DEM Parti’den CHP’li Belediyelere Yönelik Operasyonlara Tepki

DEM Parti, CHP’li belediyelere yönelik yeni operasyonlara tepki gösterdi. DEM Parti Eş Genel Başkanı Tülay Hatimoğulları, “Siyasi hesaplaşmaların yargı yoluyla çözülmeye çalışılması ve seçilmiş temsilcilere yönelik bu uygulamalar kabul edilemez” dedi.

Haber Merkezi / DEM Parti Eş Genel Başkanı Tuncer Bakırhan ise, “Seçilmiş belediye başkanlarına yönelik eğitim sürdürülüyor, bu tür operasyonlar yapılıyor, toplumsal barışı zedeleniyor. Siyasi meselelerin çözüm yolu, müzakere ve diyalogdur; Demokratik siyaseti dışlayan onun müdahalesinin karşısında olmaya devam ediyor” ifadelerini kullandı.

Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi (DEM Parti) DEM Parti Eş Genel Başkanları Tülay Hatimoğulları ve Tuncer Bakırhan ile partinin Merkez Yürütme Kurulu (MYK), Cumhuriyet Halk Partili (CHP) belediyelere yönelik yeni operasyonlara tepki gösterdi.

Tuncer Bakırhan, sosyal medya hesabından yaptığı açıklamada şu ifadeleri kullandı: “İstanbul Büyükşehir Belediyesi ve ilçe belediyelerine, Adana’da Seyhan ve Ceyhan belediye başkanlarına yönelik operasyonlar kınılmıyor, bu müdahaleleri kabul edilemiyor. Demokrasinin temel politikalarından biri, halkın sandıkta ortaya koyduğu iradeye saygıdır.

Seçilmiş belediye başkanlarına yönelik eğitim sürdürülüyor, bu tür operasyonlar yapılıyor, toplumsal barışı zedeleniyor. Siyasi meselelerin çözüm yolu, müzakere ve diyalogdur; Demokratik siyaseti dışlayan onun müdahalesinin karşısında olmaya devam ediyor.”

Hatimoğulları ise sosyal medya hesabı üzerinden şu paylaşımı yaptı: “İBB’ye yönelik operasyon ve İstanbul İlçe belediye başkanları ile Seyhan ve Ceyhan belediye başkanlarının toplanmalarını kınıyoruz. Siyasi hesaplaşmaların yargı yoluyla çözülmeye çalışılması ve seçilmiş temsilcilere yönelik bu uygulamalar kabul edilemez.

Halkın sandıkta verdiği kararlara saygı ölçüsü, kişinin gücünün yeteneği elzemdir. Toplumsal barış ve güçlü bir demokrasi için, İstanbul’dan Van’a, Mardin’den Adana’ya kadar halkın iradesine saygı gösterilmeli ve bu siyasilerden vazgeçilmelidir.”

DEM Parti’den açıklama

DEM Parti MYK tarafından yapılan açıklamada ise şu ifadelere yer verildi: “İstanbul Büyükşehir Belediyesine yönelik 19 Mart tarihinde başlatılan yargı müdahalesi genişleyerek devam ediyor. Bu operasyonlar ne yazık ki ileri sürülen iddiaların kapsamını fazlasıyla aşarak İstanbul Büyükşehir Belediyesi başta olmak üzere muhalefet belediyelerine yönelik bir tür kuşatmaya dönüştürülmüştür.

Yargı süreci muhalif belediyeleri etkisizleştirmeyi, belediye hizmetlerini aksatmayı, halkın hizmet almasını engellemeyi hedefler hale gelmiştir. İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı ile çok sayıda alt kademe belediye başkanının, neredeyse tüm bürokratların ve şirket yöneticilerinin gözaltına alınıp tutuklanması ve belediye şirketlerine kayyım atanması başka şekilde açıklanamaz. Bu gelişmeler, belediye hizmeti alan milyonlarca vatandaşı mağdur etmekte ve muhalefetin yönetimde olduğu belediyelerde halkı adeta cezalandırmaktadır.

Çağrıldıklarında ifade verebilecek insanların, hukuki açıdan meşruiyeti olmayan bir yöntemle ve bir itirafçının beyanlarına dayanılarak bu şekilde gözaltı ve tutuklamaya maruz bırakılması, hukuk ve demokrasiye yönelik ağır bir ihlaldir. Atılan adımlar, içinden geçtiğimiz tarihi dönemin hassasiyetine aykırı bir şekilde, demokratik siyaset alanını da daraltmaktadır.

Elbette partimiz, yerel yönetimler başta olmak üzere siyasetin rant, yolsuzluk ve rüşvetten arındırılmasını ve temiz siyaseti savunmaktadır. Ancak bu yöndeki iddialarla yapılanların sadece muhalefet belediyeleriyle sınırlı tutulması, iktidar belediyelerindeki yolsuzluk ve rüşvet iddialarına ise koruma kalkanı oluşturulması söz konusu bu iddiaları da çürütmektedir. Muhalefete yönelik bir siyasi operasyona dönüştüğüne dair Türkiye’nin tamamında ciddi kaygılar oluşturmaktadır.

Kutuplaşmayı artıracak, hukuk ve demokrasi inancını tamamen ortadan kaldıracak, barış ve demokratik toplum özlemini zedeleyecek bu operasyonlara son verilmelidir. Hukuk herkes için ve tarafsız şekilde uygulanmalıdır. Belediyeler halkındır, yerel demokrasinin bel kemiğidir. Belediyeler üzerindeki yargı kıskacı ve kuşatması kaldırılmalıdır.”

Paylaşın

DEM Partili Temelli’den “Yeni Anayasa” Açıklaması: Mutabakat Sağlanmalı

DEM Parti Grup Başkanvekili Sezai Temelli, “Yeni Anayasa” tartışmalarına ilişkin, “Askerlerin, darbecilerin yaptığı anayasaların yerine; halkın, toplumun beklentilerini karşılayacak sivil bir anayasa yapalım dedik. Ama nasıl yapılır, kim yapar, hangi yöntemle yapar; bu konularda mutabakat sağlanmalı” dedi.

Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi (DEM Parti) Eş Genel Başkanları ve Grup Başkanvekillerinden oluşan heyet, dün (28 Mayıs) AK Parti heyetiyle Meclis’te görüştü.

Yaklaşık 2 saat 15 dakika süren görüşmenin ardından açıklama yapan DEM Parti, görüşmede Türkiye ve bölgedeki gelişmelere dair kapsamlı bir fikir alışverişinde bulunulduğunu ifade etti. Açıklamada, Meclis’e sunulması beklenen İnfaz Paketi’nin de görüşmede gündeme geldiği belirtilerek, görüşmenin ayrıntılarına ilişkin kapsamlı açıklamanın ilerleyen günlerde yapılacağı belirtildi.

Görüşmeye ilişkin AK Partili Efkan Âlâ ve Abdullah Güler de kısa açıklamalarda bulundu; ancak içerikle ilgili ayrıntı paylaşmadılar.

DEM Parti Grup Başkanvekili Sezai Temelli, görüşmenin içeriği, İnfaz Yasası’nda yapılacak düzenlemelerin kapsamı ve anayasa tartışmalarına ilişkin bianet’ten Tuğçe Yılmaz‘ın sorularını yanıtladı.

AKP ile dün iki saati aşan görüşmenizden sonra “Beklenen infaz düzenlenmesini henüz göremeyeceğiz” dediniz. İktidar neden beklenen adımı atmadı?

Bu konuda uzun süredir yoğun bir çaba içindeyiz. Toplumun 10. Yargı Paketi’yle ilgili ciddi beklentileri vardı. Görüşmede bu beklentileri ve önerilerimizi aktardık. Aynı zamanda siyasetin önünü açacak bir adım olarak bu paketin önemini vurguladık. Ancak geldiğimiz noktada, İnfaz Yasası’yla ilgili beklenen kapsamlı düzenlemenin pakette yer almadığını gördük. Sadece hasta tutuklular, hamile kadınlar ve çocuklu anneleri kapsayan çok bir düzenleme söz konusu. Bu, infazın çok sınırlı bir alanda ele alındığını ve beklediğimiz genişlikte bir düzenleme olmadığını gösteriyor.

Kapsamlı bir düzenleme yapılmamasına dair açıklamaları ne oldu?

Konuyu çok yönlü değerlendirdiklerini, heyetlerinin bu konuda çalışmalar yürüttüğünü ve ciddi risklerin söz konusu olabileceğini belirttiler. Toplumun hassasiyetlerine; özellikle kadın cinayetlerine, kadınlara yönelik nitelikli cinsel saldırı gibi meselelere dikkat çektiler. Ve Anayasa Mahkemesi’nin önceki kararlarının da dikkate alınması gerektiğini ifade ettiler.

Tüm bunların ışığında, daha fazla ve etraflıca çalışmaları gerektiğini; ancak infaz düzenlemelerini ilerleyen paketlerde mutlaka hayata geçireceklerini belirttiler. Ancak kaçınılmaz olarak bu, bir gecikme anlamına geliyor. Bu yüzden kapsamlı düzenlemeler için Meclis’in yeniden açılacağı sonbahar ayları işaret ediliyor. Yani düzenlemenin dört ay daha beklemesi söz konusu. Bu durum da elbette toplumda bir hayal kırıklığı yaratıyor. Çünkü özellikle cezaevlerinde on binlerce mahpus umutla bu düzenlemeyi bekliyor.

Bu süreçte size herhangi bir taahhütte bulunuldu mu?

Siyasette ve diplomaside kesin taahhütlerden söz etmek mümkün değil. Görüşmelerde sadece fikirler ve beklentiler ifade edilir. Şimdilik bu düzenlemelerin sonbaharda geleceği yönünde bir eğilim olduğunu söyleyebiliriz. Ancak bu adımı atarlar mı, atmazlar mı bilemeyiz. Daha önce de adım atılacağı söylenmişti; ama atılmadı. Bu nedenle toplum olarak da bu konudaki mücadeleyi sürdürmemiz elzem.

İnfaz Yasası’nın düzenlemesinin ertelenmesi, yürüttüğünüz barış ve demokratikleşme sürecini etkiler mi?

Barış ve demokratik toplum süreci, çok boyutlu bir mücadele alanı. İnfaz Yasası gibi düzenlemeler sürece olumlu katkı sunabilir, toplumsal anlamda güveni artırır, siyasal sürecin önünü açar. Bugün oluşan bu belirsizlik toplumsal barış konusunda ciddi bir güvensizlik yaratıyor ve söz konusu gecikmelerin telafisi için güçlü adımlar atılması gerekiyor.

Ancak Yargı Paketi ile ilgili vaatlerin çoğu, barış ve demokratik toplum süreciyle doğrudan ilişkili değil; adli suçluları ilgilendiren düzenlemeler ağırlıktaydı. Bizim yaklaşımımız elbette ki şu: Toplumun farklı kesimlerinin güven duymasını sağlamak, siyasetin temel sorumluluğudur. Hele ki böyle kritik dönemlerde bu sorumluluk daha da büyüyor. Görüşmelerde de bunu açıkça ifade ettik. “Atılacak güçlü bir adım, sürecin diğer aşamalarına da pozitif katkı sağlar,” dedik. Ama elbette ki süreç, kendi güzergâhında ilerlemeye devam edecek. Umudumuz bu yönde.

Anladığımız kadarıyla bir tür “gedik açmaya” çalıştınız; ama size bunun için erken olduğu mu söylendi?

Biz buna gedik açmak demiyoruz. Toplumda güveni ve umudu büyütecek adımlar atmak diyoruz. Süreci desteklemek diyoruz.

Yargı Paketi’ne dair en önemli talebiniz neydi?

Kapsamlı bir çalışma yaptık ve talepleri öncelik sırasına koymadık. Ama elbette ki vicdani açıdan hasta tutuklular meselesi başta geliyor. İnfaz düzenlemeleri konusunda ciddi bir dosya hazırladık ve bunu Adalet Bakanlığı’na ileterek “İnfaz Kanunu’nda, Türk Ceza Kanunu’nda, Terörle Mücadele Kanunu’nda yapılması gereken çok sayıda düzenleme var. Bunlara bir yerden başlamak gerek,” dedik. Onlar da bize “Haklısınız; ama hepsini bir anda yapmak mümkün değil, aşama aşama ilerleyeceğiz,” dediler. Öncelikle pandemi döneminden kalan mağduriyetlerin giderileceğini söylediler; ama bu adımı da atmadılar.

Tartışmaların bir ayağı da anayasa. Buradaki talebiniz nedir?

Biz 2020 yılında da anayasa tartışmalarına dair bir strateji geliştirdik. Maddelere değil, sürece odaklandık. “Anayasa nasıl yapılmalı?” sorusunu merkeze aldık. Askerlerin, darbecilerin yaptığı anayasaların yerine; halkın, toplumun beklentilerini karşılayacak sivil bir anayasa yapalım dedik. Ama nasıl yapılır, kim yapar, hangi yöntemle yapar; bu konularda mutabakat sağlanmalı. Yargı paketleri de bu yönde bir “yol temizliği” görevi görebilir.

Bu tartışmada hem partiniz hem de Abdullah Öcalan, özellikle 1921 Anayasası’nı işaret ediyor. Bunun nedeni nedir?

1921 Anayasası, tıpkı Türkiye gibi, çoğulcu bir anayasa. Bu gerçek, yasalarımıza ve anayasamıza mutlaka yansıtılmalı. Toplumsal mutabakat, sağlıklı bir toplum yapısı ve barış ancak buna uygun bir anayasa ile sağlanabilir. 1921 Anayasası, bu yönüyle önemli bir örnek. O dönemin Meclis’i de, Büyük Savaş sonrası toplanan kongreler de çoğulcu karakteriyle öne çıkar. Tarihe dönüp baktığımızda, bugün yaşadığımız siyasi krizlerin çoğunun o çoğulcu çizgiden sapılmış olmasından kaynaklandığını görürüz.

Sayın Öcalan’ın yaptığı vurgu, tam da bu çoğulcu yapıyı işaret etmesi bakımından kıymetlidir. Türkiye bu eksende bir anayasa tartışması yürütmelidir.

Paylaşın

DEM Parti’den AK Parti’ye “Süreç” Ziyareti

Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi (DEM Parti) PKK’nın fesih ve silah bırakma kararının ardından siyasi parti turlarına devam ediyor. Heyet, son olarak AK Parti ile görüştü.

Haber Merkezi / DEM Parti heyetinde Eş Genel Başkanlar Tülay Hatimoğulları ve Tuncer Bakırhan ile TBMM Grup Başkanvekilleri Gülistan Kılıç Koçyiğit ile Sezai Temelli yer aldı.

DEM Parti heyetini, AK Parti Genel Başkanvekili Efkan Ala, Abdullah Güler ve Özlem Zengin ile AK Parti Sözcüsü Ömer Çelik karşıladı.

Görüşme sonrası Efkan Ala ve Abdullah Güler açıklamalara bulundu. Güler, “Çok samimi, dostane paylaşımlarımız oldu. Karşılıklı fikir alışverişlerimiz oldu. Her konu başlığında fikirlerimizi paylaştık. Onların önerileri oldu. Bizim farklı değerlendirmelerimiz oldu” dedi. Güler, Mecliste kurulması planlanan komisyona ilişkin de görüştüklerini söyledi.

Daha sonra konuşan Ala ise “Kapsamlı bir değerlendirme yapıldı sürece ilişkin. Süreç öngörüldüğü gibi devam ediyor. Herhangi bir aksama, duraksama yok. Herkesin bu sonucu ‘terörüz Türkiye’ sonucu elde etmek için herkes elinden gelen katkıyı bulunmasını sağlamak lazım” dedi.

Görüşme sonrası DEM Parti’den yapılan açıklamada şu ifadeler kullanıldı: “Görüşmede, Türkiye ve bölgede yaşanan gelişmelere ilişkin kapsamlı bir fikir alışverişi yapıldı.

Bu çerçevede, Barış ve Demokratik Toplum Çağrısı’ndan sonra yaşanan gelişmeler, Türkiye’nin demokratikleşme süreci, DEM Parti İmralı Heyetinin Sayın Abdullah Öcalan ile gerçekleştirdiği görüşme ve PKK’nin 12 Mayıs’ta açıkladığı kongre kararları ile sonrasındaki gelişmeler ele alındı.

Sürecin sağlıklı ilerlemesi için atılması gereken adımlar ve Meclisin üstleneceği rolün de konuşulduğu görüşmede, kurulacak komisyona dair karşılıklı değerlendirmeler yapıldı.

Görüşmede, özellikle infaz paketi, hasta tutsaklara ilişkin düzenlemeler ve bu düzenlemelerin bayram öncesi yasalaşması konusundaki toplumun ve partimizin beklentileri net bir şekilde ifade edildi. Siyasi parti ziyaretlerimiz şimdilik sona erdi. Detaylı bilgilendirme ve değerlendirmeler önümüzdeki günlerde yeniden yapılacaktır.”

DEM Parti heyeti, dün MHP’yi TBMM’de ziyaret etmiş, görüşme yaklaşık 40 dakika sürmüştü. DEM Parti heyetini MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli kapıda karşılamış, görüşmenin ardından yine kapıdan uğurlamıştı.

DEM Parti heyetini, geçtiğimiz hafta muhalefet partilerini ziyaret etmişti.

Paylaşın

Tuncer Bakırhan: Demokratik Bir Yaşamı İnşa Etmeliyiz

“Barış ve Demokrasi İçin Ortak Mücadele” programında konuşan DEM Parti Eş Genel Başkanı Tuncer Bakırhan, Bize düşen, geçmişte Mahirlerin, İbrahimlerin, Denizlerin, Mazlumların bıraktığı savaşsız, sömürüsüz, demokratik bir yaşamı inşa etmektir” dedi ve ekledi:

Haber Merkezi / “Bu kriz, kaos ve çatışma zeminini üreten, çoğaltan bu sisteme karşı barışı savunarak, onurlu barışı savunarak, halkların acı çekmesini engelleyerek, halkların farklılıklarıyla, bütün kimlikleriyle, renkleriyle bir arada yaşadıkları demokratik ulus ve demokratik bir zemin yaratma gibi bir görev ve sorumluluğumuz vardır.”

Yeşil Sol Parti’nin (YSP), “Barış ve Demokrasi İçin Ortak Mücadele” şiarıyla Ankara’da iki gün sürecek konferans ve kongresi Maltepe Yılmaz Güney Sahnesi’nde başladı.

Kongreye, Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi (DEM Parti) Eş Genel Başkanı Tuncer Bakırhan, Halkların Demokratik Kongresi (HDK), siyasi parti temsilcileri ve çok sayıda sivil toplum örgütü temsilcisi katıldı. Kongre’nin yapıldığı salonda 3 Mayıs’ta hayatını kaybeden DEM Parti İmralı Heyeti Üyesi Sırrı Süreyya Önder’in fotoğraflarının asıldı.

DEM Parti Eş Genel Başkanı Tuncer Bakırhan, yeni sürece dair mesajlar verdi. Sözlerine kongreyi selamlayarak başlayan Bakırhan, “Bugün burada Fikri Sönmez’in yol arkadaşlarıyla, dostlarımızla aynı çatı altında buluşmak bizler için büyük bir onur. Sinevizyonda da ekolojiden kadın mücadelesine, inançlardan halklara, emeğin hakkından KHK’lilere kadar bu ülkenin dört bir yanında mücadele eden dostlarımızla omuz omuza yürümekten gurur duyuyoruz. 13 yıldır bu çatı altında birlikteyiz. Zorbalığa, tekçiliğe karşı farklılıklarımızla bir arada direndik. Bu birliktelik kıymetlidir, anlamlıdır” mesajını ileti.

Bakırhan’ın konuşmasında öncelikle Ortadoğu yaşanan yeni siyasi ve toplumsal gelişmelere değindi: “Ortadoğu ve dünyada yeni bir tarihi süreç yaşıyoruz. Neoliberal politikaların artık iflas ettiği, çatırdadığı, krizlerin ve kaosların dünyanın her yerinde baş gösterdiği bir süreci yaşıyoruz.  Neoliberal sistemin yürütücüleri yeni bir çıkış arıyorlar. Onların aradıkları çıkış ise savaş ve çatışmadır. Bunun en bariz örneği, Ortadoğu’daki gelişmelerdir; hepimiz bunları yakından takip ediyoruz. Kriz, savaş ve şiddeti yaymayı bir çare olarak görüyorlar. Savaşın ağırlık merkezi de Ortadoğu’dadır. Neredeyse çatışmanın, gerginliğin, kriz ve kaosun, kan ve gözyaşının olmadığı Ortadoğu’da tek bir ülke bile yok.

“Demokratik bir yaşamı inşa etmeliyiz”

Ortadoğu hem zenginlikleriyle hem de stratejik konumu itibarıyla onların iştahlarını kabartıyor. Bize düşen, geçmişte Mahirlerin, İbrahimlerin, Denizlerin, Mazlumların bıraktığı savaşsız, sömürüsüz, demokratik bir yaşamı inşa etmektir. Bu kriz, kaos ve çatışma zeminini üreten, çoğaltan bu sisteme karşı barışı savunarak, onurlu barışı savunarak, halkların acı çekmesini engelleyerek, halkların farklılıklarıyla, bütün kimlikleriyle, renkleriyle bir arada yaşadıkları demokratik ulus ve demokratik bir zemin yaratma gibi bir görev ve sorumluluğumuz vardır.

Sayın Öcalan son görüşmesinde ‘Demokratik toplumcu sosyalizm’ dedi. Güncelleyeceğiz, yenileneceğiz. Bu acımasız ve zalim sisteme karşı biz de sözümüzle, argümanlarımızla, pratiğimizle halkların, emekçilerin, ezilenlerin tekrar en önemli mevzisi, merkezi ve zemini haline getireceğiz. Önümüzdeki dönem demokratik toplumcu sosyalizmle birlikte hem sistem karşıtı mücadelemizi büyüteceğiz hem de gerçekten alternatif arayan halklarımıza, emekçilerimize güçlü bir alternatif olacağımızı belirtmek istiyorum.”

Türkiye’de anlamlı yeni bir süreç olduğunu söyleyen Bakırhan,  “Türkiye halkları yüzyıllık Kürt meselesinin, son 50 yıllık çatışmalı sürecinin sona ermesini sağlayacak bir aralıktan geçti. Sayın Öcalan’ın yaptığı çağrı ile birlikte Türkiye’de savaşsız, çatışmasız, sömürüsüz, Kürtlerin kendi kimlikleriyle, Alevilerin eşit yurttaşlık haklarıyla, doğanın, çevrenin, bütün canlıların özgürce yaşadığı, doğanın ranta peşkeş çekilmediği, hepimizin demokratik bir zeminde yaşayacağı ve mücadele edeceği bir kapı aralandı. Bu kapıya soru işaretleriyle bakanlar olabilir” sözleriyle sürece dair eleştirilere dikkat çekti.

Bakırhan ardından şöyle devam etti: “İktidar karşıtı mücadelede Türkiye’de örnek bir mücadele ortaya koyduk. Bunu uzatıp büyütmeye gerek yok; cezaevlerindeki siyasi tutsaklara bakılırsa, hangi zeminin bu iktidar karşısında, bu zulüm ve çatışma isteyen anlayışın karşısında direndiğini, mücadele ettiğini, onuruyla hâlâ bunu devam ettirdiğini görürüz. Kimse kaygılanmasın. Ortadoğu’da kimliksiz bir halkı bugün dünyanın en demokratik zemini haline getiren bir anlayış bu işin içindedir. Kimliksiz olan Ortadoğu’daki Kürtleri, diğer halklar ve inançlarla birlikte dünyada örnek olacak bir yönetim biçimiyle 13 yıldır devam ettiren bir anlayış var.

Kimse halkların, emekçilerin, Kürtlerin, Alevilerin, kadınların çıkarlarını kimsenin bireysel ikbaline peşkeş çekmez. Bunu Kürtler hiç yapmaz, bunu Yeşil Sol hiç yapmaz, bunu DEM Parti ve paradigması hiç yapmaz. Bundan emin olabilirsiniz. Amacımız demokratik, eşitlikçi, adil bir düzen inşa etmektir. Siz örgütlüyseniz, güçlüyseniz, Denizlerin, Mahirlerin, İbrahimlerin, Mazlumların, Sakinelerin o onurlu mücadelelerinin takipçileriyseniz, siz dönüştürürsünüz, siz değiştirirsiniz. Türkiye’deki bütün farklılıkları temsil eden zemin olarak kazanacağız; halklarımız kazanacak, emeğin hakkı kazanacak, doğa kazanacak, kadınlar kazanacak. Yeter ki buna güç ve destek verelim.

“Barış için ittifaklarımızı büyüteceğiz”

Başlayan süreci sahiplenmek hepimizin görev ve sorumluluğudur. Çünkü bu süreç sadece Kürtlerin barışı değil, bu süreç 85 milyon için hakların elde edileceği, demokratik değerlerin kabul ettirilmesinin mücadelesidir. Barış için ittifaklarımızı büyüteceğiz. Demokrasi için daha güçlü mücadele yürüteceğiz. Barış ve demokrasiyi de bu topraklara hep birlikte hediye edeceğiz. Şimdi tartışmalar yapma zamanı değil, safları sıklaştırma ve ortak mücadeleyi büyütme zamanıdır. Şimdi egemenlerin değil ezilenlerin demokratik haklarını kazanmanın zamanıdır.”

Paylaşın

Hatimoğulları: Filistin’de İki Devletli Çözüm İçin Çaba Sarf Etmeliyiz

DEM Parti Eş Genel Başkanı Tülay Hatimoğulları, Sosyalist Enternasyonal Konsey Toplantısı’nda yaptığı konuşmada, “Filistin meselesi büyük bir insanlık meselesidir. Bu konuda çok net bir tutum alınmalıdır” dedi ve ekledi:

Haber Merkezi / “Filistin’de 50 bini aşkın insan yaşamını kaybetti. Sosyalist Enternasyonal’in bunu açıkça kınaması çok önemlidir. Birleşmiş Milletler’in mutabık olduğu iki devletli çözümün hayata geçirilmesi için elimizden gelen her türlü çabayı her aşamada sarf edebilmeliyiz.”

Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi (DEM Parti) Eş Genel Başkanı Tülay Hatimoğulları, Cumhuriyet Halk Partisi’nin (CHP) ev sahipliğinde İstanbul’da gerçekleştirilen Sosyalist Enternasyonal Konsey Toplantısına katıldı. Hatimoğulları, burada yaptığı konuşmada şunları ifade etti:

“Kadim metropol kenti İstanbul’da, enternasyonal işçi hareketinin kadim kuruluşu Sosyalist Enternasyonal ile bir arada olmaktan dolayı çok memnun olduğumuzu belirtmek isterim. Sosyalist mücadelenin önemli neferlerinden ve Türkiye’de barış mücadelesinin sembolü haline gelen sevgili yoldaşım Sırrı Süreyya Önder’i yakın zamanda kaybettik. Sizlerin huzurunda Önder’i bir kez daha anıyorum.

Küresel ölçekte büyük risklerin ve felaket dinamiklerinin ne kadar yakın ve yakıcı olduğunu hepimiz çok ağır bir şekilde hissediyoruz. 20. yüzyıldan 21. yüzyıla devredilen uğursuz sömürgecilik mirası nedeniyle Ukrayna, Rusya, Suriye, Lübnan, Filistin ve bölgedeki birçok ülke savaş ve çatışmaların ağır etkisi altındadır. Bunun sonucu olarak milyonlarca insan yersiz ve yurtsuz kalmakta, göç yollarını tutmaktadır.

Üçüncü Dünya Savaşından bahsediliyor. Üçüncü Dünya Savaşının arifesinden geçtiğimiz bir dönemde, şu vurguyu özellikle yapmak isterim. Geride bıraktığımız iki dünya savaşından çok daha farklı şeyler yaşarız eğer bu savaşın önüne geçemezsek. Nükleer silahlanmanın arttığı bir dönemde, nükleer felaketle de karşı karşıya olduğumuzun altını özellikle çizmek isterim. Buna dair çok güçlü önlemler almak durumundayız.

Ortadoğu’nun en krizli alanlarından biri Suriye. Suriye’de bir rejim değişikliği gerçekleşti ve Şam yönetimine HTŞ’nin, El Nusra’nın, El Kaide’nin uzantısı olan bir yapı geldi. Bu hükümetin şu anki haliyle Suriye’nin güvenliğini ve demokrasisini sağlama ihtimali yoktur. Çünkü sınavını kötü vermektedir. Bakın, bu süreçte, yani Colani iktidara geldiğinde Suriye’de neler yaşandı? Dürziler katledildi, Arap Aleviler katledildi, Arap Alevi kadınlar kaçırıldı.

21. yüzyılda adeta köle pazarında satılır bir duruma geldi. Hıristiyanların katledildiğini ve kutsal mekanlarına saldırıldığını gördük. Radikal İslamcı ideolojik yapı Suriye’de kadınlar için de çok büyük bir tehlikedir. Batılı hükümetlerin “ılımlı İslamcılık” adı altında destek verdiği bu rejimlere karşı çok daha fazla uyanık davranılması önemlidir. Bunların “ılımlı İslamcılık” adı altında aslında radikal İslamcılık yaptıklarını özellikle belirtmek isterim.

“Filistin’de iki devletli çözüm için çaba sarf etmeliyiz”

Filistin’de büyük bir insanlık dramı yaşanıyor. Ne yazık ki dünya bütün bunlara sessiz. Antisemitizm nasıl bir ırkçılık türüyse, Filistinlilere yaşam hakkı tanımayan Siyonist hareketler de aynı şekilde ırkçılık yapmaktadır. Filistin meselesi büyük bir insanlık meselesidir. Bu konuda çok net bir tutum alınmalıdır.

Bu konuda oldukça net bir tutum alan Sayın Pedro Sanchez’e sizlerin huzurunda bir kez daha teşekkür ediyorum. Filistin’de 50 bini aşkın insan yaşamını kaybetti. Sosyalist Enternasyonal’in bunu açıkça kınaması çok önemlidir. Birleşmiş Milletler’in mutabık olduğu iki devletli çözümün hayata geçirilmesi için elimizden gelen her türlü çabayı her aşamada sarf edebilmeliyiz.

Türkiye ile Kürt halkının yaşadığı Irak, İran, Suriye ve bütün bölgeyi yakından ilgilendiren gelişmelere tanıklık etmekteyiz. Sayın Abdullah Öcalan’ın 27 Şubat’ta yapmış olduğu bir çağrı var. Barış ve Demokratik Toplum Çağrısı. Bu çağrıda, Türkiye’nin demokratikleşme dışında bir çaresinin olmadığı, Kürt sorunu başta olmak üzere Türkiye’de yaşayan bütün farklı halkların ve inançların eşit yurttaşlık temelinde haklara sahip olması gerektiği vurgusu var.

Bir vurgu daha var ki onu da İmralı’ya gittiğim zaman açıkça bizlerle paylaştı. O da şuydu: Bu çağrı bir yandan Türkiye için ama öte yandan dünyada sosyalist enternasyonalist bir perspektifle mücadelenin büyütülmesi için, bu anlamıyla yapısal bir dönüşüm içindi de. Sayın Abdullah Öcalan’ın, Kürt sorununun çözümüne ilişkin İmralı’dan yaptığı çağrının akabinde, örgütü PKK de bu çağrıya uyum sağlayarak feshini açıklamış; sürecin demokratikleşmesiyle beraber silahları bırakacağını ve enternasyonalist bir siyasi yapılanmaya doğru gideceğini ifade etmişti.

Bu tarihi dönemin sadece Türkiye’yi değil bölgenin tamamını rahatlatacağına sonsuz inancımız var. O nedenle bu konuda sizlerden çok güçlü bir destek ve dayanışma beklediğimizi özellikle belirtmek isterim. Demokratikleşen ve iç meselelerini önemli oranda çözmüş bir Türkiye’nin, bölgede yaşanan krizlere barışçıl zeminde daha güçlü destek ve öncülük edebileceğine inanıyoruz. Bu, uluslararası siyaseti de son derece rahatlatacak bir adımdır.

Değerli yoldaşlar, küresel ölçekte yaşanan çoklu krizler gittikçe derinleşmektedir. Aşırı sağın ve şovenizmin biçimlendirdiği bir dünyanın çok daha derin krizler üreteceği açıktır. Bu nedenle, derinleşen krizler karşısında köklü ve tutarlı çözüm modelleriyle ve mücadele yöntemleriyle yol almamız gerekiyor. Totaliter rejimler ya da toplumsal haksızlıklar karşısında verdiğimiz mücadelelerde bir aradayız, omuz omuzayız, dayanışma içindeyiz.

Felaket kapitalizmine, savaşa, sömürgeciliğe, diktatörlüğe, faşizme ve emperyalizme karşı 200 yıllık bir dayanışma geçmişi ve geleneğini yeniden üretebiliriz. Buna ihtiyacımız var. Ezilen ve sömürülenlerin eşitlik, hak ve adalet mücadelesi programı etrafında aynı zamanda barış mücadelesinin yükseltilmesi gereken bir dönemden geçiyoruz. Küresel ölçekte savaş riskleriyle karşı karşıya olduğumuzu bütün konuşmacılar ifade etti.

Burada bizlerin DEM Parti olarak bir teklifi var: Gelin, enternasyonalist bir barış mücadelesini bütün dünya ölçeğinde hep birlikte örgütleyelim. Hep birlikte yayalım. Filistin’den Kürdistan’a, Kongo’dan Ukrayna’ya savaşlarda en çok zarar gören halkları esas alan, halkların eşitliğini esas alan küresel bir barış blokuna hepimizin çok ihtiyacı var.

Yoksulluğun iyice derinleştiği, milyonlarca insanın açlık ve yoksulluk içinde yaşadığı bir dünyada elbette aynı zamanda ezilen ve sömürülenlerin kurtuluş perspektifiyle enternasyonalist mücadele programı ve eylemliliğine de ihtiyaç var. Bu anlamıyla hep birlikte yürüteceğimiz ortak çalışmanın güç katacağına inanıyorum. Bir kez daha ülkemize, İstanbulumuza hoş geldiniz. Hepinizi sevgiyle selamlıyorum.”

Paylaşın

Bakırhan’dan “PKK” Açıklaması: Umarım Bu Süreci Barışla Taçlandırırız

PKK’nın Abdullah Öcalan’ın çağrısı doğrultusunda kendini feshetme ve silah bırakma kararı almasıyla ilgili açıklamalarda bulunan DEM Parti Eş Genel Başkanı Tuncer Bakırhan, “Umarım bu süreci barışla taçlandırırız” dedi.

Haber Merkezi / Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi (DEM Parti) Eş Genel Başkanı Tuncer Bakırhan, partisinin Merkez Yürütme Kurulu (MYK) toplantısı öncesi, PKK’nın Abdullah Öcalan’ın çağrısı doğrultusunda kendini feshetme ve silah bırakma kararı almasıyla ilgili açıklamalarda bulundu.

Sürecin barışla taçlandırılması temennisinde bulunan Bakırkan, “Kongre Türkiye’ye hayırlı olsun. Artık demokratik Türkiye’yi inşa etmemek için herhangi bir gerekçe kalmadı” ifadelerini kullandı.

PKK silah bırakma kararını açıkladı

PKK (Kürdistan İşçi Partisi), Öcalan’ın çağrısının ardından düzenlediği olağanüstü kongresinde fesih ve silah bırakma kararı aldığını duyurdu.

PKK açıklamasında, “PKK’nin Olağanüstü 12. Kongresi PKK mücadelesinin, halkımız üzerindeki inkâr ve imha siyasetini parçaladığını, Kürt sorununu demokratik siyaset yoluyla çözme noktasına getirdiğini, bu yönüyle PKK’nin tarihi misyonunu tamamladığını değerlendirdi. Bu temelde PKK 12. Kongresi, pratikleşme süreci Önder APO tarafından yönetilmek ve yürütülmek üzere PKK’nin örgütsel yapısının feshedilmesi ve silahlı mücadele yöntemini sonlandırması kararlarını alarak PKK adıyla yürütülen çalışmaları sonlandırdı” denildi.

Açıklamada, Lozan Antlaşması ve 1924 Anayasasına atıfta bulunularak soykırım kelimesine yer verilmesi dikkat çekti. “Partimiz PKK; kaynağını Lozan Antlaşması ve 1924 Anayasasından alan Kürt inkâr ve imha siyasetine karşı, halkımızın özgürlük hareketi olarak tarih sahnesine çıktı” denilen metinde, “PKK katı Kürt inkârının, buna dayalı imha siyasetinin, soykırım ve asimilasyon politikalarının egemen olduğu koşullarda şekillendi” ifadesine yer verildi.

Bu kararın “kalıcı barışa ve demokratik çözüme güçlü bir zemin sunduğunu” belirten PKK, “Söz konusu kararların uygulanması Önder Apo’nun süreci yürütüp yönlendirmesini, demokratik siyaset hakkının tanınmasını ve sağlam bütünlüklü bir hukuki güvenceyi gerektirir. Bu aşamada Türkiye Büyük Millet Meclisinin tarihi sorumlulukla rolünü oynaması önemli olmaktadır. Aynı şekilde hükümet ve ana muhalefet partisi başta olmak üzere mecliste temsili bulunan tüm siyasi partileri, sivil toplum örgütlerini, din ve inanç topluluklarını, demokratik basın kuruluşlarını, kanaat önderlerini, aydınları, akademisyenleri, sanatçıları, işçi-emekçi sendikalarını, kadın-gençlik örgütlerini, ekolojist hareketleri sorumluluk altına girerek barış ve demokratik toplum sürecine katılmaya çağırıyoruz” açıklamasında bulundu.

Aldığı kararı Kürt halkının “herkesten daha iyi anlayacağına, demokratik toplum inşası temelinde demokratik mücadele döneminin görevlerine sahip çıkacağına inancının tam” olduğunu ifade eden PKK, “Halkımızın kadınlar ve gençler öncülüğünde, yaşamın her alanında öz örgütlerini oluşturması, dilleri, kimlikleri ve kültürleriyle kendine yeterli olma temelinde örgütlenmesi, saldırılar karşısında kendini savunur hale gelmesi ve seferberlik ruhuyla komünal demokratik toplumu inşa etmesi hayati önemdedir” dedi.

Örgüt, “Bu temelde Kürt siyasi partilerinin, demokratik örgütlerinin, kanaat önderlerinin Kürt demokrasisini geliştirme ve Kürt demokratik uluslaşmasını sağlama yönündeki sorumluluklarını yerine getireceklerine inanıyoruz” diye ekledi.

Bu noktaya nasıl gelindi?

MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli 22 Ekim 2024’te PKK lideri Abdullah Öcalan’a, örgütü lağvetmesi koşuluyla, “umut hakkı için başvurması ve TBMM’de DEM Parti Grup Toplantısı’nda konuşması” çağrısında bulundu.

Umut hakkı, ömür boyu hapis cezasına çarptırılan ve koşullu salıverme imkanından yararlanamayan mahkumların durumuyla ilgili bir düzenleme.

23 Ekim 2024’te DEM Parti milletvekili Ömer Öcalan’a amcası Abdullah Öcalan’la görüşme izni verildi. Böylece Öcalan’a 43 ay sonra ilk kez bir ziyaret gerçekleştirildi.

Aynı gün, PKK’nın, Türk Havacılık ve Uzay Sanayii A.Ş.’ye ait (TUSAŞ) Kahramankazan’daki tesislere düzenlediği saldırıda beş kişi yaşamını yitirdi.

DEM Partili bir heyet, 28 Aralık 2024’te ve 22 Ocak’ta İmralı Adası’nda Abdullah Öcalan ile görüştü ve Öcalan’ın mesajlarını kamuoyuna iletti.

Heyette DEM Parti milletvekilleri Sırı Süreyya Önder ve Pervin Buldan vardı.

PKK lideri Abdullah Öcalan 27 Şubat’ta kamuoyuyla paylaşılan “Barış ve Demokratik Toplum Çağrısı”nda tüm gruplara silah bırakma ve PKK’ya kendini feshetme çağrısında bulundu.

PKK, bu doğrultuda 1 Mart’tan itibaren ateşkes ilan ettiğini duyurdu.

İmralı heyeti siyasi partileri ziyaret etti, 10 Nisan’da Beştepe’de Cumhurbaşkanı Erdoğan ile görüştü.

İmralı heyetinde yer alan Sırrı Süreyya Önder, 3 Mayıs’ta hayatını kaybetti.

AK Parti Sözcüsü Ömer Çelik, 5 Mayıs’ta yaptığı açıklamada, PKK’nın silah bırakması ve kendini feshetmesi sürecinin somutlaşmasını “günler içinde” beklediklerini söyledi.

Paylaşın

DEM Partili Pervin Buldan: Tarihi Bir Sürecin Eşiğindeyiz

DEM Partili Pervin Buldan, PKK’nin silah bırakma kararına ilişkin yaptığı açıklamada, “Türkiye’nin geleceği açısından demokratik bir Türkiye ve eşit yurttaşlık açısından bence alınan karar çok önemli” dedi.

Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi (DEM Parti) İmralı Heyeti’nde yer alan Pervin Buldan, PKK’nın silah bırakma kararına ilişkin Habertürk’e açıklamalarda bulundu. Pervin Buldan, açıklamasında şu ifadelere yer verdi:

“Bir kez daha tarih, tarihi bir güne tanıklık etti. O yüzden bu tarihi dönemde, bu tarihi süreçte elbette ki alınan bu karar hem Türkiye, hem Türkiye halkları hem de özellikle Kürt halkı için hayırlı olsun. Uzun süredir aslında tartışılan, konuşulan, beklenen, birkaç sefer belki denenen ama olmayan; fakat bu son 5-6 aylık süreç içerisinde artık barışın elzem olduğu görüşünün ortaya çıkmasıyla birlikte PKK’nin kendisini feshetmesi, çalışmalarını sonlandırması ve Türkiye’nin geleceği açısından demokratik bir Türkiye ve eşit yurttaşlık açısından bence alınan karar çok önemli. Hepimize hayırlı olsun diyorum.”

Buldan, PKK’nin fesih kararının barışa giden yolda sadece bir adım olduğunun altını çizerek, esas olanın barış sürecinin önündeki engellerin kaldırılması olduğunu söyledi. Barışın bir bütün olarak inşa edilmesi gerektiğini belirtti:

“Bu süreç demokratikleşme süreci. Barışa katkı sunacak. Barış sadece alınan bir kararla, PKK’nin kendisini feshetmesiyle, çalışmalarını sonlandırmasıyla oluşan bir şey değil. Barış aynı zamanda o yoldaki dikenleri toplamak, o yoldaki engelleri kaldırmak… Bu engeller kaldırıldığı andan itibaren zaten bir kucaklaşma olacak, barış daha fazla taçlanacak. Dolayısıyla hem parlamentonun hem devletin hem de toplumun, şimdi bu anlamda yeni bir çalışma sistemiyle barışı inşa etmesi gerekiyor.”

Açıklamasında, yeni dönemin temel başlığının demokratikleşme olduğunu vurgulayan Buldan, sürecin ancak bu şekilde kalıcılaşabileceğine dikkat çekti: “Tabii bir mücadele süreci bizi bekliyor. Nedir bu mücadele süreci? Demokratikleşme adına yapılacak olan mücadeledir. Şimdi barışın önündeki engellerin kalkması gerekiyor ve bir yol temizliğine ihtiyaç var. Bu yol temizliği elbette ki Kürt halkının, Türkiye halklarının beklediği, arzu ettiği, yıllardır süren hukuksuzlukların, adaletsizliklerin, inkârın, bütün bunların bertaraf edilebileceği bir Türkiye’ye ihtiyaç var. Bu mücadelede hepimiz bundan sonra bunun için çalışacağız.”

“Yeni bir inşa sürecindeyiz”

Buldan, Türkiye halklarının eşit yurttaşlık talebinin ancak yeni bir siyasal mimariyle karşılanabileceğini belirterek, toplumun tüm kesimlerine çağrıda bulundu: “Türkiye’nin demokratikleşmesi için hepimiz çalışacağız. Türkiye halklarının eşit yurttaşlık konusundaki beklentilerini, arzularını giderebilecek yeni bir inşaya ihtiyaç var. Bu inşayı hep birlikte gerçekleştirmek için de yeniden bir görev ve sorumlulukla karşı karşıyayız.”

Buldan, sürecin tüm aktörlerce sahiplenilmesi gerektiğini vurgularken, özellikle yasama organı ve hükümete çağrıda bulundu: “Biz sadece mücadele derken kendi cephemizden böylesi bir mücadeleyi kastetmiyoruz. Meclis’in yapması gerekenler var. İktidarın, devletin yapması gerekenler var, toplumun yapması gerekenler var. Bütün bunları birlikte ifade etmek istiyorum. Meclis’te yapılması gerekenlerin hemen yapılması, toplumun kendi üzerine düşeni hiç zaman kaybetmeden yerine getirmesi gerekiyor.”

Pervin Buldan, açıklamasını şu umut dolu ifadelerle tamamladı: “Gerçekten gelinen aşamada Türkiye’nin geleceği açısından huzurun, barışın, demokrasinin yerleşebileceği bir Türkiye’yi artık göreceğiz diye umut ediyorum. Şimdi bunun için çalışacağız. Herkesin bu görev ve sorumluluğu üstlenmesi gerekiyor.”

PKK silah bırakma kararını açıkladı

5-7 Mayıs tarihleri arasında gerçekleştirilen kongre kararlarını duyuran PKK, örgütsel yapının feshedildiğini ve silahlı mücadele yönteminin sona erdirildiğini açıkladı.

Bildirgede, “PKK 12. Kongresi, pratikleşme süreci Önder Apo tarafından yönetilmek ve yürütülmek üzere PKK’nin örgütsel yapısının feshedilmesi ve silahlı mücadele yöntemini sonlandırması kararlarını alarak PKK adıyla yürütülen çalışmaları sonlandırdı” ifadelerine yer verildi.

Paylaşın

Sırrı Süreyya Önder’e Suikast Girişimi İddiası: DEM Parti’den Açıklama

DEM Parti, 15 Nisan gecesi kalp rahatsızlığı nedeniyle kaldırıldığı hastanede 3 Mayıs günü hayatını kaybeden Sırrı Süreyya Önder’in aracına suikast düzeneği konulduğu iddialarını doğruladı.

Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi (DEM Parti), 2 Nisan’da Önder’in aracında lastiği patlatabilecek keskin bir düzeneğin tespit edildiğini, olayın parti kurullarına ve resmî makamlara iletildiğini belirttiği açıklamasında şöyle dedi:

“Bazı basın-yayın organlarında İmralı Heyeti Üyesi ve Meclis Başkanvekilimiz merhum Sırrı Süreyya Önder’e suikast düzenlendiğine dair haberlere ilişkin açıklama yapma ihtiyacı doğmuştur.

2 Nisan’da, otopark görevlisi Sırrı Süreyya Önder’in aracını kullanırken lastiklerden gelen sesten şüphelenmiş ve aracı servise götürmüştür. Yapılan incelemede, aracın sol arka lastiğini patlatabilecek, demirden yapılmış keskin bir düzeneğin yerleştirildiği tespit edilmiştir.

Önder bu olayı parti kurullarına taşımış ve gerekli inceleme ve değerlendirmeler yapılmıştır. Olay ve ilgili kanıtlar resmî mercilere iletilmiştir. Hem partimiz hem de Sayın Önder konunun yakın takipçisi olmuştur. İncelemenin hassasiyeti nedeniyle konu kamuoyuna yansıtılmamıştır. Yürütülen araştırma ve incelemeye ilişkin tarafımıza henüz net bir sonuç iletilmemiştir.”

Aydınlık gazetesi yazarı İsmet Özçelik bugünkü köşe yazısında, İmralı heyetinde de yer alan Önder’in hastaneye kaldırılmasından bir hafta önce aracında suikast düzeneği bulunduğunu iddia etti. Özçelik, rahatsızlanmadan birkaç saat önce Vatan Partisi lideri Doğu Perinçek’i ziyaret eden Önder’in Perinçek’e bu düzeneğin “son anda fark edildiğini” söylediğini aktardı.

TBMM Başkanvekili ve DEM Parti İstanbul Milletvekili Sırrı Süreyya Önder 15 Nisan gecesi kalp rahatsızlığı nedeniyle kaldırıldığı hastanede 3 Mayıs günü yaşamını yitirmişti.

Paylaşın

Hatimoğulları, Mehmet Şimşek’e Seslendi: Dalga Mı Geçiyorsun?

Partisinin grup toplantısında konuşan DEM Parti Eş Genel Başkanı Tülay Hatimoğulları, “Çok büyük bir ekonomik buhranın ve sefaletin içindeyiz. Türkiye’de 3.6 milyon kişi aşırı yoksulluk koşullarda yaşamaktadır, buna yaşamak denirse tabi” dedi ve ekledi:

“Bakan Şimşek diyor ki evet enflasyon var; ama bunun nedeni yurttaş dayanıklı eşya alıyormuş. İnsanın aklıyla dalga geçmek buna denir. Bakan Şimşek sana sesleniyorum; insanların aklıyla dalga mı geçiyorsun? Buna bir bilim insanı olarak sen inanıyor musun? Toplumu yanıltan açıklamalar yapmayın bari.”

Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi (DEM Parti) Eş Genel Başkanı Tülay Hatimoğulları, partisinin Meclis’teki grup toplantısında konuştu. Tülay Hatimoğulları’nın konuşmasında öne çıkan başlıklar şöyle:

DEM Parti İmralı Heyeti üyesi Sırrı Süreyya Önder’in sağlık durumuna değinen Tülay Hatimoğuları, şu ifadeleri kullandı: “Bizler umudumuzu yitirmedik, yitirmeyeceğiz. Sadece bir yazar, bir siyasetçi değil. Onun hayat hikayesi bu ülkenin acılarla, umutlarla, mücadelelerle dolu hikayesinin bir parçasıdır. Ondandır bu yürek çarpıntısı ve sessizce bekleyişimiz. En umutsuz anlarda bile umut olmayı bilmiştir. Biz de onun gibi umut etmeye devam edeceğiz.

Barış sürecinde attığı her adım, söylediği her söz bu ülkenin geleceğine olan inancını gösterdiyse biz de inancımızı onun gibi asla kaybetmeyeceğiz. Seni bekliyoruz hepimiz. Arkadaşların, yoldaşların, halk, bu parlamento, bu kent, bu ülke, bu toplum seni bekliyor. Sevgili Sırrı başkan aramıza geri gel diyoruz. Barışın aktörü olarak bugüne kadar verdiği bütün mücadeleleri başarıya ulaştırmaya ramak kalmışken; bir kez daha diyoruz ki aramıza geri dön ve yarım bıraktığın işi gel hep birlikte tamamlayalım.”

İstanbul’da meydana gelen depremlere değinen Tülay Hatimoğulları, Bu depremde bir kez daha gördük ki milyonlar olarak depreme karşı korumasızız. İstanbul milyonların yaşadığı bir kent. Neredeyse Türkiye’nin çeyreği. Büyük bir deprem riski taşıyor ama belediye başkanı şu an tutuklu, belediye yönetimi tutuklu, çoğu kişi görevinden alınmış, İstanbul belediyelerinin bazılarına kayyım atanmış ve İstanbul depremi bu şekilde karşıladı. Kentin yönetim iradesini siyasi operasyonlarla felç eden iktidar, İstanbulluları bir çaresizlik içinde izleme moduna sokmuştur” dedi ve ekledi:

“Felaket kapıdayken hala önlem alınmıyor. İstanbul 2 büyük tehdit ile karşı karşıyadır. Biri depremin kendisi, biri de rant anlayışıdır. Milyonların hayatı kader denilerek geçiştirilemez. Deprem doğanın gerçeğidir ama ihmalkarlık açık bir cinayettir. Deprem ile ilgili ihmaller ve rant uğruna alınmayan ihmaller halkı adeta ölüme terk etmek demektir. İstanbul’da toplanma alanlarını yok edenler, imar rantına göz yumanlar bu felaketin apaçık ortaklarıdır. Yıllardır mega projelerle, AVM’lerle, gökdelenlerle İstanbul büyük bir felaketin eşiğine sürüklendi.

Oysa herkes çok iyi bilir ki, İstanbul’un güvenliği demek Türkiye’nin güvenliği demektir. Bilimle, ortak akılla hareket etmek, insan hayatını her şeyin önüne koymak zorundayız. Milyonlar büyük bir felaketi kıl payı atlattı ama iktidarın aklı fikri hala Kanal İstanbul’da. Kanal İstanbul projesi, İstanbul’u ateşe atmak demektir. Bu kürsülerden çok dillendirdik. Bu depremi yaşamışlar olarak bir kez daha dinlendiriyoruz; Kanal İstanbul projesinden derhal ama derhal vazgeçin. Güvenli konutlar, sağlam alt yapılar yerine hâlâ rant peşindeler.

Hatay’da depremin üzerinden 2 yıl geçti. Ama milyonlar hala konteynerde yaşamak zorunda. İktidar rant için depremzedeye bir müşteri olarak davranmaya devam ediyor. İstanbul’da yaşanan bir depremde Hatay’dan Maraş’tan hatırlayacağız; orada bile Türkiye çok büyük bir etki yaşadı. Türkiye bu enkazın altında kalır. Tehlike geçmedi, devam ediyor ve önlem alınmak zorunda.”

“İnsanların aklıyla dalga mı geçiyorsun?”

Tülay Hatimoğulları, konuşmasının devamında şu ifadeleri kullandı: “Merkezi hükümete düşen görev, yerel yönetimleri kayyımcı ya da fiili kayyım anlayışıyla yıpratmak, gözaltına alıp tutuklamak değil; tam tersine yerel yönetimlerle koordineli bir şekilde bu süreci yürütmektir. Bu zorunludur, başka çare yok. Bakın, biz bu konuyu konuşurken aklıma Van Büyükşehir Belediyemizin bir icraatı geldi. Açılışına ben de katılmıştım AKOM’un. Afet Koordinasyon Merkezi.

Açılışı Van Belediyemiz gerçekleştirirken inanın belediye eşbaşkanlarımız da AKOM’un personeli de oradaki kadrolar da bayramlık çocuklar gibi sevinçliydi. Çünkü sadece Van’a değil, deprem bölgesi olan bütün o muhite hizmet edecek büyüklükte ve ölçekte bir kurumu oluşturmuşlar ve halkın hizmetine sunmuşlardı. Ama bu iktidar ne yaptı? Bu kadar çalışkan olan belediye eşbaşkanlarımızı görevden alarak yerlerine kayyım atadı.

Oysa onlar, bu ve benzeri daha fazla projeye imza atmak, kente ve halka hizmet etmek için seçildiler. Buradan bir kez daha bu iktidara sesleniyoruz: Bütün kayyım atamalarından derhal vazgeçin. Seçilmiş belediye eşbaşkanlarımızı ve belediye başkanlarını acilen görevlerine iade edin. Başta doğal afetler olmak üzere kent hizmetlerinde merkezi hükümet koordineli bir biçimde çalışmalarını sürdürmelidir. Belediyelerimizden elinizi çekin.

Buradan İstanbul için de şunları söylemek isterim. Mega projeler derhal bırakılmalıdır. Anında tıkanan trafiğe mutlaka çözüm üretilmelidir. Çalışmayan GSM operatörlerine, toplanma alanlarına derhal çözüm üretilmelidir. Birkaç gün önce yaşadığımız 6,2’lik depremde bu sorunların bizleri nasıl zora soktuğunu bir kez daha deneyimledik.

Biz İstanbul’a baktığımızda tarihi, insanı, capcanlı bir yaşamı görüyoruz. Bu rantçı anlayış ise sadece rant ve dolar görüyor. Değerli İstanbullu yurttaşlarımız; biz İstanbul’u ve yaşamı savunmaya devam edeceğiz. Depremi yaşamış değerli yurttaşlarımızın sesi olmaya, haklı talepleriniz için sizlerle birlikte yol yürümeye ve mücadele etmeye devam edeceğiz. Asla yalnız değilsiniz, DEM Parti olarak her daim yanınızda olacağız.

1 Mayıs arifesinde bu grup toplantımızı gerçekleştiriyoruz. Bugün aramızda baretli işçi kardeşlerim var, birçok iş kolundan işçi kardeşlerim var. Bir kez daha hepinize hoş geldiniz diyorum. Bizler de DEM Parti olarak, “Emeğin Özgürlüğü ve Demokratik Toplum İçin 1 Mayıs’a” şiarıyla Türkiye’nin her yerinde alanlarda, meydanlarda olacağız. Sayın Öcalan’ın Barış ve Demokratik Toplum Çağrısı yeni bir dönemin kapısını aralamaktadır.

Bu çağrı; ekmek barış ve demokrasiyi büyütme çağrısıdır. Barış, emekçiler için ekmek kadar hayatidir. Barış dönemlerinde ekmek mücadelesi daha etkili ve sonuç alıcı olur. Demokratik toplum, işçinin ve ezilenlerin yaşam güvencesidir. Emek barışla nefes alır, barış da emekle. Barış olmadan refah olmaz. Kaynaklar savaşa değil insanca yaşama akmalıdır. Örgütlü emek barışla güçlenmelidir.

Bu yıl hem Kürt illerinde hem de batıda güçlü bir 1 Mayıs için hep birlikte hazırlanıyoruz. Biz biliyoruz ki Kürt halkının özgürlük mücadelesi, işçilerin emek mücadelesi içindir. İşçilerin birliği, halkların kardeşliği sadece bir temenni değildir. Türk işçinin Kürt işçi kardeşiyle kaderinin aynı olduğunu fark edip elini tutmasıdır. Kürt annenin Türk anneye, ‘Acımız aynı, o halde barış için el ele verelim’ demesi ve el ele tutuşmasıdır.

İşte o zaman işçiler birlik, halklar kardeş olur. Ekmek, barış ve özgürlük için tüm emekçileri ve halkları 1 Mayıs’ta alanlara çağırıyoruz. Zamlara, hayat pahalılığına, yoksulluğa, savaşa ve sömürüye karşı hep beraber alanlarda olacağız. 8 Mart’ın cesareti ve Newroz’un coşkusuyla 1 Mayıs’ta emeğin özgürlüğü için alanlarda olacağız. 1 Mayıs’ta atılan her slogan zulme karşı bir çığlık olacaktır. Yaşasın işçilerin birliği, halkların kardeşliği! Yaşasın 1 Mayıs, biji yek gulan!

Değerli Türkiye yurttaşları, bugün sermayenin yüzlerce yıldır topluma karşı sürdürdüğü savaşın en zorba dönemlerinden birini yaşıyoruz. 2025 yılı 1 Mayıs’ı işçiler ve ezilenler tarafından karanlığın en zifiri olduğu bir dönemde gerçekleşiyor. Sistem, sadece bir kar aracı değil büyük bir ölüm makinası gibi çalışıyor. Şu fotoğrafa hep beraber bakalım. Bu 16 yaşındaki Diyar Kişoğlu’nun fotoğrafı. Bu genç Van’dan kalkıp Maraş’a çalışmaya gidiyor.

Geçtiğimiz gün bu genç işçi şantiyesinin yatakhanesinde yaşamına son veriyor. Bu fotoğrafa da hep beraber iyi bakalım. Bu fotoğraf ise 14 yaşındaki Abdurrahman’ın fotoğrafı. Yine geçtiğimiz aylarda Niğde’nin Bor ilçesindeki Organize Sanayi Bölgesinde kolunu makinaya kaptırıyor ve hayatını kaybediyor. 14 yaşında bir çocuk işçi. Afganistanlı göçmen işçi Vezir Muhammed Nurtani. Muhammed, Zonguldak’ta ruhsatsız bir maden ocağında çalışırken hayatını kaybediyor.

Delilleri ortadan kaldırmak için bedeni ateşe veriliyor. Bu olayla ilgili yargılananlar ne yazık ki adaletsiz bir yargılama sonucu yine cezasız kalıyor. Bunu kabul etmek mümkün değil. Muhammed, 3 çocuk babası ve onunla ilgili var olan tek şey bu fotoğraf. Geriye ona dair hiçbir şey kalmamış. Onun eşi, ‘Benim çocuklarım çocuk değil mi, eşim eş değil mi?’ diyor. Ne yazık ki Türkiye’de iktidarın işçilere reva gördüğü yaşam budur.

Sadece son 3 ayda 450’ye yakın işçi iş cinayetlerinde katledilmiştir. Son 20 yılda, yani AKP’nin ‘refah dönemi’ diye ifade ettiği dönemde 35 bine yakın işçi iş cinayetlerinde yaşamını kaybetmiştir. Ama bizler bu konuda asla sessiz kalmadık, kalmayacağız. Yapabileceğimiz çok şey var. Abdullah için, 13-14 yaşında çalışan çocuklar için yapabileceğimiz çok şey var. Bunun için daha çok örgütlenmeliyiz, daha çok mücadele etmek zorundayız. Dünyayı var eden siz işçilersiniz.

Siz bir gün, sadece bir gün çalışmayın, bütün hayat durur. İşte işçinin ve emekçinin gücü budur. Bu güce sahip olan işçiler ve emekçiler elbette ki en iyi yaşam hakkını, bu koşulların sağlanmasını hak etmektedir. Bunu talep etmek onların en doğal hakkıdır. Sonuna kadar da bu haklarının yanındayız. Sadece kol işçileri değil birçok hizmet sektöründeki işçiler; kamu emekçileri, temizlik işçileri, moto kuryeler, çağrı merkezi çalışanları, dijital platformlarda çalışanlar, part-time çalışanlar ve burada sayamadığım yüzlerce iş kolundaki emekçi kardeşlerimiz kapitalizmin çarkının içinde ezim ezim ezilmektedir. Yeni teknoloji dünyasında iş ve emek anlayışı hızla dönüşürken, milyonlarca işçiyi yani insanı ucuz ve atılabilir olarak görüyorlar.

7/24 çalıştırmak artık hayatın temel mottosu olarak sunulmaktadır bu sistem tarafından. İşçi ve emekçilerin yaşamını tehdit eden, hakkını gasp eden kapitalizme karşı hep birlikte mücadele etmeye ve geleceğimizi savunmaya devam edeceğiz. Bu sebeple emeğimiz ve yaşamlarımız için, çocuklar ve gençler için 1 Mayıs alanlarında buluşalım. Alın terimize, yaşamlarımıza, emeğimize, ekmeğimize, tenceremizde kaynayan yemeğimize sahip çıkmak için 1 Mayıs’ta alanları ve meydanları hıncahınç doldurmaya var mısınız?

Sadece işçiler, emekçiler, emekliler değil; gençler, işsizler, esnaf olarak hepimiz çok büyük bir ekonomik buhranın ve sefaletin içindeyiz. İnsanlar en temel ihtiyaçlarını bile artık karşılayamaz durumda. Türkiye’de 3,6 milyon kişi aşırı yoksulluk koşullarında yaşamaktadır. Buna yaşamak denirse tabii. İnsanlar en temel ihtiyaçlarını karşılayamıyor. Gerçek tablo bunun çok daha ötesidir. O kadar vahim ki insanlar artık sevdiklerine mezar taşı bile koyamaz hale geldi. Mermer çok pahalanmış, taş pahalanmış.

Artık mezar taşı olarak plastik bir levha koymayı zorunlu hale getirdi bu sistem. 22,5 yıllık AKP iktidarının Türkiye’yi getirdiği nokta budur! Hepimiz ay sonunu getirmek için borcu borçla çeviriyoruz. Artık ekmeği bile kredi kartıyla alıyoruz. Bireysel kredi kartı borçluluğu tarihin en yüksek seviyesine ulaşmış durumda. 2 trilyon 500 milyar lira insanların kredi kartı borcu var. Evet, AKP rekor kırıyor ama yoksullukta, açlıkta, sefalette, kredi kartı borçlarında rekor kırıyor. Bakan Şimşek enflasyonun olduğunu kabul ediyor, artık inkar edemiyor.

Çünkü yurttaş gidip dayanıklı tüketim ürünleri alıyormuş, buzdolabı ve çamaşır makinesi falan alıyormuş! Allah aşkına, buna güler misin ağlar mısın? İnsanın aklıyla alay etmek tam da buna denir. Bakan Şimşek, buradan sana seslenmek istiyorum. Sen insanların aklıyla alay mı ediyorsun? İnsanlar, bırakın buzdolabı ve çamaşır makinesi almayı, ekmek bile alamıyor. Enflasyonun nedeni yurttaşın kendisi mi? Buna bir bilim insanı olarak sen inanıyor musun gerçekten? Toplumu yanıltan açıklamalar yapmayın bari.

Biz 7/24 demokratik toplum, demokratikleşme diyoruz, değil mi? Bakın, ekonomide adaletin kapısını açacağı için de demokratik toplum diyoruz. Demokratik bir toplumda halk, enflasyonun sebebi olarak suçlanmaz; sefalet olmaz. Böyle bir vergi soygunu asla olmaz. Demokratik bir toplumda milyonlarca insan üç beş tefecinin, faizcinin eline düşmez. Bakın, yaşadığımız bu sistemin adı düpedüz sömürü düzenidir. Bu düzene halk artık yeter diyor.

Bizler de halkın sesi olarak, açlık çeken milyonlar adına buradan bir kez daha ifade ediyoruz: Artık yeter, artık yeter, artık yeter! 16 milyona yakın yurttaşımız açlık sınırının altında olan asgari ücrete mahkum. Asgari ücret bir insani sorundur. İktidar bu durumu görmezden gelemez, gelmemeli. Yılın ikinci yarısında asgari ücret yeniden yapılandırılmalıdır. Memur ve emekli maaşlarına zam yapılmalıdır.

Asgari ücretle çalışanlar için elektrik, su ve doğalgaz kullanımı asgari ihtiyaçlar sınırına kadar ücretsiz bir biçimde karşılanmalıdır. Çiftçilerin borç yükü hafifletilmelidir. Yakın zamanda zirai don faciasıyla çiftçiler dibin dibini görmüş durumda. Çok büyük zarar ettiler. Öncelikle bu çiftçilerimizi unutmamak lazım. Onların bütün mağduriyetleri giderilmelidir. Uygun kredi ve destek sağlanmalıdır.

Ayrıca tarım işçileri için güvenceli ve insanca yaşam hakkı sağlanmalıdır. Ev içi emek sosyal güvenceye kavuşturulmalı, kadın yoksulluğu son bulmalıdır. Geliri olmayan kişilere belli şartlar altında temel yurttaşlık geliri sağlanmalıdır. Biz güvencesiz çalışmanın sona ermesi, kadınların iş yaşamında eşit ve güvenli koşullarda çalışabilmesi, çocuk işçiliğinin ve iş cinayetlerinin son bulması için mücadele ediyoruz.

Bugün yine bir şafak operasyonuna uyandık. İşçinin, emekçinin, esnafın, çiftçinin, yoksulun ve bugün burada bulunan pek çok iş kolundan değerli işçi ve emekçi kardeşlerimizin hakkını savunan çok sayıdaki solcu, sosyalist, devrimci yoldaşımız, arkadaşımız bu sabah gözaltına alındı. Bu gözaltılar bizleri yıldıramaz. Gözaltına alınanlar derhal serbest bırakılmalıdır. 1 Mayıs’a dönük gerçekleştirilmiş olan bu operasyonları asla kabul etmiyoruz. Buradan gözaltındaki gençlerle dayanışma içinde olduğumuzu belirtiyoruz. Derhal serbest bırakılmalarını talep ediyoruz.

Değerli kardeşlerim; şairin dediği gibi çalışan biz, yaratan biz, biz açız. Sömüreni sırtımızda taşırız. Neden böyle öfkemizi içimizde saklarız? Haklı biziz, güçlü biziz. Bunu anlamalıyız. Evet biz bunu anlıyoruz. Haklı olan biziz, güçlü olan biziz. Daha çok örgütlenerek bu mücadeleyi zafere ulaştıracak olanlar da biziz. Gelin o halde hep beraber adaleti, barışı, ekmeğin ve emeğin hakkını hep birlikte tesis edeceğimiz demokratik bir cumhuriyeti hep beraber kuralım. Haklılığımızı ve gücümüzü demokratik cumhuriyetle birlikte gelin bütün dünyaya hep beraber gösterelim.

Sevgili kadınlar; haklarımıza, yaşamlarımıza, bedenlerimize yönelik saldırılar hız kesmeden devam ediyor. Gün geçmiyor ki absürt bir uygulamayla karşı karşıya kalmayalım. Sağlık Bakanlığı eliyle uygulamaya konulan Normal Doğum Eylem Planı ve 19 Nisan’da yürürlüğe giren Ayakta Teşhis ve Tedavi Yapılan Özel Sağlık Kuruluşları Hakkındaki Yönetmelik ile hayata geçirilmek istenen de tam da böyle absürt bir uygulamadır. Kadınların doğurup doğurmayacağına, kaç çocuk doğuracağına kadınlar kendileri karar verir.

Kadınlar nasıl doğum yapacaklarını siyasi iktidarla müzakere etmez. Doktoruyla oturur konuşur ve birlikte karar verir. İktidara düşense bu kararlara saygı duymak ve kadın sağlığını koruyacak politikaları hayata geçirmektir. Geçtiğimiz hafta sonu Van’da toplanan 58 kadın örgütünün yeniden gündeme taşıdığı Rojin Kabaiş’in akıbeti nedir, Gülistan Doku nerede sorularının yanıtını bekliyoruz. İktidara düşen görev bu sorulara yanıt vermektir, şiddetle etkin bir biçimde mücadele etmektir.

Ayrıca farklı cinsiyet kimliklerine ve cinsel yönelimlere karşı nefret suçlarını körükleyen kanun teklifinin sunulması yine bu erkek aklın, eril anlayışın eseridir. Dayatılan erkek egemen politikalara biz kadınlar ‘Eh ne yapalım boynumuz kıldan incedir, bu devran böyle gelmiş böyle gider’ demedik, demeyeceğiz. Elinizi bedenimizden, emeğimizden, kimliğimizden derhal çekin! Bizler ‘Jin Jiyan Azadi’ şiarıyla mücadele eden kadınlarız ve öyle olmaya devam edeceğiz.

Halklarımızın barış ve demokratik çözüm talebi inanılmaz derecede hızlı büyüyor. Bu bize çok büyük umut veriyor. Barış arayışımızı çok yönlü bir mücadeleyle sürdürüyoruz. Sadece siyasi temaslarla sınırlı kalmadık; haklarımızla doğrudan buluşarak barış talebini büyütüyoruz, sokağın ve toplumun her kesimine taşıyoruz. 10 Nisan’dan bu yana her yerde ev ziyaretleri, mahalle toplantıları yapıyoruz. Kent kent ziyaretleri sürdürüyoruz, sürdürmeye devam edeceğiz. Ev ev gezerek halkın beklentilerini, önerilerini ve eleştirilerini alıyoruz.

Ayrıca süreç hakkında değerli halklarımızı bilgilendiriyoruz. Eş Genel Başkanlar olarak yazdığımız mektup halklarımızla paylaşılıyor. Hedefimiz 3 milyon hane. Ziyaret ettiğimiz her ev, barış ve demokratik toplum mücadelesini büyütüyor. Barışı, milyonları içerecek şekilde toplumsallaştırmanın imkanında görüyoruz. Gittiğimiz her evde, çaldığımız her kapıda, yaptığımız her toplantıda barış için dualar ve temenniler alıyoruz.

Gülizar Yaşar, bir Kürt kadın, Barış Annesi. Çatışmalı süreçte abisi, kızı ve oğlu dahil 19 yakınını kaybetmiş bir Kürt anne. Hem Türk hem Kürt annelere seslenerek, “Herkes bu sürece sahip çıkmalıdır. Sahip çıkmalıdır ki ne bir Türk annenin gözyaşı aksın, ne bir Kürt annenin gözyaşı aksın” diyor. Bizler de buradan Gülizar annemize diyoruz ki senin bu haklı talebinin, bütün ödenmiş bedellerle beraber bu haklı talebinin yanındayız.

Başta iktidar ve ana muhalefet partisi olmak üzere herkese de sesleniyoruz: Elinizi taşın altına koyun. Toplumun taleplerine kulak verin. Bu toplum artık barış istiyor, onurlu bir yaşam istiyor. Bir tek yolumuz var, bir tek yolumuz. Gülizar annenin ve burada ismini sayamadığım birçok Türk, Kürt ve Arap annenin haykırışı. Ya barış ya barış ya barış! Başka seçeneğimiz yoktur.

27 Nisan’da Qamişlo’da Kürtler, Suriye ve Ortadoğu’nun halkları için de çok önemli olan Kürt Ulusal Konferansını gerçekleştirdi. Bu konferans demokratik bir geleceğin umudunu büyütmüştür. Kürt halkı ve bölgedeki tüm halkların ortak eşit yaşamını esas alan bu çalışma bizler için sonsuz değerdedir. Konferansta alınan kararların başta Kürt halkı olmak üzere, Suriye ve Ortadoğu haklarına barışı getirmesini ve hayırlara vesile olmasını diliyoruz. Buradan bütün halklarımızı saygıyla ve sevgiyle selamlıyoruz.

Barış ve demokratik toplum ancak herkesin siyasi iradesine saygı duyulmasıyla gerçekleşir. İstanbul’dan Van’a, Şişli’den Halfeti’ye halk iradesini yargı darbeleriyle ortadan kaldırmaya çalışmak barış sürecine çok büyük zararlar vermektedir. Demokratik geleceğin umudunu baltalamaktadır. Çözüm en geniş mutabakata dayanarak sürdürülmelidir. Ana muhalefet başta olmak üzere muhalefet bu mutabakat sürecinin dışında tutulmamalıdır.

Bu sürecin dışında tutulması hedeflenir ve benzer adımlar atılırsa ne yazık ki bu süreçler akamete uğrar. Tarihte böyle örnekleri çok gördük. Barışla ortaya çıkacak demokratikleşmeyi yok saymak, siyasi rekabeti galip gelme üzerinden ele almak bu sürece büyük kaybettirir. Siyaset yapma hakkının da barışın da güvencesi hukuka dönmektir, hukuku işletmektir, demokratikleşmektir.

Gelin, barışı hukukla kuralım ve demokrasiyle görkemli hale getirip bu ülkenin geleceğine hep beraber armağan edelim. Geçtiğimiz hafta heyetimiz Adalet Bakanı ve heyetiyle çok önemli bir görüşme gerçekleştirdi. Görüşmeden sonra her bir vekil arkadaşımız, grup başkan vekillerimiz, eş genel başkanlar olarak bizler her gün onlarca telefon aldık. Acaba yargı paketinde ne olacak? Acaba çocuklarımızı kapsayacak mı? Bu sorularla çok karşılaşıyoruz. Toplumun beklentisi bu anlamıyla artık çok büyük.

Heyetimiz bu görüşmede, barış ve çözüm zemininin oluşması için partimizin önerilerini ve halkın beklentilerini net bir şekilde ifade etti. Başta Sayın Abdullah Öcalan’ın iletişim ve çalışma özgürlüğü olmak üzere atılması gereken adımlarla ilgili top artık iktidarın sahasındadır. Sorumluluk artık onlardadır. Bu sorumluluğa göre hareket etmelerini bekliyoruz. Demokratik çözüm için siyasi irade göstermek kaçınılmazdır. Bu siyasi iradeyi göstermek cesaret işidir, demokratikleşmeye olan bağlılığın göstergesidir.

Bu kapsamda, iktidarı halkın barış çağrılarına kulak vermeye, çözüm için somut ve güven verici irade ortaya koymaya davet ediyoruz. DEM Parti olarak, barış ve çözüm süreci için topyekün bir seferberlik içindeyiz. Binlerce arkadaşımız Türkiye’nin dört bir yanında gece gündüz demeden 1 Ekim’den bu yana barışla ilgili çalışmalarını sürdürmektedir. Emek vermekteyiz DEM Parti olarak. Çünkü biz barışa inanıyoruz. Çünkü biz barışın bu coğrafyaya gelmesi gerektiğine yürekten inanıyoruz.

Çekilen acıların, akan gözyaşlarının ve şimdiye kadar akmış olan kanın son bulması için; demokratik bir zeminde herkesin kendini ifade edebildiği eşit, özgür ve demokratik bir cumhuriyeti inşa etmek için hepimizin yüreği 7/24 atmaya devam ediyor. DEM Parti olarak, bütün görev ve sorumluluklarımızı fazlasıyla yerine getirmeye çalışıyoruz. Aynı şeyi Türkiye’deki bütün siyasi öznelerden, toplumun en geniş kesiminden, en geniş yelpazesinden de bekliyoruz. Sözlerimi Melih Cevdet Anday’ın dizesiyle bitirmek istiyorum:

Ne güzel demiş değil mi? Savaştan ve şiddetten bu kadar muzdarip olan bir toplum ve halklar olarak, işte bu çabalarımız ve emeklerimizle -tıpkı Melih Cevdet Anday’ın dediği gibi- barışla tesis edilmiş bir dünyayı, Türkiye’yi ve Ortadoğu’yu hep birlikte inşa edeceğiz. Barışa olan inancımla hepinizi saygı ve sevgiyle selamlıyorum.”

Paylaşın

DEM Parti, Abdullah Öcalan’ın Koşullarını Adalet Bakanı İle Görüştü

Adalet Bakanı Yılmaz Tunç ile görüşen DEM Parti heyeti adına konuşan Gülistan Kılıç Koçyiğit, “Sayın Bakan’a, tecrit koşullarında Sayın Öcalan’ın bu sürece katkı sunamayacağını, sürecin ilerletilmesi için Sayın Öcalan’ın koşullarının en önemli başlık olduğunu ve bir an önce bu koşulların amasız fakatsız düzeltilmesi gerektiğini ifade ettik” dedi.

Haber Merkezi / Gülistan Kılıç Koçyiğit, “En büyük sorunlardan biri de cezaevindeki mahpusların, cezalarını yatmış olmalarına rağmen idare gözlem kararlarıyla, tamamen subjektif gerekçelerle cezaevinde tutulmalarıdır… Ayrıca mahpusun cezaevi koşullarının düzeltilmesi için yaptığı eylemlerin bile bir disiplin suçu kapsamına alınmasının kabul edilemez olduğunu kendilerine ifade ettik” diyerek yasal düzenleme beklediklerini ifade etti.

Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi (DEM Parti) Grup Başkanvekilleri Gülistan Kılıç Koçyiğit ve Sezai Temelli ile DEM Parti Hukuk ve İnsan Hakları Komisyonundan Sorumlu Eş Genel Başkan Yardımcısı Öztürk Türkdoğan’dan oluşan heyet Adalet Bakanı Yılmaz Tunç ile görüştü.

Yaklaşık 1 saat 45 dakika süren görüşme sonrası DEM Parti Grup Başkanvekili Gülistan Kılıç Koçyiğit şunları söyledi:

“Grup Başkanvekilimiz Sezai Temelli ve Eş Genel Başkan Yardımcımız Öztürk Türkdoğan ile birlikte Sayın Adalet Bakanıyla bir görüşme gerçekleştirdik. Bu görüşme aslında İmralı Heyetimizin Sayın Cumhurbaşkanı ile yaptığı görüşmeden sonra planlanmıştı.

Ama ne yazık ki İmralı Heyeti Üyemiz ve Meclis Başkanvekilimiz Sayın Sırrı Süreyya Önder’in hastalığı nedeniyle erteledik. Bugün de onlar olmadan bu görüşmeyi gerçekleştirdik. Bu vesileyle, umutlu bekleyişimizi sürdürdüğümüzü belirtmek istiyoruz. Yatağında hastalığına direnen Sırrı Süreyya Önder arkadaşımıza geçmiş olsun dileklerimizi buradan bir kez daha iletiyoruz.

Sayın Adalet Bakanı ile 1 Ekim’den beri başlayan tartışmalar ve sürece yapılacak katkıları, yasal düzenlemeleri geniş bir zeminde konuşma fırsatı bulduk. Öncelikli konuşma başlığımızın, 27 Şubat’taki çağrısıyla yeni bir dönemin kapısını aralayan ve Kürt sorununun demokratik çözümünde yeni bir eşik atlamamızı sağlayan Sayın Öcalan’ın çalışma ve sağlık koşulları olduğunu ifade etmek isterim.

Sayın Bakana, tecrit koşullarında Sayın Öcalan’ın bu sürece katkı sunamayacağını, sürecin ilerletilmesi için Sayın Öcalan’ın koşullarının en önemli başlık olduğunu ve bir an önce bu koşulların amasız fakatsız düzeltilmesi gerektiğini ifade ettik.

Sanırım önümüzdeki günlerde bu konuda bazı gelişmeler görme şansımız olacak. Özellikle İmralı Heyeti dışındaki farklı heyetlerin, farklı milletvekillerinin ve siyasi partilerin, aydınların ve yazarların oraya gitmesinin; Sayın Öcalan’ın görüşmek istediği bazı aydınların, yazarların ve gazetecilerin adaya gitmesinin ve onunla temas kurmasının çok önemli olduğunun altını çizdik. Bakanlığın bu konuda hızla adım atması gerektiğini ifade ettik.

Bunun dışında Türkiye’de adalet sistemiyle ilgili çok büyük sorunlar var. Bunları da kapsamlı şekilde ele alma şansımız oldu. Bizim için en önemli başlıklardan biri de halihazırda cezaevlerinde bulunan hasta mahpuslar. Bunun ne insani ne vicdani ne de hukuki olmadığını her birimiz biliyoruz. Hasta mahpuslar açısından hızla bir düzenleme yapılması, adli tıp raporu alanların hızla cezaevinden salıverilmesi konusunda da görüş ve düşüncelerimizi kendilerine ifade ettik.

Bu konudaki taleplerimizi kendilerine ilettik. Yine kamuoyunda ‘COVID yasası’ olarak bilinen ve pandemi döneminde cezaevinden şartlı salıverilme koşullarını düzenleyen ama örgütlü suçları istisna tutan yasal düzenleme var biliyorsunuz. Bir infaz paketi düzenlemesiydi. Örgütlü suçları istisna tutan meselenin ortadan kaldırılması ve gerçek anlamda herkesi kapsayan eşitlikçi bir yaklaşımın gözetilmesi gerektiğini de kendilerine ifade ettik.

Önümüze gelecek olan infaz paketinde, AYM’nin daha önce de iptal ettiği ‘örgüte üye olmamakla beraber örgüt adına suç işlemek’ maddesi vardı. AYM bunu iade etmişti ama ne yazık ki Meclis’ten aynı şekilde geçti. Şimdi yeniden pakete konulacağına dair bazı bilgiler aldık. Bunun mutlaka amasız fakatsız ortadan kaldırılması gerektiğini ve AYM kararına uygun bir düzenleme beklentimizi yine kendilerine ifade etmiş olduk.

En büyük sorunlardan biri de cezaevindeki mahpusların, cezalarını yatmış olmalarına rağmen idare gözlem kararlarıyla, tamamen subjektif gerekçelerle cezaevinde tutulmalarıdır. İnsanların cezaevinde kalmalarını sağlayan bu idare gözlem kurullarının reforme edilmesi, gözden geçirilmesi, demokratikleştirilmesi ve bütün gözlem kurulu kararlarına objektif kriterlere göre karar verilmesi gerektiğini kendilerine ifade ettik.

İkinci bir cezalandırma kurulu olan bu kurulun yapısının demokratikleşmesine ve kararlarını da objektif kriterlere göre almasına dair bir düzenlemenin gelecek ilk yasa paketine konulması gerektiğini ifade etmiş olalım. Ayrıca mahpusların hak aramak ve cezaevindeki koşulların düzeltilmesi için yaptıkları eylem ve etkinlikler nedeniyle aldıkları disiplin cezalarının da yine iyi halli olma meselesinde bir kriter olduğunu görüyoruz. Bu disiplin cezalarının yeniden düzenlenmesi gerektiğini ifade ettik.

Mahpusun cezaevi koşullarının düzeltilmesi için yaptığı eylemlerin bile bir disiplin suçu kapsamına alınmasının, hele de bunun şartlı tahliyeyi engellemek için esas alınmasının kabul edilemez olduğunu kendilerine ifade ettik. Bu başlıklarda genel bir tartışma yürüttük. Taleplerimizi, kamuoyunun ve halkımızın beklentisini ilk elden kendilerine ifade etme ve anlatma imkanı bulduk. Bize bu fırsatı verdikleri için Sayın Bakana ve heyetine teşekkür ediyoruz.”

Soru / Cevap

Soru: Peki, yanıt ne oldu? Özellikle Öcalan’ın tecridi konusunda ve İnfaz Yasasında istediğiniz düzenlemelere ilişkin yanıt ne oldu?

Bütün bunları karşılıklı konuşma fırsatı bulduk. Sayın Bakan da dikkatle bunları not etti. Bazı yasal düzenlemelerin aslında hepimiz açısından gerekli olduğu yönünde ortak belirlemelerimiz var. Birçok hakkaniyetsiz, haksız ve eşitliğe aykırı yasal düzenleme olduğunu herkes çok iyi biliyor.

Örneğin COVID yasası çıktığı zaman, pandemi sadece normal adli mahpusları kapsayan bir durum değildi, herkes açısından riskti ama orada örgütlü suçlar istisna tutulmuştu. Örneğin bunun hakkaniyetsizliğini, kabul edilemezliğini ifade ettik. Kendileri de bu konuda çalışacaklarını ifade ettiler. Söylediğimiz her başlığı dikkatle not ettiler. Bu konuda çalışacaklarını, önümüzdeki dönemde de karşılıklı görüş alışverişinde bulunacağımızı teyit etmiş olduk.

Soru: Öcalan’a umut hakkı tanınacak mı?

Sayın Öcalan’ın çalışma koşullarını, sağlık ve güvenlik koşullarını kapsamlı bir şekilde değerlendirdik.

Soru: Örgütün kendisini feshetmesi ve silah bırakmasına karşılık örgüt üyelerine ilişkin bir yasal düzenleme gündeme geldi mi?

Soru: Selahattin Demirtaş’ın durumu gündeme geldi mi?

Çok kapsamlı olarak bu konuda da Kobanî Davası ve diğer başlıklarda da değerlendirmeler yaptık.

Soru: Mazlum Abdi, “Ulusal Kongre toplanacak” dedi. Siz bununla ilgili bir davet aldınız mı?

Ona Dış İlişkiler Komisyonumuz yanıt versin. Şu an için teyit edebilecek durumda değilim.

Soru: Yeni bir görüşme olacak mı?

İhtiyaç olduğunda her zaman görüş alışverişinde bulunmak için bir araya gelme konusunda sözleştik.

Soru: İmralı’ya tekrar ziyaret olacak mı görüşmeden sonra?

Şu anda bir görüşme yapıldı. Sayın Sırrı Süreyya Önder’in sağlık durumu nedeniyle İmralı Heyeti Üyemiz Pervin Buldan ve Avukat Özgür Erol bir ziyaret gerçekleştirdi. Bundan sonra da bu ziyaretlerin ihtiyaç duyulduğunda ve daha önce söylediğim kapsamda devam etmesi, sadece heyetimizin değil farklı heyetlerin ve kişilerin de gitmesi yönünde düşüncemizi ifade ettik. Sanırım bu konuda da bazı gelişmeler olacak. Bunu yakında hep beraber göreceğiz.

Soru: Meclis Başkanı ve diğer siyasi partiler ne zaman ziyaret edilecek?

Bunun takvimini MYK’miz ortaya koyacak. Ondan sonra sizlere duyuracağız.

Paylaşın