DEM Parti’den Cumhur İttifakı’na “Umut Hakkı” Çağrısı

DEM Parti Hukuk Komisyonu Eşsözcüsü Öztürk Türkdoğan, “İnsan Hakları Eylem Planı çerçevesinde acil düzenleme şart. Cumhur İttifakı’na da kamuoyu önünde verdikleri sözleri hatırlatıyoruz” dedi.

Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi (DEM Parti) Hukuk Komisyonu, Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi’nin (AK BK) “umut hakkı” kararına ilişkin partisinin genel merkezinde basın toplantısı düzenledi.

Öztürk Türkdoğan, kararın önemine dikkat çekerek Meclis’te grubu bulunan partilere yasal düzenleme çağrısı yaptı ve “İnsan Hakları Eylem Planı çerçevesinde infaz hukukunda düzenleme yapılması şarttır. ‘Umut hakkı’ rahatlıkla düzenlenebilir.” dedi. Türkdoğan, ayrıca Abdullah Öcalan’ın özgürlüğünün sağlanması gerektiğini vurguladı.

Türkdoğan, AK BK’nın en kritik başlığının “umut hakkı” olduğunu belirterek şunları söyledi: “Umut hakkı, ömür boyu hapis cezası alan tutukluların belirli bir sürenin ardından cezalarının gözden geçirilmesi ve serbest kalma ihtimaline sahip olmalarıdır. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), ömür boyu cezanın yaşam sona erinceye kadar infaz edilmesini kabul etmiyor; bunu Sözleşme’nin 3’üncü maddesindeki işkence, kötü muamele ve onur kırıcı davranış yasağına aykırı görüyor. Verdiği kararlarla Avrupa Konseyi üyesi ülkelerde bu uygulamayı reddediyor. Biz de bunu ‘umut hakkı’ olarak tanımlıyoruz.”

Türkdoğan, Türkiye’ye ilişkin süreçte Öcalan kararlarına atıf yaparak şu hatırlatmaları yaptı: “AİHM, Öcalan kararında, 25 yıl sonrasında şartlı salıverme imkânı tanıyacak bir mekanizma kurulması gerektiğini belirtti. AK BK, 2015’te Türkiye’den bu konuda bilgi istedi; ancak dosya uzun süre Komite gündemine gelmedi. 2021’de, avukatların ve insan hakları örgütlerinin başvuruları üzerine Komite, Gurban ve Diğerleri başlığıyla dört dava grubunu birleştirerek yeniden inceleme başlattı ve Türkiye’den özel/genel önlemler konusunda bilgi talep etti.”

Türkiye’nin 2021’de Komite tavsiyelerini yerine getirmediğini söyleyen Türkdoğan, 2024’te sivil toplum başvurularıyla dosyanın yeniden gündeme geldiğini anımsattı:

“Komite, Türkiye’ye tedbir alma zorunluluğunu bildirdi; Mart 2025’te bir ara karar alma niyetini açıkladı. Yine de ilerleme olmadı. Komite’nin ‘derin üzüntü’ ifade etmesini hukuken yetersiz buluyoruz. Sözleşme’nin 46/4. maddesi uyarınca ihlal prosedürü işletilip dosya yeniden AİHM’e gönderilerek uygulanmama kararı istenebilir; Kavala dosyasında bu yol izlendi.”

“Umut hakkını düzenleyin”

Bakanlar Komitesi’nin, İnsan Hakları Eylem Planı kapsamında yapılacak infaz düzenlemesine umut hakkının açıkça dâhil edilmesi yönünde Adalet Bakanlığı’na çağrı yaptığını aktaran Türkdoğan, şunları ekledi: “Bu, AİHS bağlamında bir yükümlülük. Komite, Türkiye’deki Barış ve Demokratik Toplum sürecine de atıf yapıyor; TBMM’de kurulan Milli Dayanışma, Kardeşlik ve Demokrasi Komisyonu’nun deneyimlerinden yararlanılmasını öneriyor. Ayrıca milletvekillerinin verdiği yasa tekliflerinin kanunlaşmasını talep ediyor.”

Türkdoğan, DEM Parti’nin 24 Eylül 2024’te verdiği yasa tekliflerini anımsattı: “Bazı maddeler kaldırılırsa umut hakkının önündeki engeller kalkar. Komite de bunu işaret ediyor. Yasal hakların herkese eşit uygulanması şart; tecride başvurulmaması, avukat ve aile görüşlerinin rutin hâle gelmesi gerekiyor. AK BK, benzer iyi ülke örneklerinden yararlanılmasını istiyor ve Haziran 2026’ya kadar süre tanıyor.”

Türkdoğan, önümüzdeki aylarda umut hakkının hayata geçirilmemesi hâlinde Komite’nin 46/4 ihlal prosedürünü başlatması gerektiğini söyledi; TBMM’den ise somut adım beklediklerini ifade etti: “TBMM’de kurulan komisyonun Sayın Öcalan’la görüşmesi gerekir; yöntem Meclis Başkanlığı ve komisyonca belirlenebilir. Gerekirse İmralı’da görüşme ya da Meclis’te buluşturma sağlanmalı. Barış hukukuna, geçiş dönemi yasalarına dair Öcalan’ın görüşleri alınmalıdır.”

Türkdoğan, süreci başlatanın Öcalan olduğunu vurgulayarak, “Öcalan’ın sağlık, güvenlik ve özgürlük koşulları sağlanmadan barışın tesisi mümkün değil” dedi ve şu ifadeleri kullandı: “Siyasi iktidarın, uluslararası hukukun gereği olan meşruiyet zemini hazır. AİHM kararı var, Bakanlar Komitesi çağrısı var. Bugün hiçbir yetkili ‘Umut hakkını yapamayız’ diyemez. Mahkeme kararı var, siyasi organ kararı var.”

Türkdoğan, son olarak Meclis’te grubu bulunan partilere ve siyasal iktidara seslendi: “DEM Parti olarak yasal hazırlıklarımız tamam. Hangi kanunlarda ne tür değişiklikler gerektiğini açıkladık. Umut hakkı geciktirilmeden infaz hukukunda düzenlenebilir. İnfaz kanunu eşitsizlik ve ayrımcılıklarla dolu; İnsan Hakları Eylem Planı çerçevesinde acil düzenleme şart. Cumhur İttifakı’na da kamuoyu önünde verdikleri sözleri hatırlatıyoruz.”

Paylaşın

DEM Parti’den CHP’ye Ziyaret: “Ortak İrade Ve Kararlılık” Mesajı

Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi (DEM Parti) Eş Genel Başkanları Tülay Hatimoğulları ve Tuncer Bakırhan ile Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) Genel Başkanı Özgür Özel, İstanbul’da bulunan CHP Genel Başkanlığı Çalışma Ofisi’nde (Eski il binası) görüştü.

Görüşmenin ardından Özgür Özel ile Tuncer Bakırhan ve Tülay Hatimoğulları, basın mensuplarına açıklamalarda bulundular.

İlk söz alan Tuncer Bakırhan, “Bu sadece bir nezaket ziyareti değil. Hukuksuz, anti demokratik uygulamalara karşı aslında ortak bir irade göstermenin de ziyaretidir” ifadelerini kullandı.

“İktidar bu tür uygulamalardan vazgeçmelidir. Seçilmiş iradeyle, delegelerle uğraşmaktan vazgeçmelidir” diyen Bakırhan, “Seçme ve seçilme hakkına saygı gösterilmelidir. Olmazsa olmaz, en önemli koşullardan birisi budur. Bu ülke hepimizindir. Bu ülkeyi demokrasiye, düzlüğe çıkarma mücadelesine devam ettireceğiz” vurgusu yaptı.

Bakırhan’ın ardından söz alan Özgür Özel, “Büyük bir hukuksuzluğun, büyük bir saldırının karşısındayız. Suçumuz ne diye bakarsak, kaybetmeyi kabullenmiyoruz. Bu bina, kazanan bir binaya dönüştü. Bu bina, İstanbul’da Adalet ve Kalkınma Partisi karşısında en büyük zaferi kazandı. İstanbul’u kazananın Türkiye’yi kazanacağı gerçeğiyle birlikte bu bina hedef haline geldi” diye konuştu.

MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli ve AKP’li Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın sözlerine yanıt veren Özel, “Bugün sayın Bahçeli’nin ifadeleri var; ‘Sokakları mı karıştıracaksınız!’ Erdoğan diyor ki ‘Kimsenin sokağı karıştırmasına izin vermeyiz.’ Bizim niyetimiz sokağı karıştırmak değil, haneye tecavüze mani olmak. Buradaki direnişin hukuktaki ve vicdandaki adı meşru müdafaadır” dedi.

Genel Başkanlık Çalışma Ofisi’ne dönüştürülen eski İstanbul İl Binası hakkında açıklama yapan Özel, şunları söyledi: “Binanın tapusu bizde, Genel Merkez’de. Burası Genel Merkez Çalışma Ofisi’dir, İl Başkanlığı iki katlı bir binanın boş ikinci katıdır. Elbette burayı kayyuma vermeyeceğiz. Bugün de çalışmamızı yaptık, yarın geldiğimizde de çalışmamızı yapacağız. Buna karşı İstanbul Valisi 3 gün sonunda Ankara’ya yazdı. İçişleri Bakanı’nın talimatıyla adres değişikliğini sisteme girmiyorlar. Girseler, burada Genel Merkez’in olmasını istemediği kimse olmaz.”

Ankara’da 3. Asliye Hukuk Mahkemesi kararını değerlendiren Özel, şunları söyledi: “Bugün Ankara 3. Asliye Hukuk Mahkemesi karar verdi. Bakın o mahkeme dört ay önce açıldı. İstanbul’daki bütün başvurular, gerçekten hukukçu olan mahkeme başkanları, görevsizlik verdiler İstanbul’da. ‘Bu davalar Ankara’da görülür’ dediler. Ankara’ya geldi, birleşti. İstanbul İl Kongresi iptal davası 3. Asliye Hukuk Mahkemesi’nde, bütün yargılama süreçlerinden sonra, duruşma süreçlerinden sonra, bugün kesin karara bağlandı ve esastan reddedildi. Burada 15 gün önce açılmış.

Birinci kural; aynı konuda iki mahkeme varsa, ilk açılanda birleştirilir. Zaten İstanbul’da olması mümkün değil, Ankara’ya yollaması lazım. Hukuk yolu tüketildi ve mahkeme kesin karar verdi. Şimdi olması gereken; biz kararı 45. İstanbul Asliye’ye de gönderiyoruz, getiriyoruz, veriyoruz. Karar olduğu için tedbirin ortadan kalkmasıdır. Çünkü tedbir, karara kadar konulan bir tedbirdir. Orada bir mahkeme kararı var. Bunu yapıp görevini mi yapacak? Buna ayak sürüyüp de siciline bu kara lekeyi bu gencecik yaşında yine mi yazacak hakim? Onu öyle göreceğiz.

Göreceğiz bakalım ne yapacağını? Ama herkes biliyor, nasıl kararlar vermişti. Bütün ilçe kongrelerini durdur, il kongresini durdur. Delegeleri bilmem ne yap. YSK ne dedi? ‘Tam kanunsuzluk yaptığın işler’ dedi bu hakime, 45’e. ‘Hepsi devam edecek’ dedi. Dönecek dolaşacak, birkaç hafta içinde yeni ilçe başkanlarımız, bir ayı biraz geçen bir sürede yeni il başkanımız seçilecek. Zaten yapılan iş konusuz kalacak. Ama Ankara’da karara bağlandı.

Biz bu mahkemeye, bu verdiği tedbir kararına itiraz etsek, dakikasında istinaftan durdurulacak. İtiraz dilekçemizi o gün verdik, ertesi gün. O gün karara bağlaması lazım. Ne diyor arkadaş? ‘Eylülün sonunda 26’sında bir duruşmam var. O gün konuşuruz’ diyor. Yani düşünebiliyor musunuz? O güne kadar itirazı karara bağlamıyor. ‘Kararım bu’ de, arkasında dur. Dün verdiği kararı 26’sına kadar ‘Doğru mu yaptım?’ diye düşünerek, burayı kayyımda tutmaya çalışan bir anlayış.

45. Asliye Hukuk Mahkemesi kendisini, onu okutan hocalarının huzurunda ve gelecekte evlatlarının, torununun huzurunda mahcup edecek bir talimatı yerine getiriyor. Talimatı verenin kim olduğunu, niyetinin ne olduğunu biliyoruz. O yüzden biz bugüne kadar olduğu gibi bugünden sonra da tüm hukuk süreçlerini, zaten Yüksek Seçim Kurulu kördüğümün nasıl çözüleceğini İstanbul’da da gösterdi, Türkiye’de de gösterdi. O süreçleri sonuna kadar takip edeceğiz.”

“Bizi majestelerinin muhalefet partisi yapamazlar”

“Dimdik ayaktayız, buradayız, bundan sonra bu süreçleri en büyük kararlılıkla, titizlikle takip etmeye devam edeceğiz” diyen Özel, sözlerini şöyle sürdürdü:

“Bizi majestelerinin muhalefet partisi yapamazlar. Bizi süreçte kendileri için tehdit olan bir siyasi parti olmaktan çıkarıp iktidar umudu olmayan bir siyasi partiye dönüştüremezler. Partinin aldığı tarihsel tutarlılık içinde doğru kararlarla ortaya koyduğu iradeyi böyle yaparak sakatlayıp kendilerince CHP’yi süreçlerin dışına atmayı çalıştıklarının farkındayız. CHP olması gereken yerde duracak, konuşması gereken yerde konuşacak, mücadele etmesi gereken yerde mücadele edecek.”

Paylaşın

Bakırhan, İktidara Seslendi: Güzel Sözlerle Bir Yere Ulaşılmaz, İcraatlarla Ulaşılır

Sürece dair değerlendirmelerde bulunan DEM Parti Eş Genel Başkanı Tuncer Bakırhan, “İktidara sesleniyorum. Artık dilimizi, irademizi, haklarımızı kabul etmelisiniz. Dilimizi, irademizi ve haklarımızı inkar etmekten vazgeçmelisiniz” dedi ve ekledi:

Haber Merkezi / “Çünkü bu halk 40 yıldır baskıya, faili meçhul cinayetlere, yoksulluğa, bütün zulme rağmen vazgeçmedi. Vazgeçmeyecek. Vazgeçmesi gerekenler Kürt halkının dilini, kimliğini, yaşamını tanımayanlardır. Artık yasal ve hukuksal düzenlemelerin yapılması gereken bir dönemdeyiz. Kimse Kürdün hakkı olan yasal ve hukuksal düzenlemelerden artık kaçamaz. Barış sözle değil, icraatla sağlanır. Barış güzel sözler etmekle bir yere ulaşmaz. Ama barış icraatlarla bir yere ulaşır.”

Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi (DEM Parti) Eş Genel Başkanı Tuncer Bakırhan, emek ve demokrasi güçlerinin Urfa’da düzenlediği 1 Eylül Dünya Barış Günü Mitingine katıldı. Bakırhan, burada yaptığı konuşmada şunları söyledi:

“Değerli Urfalı hemşerilerim, yoldaşlarım, güneşin doğduğu kent. O güneşin bugün sadece bölgeyi değil, Ortadoğu’yu, Türkiye’yi, dünyayı aydınlattığı onurlu kentin yiğit evlatları, hepinizi saygıyla selamlıyorum. 1 Eylül Dünya Barış Günü hepimize, ezilen halklara, emekçilere, kadınlara hayırlı olsun. Konuşmama başlamadan önce Muhsin Melik’i, İbrahim Ayhan’ı, Feridun Yazar ve adını buradan sayamadığım binlerce yol arkadaşımı rahmet, minnet ve saygıyla anıyorum.

1 Eylül’de onurlu Urfa halkının önünden bir kez daha onlara sözümüzü yeniliyorum; bir gün ama bir gün mutlaka bu uğurda bedel ödeyen, emek veren, alınteri döken, bugün aramızda olmayan yoldaşların barış, demokrasi ve özgürlük bayrağını zirveye taşıyarak dalgalandıracağımızın sözünü veriyorum. Değerli halkımız yine sizin yiğit yoldaşınız, kardeşiniz Ayşe Gökkan ve Leyla Güven şahsında Selahattinler, Figenler şahsında bugün aramızda olmayan, dört duvar arasında yüreği bizimle atan barış ve demokrasi mücadelesinin neferlerini de, siyasi tutsakları da saygıyla, sevgiyle selamlıyorum. Urfa’dan cezaevlerine selam ve sevgilerimizi gönderiyorum.

Evet zor bir ayın içindeyiz. Zor günlerden geçiyoruz ama bir o kadar da umutluyuz. Çünkü bu topraklarda doğan Sayın Öcalan Barış ve Demokratik Toplum Çağrısını yaparak umutsuzluğu dağıttı. Bu ülkede yeniden gençlerin, kadınların, Kürtlerin, Alevilerin, ezilenlerin önümüz günlere umutla bakması için büyük bir sorumluluk aldı. Şimdi bizler Riha, Amed, Siirtliler olarak, Türkiye’de yaşayan emekçiler, yoksullar ve ezilenler olarak Sayın Öcalan’ın açmış olduğu demokrasi, barış ve özgürlük kapısından geçerek bu ülkede bir daha Kürtlerin yok sayılmadığı, Alevilerin eşit yurttaş olduğu, kadınların katledilmediği, çevrenin ranta peşkeş çekilmediği, gençlerimizin umutlarını büyüttüğü ve insanca yaşadıkları bir Türkiye yaratmak için daha fazla mücadele etmeliyiz. Var mısınız? Sayın Öcalan’ın araladığı bu kapıdan yoldaşça, dostça, omuz omuza mücadele ederek demokratik bir Türkiye yaratmaya Urfa halkı var mıdır?

Bakın, etrafımızda sorunları şiddetle, silahla, savaşlarla çözmeye çalışıyorlar. Ortadoğu kan gölü. Ukrayna’da savaş, Yemen’de savaş. Dünyanın birçok yerinde hak arayanları silah ve savaşla bastırmaya çalışıyorlar. Yanı başımız savaş ve çatışma içerisindeyken Sayın Öcalan bu topraklarda, bu ülkede sorunların şiddet, savaş, çatışma yerine diyalogla, müzakereyle çözülmesi için çok önemli bir çıkış yaptı. Değerli halklarımız, savaşın kaybedenleri emekçilerdir, halklardır. En fazla da kadınlardır. Savaşın kazananları egemenlerdir, silah baronlarıdır. Bizim kaybettiğimiz, egemenlerin kazandığı bir savaşta bizler barışın yanındayız, barışın tarafındayız. Sayın Öcalan’ın Barış ve Demokratik Toplum manifestosunun, perspektifinin yanında olmaya devam edeceğiz.

Nazım Hikmet ne diyor biliyor musunuz? Diyor ki savaş korku ve sefaletten başka bir şey vermez. Yakar, yıkar, öldürür ve yok eder. Yakan, yıkan, yok eden savaşlar bu topraklardan silininceye kadar adaletin, demokrasinin ve özgürlüklerin hakim olacağı bir Türkiye mücadelesini, demokratik bir Türkiye mücadelesini başarıya ulaştırmak için her birimize büyük görev ve sorumluluklar düşüyor. İşte tam da yanımızda savaşların olduğu bir ortamda barışı konuşuyoruz. Bize barışı konuşmamızın imkanını sunan, barışı mümkün kılan, bugün aramızda olan, olmayan bütün canlarımıza teşekkürlerimizi ve saygılarımızı sunuyoruz.

Emek olmasaydı, bedel olmasaydı, inatçı ve kararlı bir tutum olmasaydı bugün barışı konuşamayacaktık. Barışı var eden, barışı konuşturan sizlere ne kadar teşekkür etsek azdır. Genci ve kadınıyla birlikte barışı mümkün kılan sizlere teşekkürlerimi sunuyorum partim adına. Değerli arkadaşlar, hepinize minnettarız. Sayın Öcalan, sizin memleketliniz. Sayın Öcalan’ın barışın, umudumuzun büyümesi için açtığı yol Türkiye için çok kıymetlidir. Buradan bir kez daha umudumuzu büyüten, barışı büyüten Sayın Öcalan’a Urfa’dan selamlarımızı, saygılarımızı ve sevgilerimizi yolluyoruz.

Değerli kardeşlerim, yeni bir dünya kuruluyor. Bu yeni dünyanın ruhunu okuyamayanlar kaybeder, yanılır, kaybettirirler. Bu yeni dönemin ruhu nedir biliyor musunuz? Yeni dönemin ruhu barıştır. Yeni dönemin en güvenli limanı barıştır. Toplar, tüfekler, sınırdaki tel örgüler kimsenin güvenliğini artık sağlayamıyor. En büyük güvenlik limanı barıştır. Onun için barışı büyütmemiz, barışı gerçekleştirmemiz, barışı mümkün kılanlara layık olmamız için bugün Urfa’da olduğu gibi binlerle, on binlerle birlikte barışı haykırmamız gerekiyor.

Barış 86 milyonun geleceği ile ilgilidir. Barış, yoksulluktan intihar edenlerin intiharını önlemektir. Barış, katledilen kadının katledilmesini önlemektir. Sermayeye peşkeş çekilen çevreyi korumaktır. Barış ekmeğimizdir, zeytinimizdir, çocuklarımızın geleceğidir. Tabii ki biz barışa sahip çıkacağız. Tabii ki Sayın Öcalan’ın almış olduğu barış sorumluluğunun yükünü biz de onunla birlikte paylaşmaya devam edeceğiz.

“Barış güzel sözler etmekle bir yere ulaşmaz, icraatlarla bir yere ulaşır”

Değerli halkımız buradan bu meydanı yönetenlere göstermek istiyorum. Urfa’nın bu sıcağına rağmen on binler bu alanda bir aradadır. Ve iktidara sesleniyorum. Artık dilimizi, irademizi, haklarımızı kabul etmelisiniz. Dilimizi, irademizi ve haklarımızı inkar etmekten vazgeçmelisiniz. Çünkü bu halk 40 yıldır baskıya, faili meçhul cinayetlere, yoksulluğa, bütün zulme rağmen vazgeçmedi. Vazgeçmeyecek.

Vazgeçmesi gerekenler Kürt halkının dilini, kimliğini, yaşamını tanımayanlardır. Artık yasal ve hukuksal düzenlemelerin yapılması gereken bir dönemdeyiz. Kimse Kürdün hakkı olan yasal ve hukuksal düzenlemelerden artık kaçamaz. Barış sözle değil, icraatla sağlanır. Barış güzel sözler etmekle bir yere ulaşmaz. Ama barış icraatlarla bir yere ulaşır. Bu ülkeyi yönetenleri Urfa’da bu meydanı dolduran halkımızın taleplerine, iradesine saygı göstermeye ve kabul etmeye davet ediyorum.

Değerli arkadaşlar, Sayın Öcalan ile görüşmelerin önü açılmalıdır. Musluğu bir aç bir kapatla bu süreç yürümez. Sayın Öcalan Türkiye’nin tamamına birleştirici, bütünleştirici bir sözleşme öneriyor. Sayın Öcalan’ın paradigması ayrıştırıcı değil, aksine bütünleştirici yeni bir hayat modeli teklif ediyor. Dolayısıyla bu yeni hayat modeli 86 milyonun, eşit yurttaşlar olarak bu coğrafyada, bu ülkede insanca yaşamasını istiyor. Yine komisyon bir an önce Sayın Öcalan’ı ziyaret etmeli ve dinlemelidir. Komisyon barış gelsin diyen milyonlarca insanın iradesini temsil ediyor. Komisyonda Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde bulunan neredeyse bütün partiler var. Bu toplum barış istiyorsa komisyon barışa uygun adımlar atma, tartışma ve düzenlemeleri yapmak durumundadır.

Değerli halkımız, biz dünyayı yeniden keşfetmiyoruz. Başarısı kanıtlanmış çatışma ve çözüm örnekleri var. İrlanda’da, Kolombiya’da, Güney Afrika’da nasıl ki barışı silahı elinde bulunduranlarla görüşerek yaptılarsa bugün de barışı Sayın Öcalan’la yapmak durumundadırlar. Bizler 12 metrekarelik hücrede tecrit devam ederse, Sayın Öcalan İmralı Cezaevi’ndeki bu koşullarda bulunursa bu süreci yürütenlerin samimi olmadığına inanırız. Sayın Öcalan’ı bu saatten sonra 12 metrekarelik bir hücreye hapsedemezsiniz.

Sayın Öcalan ve düşünceleri o daracık İmralı Adası’na artık sığmaz. Sayın Öcalan’ın Urfa halkıyla fiziken, düşünsel olarak buluşmasının artık bir an önce inşa edilmesi gerektiğini belirtmek istiyorum. Bakın değerli dostlar, Sayın Öcalan 100 yıl önce kurulan Cumhuriyetin demokrasi ile taçlanmasını istiyor. Bazıları bu sürece karşı çıkıyor. Karşı çıkanlar aslında Sayın Öcalan’a, bize değil, demokratik Cumhuriyete karşı çıkıyor. Aşınıza, ekmeğinize, geleceğinize, umudunuza karşı çıkıyor. Bu karşı çıkanları tanımak, bunları teşhir etmek, bunlar karşısında 7’den 70’e bugün burada olduğu gibi partimize, bu sürece sahip çıkmak gibi büyük bir sorumluluğumuz olduğunu belirtmek istiyorum.

Altın ateşte, insan sıkıntıda belli olur diyorlar. Sıkıntıyı çözen taraf olmalıyız. Değerli arkadaşlar, Sayın Öcalan’ın umut hakkı artık tanınmalı. Bu bir lütuf değil. Barış umuduna tanınmış bir haktır. Umut hakkı, barışçılık çözüm için olmazsa olmaz koşullardan birisidir. Bugünden sonra topraklarımızda ölümü, savaşı ve hukuksuzluğu değil, barışı, müzakereyi, hakça yaşamı konuşalım diyoruz.

Bunun için mücadele etmeye sizleri davet ediyorum. Barış mücadele ile kazanılır. Biz durarak, izleyerek bu sürece katkı sunamayız. Bugün burada olduğu gibi sokaklarda, caddelerde partimizin yapmış olduğu etkinliklerde, haksızlıkta, hukuksuzlukta, 40 yıldır vermiş olduğumuz mücadeleden daha büyük bir barış mücadelesi ortaya koymalıyız ki bir an önce bu topraklara barış gelsin, demokrasi gelsin, özgürlük gelsin. Değerli halklarımız, hepinizi tekrar en kalbi duygularımla selamlıyorum. Sizler bugün bu on binlerle birlikte bize onur verdiniz.

Barış sürecine sahip çıktınız. Bizler de sizin bu kararlı duruşunuz karşısında sizlere layık olmaya Kürde, Türke, Araba, Aleviye, kadına, gence insanca, hakça ve yaşanılır bir Türkiye armağan edinceye kadar, yoldaşlarımızla birlikte gece demeden, gündüz demeden emek veren, bedel ödeyen, zindanda ve sürgünde olan yoldaşlarımıza layık bir mücadele ortaya koyacağımızın sözünü veriyoruz. Hepinizi saygıyla selamlıyorum. Ji me hemûyan re serkeftin.”

Paylaşın

DEM Parti’den “Süreç” Açıklaması: Demokratik Toplum, Barış Ve Entegrasyon

DEM Parti İmralı Heyeti’nden Abdullah Öcalan ile yapılan görüşmeye ilişkin yaptığı açıklamada,  “Sayın Öcalan, demokratik toplum, barış ve entegrasyonun, bu sürecin üç kilit kavramı olduğunu, bu temelde sonuca ulaşabileceğini belirtti” ifadelerine yer verildi.

Haber Merkezi / Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi (DEM Parti) İmralı Heyeti’nde yer alan Van Milletvekili Pervin Buldan, Urfa Milletvekili Mithat Sancar ve Asrın Hukuk Bürosu avukatı Faik Özgür Erol’dan oluşan heyet, dün PKK Lideri Abdullah Öcalan ile görüştü.

DEM Parti İmralı Heyeti, görüşmeye ilişkin yazılı bir açıklama yayınladı. Açıklamada şu ifadelere yer verildi:

“28 Ağustos 2025 tarihinde İmralı’da Sayın Öcalan’la üç saatlik bir görüşme gerçekleştirdik. Sayın Öcalan son derece sağlıklı ve moralliydi. Görüşmede, Barış ve Demokratik Toplum sürecinin geçirdiği aşamalara ve gelinen noktaya dair kapsamlı değerlendirmeler yaptı. Yaşadığımız sorunun özel bir cerrahi müdahaleyi gerektirecek derecede kangren olduğunu, süreci bu hassasiyetle yürüterek bugüne getirdiklerini ifade etti. ‘Amacımız, acılı bir sürecin sona erdirilmesi için elimizden geleni yapmaktı’ dedi.

Demokratik toplum, barış ve entegrasyonun, bu sürecin üç kilit kavramı olduğunu, bu temelde sonuca ulaşabileceğini belirtti. Bunun için bütün boyutlarda adımların ivedilikle atıldığı yeni bir aşamanın gereğine vurgu yaptı. Sayın Öcalan, tercihinin her zaman demokratik cumhuriyet ile demokratik toplum temelli bir entegrasyon olduğunu; bu stratejik hamlenin anlaşılması ve sahiplenilmesinin hepimize, tüm Türkiye’ye kazandıracağını belirtti. Bu tercihin, siyaset ve basın çevrelerinin bir kısmında basitleştirme ya da yok sayma gibi yaklaşımlarla ele alınmasının bu sürece zarar verdiği açıktır. Halklar arasındaki ebedi dostluğa ve barışa olan büyük inancını da bu vesileyle bir kez daha dile getirdi.”

Paylaşın

Hatimoğulları’ndan “Süreç Komisyonu” Açıklaması: Somut Adımlar Atmalı

DEM Parti Eş Genel Başkanı Tülay Hatimoğulları, TBMM’de kurulan “Milli Dayanışma, Kardeşlik ve Demokrasi Komisyonu”na ilişkin, “Süreci”ne ilişkin “Komisyon somut adımları zamana yaymadan atmalıdır. Hiç kimse bu süreci oyalama zemini haline getirmemelidir. Toplumun bu komisyondan beklentileri büyüktür ve bu beklentilerin karşılanması acildir” dedi.

Haber Merkezi / Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi (DEM Parti), “Barış ve Demokratik Toplum Buluşmaları” kapsamında Adana’da ‘halk buluşması’ düzenledi. Yaşar Kemal Kültür Merkezi’nde düzenlenen buluşmaya DEM Parti Eş Genel Başkan Tülay Hatimoğulları katıldı ve burada bir konuşma gerçekleştirdi. Tülay Hatimoğulları, şunları söyledi:

“Değerli Barış anneleri, değerli yoldaşlarım, mücadele arkadaşlarım; hepinizi sevgi ve saygıyla selamlıyorum. Toplantımıza hoş geldiniz. Ayrıca seçim bölgem olan Adana’da sizlerle, çalışma ve mücadele arkadaşlarımla böylesi tarihi öneme sahip bir konuyu hep birlikte konuşacağımız için çok mutluyum. Başta Kürt halkı olmak üzere özgürlük ve demokrasi mücadelesinde, halkların eşitlik mücadelesinde emek verenler tarih boyunca bu coğrafyada çok ağır bedeller ödedi. Bugün bu salondaki siz değerli halklarımız bu bedeli en çok ödeyen kesimlersiniz. Barış Anneleri, çocuğu katledilen, hapishanede olan, köyleri yakıldığı için Çukurova’ya göç etmek zorunda kalan Kürt aileler başta olmak üzere sizler gerçekten tarih boyunca çok ağır bedeller ödediniz. Yakın tarihte de bu bedelleri fazlasıyla ödediğinizin hepimiz farkındayız.

Barış Annelerine buradan sonsuz teşekkürlerimizi sunuyoruz. Hem verdikleri mücadele için hem ödenen bedel için hem de çocukları kargoyla kendilerine gönderildiği, çocuklarının mezar taşları parçalandığı, bazıları çocuklarının kemiklerine bile ulaşamadığı ve taziye bile kuramadıkları halde barış demekten vazgeçmedikleri için. Türk anneyle, asker annesiyle empati kurdukları için. Konuştukları her yerde “Ne bir gerilla annesi ne de bir asker annesi ağlasın. Yüreğimiz aynı şekilde dağlanıyor, aynı acıyı yüreğimizin en derininde hissediyoruz” dedikleri için. “Anaların gözyaşının rengi aynı” dedikleri için. Ve bugün eğer biz barışı konuşabiliyorsak, bugün İmralı’dan bu çağrı gerçekleştiyse; bunda bilelim ki analarımızın beyaz tülbentleriyle yıllardır verdikleri mücadelenin de çok büyük bir önemi var. Selam olsun bedel ödeyen analara!

1 Ekim’de bir süreç başladı Türkiye’de. Neredeyse bir seneyi geride bırakmak üzereyiz. 27 Şubat’ta Sayın Abdullah Öcalan’ın İmralı’dan gerçekleştirmiş olduğu Barış ve Demokratik Toplum Çağrısı özellikle tarihi bir öneme sahiptir. O gün heyetin içinde olan arkadaşlarımızdan biri bendim. Saatlerce süren görüşmemizde Sayın Öcalan, bu çağrının tarihi önemini, toplumla tamamıyla paylaşılmasının ve sahiplenilmesinin önemini özellikle vurguladı. Bu önemli tarihi anın bizzat tanığı olduğum için büyük bir onur duyuyorum.

Bu çağrının akabinde PKK, kongresini gerçekleştirdi ve fesih kararı aldı. Ardından 11 Temmuz’da Süleymaniye’de silah yakma töreni gerçekleşti. Türkiye’den çok sayıda aydın, yazar, gazeteci ve siyasetçi oradaydı. DEM Parti heyetiyle bizler de oradaydık. Önemli bir tarihi ana yine tanıklık ettik. Orada şu mesaj çok güçlü bir şekilde verildi. “Silahları yakarak yepyeni bir mücadelenin sayfasını açıyoruz. Burada bir şeyler bitiyor değil; tam tersine demokratik mücadelenin, yasal ve hukuki zeminde haklarımızın kabul edilmesi için vereceğimiz mücadelenin çok önemli bir dönemecidir” dediler. Hakikaten bu anlamlı bir yaklaşımdır.

Sayın Öcalan, Barış ve Demokratik Toplum Çağrısını neden yaptı? Demokratik siyasetin kapısı sonuna kadar açılsın diye yaptı. Kürt sorunu barışçıl ve demokratik yöntemlerle çözülsün diye yaptı. Bugüne kadar “Kürt yoktur, Kürtçe diye bir dil yoktur” diyenler hangi seviyeye geldiler? Kürt halkının dört parça Kürdistan’da, Rojava’da, Türkiye’de verdiği demokratik mücadele onları çok önemli bir seviyeye getirdi. Rojava’daki, Kobanî’deki direnişle artık Kürt halkı sadece Ortadoğu’da değil bütün dünyada direnişiyle bilinen bir halk olmuştur. Sayın Öcalan diyor ki bizler varlığımızı fiilen kabul ettirdik.

Şimdi sıra siyasi ve hukuki zeminde Kürt sorununun konuşulmasında. Bu tek başına yetmez, aynı zamanda Türkiye’nin topyekün bir demokratikleşme sürecine girmesi, Türkiye’nin demokratikleşmesi. Çünkü şunu çok iyi biliyoruz ki demokratik olmayan bir Türkiye’de Kürt de Arap da Laz da Ermeni de Çerkes de hiçbir halk da hakkını alamaz, hiçbir barış kalıcı olamaz. Geçici barış süreçleri olur ama bizim bu süreçteki temel derdimiz ve Sayın Öcalan’ın özellikle altını çizdiği temel nokta barışı kalıcılaştırmak. Bunun için de Türkiye’nin topyekün bir demokratikleşme sürecine girmesi şarttır diye bunun altını özellikle çizmiştir.

“Hep birlikte örgütlenirsek Türkiye’de demokrasinin kapılarını ardına kadar açmış oluruz”

Yine bu çağrı aynı zamanda Türkiye’nin emekçilerine, yoksullarına, işçilerine, çiftçisine, emeklisinedir. Bugün Türkiye’de 50 milyon insan açlık ve yoksulluk sınırının altında yaşıyorsa bilelim ki barışa işçinin, emekçinin, yoksulun herkesten çok ihtiyacı var; Kürt kadar ihtiyacı var. İşte bizler böyle bir uyanış ve bilinçle örgütlenirsek, yoksulun ve emekçinin barışa dört elle sahip çıkmasını hep birlikte başarırsak bilelim ki Türkiye’de demokrasinin kapılarını ardına kadar açmış olacağız. Biliyorsunuz, şimdi toplu iş sözleşmesi görüşmeleri var.

Düşünceleri ve ideolojileri farklı olan sağ-sol, muhafazakar, demokrat, sosyalist birçok sendika bir araya gelerek toplu iş sözleşmesinde iktidarın önerdiği ücret zammını reddetti. Şimdi mesele hakem kurulunda. Birkaç güne kadar verilecek zam netleşecek. Ama biz bu dönemde şunu gördük. Hangi kesimden olursa olsun kamu emekçileri tek yürek oldular, eylemlerde ve alanlarda beraberdiler. Adana’nın, Çukurova’nın sarı sıcağından toplu iş sözleşmesi sürecinde meydanları dolduran kamu emekçilerine selamlarımızı ve başarı dileklerimizi iletiyoruz.

Yine Sayın Öcalan’ın Barış ve Demokratik Toplum Çağrısının en önemli özneleri kadınlar. Kendisiyle yaptığımız görüşmede inanın ki neredeyse konuşmasının her anında mutlaka kadın özgürlüğüne vurguda bulunmuştur. Çünkü o şunu iyi biliyor; Türkiye’de ve Ortadoğu’da kadınlar çok ciddi bir şekilde eziliyor, ötekileştiriliyor. Erkek egemen aklın, kapitalist sistemin, otoriter rejimlerin kadınları nasıl ezdiğini o çok iyi analiz etmiş ve görmüştür. Savaşın ve çatışmaların en ağır bedelini kadınların ödediğini biliyor. Bizler bunu Adana’dan da dönüp baktığımızda en iyi bilenleriz. Ne yazık ki kadın cinayetlerinin en çok yaşandığı kentlerden biri burası. Kadınların en çok bedel ödediği kentlerden biri burası. Diyoruz ki barış ve demokratikleşme sürecinin biz kadınlar doğrudan öznesi olacağız. ‘Jin Jiyan Azadî’ şiarıyla mücadele etmeye, bu çağrıya destek olmaya devam edeceğiz.

“Ormanlar yandı, onlar izledi”

Biraz önce il örgütümüzdeydim. Havaların ne kadar sıcak olduğunu konuştuk. Evet, Türkiye yanıyor. Sadece iklim krizinden değil, aynı zamanda iktidarın uygulamış olduğu yanlış ekolojik politikalardan dolayı da yanıyor. Ormanlar yandı, onlar izledi. Maden ve inşaat şirketlerine peşkeş çekmek için bunun olmasına izin verildi. Bu sabotajlara bile isteye de göz yumulduğunu bilmeyen yoktur. Sayın Öcalan özellikle çağrısında şunu da ifade etti. Barışı ve demokratik toplumu inşa ederken kadın özgürlükçü, demokratik ve ekolojik bilinçle toplumsal bilincimizi yeniden şekillendirecek; doğamıza, havamıza, suyumuza hep beraber sahip çıkacağız. Bu çağrıyı buradan da okumak durumundayız.

Gençlerin örgütlü olmadığı, mücadelenin motor gücü olmadığı yerde mücadelenin çeşitli damarlarının tıkandığını çok iyi biliyoruz. Gençlik örgütü ne zaman güçlenirse, gençlik ne zaman bilinçli bir şekilde örgütlü mücadelesini yaşama geçirirse o zaman toplumun bütün damarlarının açıldığını biliyoruz. Ne yazık ki şu an başta ilimiz Adana olmak üzere birçok yerde, sistemin özellikle uyguladığı politikalarla gençler uyuşturucu çeteleri ve çeşitli suç örgütlerine karışır duruma gelmişler. Bununla etkin bir mücadele yürütmek demokratik toplumun olmazsa olmazıdır. Aynı zamanda Sayın Abdullah Öcalan’ın da çağrısı gençlere bu anlamıyla son derece önemlidir. “Sosyalizmde ısrar insan olmakta ısrardır”. Bunda ısrarcı olacak mıyız?

Özellikle yaptığımız halk toplantılarında ve diğer kesimlerle yaptığımız görüşmelerde ısrarla şunu ifade ettik. Bu süreç bir “al ver” süreci değil. Bir masanın etrafında toplanılmış, madde madde anlaşmaya varılmış bir süreç değil. Bu süreç bir mücadele sürecidir. O nedenle bütün siyasal ve toplumsal alanlara, bütün dinamiklere, bütün öznelere düşen en temel görev barışın sesini kendi kulvarlarımızdan kendi cümlelerimiz ve kendi özgünlüğümüzle yükseltmektir. Bize düşen en önemli görev, bu seslerin bileşkesinin güçlü bir biçimde bir toplumsal örgütlülüğe evrilmesini sağlamak ve kalıcı çözümler üretmektir. Bunun için, biz bu döneme örgütlenme, dönüştürme ve yepyeni bir inşa süreci ismini veriyoruz.

“Muhalefete yönelik operasyonların durması sürecin sağlıklı ilerlemesi için çok önemlidir”

Şunu çok iyi biliyoruz ki barış demokrasisiz, demokrasi barışsız olmaz. Önceki dönemlerde acısını bizlerin çokça çektiği kayyım zihniyeti, yerel yönetimlere gerçekleşen operasyonlar, seçilmişlere el çektirme, milletvekillerini tutuklama, dokunulmazlıklarını kaldırma… Biz DEM Parti olarak bunun acısını yüreğimizin derinliklerinde hisseden bir partiyiz. Biz bu baskılara karşı örgütlene örgütlene bugüne geldik. Yılmadık, boyun eğmedik, eyvallah etmedik. Mücadele ettik, dimdik ayakta kaldık, direndik. Şimdi benzer operasyonlar ana muhalefet partisinin belediyelerine yapılıyor. Adana’da Büyükşehir Belediye Başkanı Zeydan Karalar dahil olmak üzere iki ilçe belediye başkanı tutuklu. Türkiye genelinde çok sayıda tutuklu var.

DEM Parti olarak bu konudaki tutumumuzu apaçık ifade ettik her yerde. ‘Diyarbakır’da demokrasi, İstanbul’da baskıcı rejim olmaz’ dedik. O nedenle özellikle bu operasyonların bir an önce durması sürecin sağlıklı ilerlemesi için çok önemlidir. Bakın, bu operasyonlar bu süreci sabote etmektedir. Muhalefetin bu sürece adapte olmasının önünde engel teşkil etmektedir. Oysa ki bizim en temel yaklaşımımız barış toplumsallaşmalı, barış herkesçe kabul edilmelidir. Bu süreç siyasi partileri aşan bir süreçtir.

Türkiye’nin 100 yıllık sorununu çözmeye ramak kaldığımız bir süreçtir. O yüzden bu süreci herkesin; iktidarın, devletin ve muhalefetin bütün kanatlarının sahiplenmesi çok önemlidir. Bir kez daha diyoruz ki şayet bir yolsuzluk varsa Meclis’te bir komisyon oluşturulsun. Hangi partinin mensubu olduğuna bakılmaksızın bütün yerel yönetimler, belediyeler incelensin. Gerçekten bir yolsuzluk varsa açığa çıkarılsın. Ama bu bütün belediyeleri için yapılmalıdır. Fakat muhalefet belediyelerini tasfiye etmeye çalışmak Türkiye demokrasisine, Barış ve Demokratik Toplum Sürecine zarar vermektedir. Bundan derhal vazgeçilmelidir.

Meclis’teki komisyona henüz intikal etmesi gerekmeyen, şu anda istese iktidarın 5 dakikada çözebileceği kimi meseleler var. AYM kararlarının hayata geçirilmesi, Sevgili Can Atalay’ın serbest bırakılması, AİHM kararlarının hayata geçirilmesi. Osman Kavala’nın, Figen Yüksekdağ’ın, Selahattin Demirtaş’ın serbest bırakılması şarttır. Bilelim ki bu adımlar, sürecin ruhuna ve tarihsel önemine hizmet edecek adımlardır. Bu adımlar acilen atılmalıdır.

Bu komisyonun oluşturulduğu dönemde şuna dikkat çekmek istiyorum. Ortadoğu tam bir kaos içinde. Ortadoğu zaten hiçbir zaman durulmadı ama şimdi gittikçe daha çetrefilli bir hal alıyor. Şam yönetimi değiştikten sonra çetrefilli durum Suriye’de daha çok derinleşti. İsrail’in bölgede izlediği yayılmacı siyaset Suriye’nin kapılarına dayanmış durumda. Devletin bu adımı atmasının en temel sebebinin bu gelişmeler olduğunun hepimiz farkındayız. Filistin’de BM, Gazze için kıtlık ilan etti. İsrail’in Gazze’yi tamamen ele geçirmek için çok ciddi bir askeri hazırlığın içinde olduğunu biliyoruz. Bütün bu tabloyu gördüğümüz bir yerde şunu bilmeliyiz ki Türkiye’nin iç barışını kurmaya, demokrasisini inşa etmeye, hem iç barışını hem de demokrasisini tahkim etmeye her zamankinden daha çok ihtiyacı var.

Konjonktür, bölgesel gelişmeler bizleri buna zorlamaktadır. Mücadelemiz ve mücadelemizin geldiği aşama bunları zorlamaktadır. Kürt halkının talebi, Rojava’da oluşturulan özyönetimin geldiği nitelik ve güç; bütün bunlar acil bir çözümü, hep birlikte bizlere bu olanakları tanımıştır. O nedenle diyoruz ki komisyon, üstlendiği görev ve sorumluluğun farkına vararak somut adımların atılmasını zamana yaymamalı. Bunu sadece komisyon için söylemiyorum, hiç kimse ipe un sermemeli. Oluşan bu komisyondan toplumun beklentileri çok büyük.

Toplumun bu beklentilerinin karşılanması elzemdir, acildir. Mesela yaptığımız halk toplantılarında toplum şu soruları soruyor: Barış gerçekten olacak mı? İktidar samimi mi? Somut adımlar atılacak mı? Gerçekten sorun çözme odaklı mı kuruldu bu komisyon? Nasıl adımlar atılacak? Barış gerçekleşecek mi, kalıcı olacak mı? Kürtler ve ülkede yaşayan bütün farklı halklar ve inançlardan insanlar kendilerini demokratik bir zeminde eşit yurttaş olarak hissedecek mi?

Bu sorular çok önemli sorulardır. Bu sorular DEM Parti olarak bizim sorularımız değil; halkın, bizatihi toplumun, yurttaşın en temel soruları. Bu soruları yanıtlamak hepimize düşüyor. Böyle bir görev ve sorumluluğumuz var. Siyasetin ve devletin bütün mekanizmaları bu sorulara güçlü bir biçimde yanıt bulmak zorunda. Toplumun bu sorularının haklılık payı çok yüksek.

Mesela bir aydır Sayın Abdullah Öcalan ile hiçbir görüşme gerçekleşmedi. Oysa bizdeki beklenti neydi? Sayın Öcalan’la sistematik görüşme olacak, özgür yaşayacak, özgür çalışacak, koşulları oluşturulacak. Biz bunları hala bekliyoruz. Çukurova’nın sarı sıcağından Sayın Öcalan’a, İmralı’ya binlerce kez selam olsun! Sayın Öcalan’ın özgür çalışabileceği ve yaşayabileceği koşullar; aydın, yazar, gazeteci, sanatçı, hukukçu ve siyasetçi istediği bütün kesimlerle görüşmesinin olanakları bir an önce açılmalıdır.

Ayrıca komisyon zaman kaybetmeksizin Sayın Abdullah Öcalan’la bir görüşme gerçekleştirmelidir. Biliyorsunuz bu komisyonu Sayın Öcalan ısrarla önerdi. Görüşmelerin başladığı ilk andan itibaren parlamentoda bu komisyonun oluşmasının önemini vurguladı. Sayın Öcalan’la görüşmek neden önemli biliyor musunuz? Bu tarz süreçlerin başarıya ulaştığı bütün dünya deneyimlerinde başmüzakereci olarak ilan edilmiş kişiyle görüşmeler açık ve sarih bir biçimde gerçekleşmiştir. Bu sürecin başmüzakerecisi Sayın Öcalan ise Meclis komisyonunun zaman kaybetmeksizin acilen bu görüşmeyi gerçekleştirmesi ve kendisini dinlemesi çok önemlidir.

Şunu çok iyi biliyoruz ki PKK ve devlet arasındaki başmüzakereci, tek müzakereci kendisidir. Kendisiyle görüşülmemesi ya da görüşmenin aksatılması bu sürecin aksaması anlamına gelir ki bu da Türkiye halklarının asla isteyebileceği bir şey değildir. O nedenle bu görüşmeler derhal gerçekleşmelidir. Hatırlarsanız Sayın Bahçeli yaptığı ilk konuşmalarda, “Öcalan gelsin, Meclis’te konuşsun” demişti.

“İktidarıyla, devletiyle, muhalefetiyle bu süreçte ezber bozalım”

Bu komisyondan toplumun çok önemli beklentileri var. Demokratik entegrasyon yasalarının, özgürlük yasalarının, infaz yasasının gündeme alınması ve bir özel yasanın çıkarılması. Komisyon tarafından zaman kaybetmeksizin bu çalışmalar yürütülmeli. 1 Ekim’e çok az bir zaman kaldı. O vakte kadar bu hazırlıklarla ilgili yol alınmış olmasını çok önemsediğimizi belirtmek isterim. Komisyona önerimizdir; cesur olun, inisiyatif kullanın. Türkiye’nin bu barışa ihtiyacı var. Türkiye haklarının bu barışa ihtiyacı var. Burada hiç kimse basitçe seçim hesabı yapmaya kalkmasın. Burada hiç kimse dar manada parti çıkarına saplanıp kalmasın.

Bütün bunlar bu sürecin başarısız olmasının önünü açar. DEM Parti olarak bir kez daha çağrımızı buradan yineliyoruz: İktidarıyla, devletiyle, muhalefetiyle bu süreçte ezber bozalım. Bu süreçte hepimiz cesur olalım. Bu süreçte hepimiz tabanımızı barışa ikna edelim ve barışı gerçekten tesis edelim. Zira barış dışında hiçbir ama hiçbir çıkar yolumuz yok. Barışı biz bu topraklarda kuracağız. Barışı kuracağımıza olan inancımız sonsuzdur. Mücadeleye olan inancımızdan dolayı buna inanıyoruz. Kendi gücümüze, toplumun ferasetine olan inancımızdan dolayı buna inanıyoruz. Komisyonun bütün bu algılarla hareket etmesini önemli bulduğumuzun altını çizmek istiyorum.

Bir eleştiriyi de sunmak isterim. Komisyonda biliyorsunuz Cumartesi Anneleri ve Barış Anneleri dinlendi. Barış Annelerinin Kürtçe konuşmasına bu komisyon izin vermedi. Düşünün ki Kürt sorununun demokratik ve barışçıl çözümü için bir komisyon oluşuyor ama bu komisyonda bir tercüman bulundurmuyorlar ve anneleri kendi anadilleriyle dinlemiyorlar. Anneleri Türkçe konuşmaya zorluyorlar. Bu kabul edilebilir bir şey değildir. Bu bir iyi niyet göstergesi sayılamaz. Bu yanlıştan bu komisyon derhal dönmelidir.

Bakın, barış herkes için fayda sağlar. Barışın kimseye zararı olmaz. Bir hayal kurun ki herkes kendi anadiliyle konuşabiliyor özgürce, engellenmiyor ve anadiliyle eğitim görebiliyor. Bir hayal kurun ki Alevi, Hıristiyan bu ülkede özgürce kendi inancını yaşayabiliyor. Bir hayal kurun ki bir kadın başörtüsüyle de mini eteğiyle de şortuyla da özgürce gezebiliyor. Bir hayal kurun ki gençler çetelerin eline düşmüyor; bilimle, sanatla, siyasetle uğraşıyor. Bir toplum hayal edin ki taşına, toprağına, suyuna sahip çıkıyor, bir çöp dahi yere atmıyor. Bir toplum hayal edin ki cezaevlerinde bu kadar doluluk oranı yok.

Ne adli tutukluların ne de siyasi tutukluların bu kadar yüksek olmayacağı, hele siyasi tutukluların hiç olmayacağı bir ülke hayal edin. İşte barışın hayali bu. Bundan kimin ne zararı var? Biz bunu pekala inşa edebiliriz. Bunu inşa edebilmek için çok çalışmaya ihtiyacımız var. Özellikle DEM Parti kitlesine altını çizerek belirtmek isterim: Nasılsa Ankara’da ve İmralı’da çeşitli görüşmeler var. Bu süreci izleyelim ve bakalım da ne olacak demeyelim. Biz bu toplantıları ne kadar artırırsak, bu görüşleri ve düşünceleri toplumun bütün farklı kesimlerine ne kadar fazla taşıyabilirsek; işçi, emekçi, kadın, genç her kesimden insanın, Alevinin ve Hıristiyanın bu süreci sahiplenmesini ne kadar sağlarsak bir sonuca varabileceğiz.

Bakın bir Barış Annesi şöyle ifade etmiş: ‘Kızımın mezarına giderken yüreğimde o kadar büyük bir acı vardı ki benim için hayat durmuştu. Bir daha hiçbir şey yapamayacağımı zannediyordum ama öyle olmadı. Böyle yaparsam daha çok genci kaybedeceğiz dedim. Bunun için başımdaki beyaz tülbentimle ve kızımdan kalan mendilimle 20 yıldır barış mücadelesi yürütüyorum’.

Bu dönem yepyeni bir değişim ve dönüşüm dönemi. Fikrimizle, zikrimizle ve çalışmalarımızla atak yapmamız gereken bir dönem. Onun için şu ana şiardan asla ayrılmadan mücadele edeceğiz: “Savaş değil barış. Çatışma değil müzakere ve diyalog. Baskı değil demokrasi, hak, hukuk, adalet. Otorite değil özgürlük. İstibdat değil hürriyet”. Biz bu fikirlere sıkı sıkıya bağlanarak bu mücadeleyi sonuna kadar devam ettireceğiz. Çukurova’nın sarı sıcağını, pamuk ırgatını ve köylüsünü, İnce Memed’i en derinden nakış gibi işleyen Sevgili Yaşar Kemal’in şu sözüyle sözlerimi tamamlamak isterim: ‘Dünya binlerce çiçekli bir kültür bahçesi. Her çiçeğin kokusu ve rengi farklıdır’.

İşte halklar böyle bir bahçedir. Bunun en güzel Adana’dır. Bunun en güzel Akkapı’dır, Gülbahçe’dir. Kürtçe, Türkçe, Arapça birbirine karışır. İşte halkların kardeşliğini büyütmek, bunu gerçekten bir yönetim sistemine dönüştürmeyi başarmak, vereceğimiz emekle ve yürüteceğimiz mücadeleyle mümkündür. Farklılıklarımız zenginliğimizdir. Bunu hiçbir zaman unutmayalım. Farklılıklar bizleri ayrıştırmaz, zenginleştirir. Mutlaka ama mutlaka barış kazanacak. Mutlaka ama mutlaka demokratik toplumu ve demokratik cumhuriyeti hep beraber inşa edeceğiz. Hepinizi saygı ve sevgiyle selamlıyorum. Serkeftin. “

Paylaşın

Bakırhan’dan “Alevi” Çıkışı: Ayrımcı Politikalardan Vazgeçmeli

Ayrımcı politikaların son bulması için Alevi inanışına sahip olanlarla omuz omuza mücadele edeceklerini belirten DEM Parti Eş Genel Başkanı Tuncer Bakırhan, “Türkiye başta Aleviler olmak üzere ayrımcı politikalardan vazgeçmelidir” dedi.

Nevşehir’in Hacıbektaş ilçesinde düzenlenen 62. Ulusal, 36. Uluslararası Hacı Bektaş Veli Anma Törenleri ve Kültür Sanat Etkinlikleri bugün başladı. Etkinlikler, 17 ve 18 Ağustos tarihlerinde de devam edecek.

Etkinliğe, CHP Genel Başkanı Özgür Özel, DEM Parti Eş Genel Başkanı Tuncer Bakırhan, İstanbul Büyükşehir Belediyesi Başkan Vekili Nuri Aslan, Adana Büyükşehir Belediyesi Başkan Vekili Güngör Geçer, Kırşehir Belediye Başkanı Selahattin Ekicioğlu, eski CHP Genel Başkanı Hikmet Çetin ile sanatçı Zülfü Livaneli katıldı.

Etkinlikte konuşan DEM Parti Eş Genel Başkanı Tuncer Bakırhan, şunları söyledi: “CHP’nin sayın genel başkanı, siyasi partilerin çok değerli temsilcileri, Alevi Bektaşi derneklerinin yöneticileri, sevgili canlar hepiniz hoş geldiniz. Hepinizi saygıyla, hürmetle selamlıyorum. Bugün burada Hünkar’ın huzurundayız. İnsanlığı aydınlatan o kutsal çınarın altındayız. “İnsan insana köprü olmalıdır” diyen ses için toplandık.

Bu ses 700 yıldır bu topraklarda yankılanıyor. Bu çağrı bir dönemin değil tüm insanlığın ortak sesidir. Hünkar’ın yolu bizim yolumuz, nefesi bizim nefesimizdir. Bir Alevi deyişidir: ‘Her ne arar isen kendinde ara’. Biz hakikati bu topraklarda, Hünkar’ın topraklarında arıyoruz. İyi ki varsınız, iyi ki bir aradayız. Emin olun ki bir arada, birlikte olabilirsek demokratik ve aydınlık bir Türkiye’ye ulaşacağımız günler çok uzak değil.

Sevgili canlar, kıymetli yarenler; Kerbela’dan bugüne demokrasi mücadelesinin her döneminde, barışın kurulmasında, kardeşliğin büyümesinde, adaletin egemen kılınmasında Aleviler lokomotif güç oldular. Aleviler direndiler, mücadele ettiler; inançlarını koruyarak demokrasiye büyük güç verdiler. Canlar; kimliği inkar edilen bir kardeşiniz olarak, inancın inkar edilmesinin ne anlama geldiğini çok iyi biliyorum.

Yakın tarihe kadar insanlar kimliğini, inancını gizleyerek yaşadı ama o korku zincirini hep birlikte mücadele ederek kırdık. Birlikte haykırdık ve bugünlere geldik. Bütün halkların ve inançların eşit olacağı bir Türkiye için aynı acıya ortak olduk, aynı yola revan olduk. Türkiye’nin yeni yüzyılında artık bu toprakların özgür ve eşit yurttaşları olmak istiyoruz. Bunu hep birlikte başaracağımıza inanıyorum.

Bugün Alevi canların üzerinde büyük oyunlar oynanıyor, asimilasyon tuzakları kuruluyor. Bu sistem sizin iradenizi yok saymaya çalışıyor. Kendi inanç önderlerinizin yerine devletin belirlediği sınırları sizlere dayatıyor. Alevilere rağmen yürütülen bu faaliyetlere artık son verilmelidir. Hak teslimi, hak sahiplerinin özne olduğu bir süreçle olur. Sizin sözünüz, sizin iradeniz esas olmalıdır. Atamalarda dışlanıyorsunuz, kamuda görev alamıyorsunuz. Kamunun kapıları sizlere kapanıyor, sözlü sınavlarda eleniyorsunuz.

Zulüm ve ayrımcılık sizler için hala devam ediyor. Biz bu zulmün devam etmeyeceğini, etmemesi gerektiğini burada Hünkar’ın huzurundan haykırıyoruz. Bu sorunların çözümü artık ertelenemez. Türkiye başta Alevilere yönelik olmak üzere ayrımcı politikalardan vazgeçmelidir. Ayrımcı politikaların son bulması için de Alevi canlarla birlikte yaşamın her alanında omuz omuza mücadele edeceğiz.

“Alevilere yeni Kerbelalar yaşatılmasına asla izin vermeyeceğiz”

Bugün Aleviler Ortadoğu’nun birçok yerinde katliama uğruyor. Suriye’de Alevi kardeşlerimiz bir kıyıma maruz kaldı. Dönemin yezitleri, selefi çeteleri, IŞİD kalıntıları, El Kaide uzantıları tarafından gün yok ki Aleviler katledilmesin. Lazkiye’de, Hama’da, Humus’ta, Tartus’ta Alevi köyleri yakıldı ve Aleviler katledildi. Alevi kadınlar kaçırıldı, çocuklar öksüz bırakıldı. Onlar bizim kardeşlerimizdir.

Bu kıyıma sessiz kalmayacağımızı, Suriye’de yaşayan Kürtlerin de bu kıyımın karşısında sessiz kalmayacağını bir kez daha huzurlarınızda seslendirmek istiyorum. Alevilere yeni Kerbelalar yaşatılmasına asla izin vermeyeceğiz. Yezitlere karşı dün olduğu gibi bugün de var gücümüzle mücadele edeceğiz.

Barış gerçek bir yüzleşme olmadan kurulamaz. Koçgiri’den Dersim’e, Maraş’tan Sivas’a, Çorum’dan Gazi’ye kadar bu katliamların hesabı sorulmalı ve failler yargılanmalıdır. Acılar tanınmalı, hakikatle yüzleşilmelidir. Bakın, Hünkar’ın kucağında aslan ile ceylan bir arada birlikte duruyor. Bu resim bir mucizeyi anlatmaz; bir terbiyeyi, bir hakikati anlatır. Aslan, gücün ve kudretin sembolüdür. Ceylan ise kırılganlığın ve zarafetin sembolüdür. Doğanın kanununda asla bir araya gelmeyecek iki zıt kutup Hünkar’ın kucağında duruyor.

Hünkar’ın kucağında ikisi de sükunet bulur. Bu; güç ile haklılığın, kudret ile rızalığın, devlet ile toplumun, kimlik ile yurttaşlığın barış içinde buluşabileceğinin işaretidir. Sadece bir tasvir değil, Hünkar’ın bize sunduğu büyük bir barış manifestosudur. Aslanın pençesini unuttuğu, ceylanın korkusunu yendiği o kucak aslında bizlere devletin, toplumun, dünyanın nasıl olması gerektiğini açıklar. Bu sembolün olduğu yerde bugün barışı konuşuyoruz, mücadele ediyoruz.

Meclis’te bir komisyon kuruldu. Meclis’te kurulan o komisyonda her bir üye Hünkar’a bakarak sözünü kurmalı. Hünkar’a bakan barışı görür. Hünkar’a bakan adalete uygun konuşur. Vicdanlı ve kapsayıcı olur, inkarcı olmaz. Hünkar’ın gönüllere rehber olduğu bir süreç hepimizin teminatıdır. Hünkar’ın huzurunda buradan açıkça bir kez daha sesleniyorum: Kürt’e masa, Kürt’e demokrasi ama Alevi’yi görmezden gelen bir süreci asla kabul etmeyiz.

Bir masa kurulmuşsa onun diğer ayağı da Aleviler ve emekçilerdir. O masada bir hak elde edilecekse Kürt’ün elde ettiği kadar Aleviler de emekçiler de hak kazanacaktır. Sadece Kürtler için bir süreci kabul etmeyeceğimizi 40 yıldır yürüttüğümüz demokratik mücadeleden çok iyi bilirsiniz. Diyarbakır da özgür olacak, Nevşehir de özgür olacak, Hacıbektaş da özgür olacak. Mardin de Sivas da eşit olacak.

“Aleviler geleceğin teminatıdır, onların iradesini yok saymak yarınları yok saymaktır”

Değerli Alevi canlar; siz yıllardır dile getiriyorsunuz, biz bir kez daha huzurlarınızda yineleyelim. Yineleyelim ki duymayan kulaklar duysun. Aleviler eşit yurttaş olmalı, cemevleri yasal statü kazanmalı, zorunlu din dersleri kaldırılmalı, inanç özgürlüğü yasal güvenceye alınmalı, ayrımcılığa son verilmeli.

Biz DEM Parti olarak diyoruz ki Aleviler ortak geleceğimizin teminatıdır. Onların iradesini yok saymak, bugünü ve yarınlarımızı yok saymaktır. Hiçbir milletin, hiçbir insanın, hiçbir inancın ayıplanmadığı bir Türkiye için gece gündüz hep birlikte çalışacağız. Bu kararlılık ve inançla Hünkar’ın huzurunda son sözlerimi söylemek istiyorum. Bu topraklarda barışı mutlaka kuracağız, kardeşliği büyüteceğiz, adaleti mutlaka ama mutlaka bir gün egemen kılacağız.

Cezaevlerinde seçilmişlerin, siyasi tutsakların olmadığı demokratik bir hukuk düzenini kuracağımıza olan inançla mücadele edeceğiz. Gönülden gönüle köprüler kurarak yolumuza devam edeceğiz. ‘Sen seni bilirsen yüzün Hüda’dır, sen seni bilmezsen Hak senden cüdadır’. Bu sözü rehber edinip 72 millete aynı nazardan bakılan bir ülkeyi kuracağız. Hünkar’ın huzurunda sevgiyle hürmetlerimi sunuyorum. Hizmetleriniz kabul, dualarınız makbul olsun. Barış ve kardeşlik daim olsun. Aşk ile.”

Paylaşın

1302 Kanun Teklifi Gündeme Alınmadı: Meclis İşlevsizleştirildi

Son iki senede CHP’nin 774, DEM Parti’nin 331, İYİ Parti’nin 114, Yeniden Refah Partisi’nin ve Yeni Yol Grubu’nun ise 83 yasa teklifinin tek bir tanesi bile TBMM gündemine alınmadı.

Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) Mersin Milletvekili Gülcan Kış, Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde (TBMM) muhalefet partilerim kanun tekliflerinin yok sayıldığını söyledi.

TBMM Genel Sekreterliği’nden alınan verileri paylaşan Kış, “Son iki senede CHP 774, DEM Parti 331, İYİ Parti 114, Saadet-Yeniden Refah Grubu ise 83 yasa teklifi sundu. Toplamı 1.302 kanun teklifi. Bu tekliflerden tek bir tanesi bile gündeme alınmadı.” dedi.

Gülcan Kış, Meclis’te 16 partinin temsil edildiğini belirterek “Ancak karar alma süreçleri Saray’dan yürütülüyor” ifadelerini kullandı. Gülcan Kış, ardından da şunları ekledi:

“Meclis’teki muhalefet partileri olarak geçim derdi, barınma sorunu, adalet arayışı için mücadele ettik. Asgari ücretin artırılması, emekli maaşlarının insanca seviyeye çıkarılması, öğrencilere barınma ve burs desteği, işçilere sosyal güvence, gençlere istihdam…

Bu teklifler halk için hazırlandı ama Saray halktan yana hiçbir adıma izin vermedi. Erdoğan halkın taleplerini yok sayarak Meclis’i devre dışı bıraktı. Muhalefetin sözü susturuldu, Meclis işlevsizleştirildi. Bu bir yetki devri değil; doğrudan halk iradesinin gasp edilmesidir.”

Paylaşın

DEM Parti’den “Orman Yangınları” Açıklaması: Sorumlusu AKP

Orman yangınlarına ilişkin açıklama yapan DEM Partili Gülistan Kılıç Koçyiğit, “Halk hep beraber ağlarken, halkın yüreği kavrulurken; ne yazık ki bu ülkenin iktidarı süreci seyretmekle, ya Cumhurbaşkanı Başdanışmanı gibi sosyal medya hesabından dua etmekle ya da olaya kayıtsız kalıp aslında hiçbir şey olmamış gibi kafasını kuma gömmekle meşgul” dedi.

Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi (DEM Parti) Grup Başkanvekili Gülistan Kılıç Koçyiğit, Meclis’te düzenlediği basın toplantısında güncel gelişmeleri değerlendirdi. Özellikle orman yangınları ve ihmallere dikkat çeken Koçyiğit, şunları söyledi:

“Ülkenin dört bir yanında başlayan ve gün geçtikçe de yayılan orman yangınlarıyla ilgili açıklama yapacağız. Bununla ilgili partimizin görüş ve düşüncelerini sizlerle paylaşacağız. Sadece ülke değil, gerçek anlamda yüreğimiz de yanıyor; geleceğimiz, toprağımız yanıyor. Bununla beraber milyonlarca canlı da yanıp kül oluyor. Her yangının içimizi dağladığını, her yangında bu ülkede milyonlarca insanın sessiz gözyaşları döktüğünü de biliyoruz. Halk hep beraber ağlarken, halkın yüreği kavrulurken; ne yazık ki bu ülkenin iktidarı süreci seyretmekle, ya Cumhurbaşkanı Başdanışmanı gibi sosyal medya hesabından dua etmekle ya da olaya kayıtsız kalıp aslında hiçbir şey olmamış gibi kafasını kuma gömmekle meşgul.

“Bu yangınların en büyük sorumlusu önlem almayan AKP hükümetidir”

Yıllardır iklim krizinin artan etkilerinden bahsediyoruz. Bu konuda iktidar ve hükümete çağrı yapıyoruz ama ne yazık ki bütün bu çağrılarımızı duymayan, görmezden gelen bir akılla karşı karşıyayız. Ormanlar yanıyor, insanlar yaşamını yitiriyor, börtü böcek yok oluyor. Binlerce insan tahliye adı altında yaşam alanlarından bir nevi sürülüyor, başka bir yere gitmek zorunda bırakılıyor. Ülkenin milyonlarca liralık kaynağı yanıp kül oluyor. Bütün bunlara kader dememizi ve doğal karşılaşmamızı bekleyen bir anlayış, doğru dürüst bir açıklama yapmadan bunları normalleştirmeye çalışıyor. Öncelikle bir kez daha söyleyelim: Bu yangınların sorumluluğunu sadece iklim krizine ve artan hava sıcaklığına yüklemek en büyük haksızlıklardan biridir.

Bu yangınların en büyük sorumlusu önlem almayan AKP hükümetidir, önlem almayan kurumlardır ve bakanlığın bizzat kendisidir. Dün Bursa’da bir su tankerinin devrilmesi sonucu yaşamını yitiren 3 işçiyi, daha önce Seyitgazi’de yaşamını yitiren 5 AKUT gönüllüsünü ve 5 orman işçisini ve geçen yıl Diyarbakır’da meydana gelen yangınlarda yaşamını yitiren 15 insanımızı rahmetle anıyorum. Kendilerine Allah’tan rahmet, yakınlarına başsağlığı ve sabır diliyorum. Halklarımızın başı sağ olsun.

Bu ölümleri başsağlığı dileyerek geçiştirmeyi de kabul etmiyoruz, vicdanımız bunu kabul etmiyor. Bunlar kader değil önlenebilecek ölümlerdir. Ama Türkiye’de ne yazık ki bunlar önlenemediği için, insan yaşamı sudan ucuz olduğu için her gün yeni ölümlerle karşı karşıya kalıyoruz. Bir hafta önce ameliyat olmasına rağmen yangın söndürmeye gönderilen ve bu sırada kalp krizi geçiren işçiden de bahsetmek istiyorum. Bir hafta önce ameliyat olan işçinin dinlenmesi gerekirken orman alanlarına gönderilmesi sağlık ve yaşam hakkının göz göre göre hiçe sayılmasıdır. Bütün bunlara dönüp bakanın olmadığını görüyoruz.

Sadece orman yangınları başladığında değil, geçtiğimiz bütün kış boyunca orman yangınlarına ve gelecek tehlikeye dikkat çekmeye çalıştık. Dilimiz döndüğünce önlem alınması gerektiğini ifade ettik, bu önlemleri de sıraladık. Yangın söndürme uçaklarının sayısının artırılması, her türlü ekipmanın yenilenmesi, özellikle de elektrik nakil hatlarının ve trafoların yenilenmesi ve bakımlarının yapılması gerektiğini ifade ettik. Bu konuda hızlı bir şekilde yol alınması gerektiğini ifade ettik.

Ancak ne yazık ki Türkiye’de her şeyi özelleştiren iktidar ve özele devrettikten sonra sırtını dönüp bakan anlayış, bugün hem yangınların çıkmasının hem de bu yangınların yayılmasının ve can kayıplarının birinci derecede sorumlusudur. Sadece biz yapmadık bu uyarıları, aynı zamanda ilgili kurumlar ve uzmanlar da birçok çağrı yaptı. Bu konuda alınması önemleri tek tek sıraladılar. Ne yazık ki onların da sesi duyulmadı, onların da yaptığı çağrılara hiç kimse kulak vermedi.

Sadece birkaç ille, bir bölgeyle sınırlı bir yangından bahsetmiyoruz. Bu yıl 18 ili kapsayan devasa bir yangından bahsediyoruz. Neredeyse ülkenin en büyük orman habitatları yok olmakla yüz yüze kalmış. Devasa ormanlar günlerce yanıyor. Geçmişte 24 saatte kontrol alınan yangınlar, şimdi günlerce devam ediyor ve kontrol altına alınamıyor. Eş zamanlı çıkan yangınlar işgücü ve ekipmanların bölünmesine neden oluyor ve bu da müdahaleyi zorlaştıran bir etken. Sadece İletişim Başkanlığının verilerine bakacak olursak; 1 Ocak- 6 Temmuz arasında 1351’i ormanlık alan ve 1830’u orman dışı alan olmak üzere toplam 3181 yangın çıktı. Sadece Haziran ve Temmuz 2025’te, yani bir aylık süreçte en az 650 yangın çıktı.

Bu yangınlar binlerce hektar alana tekabül ediyor. 23-24 Temmuz arasında, yani 2 günde 10 bin hektar alan yanmış. Bu 2-3 günde yanan orman alanı en az 15 bin futbol sahasına tekabül ediyor. Bu anlamıyla, burada devasa bir felaketle karşı karşıya olduğumuz ortada. Sıradan bir yangından bahsetmediğimizin, önümüzdeki onlarca yılı etkileyecek devasa bir felaketle karşı karşıya olduğumuzun altını çizmek gerekiyor. Bu yangınlar sadece can kayıplarına, orman örtüsünün yok olmasına, işçilerin yaşamlarını mal olmuyor; aynı zamanda büyük ekonomik kayıplara da neden oluyor. Sadece tek bir ilde yangın söndürme maliyeti, uçak ve helikopter gibi belli başlı kalemlerde bile en az 2-3 milyon arasında.

Sadece bir örnek vereceğim. Ezine’de 4 saatlik yangın söndürme müdahalesi 2 milyon 796 bin lira. Bu ne demek? Aslında zamanında önlem almayanların hem can kayıplarıyla hem ekonomik kayıplarla hem de orman örtüsü kayıplarıyla ülkeyi mahvettiğinin en açık göstergelerinden biri. Sadece Hatay’daki yangınlarda iki günde 1680 kişi, Bursa’da 1765 kişi -ki bu rakamları sürekli güncellemek gerekiyor- tahliye edilmek zorunda kalmış. Yani aslında yaz başından beri on binlerce insanın kendi yaşam alanlarını, evlerini ve yurtlarını terk etmek zorunda kaldıklarını görüyoruz. Bunu hafifsemek, sıradanlaştırmak ve görmezden gelmek asla ama asla kabul edilebilir bir durum değildir.

Yine artan küresel ısınma ve iklim kriziyle beraber geçmiş yıllara göre de orman yangınlarının sayı ve oran olarak arttığını görüyoruz. 2025’in ilk 6 ayında çıkan yangınlar 2024’te çıkan yangın sayısının 3,4 katına tekabül ediyor. Yanan alan miktarı ise tam 25 kat artmış durumda. Son 2 günde 10 bin hektar alanın yanması geçmiş yıllara göre ne kadar büyük bir felaketle karşı karşıya olduğumuzu da gösteriyor. Bu hem ülke ortalamasının geçmiş yıllara göre üstünde bir oran hem de dünya ortalamasının üstünde. Burada en temel sorun tedbirsizlik, önlem almamaktır.

Özellikle elektriğin özelleştirilmesiyle beraber özel şirketlerin bakım onarımı bir maliyet olarak görüp kaçınması, ekipman ve insan gücü eksikliği de en temel sorunlardan. Orman Genel Müdürlüğünün 80 bin olması gereken personel sayısı bugün yarısı kadar, yani 40 bin civarında. Bu kabul edilebilir bir durum değil. Yine yangın söndürme için kadro sayısı normalde 25 bin olmalıyken, sadece 12 bin personel var ve bunların çoğunun kayıtlı olmadığını görüyoruz. Maliye personel almayın diyor, kemer sıkma politikası uyguluyor.

Ama bu kemer sıkma politikası şu ana kadar 14 insanın yaşamına mal oldu, bu yıl yaşanan yangınlarda milyonlarca doların kaybedilmesine neden oldu. En önemlisi de orman habitatının yok olmasına neden oldu. Umarım Maliye Bakanlığı bugüne kadar yaptığı bu yanlış uygulamayı gözden geçirir. Orman işçisi almanın bir maliyet olmadığını, orman işçisinden tasarrufun bütün geleceğimizi yok edecek bir uygulama olduğunu görür. Buna göre göre bir yaklaşımı ortaya koyar diye umuyoruz.

“İHA-SİHA teknolojisini niye yangınlarla mücadelede kullanmıyorsunuz?”

Bakanın geçen yılki bütçe konuşmasını hatırlayalım. Her şey güllük gülistanlıktı, teknik rakamları sıraladı bize. “Yangınlarda ilk müdahale süresini 11 dakikaya düşürdük” dedi. ‘İHA kullanımında Avrupa’da birinciyiz’ dedi. “Yangın havuzları yaptık, arazöz helikopter sayımız arttı” dedi. Söyledi de söyledi. Günün sonunda ülke yangınlarla baş başa kaldığında, iki gündür Bursa’da olduğu gibi, gece görüşlü helikopter olmadığı için yangına müdahale edilemediğini gördük. Gönüllülerin ve canı pahasına evini korumak isteyen insanların yangının kent merkezine ulaşmasını engellediğini, yeterli arazöz ve personel olmadığını, erken uyarı sistemlerinin işlemediğini, yerel yönetimlerle ortalama bir koordinasyonun bile sağlanmadığını, yerel yönetim ve yerel halkın sürecin paydaşı kılınmadığını gördük.

Orman köylüsünün her geçen gün tasfiye edildiğini ve yaşam alanlarından sürüldüğünü, bu nedenle de geleneksel bilgi birikimi ve yangınları erken görme ve bildirme gibi meselelerin de ortadan kalktığını tek tek görüyoruz. Ama bütün bunlara rağmen Orman Bakanı çıkıp muazzam bir açıklama yaptı. ‘En iyi, hiç maliyetsiz yangın söndürme yolu bu yangının çıkmamasını sağlamaktır’ dedi. Gerçekten hayret, inanılmaz bir şey! Ülke yanıyor ve yarısı kavrulmuş küle dönmüş halde, Orman Bakanı ise en iyi yangın söndürme yolunun yangının çıkmasını engellemek olduğunu söylüyor. O zaman soruyoruz: Niye engellemiyorsunuz? Niye bu ülkedeki İHA-SİHA teknolojisini, erken uyarı sistemini gerçek anlamda orman yangınlarını engellemek için kullanmıyorsunuz? Ama bütün bu sorularımızın da havada kaldığını biliyoruz.

Bu çıkan yasaların sermaye lehine olduğunun, en önemlisi de mevcut mevzuatı sermayenin ve maden şirketlerinin lehine esnetmek için çıkarılan ticari yasalar olduğunun altını çizmek istiyoruz. Onun için buradan bir kez daha şunu ifade etmek gerekiyor: AKP’nin en büyük düşmanlığı doğaya karşıdır, halka karşıdır. Çok açık ve net. Bugün bu ülkede bu kadar çok orman yangını çıkıyorsa, bütün yeşil alanlar imara açılıyorsa, kıyı hattı orada yaşayan halka değil de bazı turizm şirketlerine peşkeş çekiliyorsa, KHK’lerle bu ülkenin bütün zenginlikleri üç beş sermaye şirketine veriliyorsa; bunun sorumlusu sermayeden yana olan iktidarın bizzat kendisidir.

Bu anlamıyla, doğayı korumaya, halkları korumaya, yaşamı korumaya devam edeceğiz. Bir taraftan yangınları konuşuyoruz, bir taraftan da sellerle boğuşuyoruz. İklim krizi tam da böyle bir şey. Öngörülemeyen büyük fırtınalar, büyük yangınlar, büyük sel felaketleri; bunlar tam da içinde bulunduğumuz iklim krizinin sonuçlarını tarif ediyor. Geçmiş yıllarda da dünya kadar sel oldu. Dere yataklarının ıslah edilmesi gerektiğini, dere yataklarının imara açılmaması gerektiğini söylemiştik. İmar planlarının kentin dokusunu ve risk alanlarını gözeterek uzmanlarla birlikte yapılması gerektiğini söylemiştik. Ancak hiçbirini dikkate almadılar, almamaya da devam ediyorlar.

Vekili olduğum Kars’ın Kağızman ilçesinde yağış sonucu sel etkili oldu. 8 köyümüz çok ciddi tahribat yaşadı, evler ve hayvan barınakları çok ciddi zarar gördü. Tek tesellimiz can kaybının olmaması. Fakat artık bu can kayıplarını olmamasının ötesinde, yitip giden diğer canlıların da hesaba katılması gerekiyor. Duranlar, Keşkıran, Yağlıca, Kuruyayla ve Güngendi başta olmak üzere 8 köy zarar gördü. Bu zararı gidermek için yine köylünün seferber olduğunu, köylünün yardımlaşma ve dayanışmayla süreci aşmaya çalıştığını görüyoruz.

Yine AFAD yok, yine devlet yok. Büyük bir devletsizlik kriziyle karşı karşıyayız. Yetkili kurumlar kafasını kuma gömüyor, neredeyse ilk anda görünüyor ama sonrasını takip eden yok. Zarar ziyanı tazmin eden yok. Köylünün, halkın yanında olmak yok. Sadece ve sadece sosyal medyada dua ederek süreci kurtarmaya çalışan bir akılla karşı karşıyayız. Oysaki devletin sorumluluğu önlem almaktır, duayı halkımız zaten ediyor. Yetkili kurumları dua etmeye değil icracı olmaya, görevlerinin gereklerini yerine getirmeye çağırıyoruz.

Bütün bunları ne için yaşıyoruz? Bütün bunların temelinde, kapitalist modernitenin doğayı bir sömürü aracı olarak görme zihniyetinin yattığını görüyoruz. Azami kar peşinde koşan şirketler ve iktidarlar doğayı geri dönüşü olmayan yıkımlarla baş başa bırakıyor. Kapitalizmin doğaya tahakkümü ve saldırısı, kaynakları sonuna kadar sömürme isteği ekosistemde büyük tahribatlara neden oluyor. Bunların sonucunda da buzulların erimesinden canlı popülasyonlarının azalmasına, türlerin yok olmasından sulama düzenlerinin değişmesine ve kuraklığa, canlıların barınma ve beslenme sorunlarından zorunlu göçlere kadar büyük bir küresel krizle karşı karşıya kalıyoruz.

DEM Parti olarak ekolojik ve demokratik paradigmamızla, insanı doğanın efendisi değil bir parçası olarak görüyoruz; ormanın, suyun, doğanın ticarileştirilmesine ve piyasalaştırılmasına karşı, büyük küresel enerji politikalarına karşı mücadele etmeyi temel bir ilke olarak benimsiyoruz. Mücadelemiz iktidarın ve kapitalist modernitenin doğayı, doğal varlıkları ve yaşamı metalaştırarak sömürmesine ve yaşam alanlarını yok etmesine karşı doğanın, insanın, hayvanların ve tüm canlıların yaşam hakkını korumayı esas alıyor.

Bizler özgürlükçü yerel yönetim anlayışımızla, yaşam alanlarının ve doğal varlıkların korunması için halkın söz ve karar sahibi olması gerektiğini düşünüyoruz. Yerel halkı, yerel yönetimi hiçe sayan ve her şeyi Ankara’dan planlamaya çalışan, her şeyi merkezileştirmeye çalışan akıl bugün ülkenin dört bir yanının yanması ve yanan yangınların söndürülmemesi gerçeğiyle bizleri yüz yüze bırakıyor. Bu akla karşı da demokratik, eşitlikçi, özgürlükçü, doğayı esas alan, doğayı koruyan, yaşam hakkını her bir canlı için koruyan bir anlayışın hızlı bir şekilde yayılması gerekiyor.

Burada topluma büyük bir sorumluluk düşüyor. Toplum güç olursa ve örgütlenirse, yaşamını ve doğasını savunursa, bütün bu felaketlerin önüne geçecek en büyük hattı kurmuş olur. En büyük kurumsallaşmayı kurmuş olur. Sadece devletten bekleyen değil; örgütlenen, sesini duyuran, yaşamını ve doğasını koruyan bir mücadele hattını birlikte örgütlememiz gerekiyor.”

Soru / Cevap

TBMM’de kurulacak olan komisyon için partinizde üyelerin kesinleştiği belirtiliyor. Gülistan Kılıç Koçyiğit, Meral Danış Beştaş, Saruhan Oluç ve Cengiz Çiçek olduğu belirtiliyor. Bu isimler kesinleşti mi?

“Biz sürecin ‘Terörsüz Türkiye’ şeklinde isimlendirilmesine karşı çıkıyoruz. Kürt sorununun demokratik çözümünü sağlayacaksak artık bu meseleyi terör ve güvenlikçi politikalar üzerinden ifadelendirmek yerine, barışı ve demokratik toplumu esas alan bir nitelendirme daha doğru olur. Komisyon üyelerimiz belirlendi. Biz bunu daha önce belirlemiştik, basına da yansıdı. Ben ve Meral Danış Beştaş, Saruhan Oluç ve Cengiz Çiçek arkadaşlarımızla bu komisyonda çalışacağız. Henüz resmi bildirimi yapmadık, bu hafta içinde yapacağız.”

CHP’nin komisyon aşamasında demokratikleşme talepleri var. Siz bu konuda ne düşünüyorsunuz?

“Bu konuda aynı bakış açısına sahibiz. Aslında son toplantıda hem biz hem CHP hem de genel olarak muhalefet bunu ifade ettik. Bu komisyonun teknik bir komisyona indirgenmemesi gerekiyor. Sadece silah bırakma meselesine özgülenen bir komisyona indirgenmemesi gerekiyor. Kürt sorununun kök nedenleri var. Bu kök nedenler konuşulmadan ve Türkiye demokratikleşmeden en nihayetinde Kürt sorunu da çözülemez. Onun için mutlaka bu komisyonun demokratikleşme perspektifini içermesi ve sorunları kalıcı bir şekilde çözecek yaklaşımla çalışması gerektiğini biz de CHP de ifade ettik. Muhalefetin genel demokrasi konusunda bir mutabakatı olduğunu ifade etmek isterim.”

Paylaşın

DEM Parti İmralı Heyeti’nden “Komisyon” Vurgusu

PKK Lideri Abdullah Öcalan ile görüşen DEM Parti İmralı Heyeti, Öcalan’ın TBMM gündemindeki komisyon çalışmasının kapsamlı ve kapsayıcı bir yöntemle barış ve demokrasi adına önemli katkılar sunmasını beklediğini vurguladığı aktarıldı.

Haber Merkezi / Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi (DEM Parti) İmralı Heyeti, PKK Lideri Abdullah Öcalan ile yaptıkları görüşmeye ilişkin yazılı bir açıklama yaptı. Açıklamada şu ifadelere yer verildi:

“DEM Parti İmralı Heyeti olarak 25 Temmuz 2025 tarihinde İmralı Cezaevi’nde Sayın Abdullah Öcalan ile üç buçuk saat süren bir görüşme gerçekleştirdik.

Geçtiğimiz günlerde Sayın Cumhurbaşkanı, Sayın Adalet Bakanı ve siyasi parti liderleriyle heyet olarak gerçekleştirdiğimiz görüşmeler hakkında fikir teatisinde bulunduk.

11 Temmuz’da gerçekleşen silahların imha edilme töreniyle ilgili izlenimler ve törenin yansımaları hakkında bilgi aktarıldı. Sayın Öcalan da törenin gerçekleştirilme biçimini, sergilenen irade, inanç ve barış kararlılığını çok değerli bulduğunu belirtti.

TBMM gündemindeki komisyon çalışmasının kapsamlı ve kapsayıcı bir yöntemle barış ve demokrasi adına önemli katkılar sunmasını beklediğini vurguladı. Halka ve tüm toplumsal kesimlere en içten selam ve iyi dileklerini iletti.”

Paylaşın

Bakırhan’dan Bahçeli’ye: Neden Cumhurbaşkanı Da Kürt Olmasın?

DEM Parti Eş Genel Başkanı Tuncer Bakırhan, MHP Lideri Devlet Bahçeli’nin “İki cumhurbaşkanı yardımcısından birisinin Alevi, diğerinin de Kürt olması” önerisine ilişkin, “Neden Cumhurbaşkanı da Kürt olmasın? Biz yönetmeye adayız” dedi.

Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi (DEM Parti) Eş Genel Başkanı Tuncer Bakırhan, Parti Meclisi (PM) toplantısı öncesi açıklamalarda bulundu.

Bakırhan, açıklamasında savcılardan birinin makamındaki beyaz Toros maketine tepki göstererek, “Bir savcı tam da sayın Erdoğan’ın beyaz Torosları eleştirdiği gün masasına beyaz Toros koyarak mesaj veriyorsa biz bunlara eyvallah etmeyiz” ifadelerini kullandı. Tuncer Bakırhan, konuya ilişkin şunları söyledi:

“Tarihi anların yaşandığı ve karanlıkların teyit edildiği bir dönemde teslim olun bildirileri atılıp hâlâ operasyon görüntüleri geliyorsa; Suriye’deki Kürtlerle ilgisi olmayan hareketlilikte bile ‘aman Kürt nefes’ almasın düşüncesine kapılanlar oluyorsa; dil, kültür, kimlik için çözümü konuştuğumuz bu günlerde Kürtçe müzik dinlediği bir kadın karnındaki bebekle tekmeleniyorsa; bir savcı tam da sayın Erdoğan’ın beyaz Torosları eleştirdiği gün masasına beyaz Toros koyarak mesaj veriyorsa; yargı sopasıyla muhalifler, seçilmişler susturuluyorsa; sandıktan çıkan irade eziliyorsa; DEM Parti’ye dönük yapay gündemler ve karalama çabaları her gün geliştiriliyorsa; medyada iktidarın sözcüsü kabul edilen kalemlerden barış yerine fitne, fesat yayma ateşi çıkıyorsa; Anayasa Mahkemesi’nin aldığı kararlar uygulandığında bundan faydalanan Kürt halkına ‘terörist’ diye manşet atan savaşın ve inkarın sözcüleri halkları birbirine düşürmek istiyorsa kimse kusura bakmasın, biz bunlara eyvallah etmeyiz, sesimizi de, sözümüzü de yükselterek doğru bildiğimiz yolda yürümeye devam ederiz.”

“Diyoruz ki yargı, beyaz Toroslardan inmelidir” diyen Bakırhan, “Hukuk, Kürtçe düşmanlığını mahkum etmelidir. Ana dilimize tekme atma artık son bulmalıdır. Cübbeler, siyasetin ellerinde olmaktan çıkmalıdır. Savaşı değil, barışı büyüten manşetler atılmalıdır. Siyaset iftirayla değil, fikirlerle yapılmalıdır. Biz şu anda barışı inşa etmeye çalışıyor. Kimseye insan ve söz beğendirme derdimiz yok. Böyle bir amacımız da yok” ifadelerini kullandı.

Bakırhan, açıklamasında, “Türkiye’nin 100 yıllık yapısal sorunlar ile günümüzün siyasi krizleri iç içe geçmiş durumda ve birbirini besliyor. Bu kısır döngüyü kırmanın yolu, bu iki gündemi birbirinden ayırmak değil, aralarındaki bağı anlamaktan, görmekten geçiyor” diye konuştu.

CHP’ye çağrıda bulunan Bakırhan, şunları söyledi: “Çok içten ve inanarak söylüyorum, özellikle Kürt meselesinin demokratik çözümü konusunda kurucu parti kimliği ve tarihsel değerleriyle toplumun Cumhuriyet Halk Partisi’nden beklentisi çok yüksek. Çünkü bu mesele Türkiye’nin demokratikleşmesinin ve toplumsal barışın en temel unsurudur. Bu tarihi sorumluluğu üstlenerek çözüm çabasında yer almanın hepimiz ve ülkemizin geleceği için atılacak en doğru adım olacağı inancındayız. Tüm toplumun da siyaset kurumundan, siyasi partilerden beklentisi yöndedir. Umarım siyaset kurumu da bu pratiği ve çalışma tarzını ortaya koyar.”

“Neden Cumhurbaşkanı da Kürt olmasın?”

Bakırhan’a, MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin “İki cumhurbaşkanı yardımcısından birisinin Alevi, diğerinin de Kürt olması” önerisine ilişkin “Neden Cumhurbaşkanı da Kürt olmasın? Biz yönetmeye adayız” dedi ve ekledi: “Önümüzdeki dönem siyasal denklem, zemin neye müsait olur onu çok bilmem ama tabii ki ülkemizde bulunan bütün renklerin, farklılıkların yönetimde yer alması, temsil edilmesi kıymetlidir, değerlidir.”

Halk TV yazarı İsmail Saymaz, Devlet Bahçeli’nin birkaç ay önce MHP milletvekilleriyle yaptığı toplantıda, “Cumhurbaşkanı’nın iki yardımcısı olsun, biri Kürt, diğeri Alevi olsun” dediğini aktarmıştı.

Bahçeli de dün yaptığı yazılı açıklamada, “Türkiye’mizi yoran, yıpratan, enerjisini çalan, fahiş mahiyetli sosyal ve ekonomik maliyetlere neden olan etnik ve mezhep temelli dayatmalara karşı Terörsüz Türkiye’nin adım adım ilerlediği bir dönemde, iki Cumhurbaşkanı Yardımcısından birisinin Alevi, diğerinin de Kürt olabileceği değerlendirilmiştir” diyerek bu kulisi doğrulamıştı.

Ancak önerinin çarpıtıldığını belirten Bahçeli, “Bu fikri ve siyasi teklifi Lübnan’la ilişkilendirmek bir defa çarpıtma ve samimi bir düşünceyi kasten saptırmadır. Türkiye’yi, Lübnan veya benzeri bir başka ülkenin karmaşık ve kaotik istikrarsız yapısına çevirmeye gücü yetecek, buna cesaret ve teşebbüs edecek hiç kimse olamaz, olamayacaktır” ifadelerini kullanmıştı.

Paylaşın