Neşeli Muhabbetlerin Ev Sahibi ‘Yalı Han’

Birçok uygarlığa ev sahipliği yapmış olan Çanakkale, bu uygarlıklara ait çok sayıda eser barındırmaktadır. Yalı Hanı ve Çardak Hanı’da (Çardak Kervansarayı) Çanakkale’de bulunan önemli tarihi eserlerdendir.

Yalı Hanı: Yalı Hanı’nın hangi tarihte inşa edildiği bilinmiyor, bilinen tek şey tarihinin 1890’ların öncesine uzandığı.

Yolu Çanakkale’ye düşen hemen herkes kalmış burada, Troya’yı keşfeden Schliemann’dan posta tatarlarına dek binlerce kişiyi ağırlamış bu han 1975 yılına kadar.

Mor salkımlı avlusu da neşeli muhabbetlere ev sahipliği yapıyor. Son yıllarda yapılan restorasyon sonrası çeşitli kültürel etkinliklerin yapıldığı bir merkez haline gelmiştir.

Şimdi hanın odaları cafe, sanat atölyesi ve kitapçı olarak kullanılıyor.

Çardak Hanı: Çardak Hanı Çanakkale İli Lapseki İlçesi Çardak Beldesindedir. Han, 61,90×18,45 m boyutlarında, iki sahnlı ve ahşap çatılı bir yapı olup kuzey cephesindeki taç kapıda üç kitâbe yuvası bulunmaktadır. Buradaki kitâbelerden birisi yok olmuştur. Diğer iki kitâbeye göre hanın inşasına H.867 / M. 1462-63 tarihinde başlanılmış ve H.868 / M.1463-64 tarihinde tamamlanmıştır.

İçerdeki ve kapı revağındaki sütunlar ve başlıklar devşirmedir. Yapının içinde, uzun kenarlara bitişik olarak 50-60 cm yüksekliğinde seki uzanır. Bu sekilerin yaslandığı duvarlarda ocaklar ve dolap nişleri yer alır.

Çanakkale kısa tarihi

Asya ile Avrupa kıtaları arasında bir köprü konumundaki Çanakkale, insanlığın yerleşik hayata geçtiği dönemden, tarihi çağların başlangıcına kadar, önemli kültürlere ev sahipliği yapmıştır. Binyıllar boyunca farklı toplumların egemenliğinde kalmış olması, mimarisinde ve günlük yaşamda oluşturduğu çok renkli mirasın farklı izlerini göstermektedir.

İnsanların yerleşik hayata geçerek, hayvancılık ve tarım yaptıkları Neolitik Dönem (M.Ö. 8000-5500) insanlık tarihi açısından Neolitik Devrim olarak adlandırılır. Bu döneme ait köy yerleşimlerin varlığı Anadolu’nun her bölgesinde olduğu gibi, Çanakkale’de de bilinmektedir. Bunlardan en önemlisi Ayvacık İlçesi Bademli Köy yakınlarında yüksek doğal bir tepe üzerinde yer alan Coşkuntepe’dir.

Burada yaklaşık olarak M.Ö. 6000 yıllarında yaşamlarını özellikle balıkçılık ve hayvancılıktan kazanan bir halkın var olduğunu ortaya koymuştur. Aynı tarihlerde Gelibolu Yarımadasında Karaağaçtepe ve Hamaylıtarla mevkileri ve Gökçeada’da Uğurlu/Zeytinli mevkiinde M.Ö. 6000 tarihli ilk köy yerleşimlerinin varlığı bilinmektedir.

Kalkolitik dönemi temsil eden yerleşimler yaklaşık olarak M.Ö. 5000 civarında iskan gören Kumtepe, Beşik-Sivritepe ve Gülpınar’dır.

Yaklaşık olarak M.Ö. 3000 ve 1200 yılları arasını kapsayan Tunç Çağı, Çanakkale bölgesinde en iyi Troia yerleşimi ile temsil edilmektedir. Üst üste on ayrı yerleşim katının oluşturduğu bir höyük görünümündedir. Troia, Ege Denizini Marmara ve Karadeniz dünyasına bağlayan önemli bir noktada yer almaktadır.

Schliemann tarafından bulunan ve uzun yıllar efsanevi Troia Kralı Priamos’un hazinesi olarak bilinen altın buluntuların aslında daha önceki bin yılda Troia II de ortaya çıkan soylu sınıfa ait olduğu anlaşılmıştır. Yaklaşık beş metreye varan sağlam sur duvarlarına sahip bir yerleşim olması Troia’nın ne kadar güçlü bir Tunç Çağı yerleşimi olduğunu doğrulamaktadır.

Troia’da ele geçen ve yaklaşık M.Ö. 1200 tarihli mühür üzerindeki Hint-Avrupa dilinin Anadolu grubuna ait olan Luwi dilindeki yazıt, Çanakkale bölgesinde bilinen ilk yazı örneği olarak kabul edilebilir. Hitit çivi yazılı belgelerinde bahsedilen Wilusa’nın Troia kentini veya Troas bölgesini nitelediği bilinmektedir.

Çanakkale’de Troia dışında çok sayıda Tunç Çağı yerleşimi daha bulunmaktadır. Bunlara örnek olarak Kumtepe, Hanay Tepe, Beşiktepe, Larissa, Tuzla ve Külahlı verilebilir. Çanakkale’nin doğu kesimlerinde Çan, Biga, Bayramiç ve Yenice civarında da Tunç Çağı yerleşimlerinin varlığı bilinmektedir. (Örneğin Pekmezli, Üyücükler, İkizce gibi)

Hitit İmparatorluğu’nun 1190 yıllarında son bulmasıyla Tunç Çağı yerini Demir Çağ’a bırakır ki, bu dönemde Anadolu’da birtakım yerli Anadolu halkları egemenlik sürerler. Bunlardan birisi de sonraları Çanakkale bölgesini de egemenlikleri altına alacak olan Lydia Krallığıdır. M.Ö. 1200 civarında Çanakkale Bölgesi’nde Troia Savaşları’nın başlaması ile Akhalar bölgeye gelmiştir.

M.Ö. 750-550 yılları arasındaki ikiyüz yıllık bir Hellen kolonizasyonu sonunda, çoğu deniz kıyısında olmak üzere bölgede Hellen ticaret kolonisi olarak çok sayıda şehir kurulmuştur. Miletoslular tarafından kurulan Parion, Priapos, Abydos; Aioller tarafından kurulan Sestos, Assos, Dardanos, İonlar tarafından kurulan Hamaksitos; Kolophonlu’lar tarafından kurulan Lampsakos bu koloni şehirlerinden bazılarıdır.

Çanakkale Bölgesi’nde M.Ö. 7. yüz yılın ilk yarısından itibaren ise Lidya Devleti’nin bir hakimiyet kurduğunu görürüz. Öyle ki, bu dönemde koloni kentleri Lidya kralının izni alınarak kurulmuştur. M.Ö. 6. yüz yılın ortalarına doğru ise Atina, Persler ile yapmış olduğu Salamis savaşını kazandıktan sonra, yönünü bu bölgeye çevirmiştir.

Çanakkale Bölgesi M.Ö. 6. yüzyıl ortalarında Pers egemenliğini tanımıştır. İki büyük Pers imparatoru olan Dareios ve Kserkses ise, Troas Bölgesini daima Avrupa’ya ulaşmak için bir kilit noktası olarak görmüşlerdir. Herodotos’a göre Hellespontos üzerinde Asya’dan Avrupa’ya geçmek için, ilk köprüyü yapan Pers imparatoru Kserkses olmuştur.

M.Ö. 4.yüzyıl başlarına gelindiğinde ise, bazı Troas kentleri Pers egemenliğine karşı ortak bir isyana girişmişlerdir. 387 yılında imzalanan Antialkides Barışı ile Perslere tamamen teslim olmuşlardır.

M.Ö. 334 yılında Makedonya kralı Büyük İskender, Perslere karşı büyük bir harekat başlatmış ve Çanakkale Boğazı’nı geçerek Troas Bölgesi’ne gelmiştir. Burada bugünkü Karabiga yakınlarında Koçabaş Çayı kıyısında ünlü Granikos Meydan Savaşı’nda Pers ordusunu yenilgiye uğratarak bölgedeki Pers egemenliğine son vermiştir.

Büyük İskender’in ani ölümü üzerine generallerinden biri olan Antigonos M.Ö. 323 sonrasında Çanakkale bölgesini yönetimi altına almıştır. Bölgedeki fazla nüfusa sahip olmayan, küçük, güçsüz ve dağınık halde bulunan kentler bir araya getirilerek Antigoneia (AleksandriaTroas) adı altında büyük bir kent kurulmuştur. Ancak Çanakkale bölgesinin yönetimi İpsos Savaşı’ndan (M.Ö. 301) sonra tekrar değişmiş, yönetim doğudaki Antigonos’tan batıdaki Lysimakhos’un eline geçmiştir.

M.Ö. 3. yüz yılın başlarında Balkanlar’da ekonomik zorluklar içinde kalmış olan Galatlar, M.Ö. 280 yılında Çanakkale Boğazını’nı geçerek bölgeye egemen olmuşlardır. Burada fazla kalamayarak doğuya yönelmişlerdir. Aynı dönemlerde Bergama Krallığı’da kurulmuştur.

Bölge ise M.Ö. 280-188 yılları arasında Seleukos Krallığı’na bağlanmıştır. M.Ö. 190 yılında Romalılar ile Seleukos kralı III. Antiokhos arasında Magnesia’da yapılan savaştan sonra, savaşın galibi Romalılar bölgeyi bu başarının kazanılmasında kendilerine yardımcı olan Bergama kralı II. Eumenes’e (M.Ö. 197-150) vermişlerdir.

Çanakkale Bölgesi Bergama Kralı III. Attalos’un krallığını M.Ö.133 yılında bir vasiyetname ile Roma İmparatorluğu’na bırakması üzerine Roma eyalet sistemi içerisine alınmış ve Asia eyaletine bağlanmıştır.

Roma İmparatorluğunun 395 yılında ikiye ayrılmasından sonra Çanakkale bölgesi Doğu Roma İmparatorluğu’nun hakimiyeti altında yönetilmiştir. İmparator Justinian, Sestos’da boğazın geçişini kontrol altında tutmak için bir kale inşa ettirmiştir.

Bölgede Türklerin görünmesi Doğu Roma imparatorluğu dönemine rastlamaktadır. 14. yüzyıl başlarında Anadolu Selçuklu Devleti yıkılınca Ege kıyılarına kadar uzanmışlar ve Çanakkale yöresine de yerleşmeye başlamışlardır. Türklerin bölgede askeri güç olarak tekrar görülmesi 1095’de Çaka beyin Nara Burnu önlerine kadar ilerlemesi ile başlamıştır.

1097’de haçlıların İznik’i alması ile Anadolu içlerine çekilen Anadolu Selçukluları, haçlıların çekilmesinden sonra üst üste akınlar düzenleyerek kaybettikleri yerleri geri alarak, Çanakkale yöresine kadar ilerlemişlerdir. Beylikler döneminde de Karesi Beyliği sınırlarını Çanakkale’ye doğru genişletmiştir.

Çanakkale boğazında Türk hakimiyeti Osmanlılar zamanında oluşmuştur. 1345’te Karesi Beyliği topraklarının büyük bölümünü Osmanlılar kendi topraklarına kattılarsa da Çanakkale Boğazı üzerindeki hakimiyeti 1354 yılında Süleyman Paşanın Gelibolu Kalesi’ni fethi ile gerçekleşmiştir. Ardından da 1356’da Gelibolu’dan sonra Tekirdağ’a kadar Rumeli kıyıları fethedilmiştir.

I.Murad döneminde Anadolu kıyılarının tamamı Osmanlı hakimiyetine geçmiş, fakat Boğaz’ın tamamen kontrolü Fatih Sultan Mehmed’in İstanbul’u fethinden sonra, Boğaz’ın en dar yerine 1462’de inşa ettirdiği kalelerden sonra gerçekleşmiştir. Boğaz bundan sonra, hem İstanbul’un savunmasını üstlenmiş hem de Karadeniz –Akdeniz geçişi ile ilgili hakimiyet planlarının kilidini teşkil ederek sürekli askeri önemini korumuştur…

Paylaşın

Üç Tanrıçanın Güzellik Yarışması Yaptığı Yer ‘Kallikolone’

Tarihi yapıları ve doğal güzellikleri ile gezilip görülmesi gereken yerler arasında olan Çanakkale, birçok uygarlığa ev sahipliği yapmıştır. Çanakkale’nin ilçelerinden Bozcaada, Çan, Eceabat’ta antik kalıntılar ile doludur. Burada zamanda yolculuk yaparcasına her döneme ait eserler bulunmaktadır.

Haber Kaos ekibi olarak Bozcaada, Çan, Eceabat’ta yer alan tarihi kentleri sizler için derledik:

Tenodos: Bugünkü Bozcaada İlçesidir. Antik çağda Leukophrys, Yunan Mitolojisinde ise Tenedos adıyla bilinmekteydi. Derler ki: Denizlerin Efendisi Poseidon’un kimbilir kaç çocuğundan biri, Kyknos adında bir kralmış. Beyçayırı’nın kuzeyinde Lapseki bölgesindeki Miletos Kolonisi, Kolonai kentine hükmedermiş. Onun da Tenes adında bir oğlu varmış.

Tenes’in annesi ölünce babası yeniden evlenmiş. Fakat üvey ana bu ya; Tenes’e iftira etmiş! Üstelik kendisine yalancı tanık olarak birde kavalcı bulmuş. Kral Kyknos bu iftiraya kanmış ve oğlunu bir sandığa koyarak denize attırmış. Sandık yüze yüze gitmiş, boğazdan geçerek Leukophrys Adası’nın sahiline vurmuş. Tenes burada sandıktan çıkmış, adaya yerleşmiş ve ünlü coğrafyacı Strabon’a göre bazılarının Kalydna dediği Leukophrys Adası’nın ismini “Tenes’in Adası” anlamına gelen Tenedos olarak değiştirmiş

Kallikolone Antik Kenti: Çan İlçesi Etili yakınlarındaki antik kallikolone kentinin, üç tanrıça arasında güzellik yarışması yapılan yer olduğu söylenmektedir.

Gergites Antik Kenti: Antik çağ tarihçilerinden Strabon ve Heredot “Gergisler” in yerini belirtirken Çan yöresini göstermiştir. Scliemann’ın Trova’da bulduğu bir yazıtta tüm Gergislerin M.S.188 yılında Roma imparatorluğunun eline geçtiğini yazar.

Agresiz Antik Kenti: İl merkezinin yaklaşık 70 Km doğusunda yer alan antik kent Çan İlçesi (Çanpazarı-Pazarköy) yakınlarındadır.Argiza adı ile de bilinir.(Peutinger levhalarına göre Argesis) Kent uzun süre Efes Metropolitliğine bağlı piskoposluk merkezlerinden biri olmuştur.

Strabon Lampsakos topraklarında bağcılıkta zengin olan Gergithion adında bir yerden söz eder. Gergithes’ten adını alan ve Gergithiyalı Kephalo’nun doğum yeri olan Gergitha olarak adlandırılan bir kent vardır der. Yöre Bizanslıların eline geçtiğinde Sergis olarak adlandırılmıştır. 14 yy. ortalarında Osmanlı topraklarına katılmıştır.

Sestos (Akbaş) Antik Kenti: Eceabat İlçesine 4 km. uzaklıkta (yalova Köyündedir) , Akbaş limanının hemen üzerindedir. ŞehirM.Ö. 650 yıllarında Aiciler tarafından bir yunan kolonisi olarak kurulmuştur. Sırasıyla, Perslerin, Mekedonyalıların, Romalıların, Bizans ve Osmanlı egemenliğine girmiştir. Bugünkü kalıntılar arasında Akbaş limanı,, Bizans döneminden sarnıçlar, şehir kalesi ve surlar bulunmaktadır.

Protesilaion (Karaağaç Tepe): Seddülbahir Köyü’nün yaklaşık 3 km. kuzey-kuzeydoğusunda, Kirte Deresi’nin hemen batısında, Morto Koyu’ndan yaklaşık 1km. içeridedir. Alüvyal bir ovanın üzerinde oluşmuş bir höyüktür. Höyük, 100m. çapında, ovadan 8m. yüksekliktedir. Arkeolojik yüksekliği yaklaşık 11.5m.’dir. Höyükteki ilk kazılar 1882 yılında Heinrich Schliemann tarafından yapılmıştır. Daha sonra Demangel 1921-1923 yılları arasında kazı yapmıştır.

Kazılar sonucu ele geçen buluntulara göre höyük, Neolitik, Orta ve Geç Kalkolitik, Erken Bronz Çağı, Helenistik ve Roma Dönemleri’nde iskan gördüğü tespit edilmiştir. karaağaç Tepe, Kültür Bakanlığı tarafından 14 Kasım 1980 tarihinde “Arkeolojik Sit Alanı” olarak tescil edilmiştir.

Maydos (Madytos) Antik Kenti: Fenikeliler zamanında Maditus=Maydos adı ile kurulan ilk şehirdir. Maditus adı iki nüfûzlu kardeşin veya ünlü bir filozofun adına nispetle verilmiştir. Günümüzde ilçe merkezi olan bu yerleşmenin adı Eceabat’tır. Madytos’un tarihçesi hakkında ilk bilgiler İÖ.411 yılına aittir.. O yıl bir Atina donanması, Sparta’ya ve yandaşlarına karşı savaşı yürütürken Madytos’da üslenmiştir.

Elaious Antik Kenti: Elaious antik kentinin yeri, Gelibolu Yarımadası güney ucu yakınında, bugünkü Çanakkale Şehitler Anıtı’nın bulunduğu alan ile, onun batısındaki küçük körfez (Morto Limanı) arasındaydı. Bu körfez de kentin limanı idi. Elaious kenti, İÖ.6.yüzyılda Atinalı göçmenler tarafından kurulmuştur.

Antik kentten günümüze kadar gelebilen pek bir eser bulunmamaktadır. Bugün Çanakkale Şehirleri Anıtı çevresinde rastlanan çanak çömlek kırıkları dışında hiçbir iz bulunmamaktadır. Kentin tapınağı olan Protesilaos tapınağından ise, günümüze gelebilen herhangi bir kalıntı bulunmamaktadır. Ancak, tapınağın Protesilaos’un mezarı diye bilinen bir Thrak Tümülüsünün yanı başında olabileceği düşünülmektedir.

Ayrıca, haklarında çok az şey bilinen Cynossena Antik Kenti, Arrhianel Antik Kenti’ninde Eceabat civarında kurulduğu düşünülmektedir.

Paylaşın

F.Bahçe, Bu Sezon Ligde İlk Kez Üst Üste İkinci Galibiyetini Aldı

Fenerbahçe, Süper Lig’in 20. haftasında konuk ettiği Göztepe’yi 7. dakikada Andre Ayew ile 73. dakikada Victor Moses’ın golleriyle 2-0 yenerek bu sezon ligde ilk kez üst üste ikinci galibiyetini elde etti.

Fenerbahçe, ligde geçen hafta da Evkur Yeni Malatyaspor karşısında 3-2 galip gelmişti.

Süper Lig’de ilk kez üst üste 2 maç kazanan Fenerbahçe, puanını 23’e yükseltti. Göztepe ise Süper Lig’de üst üste 3. yenilgisini aldı ve 22 puanda kaldı.

Goller:

7. dakikada Isla’nın ceza sahası içi sağ tarafından son çizgiye inerek verdiği pasta penaltı noktası üzerinde Soldado topla buluştu. Soldado’nun gelişine vuruşunda kaleye giden topu Ayew tamamladı ve meşin yuvarlak ağlara gitti. 1-0

73. dakikada sol kanatta topla buluşan Moses’ın yanına verdiği pasta topla hareketlenen Jailson, ceza sahası içine girdi. Jailson’un tekrar Moses’e pasında bekletmeden vuran Moses ağları sarstı. 2-0

Stat: Ülker Şükrü Saracoğlu

Hakemler: Suat Arslanboğa, Sekan Ok, İsmail Şencan

Fenerbahçe: Volkan Demirel, Isla, Neustaedter, Sadık Çiftpınar (Dk. 70 Jailson), İsmail Köybaşı, Mehmet Topal, Benzia (Dk. 64 Tolgay Arslan), Mehmet Ekici, Dirar, Ayew (Dk. 64 Moses), Soldado

Göztepe: Beto, Gassama, Reis, Titi, Agbenyenu, Borges, Alpaslan Öztürk (Dk. 54 Deniz Kadah), Serdar Gürler (Dk. 89 Gouffran), Castro, Halil Akbunar (Dk. 46 Yasin Öztekin), Jerome

Goller: Dk. 7 Ayew, Dk. 73 Moses (Fenerbahçe)

Kırmızı kart: Dk. 50 Jerome (Göztepe)

Göztepe Teknik Direktörü Kemal Özdeş, karşılaşma sonrası yaptığı açıklamada, kaybettikleri için üzgün olduklarını belirterek, maçın ikinci yarısında 10 kişi kalmalarının planlarını bozduğunu söyledi.

Fenerbahçe Teknik Direktörü Ersun Yanal ise, karşılaşma sonrası yaptığı açıklamada, “Sonuçta kazandıkça özgüven artıyor. Oynama iştahı artıyor. Gelen skorun büyük katkısı oluyor. Bunu çok özlemiştik. Yavaş yavaş bunu geri kazandığımız için mutluyuz” ifadelerini kullandı.

Paylaşın

Aristo’nun İlk Felsefe Okulunun Ev Sahibi ‘Assos’

Birçok uygarlığa ev sahipliği yapmış olan Çanakkale, tarihe tanıklık etmiş şehirlerdendir ve oldukça zengin bir geçmişe sahiptir. Çanakkale’nin Ayvacık İlçesi’nde de tarihi yerlerin oldukça fazla olduğu yerlerdendir.

“Assos Antik Kenti, Larissa Antik Kenti, Tragasia, Polymedion Antik Kenti, Pionia Antik Kenti, Lamponia Antik Kenti, Kolonai Antik Kenti, Chrysa (Khrysa), Apol, Gargaron, Gargara, Amaxitos” bu tarihi yerlerdendir.

Assos Antik Kenti: M.Ö. 2000 yıllarında Lelegler tarafından kurulan kent, denizden yaklaşık 238 m. yüksekliğindeki andezit kayalık bir tepe üzerine kurulmuştur.

İlçeye bağlı Behram Köyü ile iç içe olan Asos, ünlü filozof Aristo’nun (M.Ö. 348) ilk felsefe okuluna ev sahipliği yapmıştır.

Polymedion Antik Kenti: Ayvacık Sivrice burnu batısındaki deniz kenarında küçük bir tepe üzerinde olup, kalıntıların bir kısmı günümüzde deniz altında kalmıştır. İlkçağ kenti alanında toprak, pek bol keramik kırığıyla karışıktır.

Tragasia: Tragasia Troia yarımadasının güney ucunda, Baba burnuna 15 km. uzaklıkta, Gülpınarın da 7-8 km. kuzeydoğusunda olduğu sanılmaktadır.

Tragasai Hellen diline göre Tragasa’nın yeri anlamındadır. Kentin Byzantionlu Stephanos ve Strabon’da ismi geçmesine rağmen ayrıntılı bilgiye rastlanmamaktadır. Günümüzde de kent ile ilgili kalıntı veya buluntulara rastlanmamıştır.

Larissa Antik Kenti: Larissa antik kenti, Çanakkale’nin Ezine İlçesine bağlı Taraklı köyünün bulunduğu yerde idi. Araştırmacılar Larissa’nın yerini kesin olarak belirleyememişlerdir.

Larissa’nın ismine Strabon, Plinius gibi antik tarihçiler değinmiştir.Ancak yörede arkeoloji kazıları yapılmadığından herhangi bir kalıntı ile karşılaşılmamıştır.

Pionia Antik Kenti: Pionia Troas bölgesi antik kentlerinden Pionia’ya Strabon, Pausanias,Pilinus gibi antik tarihçiler değinmişlerse de yeri tam olarak kesinlik kazanamamıştır. Pionia, Hellen dilinde “otlak yeri” anlamına gelen bir sözcüktür.

Pionia’nın bulunduğu sanılan yerlerde arkeolojik araştırmalar yapılmadığından tam bir bilgi edinilememektedir.

Lamponia ( Lamponeia) Antik Kenti: İlçeye 7 km. uzaklıkta Kozlu köyü yakınındaki Asar Tepe üzerinde kurulmuştur. Lamponia’nın bulunduğu yerde arkeoloji kazıları veya yüzey araştırmaları yapılmadığından, yöre de bitki örtüsü altında olduğundan kalıntıları yeterli bir bilgi vermemektedir.

Bununla beraber Kozlu köyünden Lamponia’ya giden yolun sonunda bazı kalıntılar olduğu da görülmektedir. Surlarla çevrelenen kentte çok sayıda kuyu ve sarnıç bulunmaktadır.

Kolonai Antik Kenti: Kolonai antik kentinin yeri de tartışmalı olup kesinlik kazanamamıştır. Thoukydides ve Xenephon’da yalnızca ismi geçen kent hakkında bilgiler çok kısıtlıdır.

Chrysa (Khrysa): Bu kentin yeri Ayvacık İlçesi Gülpınar Beldesinin 2 km. kuzeybatısında, Beşik tepe üzerinde idi. Ünlü Apollo Smintheus tapınağında bu kentte bulunmaktadır. Smintheus, Fare Tanrı demektir.

Kenti, Yunanistan’dan gelen İonlar kuşattığı zaman, gece topraktan çok miktarda tarla faresinin çıkarak askerlerin silah ve teçhizatların deri kısımlarını kemirip kopardıkları ve bu yüzden kenti kuşatan İonların savaşı kaybettiği, ünlü coğrafyacı ve seyyah Strabon tarafından yaklaşık 2000 yıl önce yazılan Geographica adlı kitapta belirtilmektedir. Lekton halkı da bir minnet göstergesi olarak bu tapınağı inşa etmiş olmalıdır.

Apollon Smintheus Mabadi: Apollon Smintheus Tapınağı, Gülpınar Beldesi’nin kuzey-batısıyla, kuzey doğusu arasında kalan vadinin başlangıç eteklerinde Bahçeler-içi olarak adlandırılan mevkide yer alır. M.Ö. 2 YY. yapıldığı anlaşılmıştır.

Gargaron: Antik ismi Gargaron olan Kü-çükkuyu’ nun tarihi M.Ö. 9. yüzyıla kadar gitmektedir. Gargara ismini de İda Dağı’nın Gargara Tepesi’nden almıştır. Gargara’dan Homeros’un İlyada Destanı’nda çok sık bahsedilmektedir.

Küçükkuyu yöresinin, tarihin her döneminde yerleşime tabi tutulduğu bilinmekle beraber ; henüz tarihi geçmişi ile ilgili ayrıntılı çalışmalar da yapılmamıştır. Bu sebeple antik Gargara şehrinin yeri de tam olarak bilinememektedir.

1998 yılında Kültür Bakanlığı tarafından Gargara’nın yeri ile ilgili bir araştırma yapılmıştır. Bu araştırma sonucunda; ilk yerinin Nusratlı Köyü’nün kuzeyindeki Kocakaya Tepe’de olduğu, daha sonra ise Arıklı Köyü’nün doğusundaki Zindan Tepe’ye taşındığı tespit edilmiştir. Her iki tepede de bu araştırma sonucunu doğrulayacak tarihi kalıntılara rastlanmıştır.

Gargara: Eski Helen dilinde ” Kaynaşan Kalabalık” demektir. Kazdağı’nın (İda) yüksek doruklarından birinde, İzmir-Çanakkale yolunun sağ tarafındaki Çaltı Köyü’nün yakınlarında çok eski zamanlarda kurulmuştur.

 Burası Eski Gargara’dır. Sonradan kent halkı biraz daha güneye denize daha yakın bir tepeye taşınmış ve Yeni Gargara kenti orada oluşmuştur. Yeni Gargara’nın da kalıntıları Arıklı Köyü yakınındaki Zindan Tepe üzerindedir.

Hamaxitos: Amaxitos’un Troia yarımadasının güney ucunda Bababurnu yakınındaki Gülpınar’ın 3-4 km. güneybatısında deniz kıyısında olduğu sanılır. Amaxitos ,Hellen dilinde “Araba Yolu” veya “Anayol” anlamında bir sözcüktür.

Antik çağın tarihi ve coğrafyası konusunda bilgiler veren Xenophon, Thoukyidides ve Strabon bu kentin yalnızca isminden söz etmekle yetinmişlerdir. Amaxitos’da kazı ve yüzey araştırması yapılmamıştır. Bunun yanı sıra herhangi bir kalıntı veya buluntu ile karşılaşılmamıştır.

Paylaşın

Medeniyetler Beşiği Bursa’nın ‘Kale Ve Surları’

Tarihi 8 bin 500 yıl öncesine uzanan Bursa, Roma, Bizans, Selçuklu ve Osmanlı’ya ait birçok tarihi esere ev sahipliği yapmaktadır. Bursa’da yer alan kale ve surlarda bu mimari eserler içinde önemli yer tutmaktadır.

Mimari gelişimdeki ivmeyi gösteren kale ve surları sizler için derledik:

Kestel Kalesi: Bursa’nın 12 km doğusunda yer alan Kestel, Bizans döneminde tekfurluk merkezi idi. İlçede bulunan kale, Doğu Roma İmparatorluğu’nun sınır kalesi olması sebebiyle Latin dilinde Kalecik anlamına gelen Kastel (castel) ismini almış ve 1306 yılında Dimboz Muharebesi’nin ardından Osmanlılar’ın eline geçmesi ile ismi Kestel olmuştur.

Gölyazı İç Kale ve Kent Surları: Modern yerleşim halen, yaklaşık 800 m. uzunluğundaki antik surların içinde yer almaktadır. Sur duvarlarının hem savunma için hem de göl taşkınlarına karşı kullanılmasıı mümkündür. Üzerinde geleneksel konut mimarisi örnekleri görülebilen surlarda, yer yer kapılar ve kuleler bulunur. Bunlardan en önemlisi kuzeydeki Simitçikale’dir. Ayrıca meydanda da bir kule bulunmaktadır. Yerleşimin bulunduğu yarımadayı çevreleyen dışkale ve adayı çevreleyen içkale kalıntılarında, yüzyıllar içinde devşirme malzeme ile değişiklikler yapıldığı görülmektedir. Yer yer Roma, Bizans ve Osmanlı tarzı iç içe geçmiştir.

İznik Surları: Romalılar Nicea adını verdikleri bu şehri korumak için büyük uğraş verdiler. Çeşitli saldırılara uğrayan Nicea’yı bu savaş akınlarından koruyabilmek için, Bithynia Krallığı, zamanında başlatılan ancak depremlerle hasar gören surları, daha güçlü olarak inşa ettiler. Kentin çevresini beşkenarlı çokgen şeklinde kuşatan 4970 m. uzunluğundaki surlar, Roma, Bizans ve Osmanlı dönemindeki ilavelerle savunma görevini üstlendi. Sur duvarları her medeniyetin taş ustalığını sergiler ve her medeniyet bir önceki medeniyetin taşlarından yararlandığından, surlar adeta iç içe geçmiş bir tarih örgüsüdür.

Dört ana kapı, zafer takı gibi gösterişlidir ve üçü halen ayaktadır. Lefke Kapı’da mermer friz parçalarının kullanıldığı görülmektedir. İstanbul Kapı Konstantinapolis’e açıldığından en gösterişli kapıdır. Roma Tiyatrosu’ndan getirilen masklarla daha da gösterişli olması sağlanmıştır. Yenişehir Kapı kısmen ayaktadır. Göl Kapı ise tamamen yıkılmıştır.

12 tali kapısı ve 10-15m. aralıklarla yapılmış 114 kulesi bulunan İznik Surları dönemin savaş ve savunma stratejilerinin de inceliklerini anlatır.

Kite Kalesi: Ürünlü Mahallesi’nin güneydoğusunda yer alan Kite Kalesi, düz bir ovada kurulmuş olması nedeniyle belki de tarihte bir başka örneği olmayan bir yapıdır. Kite Kalesi’nden günümüze ulaşan sur kalıntıları, kalenin bir hayli görkemli olduğunu göstermektedir. Bugün çeşitli yüksekliklerde korunabilmiş üç parça duvar kalıntısı ve dörtgen planlı köşe burçlarının temel izleri belirlenebilmektedir.

Balabancık ve Gazi Aktimur Hisarı: Gazi Osman Bey, Bilecik, İnegöl, Sakarya ve Yenişehir’den sonra Bursa’ya yönelmeyi planlamıştır. Sarp kayalıklarla çevrili Bursa kalesi kolay alınamayacağı için Osman Gazi, biri kentin doğusundaki tepede, diğeri de kentin batısındaki kaplıcaların yakınında olmak üzere, havale kulesi dediğimiz iki tane gözetleme yeri yapmış ve giriş-çıkışları kontrol ederek kenti ablukaya almıştır.

Bunlardan doğudakine Balaban Bey, batıdakine de Gazi Aktimur dizdar, yani kale komutanı, olarak atandığı için bu havale kuleleri onların adlarıyla bilinmektedir. Bunlardan Balabancık Hisarı günümüze ulaştığı kadarıyla onarılarak koruma altına alınmıştır. Bursa’nın fethi şenliklerinin Yerkapı’da yapıldığı gibi bazı törenler de Balabancık Hisarı’nda yapılmaktadır.

Bursa Kalesi: Bursa, MÖ. 7. yüzyılda yöreye gelerek yerleşen ve MÖ. 327’de bağımsız bir krallık haline gelen Bithynialılar tarafından M. Ö. 2. yüzyılda kurulmuştur. Bithynia Kralı Prusias, Romalılar’dan kaçarak ülkesine sığınan Kartacalı general Hannibal’ın önerisiyle, M. Ö. 185 yılında Prusias ad Olympum ismi verilen kenti bir tepe üzerine inşa ettirmiş ve etrafını surlarla çevrelemiştir. Zamanla kentin Prusias olan ismi Prusa, daha sonra da Bursa olarak değişime uğramıştır.

Bithynialılar tarafından inşa edilen Bursa Kalesi, zaman içerisinde çeşitli kuşatmalar sırasında hasara uğramış, Roma, Bizans ve Osmanlı dönemlerinde çeşitli onarımlar görmüştür. 1326 yılında Bursa’yı Osmanlı topraklarına katan Orhan Gazi döneminde surlar burçlarla desteklenmiştir. 1640 senesinde Bursa’yı ziyarete gelen ünlü Osmanlı gezgini Evliya Çelebi surların altmış yedi kulesi ve beş kapısının bulunduğunu ve çevresinin onbin adım olduğunu belirtmiştir. Yaklaşık olarak 2 kilometre uzunluğunda olan surların beş kapısı, Hisar (Saltanat) , Kaplıca, Zindan, Pınarbaşı (Su) , Yer (Zemin) Kapısı olarak isimlendirilmiştir.

Paylaşın

Bursa’nın Ev Sahipliği Yaptığı ‘Türbeler’

Birçok uygarlığa ev sahipliği yapmış olan Bursa, Osmanlı mimarisine de ait çok sayıda eser barındırmaktadır. Bursa, Osmanlı mimarisinin hemen hemen tüm aşamalarından örnekler sunmakta ve mimari gelişimdeki ivmeyi göstermektedir.

Bursa’da yer alan türbeler de bu mimari eserler içinde önemli yer tutmaktadır.

Çoban Bey Türbesi: Umur Bey mahallesinde, kendi adıyla anılan sokakta türbe, Osmanlı İmparatorluğunun kurucularından Osman Bey’in oğlu Çoban Bey’e aittir. Türbe kare planlı, üzeri basık kubbe ile örtülüdür. Türbede Çoban Bey’in lahdi ile beraber beş lahit bulunmaktadır. Yapının batı yönünde bulunan duvar kalıntıları Çoban Bey Mescidinin kalıntılarıdır. 1971 yılında Bursa Eski Eserleri Sevenler Kurumu tarafından onarılmıştır.

Osman Gazi Türbesi: Bursa Tophane semtinde, Park girişinin solunda, Şehitlik Anıtının yanındadır. Osman Gazi Söğüt’te vefat ettiği zaman babası Ertuğrul Gazi’nin türbesine gömülmüştür. Bursa’nın Türklerin eline geçişinden sonra naaşı Bursa’ya getirilerek Bizans dönemine ait Saint Elia (Gümüşlü Kümbet) Kilisesine gömülmüştür. İlk önceleri Orhan Gazi ile aynı çatı altına gömülmüşse de 1855 depreminde türbe yıkılınca 1863’de bugünkü türbeyi Sultan Abdülaziz yeniden yaptırmıştır.

Orhan Gazi Türbesi: Bursa Tophane semtinde, Tophane Parkı girişinin sağında, Osman Gazi Türbesi’nin karşısındadır. Bizans döneminde tarihlenen Saint Elie Kilisesi kalıntısı üzerine yapılmıştır. Kiliseye ait mozaik kalıntıları döşemelerinde günümüze kadar gelmiştir. Osman Gazi türbesi ile Orhan Gazi türbesi aynı çatı altında iken 1855 depreminde yıkılmış, 1863’de Sultan Abdülaziz tarafından yenilenmiştir.

Okçu Baba Türbesi: Nusret Paşa Türbesi olarak da bilinir. Hisar bölgesinde Saltanat Kapıya yakın bir alanda bulunan türbenin 14. yüzyılda inşa edildiği düşünülmektedir.Bursa’nın fethinde önemli hizmetleri olan Nusret Paşa’ya aittir. Kareye yakın planlı türbe dıştan kiremit çatılı, içten kubbelidir. Giriş kapısı vurgulanmış olan türbenin kotu çevresinden aşağıdadır.

Cem Sultan Türbesi: Altıgen planlı bu türbe, talihsiz Sultan Cem Sultan’ın mezarını barındırmaktadır. Kubbe ve duvarlar zengin kalem işleri ile bezelidir.Duvarlar pencere üzerlerine kadar altıgen firuze çinilerle kaplıdır. Giriş kısmı mermerdendir. Cem Sultan’ın sandukasının yanında kardeşi Şehzade Mustafa ile II. Bayezid’in Sultan Abdullah ve Alem Şah adlı iki oğluna ait olduğu söylenen iki sanduka daha bulunmaktadır.

Kırgızlar Türbesi: İznik’in fethi sırasında Osmanlı’nın yanında olan Kırgız Türkleri’nden şehit olanlar anısına, Orhan Gazi tarafından 1331 yılında inşa ettirilmiştir. Mimari özellikleri ve kalem işi süslemeleri ile sanat tarihi açısından ayrıcalıklı bir yere sahiptir.

Üftade Türbesi: Üftade Camisinin doğusunda yer alan türbede, 1589 yılında vefat eden Üftade, oğulları Mustafa, Mehmed, Hayreddin, Ahmed’e ait sandukalar ile kimliği belirsiz dokuz ahşap kabir bulunmaktadır. Kare planlı bir yapıdır. Türbe, 1866 yılında Serasker Hasan Rıza Paşa tarafından yeniden inşa ettirilmiştir. Ayrıca türbe ve caminin karşısında eski mezarlar mevcuttur.

Abdal Mehmed Türbesi: Abdal Cami’nin karşısında bulunan türbe 1450 yılında Sultan 2. Murad tarafından yaptırılmıştır. Kare planlı türbenin üstü, sekizgen bir kasnağa oturan, dıştan kurşunla kaplı kubbe ile örtülü olup türbeye beşik tonozlu kapalı bir eyvandan girilir. Türbede Abdal Mehmed’e ait bir sanduka bulunmaktadır. Abdal Mehmed, baş müridi Başçı İbrahim Efendi ile yakın dostluk kurmuş, onun duası ile zengin olmuştur. Zengin olunca türbesinin karşısındaki Abdal Camii’ni yaptırmıştır. Evliya Çelebi, Abdal Türbesi’ni yoldan geçenlerin dinlenip ibadet ettikleri güzel bir bina olarak tarif eder.

Emir Sultan Türbesi: Üç Osmanlı sultanı dönemlerinde yaşamış ve sufilikte velilik rütbesini kazanan Emir Sultan Hazretleri’nin türbesinin Müslüman dünyasında beşinci makam olduğu ileri sürülmektedir. Peygamber soyundan geldiği için “Emir”, gönülleri fethettiği için “Sultan” unvanı almıştır. Türbe yapısal olarak özgünlüğünü yitirmiştir. Ancak sahip olduğu manevi değerinden hiçbir şey kaybetmeyerek günümüze gelmiştir.

Yeşil Türbe: Yeşil Camii’nin güneyinde bulunan Yeşil Türbe, Yıldırım Bayezid’in oğlu Çelebi Mehmed tarafından 824H. (1421) yılında yaptırılmıştır. Türbenin mimarı Hacı İvaz Paşa’dır

Türbe sekiz köşeli bir yapı olup, dıştan yüksek kasnağı, sivri kubbesi ile karakteristik bir uslubun anlatımıdır. Yapı , sandukaların bulunduğu zemin kat ve kripto vazifesi gören tonozla örtülü bir bodrumdan oluşmaktadır. Kubbe her yüzünde sivri kemerli birer küçük pencere bulunan sekiz yüzlü kasanak üzerine oturur. Kubbeye geçiş, prizmatik üçgen dizisinden oluşan bir kuşakla sağlanmıştır. Kuzey yönündeki girişin sağında ve solunda yer alan mihrapcıkları, ayakkabılıkları, kapı üzerindeki skalaktitleri, kitabesi, dilimli kubbesi, çeşitli renk ve motiflerdeki çiniler ile bezenmiştir. Çiniler kabartma ve sır tekniğinin en güzel örneklerindendir.

Türbenin içinde Çelebi Mehmed’in çiniler ile bezenmiş sandukası yer alır. Sekiz köşeli, yanları mermer, üzeri çini kaplı bir mermer kaide üzerine yerleştirilmiş üzeri beyaz, mavi, sarı, lacivert çinilerden oluşan yazı bordürü ile süslenmiştir.

Mihrap nişi oldukça yüksek tutulmuştur. Rumi palmet, kıvrık dal motifleri, kalın yazı dizisi ve tepeliği ile Yeşil Camii mihrabına benzemektedir. Türbenin içte yüzeyini yerden 3.00 m ye kadar yükselen altı köşe firuze duvar çinileri ve altın yaldızlı rozetler oluşturur. Türbenin çinileri, kitabesinde de belirttiği üzere Mecnun Mehmed tarafından yapılmıştır.

Yıldırım Bayezid Türbesi: Türbe 1406 yılında Yıldırım Bayezid’in oğlu Emir Süleyman tarafından yaptırılmıştır. Türbe, önündeki revakıyla, kendinden sonra yapılan revaklı Osmanlı Türbelerinin öncüsü olmuştur. Türbe içinde Yıldırım Bayezid’in sandukası dışında Oğlu İsa Çelebi’nin sandukası da yer almaktadır.

I. Murad Türbesi: Hüdavendigar Camii karşısında yer alan I. Kosova Savaşı’nda (1389) şehit olan Sultan I. Murad’ın türbesini oğlu Yıldırım Bayezid yaptırmıştır. Ancak günümüzde mevcut olan türbe, eski temelleri üzerine, 1855 depremi sonrasında yeniden yapılmıştır. Türbenin içerisinde pirinç parmaklıklarla çevrili Sultan I. Murad’ın sandukası vardır. Türbede Sultan I. Murad’ın Türbesi dışında yedi şehzade sandukası bulunmaktadır.

Paylaşın

Medeniyetler Beşiği Bursa’nın Kilise Ve Havraları

Yaklaşık 8500 yıl geçmişe sahip Bursa, farklı din ve etnik unsurları bir arada barındırması bakımlardan önemli bir şehirdi. Birçok uygarlığa ev sahipliği yapmış olan Bursa’da yapılan kiliselerin büyük bölümü XIX. yüzyılda yapılmıştır.

Bursa merkezde, Mudanya / Trilye Aya Yani Manastırı, Mudanya / Tirilye / Hagios Taxiarchoi / Archaneloi Kilisesi, Mudanya / Tirilye / Fatih Cami (St. Stephanos Kilisesi), Mudanya / Tirilye / Panagia Pantobasilia (Kemerli Kilise), İznik / Böcek Ayazması, Namazgah Kilisesi, Demir Kapı Kilisesi, Geruş Havrası, Fransız Kilisesi Kültür Evi, olmak üzere 6 kilise ve 3 havra bulunuyor.

Mudanya / Trilye Aya Yani Manastırı: Tirilye’ye 5 km uzakta, 3 km’lik toprak bir yol, zeytinliklerden ve günebakan tarlalarından geçerek Aya Yani Kilisesi’ne ulaşılır. Denizden daha heybetli görülen ve özel bir arsada bulunan manastır, bugün harap durumdadır. Kilise ismini Tirilye’nin adı üzerine türetilen rivayetlerden birine konu olan papaz Aya Yani’den almıştır.

Hagios Taxiarchoi / Archaneloi Kilisesi: Mudanya’nın Kumyaka (Siği) Köyü sahilinde bulunan kilisenin 19. yüzyıl sonlarında yapıldığı söylenir. Ancak mimari özellikleri ve malzeme açısından bakıldığında kilisenin yapımının 8-9. yüzyıl olabileceği düşündürmektedir. Nitekim bazı kaynaklarda kilisenin yapım tarihi olarak 780 yılı belirtilmektedir.

Stephanos Kilisesi: Yapı haç formunda inşa edilmiştir. 610 – 850 yılları arasından günümüze kalan Bizans mimarisi örnekleri pek azdır. Bunların arasında olan Tirilye’nin bugün Fatih Camisi olarak bilinen (eski adı Hagios Stephanos – Hinolakkos Kilisesi’dir) yapısıdır. Bölgenin Türklerin eline geçmesiyle birlikte yapıya minare ve mihrap eklenerek camiye dönüştürülmüştür. Ancak her ne kadar günümüzde cami olarak kullanılsa da kilisenin genel yapısı korunmuştur.

Mudanya / Tirilye / Panagia Pantobasilia (Kemerli Kilise): 1676 yılında Dr. J. Covel tarafından hazırlanan el yazması bir belgede, kilisenin Panagia Pantobasilissa’ya (Bakire Meryem) adandığı belirtilmektedir. Yapının kubbe ve çan kulesi Şubat 1855’teki büyük depremde yıkılmış, 1883 yılında onarılmışsa da özgün niteliğini yitirmiştir.

Sütunları İskenderiye’den getirilen Kilise’nin dünyada duvarına resim yapılan ilk kilise olduğu ifade edilmektedir. Duvarlarında kat kat resimler yapılmış bu kilise Ortodoks dünyası için önemlidir.

Dört büyük meleklerin resmedildiği freskler yapıda zamana direnerek günümüze kadar gelmeyi başarmışlardır.

Böcek Ayazmazı: Vaftiz törenlerinin yapıldığı Böcek Ayazması 6. yüzyıldan günümüze ulaşmış sağlam eserlerdendir. Koimesis Kilisesi yakınlarında yer alan vaftizhaneye 11 basamaklı merdivenlerle ulaşılmaktadır.

Namazgah Kilisesi: Namazgah semtinde yer alan kilise bazilikal planda inşa edilmiştir. Bugün kullanılmamaktadır.

Demir Kapı Kilisesi: Bulunduğu mahallenin ismi ile anılan kilise bir Rum Ortodoks kilisesidir. Bazilikal plana sahip olan kilise 1926 yılından sonra Yılmaz İpek’in özel mülkiyetine geçmiş olup, 1985 yılına kadar ipek büküm ve dokuma işlemlerinin yapıldığı bir fabrika olarak hizmet vermiştir.

Geruş Havrası: Altıparmak Caddesi’nin güneyinde yer alan Geruş Havrası 16. yüzyıl başlarında Sultan II. Selim’in izni ile yaptırılmıştır. “Geruş” İbranice kovulmuş anlamına gelmektedir. 15. yüzyıl sonlarında İspanya’dan sınır dışı edilen ve Osmanlı İmparatorluğu tarafından kabul edilen Musevilere referansla havra bu isim ile anılmaya başlanmıştır. Havra dikdörtgen planlı olup kesme taştan inşa edilmiştir. Bugün ibadete açıktır.

Fransız Kilisesi Kültür Evi: 1880’lerde ibadete açılmış olan kilise dönemin Fransız levantenleri tarafından yapıldığı ve kullanıldığı, 1960 yılında ise artık özgün işlevini yitirmiş olduğu bilinmektedir.

Boyuna düzende tek nefli plan şemasına sahip olan Katolik kilisesi genelinde sade bir görüntüye sahip olup, beden duvarı üzerinde yükselen kademeli kuleler ve ana kilise mekanının sivri kemerli pencereleri ile gotik tarzdaki uygulamalar ile yapıya hareketlilik kazandırılmıştır.

Bir dönem depo olarak kullanılan yapının restorasyon çalışmaları 2004 yılında tamamlanarak, Fransız Kilisesi Kültür Evi işlevi verilerek kullanıma açılmıştır.

Paylaşın

Bursa’nın Simgelerinden ‘Saitabat Şelalesi’

Yemyeşil çimenler ve çınar ağaçlarıyla çevrili olan ve Uludağ’dan gelen suların aşağı akmasıyla oluşan Saitabat Şelalesi, bir kanyondan dökülmektedir. Bursa’nın Kestel ilçesinin Saitabat Köyü’nde yer alan şelalenin aktığı kanyonda, suyunun debisine rağmen sert kayalar yer almaktadır.

Muhteşem bir tabiata sahip olan Saitabat Şelalesi’nin çevresi piknik alanı ve mesire yeri olarak kullanılmaktadır. Alabalıklarıyla meşhur olan Saitabat Şelalesi, yüzme ve doğa yürüyüşü için uygundur.

Bursa’nın kısa tarihi

Şehir merkezinde yer alan Hisar bölgesinde elde edilen kesin bulgular MÖ 2500-2700 yıllarını gösterir. Fakat Akçalar Aktopraklık kazılarında bugün Bursa il sınırları içinde kalan eski uygarlık alanlarının 8500 yıl öncesine kadar uzandığı ortaya çıkmıştır.

Bursa bölgesi, MÖ 4. yüzyılda Bitinya Devleti kurulana dek, çeşitli kolonilerin ve ülkelerin egemenliğindeydi. Ünlü tarihçi Herodot’a göre, o tarihte Bursa ve civarında var olan tek kent, MÖ 12. yüzyılda kurulan Cius’tur (Gemlik). Apamea (Mudanya) kentinin ise MÖ 10. yüzyılda kurulduğu sanılmaktadır. Uluabat Gölü’nün üzerinde bir adada bulunan Apollonia’nın da (Gölyazı), MÖ 6. yüzyıldan önce kurulduğu sanılmaktadır.

Krezus/Kroisos (MÖ 561-546) döneminde Lidyalıların egemenliğine giren Bursa bölgesi daha sonra Pers egemenliğine geçer. Bölge, bu savaşlar sırasında çok tahrip olur. Bu sırada Yunan göçmenleri bölgeye gelerek Marmara Denizi kıyılarına yerleşir. Kadıköy’de Kurulu bulunan Chalchedon Cumhuriyeti, Bursa ve civarına saldırarak tahrip eder. Dedalses, Perslere karşı savaşarak Bursa bölgesinde bağımsız bir Bitinya Devleti kurar.

Bursa’nın kent statüsüne yükselip çevresinin surlarla çevrilmesi, Bitinya kralı I. Prusias (MÖ 232-192) döneminde gerçekleşir. Kartaca kralı Hannibal, Roma imparatoru ile yaptığı savaşı kaybedince, askerleriyle birlikte I. Prusias’a sığınır, I. Prusias tarafından büyük itibar görmesi üzerine, onun onuruna Bursa Kalesi’ni inşa eder. Böylece Bursa’nın ilk şehir planı da Kartaca kralı Hannibal tarafından yapılmış olur. Kente Prusa adı verilir.

MÖ 74 yılında Roma’ya bağlanan Bitinya Krallığı, uzun yıllar Roma egemenliğindeydi. Şehir, MS 395 yılında Roma İmparatorluğu’nun ikiye bölünmesiyle Bizans yönetiminde kalır. MS 500’lerde bölgede ipek üretimine başlanır ve şehrin doğal sıcak suları nedeniyle küçük bir kaplıca kentine dönüşmesi bu zamanda gerçekleşir. Pythia’da (Çekirge) yeni hamamların yaptırılması İmparator Justinianus (527-565) zamanına denk gelir.

Müslümanlar ilk kez, Abbasiler (Harun Reşid, 8. yüzyıl) döneminde Bursa’ya kadar gelir. 955 yılında ise Halep’teki Hamedanlılar, İznik’i ele geçirip 23 yıl süreyle egemen olurlar. Türkler Bursa bölgesine ilk kez 1080 yılından sonra gelirler ve İznik, 1081-1097 yılları arasında Anadolu Selçuklu Devleti’ne başkentlik yapar. 1097 yılında ise bölge, Haçlı Savaşları’na sahne olur. İznik, Haçlıların eline geçer.

Bu savaşlar sırasında İstanbul’da Latin hükümeti kurulunca, Bizans İmparatorluğu’nun başkenti İznik olur. 1204-1261 yılları arasında Nicaea’ya (İznik) bağlı sönük bir tekfurluk olarak yaşamını sürdürdüğü anlaşılan Prusa, hisardan ibaret bir kent olarak 14. yüzyıla kadar Bizans yönetiminde kalır.

Bursa, Osmanlı Devleti’nin kurucusu ve ilk sultanı olan Osman Bey’in uzun yıllar süren kuşatmasından sonra, kılıçla değil, “vire” olarak anılan biçimde; teslim yoluyla, 6 Nisan 1326′da oğlu Orhan Bey tarafından alınarak Osmanlıların başkenti olur. Osman Gazi de vasiyeti gereği Tophane’deki Gümüşlü Kubbe’ye (Saint Elia Manastırı) gömülür.

Bursa Osmanlı hâkimiyeti ile birlikte bilhassa ilk 200 yıllık dönemde diğer kentlere göre büyük gelişmeler gösterir, şehir hisarın dışında, batı ve doğuya doğru genişler ve birçok mimari yapı ile süslenir ve 1365’te Edirne’nin fethedilip başkent yapılmasına kadar imparatorluğa başkent olur. Edirne ve daha sonra İstanbul’un başkent olmasından sonra, Bursa hep Anadolu’nun başkenti olarak itibar ve değer görmüştür.

Bursa yöresi 1900’lerin başında Hüdavendigar Vilayetinin sınırları içindeydi. Kentin belediyesi 1877’de kuruldu. Osmanlı Devleti’nin yıkılmaya başladığı dönemde, Birinci Dünya Savaşı sonrasında Türkiye İtilaf Devletleri tarafından işgal edilir. Bursa, 8 Temmuz 1920 tarihinde Yunanlılar tarafından işgal edildiğinde, şehri korumakla görevli askerler, silah ve cephane yetersizliğinden fazla direnemez.

Şehrin işgali, sadece Bursa’da değil, tüm ülkede büyük üzüntü yaratır. Ankara’daki TBMM kürsüsü üzerine, Bursa düşman işgalinden kurtuluncaya kadar kalmak üzere siyah bir örtü örtülür. Şehir, 2 yıl, 2 ay, 2 günlük işgalden sonra 11 Eylül 1922 günü Yunan işgalinden kurtulur.

İşgal sonrası Balkanlardan gelen göçmenlerin büyük bölümünün Türkçe dahi bilmeyen, faklı gelenekler ve kültür taşıması, cumhuriyet Bursa’sı için daha farklı ve ciddi sorunların ortaya çıkmasına neden olur. Fakat Gazi Mustafa Kemal Atatürk’le doğan yepyeni Türkiye Cumhuriyeti’nin diğer bütün illerinde olduğu gibi, Bursa da yaralarını kısa sürede sarar, toplumsal ve kültürel sorunları aşmayı bilir ve kalkınır.

Cumhuriyet yönetimi, yakılmış, yıkılmış bir Bursa’dan kısa sürede modern bir kent yaratmayı başarır. Yeniden ipek fabrikaları kurulur, gerek kent merkezi, gerekse ilçe ve köylerde büyük bir imar atılımı başlar. Cumhuriyet devrimlerine sahip çıkan Bursa, çok kısa süre içinde büyük bir gelişme göstererek ülkenin dördüncü büyük kenti olur.

Paylaşın

Şifa Kaynağı ‘Sadağı Kanyonu’

Romatizma hastalarına şifa kaynağı olan Sadağı Kanyonu aynı zamanda doğa yürüyüşleri ve kampçıların da sıklıkla tercih ettiği Bursa’nın doğal güzelliklerinden biridir.

Sadağı Kanyonu, Bursa’ya 58 kilometre mesafedeki dağ ilçesi Orhaneli’nin 6 kilometre güneybatısında yer alan Sadağı köyünün 1.5 kilometre dışındaki su bendinin ardından başlar.

Sadağı Kanyonu’nu gezmek isteyenler, yer yer 60 metreyi bulan kaya blokları arasından akan Sadağı deresinde zaman zaman suya girerek ilerlemek zorundadırlar.

Sadağı kanyonun en ilgi çekici yeri olan kaya hamamı yörede avlanmak üzere Orhaneli’ni kuran, İ.S. 117/138 yılları arasında hüküm süren Roma İmparatoru Hadrianus’un karısı için yaptırdığı yer olarak bilinir.

Üç tarafı taş duvarla çevrili olan ve derenin karşı kıyısından kaynayan 60 derecelik sıcak suyu termal tesise alınsa da kaya hamamı halen sağlam durmaktadır.

Bursa’nın kısa tarihi

Şehir merkezinde yer alan Hisar bölgesinde elde edilen kesin bulgular MÖ 2500-2700 yıllarını gösterir. Fakat Akçalar Aktopraklık kazılarında bugün Bursa il sınırları içinde kalan eski uygarlık alanlarının 8500 yıl öncesine kadar uzandığı ortaya çıkmıştır.

Bursa bölgesi, MÖ 4. yüzyılda Bitinya Devleti kurulana dek, çeşitli kolonilerin ve ülkelerin egemenliğindeydi. Ünlü tarihçi Herodot’a göre, o tarihte Bursa ve civarında var olan tek kent, MÖ 12. yüzyılda kurulan Cius’tur (Gemlik). Apamea (Mudanya) kentinin ise MÖ 10. yüzyılda kurulduğu sanılmaktadır. Uluabat Gölü’nün üzerinde bir adada bulunan Apollonia’nın da (Gölyazı), MÖ 6. yüzyıldan önce kurulduğu sanılmaktadır.

Krezus/Kroisos (MÖ 561-546) döneminde Lidyalıların egemenliğine giren Bursa bölgesi daha sonra Pers egemenliğine geçer. Bölge, bu savaşlar sırasında çok tahrip olur. Bu sırada Yunan göçmenleri bölgeye gelerek Marmara Denizi kıyılarına yerleşir. Kadıköy’de Kurulu bulunan Chalchedon Cumhuriyeti, Bursa ve civarına saldırarak tahrip eder. Dedalses, Perslere karşı savaşarak Bursa bölgesinde bağımsız bir Bitinya Devleti kurar.

Bursa’nın kent statüsüne yükselip çevresinin surlarla çevrilmesi, Bitinya kralı I. Prusias (MÖ 232-192) döneminde gerçekleşir. Kartaca kralı Hannibal, Roma imparatoru ile yaptığı savaşı kaybedince, askerleriyle birlikte I. Prusias’a sığınır, I. Prusias tarafından büyük itibar görmesi üzerine, onun onuruna Bursa Kalesi’ni inşa eder. Böylece Bursa’nın ilk şehir planı da Kartaca kralı Hannibal tarafından yapılmış olur. Kente Prusa adı verilir.

MÖ 74 yılında Roma’ya bağlanan Bitinya Krallığı, uzun yıllar Roma egemenliğindeydi. Şehir, MS 395 yılında Roma İmparatorluğu’nun ikiye bölünmesiyle Bizans yönetiminde kalır. MS 500’lerde bölgede ipek üretimine başlanır ve şehrin doğal sıcak suları nedeniyle küçük bir kaplıca kentine dönüşmesi bu zamanda gerçekleşir. Pythia’da (Çekirge) yeni hamamların yaptırılması İmparator Justinianus (527-565) zamanına denk gelir.

Müslümanlar ilk kez, Abbasiler (Harun Reşid, 8. yüzyıl) döneminde Bursa’ya kadar gelir. 955 yılında ise Halep’teki Hamedanlılar, İznik’i ele geçirip 23 yıl süreyle egemen olurlar. Türkler Bursa bölgesine ilk kez 1080 yılından sonra gelirler ve İznik, 1081-1097 yılları arasında Anadolu Selçuklu Devleti’ne başkentlik yapar. 1097 yılında ise bölge, Haçlı Savaşları’na sahne olur. İznik, Haçlıların eline geçer.

Bu savaşlar sırasında İstanbul’da Latin hükümeti kurulunca, Bizans İmparatorluğu’nun başkenti İznik olur. 1204-1261 yılları arasında Nicaea’ya (İznik) bağlı sönük bir tekfurluk olarak yaşamını sürdürdüğü anlaşılan Prusa, hisardan ibaret bir kent olarak 14. yüzyıla kadar Bizans yönetiminde kalır.

Bursa, Osmanlı Devleti’nin kurucusu ve ilk sultanı olan Osman Bey’in uzun yıllar süren kuşatmasından sonra, kılıçla değil, “vire” olarak anılan biçimde; teslim yoluyla, 6 Nisan 1326′da oğlu Orhan Bey tarafından alınarak Osmanlıların başkenti olur. Osman Gazi de vasiyeti gereği Tophane’deki Gümüşlü Kubbe’ye (Saint Elia Manastırı) gömülür.

Bursa Osmanlı hâkimiyeti ile birlikte bilhassa ilk 200 yıllık dönemde diğer kentlere göre büyük gelişmeler gösterir, şehir hisarın dışında, batı ve doğuya doğru genişler ve birçok mimari yapı ile süslenir ve 1365’te Edirne’nin fethedilip başkent yapılmasına kadar imparatorluğa başkent olur. Edirne ve daha sonra İstanbul’un başkent olmasından sonra, Bursa hep Anadolu’nun başkenti olarak itibar ve değer görmüştür.

Bursa yöresi 1900’lerin başında Hüdavendigar Vilayetinin sınırları içindeydi. Kentin belediyesi 1877’de kuruldu. Osmanlı Devleti’nin yıkılmaya başladığı dönemde, Birinci Dünya Savaşı sonrasında Türkiye İtilaf Devletleri tarafından işgal edilir. Bursa, 8 Temmuz 1920 tarihinde Yunanlılar tarafından işgal edildiğinde, şehri korumakla görevli askerler, silah ve cephane yetersizliğinden fazla direnemez.

Şehrin işgali, sadece Bursa’da değil, tüm ülkede büyük üzüntü yaratır. Ankara’daki TBMM kürsüsü üzerine, Bursa düşman işgalinden kurtuluncaya kadar kalmak üzere siyah bir örtü örtülür. Şehir, 2 yıl, 2 ay, 2 günlük işgalden sonra 11 Eylül 1922 günü Yunan işgalinden kurtulur.

İşgal sonrası Balkanlardan gelen göçmenlerin büyük bölümünün Türkçe dahi bilmeyen, faklı gelenekler ve kültür taşıması, cumhuriyet Bursa’sı için daha farklı ve ciddi sorunların ortaya çıkmasına neden olur. Fakat Gazi Mustafa Kemal Atatürk’le doğan yepyeni Türkiye Cumhuriyeti’nin diğer bütün illerinde olduğu gibi, Bursa da yaralarını kısa sürede sarar, toplumsal ve kültürel sorunları aşmayı bilir ve kalkınır.

Cumhuriyet yönetimi, yakılmış, yıkılmış bir Bursa’dan kısa sürede modern bir kent yaratmayı başarır. Yeniden ipek fabrikaları kurulur, gerek kent merkezi, gerekse ilçe ve köylerde büyük bir imar atılımı başlar. Cumhuriyet devrimlerine sahip çıkan Bursa, çok kısa süre içinde büyük bir gelişme göstererek ülkenin dördüncü büyük kenti olur.

Paylaşın

Bursa’nın Dünyaca Ünlü Sembolü ‘İnkaya Çınarı’

Yaklaşık 600 yaşında olan İnkaya Çınarı, muhteşem görünümü ile dünyaca ünlüdür. Bursa’ya yolu düşen yerli ve yabancı turistlerin uğramadan geçmediği önemli bir semboldür.

Adını Osmanlı Devleti’nin ilk köylerinden biri olan İnkaya Köyü’nden alan İnkaya Çınarı, Bursa’nın Osmangazi İlçesi yakınlarından geçen Uludağ yolu üzerinde yer almaktadır.

Bursa’ya yolu düşen yerli ve yabancı turistlerin uğramadan geçmediği önemli bir semboldür. Çapı 3, yüksekliği ise 35 m. olan bu anıt ağaç, 13 ana kola sahiptir. Dalların kalınlığı 3-4 metreyi bulan çınar, 9,2 metrelik çevresiyle Türkiye’nin en yaşlı ağaçlarından biridir.

Bursa’nın kısa tarihi

Şehir merkezinde yer alan Hisar bölgesinde elde edilen kesin bulgular MÖ 2500-2700 yıllarını gösterir. Fakat Akçalar Aktopraklık kazılarında bugün Bursa il sınırları içinde kalan eski uygarlık alanlarının 8500 yıl öncesine kadar uzandığı ortaya çıkmıştır.

Bursa bölgesi, MÖ 4. yüzyılda Bitinya Devleti kurulana dek, çeşitli kolonilerin ve ülkelerin egemenliğindeydi. Ünlü tarihçi Herodot’a göre, o tarihte Bursa ve civarında var olan tek kent, MÖ 12. yüzyılda kurulan Cius’tur (Gemlik). Apamea (Mudanya) kentinin ise MÖ 10. yüzyılda kurulduğu sanılmaktadır. Uluabat Gölü’nün üzerinde bir adada bulunan Apollonia’nın da (Gölyazı), MÖ 6. yüzyıldan önce kurulduğu sanılmaktadır.

Krezus/Kroisos (MÖ 561-546) döneminde Lidyalıların egemenliğine giren Bursa bölgesi daha sonra Pers egemenliğine geçer. Bölge, bu savaşlar sırasında çok tahrip olur. Bu sırada Yunan göçmenleri bölgeye gelerek Marmara Denizi kıyılarına yerleşir. Kadıköy’de Kurulu bulunan Chalchedon Cumhuriyeti, Bursa ve civarına saldırarak tahrip eder. Dedalses, Perslere karşı savaşarak Bursa bölgesinde bağımsız bir Bitinya Devleti kurar.

Bursa’nın kent statüsüne yükselip çevresinin surlarla çevrilmesi, Bitinya kralı I. Prusias (MÖ 232-192) döneminde gerçekleşir. Kartaca kralı Hannibal, Roma imparatoru ile yaptığı savaşı kaybedince, askerleriyle birlikte I. Prusias’a sığınır, I. Prusias tarafından büyük itibar görmesi üzerine, onun onuruna Bursa Kalesi’ni inşa eder. Böylece Bursa’nın ilk şehir planı da Kartaca kralı Hannibal tarafından yapılmış olur. Kente Prusa adı verilir.

MÖ 74 yılında Roma’ya bağlanan Bitinya Krallığı, uzun yıllar Roma egemenliğindeydi. Şehir, MS 395 yılında Roma İmparatorluğu’nun ikiye bölünmesiyle Bizans yönetiminde kalır. MS 500’lerde bölgede ipek üretimine başlanır ve şehrin doğal sıcak suları nedeniyle küçük bir kaplıca kentine dönüşmesi bu zamanda gerçekleşir. Pythia’da (Çekirge) yeni hamamların yaptırılması İmparator Justinianus (527-565) zamanına denk gelir.

Müslümanlar ilk kez, Abbasiler (Harun Reşid, 8. yüzyıl) döneminde Bursa’ya kadar gelir. 955 yılında ise Halep’teki Hamedanlılar, İznik’i ele geçirip 23 yıl süreyle egemen olurlar. Türkler Bursa bölgesine ilk kez 1080 yılından sonra gelirler ve İznik, 1081-1097 yılları arasında Anadolu Selçuklu Devleti’ne başkentlik yapar. 1097 yılında ise bölge, Haçlı Savaşları’na sahne olur. İznik, Haçlıların eline geçer.

Bu savaşlar sırasında İstanbul’da Latin hükümeti kurulunca, Bizans İmparatorluğu’nun başkenti İznik olur. 1204-1261 yılları arasında Nicaea’ya (İznik) bağlı sönük bir tekfurluk olarak yaşamını sürdürdüğü anlaşılan Prusa, hisardan ibaret bir kent olarak 14. yüzyıla kadar Bizans yönetiminde kalır.

Bursa, Osmanlı Devleti’nin kurucusu ve ilk sultanı olan Osman Bey’in uzun yıllar süren kuşatmasından sonra, kılıçla değil, “vire” olarak anılan biçimde; teslim yoluyla, 6 Nisan 1326′da oğlu Orhan Bey tarafından alınarak Osmanlıların başkenti olur. Osman Gazi de vasiyeti gereği Tophane’deki Gümüşlü Kubbe’ye (Saint Elia Manastırı) gömülür.

Bursa Osmanlı hâkimiyeti ile birlikte bilhassa ilk 200 yıllık dönemde diğer kentlere göre büyük gelişmeler gösterir, şehir hisarın dışında, batı ve doğuya doğru genişler ve birçok mimari yapı ile süslenir ve 1365’te Edirne’nin fethedilip başkent yapılmasına kadar imparatorluğa başkent olur. Edirne ve daha sonra İstanbul’un başkent olmasından sonra, Bursa hep Anadolu’nun başkenti olarak itibar ve değer görmüştür.

Bursa yöresi 1900’lerin başında Hüdavendigar Vilayetinin sınırları içindeydi. Kentin belediyesi 1877’de kuruldu. Osmanlı Devleti’nin yıkılmaya başladığı dönemde, Birinci Dünya Savaşı sonrasında Türkiye İtilaf Devletleri tarafından işgal edilir. Bursa, 8 Temmuz 1920 tarihinde Yunanlılar tarafından işgal edildiğinde, şehri korumakla görevli askerler, silah ve cephane yetersizliğinden fazla direnemez.

Şehrin işgali, sadece Bursa’da değil, tüm ülkede büyük üzüntü yaratır. Ankara’daki TBMM kürsüsü üzerine, Bursa düşman işgalinden kurtuluncaya kadar kalmak üzere siyah bir örtü örtülür. Şehir, 2 yıl, 2 ay, 2 günlük işgalden sonra 11 Eylül 1922 günü Yunan işgalinden kurtulur.

İşgal sonrası Balkanlardan gelen göçmenlerin büyük bölümünün Türkçe dahi bilmeyen, faklı gelenekler ve kültür taşıması, cumhuriyet Bursa’sı için daha farklı ve ciddi sorunların ortaya çıkmasına neden olur. Fakat Gazi Mustafa Kemal Atatürk’le doğan yepyeni Türkiye Cumhuriyeti’nin diğer bütün illerinde olduğu gibi, Bursa da yaralarını kısa sürede sarar, toplumsal ve kültürel sorunları aşmayı bilir ve kalkınır.

Cumhuriyet yönetimi, yakılmış, yıkılmış bir Bursa’dan kısa sürede modern bir kent yaratmayı başarır. Yeniden ipek fabrikaları kurulur, gerek kent merkezi, gerekse ilçe ve köylerde büyük bir imar atılımı başlar. Cumhuriyet devrimlerine sahip çıkan Bursa, çok kısa süre içinde büyük bir gelişme göstererek ülkenin dördüncü büyük kenti olur.

Paylaşın