Bilim İnsanları, Uzayda Şimdiye Kadar Görülen En Büyük Patlamayı Tespit Etti

Bilim insanları, şimdiye kadar gözlemlenen en büyük kozmik patlamayı tespit etti. ‘Güneş sisteminin 100 katı büyüklüğünde’ olduğu tahmin edilen patlamanın, süper kütleli karadeliğe emilen gazdan kaynaklandığı düşünülüyor.

Haber Merkezi / Bilim insanları, bu tür olayların çok nadir olduğunu ve daha önce bu ölçekte hiçbir şeye tanık olunmadıklarını söylüyorlar.

Geçen yıl bilim insanları, GRB 221009A olarak bilinen bir patlamaya daha tanık oldu. Bu, en parlak patlama olarak kayıtlara geçti.

AT2021lwx ilk olarak 2020’de California’daki Zwicky Geçici Tesisi ve ardından Hawaii merkezli Asteroid Karasal Darbeli Son Uyarı Sistemi (ATLAS) tarafından tespit edildi.

8 milyar ışıkyılı uzaklıkta izlenen patlama, bilinen herhangi bir süpernovadan 10 kat daha parlak ve şimdiye kadar üç yıldan fazla sürdü, bu da onu kaydedilen en enerjik patlama yapıyor.

Southampton Üniversitesi’nden Astronom Dr. Philip Wiseman, “Bunun güneş sisteminin 100 katı büyüklüğünde ve güneşin yaklaşık 2 trilyon katı parlaklığa sahip bir ateş topu olduğunu tahmin ettik. Üç yılda, bu olay Güneş’in 10 milyar yıllık ömründe salacağı enerjinin yaklaşık 100 katı kadar enerji açığa çıkardı” dedi.

AT2021lwx olarak bilinen patlamanın evren yaklaşık altı milyar yaşındayken meydana geldiği düşünülüyor ve hala bir teleskoplar ağı tarafından izleniyor.

Bilim insanlar, patlama için çeşitli farklı nedenleri araştırıyor ama tam nedeni henüz bilinmiyor. Örneğin patlamanın bir kara delik tarafından parçalanmış geniş bir gaz bulutu olabildiği ileri sürülüyor.

Paylaşın

Kuasarların Sırrı 60 Yıl Sonra Çözüldü

Kütlesi milyonlarca ila on milyarlarca güneş kütlesi arasında değişen, gaz diski ile çevrili süper kütleli bir kara delik tarafından desteklenen ve son derece parlak aktif galaksi çekirdeği olan kuasarların sırrı, 60 yıldan uzun süren araştırma ve tartışmaların sonucunda çözüldü.

Aşırı parlaklığa ve kütleye sahip, gizemini büyük ölçüde koruyan gök cisimleri olan kuasarlar, ilk kez 1950’lerde keşfedildi. Kuasarlar, evrendeki en parlak ve en güçlü nesneler diye bilinmekte.

Monthly Notices of the Royal Astronomical Society adlı hakemli bilimsel dergide yayımlanan yeni araştırmada, kuasarların muhtemelen galaksiler arasındaki çarpışmalar sonucu ortaya çıktığı ifade edildi.

Kuasarların yaydığı enerjinin bir galaksideki tüm yıldızların yaydığı enerjiden daha fazla olabileceği düşünülüyor.

Öte yandan keşfedilmelerinin üzerinden onlarca yıl geçmesine rağmen böyle bir enerji patlamasını neyin tetikleyebileceğine dair bir sonuca varılamamıştı.

Şimdiyse Birleşik Krallık’taki Sheffield ve Hertfordshire Üniversitelerinden araştırmacılar, gözlemlerden elde edilen veriler doğrultusunda, kuasar oluşumunun galaksi birleşmeleriyle tetiklendiği sonucuna vardı.

İspanya’nın La Palma bölgesindeki Isaac Newton Teleskobu’nu kullanan araştırmacılar, kuasara sahip 48 galaksi ve kuasarı olmayan 100 galaksinin üzerinde çalıştı

Bunun sonucunda kuasarlı galaksilerin diğer galaksilerle doğrudan etkileşime girme veya çarpışma olasılığının üç kat fazla olduğu saptandı.

Araştırmanın başyazarı Dr. Jonny Pierce, “Kuasarlar dünyanın dört bir yanındaki bilim insanlarının daha fazla bilgi edinmek istediği bir alan” diye konuştu.

NASA’nın James Webb Uzay Teleskobu gibi yeni güçlü cihazlar kuasarlara dair de önemli fikirler verebilir. Zira bu teleskop, yaklaşık 13 milyar yıl önce oluşmuş, evrendeki en uzak kuasarlardan gelen ışığı bile tespit edebiliyor.

Kuasarların daha ayrıntılı incelenmesi, Güneş Sistemi’ni ve dolayısıyla Dünya’yı da içeren Samanyolu Galaksisi’nin geleceğine dair de fikir veriyor.

Zira Samanyolu’nun, en yakın komşusu Andromeda Galaksisi’yle çarpışma rotasında olduğu uzun süredir biliniyor. Yeni çalışma, Samanyolu’nun tamamının bu süreçte bir kuasara dönüşebileceği anlamına geliyor.

Araştırmanın yazarlarından Prof. Dr. Clive Tadhunter, “Kuasarlar, evrendeki en aşırı fenomenlerden biri” diyor ve ekliyor:

Gördüklerimiz, muhtemelen kendi galaksimizin Andromeda’yla yaklaşık 5 milyar yıl sonra çarpışacağı geleceği temsil ediyor.

(Kaynak: Independent Türkçe)

Paylaşın

“Büyük Patlama” Yeniden Meydana Gelebilir

Bilim insanları, karanlık enerjinin evreni yeniden küçültebileceğini ve sonunda tekrar Büyük Patlama’nın meydana gelebileceğini öne sürdü: İçinde yaşadığımız evren, sonsuz sayıda tekrarlanan ‘Büyük Sıçramalar’ dizisinden biri olmalı.

Karanlık enerji, evreni sürekli genişlettiği ve galaksileri birbirlerinden uzaklaştırdığı varsayılan bir enerji türü. Doğrudan gözlemlenemeği için “karanlık” diye nitelenen bu enerjinin varlığına dair dolaylı ipuçları mevcut.

Birleşik Krallık’taki Portsmouth Üniversitesi’nde görev alan Molly Burkmar ve Marco Brunia, evreni meydana getirdiği sayılan Büyük Patlama’nın tekrarlayabileceğini savundu.

İki teorik fizikçi, henüz hakem onayından geçmeyen yeni makalelerinde karanlık enerjinin evreni yeniden küçültebileceğini ve sonunda tekrar Büyük Patlama’nın meydana gelebileceğini yazdı.

Karanlık enerji, evreni sürekli genişlettiği ve galaksileri birbirlerinden uzaklaştırdığı varsayılan bir enerji türü. Doğrudan gözlemlenemeği için “karanlık” diye nitelenen bu enerjinin varlığına dair dolaylı ipuçları mevcut.

Yeni makalede karanlık enerjinin periyodik olarak “açılıp kapanabileceği”, evreni bazen büyütürken bazen de yeni bir evrenin doğumuna uygun koşullar yaratabileceği ifade edildi.

Başka bir deyişle karanlık enerji, evrenin büzülmesine ve sonunda tekrar patlamaya neden olabilir. Bu, evrenin yeniden genişlediği, durulduğu ve büzüldüğü bir döngü.

Yazarlar, “İçinde yaşadığımız evren, sonsuz sayıda tekrarlanan ‘Büyük Sıçramalar’ dizisinden biri olmalı” ifadelerini kullandı:

Nitel analizimiz, gerçekçi nicel davranışların olduğu daha realist modellerin oluşturulması için bir temel teşkil ediyor.

Karanlık enerjinin kaynağı, kara delikler olabilir

Yine Birleşik Krallık’taki üniversitelerden bilim insanları da kısa süre önce karanlık enerji bilmecesine dair dikkat çeken bir teori ortaya atmıştı.

Son 9 milyar yıl içinde ortaya çıkmış süper kütleli karadelikleri karşılaştıran ekip, bunların karanlık enerjinin kaynağı olabileceğine dair bir ipucu keşfetmişti.

Araştırma ekibinden astrofizikçi Chris Pearson, “Sonunda kozmologları ve teorik fizikçileri şaşırtan karanlık enerjinin kökeni için bir cevap bulduk” demişti.

Teorimiz, eğer doğruysa, tüm kozmolojide devrim yaratacak.

(Kaynak: Independent Türkçe)

Paylaşın

“Yasak” Bir Gezegen Keşfedildi

Bilim insanları dikkat çeken bir keşfe imza attı. “Yasak” bir dünyaya sahip bir gezegen sistemi bulundu. Bilim insanları gezegene, yörüngesinde döndüğü yıldıza ithafen TOI 5205b adını verdi. 

Bilim insanları bu tür gezegenlerin oluşumına dair anlatıyı yeniden yazabilecek “yasak” bir dünyaya sahip bir gezegen sistemi buldu.

Gezegen, bizim Jüpiter’imize benzeyen büyük, gaz devi bir gezegene sahip. Ancak yıldızı, Jüpiter’in sadece 4 katı büyüklüğünde bir kırmızı cüce.

Bilim insanları daha önce bu kadar küçük bir yıldızın bu kadar büyük, gazlı bir gezegene ev sahipliği yapmasının muhtemel olmadığını düşünüyordu.

Araştırmayı yöneten, Carnegie Bilim Enstitüsü’nden Shubham Kanodia, “Ev sahibi yıldız TOI-5205, Jüpiter’den sadece 4 kat kadar büyük ama bir şekilde Jüpiter büyüklüğünde bir gezegen oluşturmayı başarması son derece şaşırtıcı!” diyor.

Bu tür M-tipi cüce yıldızların etrafında daha önce de gaz devleri oluşmuştu. Ama yeni keşfedilen yıldız daha genç ve daha düşük kütleye sahip.

Bilim insanları gezegene, yörüngesinde döndüğü yıldıza ithafen TOI 5205b adını verdi.

Kanodia, “TOI-5205b’nin varlığı, bu gezegenlerin doğduğu diskler hakkında bildiklerimizi derinleştiriyor” diyor.

Başlangıçta diskte ilk çekirdeği meydana getirmek için yeterli kayalık malzeme yoksa, o zaman gaz devi gezegen meydana gelemez. Ve sonunda eğer disk muazzam çekirdek oluşmadan önce buharlaşırsa, o zaman da gaz devi gezegen meydana gelemez. Yine de TOI-5205b bu bariyerlere rağmen oluştu.

Gezegen oluşumuna ilişkin mevcut nominal anlayışımıza göre TOI-5205b var olmamalı; o bir “yasak” gezegen.

TOI 5205b, muhtemel bir gezegen olarak ilk kez NASA’nın Geçiş Halindeki Ötegezegen Araştırma Uydusu, yani TESS tarafından tespit edildi. TESS, “geçiş” diye bilinen ve gezegenler yıldızlarının önünden geçerken meydana gelen ışık azalmasına dair bir belirti arıyor. TOI 5205b, gezegen ve yıldızın nispeten benzer olan boyutları nedeniyle dikkat çekiciydi. Bu, ışığın yaklaşık yüzde 7’sini engellediği ve bilinen en büyük geçişlerden biri olduğu anlamına geliyor.

Ardından daha fazla teleskopla inceleme yapan bilim insanları, bunun bir gezegen olduğunu ve imkansız olduğu düşünülen bir boyutta göründüğünü doğruladı.

Araştırmacılar halihazırda NASA’nın kısa süre önce fırlatılan James Webb Uzay Teleskobu’nu kullanarak bu dünya üzerinde daha fazla araştırma yapmayı umuyor. Geçişin çok büyük olması, bu gözlemlerin özellikle verimli olacağı ve bileşiminin yanı sıra doğumunun olağandışı öyküsüne de ışık tutacağı anlamına geliyor.

(Kaynak: Independent Türkçe)

Paylaşın

Heyecan Yaratan Keşif: Yaşanabilir Bölgede Yeni Bir Gezegen Bulundu

Gökbilimciler sadece 31 ışık yılı uzakta Dünya benzeri bir ötegezegen keşfetti. Gezegenin Dünya’nın kütlesinin 1,36 katına sahip olduğu belirtiliyor. Bilim insanları yüzeyinde sıvı halde su bulundurabilecek koşullara sahip gezegenlerin yaşanabilir bölgede yer aldığını ifade ediyor.

Zira bu gezegenler yıldıza daha yakın olduklarında sıcaklık arttığı için su buharlaşıyor, daha uzak olduğunda ise donmuş halde olabilir.

Ancak bir gezegenin yaşanabilir bölgede yer alması, yüzeyinde mutlaka su olduğu anlamına gelmiyor. Gezegenin organik bileşikleri içerip içermediği, bir atmosfere sahip olup olmadığı gibi ayrıntılar ancak ileri gözlemlerle ortaya çıkarılabilir.

Almanya’daki Max Planck Astronomi Enstitüsü’nden Diana Kossakowski liderliğindeki bir astronom ekibinin keşfettiği gezegen, yıldızının yaşanabilir bölgesinde yer alıyor.

Kossakowski ve ekibinin keşfettiği Wolf 1069b adlı gezegen de yörüngesinde döndüğü yıldızın yaşanabilir bölgesinde yer alıyor. Ekip bu yıldıza da Wolf 1069 adını verdi.

Gezegenin Dünya’nın kütlesinin 1,36 katına sahip olduğu belirtiliyor. Wolf 1069b, aynı zamanda Dünya’ya benzemesiyle de heyecan yaratıyor.

Kossakowski, “Wolf 1069 yıldızının verilerini analiz ettiğimizde, kabaca Dünya kütlesine sahip bir gezegenden geldiği görülen net, düşük genlikli bir sinyal keşfettik” diye konuştu.

Hakemli bilimdel dergi Astronomy & Astrophysics’te yayımlanan bulgular, Güneş Sistemi dışındaki gezegenlerde yaşanabilirlik belirtilerini aramaya yönelik çalışmalara bilgi sağlayabilir.

Öte yandan gökbilimci Wolf 1069 yıldızının bir kırmızı cüce olduğunu vurguladı. Nispeten küçük ve soğuk olan kırmızı cüceler, genelde Güneş’in yarısından daha az kütleye sahip oluyor.

Kossakowski yeni keşfedilen gezegenin yıldızın etrafında Dünya’ya kıyasla çok daha hızlı döndüğünü belirtiyor:

Yıldızın yörüngesinde dönüşü 15,6 gün içinde tamamlanıyor. Dünya ve Güneş arasındaki mesafenin sadece 15’te 1’ine denk gelen bir mesafede dönüyor.

Diğer bir deyişle Dünya’nın Güneş’e uzaklığı, Wolf 1069b’nin kendi yıldızına uzaklığından 15 kat fazla. Ayrıca Wolf 1069b’de bir yıl sadece 15,6 gün sürüyor.

Max Planck Enstitüsü’nün keşifle ilgili açıklamasına göre, Wolf 1069b’nin daima bir tarafı yıldızına dönük. Bu da Ay’ın sürekli aynı yüzünün Dünya’ya bakmasına benziyor. Yani Wolf 1069b’nin bir yüzünde sürekli gündüz diğer yüzünde sürekli gece yaşanıyor.

Ancak bu durum, yaşanabilir koşulların oluşmasına engel değil. Açıklamada, “Ekip, gezegenin gündüz tarafının geniş bir alanında yaşanabilir koşulların olabileceğini düşünüyor. Bu konuda iyimserler” ifadeleri yer alıyor:

Yıldızda görünürde (şiddetli patlamalar gibi) herhangi bir aktivite olmaması, Wolf 1069b’nin atmosferinin önemli bir kısmını muhafaza etmiş olma ihtimalini de artırıyor.

(Kaynak: Independent Türkçe)

Paylaşın

Uzayda Tekrarlayan 25 Sinyal Tespit Edildi

Uzayda tekrarlayan 25 sinyal tespit edildi. Kısa süre öncede, her 18 dakikada bir tekrar eden gizemli bir radyo sinyali tespit edilmiş ve bu sinyalin nereden geldiği bilim camiasında tartışmalara neden olmuştu.

Bazı uzmanlar bu sinyallerin nötron yıldızları ve karadeliklerden geldiğine inanılıyor. Ancak bilim dünyası ‘hızlı radyo dalgası patlamaları’nın kaynağı konusunda fikir birliğine varabilmiş değil.

Kanadalı bilim insanları, uzayda tekrarlayan 25 sinyal tespit etti.

Bu sinyallerin “hızlı radyo dalgası patlamaları” (FRB) adı verilen gizemli bir fenomene ait olduğu düşünülüyor.

FRB’ler, Güneş’in üç günde ürettiğinden daha fazla enerjiyi bir milisaniyede açığa çıkaran patlamalardan oluşuyor.

Çoğu patlama yalnızca milisaniyeler sürse de bunların tekrar ettiği nadir vakalar da tespit edilmişti.

Örneğin kısa süre önce gökbilimciler, her 18 dakikada bir tekrar eden gizemli bir radyo sinyali tespit etmiş ve bu sinyalin nereden geldiği bilim camiasında tartışmalara neden olmuştu.

Yeni araştırmada ise Kanada’nın British Columbia bölgesindeki Dominion Radyo Astrofizik Gözlemevi’nde 25 FRB’ye dair kanıt bulundu.

Gözlemevindeki yenilikçi bir teleskop olan Kanada Hidrojen Yoğunluğu Haritalama Deneyi’nden verileri inceleyen bilim insanları, 2019 ve 2021 arasında tespit edilen sinyalleri inceledi.

Daha sonra bu sinyaller arasındaki tekrarlayan FRB’leri ayıklamak için bir yapay zeka algoritması kullanıldı.

Geniş görüş alanı ve frekans aralığı nedeniyle bu teleskop FRB’leri tespit etmek için vazgeçilmez bir araç.

Gökbilimciler bu teleskobu kullanarak bugüne kadar 1000’den fazla kaynak tespit etti.

Bazı uzmanlar bu sinyallerin nötron yıldızları ve karadeliklerden geldiğine inanılıyor.

Ancak bilim dünyası FRB’lerin kaynağı konusunda fikir birliğine varabilmiş değil.

Zira bu sinyallerin pulsar veya magnetarlardan geldiğini düşünenler olduğu gibi, FRB’leri Dünya dışı yaşamla ilişkilendirmeye çalışanlar da var.

Uzmanlara göre Kanada’daki gibi güçlü teleskoplarla yapılan deneyler yakın gelecekte bu gizemli fenomenin açıklığa kavuşmasını sağlayabilir.

(Kaynak: Independent Türkçe)

Paylaşın

Bilim İnsanlarından Çarpıcı Keşif: Bilinen En Uzak Galakside Oksijen Tespit Edildi

ABD Ulusal Havacılık ve Uzay Dairesi NASA’nın gelmiş geçmiş en güçlü uzay teleskobu diye nitelenen James Webb Uzay Teleskobu tarafından temmuz ayında gözlemlenen ve bilinen en uzak galakside oksijen tespit edildi.

Araştırmanın ortak yazarı Jorge Zavala, “James Webb’in çalışmaları daha yeni başladı, ancak şimdiden erken evrende galaksi oluşumuna dair teorilerimizi onun gözlemlerine uygun olacak şekilde ayarlamaya başladık” dedi ve ekledi:

“James Webb ve ALMA’nın güçlerini birleştirmesi, ufkumuzu evrenin şafağına kadar genişletiyor.”

Bilim insanları şimdiye kadar keşfedilmiş en uzak galakside oksijen belirtileri saptadı.

Yaşam için son derece gerekli olan bu elementin uzayın derinliklerinde keşfedilmesi, eski galaksilerin yapısına dair önemli ipuçları sunuyor.

Keşfe konu olan GHZ2/GLASS-z12 adlı galaksi, evreni oluşturduğu varsayılan Büyük Patlama’dan sadece 367 milyon yıl sonra oluştu.

Astrofizikçilere göre bu tarih, 13,8 milyar yıl önce ortaya çıkan “evrendeki ilk ışıkların açıldığı” dönemdi.

Dolayısıyla bu galaksiyi gözlemlemek, zamanda milyarlarca yıl öncesine bakmak anlamına geliyor. Çünkü galaksiden gelen ışık, teleskoplara yakalanmadan önce 13,5 milyar ışık yılı mesafe kat etti.

Söz konusu galaksi, NASA’nın gelmiş geçmiş en güçlü uzay teleskobu diye nitelenen James Webb Uzay Teleskobu tarafından temmuz ayında gözlemlenmişti.

James Webb’den gelen görüntülerin ardından bilim insanları, galaksiyi bir de yer tabanlı teleskopla gözlemlemek istedi. Bunun için de Şili’deki Atacama Büyük Milimetre/milimetre-altı Dizisi (ALMA) kullanıldı.

Araştırma ekibine liderlik eden, Japonya’daki Nagoya Üniversitesi’nden Tom Bakx, “James Webb Uzay Teleskobu’nun ilk görüntüleri o kadar çok eski galaksiyi ortaya çıkardı ki bulgularını Dünya’daki en iyi gözlemevini kullanarak test etmek zorunda hissettik” diye konuştu.

ALMA’yı GHZ2/GLASS-z12 yönüne çeviren ekip, oksijen gibi elementlerle bağlantılı radyo spektrumunda emisyonlar aramaya başladı.

ALMA’yı oluşturan 66 adet 12 metrelik radyo anteninin her biri çalıştırıldı ve sonunda GHZ2/GLASS-z12 konumuna yakın bir oksijen emisyon hattı tespit edildi.

Bunu takip eden analizler ve istatistiksel testler, sinyalin gerçek olduğunu ve galaksiden geldiğini ortaya koydu.

Monthly Notices of the Royal Astronomical Society adlı hakemli bilimsel dergide yayımlanan araştırma, evrendeki ilk galaksilere dair önemli bilgiler veriyor.

Emisyonun parlaklığı, galaksinin hidrojen ve helyumdan daha ağır elementleri nispeten hızlı bir şekilde oluşturduğu sonucuna götürüyor.

Araştırmacılara göre bu bulgu özellikle ilginç. Zira yıldızlar ortaya çıkmadan önce evren, helyum ve hidrojenden oluşuyordu.

Yıldızlar ortaya çıktıktan sonra sıcak, yoğun çekirdeklerinde atomları parçalayarak daha ağır elementler oluşturmaya başladı.

Ancak bu elementler yıldızların içinde “kilitliydi”. Yani daha ağır elementlerin yıldızlararası uzayda yayılabilmesi, yıldızların patlayarak ölmesine kadar mümkün olmadı.

Araştırmanın ortak yazarı Jorge Zavala, “James Webb’in çalışmaları daha yeni başladı, ancak şimdiden erken evrende galaksi oluşumuna dair teorilerimizi onun gözlemlerine uygun olacak şekilde ayarlamaya başladık” dedi:

James Webb ve ALMA’nın güçlerini birleştirmesi, ufkumuzu evrenin şafağına kadar genişletiyor.

(Kaynak: Independent Türkçe)

Paylaşın

Büyük Yıldızlar Ölmek Üzereyken ‘Erken Uyarı Sinyali’ Gönderiyor

Süpernova (Enerjisi biten büyük yıldızların şiddetle patlaması durumuna verilen addır.) patlaması geçirerek ölmek üzere olan büyük kütleli yıldızların “erken uyarı sinyali” gönderdiği keşfedildi.

Independent Türkçe’de yer alan habere göre, bilim insanları bir yıldız yaşamının son evresine ulaştığında parıltısının aniden normalden yaklaşık 100 kat daha silikleşeceğini belirtti. Bunun birkaç ay sürdüğünü ve ardından yıldızın öldüğünü ifade ettiler.

Araştırmacılar, bahsedilen karartma etkisinin maddeler aniden ölen yıldızın etrafında birikip ışığı engellediğinde meydana geldiğini söyledi.

Bilim insanları, bu bulgunun gökbilimcilerin yıldızların patlamasını daha sonra fark etmek yerine patlama sürecinde izlemelerine olanak sağlayabileceğini belirtti.

Araştırmacılar, daha önce bu sürecin ne kadar devam ettiğinden emin değildi. Araştırmacılar artık bunun birkaç ay süreceğini söyleyebiliyor ve yıldızların patlamadan önce bu “koza” gibi oluşumla sarıldıklarında nasıl göründüklerini daha iyi anlayabiliyor.

Yoğun materyal, yıldızı neredeyse tamamen gizleyerek spektrumun görünür kısmında 100 kat daha sönük hale getiriyor. Bu, yıldız patlamadan bir gün önce orada olduğunu muhtemelen göremeyeceğiniz anlamına geliyor.

Şu ana kadar süpernovalar gerçekleştikten ancak saatler sonra ayrıntılı gözlemlerini elde edebiliyorduk. Bu erken uyarı sistemiyle onları gerçek zamanlı gözlemlemeye, dünyanın en iyi teleskoplarını haberci yıldızlara yöneltmeye ve gözlerimizin önünde kelimenin tam anlamıyla parçalanmalarını izlemeye hazır olabiliriz.

Yeni bulgular, Royal Astronomical Society’nin Aylık Bildirimleri’nde “Explosion Imminent: the appearance of Red Supergiants at the point of core-collapse” (Patlama Yakın: Kırmızı Üstdevlerin çekirdeğinin çöküş noktasındaki görünümü) başlıklı makalede açıklandı.

Süpernova nedir?

Süpernova, enerjisi biten Büyük Yıldızların şiddetle patlaması durumuna verilen addır. Bir süpernovanın parlaklığı Güneş’in parlaklığının yüz milyon katına varabilir.

Başlangıçta yapısı, iyonize madde olan plazma şeklindeki bir süpernovanın parlaklığını yitirmesi haftalar ya da aylar sürebilir. Bu süre zarfında yaydığı enerji, Güneş’in 10 milyar yılda yayacağı enerjiden daha fazladır.

Bu patlamalar, maddenin evrende bir noktadan başka noktalara taşınması işine yarar. Patlama sonucunda dağılan yıldız artıklarının, evrenin başka köşelerinde birikerek yeniden yıldızlar ya da yıldız sistemleri oluşturduğu varsayılmaktadır.

Bu varsayıma göre, Güneş, Güneş Sistemi içindeki gezegenler ve bu arada elbette bizim Dünyamız da, çok eski zamanlarda gerçekleşmiş bir süpernova patlamasının sonucunda ortaya çıkmıştır.

Paylaşın

Bir Ötegezegende Bilim İnsanlarını Şok Eden Buluş

Bilim insanları,  bir ötegezegen atmosferinde şimdiye kadarki en ağır elementi buldu: Baryum. Ötegezegen, Güneş Sistemi’nin dışında ve başka bir yıldızın yörüngesinde bulunan gezegenlere verilen addır.

Bu element (baryum) iki uzak gezegen olan WASP-76 b ve WASP-121 b çevresindeki atmosferlerde ortaya çıktığında bilim insanlarını şoke etti.

Keşif, bu gibi gezegenlerin atmosferlerinin daha önce fark ettiğimizden çok daha egzotik ve sıradışı olabileceğini göstererek bu uzak dünyalardaki koşullara dair anlayışımıza da meydan okuyor.

WASP-76 b ve WASP-121 b, güneş sistemimizin dışındaki gezegenler arasında bile uçuk dünyalar olarak biliniyordu. Yakın komşumuzla benzer boyuttaki “ultra sıcak Jüpiterler” olarak bilinen bu gezegenlerin sıcaklığı, 1000 santigrat derecenin üzerine çıkabiliyor.

Bunun nedeni yıldızlarına, bir yılın sadece birkaç gün sürmesine neden olacak kadar yakın durmaları. Ve bu, gezegenlerdeki koşulların cehennem gibi olacağı anlamına geliyor: WASP-76 b’de demir yağmurları olduğu düşünülüyor.

Fakat baryum demirden 2,5 kat daha ağır, bu yüzden de atmosferin alt katmanlarına düşmesi bekleniyordu. Bunun yerine, araştırmacıları şoke eden bir bulguyla baryumun gezegenin yüksek katmanlarında olduğu görünüyor.

Yeni çalışmaya öncülük eden Porto Üniversitesi ve Portekiz’deki Instituto de Astrofísica e Ciências do Espaço (IA) doktora öğrencisi Tomás Azevedo Silva, “Bu bir bakıma ‘kazara’ bir keşifti” dedi.

Özellikle baryum beklemiyorduk veya aramıyorduk ve daha önce hiçbir ötegezegende görülmediği için bunun gerçekten gezegenden gelip gelmediğinin sağlamasını yapmak zorunda kaldık.

Bilim insanları hâlâ baryumun nasıl bu kadar yükseğe çıkabildiğini anlayabilmiş değil. Ama konuyla ilgili daha fazla araştırma, sadece baryumun nereden geldiğine değil, aynı zamanda diğer gezegenlerdeki atmosferlerin nasıl oluştuğuna da ışık tutabilir çünkü gezegenlerin gazlı ve sıcak yapısı, atmosferlerinin daha kolay incelenebileceği anlamına geliyor.

Yeni bulgular, gezegenlerin atmosferinden süzülen yıldız ışığını yakalayabilen ve atmosferlerin nasıl görünebileceklerine dair ipuçları veren Avrupa Güney Gözlemevi’nin işlettiği Çok Büyük Teleskop’tan geldi.

Yeni araştırma, Astronomy & Astrophysics’te yayımlanan “Detection of Barium in the atmospheres of ultra-hot gas giants WASP-76b & WASP-121b” (Ultra sıcak gaz devleri WASP-76b ve WASP-121b’nin atmosferlerinde baryum saptanması) başlıklı makalede açıklandı.

(Kaynak: Independent Türkçe)

Paylaşın

Şimdiye Kadar Görülen En Uç Örnek: ‘Yalpalayan’ Kara Delik

Çekim alanı her türlü maddesel oluşumun ve ışınımın kendisinden kaçmasına izin vermeyecek derecede güçlü olan, büyük kütleli gök cismi kara deliklere ilişkin yeni bir durum keşfedildi. Bilim insanları, “yalpalayan” bir kara deliğin şimdiye kadar görülen en uç örnek olduğunu söyledi.

Araştırmacılar, çarpışan iki kara deliğin bir bükülme hareketiyle kilitlenmesini izledi. Buna “presesyon” adı verilen bir etki neden oluyor. Söz konusu etki, bükülmeyi daha önce görülenden 10 milyar kat daha hızlı hale getiriyor.

Kara delik sistemi, ilk kez iki yıl önce kütleçekim dalgalarıyla tespit edilmişti. Sistem, gelişmiş LIGO ve Virgo dedektörleri tarafından 2020’nin başlarında saptanmıştı.

Sistemdekilerden biri, Güneşimizden 40 kat daha büyük ve muhtemelen şimdiye kadar bu şekilde bulunan en hızlı dönen kara delik. Bilim insanlarının keşfine göre, kara delik zaman ve uzayın dokusunu o kadar çok çekiyor ki, iki kara deliğin tüm yörüngesinin yalpalamasına neden oluyor.

Çalışma sırasında Cardiff Üniversitesi’nde araştırmacı olan ve şimdi Portsmouth Üniversitesi’nde görev yapan Dr. Charlie Hoy, “Şimdiye kadar kütleçekim dalgalarıyla bulduğumuz kara deliklerin çoğu epey yavaş dönüyordu” dedi.

Bu ikili sistemin Güneş’ten yaklaşık 40 kat iri olan daha büyük kara deliği, neredeyse fiziksel açıdan mümkün olduğunca hızlı dönüyordu. İkililerin nasıl oluştuğuna dair mevcut modellerimiz, bunun son derece nadir, belki de binde bir görülen bir olay olduğunu gösteriyor. Ya da bu, modellerimizin değişmesi gerektiğinin bir işareti olabilir.

Bunu bulan araştırmacılar, teorinin yıllardır var olduğunu ama bu fenomenin ilk kez böyle kara deliklerde gözlemlendiğini söyledi.

Cardiff Üniversitesi Kütleçekim Keşif Enstitüsü’nden Profesör Mark Hannam, “Her zaman ikili kara deliklerin bunu yapabileceğini düşünmüştük” dedi.

İlk kütleçekim dalgası tespitlerinden bu yana bir örnek görmeyi umuyorduk. 80’den fazla ayrı tespit süresince 5 yıl beklemek zorunda kaldık ama sonunda bir tane bulduk!

Presesyon, Einstein’ın genel görelilik teorisinin bir parçası ve bu nedenle varlığı bir süredir biliniyor. Ancak kara deliklerde görülmesi, mümkün olan en uç koşullarda var olabileceği anlamına geliyor.

Daha önce bu tür presesyonların en iyi örneği, yörüngenin her 75 yılda bir presesyona uğradığı, birbiri etrafında yörüngelenen iki nötron yıldızıydı. Yeni örnekte ise bu presesyon, birkaç saniyede bir gerçekleşiyor.

Bulgular akademik dergi Nature’da yayımlanan “İkili kara delik sisteminde genel-relativistik presesyon” başlıklı yeni bir makalede aktarıldı.

(Kaynak: Independent Türkçe)

Paylaşın