Genişleyen Evren Teorisine Meydan Okumak: Karanlık Enerji “Yok”

Karanlık enerji, bilimin en büyük gizemlerinden biri olmaya devam ediyor. Bilim insanları, geçtiğimiz yüzyıl boyunca, Evren’in her yöne doğru genişlediğini ileri sürdüler.

Haber Merkezi / Bilim insanları, karanlık enerji fikrini de, açıklayamadıkları fiziğin yerine geçen bir kavram olarak kullandılar.

Yeni Zelanda’nın Christchurch kentindeki Canterbury Üniversitesi’nden bir grup bilim insanı, Tip Ia süpernovalarının geliştirilmiş ışık eğrisi analizini kullanarak, Evren’in “daha engebeli” bir şekilde genişlediğini ileri sürerek, geleneksel anlayışa meydan okuyor. Araştırmada yer alan bilim insanlarına göre, karanlık enerji yok.

Mevcut anlayış, Evren tekdüze bir şekilde genişlediğini varsayar.

Boş bir uzayda zaman bir galakside olduğundan daha hızlı geçer, çünkü yer çekimi, zamanı yavaşlatır. Araştırmaya göre, Samanyolu’ndaki bir saat, Evren’deki boşluklardaki ortalama bir saatten yaklaşık yüzde 35 daha yavaştır; bu da bu boşluklarda milyarlarca yıl daha geçeceğini göstermektedir. Evren’in genişlemesi hızlanıyor gibi görünmektedir, çünkü Evren’de uzanan boş boşluk ne kadar genişlerse, genişleme için o kadar fazla alan sağlar.

Araştırmayı yöneten Profesör David Wiltshire, “Bulgularımız, evrenin giderek artan bir oranda genişlemesinin nedenini açıklamak için karanlık enerjiye ihtiyacımız olmadığını gösteriyor” diyor ve ekliyor: Karanlık enerji, içinde yaşadığımız evren kadar engebeli bir evrende, genişlemenin kinetik enerjisindeki değişimlerin yanlış tanımlanmasıdır.

“Araştırma, genişleyen evrenimizin tuhaflıkları etrafındaki temel sorulardan bazılarını çözebilecek ikna edici kanıtlar sunuyor” diyen David Wiltshire, “Yeni verilerle evrenin en büyük gizemi on yılın sonunda çözülebilir” ifadelerini kullanıyor.

Karanlık enerji, Evren’in kütle – enerji yoğunluğunun yaklaşık üçte ikisini oluşturur ve genel olarak maddeden bağımsız olarak işleyen zayıf bir anti-yerçekimi kuvveti olduğuna inanılır.

Karanlık madde ve karanlık enerji nedir?

Karanlık madde, evrenin yapısının muhtemelen yaklaşık yüzde 27’sini oluşturduğu düşünülen gizemli bir maddedir. Nedir? Ne olmadığını söylemekten biraz daha kolaydır.

Lambda Soğuk Karanlık Madde Modeli (diğer adıyla Lambda-CDM modeli veya bazen sadece Standart Model) adı verilen bir modele göre atomlar evrenin yaklaşık yüzde 5’ini oluşturur. Karanlık madde, karanlık enerji ile aynı şey değildir. Standart Model’e göre karanlık enerji evrenin yaklaşık yüzde 68’ini oluşturur.

Karanlık madde görünmezdir; ışık veya X-ışınları veya radyo dalgaları gibi herhangi bir elektromanyetik radyasyon yaymaz, yansıtmaz veya emmez. Bu nedenle, evrene dair tüm gözlemlerimiz, kütle çekim dalgalarını tespit etmenin yanı sıra teleskoplarımızda elektromanyetik radyasyonu yakalamayı içerdiğinden, aletler karanlık maddeyi doğrudan tespit edemez.

Yeni gözlemler Evrenin mevcut genişleme hızını sorgulamaya devam ediyor. Büyük Patlama’nın art ışımasından elde edilen kanıtlar, Evren’in “son genişlemesi” ile açıkça çelişiyor; bu anomali “Hubble gerilimi” şekline ifade ediliyor.

“Artık o kadar çok veriye sahibiz ki, 21. yüzyılda nihayet şu soruyu cevaplayabiliriz: Karmaşıklıktan basit bir ortalama genişleme yasası nasıl ve neden ortaya çıkıyor?” sorunu soran Wiltshire, “Einstein’ın genel görelilik kuramıyla uyumlu basit bir genişleme yasasının Friedmann denklemine uyması gerekmez” diyor.

Friedmann denklemi, genel görelilik kapsamında homojen ve izotropik modellerde evrenin genişlemesini belirleyen denklemlerdir. Evrenin yoğunluğu, yeterince büyük bir hacim göz önüne alınarak ve gözlenen kütle ölçülerek bulunur. Bu kütleyi belirlemek için, bu hacim içinde gözlenen parlak galaksiler sayılır ve bu sayı ortalama bir galaksinin kütlesiyle çarpılır.

Bir galaksinin kütlesinin, galaksinin sarmal ya da elips biçiminde olduğu belirtildiğinde, ortalama olarak türünü temsil ettiği varsayılır. Bu yöntemlerden birinde, galaksi merkezi çevresinde dönen gaz bulutlarının yaydığı 21 cm hidrojen çizgisi ölçülür ve galaksi merkezinden itibaren ölçülen çeşitli uzaklıklar için dönme hızı, çizgi genişliklerinden çıkarılır. Buradan da merkezcil ve kütleçekim kuvvetinin eşit olduğu bilindiğinden kütle hesaplanabilir.

Paylaşın

Kara Delikler Ve Karanlık Enerjinin Gizemi: Birbirleriyle Bağlantılı Olabilir Mi?

Bilim insanları, evrenin hızlı genişlemesini açıklamak için karanlık enerjiye güvenirken, evrenin hızlı genişlemesinin nedeni veya nedenleri kozmolojideki en büyük sorulardan biri olmaya devam ediyor.

Haber Merkezi / Yeni bir teori, şu ana kadar konuya ilişkin teorilere meydan okuyor: Kara delikler karanlık enerjinin kaynağı olabilir mi ?

Araştırmalar, kara deliklerin “kozmolojik olarak eşleşmiş” olabileceğini, yani kara deliklerin büyümelerinin doğrudan evrenin genişlemesine bağlı olduğunu öne sürüyor. Daha basit bir ifadeyle, evren büyüdükçe kara delikler de büyüyor. Bu bağlantı her iki yönde de kabul edilebilir: kara deliklerin genişlemesi evrenin büyümesini aktif olarak yönlendirebilir.

Bu teori, ilk olarak 1960’larda kara delik fiziğinin erken dönem çalışmaları sırasında öne sürülen fikirlere dayanmaktadır: Kara deliklerin karanlık enerji ürettiğini ileri sürülmektedir. Bir kara delik bir yıldız veya yıldızlararası madde gibi bir madde tükettiğinde, yalnızca yoğun kütle çekim etkileri üretmekle kalmaz, aynı zamanda karanlık enerjinin oluşmasına da katkıda bulunur.

Bilim insanları, be teoriyi test etmek için evrenin boyutunu çeşitli zaman noktalarında haritalayan Karanlık Enerji Spektroskopik Aleti’nden (DESI) gelen verileri analiz ettiler. Bilim insanları ardından, bu bilgiyi evrendeki bilinen yıldız oluşumu oranlarıyla birleştirerek, kara deliklerin büyümesinin evrenin genişlemesiyle uyumlu olup olmadığını değerlendirmek için bir model oluşturdular.

Sonuçlar, kara delik büyümesi ile kozmik genişleme arasında çarpıcı bir ilişki olduğunu ortaya koydu ve karanlık enerjinin yıldızların ve geride bıraktıkları kara deliklerin yaşam döngüsüyle bağlantılı olabileceğini düşündürdü.

Kara delikler gerçekten karanlık enerji üretiyorsa, bu kozmolojideki birkaç kalıcı soruyu çözebilir. Birincisi, uzun zamandır genel görelilik teorisi için bir sorun olan kara deliklerin merkezlerindeki tekilliklere (sonsuz yoğunluk noktaları) olan ihtiyacı ortadan kaldırabilir. Ek olarak, evrenin ivmesinin keşfinden beri bir gizem olan karanlık enerjinin kökenine dair bir açıklama sunar.

Teori ayrıca evrenin genişleme oranının ölçümlerindeki bir tutarsızlık olan Hubble gerginliğine de ışık tutuyor. Galaksilere dayalı gözlemler megaparsek başına saniyede 72,8 kilometrelik bir genişleme oranı verirken, Büyük Patlama’nın artçı ışıması olan kozmik mikrodalga arka planından (CMB) gelen veriler megaparsek başına saniyede 67,4 kilometrelik daha yavaş bir oran öneriyor, bu değerler birbiriyle örtüşmüyor.

Ancak, karanlık enerji kara deliklerden kaynaklanıyorsa, CMB’den çıkarılan genişleme oranı megaparsek başına saniyede 70 kilometreye yakın bir değere kayacak ve galaksi tabanlı ölçümlerle daha yakın bir uyum sağlayacaktır. Bu düzenleme, çelişkili verileri uzlaştırabilir.

Bilim insanları, şimdi daha fazla kanıt toplamaya odaklanarak, karanlık enerjili kara deliklerin var olup olmadığını ve evreni nasıl etkilediklerini belirlemeyi amaçlıyor.

Kara deliklerin karanlık enerji için fabrikalar olarak hizmet edebileceği fikri, keşfedilmemiş topraklara atılmış cesur bir adımdır. Çoğu şey teorik olarak kalsa da, yeni teori hem evrenin genişlemesini hem de onu yönlendiren gizemli güçleri anlamanın yeni yollarına kapı aralıyor.

Kara delikler evrenin en büyük gizemlerinden birini çözmenin anahtarı olabilir mi? Bunu ancak zaman ve daha fazla araştırma gösterecek.

Paylaşın

Kara Delikler Evrenin Genişlemesini Yönlendiriyor Olabilir

Bilim insanları, evrenin hızlanan genişlemesini yönlendiren ve gizemli enerji olarak tanımlanan karanlık enerjinin kara deliklerle bağlantılı olabileceğine dair kanıtlar bulmuş olabilir.

Haber Merkezi / Karanlık enerji, evrenin yaklaşık yüzde 70’ini oluşturuyor ve 13,8 milyar yıl önce gerçekleşen Büyük Patlama’nın ardından ortaya çıkan evrenin büyümesini yönlendirdiği düşünülüyor.

Ancak gizemli enerjinin tam olarak nereden geldiği ise belirsizliğini koruyor. Son yıllarda bazı bilim insanları, karanlık enerjinin tüm evrene yayılmak yerine devasa kara deliklerin merkezinde yer alabileceğini öne sürüyorlar.

Journal of Cosmology and Astroparticle Physics’te yayınlanan yeni bir araştırma, görünüşte ilgisiz bu iki olgu arasında bir bağlantı olduğuna dair ilk ipuçlarını bulduğunu iddia ediyor: Evren yaşlandıkça artan karanlık enerji yoğunluğu ile büyüyen kara deliklerin kütlesi arasındaki bir eşleşme.

Michigan Üniversitesi’nden Fizik Profesörü Gregory Tarle, “Kendinize ‘Evrenin sonraki dönemlerinde yer çekimini evrenin başlangıcındaki kadar güçlü olarak nerede görüyoruz?’ sorusunu sorarsanız, cevap kara deliklerin merkezindedir” dedi ve ekledi:

“Büyüme sırasında olanların tersine işlemesi, kütleli bir yıldızın maddesinin yer çekimi çöküşü sırasında tekrar karanlık enerjiye dönüşmesi mümkün, tıpkı tersten küçük bir Büyük Patlama gibi.”

Bilim insanları, kranlık enerjinin kara deliklerle bağlantılı olabileceğine dair ipuçları aramak için, ABD’nin Arizona Eyaleti’ndeki Nicholas U. Mayall 4 metrelik Teleskobu’na monte edilmiş Karanlık Enerji Spektroskopik Aleti’ni (DESI) kullandılar. DESI, evrenin günümüze kadar nasıl genişlediğini incelemek için milyonlarca galaksinin aylık konumlarını belirliyor.

Bilim insanları, evrenin farklı evrelerinde karanlık enerji ile kara delik büyümesine ilişkin verileri karşılaştırarak ilgi çekici bir gözlemde bulundular.

Hawaii Üniversitesi’nden Fizik Doçenti Duncan Farrah, yeni kara delikler oluştukça, evrendeki karanlık enerji miktarının da doğru şekilde artığını belirterek, “Bu, kara deliklerin karanlık enerjinin kaynağı olması ihtimalini daha da makul kılıyor” dedi.

Hipotez doğrulanırsa, ile ilgili bir bilmeceyi çözmeye yardımcı olabilir. Gregory Tarle, “Temel olarak, kara deliklerin, içinde var oldukları evrenle bağlantılı olarak karanlık enerji olup olmadığı artık sadece teorik bir soru olmaktan çıktı, bu artık deneysel bir soru” ifadelerini kullandı.

Paylaşın

En Hızlı Dönen Nötron Yıldızı Keşfedildi

Uluslararası bir araştırma ekibi, en hızlı dönen nötron yıldızlarından birinin keşfini duyurdu. Dünya’dan 26 bin ışık yılı uzaklıkta yer alan nötron yıldızı saniyede 716 kez dönüyor.

Haber Merkezi / Nötron yıldızları, bir atomun çekirdeği kadar yoğundur. Birkaç on kilometre çapındaki bir nötron yıldızın kütlesi Güneş’in kütlesine eşdeğerdir. Nötron yıldızlarının karakteristik özelliklerinden biri de muazzam dönme hızlarıdır.

Gökbilimciler, saniyede 716 devir gibi şaşırtıcı bir hızla dönen böyle bir nötron yıldızı keşfetmeyi başardılar. Keşfedilen nötron yıldızı, Samanyolu Galaksisi’nin merkezine yakın, Dünya’dan 26 bin ışık yılı uzaklıkta yer almaktadır.

4U 1820-30 adlı ikili sistemin bir parçası olan nötron yıldızının kütlesi Güneş’in 1,4 katı ve çapı yalnızca 12 kilometredir.

4U 1820-30 sistemindeki nötron yıldızı Evren’de gözlemlenen en hızlı dönen nesnelerden biri. Dünya’dan yaklaşık 18 bin ışık yılı uzaklıktaki Terzan 5’te bulunan başka bir nötron yıldızı PSR J1748-2446, dönüş hızı açısından onunla eşleşebilir.

Nötron yıldızı nedir?

Nötron yıldızları, süpernova patlamalarından arta kalan maddelerin kütleçekimi etkisiyle çökmesiyle meydana gelir. Bu yıldızlar neredeyse tamamen nötronlardan oluşsa da az miktarda proton ve elektron da içerir. Bu proton ve elektronlar olmadan nötron yıldızları uzun süre var olmaya devam edemezdi.

Çünkü nötronlar serbest haldeyken kararsızdır ve beta ışıması yaparak kısa süre içinde proton ve elektronlara ayrışır. Ancak yıldızın içindeki yüksek basınç sebebiyle proton ve elektronların birleşerek nötronlara dönüşmesi, nötron yıldızlarının daha kararlı bir yapıya sahip olmasını sağlar.

Nötron yıldızlarının kütleleri Güneş’inkinin 1,44 ila 3 katı olabilir. Bugüne kadar gözlemlenmiş en büyük nötron yıldızının kütlesi ise Güneş’inkinin yaklaşık iki katıdır. Samanyolu içinde yaklaşık 2000 nötron yıldızı olduğu biliniyor. Güneş Sistemi’ne en yakın nötron yıldızları, yaklaşık 400 ışık yılı uzaklıktaki RX J1856.5-3754 ve yaklaşık 424 ışık yılı uzaklıktaki PSR J0108-1431’dir.

Nötron yıldızlarının kütleleri çok büyük olmasına rağmen hacimleri çok küçüktür. Örneğin kütlesi Güneş’inkinin yaklaşık 1,5 katı olan bir nötron yıldızının çapı sadece 10 kilometre civarındadır. Bu durum nötron yıldızlarının yoğunluklarının çok yüksek olmasına neden olur. Öyle ki nötron yıldızlarının yoğunlukları Güneş’inkinin 2,6 x 1014 ila 4,1 x 1014 katıdır.

Nötron yıldızlarının kütleçekimi etkisiyle daha fazla küçülmemelerinin nedeni, Pauli dışarlama ilkesidir. Bu ilke, fermiyon grubu iki parçacığın -örneğin protonlar, elektronlar ve nötronlar- aynı konuma ve aynı kuantum durumuna sahip olamayacağını söyler.

Bu yüzden kütlesi Güneş’inkinin üç katından az olan nötron yıldızlarının yoğunluğu atom çekirdeğindeki yoğunluklar düzeyine ulaştığı zaman çökme durur. Ancak kütlesi Güneş’inkinin beş katından fazla olan nötron yıldızları kararsızdır ve çökmeye devam ederler. Bu yıldızlar karadeliğe dönüşür.

Bazı nötron yıldızlarının kendi etrafındaki dönme hızı çok büyüktür. Bu durumun nedeni -açısal momentumun korunumu yasası gereği- yıldızın hacmi azaldıkça kendi etrafındaki dönme hızının artmasıdır. Bilinen nötron yıldızları içinde kendi etrafında dönme hızı en yüksek olan PSR J1748-2446ad’dir. Bu yıldız her saniye kendi etrafında yaklaşık 716 defa döner.

Bazı nötron yıldızlarının radyo dalgaları ve X-ışınları yaydığı gözlemlenmiştir. Pulsar ya da atarca adı verilen bu yıldızlardan yayılan dalgalar periyodiktir.

Bilinen nötron yıldızlarının yaklaşık %5’i ikili yıldız sistemlerinin üyeleridir. Bu sistemlerdeki nötron yıldızlarının eşleri normal yıldızlar, beyaz cüceler ya da başka nötron yıldızları olabilir. Genel görelilik kuramı, ikili yıldız sistemlerinin kütleçekimsel dalgalar yayacağını ve zaman içinde yıldızlar arasındaki mesafenin azalacağını söyler.

Kütleçekimsel dalgaların varlığı ile ilgili ilk kanıt, nötron yıldızı içeren bir ikili yıldız sisteminin gözlemlenmesi ve yıldızlar arasındaki mesafenin genel görelilik kuramının tahminleriyle uyumlu bir biçimde değiştiğinin bulunmasıyla elde edildi.

Paylaşın

Yaşanabilir Gezegenler Bulma Yolunda “Büyük Adım”

Dünya’dan yaklaşık 100 ışık yılı uzaklıkta yer alan ve GJ 9827 d olarak adlandırılan gezegen, Dünya’nın yaklaşık iki katı büyüklüğünde ve neredeyse tamamen su buharından oluşan bir atmosfere sahip.

Haber Merkezi / GJ 9827 d bildiğimiz yaşamı desteklemese de, benzersiz atmosferi, diğer küçük gezegenleri ve bu gezegenlerin yaşam barındırma potansiyellerini incelemek için yeni olasılıklar sunuyor.

Montréal Üniversitesi’nden Caroline Piaulet – Ghorayeb liderliğinde yapılan yeni bir araştırmada, GJ 9827 d’nin atmosferik bileşimini ölçmek için transmisyon spektroskopisi adı verilen bir teknik kullanıldı.

Transmisyon spektroskopisi, bir gezegenin atmosferi tarafından farklı dalga boylarında veya ışık renklerinde ne kadar yıldız ışığının emildiğini ölçer.

Piaulet – Ghorayeb, bugüne kadar ölçülen atmosferlere sahip neredeyse tüm dış gezegenlerin en hafif elementlerden, tıpkı güneş sistemindeki gaz devleri Jüpiter ve Satürn gibi hidrojen ve helyumdan oluştuğunu söyledi.

Piaulet – Ghorayeb, “GJ 9827 d, güneş sisteminin karasal gezegenleri gibi ağır moleküller açısından zengin bir atmosfer tespit ettiğimiz ilk gezegen” dedi ve ekledi: Bu çok büyük bir adım.

Piaulet – Ghorayeb, “Bilim insanlarının gelecekte yaşam arayabileceği gezegen türleri olacak” diye ekledi.

GJ 9827 d ilk olarak 2017 yılında Kepler Uzay Teleskobu tarafından tespit edilmişti. Daha sonra, Hubble Uzay Teleskobu gezegenin atmosferinde su buharı izleri bulmuştu.

Bir gezegenin atmosferde su buharının izlerini tespit etmekle, atmosferin su buharıyla kaplı olduğunu söylemek arasında büyük bir fark var.

Bilim insanları, bu farkı ortaya koymak için James Webb Uzay Teleskobu’nun (JWST) Yakın Kızılötesi Görüntüleyici ve Yarıksız Spektrografı veya NIRISS ile yeni gözlemleri kullandılar.

Araştırmada yer alan bilim insanları, yıldızının önünden geçerken veya geçiş yaparken GJ 9827 d’nin atmosferinden geçen ışığın spektrumunu yakalamak için JWST’yi kullandılar.

Paylaşın

Kozmolojideki En Büyük Kriz Çözülmüş Olabilir

James Webb Uzay Teleskobu kullanılarak yapılan yeni ölçümler, yerel Evrenin bizden saniyede megaparsek başına yaklaşık 70 kilometre (yaklaşık 43 mil) hızla uzaklaştığını gösteriyor.

Bu doğruysa, bilim insanlarını bir asırdır meşgul eden Evrenin hızlanan genişlemesinin ölçümleri arasındaki tutarsızlık çözülebilir.

Bilim insanları, James Webb Uzay Teleskobu’nun evrenin erken dönemlerinde kozmolojinin temellerini sarsan “imkansız” canavar galaksiler bulmaya devam etmesinin ardında yatan nedene dair bir açıklamaya nihayet sahip.

Öncü Webb teleskobu Temmuz 2022’de bilimsel çalışmalarına başladığından bu yana, evrendeki konumları göz önüne alındığında olması gerekenden çok daha büyük ve olgun görünen yaklaşık yarım düzine devasa galaksi tespit etti.

Bu canavar galaksilerden bazılarının, evren şu anki yaşının sadece yüzde 3’ü kadarken Samanyolu kadar büyük olduğu tespit edilmiş ve bu bulgu kozmoloji dünyasını sarsmıştı.

Bu bulgular ya kozmosun muhtemelen düşünülenden çok daha yaşlı olduğuna ya da özellikle evrenin başlangıcında galaksilerin nasıl oluştuğuna dair bilinmeyen bir şeyler olduğuna işaret ediyordu.

An itibarıyla, pazartesi günü The Astrophysical Journal’da yayımlanan yeni bir çalışma, bu erken galaksilerin ilk göründüğünden çok daha az devasa olduğunu gösteriyor.

Çalışmanın ortak yazarı Steven Finkelstein, “Sonuç olarak, kozmolojinin standart modeli açısından bir kriz yok” dedi.

Austin’deki Teksas Üniversitesi’nden araştırmacılar, bu erken galaksilerin bazılarındaki kara deliklerin onları olduklarından çok daha parlak ve büyük gösterdiğini söylüyor.

Araştırmacılar bu galaksilerin büyük görünmelerinin sebebinin ev sahibi kara deliklerin hızla gaz tüketmesi olduğunu belirtiyor.

Çalışmaya göre, bu hızlı hareket eden gaz parçacıkları arasındaki sürtünme, daha fazla ısı ve ışık yaymalarına yol açarak galaksileri olması gerekenden çok daha parlak hale getiriyor.

Dr. Finkelstein, “Zamana bu kadar uzun süre meydan okuyan bir teori olduğunda, onu gerçekten çöpe atmak için çok büyük kanıtlara sahip olmanız gerekir. Ve durum böyle değil” dedi.

Bununla birlikte, evrenin erken dönemlerinde yeni çalışmanın açıklayamadığı bazı dev galaksiler hâlâ var.

Bilim insanları, evrenin erken dönemlerinde yıldızların nasıl oluştuğuna dair henüz bilinmeyen bir yolun bu vakaları açıklayabileceğini söylüyor.

Yıldızlar, sıcak gazın soğuyup yerçekimine yenik düşmesi ve yoğunlaşmasıyla oluşuyor. Ancak bu gaz bulutu büzüldükçe, sonunda ısınıp zıt bir dış basınç oluşturuyor.

Kozmosun bizim bulunduğumuz kısmında, bu karşıt güçler yıldız oluşumunu yavaş bir süreç haline getiriyor ancak çok daha yoğun olan erken evrende, bilim insanları büzülme çekiminin daha büyük olabileceğinden ve sürecin daha hızlı ilerlemesine izin verdiğinden şüpheleniyor.

Dolayısıyla araştırmacılar, bu kafa karıştırıcı gözlemlerin bazılarının yıldız oluşum fiziğindeki “küçük değişikliklerle” açıklanabileceğini söylüyor.

Çalışmanın bir diğer yazarı Katherine Chworowsky, “Belki de evrenin erken dönemlerinde galaksiler gazı yıldızlara dönüştürmede daha iyiydi” dedi ve ekledi: Hâlâ tahmin edilenden daha fazla galaksi görüyoruz ancak bunların hiçbiri evreni ‘kıracak’ kadar büyük değil.

(Kaynak: Independent Türkçe)

Paylaşın

Evren Hakkında Çığır Açan Keşif

Yaklaşık 130 bin galaksiye ait görüntüleri inceleyen bilim insanları, evrene dair anlayışımızı değiştirebilecek yeni kanıtlara ulaştı. Bilim insanları, karanlık madde teorisinin gerçek olmayabileceğini öne sürdü.

Çalışmada yer alan araştırmacı Tobias Mistele, “Ya karanlık madde haleleri düşündüğümüzden çok daha büyük ya da kütleçekime dair anlayışımızı temelden gözden geçirmemiz gerekiyor” dedi.

Bilim dünyası bir yandan karanlık madde teorisini destekleyecek daha güçlü kanıtlar ararken, bir yandan da farklı teorilerle evrendeki tuhaf durumlara açıklık getirmeye çalışıyor.

Bilim insanları galaksilerin merkezinden uzaktaki cisimlerin, daha düşük bir kütleçekim kuvvetine maruz kalmasından dolayı daha yavaş hareket etmesi gerektiğini düşünüyor.

Öte yandan bugüne kadar yapılan gözlemlerde, uç kısımlardaki yıldızların da merkezdekilere yakın hızlarda döndüğü görüldü. Bu durumu karanlık madde teorisiyle açıklayan gökbilimciler, bu görünmez maddenin yarattığı kütleçekim kuvvetinin yıldızları etkilediğini öne sürüyor.

Bu teoriye göre galaksilerin merkezinden 300 bin ışık yılı mesafeye uzanan, hale şeklinde karanlık madde kümeleri var. Bundan daha uzağa gidildiğinde yıldızların daha yavaş hareket etmeye başlaması gerekiyor.

Fakat The Astrophysical Journal Letters adlı hakemli dergide yakın zamanda yayımlanan bir makalede merkezden 1 milyon ışık yılı uzaktaki yıldızların, mevcut karanlık ve görünür madde teorileriyle açıklanamayacak hızlarda dönmesi gerektiği öne sürüldü.

Avrupa Güney Rasathanesi’nin Şili’deki VLT Tarama Teleskobu tarafından çekilen yaklaşık 130 bin galaksiye ait görüntüleri inceleyen araştırmacılar, kütleçekimsel merceklenme denen bir olgudan yararlandı.

Kütleçekimsel merceklenme, galaksiler gibi büyük kütleli cisimlerin, uzak bir kaynaktan gelen ışığı bükmesini ifade ediyor. Merceklenmeye dair incelemeler, galaksinin hem görünür madde hem de çok daha yüksek miktarda olduğu varsayılan karanlık madde miktarına dair fikir veriyor.

Bilim insanları kütleçekimsel merceklenme verilerine dayanarak galaksilerin merkezinden 1 milyon, hatta belki 3 milyar ışık yılı ötedeki yıldızların, görünür ve karanlık madde miktarıyla açıklanamayacak hızda dönmesi gerektiğini öne sürdü.

Bulgular ya karanlık maddenin daha yüksek miktarda olması gerektiğine ya da bu teorinin temelden yanlış olduğuna ve galaksilerdeki hareketlerin farklı şekilde açıklanabileceğine işaret ediyor.

Çalışmanın yazarlarından Tobias Mistele, “Bu keşif mevcut modellere meydan okuyor” diyor: Ya karanlık madde haleleri düşündüğümüzden çok daha büyük ya da kütleçekime dair anlayışımızı temelden gözden geçirmemiz gerekiyor.

Galaksilerin uç kısımlarındaki tuhaf hareketleri karanlık maddeye gerek kalmadan açıklayan seçenekler arasında Değiştirilmiş Newton Dinamiği (Modified Newtonian Dynamics / MOND) teorisi var. Bu teoriye göre Isaac Newton’ın kütleçekim yasası sadece bir noktaya kadar geçerli ve yüksek dönme hızlarında farklı türde bir davranış devreye giriyor.

Makalenin ortak yazarı Stacy McGaugh, gözlemlerin bu teoriyle açıklanabileceğini düşünüyor.

Bilim dünyası bir yandan karanlık madde teorisini destekleyecek daha güçlü kanıtlar ararken, bir yandan da farklı teorilerle evrendeki tuhaf durumlara açıklık getirmeye çalışıyor.

Avrupa Uzay Ajansı’nın geçen yıl fırlatılan Euclid Uzay Teleskobu’nun daha iyi kütleçekimsel merceklenme verileri sağlaması bekleniyor. Teleskobun gözlemleri galaksilerin uç kısımlarındaki gizemin aydınlatılmasına katkı sunabilir.

(Kaynak: Independent Türkçe)

Paylaşın

Dikkat Çeken Keşif: Yaşam Sanılandan Daha Önce Başlamış Olabilir

Cambridge Üniversitesi’nden bilim insanlarının yaptığı yeni araştırma, yaşama uygun koşulların başlangıcına dair bilinenlere meydan okuyor. Araştırma, evrendeki yaşama uygun koşulların sanılandan çok daha önce mevcut olabileceğine işaret ediyor.

Öte yandan araştırma, Dünya’da 3,7 milyar yıl önce başladığı kabul edilen yaşamın tarihine dair bilinenleri değiştirmiyor.

Standart teoriye göre yaklaşık 13,8 milyar yıl önce gerçekleşen Büyük Patlama’yla oluşan evren ilk dönemlerinde, neredeyse tamamen hidrojen ve helyumdan meydana gelirken çok az miktarda lityumu da barındırıyordu.

Daha ağır elementlerse yıldızların içinde oluşarak bu gökcisimlerinin ömrünün sonunda geçirdiği süpernova patlamasıyla evrene saçıldı. Zaman içinde bu elementlerin miktarının artmasıyla gezegenler ve yaşama uygun koşullar oluşmaya başladı.

Toz parçacıklarına dönüşerek ilk gezegenleri yaratan karbon, aynı zamanda yaşamın temel bileşenleri arasında yer alıyor. Karbonun yüksek miktarlara çıkmasının Büyük Patlama’dan yaklaşık 1 milyar yıl sonra gerçekleştiği düşünülüyordu.

Ancak Cambridge Üniversitesi’nden bir ekibin liderliğinde yürütülen yeni araştırma bu düşünceye ve yaşama uygun koşulların başlangıcına dair bilinenlere meydan okuyor.

NASA’nın James Webb Uzay Teleskobu’nu kullanan gökbilimciler evren yaklaşık 350 milyon yaşındayken oluşan bir galaksiyi inceledi. Bugüne kadar gözlemlenen en uzak 5. galaksi olan bu gökada, Samanyolu’ndan 100 bin kat daha küçük.

Halihazırda ön baskı versiyonu yayımlanan ve yakında Astronomy & Astrophysics adlı hakemli dergide çıkacak makalenin başyazarı Dr. Francesco D’Eugenio “Gözlemlediğimiz sırada sadece bir galaksi embriyosuydu fakat Samanyolu kadar büyük bir şeye dönüşebilir” diyor ve ekliyor: Ancak bu kadar genç bir galaksiye göre muazzam boyutta.

Teleskobun Yakın Kızılötesi Spektrograf (Near Infrared Spectrograph/NIRSpec) adlı cihazı bu genç galaksiden gelen ışığı analiz etti. Bu sayede galaksideki elementleri tespit etme imkanı bulan araştırmacılar karbonun yanı sıra belli belirsiz oksijen ve neonla karşılaştı. Bu iki elementin varlığının doğrulanması için başka çalışmalara ihtiyaç var.

Bilinen yaşamın yapıtaşları arasında yer alan karbonun, evrenin bu kadar eski bir döneminde gözlemlenmesi, yaşama uygun koşulların düşünülenden çok daha önce var olabileceğine işaret ediyor. Öte yandan bulgular, Dünya’da 3,7 milyar yıl önce başladığı kabul edilen yaşamın tarihine dair bilinenleri değiştirmiyor.

Çalışmanın ortak yazarı Prof. Roberto Maiolino “Bu, hidrojenden daha ağır bir elemente dair bugüne kadar elde edilen en eski bulgu” diyor. Gelişmeyi “muazzam bir keşif” diye adlandıran Prof. Maiolino şöyle ekliyor: Bu kadar uzak bir galakside büyük miktarda karbon bulunması, yaşamın evrenin çok erken dönemlerinde, kozmik şafağa çok yakın bir zamanda ortaya çıkmış olabileceğine işaret ediyor.

Öte yandan Paris (Sorbonne) Üniversitesi’nden astrofizikçi Dr. Rafael Alves Batista bu sonuca hemen varılamayacağı görüşünde. Araştırmada yer almayan Dr. Batista bulguları ileriye doğru büyük bir sıçrama diye nitelendirse de “Benim yapacağım bir sıçrama değil” diyor:

“Bu erken yıldızların çoğu çok büyük kütleli olduğundan çok hızlı ölüyorlar. Gezegenler var olsa bile, yaşam için gerekli koşulları barındırdıklarına dair pek iyimser değilim. Bulgular çok ilginç ancak bir sonuca varmak için yeterli olduklarını sanmıyorum.”

(Kaynak: Independent Türkçe)

Paylaşın

Bilinmeyen Bir Şey Evrenin Genişleme Hızını Değiştiriyor!

Evreni ve fizik yasalarını yanlış anlamış olabiliriz ya da ölçümler yanlış olabilir. Bilim insanları, evrenin genişleme hızını etkileyen, bizim farkında olmadığımız bir şeyin olduğunu öne sürüyor.

Evrenin genişlemesi, gözlemlenebilir evrenin kütleçekimsel olarak bağlı olmayan herhangi iki parçası arasındaki mesafenin zamanla artması olarak tanımlanmaktadır.

Independent Türkçe’nin aktardığına göre; Bilim insanları, bir şeyin evrenin genişleme hızını değiştirdiğini söylüyor.

Araştırmacılar onlarca yıldır “Hubble sabitini”, yani kozmosun genişleme hızını ölçmeye çalışıyor. Ancak bu ölçümler daha hassas hale geldikçe netlikleri de azalıyor: Genişlemeyi farklı yollarla ölçmek, farklı sonuçlar veriyor.

Bilim insanları bunun neden kaynaklanabileceği bilmiyor. Evreni ve fizik kurallarını yanlış anlamış olabiliriz ya da ölçümler hatalı olabilir.

Öte yandan araştırmacılar halihazırda James Webb Uzay Teleskobu’nu (JWST) Hubble Uzay Teleskobu’yla birlikte kullanarak ölçümlerin doğruluğuna dair şüpheleri ortadan kaldırmaya çalışıyor. Görünüşe göre araştırmacılar ölçümlerin doğru olduğunu ve evrenin genişleme hızını etkileyen, bizim farkına varmadığımız bir şeyler olduğunu öne sürüyor.

Baltimore’daki Johns Hopkins Üniversitesi’nde fizikçi olan Adam Riess, “Ölçüm hataları giderildiğinde geriye evreni yanlış anladığımız gibi gerçek ve heyecan verici bir olasılık kalıyor” diyor.

Artık Hubble’ın gözlemlediği tüm aralığı kapsıyoruz ve ölçüm hatasının Hubble Gerilimi’ne neden olduğu ihtimalini çok yüksek güvenilirlikle eleyebiliriz.

2023’te Hubble’ın gözlemlerini teyit etmek için Webb teleskobunu kullanan bilim insanları, ölçümlerin doğru olduğuna işaret etmişti. Fakat başkaları, mesafe arttıkça kullandığımız ölçümlerin doğruluğu azalıyorsa bu çalışmada bir kusur olabileceğini öne sürmüştü.

Yeni çalışmada araştırmacılar Webb ve Hubble gözlemlerini, “her iki dünyanın da en iyisini” elde etmek için birleştirdi. Bu ölçümlerin daha uzakta bile güvenilirliğini koruduğunu belirtiyorlar.

Paylaşın

Kara Delikler Mi Galaksiler Mi, Hangisi Önce Oluştu?

James Webb Uzay Teleskobu’ndan elde edilen verilerle yapılan yakın zamanlı bir araştırma, kara deliklerin yalnızca zamanın başlangıcında var olmadığını, aynı zamanda yeni yıldızlar doğurduğunu ve galaksilerin oluşumunu hızlandırdığını öne sürüyor.

Haber Merkezi / Araştırma, kara deliklerin ilk yıldızların ve galaksilerin ortaya çıkmasından sonra oluştuğu yönündeki geleneksel düşünceye meydan okuyor ve kara deliklerin evreni nasıl şekillendirdiklerine dair teorileri alt üst ediyor.

Johns Hopkins Üniversitesi Fizik ve Astronomi Bölümü’nden araştırmanın baş yazarı Profesör Joseph Silk, “Kara deliklerin Samanyolu yakınındaki galaksilerin merkezinde var olduğunu biliyoruz, ancak şimdiki büyük sürpriz onların evrenin başlangıcında da mevcut olmaları ve neredeyse erken galaksilerin yapı taşları veya tohumları gibi olmalarıdır” dedi.

Astrophysical Journal Letters’da yayınlanan araştırma, James Webb Uzay Teleskobu aracılığıyla gözlemlenen erken evrenden uzak galaksileri analiz etti. Bu galaksiler beklenenden çok daha parlak görünüyordu ve alışılmadık derecede yüksek sayıda genç yıldız ve süper kütleli kara delik içeriyordu.

Kara deliklerin süper kütleli yıldızların çöküşünden sonra oluştuğu ve galaksilerin ilk yıldızların ortaya çıkmasından sonra oluştuğu yönündeki geleneksel düşünceye meydan okuyan araştırma, kara deliklerin ve galaksilerin bir arada var olduğunu ve evrenin ilk 100 milyon yılı boyunca birbirlerinin gelişimini etkilediğini öne sürüyor.

Araştırmayı yapan ekip, kara deliklerden gelen yüksek hızlı akışların erken evrende yıldız oluşumunu hızlandırdığını öne sürüyor. Kara deliklerin etrafındaki güçlü manyetik alanların oluşturduğu bu çıkışlar, yakındaki gaz bulutlarını ezerek onları daha önce düşünülenden çok daha hızlı bir şekilde yıldızlara dönüştürdü.

Ekip, erken evrenin iki aşaması olduğunu tahmin ediyor: İlk aşamada kara delik çıkışları yıldız oluşumunu hızlandırdı, ikinci aşamada ise çıkışlar yavaşladı. Süper kütleli kara deliklerden gelen manyetik fırtınalar nedeniyle gaz bulutları çöktü ve bu da hızlı bir şekilde yeni yıldızların oluşmasına yol açtı.

Profesör Joseph Silk, araştırma sonucuna ilişkin, “Asıl soru şu: Başlangıçlarımız neydi? Güneş, Samanyolu Galaksisi’nde yer alan 100 milyarda yıldızdan biri ve Samanyolu Galaksisi’nin ortasında da devasa bir kara delik bulunmakta. İkisi arasındaki bağlantı nedir?” dedi.

James Webb Uzay Teleskobu ile yapılacak gelecekteki gözlemlerin, bu hesaplamaları doğrulaması ve evrenin evrimi hakkında daha fazla bilgi sağlaması bekleniyor.

Paylaşın