabilir ve oksidatif strese ve nöron hasarına katkıda bulunabilir Bu hasar, beyin fonksiyonlarını bozabilir ve Alzheimer, Parkinson ve Wilson hastalığı gibi hastalıklara neden olabilir.

Uzmanlara göre, insan vücudu bakırı kendi başına üretemiyor, bu yüzden besinlerden alınması gerekir. Takviyeler de bir seçenektir, ancak bu mineral çeşitli gıdalarda da mevcuttur. Bakırın başlıca kaynakları, deniz ürünleri ve bazı hayvansal organlar, özellikle de sığır karaciğeridir.

Bakır ayrıca kuruyemişlerde, tohumlarda, kuru meyvelerde, baklagillerde, bitter çikolatada, tam tahıllarda ve ıspanak gibi yapraklı sebzelerde de bulunur.

Bakır sadece beyin sağlığına yardımcı olmaz, aynı zamanda enerji üretimi, kırmızı kan hücrelerinin yapımı, demir emilimi ve bağışıklık sisteminin en iyi durumda kalması için de gereklidir.

Sağlıklı kan damarlarının, sinirlerin ve kemiklerin korunmasına yardımcı olan bakır, ayrıca kolajen ve bağ dokularının üretimi için de gereklidir.

Paylaşın

Şekerli İçecekler Karaciğere Nasıl Zarar Verir?

Şekerli içeceklerin aşırı tüketimi, karaciğerde yağ birikimi, insülin direnci, iltihap ve oksidatif stres gibi sorunlara yol açarak karaciğer sağlığını tehdit eder.

Haber Merkezi / Bu riskleri azaltmak için şekerli içecek tüketimini sınırlamak ve dengeli bir diyet benimsemek önemlidir.

Şekerli içecekler, özellikle yüksek fruktoz içerenler (örneğin, mısır şurubuyla tatlandırılmış gazlı içecekler), karaciğere çeşitli yollarla zarar verebilir:

Yağlı Karaciğer Hastalığı (NAFLD): Fruktoz, karaciğerde doğrudan yağa dönüştürülür. Aşırı şekerli içecek tüketimi, karaciğerde yağ birikimini artırarak non-alkolik yağlı karaciğer hastalığına (NAFLD) yol açabilir. Bu durum, karaciğer iltihabı ve hasar riskini artırır.

İnsülin Direnci: Şekerli içecekler kan şekerini hızla yükseltir ve insülin salgısını artırır. Sürekli yüksek insülin seviyeleri, karaciğerde insülin direncine neden olabilir. Bu, karaciğerin şekeri ve yağı işleme yeteneğini bozarak metabolik sorunlara yol açar.

Oksidatif Stres ve İltihap: Şekerli içeceklerdeki yüksek şeker içeriği, karaciğerde oksidatif stresi ve iltihabı tetikleyebilir. Bu, karaciğer hücrelerinde hasara ve uzun vadede siroz gibi ciddi hastalıklara zemin hazırlayabilir.

Kalori Fazlalığı ve Obezite: Şekerli içecekler yüksek kalorilidir ve tokluk hissi vermez. Bu, aşırı kalori alımına ve obeziteye yol açabilir, ki bu da karaciğer yağlanmasını ve diğer metabolik sorunları kötüleştirir.

Gut Riski: Fruktoz, ürik asit üretimini artırabilir. Yüksek ürik asit seviyeleri karaciğerde iltihaplanmayı ve gut hastalığını tetikleyebilir.

Paylaşın

Konsantrasyonu Artırmaya Yardımcı Olan Besinler

Beslenme, bilişsel işlevlerin ve hafızanın korunmasında önemli bir rol oynamaktadır. Araştırmalar, belirli bileşenler içeren besinlerin beyni doğrudan etkileyebileceğini ve konsantrasyonu artırabileceğini ortaya koymuştur.

Haber Merkezi / Gün boyu tercih edilecek doğru besinler zihinsel odaklanmayı, hafızayı ve bilişsel işlevleri önemli ölçüde iyileştirebilir:

Yağlı Balıklar (Omega-3 Kaynağı): Somon, sardalya, uskumru gibi balıklar, omega-3 yağ asitleri bakımından zengindir. Omega-3, beyin sağlığını destekler ve bilişsel performansı artırır.

Yaban Mersini: Antioksidanlar açısından zengin olan yaban mersini, beyin hücrelerini korur ve hafızayı güçlendirir. Araştırmalar, düzenli tüketiminin konsantrasyonu artırabileceğini gösteriyor.

Kuruyemişler ve Tohumlar: Ceviz, badem, keten tohumu ve chia tohumu, E vitamini ve sağlıklı yağlar içerir. Özellikle ceviz, beyin fonksiyonlarını destekler.

Tam Tahıllar: Kinoa, yulaf, esmer pirinç gibi tam tahıllar, beyne sabit enerji sağlar. Glikoz, beynin ana yakıtıdır ve tam tahıllar kan şekerini dengede tutar.

Yeşil Yapraklı Sebzeler: Ispanak, kale, brokoli gibi sebzeler, K vitamini, folat ve beta-karoten içerir. Bu besinler, bilişsel gerilemeyi yavaşlatır ve odaklanmayı artırır.

Avokado: Sağlıklı tekli doymamış yağlar içeren avokado, beyne kan akışını iyileştirir ve konsantrasyonu destekler.

Bitter Çikolata (En az yüzde 70 Kakao): Flavonoidler ve kafein içerir; bu maddeler, odaklanmayı ve hafızayı güçlendirir. Ancak ölçülü tüketmek önemlidir.

Yumurta: B12 vitamini, kolin ve protein kaynağı olan yumurta, sinir sistemi sağlığını destekler ve konsantrasyonu artırır.

Su ve Bitki Çayları: Dehidrasyon konsantrasyonu olumsuz etkiler. Yeterli su içmek ve yeşil çay gibi antioksidan içeren içecekler tüketmek beyin fonksiyonlarını destekler.

Zerdeçal: İçeriğindeki kurkumin, anti-inflamatuar özellikleriyle beyin sağlığını korur ve bilişsel performansı artırabilir.

Not: Bu yiyeceklerin etkisini görmek için düzenli ve dengeli bir diyet önemlidir. Ayrıca, şekerli ve işlenmiş gıdalardan kaçınmak konsantrasyonu sürdürmeye yardımcı olur.

Paylaşın

Kilo Vermeye Yardımcı Olabilecek Nişastalı Sebzeler

Kilo verme söz konusu olduğunda, bazı yiyecekler haksız yere görmezden gelinir. Nişastalı sebzeler bunun en iyi örnekleridir. Nişastalı sebzeler, nişastasız olanlara göre daha fazla karbonhidrat içerse de, bu kilo vermede yasak oldukları anlamına gelmez.

Haber Merkezi / Kilo vermeye yardımcı olabilecek nişastalı sebzeler, besleyici olmaları, tokluk sağlamaları ve dengeli bir diyetin parçası olarak tüketildiklerinde fayda sağlamaları açısından önemlidir. Ancak, bu sebzeler yüksek karbonhidrat içerdiğinden porsiyon kontrolüne dikkat edilmelidir.

İşte kilo vermeye destek olabilecek bazı nişastalı sebzeler ve özellikleri:

Tatlı Patates: Yüksek lif içeriği sayesinde uzun süre tokluk sağlayan tatlı patates, A vitamini (beta-karoten), C vitamini ve antioksidanlar açısından zengindir. Tatlı patates ayrıca düşük glisemik indeksi, kan şekerini dengede tutmaya yardımcı olabilir.

Tatlı patates fırında, haşlanmış veya püre halinde, yağsız ve düşük kalorili soslarla hazırlanabilir. Örneğin, zeytinyağı ve baharatlarla fırınlayarak sağlıklı bir atıştırmalık elde edilebilir.

Patates: Patates, kötü bir üne sahip olsa da, haşlanmış veya fırınlanmış haliyle lif ve potasyum açısından zengindir. Soğutulmuş haşlanmış patates, dirençli nişasta içerir ve bu, bağırsak sağlığını desteklerken tokluğu artırabilir.

Patates,, kızartma yerine haşlayarak veya fırınlayarak, az yağlı yoğurt veya baharatlarla tüketilebilir. Ayrıca, patates salatası yaparken yağlı soslardan kaçınılmalı.

Mısır: Lif, vitamin (özellikle B vitamini) ve mineral açısından zengin olan mısır, ölçülü tüketildiğinde enerji verir ve tatlı isteğini bastırabilir. Haşlanmış veya ızgara mısır tercih edilmeli. Tereyağı veya ağır soslar yerine baharatlar kullanılmalı.

Bezelye: Protein ve lif içeriği yüksek olan bezelye, nişastalı sebzeler arasında daha düşük kalorili bir seçenektir. Bezelye, tokluk hissini artırır ve kas onarımına destek olur. Bezelye, salatalara, çorbalara veya hafif sebze yemeklerine eklenerek tüketilebilir.

Önemli Notlar:

Porsiyon Kontrolü: Nişastalı sebzeler karbonhidrat açısından zengin olduğundan, aşırı tüketim kilo verme sürecini yavaşlatabilir.

Pişirme Yöntemi: Kızartma yerine haşlama, buharda pişirme veya fırınlama gibi sağlıklı yöntemler tercih edilmeli. Ayrıca, fazla yağ ve kalorili soslardan kaçınılmalı.

Dengeli Beslenme: Nişastalı sebzeler, yeşil yapraklı sebzeler, protein kaynakları (örneğin, tavuk, balık, baklagiller) ve sağlıklı yağlarla (avokado, zeytinyağı) dengeleyerek tüketilmeli.

Hareket ve Su Tüketimi: Kilo verme sürecinde sadece beslenme değil, düzenli egzersiz ve yeterli su tüketimi de önemlidir.

Paylaşın

Daha Uzun Yaşamın Sırrı İki Vitaminde Gizli

Egzersiz ve dengeli beslenme gibi sağlıklı alışkanlıklarla birlikte D ve B9 vitaminlerini almak, yaşam sürenizi uzatmanıza ve kronik hastalık riskinizi azaltmanıza yardımcı olabilir.

Haber Merkezi / Bu vitaminler, kalp ve beyin sağlığının korunmasında da önemli rol oynar.

D Vitamini

Güneş vitamini olarak da bilinen D vitamini, uzun yaşamak isteyenler için olmazsa olmaz bir besindir.

D vitamini eksikliğinin, kardiyovasküler hastalık, kanser ve nörodejenerasyon gibi yaşa bağlı rahatsızlıklarla bağlantılı olduğu bilinmektedir. D vitamini eksikliği giderilerek, bu hastalıklara yakalanma riskleri azaltılabilir.

D Vitaminin Özellikleri ve İşlevleri:

Temel İşlevleri: Kalsiyum ve fosfor emilimini destekler, kemik ve diş sağlığını korur, bağışıklık sistemini güçlendirir, kas fonksiyonlarını destekler ve bazı kronik hastalıkların riskini azaltabilir.

Eksiklik Belirtileri: Raşitizm (çocuklarda), osteomalazi (yetişkinlerde kemik yumuşaması), osteoporoz, kas zayıflığı, yorgunluk, bağışıklık sistemi sorunları.

Fazlalık Belirtileri: Hiperkalsemi (kanda fazla kalsiyum), böbrek taşları, mide bulantısı, böbrek hasarı.

D Vitamini Kaynakları:

Güneş Işığı: Cilt, UVB ışınlarıyla D vitamini sentezler. Günde 15-30 dakika güneş ışığı (coğrafi konum, cilt tipi ve mevsimsel faktörlere bağlı) genellikle yeterlidir.

Besinler:

Yağlı balıklar (somon, uskumru, sardalya)
Yumurta sarısı
Karaciğer
Süt, yoğurt, peynir (genellikle D vitamini ile zenginleştirilmiş)
Mantar (UV ışığına maruz kalmış olanlar)

Takviyeler: D3 (kolekalsiferol) veya D2 (ergokalsiferol) formunda alınabilir. Doktor önerisiyle kullanılmalıdır.

B9 Vitamini (Folik Asit):

Folik asit, sebzelerde, kuruyemişlerde, baklagillerde ve diğer besinlerde doğal olarak bulunan bir B vitamini ve B9 vitamininin sentetik formudur. Folik asit, hücre büyümesine yardımcı olur ve vücudu felç ve bazı kanser türlerinden korur.

Araştırmalar ayrıca folik asit takviyesi almanın felç riskini yüzde 20 oranında azaltarak yaşam süresini uzattığını göstermektedir.

B9 Vitaminin Özellikleri ve İşlevleri:

Temel İşlevleri: DNA ve RNA sentezi, hücre bölünmesi ve onarımı. Kırmızı kan hücresi üretimi, anemi önlenmesi. Hamilelikte fetüsün nöral tüp gelişimi için kritik (spina bifida gibi kusurları önler). Kalp sağlığını destekler (homosistein seviyesini düşürerek).

Eksiklik Belirtileri: Megaloblastik anemi (büyük, olgunlaşmamış kırmızı kan hücreleri), yorgunluk, halsizlik, soluk cilt, sinirlilik, depresyon, ağız yaraları, hamilelikte nöral tüp defekti riski.

Fazlalık Belirtileri: Genellikle takviyelerle yüksek dozda alınmazsa toksisite nadirdir. Çok yüksek dozlar B12 vitamini eksikliğini maskeleyebilir, sinir hasarına yol açabilir.

B9 Vitamini Kaynakları:

Doğal Folat Kaynakları:

Yeşil yapraklı sebzeler (ıspanak, brokoli, marul).
Baklagiller (mercimek, nohut, fasulye).
Avokado, kuşkonmaz, brüksel lahanası.
Narenciye (portakal), muz.
Karaciğer (ancak hamileler için dikkatli tüketilmeli).

Zenginleştirilmiş Gıdalar: Ekmek, makarna, pirinç ve tahıllar (folik asitle zenginleştirilmiş).

Takviyeler: Folik asit formunda, özellikle hamilelikte önerilir (400-800 mcg/gün). Doktor önerisiyle kullanılmalıdır.

Paylaşın

Baş Ağrılarını Azaltmanın Doğal Yolları

Sürekli baş ağrısından sıkıldıysanız, yaşam tarzınızda yapacağınız birkaç basit değişiklikle baş ağrılarınızı hafifletebileceğinizi ve gününüzü rahatlıkla geçirebileceğinizi unutmayın.

Haber Merkezi / Baş ağrılarını doğal yollarla azaltmak için şu yöntemleri deneyebilirsiniz:

Bol Su İçin: Dehidrasyon baş ağrısını tetikleyebilir. Günde 2-3 litre su içmeye özen gösterin.

Magnezyum Alımı: Magnezyum eksikliği baş ağrısına neden olabilir. Badem, ıspanak, avokado gibi magnezyum açısından zengin gıdalar tüketin veya doktor tavsiyesiyle takviye alın.

Soğuk veya Sıcak Kompres: Alnınıza veya enseye soğuk kompres uygulayın (gerilim tipi baş ağrıları için). Migren için sıcak kompres de rahatlatıcı olabilir.

Kafein Dengeleyin: Az miktarda kahve veya çay baş ağrısını hafifletebilir, ancak fazla kafein ters etki yapabilir.

Esansiyel Yağlar: Nane veya lavanta yağı ile şakaklara hafif masaj yapın. Aromaterapi de rahatlatıcı olabilir.

Düzenli Uyku: Yetersiz veya fazla uyku baş ağrısını tetikler. Günde 7-8 saat düzenli uyuyun.

Stresi Azaltın: Meditasyon, derin nefes egzersizleri veya yoga gibi rahatlama teknikleri stresten kaynaklanan baş ağrılarını hafifletebilir.

Ekran Süresini Azaltın: Uzun süre ekrana bakmak gerilim baş ağrısına neden olabilir. 20-20-20 kuralını uygulayın (her 20 dakikada 20 saniye uzağa bakın).

Zencefil Çayı: Zencefil iltihap önleyici özellikleriyle migren ve baş ağrısını hafifletebilir. Bir bardak zencefil çayı deneyin.

Boyun ve Omuz Masajı: Gergin kasları gevşetmek için hafif bir masaj uygulayın veya birinden yardım isteyin.

Not: Baş ağrılarınız sık ve şiddetliyse, altta yatan bir sağlık sorunu olabilir. Bir doktora danışmanız faydalı olacaktır.

Paylaşın

Eklemleri Güçlendirmek İçin Hangi Besinler Tüketilmeli?

Uzmanlar, eklem sağlığı için sağlıklı beslenmenin önemli olduğunu söylerken, araştırmalarda, belirli besinlerin eklem sağlığını korumaya yardımcı olabileceğini gösteriyor.

Haber Merkezi / Eklemleri güçlendirmek için günlük olarak aşağıdaki besinlerin tüketilmesi öneriliyor:

Omega-3: Somon ve sardalya gibi yağlı balıklar, keten tohumu ve ceviz, eklem iltihabını azaltarak artrit kaynaklı ağrı ve sertliği azaltabilen omega-3 yağ asitlerinin zengin kaynaklarıdır.

Kalsiyum ve D Vitamini: Süt, yoğurt, peynir ve yeşil yapraklı sebzeler kemikleri güçlendirmeye ve eklemlere binen yükü azaltmaya yardımcı olur.

Protein: Tavuk ve yumurta gibi protein kaynakları da eklem dokularının yeniden yapılanmasına yardımcı olur.

İltihap önleyici meyve ve sebzeler: Çilek, kiraz ve yeşil sebzeler, antioksidan ve iltihap önleyici bileşenleriyle eklem hasarını hafifletebilir.

Magnezyum ve çinko: Kuruyemişler, tohumlar ve baklagiller, kas sağlığı ve eklem dokusu yenilenmesinde rol oynayan bu mineralin önemli kaynaklarıdır.

Baharatlar ve otlar: Örneğin zerdeçal ve zencefil, iltihap giderici etkileriyle eklem ağrılarını ve iltihabı azaltmaya yardımcı olabilir.

Paylaşın