Temmuz, Kayıtlara Geçen En Sıcak Üçüncü Ay Oldu

Avrupa Birliği (AB) tarafından finanse edilen Copernicus İklim Değişikliği Servisi’nin (C3S) verilerine göre, geçtiğimiz Temmuz ayı kayıtlara geçen en sıcak üçüncü ay oldu.

Dünya genelinde ortalama yüzey hava sıcaklığı 1991-2020 döneminde Temmuz ayı ortalamasının 0,45°C üzerinde, 16,68°C olarak gerçekleşti.

AB’nin Copernicus İklim Değişikliği Servisi’nin (C3S) son verilerine göre, bu Temmuz ayı küresel olarak kayıtlara geçen en sıcak üçüncü Temmuz ayı oldu.

En sıcak Temmuz olan 2023’e göre 0,27°C, en sıcak ikinci Temmuz olan 2024’e göre ise 0,23°C daha soğuktu. Geçen ay ayrıca 1850-1900 yılları arasındaki sanayi öncesi ortalamanın 1,25°C üzerinde gerçekleşti ve son 25 ay içinde 1,5°C eşiğine ulaşmayan sadece dördüncü ay oldu.

C3S Direktörü Carlo Buontempo, en sıcak Temmuz ayından iki yıl sonra, küresel sıcaklıklardaki rekor serisinin “şimdilik sona erdiğini” söylüyor. Buontempo, “Ancak bu iklim değişikliğinin durduğu anlamına gelmiyor” diye ekliyor.

Buontempo, “Temmuz ayında aşırı sıcaklar ve seller gibi olaylarda ısınan bir dünyanın etkilerine tanık olmaya devam ettik. Atmosferdeki sera gazı konsantrasyonlarını hızla dengelemediğimiz sürece, sadece yeni sıcaklık rekorları değil, aynı zamanda bu etkilerin daha da kötüleşmesini beklemeliyiz ve buna hazırlıklı olmalıyız.” diyor.

Copernicus Servisi, 1940’tan beri kaydedilen iklim verilerini, 1850’ye kadar uzanan bilgilerle birleştirerek kullanır. Bu veriler, iklim evriminin ve insan faaliyetlerinin küresel sıcaklıklar üzerindeki etkisinin hassas bir şekilde analiz edilmesini sağlar.

Paylaşın

Türkiye’nin Yüzde 88’i Çölleşme Riskiyle Karşı Karşıya

Birleşmiş Milletler (BM) desteğiyle hazırlanan bir raporda; Türkiye’nin yüzde 88’i çölleşme riskiyle karşı karşıya kaldığı belirtildi. Raporda, 21. yüzyılın sonunda Türkiye’de yağış oranları yüzde 30 oranında düşeceği vurgulandı.

Raporun yazarlarından Dr. Kelly Helm Smith, “Kuraklık sadece bir hava olayı değil; sosyal, ekonomik ve çevresel buhranlara da yol açabiliyor” diyor ve ekliyor: “Asıl soru bunun bir daha olup olmayacağı değil, bir dahaki sefere daha iyi hazırlanıp hazırlanmayacağımız.”

Birleşmiş Milletler (BM) desteğiyle hazırlanan yeni bir rapor, son iki yılda tarihin en ciddi kuraklıklarından birkaçının gerçekleştiğini tespit etti. Raporda Türkiye’nin 2030’da ciddi bir kuraklıkla karşı karşıya kalabileceği uyarısı yapıldı.

Raporda Akdeniz bölgesine özel bir bölüm ayrılıyor ve hava sıcaklıklarındaki artışla yağışlardaki düşüş dikkate alınarak iklim değişikliğinin ana merkezlerinden biri olarak değerlendiriliyor. Akdeniz ikliminde kuraklığın normal olduğu ancak sıklığı ve etkisinin 1950’lerden bu yana hızla arttığı belirtiliyor.

Rapora göre bölgede ortalama hava sıcaklıklarının 2050 yılında 2-3 derece, 2100 yılında 3-5 derece arasında artması bekleniyor. Her 2 derecelik sıcaklık artışı, bölgede suya erişimin yüzde 15’e kadar varan oranda azalması anlamına geliyor.

Raporda ayrı bir yer ayrılan Türkiye de, çöl iklimine benzeyen bir iklimin görülmesi olasılığının artması nedeniyle bu kuraklıktan etkilenme potansiyeli en yüksek ülkeler arasında görülüyor. Akdeniz havzasında iklim değişikliği ve küresel ısınmanın etkisi ve olası risklerini incelemek için raporda üç ülke baz alınıyor: İspanya, Fas ve Türkiye.

“Türkiye yarı kurak ve toprak parçalanmaya yatkın. Ülkenin yüzde 88’i çölleşme riskiyle karşı karşıya” ifadelerinin yer aldığı rapora göre, 21. yüzyılın sonunda Türkiye’de yağış oranları yüzde 30 oranında düşecek.

Eş zamanlı olarak sıcaklıklar da artacak ve 2100 itibarıyla ülkenin batısı ve güneyinde ortalama sıcaklıklar 4-5 derece daha fazla olacak.

2019’da Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Örgütü’ne (OECD) göre su konusunda sıkıntılar yaşayan ülke kategorisinde olan Türkiye, 2030’da “su fakiri” ülke kategorisinde olma riskiyle karşı karşıya. Bu da, nüfusun ve tarım alanlarının yüzde 80’inin beş yıl içinde kuraklık riskiyle karşı karşıya kalması anlamına geliyor.

Raporda, 2022’deki aşırı kurak geçen mevsimlerin ardından Türkiye’de 2023 yılında ciddi bir kuraklık görüldüğünü, bunun etkilerinin de özellikle tarım alanında hâlâ devam ettiği belirtiliyor. Türkiye’de su kaynaklarının yüzde 75’i tarım alanında kullanılıyor.

2030’da olası kuraklık göz önüne alındığında, rapor, su kaynaklarının kullanımı ve hatta farklı kaynaklara yönelme konusunda ülkede ciddi yatırımlar yapılması gerektiği konusunda uyarıda bulunuyor.

2025 yılının Ocak ayı da, son 24 yılın en kurak Ocak ayı oldu. Güneydoğu Anadolu Bölgesi ortalama Ocak ayı yağışının yüzde 6’sını alırken diğer bölgeler de sadece yüzde 30’unu aldı.

Somali’den Avrupa’ya kadar pek çok ülke, iklim değişikliğinin daha da belirginleştirdiği bu kuraklıklara tanık oldu. “Sessiz bir katil” olarak nitelendirilen kuraklığın “yavaşça hayatımıza girdiği, kaynakları tükettiği ve yaşamları mahvettiği” belirtilen raporda, kuraklığın yoksulluk ve ekosistem çöküşü gibi sorunları daha da ağırlaştırdığı aktarılıyor.

Raporda kuraklığın Afrika, Akdeniz, Latin Amerika ve Güneydoğu Asya’daki etkilerine dikkat çekilirken, Somali’de bu yılın başında 4,4 milyon kişinin kriz düzeyinde gıda güvensizliğiyle karşı karşıya olduğu tahmin ediliyor.

Raporun yazarları, bu “yeni normale” hazırlanmaları için hükümetlere daha güçlü erken uyarı sistemleri de dahil olmak üzere çeşitli tedbirler almalarını tavsiye ediyor.

ABD Ulusal Kuraklık Azaltma Merkezi’nin kurucu direktörü Dr. Mark Svoboda, “Bu yavaş ilerleyen küresel bir felaket ve şimdiye kadar gördüklerimin en kötüsü” diyor ve ekliyor:  “Bu rapor kuraklığın yaşamları, geçim kaynaklarını ve hepimizin bağımlı olduğu ekosistemlerin sağlığını nasıl etkilediğinin sistematik olarak izlenmesi gerektiğinin altını çiziyor.”

“Dünyadaki Kuraklık Noktaları” adlı rapor 2023’ten 2025’e kadar kuraklıktan en ciddi şekilde etkilenen yerleri tespit etti. Bu süre zarfında iklim değişikliğinin ısıtıcı etkileri, küresel hava durumunu değiştiren doğal iklim olayı El Niño tarafından daha da kötüleştirildi.

Pasifik Okyanusu’nun bazı bölgelerinde deniz yüzey sıcaklığı ortalamanın üstüne çıktığında ekvator boyunca rüzgarlar değişime uğruyor. El Niño denen bu durum tipik olarak Güney Afrika, Güneydoğu Asya, Kuzey ve Güney Amerika ve Avustralya gibi tropikal bölgelerde kurak koşullara neden oluyor.

Kuraklık kaynaklı kıtlık

Kenya, Etiyopya ve Somali’de yağmurlu olması gereken mevsimlerde üst üste yıllarca yağmur yağmaması sonucu Ocak 2023’te Afrika Boynuzu bölgesi son 70 yılın en kötü kuraklığıyla karşı karşıya kaldı. Bundan bir yıl önce de kuraklığın yol açtığı kıtlık nedeniyle Somali’de yaklaşık 43 bin kişi hayatını kaybetmişti.

Botsvana’daki su aygırlarının kuru nehir yataklarında mahsur kalması, Zimbabve ve Namibya’da yeterli gıdaya erişemeyen kişileri beslemek ve aşırı otlatmayı önlemek için öldürülen fillerle birlikte Afrika yaban hayatı da bu kuraklıktan etkilenmiş durumda.

Raporda kuraklığın en savunmasız toplulukları ve kadınları daha çok etkilediği, toplum üzerinde geniş kapsamlı etkileri olduğu aktarılıyor.

Bunun örneklerinden biri olarak da Doğu Afrika’nın kuraklıktan en çok etkilenen dört bölgesinde ailelerin geçinebilmek için başlık parasına yönelmesiyle birlikte çocukların zorla evlendirilmesi vakalarının iki katına çıkması gösteriliyor.

Raporun başyazarı Paula Guastello, “İnsanların kuraklıkla başa çıkmak için başvurduğu mekanizmaların, bu kuraklıkta işe yaramamaya başladığını gördük” diyor ve ekliyor: “Okuldan alınan ve evliliğe zorlanan kızlar, karanlığa gömülen hastaneler ve kirli su bulmak için kuru nehir yataklarında çukur kazan aileler… Bunlar ciddi birer kriz işareti.”

Rapora göre düşük ve orta gelirli ülkeler yıkımın en ağır yükünü taşırken diğer ülkeler de bundan etkileniyor. Örneğin İspanya’nın zeytin hasadı iki yıl süren kuraklık ve rekor sıcaklıklar nedeniyle yarıya indi.

Amazon havzasında rekor seviyeye düşen su seviyeleri balıkları öldürdü ve nesli tükenmekte olan yunusları daha fazla risk altına soktu. Binlerce kişinin kullandığı su kaynakları da bundan etkilendi.

Hatta kuraklık dünya ticaretini de etkiliyor: Ekim 2023 ile Ocak 2024 arasında Panama Kanalı’nda su seviyesi o kadar düştü ki günlük gemi geçişleri 38’den 24’e indirildi.

Raporun yazarlarından Dr. Kelly Helm Smith, “Kuraklık sadece bir hava olayı değil; sosyal, ekonomik ve çevresel buhranlara da yol açabiliyor” diyor ve ekliyor: “Asıl soru bunun bir daha olup olmayacağı değil, bir dahaki sefere daha iyi hazırlanıp hazırlanmayacağımız.”

(Kaynak: BBC Türkçe)

Paylaşın

Dünya’nın Aşırı Sıcak Kalmasının Gizli Nedeni Bulundu

Yeni bir araştırma, Dünya’nın en büyük yok oluş olayı (yaklaşık 252 milyon yıl önce) sırasında tropikal ormanların çökmesinin, gezegenin milyonlarca yıl boyunca aşırı sıcak kalmasının başlıca nedeni olduğunu ortaya koydu.

Haber Merkezi / Tropikal ormanlar, karbondioksiti atmosferden çekip bitkilerde ve toprakta depolama süreci olan karbon sekestrasyonunda önemli bir rol oynar. Bu ormanlar, “Permiyen-Triyas Kitlesel Yok Oluşu” sırasında yok olduğunda, Dünya soğumak için kullandığı temel araçlardan birini kaybetti.

Yok oluş sırasında, karbonu emecek ormanlar olmadığı için gezegen, yaklaşık 5 milyon yıl boyunca süper sera durumunda kaldı; bu durum, yok oluşu tetikleyen volkanik patlamaların sona ermesinden sonra bile devam etti.

Leeds Üniversitesi’nden araştırmanın baş yazarı Dr. Zhen Xu, Permiyen-Triyas yok oluş olayını izleyen aşırı küresel ısınmanın bilim insanlarını yıllardır şaşırttığını belirterek, “Bu olayı öne çıkaran şey, Dünya tarihinde başka hiçbir yüksek sıcaklık döneminde görülmemiş bir şey olan tropikal ormanların tamamen çökmesiydi” diyor.

Araştırma, Leeds Üniversitesi ve Çin Jeoloji Bilimleri Üniversitesi’nden araştırmacılar tarafından yapıldı.

Permiyen-Triyas Kitlesel Yok Oluşu, yaklaşık 252 milyon yıl önce, Permiyen ve Triyas dönemleri arasında gerçekleşen, Dünya tarihindeki en büyük kitlesel yok oluş olayıdır. Deniz türlerinin yüzde 90-95’i ve karasal türlerin yüzde 70’e yakını yok oldu.

Başlıca nedenleri arasında volkanik aktiviteler (Sibirya Trapları), metan salınımı, okyanus anoksisi, iklim değişikliği ve karbon döngüsündeki bozulmalar yer alır. Bu olay, dinozorların ve modern ekosistemlerin evrimine zemin hazırladı.

Paylaşın

Süpernovalar Dünya’da İklim Değişikliğini Tetikleyebilir Mi?

Büyük bir yıldız süpernova adı verilen parlak bir ışıkla patladığında, uzaya yüksek enerjili parçacıklardan oluşan bir dalga gönderir. Bu parçacıklar binlerce ışık yılı yol kat ederek güneş sistemlerini geçebilir ve hatta Dünya’ya bile ulaşabilir.

Haber Merkezi / Yeni bir araştırma, bu kozmik patlamaların geçmişte Dünya’da ani iklim değişikliklerine yol açmış olabileceğini öne sürüyor.

Royal Astronomical Society’nin Monthly Notices dergisinde yayımlanan araştırmada, Arktik ve Alpin Araştırma Enstitüsü’nde (INSTAAR) araştırma görevlisi olan Robert Brakenridge, süpernovaları Dünya iklimindeki ani değişimlerle ilişkilendiren yeni kanıtlar ortaya koyuyor.

Brakenridge’in araştırması, yakın mesafedeki süpernovaların (örneğin, 50-100 ışık yılı uzaklıkta) yaydığı yüksek enerjili parçacıkların ve kozmik ışınların, Dünya atmosferinde iyonlaşmaya neden olabileceğini öne sürmektedir. Bu iyonlaşma, bulut oluşumunu etkileyerek iklimde ani değişikliklere yol açabilir.

Araştırma, geçmişteki bazı iklim değişimlerinin ve çevresel şokların, süpernova kaynaklı kozmik ışınlarla bağlantılı olabileceğini iddia ediyor. Örneğin, bu tür patlamalar ozon tabakasını zayıflatabilir ve UV radyasyonunun yüzeye ulaşmasını artırarak ekosistemleri etkileyebilir.

Brakenridge, bu etkileri anlamak için jeolojik kayıtlar ve izotop analizleri gibi yöntemler kullanmıştır. Özellikle, geçmişteki süpernova patlamalarının izlerini karbon-14 gibi izotop anomalilerinde aramıştır.

Araştırma, süpernovaların iklim üzerindeki etkilerinin dolaylı olduğunu ve genellikle insan kaynaklı iklim değişikliği gibi modern faktörlerden daha az etkili olduğunu vurguluyor. Ancak, yeterince yakın bir süpernova patlaması, atmosferik ve çevresel dengeleri ciddi şekilde bozabilir.

Brakenridge’in araştırması, süpernovaların Dünya tarihindeki kitlesel yok oluşlarla bağlantısını da araştırıyor. Örneğin, yaklaşık 2,5 milyon yıl önceki bazı çevresel değişimlerin, bir süpernova patlamasıyla ilişkilendirilebileceği öne sürülüyor.

Robert Brakenridge, süpernovaların Dünya’nın iklimi ve çevresi üzerindeki etkilerini araştıran bir bilim insanıdır. Yakın zamanda yayımlanan bir çalışmasında, özellikle son 50.000 yıl içindeki süpernova patlamalarının Dünya’nın atmosferine ve iklimine olan etkilerini incelemiştir.

“Süpernovalar Dünya’nın iklimini etkileyebilir” tartışmaları

Bir süpernova, yakındaki bir yıldızın patlaması sonucu ortaya çıkan muazzam enerji ve radyasyon, Dünya’nın atmosferine ve iklimine çeşitli şekillerde etki edebilir. İşte bu tartışmanın temel noktaları:

Kozmik ışınlar ve bulut oluşumu: Süpernovalar, yüksek enerjili kozmik ışınlar üretir. Bu ışınlar Dünya atmosferine ulaştığında, iyonlaşma yoluyla bulut oluşumunu etkileyebilir. Bulut örtüsündeki artış, Güneş ışınlarının yansımasını artırarak küresel soğumaya (albedo etkisi) neden olabilir. Tersine, bulut örtüsünün azalması ısınmaya yol açabilir. Ancak bu etkinin büyüklüğü ve yönü hâlâ tartışmalıdır.

Ozon tabakasının zayıflaması: Süpernovadan gelen yüksek enerjili gama ışınları veya kozmik ışınlar, atmosferdeki ozon tabakasını tahrip edebilir. Ozon tabakasının incelmesi, daha fazla ultraviyole (UV) ışınının Dünya yüzeyine ulaşmasına neden olur. Bu, ekosistemler ve bitki örtüsü üzerinde olumsuz etkiler yaratabilir, dolaylı olarak iklim sistemlerini etkileyebilir.

Yakınlık ve şiddet: Bir süpernovanın Dünya üzerindeki etkisi, patlamanın ne kadar yakın gerçekleştiğine bağlıdır. Örneğin, 10-50 parsek (yaklaşık 30-160 ışık yılı) mesafedeki bir süpernova, atmosferi ciddi şekilde etkileyebilir. Daha uzak süpernovalar ise genellikle minimal etkiye sahiptir. Şu anda bilinen yakın yıldızlardan böyle bir tehdit kısa vadede beklenmemektedir.

Geçmişte süpernovaların etkileri: Bilim insanları, geçmişteki bazı kitlesel yok oluş olaylarının (örneğin, yaklaşık 2,5 milyon yıl önceki Pliyosen-Pleistosen sınırı) süpernova kaynaklı kozmik ışın artışlarıyla bağlantılı olabileceğini öne sürmektedir. Bu olaylar, iklimde ani değişikliklere yol açmış olabilir.

Günümüz bağlamı: Günümüzde insan kaynaklı iklim değişikliği (sera gazları, karbon emisyonları vb.) çok daha baskın bir etkendir. Bir süpernovanın iklim üzerindeki etkisi, ancak çok yakın bir patlama gerçekleşirse belirgin olur. Şu anda böyle bir risk düşük görünmektedir.

Paylaşın

Geçtiğimiz Ay, Kayıtlara Geçen En Sıcak İkinci Mayıs Ayıydı

Avrupa Birliği’nin iklim izleme servisine göre, geçen ay karada ve okyanuslarda kayıtlara geçen en sıcak ikinci mayıs ayı oldu. Bu, geçen yıl mayıs ayında kırılan rekorun hemen altında.

İklim izleme servisine göre, gezegenin ortalama yüzey sıcaklığı, sanayi öncesi seviyelerin 1,5 santigrat derece üzerindeki eşiğin altına düştü. Haziran 2024’ten Mayıs 2025’e kadar geçen 12 aylık dönemde ısınma, 1850 – 1900 referansına göre ortalama 1,57 C olarak gerçekleşti.

2025 Mayıs’ı, Avrupa Birliği’nin Copernicus İklim Değişikliği Servisi’ne (C3S) göre, şimdiye kadar kaydedilen en sıcak ikinci mayıs ayı oldu. İlk sırada ise rekor sıcaklıkların yaşandığı 2024 Mayıs yer alıyor. Kuzeybatı Avrupa’da olağandışı kuraklık yaşanmasına neden olan bu sıcaklık artışı, küresel çapta dikkat çekti.

Verilere göre, geçen ay küresel ortalama yüzey hava sıcaklığı 15,79°C olarak ölçüldü. Bu, 1991-2020 ortalamasının 0,53°C üzerinde. Ayrıca geçen ay, sanayi öncesi dönem olarak kabul edilen 1850-1900 ortalamasından yaklaşık 1,4°C daha sıcaktı. Bu durum, son 22 ayın 21’inde 1,5°C eşiğinin aşılmasıyla süregelen sıcak dönem serisini kesintiye uğrattı. Ancak AB’li bilim insanları, bu durumun uzun sürmeyeceğini söylüyor.

C3S Direktörü Carlo Buontempo, “Mayıs 2025 1,5°C eşiğinin üzerinde geçen benzeri görülmemiş uzunluktaki aylar dizisini kesiyor” dedi.

Paris Anlaşması’nın hedefi olan küresel ısınmayı 1,5°C altında tutma hedefi ise tekil aylarla değil, on yıllık ortalamalarla değerlendiriliyor. Yani teknik olarak bu eşik henüz aşılmış değil.

Buontempo şöyle ekliyor: “Bu durum gezegen için kısa süreli bir soluklanma sağlayabilir, ancak iklim sistemindeki ısınma devam ettiği için yakın gelecekte 1,5°C eşiğinin tekrar aşılmasını bekliyoruz.”

Son aylarda dünya genelinde yüksek sıcaklıklar, kurak havayla birlikte seyretti. Avrupa’da geçen ay Kuzey ve Orta Avrupa’nın büyük bölümüne, ayrıca Rusya’nın güneyi, Ukrayna ve Türkiye’ye ortalamanın altında yağış getirdi.

Bu bahar, kuzey ve batıda normallerin altında, güney ve kuzeybatı Rusya’da ise normallerin üzerinde yağışlarla geçti. Kuzeybatı Avrupa’nın bazı bölgeleri, 1979’dan bu yana en düşük yağış ve toprak nemi seviyelerini gördü. Süregelen kuraklık, 1992’den bu yana kaydedilen en düşük ilkbahar akarsu debilerine yol açtı.

Avrupa Kuraklık Gözlemevi’ne göre, 11-20 Mayıs tarihleri arasında Avrupa ve Akdeniz havzasındaki kara alanlarının yarısından fazlası kuraklık riski altındaydı. Bu oran, gözlemlerin başladığı 2012’den bu yana yılın o dönemindeki en yüksek seviye oldu.

Kuzey Avrupa’daki çiftçiler, bu olağanüstü kurak havanın buğday ve mısır gibi ürünlerin filizlenmesini geciktirmesinden endişeli. İngiltere Ulusal Çiftçiler Birliği, mayıs başında yaptığı açıklamada, ülkenin son yüzyıldaki en kurak ilkbaharı nedeniyle bazı mahsullerin şimdiden başarısız olduğunu duyurdu.

Avrupa Merkez Bankası (ECB) da Mayıs sonunda, su kıtlığının euro bölgesi ekonomik üretiminin yaklaşık yüzde 15’ini tehdit ettiğini açıkladı. Oxford Üniversitesi uzmanlarıyla birlikte yürütülen yeni bir araştırma, su kıtlığının euro bölgesi ekonomisi için doğayla ilgili en büyük risk olduğunu ortaya koydu.

(Kaynak: Euronews Türkçe)

Paylaşın

İnsan Hakları, İklim Krizi Tehdidi Altında

İklim krizi artık yalnızca çevresel değil, temel bir insan hakları meselesi. Gerekli adımlar atılmazsa, 2025 ve sonrasında dünya daha derin insani ve ekolojik krizlerle karşı karşıya kalacak.

Uluslararası Af Örgütü, yayımladığı “2024-25 Dünya İnsan Haklarının Durumu” raporunda, iklim krizinin dünya genelinde insan hakları üzerindeki yıkıcı etkilerini çarpıcı verilerle gözler önüne serdi.

Bianet’in aktardığı rapora göre, yedi kıtada 150 ülke iklim kaynaklı adaletsizliklerden doğrudan etkilenirken, iklim değişikliğiyle birlikte yoksulluk, çatışma ve siyasi baskıdan oluşan “zehirli karışım” 2024 yılında tahminen 110 milyon insanı yerinden etti.

Afrika

Sudan, iklim ve çatışma kaynaklı dünyanın en büyük yerinden edilme krizini yaşadı.
Fildişi Sahili, Mali, Nijer, Kamerun gibi ülkelerde seller yüzlerce ölüme yol açtı.
Kuraklık ve aşırı yağış Somali gibi ülkelerde ekonomik çöküşe neden oldu.
Bazı ülkeler fon bulabilmek için borçlanmaya zorlandı; Namibya ve Fildişi Sahili büyük yatırım aldı.
Senegal’de çevre riskleri nedeniyle madencilik faaliyetleri askıya alındı.

Amerika Kıtası

Amazon yağmur ormanları yangınlarla büyük ölçüde tahrip oldu.
ABD ve Kanada gibi yüksek gelirli ülkeler fosil yakıt bağımlılığını sürdürdü.
Brezilya’da seller 2,3 milyon kişiyi etkiledi, 600 bin kişi yerinden oldu.
Yangınlar Arjantin’den Ekvador’a kadar pek çok ülkeyi sardı.

Asya-Pasifik

Hindistan, Pakistan, Nepal gibi ülkelerde sel ve heyelanlar yüzlerce can aldı.
Delhi’de hava kirliliği rekor kırdı.
Çin’de yenilenebilir enerji kullanımı arttı ama dış ülkelerde kömür projeleri sürdü.
Vietnam, Endonezya, Kamboçya gibi ülkelerde çevre savunucuları baskı ve hapisle karşılaştı.

Avrupa ve Orta Asya

Yunanistan ve Portekiz’de sıcak hava dalgaları ölümlere neden oldu.
Türkiye’nin iklim politikaları “kritik ölçüde yetersiz” olarak değerlendirildi.
Hollanda, Norveç ve Belçika gibi ülkeler fosil yatırımlara devam etti.
AİHM, İsviçre’nin yetersiz politikalarının insan haklarını ihlal ettiğine hükmetti.

Orta Doğu ve Kuzey Afrika

Irak ve Ürdün su kriziyle karşı karşıya.
Kuveyt, Bahreyn, BAE ve Suudi Arabistan fosil yakıt üretimini artırma planlarını sürdürdü.
BM COP28 iklim zirvesine ev sahipliği yapan BAE’nin aynı zamanda petrol anlaşmaları yaptığı ortaya çıktı.

Raporda;

En çok karbon salımı yapan ülkelerin, düşük gelirli ve en çok zarar gören ülkelere sadece cüzi yardımda bulunduğu,
Şirketlerin çevre ve halk sağlığı üzerindeki etkilerinden yetersiz düzenlemeler sayesinde sıyrıldığı,
Aktivistlerin ve sivil toplumun taleplerinin ise çoğunlukla görmezden gelindiği belirtildi.
Öte yandan, AB’nin büyük şirketleri insan hakları ve iklimle ilgili sorumluluk altına sokan “Kurumsal Sürdürülebilirlik Yönergesi”, rapora göre umut veren ender adımlardan biri oldu.

Sonuç

Uluslararası Af Örgütü, devletlerin 2024 itibariyle iklim konusunda verdikleri sözlerin büyük çoğunluğunu yerine getirmediğini, tersine fosil yakıta bağımlılığı artıran politikalar izlemeye devam ettiklerini vurguladı.

Rapora göre iklim krizi artık yalnızca çevresel değil, temel bir insan hakları meselesi. Gerekli adımlar atılmazsa, 2025 ve sonrasında dünya daha derin insani ve ekolojik krizlerle karşı karşıya kalacak.

Paylaşın

Dünya, Dört Derece Isınırsa Yüzde 40 Daha Fakir Olacağız

Yeni yayınlanan bir araştırma, küresel ısınmanın ekonomik etkisinin hafife alındığını, dört santigrat derecelik bir ısınmanın yüzde 40’lık bir fakirleşmeye neden olacağını ortaya koydu.

Haber Merkezi / Avustralyalı bilim insanları tarafından yapılan araştırma, ısınmanın sanayi öncesi seviyelerin 2 santigrat derecenin üzerinde tutulması durumunda bile dünya genelinde kişi başına düşen ortalama GSYİH’nin (Gayrisafi Yurt İçi Hasıla) yüzde 16 oranında azalacağını öne sürüyor.

Bu, önceki tahminlerin (örneğin yüzde 11 civarı kayıp) neredeyse dört katı bir etki demek. Tedarik zincirlerinde yaşanacak kesintiler, iş gücü verimliliğinin azalması ve altyapı hasarları da bu fakirleşme senaryosunu destekleyen unsurlar.

Bilim insanları, ülkeler kısa ve uzun vadeli iklim hedeflerine ulaşsalar bile küresel sıcaklıkların 2,1 derece artacağını tahmin ediyor.

İklim bilimci ve araştırmanın ortak yazarı Dr. Timothy Neal, mevcut ekonomik modellerin, iklim değişikliğinin ciddi etkilerini hafife aldığını vurguluyor, ve 4 santigrat derecelik bir küresel ısınma senaryosunda ekonomik kayıpların önceki tahminlerden çok daha yüksek olabileceğini belirtiyor.

Neal, mevcut modellerin “gerçek dışı varsayımlar” içerdiğini söylüyor. Örneğin, ekonominin iklim şoklarına kolayca uyum sağlayacağı veya sıcaklık artışının sadece marjinal etkiler yaratacağı gibi. Neal, bilimsel uyarılar (örneğin, IPCC raporları) ile ekonomik tahminler arasındaki uçurum olduğunu ve modellerin yenilenmesi gerektiğini belirtiyor.

İklim bilimci ve araştırmanın ortak yazarlarından Prof. Andy Pitman ise, iklim modellerinin ekonomik kayıpları doğru tahmin etmekte yetersiz kalabileceğini ve gerçek etkilerin daha yıkıcı olabileceğini söylüyor.

Pitman, sıcaklık artışlarının tarım, su kaynakları ve insan sağlığı üzerindeki zincirleme etkilerinin ekonomik sistemleri derinden sarsabileceğini ifade ediyor. Ayrıca, 4 santigrat derecelik bir artışın “felaket” anlamına geleceğini ve mevcut politikaların bu riski ciddiye almadığını belirtiyor.

İklim politikaları uzmanı Prof. Frank Jotzo, önceki ekonomik modellerin (özellikle Entegre Değerlendirme Modelleri – IAM’ler) iklim değişikliğinin gerçek ekonomik etkilerini sistematik olarak hafife aldığını vurguluyor.

Prof. Frank Jotzo, bu modellerin, bir bölgede tarım gibi bir faaliyetin iklim değişikliği yüzünden çökmesi durumunda, başka bir bölgenin bunu telafi edebileceği gibi gerçek dışı bir varsayım üzerine kurulu olduğunu söylüyor.

“Bu, gerçek dünyanın işleyişine aykırı” diyen Prof. Frank Jotzo, küresel ekonominin birbirine bağlı doğası, aşırı hava olaylarının tetiklediği tedarik zinciri aksamalarının tüm ülkeleri etkileyeceğini belirtiyor.

Paylaşın

Ormanların Yok Edilmesi İklim Mücadelesini Rayından Çıkaracak

Yeni yayınlanan bir araştırma, ormanların CO₂ emme kapasitesinin azalacağını hesaba katmamanın, Paris Anlaşması hedeflerine ulaşmayı önemli ölçüde zorlaştırabileceğini, hatta imkansız hale getirebileceğini gösteriyor.

Haber Merkezi / Potsdam İklim Etkisi Araştırma Enstitüsü’nden (PIK) bir ekip, geçmişte bozulmamış ormanların yılda 7,8 milyar ton CO₂ emdiğini, bunun insan faaliyetleri sırasında ortaya çıkan emisyonlarının yaklaşık beşte biri olduğunu, ancak karbon emiliminin iklim değişikliği ve ormansızlaşma gibi insan faaliyetleri nedeniyle giderek daha fazla risk altında olduğunu duyurdu.

Araştırmanın baş yazarı Michael Windisch, iklim stratejileri ormanların sadece bozulmadan kalmasına değil, aynı zamanda artırılmasına yönelik olması gerektiğini belirtiyor ve ekliyor: “Kaliforniya’daki gibi orman yangınları ve Amazon’da devam eden ormansızlaşma bir kumar. İklim değişikliğinin kendisi ormanların karbon depolarını riske atıyor.”

Araştırmaya göre, emisyonları azaltmak ve ormanları korumak için alınması gereken önlemleri ertelemek iklim hedeflerini tehlikeye atabilir. Windisch, “Ormanlarda depolanan karbonu korumak için hemen harekete geçmeliyiz” diye vurguluyor. Windisch, “Orman karbon kayıplarını telafi etmek için enerji, endüstri ve ulaşım gibi temel emisyon kaynaklarından daha yüksek emisyon kesintileri yapılacak” diye ekliyor.

Paris Anlaşması

Paris Anlaşması, iklim değişikliğiyle mücadele etmek için 2015 yılında Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi (BMİDÇS) kapsamında kabul edilen ve 2016’da yürürlüğe giren uluslararası bir anlaşmadır. 12 Aralık 2015’te Paris’te düzenlenen 21. Taraflar Konferansı’nda (COP21) 196 ülke tarafından müzakere edildi ve 22 Nisan 2016’da imzaya açıldı.

Şu an itibarıyla 195 BMİDÇS üyesi anlaşmaya taraf, ancak Eritre, İran, Irak, Libya ve Yemen gibi birkaç ülke henüz onaylamadı. Türkiye ise anlaşmayı 22 Nisan 2016’da imzaladı, fakat onay süreci 6 Ekim 2021’de TBMM’de tamamlanarak 10 Kasım 2021’de resmen taraf oldu.

Anlaşmanın temel amacı, küresel ortalama sıcaklık artışını sanayi öncesi seviyelere göre 2°C’nin oldukça altında tutmak ve mümkünse 1,5°C ile sınırlamak. IPCC raporları, bu seviyenin aşılmasının iklim değişikliğinin yıkıcı etkilerini (sel, kuraklık, biyoçeşitlilik kaybı gibi) ciddi şekilde artıracağını gösteriyor.

Paris Anlaşması, Kyoto Protokolü’nden farklı olarak, tüm ülkeleri kapsayan bir “aşağıdan yukarı” yaklaşımı benimser. Yani, her ülke kendi Ulusal Katkı Beyanı’nı (NDC) belirler ve bu hedefleri beş yılda bir güncelleyerek daha iddialı hale getirmesi beklenir. Zorlayıcı bir mekanizma yok; ülkeler gönüllü taahhütlerde bulunuyor. Örneğin, Türkiye 2021’de sunduğu beyanda, 2030’a kadar emisyonları yüzde 41 artırma projeksiyonundan yüzde 21 azaltma sözü verdi ve 2053’te net sıfır hedefini açıkladı.

Türkiye, başlangıçta gelişmekte olan ülke statüsüyle finans ve teknoloji desteği talep ettiği için onay sürecini erteledi. Ancak 2021’de, özellikle AB’nin Yeşil Mutabakatı ve karbon sınır düzenlemeleri gibi ekonomik baskılarla, anlaşmayı onayladı. Bu, Türkiye’nin kömür bağımlılığını azaltıp yenilenebilir enerjiye yönelmesi gerektiği anlamına geliyor, ki enerji sektörü emisyonlarının yüzde 70’inden fazlasını oluşturuyor. Ama pratikte, kömürlü termik santraller hala aktif ve bu geçişin ne kadar hızlı olacağı belirsiz.

Paylaşın

Küresel Isınma: Dünya Gezegensel İflasla Karşı Karşıya

IFoA’nın küresel ısınmaya ilişkin yayınlandığı raporda, dünyanın gezegensel iflasla karşı karşıya olduğu, gezegendeki sistemlerin artık insanlık için kritik gereksinimleri sağlayamayacak kadar bozulduğu belirtildi.

Raporun yazarlarından Sandy Trust, “Doğa bizim temelimizdir; gıda, su ve oksijenin yanı sıra ekonomimize güç veren hammadde ve enerjiyi sağlar. Bu temelin istikrarına yönelik tehditler, gelecekteki insan refahına yönelik risklerdir ve bunlardan kaçınmak için harekete geçmeliyiz” dedi.

Yıllık küresel sıcaklık 2024’te ilk kez uluslararası düzeyde kabul edilen 1.5 derecelik hedefin üzerine çıkarken, İngiltere’de yapılan yeni bir çalışmada, iklimdeki bozulmanın sebep olacağı yıkıcı etkiler gözler önüne serildi.

Son yıllarda yangın, sel, kuraklık, sıcaklık artışları gibi aşırı hava olayları ve afetler artarken, Institute and Faculty of Actuaries’in (IFoA) raporunda, iklim kriziyle mücadele için siyasi liderlere daha hızlı hareket etme çağrısında bulunuldu.

IFoA raporuna göre, karbonsuzlaşmayı hızlandırmak ve doğayı onarmak için acilen harekete geçilmezse, 2090 yılına kadar küresel ekonomik büyüme yüzde 50 düşecek.

2050 yılına kadar 3 derece veya daha fazla ısınma halinde ise, 4 milyardan fazla ölüm, dünya çapında önemli sosyo-politik parçalanma, devletlerin yıkılması ve bunun sonucunda hızlı ve kalıcı sermaye kaybı meydana gelebilir.

Raporun yazarlarından Sandy Trust, bu senaryodan kaçınmak için gerçekçi bir plan olmadığını ifade ederek küresel sıcaklıkta 3 derecelik bir artışın sonuçlarının yanlış tahmin edildiğini ve bunların siyasi liderleri politikalarının riskleri konusunda körleştirdiğini söyledi.

Karar Gazetesi’nin The Guardian’dan habere göre, raporda ayrıca, küresel ısınmanın ekonomik etkilerini değerlendirmek için finans kuruluşları, politikacılar ve kamu görevlileri tarafından kullanılan iklim riski değerlendirmelerinin yanlış olduğu, çünkü küresel ısınmanın bir sonucu olarak iklim değişikliğinin devrilme noktaları, deniz sıcaklığı artışları, göç ve çatışma gibi beklenen ciddi etkilerini göz ardı ettikleri belirtildi.

Raporda, bu riskler dikkate alındığında dünyanın gezegensel iflasla karşı karşıya olduğu, Dünya’daki sistemlerin artık insanlık için şart olan kritik gereksinimleri sağlayamayacak kadar bozulduğu eklendi.

Trust, “Doğa bizim temelimizdir; gıda, su ve oksijenin yanı sıra ekonomimize güç veren hammadde ve enerjiyi sağlar. Bu temelin istikrarına yönelik tehditler, gelecekteki insan refahına yönelik risklerdir ve bunlardan kaçınmak için harekete geçmeliyiz” dedi.

Paylaşın

2024, 1,5 Derece Isınma Sınırını Aşan İlk Yıl Oldu

Avrupa Kopernik Gözlemevi’nin (Copernicus) İklim Değişikliği Servisi (C3S), 2024’ün küresel ısınmanın Paris İklim Anlaşması ile belirlenen uzun vadeli sınır olan 1,5 derecelik ısınmanın ötesindeki “ilk yıl” olduğunu açıkladı.

Birleşmiş Milletler (BM) Paris İklim Anlaşması’nın en iddialı sınır olan küresel ısınma sınırını, geri dönülmez eşik olarak tanımlanan 2°C’nin çok altında tutmayı ve “Sanayi öncesi döneme kıyasla 1,5°C’yi aşmama” hedefini içeriyordu.

Copernicus İklim Değişikliği Servisi Direktörü Carlo Buontempo da “Gelecek bizim elimizde. Hızlı ve kararlı bir eylem gelecekteki iklimimizin gidişatını değiştirebilir” dedi. Copernicus C3S Yardımcı Direktörü Samantha Burgess de “Son on yıl her yıl kayıtlara geçen en sıcak on yıl arasında yer aldı” tespitinde bulundu.

İnsan kaynaklı küresel ısınma, kıtaların ve okyanusların yüzeyinde gözlenen aşırı sıcaklıkların başlıca nedeni olmaya devam ediyor. Olağanüstü doğal afetlerle geçen 2024 yılında, küresel ısınma ilk kez +1,5°C eşiğini aştı. Okyanuslarda sıcaklık rekoru kırıldı, atmosfer daha çok nemle yüklendi ve doğal afetler sonunda olağanüstü maliyetler kaydedildi.

2024 yılı öngörüleri doğrulayarak sıcaklık kayıtlarının tutulmaya başlandığı 1850 yılından bu yana kaydedilen, en sıcak yıl oldu. Haziran ayında Mekke’de hac sırasında aşırı sıcaklar nedeniyle yaşanan bin 300 ölüm, İspanya’nın Valencia bölgesi başta olmak üzere Batı ve Orta Avrupa’daki tarihi seller, ABD ve Karayipler’deki şiddetli kasırgalar ve Los Angeles’da devam eden yangınlar, tarihe geçti.

Avrupa Kopernik Gözlemevi’nin (Copernicus) İklim Değişikliği Servisi (C3S) bu sabah yayımladığı raporunda, felaketler ve rekorlarla dolu 2024’ün, son rekoru elinde tutan 2023’ten bile daha sıcak bir yıl olduğunu açıkladı. Copernicus, küresel ısınmanın Paris İklim Anlaşması ile belirlenen uzun vadeli sınır olan 1,5°C’lik ısınmanın ötesindeki “ilk yıl” olduğunu açıkladı.

Copernicus açıklamasında, dünyanın sadece 2024 yılında değil, aynı zamanda 2023-2024 yıllarının ortalamasında da sanayi öncesi döneme kıyasla 1,5°C’lik bir ısınma yaşadığını açıkladı. Avrupa Gözlemevi, bu rakamların “modern tarihte sıcaklıklarda sürekli ve benzeri görülmemiş bir artışın işareti olduğunu” duyurdu.

BM Paris İklim Anlaşması’nın en iddialı sınır olan küresel ısınma sınırını, geri dönülmez eşik olarak tanımlanan 2°C’nin çok altında tutmayı ve “Sanayi öncesi döneme kıyasla 1,5°C’yi aşmama” hedefini içeriyordu.

ERA5 atmosferik yeniden analiz sistemine dayanan Copernicus’a göre, geçen yıl 15,1°C olan küresel ortalama sıcaklık, sanayi öncesi seviye olarak adlandırılan 1850-1900 yılları arasındaki sıcaklık tahmininden 1,6°C daha yüksek.

Ancak uzun vadeli eğilimlere atıfta bulunan Paris Anlaşması’na göre, “sınırın aşıldığını kabul etmek için” ortalama 1,5°C’lik ısınmanın en az 20 yıl boyunca gözlemlenmesi gerekiyor.

Copernicus, bu 20 yılın ilk adımının 2024’te atıldığını kaydediyor. Copernicus’un açıkladığı verilere göre, Ocak-Haziran 2024 arasındaki her ay, bir önceki yılın kayıtlara geçen aynı döneminden daha sıcak oldu. Ayrıca günlük ortalama sıcaklığın 17,16°C olduğu 22 Temmuz 2024’te yeni bir rekora imza atıldı.

Copernicus’a göre bu durum, küresel sıcaklıklar, modern insanların deneyimlediği seviyenin ötesine geçiyor. Bilim insanlarına göre iklimin şu anki ısınması en az 120 bin yıldır görülmemiş düzeyde.

Kopernik’in İklim Değişikliği Servisi’ne (C3S) göre, aylardır tahmin edilen ve 31 Aralık’a kadar olan tüm sıcaklıklarla teyit edilen 2024 yılı, kayıtların 1850’de tutulmaya başlanmasından bu yana kaydedilen en sıcak yıl oldu.

Okyanuslarda rekor sıcaklık

Okyanuslar da aşırı ısınmaya devam ediyor. Antarktika’da üst üste ikinci yıldır rekor veya rekora yakın düşük değerlere ulaşıldı.

Kutup bölgeleri hariç, yıllık ortalama deniz yüzeyi sıcaklığı da 1991-2020 ortalamasına göre 0,51 derece artarak 20,87 derece ile rekor kırdı. Raporda ayrıca, küresel iklim ‘istikrarının’ önemli bir göstergesi olan Arktika ve Antarktika çevresindeki deniz buzu kapsamının, “geçen yılki buzlu deniz suyu kapsamının ortalamasının önemli ölçüde altında olduğunu” belirtiyor.

Deniz ısı dalgalarının mercanlar ve balıklar üzerindeki ani etkilerine ek olarak, okyanusların bu kalıcı aşırı ısınması, Dünya ikliminin başlıca düzenleyicisi olup, deniz ve atmosfer akıntılarını etkiliyor. Daha sıcak denizler atmosfere daha fazla su buharı salarak tayfunlar, kasırgalar ve fırtınalar için ek enerji sağlıyor.

Rapora göre ayrıca, 2024 yılında, küresel ısınmaya neden olan iki ana sera gazı olan “karbondioksit ve metan gazının” atmosferdeki yoğunlukları da artmaya devam etti. Bunlar sırasıyla milyonda 422 parça (ppm) ve milyarda 1897 parça (ppb) olmak üzere rekor yıllık seviyelere ulaştı.

Küresel ısınma atmosferin su alma kapasitesini de artırıyor: Clausius-Clapeyron formülüne göre, her ilave derece atmosferin maksimum su içeriğini yüzde 7 artırıyor. C3S’ye göre, geçen yıl atmosferdeki toplam su buharı miktarı rekor seviyeye ulaşarak 1991-2020 ortalamasından yaklaşık yüzde 5 daha arttı.

Avrupa İklim Kurumu, “Bu nem fazlalığı, aşırı yağış potansiyelini artırdı. Ayrıca yüksek deniz yüzeyi sıcaklıklarıyla birleşince tropikal siklonlar da dahil olmak üzere büyük fırtınaların oluşumuna katkıda bulunmuştur” diye değerlendiriyor.

Mayotte’deki fırtına ve California’daki yangınların da ortaya çıkardığı bir başka gerçek ise iklim değişikliğiyle birleşen doğal afetlerin, geçen yıl olağanüstü yüksek ekonomik kayıplara yol açması. Sigorta şirketlerinin rakamlarına göre, 140 milyar dolara ulaşan sigortalı kayıplarla, 2024 yılı 1980’den bu yana en maliyetli üçüncü yıl oldu.

AFP’ye açıklama yapan Bavyera sigorta şirketi Munich Re grubunun hesaplamalarına göre, toplam ekonomik kayıplar 2023’teki 268 milyar dolara kıyasla yüzde 19 artışla 320 milyar dolara ulaştı. Grubun baş iklim uzmanı Tobias Grimm, “Gezegenimizin iklim makinesi yüksek vitese geçiyor” uyarısında bulundu.

Copernicus İklim Değişikliği Servisi Direktörü Carlo Buontempo da “Gelecek bizim elimizde. Hızlı ve kararlı bir eylem gelecekteki iklimimizin gidişatını değiştirebilir” dedi. Copernicus C3S Yardımcı Direktörü Samantha Burgess de “Son on yıl her yıl kayıtlara geçen en sıcak on yıl arasında yer aldı” tespitinde bulundu.

(Kaynak: VOA Türkçe / Arzu Çakır)

Paylaşın