Hatimoğulları: Barışı Her Şeye Rağmen Sağlayacağız

DEM Parti Eş Genel Başkanı Tülay Hatimoğulları, “Hiç kimse barışı bize altın tepside sunmayacak. Hep birlikte kazanacağız. Barışı her şeye rağmen sağlayacağız” dedi.

Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi (DEM Parti) Eş Genel Başkanı Tülay Hatimoğulları, Berlin Alevi Toplumu-Cemevi ev sahipliğinde düzenlenen Türkiye Barış Konferansına katıldı. Akademisyenler ile siyasi parti ve STK temsilcilerinin katıldığı konferansta konuşan Hatimoğulları, Barış ve Demokratik Toplum Süreci, Türkiye, Ortadoğu ve Rojava gündemine ilişkin değerlendirmelerde bulundu.

Hatimoğulları konuşmasının başında, dünyada ve bölgede artan savaş ihtimaline karşı konferansın çok önemli ve anlamlı olduğunu belirtti; konferansı düzenleyen kurumlara ve temsilcilerine teşekkür etti. Türkiye barışının aynı zamanda Suriye ve Ortadoğu barışı olduğunu söyleyen Hatimoğulları, “27 Şubat’ta Sayın Öcalan, Barış ve Demokratik Toplum Çağrısını gerçekleştirdiği zaman ısrarla altını çizdiği noktalardan biri şuydu. ‘Biz evet Kürt barışını, Kürt’ün hakkını savunuyoruz ama Kürt’ün tek başına barışını sağlaması, tek başına haklarına ulaşması olamaz, çok zordur. Dolayısıyla bir demokratik Türkiye’yi inşa etmek zorundayız. Demokratik cumhuriyetin inşası için elimizden gelen her türlü çabayı sarf etmek zorundayız ve toplumun demokratikleşmesi için elimizden gelen her çabayı sağlamalıyız’. Bu mesajını biz sürecin esasen özeti olarak görüyoruz” dedi.

Hatimoğulları, partimizin sürecin başında Türkiye’de 100’ün üzerinde Alevi kurumuyla görüşmeler gerçekleştirdiğini ve bu görüşmelere devam ettiğini belirterek, “Türkiye’de AKP iktidarı sadece Kürtlerle uğraşmıyor, sadece Kürt’ü asimile etmeye çalışmıyor; farklı halklar ve inançlardan olan bütün kesimlere dönük tekçi bir yaklaşım içindedir. Hem etnik anlamda tekçi hem de din ve mezhep anlamında tekçi bir yaklaşım içindedir. Bugün devletin Aleviliği oluşturulmaya çalışılıyor. Aleviliği devletin sınırları içinde hapsetmek için çok ciddi adımlar atıyorlar” diye konuştu.

Alevilerin Türkiye ve Suriye’de yaşadığı katliamlara ve zulümlere dikkat çeken Hatimoğulları, şunları söyledi: “Biz bütün bu tanıklığa sahip olan insanlar olarak bu barış sürecini hem Türkiye’nin barışı ve demokratikleşmesi hem de bölgenin barışı ve demokratikleşmesi olarak okuyoruz. Alevi canlarımız başta olmak üzere, Türkiye ve bölgede yaşayan bütün farklı halkların ve inançların eşit yurttaş olarak yaşayabilecekleri bir demokratik zeminin oluşması için mücadelemizi bugüne kadar sürdürdük ve biz bu zemini böyle okuyoruz.”

Barış ve Demokratik Toplum Sürecinde bugüne kadar yaşanan gelişmelere ilişkin katılımcılara bilgi veren Hatimoğulları, “Bize göre artık yasal ve hukuki düzenlemelere gidilmeli. Burada yasal ve hukuki düzenlemelerden kasıt somut olarak nedir? Onu öncelikle ifade edeyim. Özgürlük yasaları ve demokratikleşme yasalarıdır” dedi.

Barışı her şeye rağmen sağlayacağız

Hatimoğulları, Selahattin Demirtaş, Figen Yüksekdağ ve diğer Kobanî tutukluları ile siyasi tutukluların bir an önce salıverilmesinin gerektiğini belirttiği konuşmasında, “Algı yönetimine karşı hep birlikte güçlü bir dayanışmayla yan yana duralım, yan yana olalım. Sayın Öcalan’ın ilk mektup gönderdiği kişilerden biri Sayın Demirtaş’tır ve Figen Yüksekdağ’dır. Bunu da sizinle paylaşmış olayım” ifadelerini kullandı.

Hatimoğulları son olarak parlamentoda temsili olan-olmayan bütün muhalefet partileri, emek-meslek örgütleri, sendikalar, demokratik kitle örgütleri, kadın ve gençlik hareketleri, doğa ve insan hakları savunucuları ile bir araya girerek bu süreci örgütleme taraftarı olduklarını kaydetti. “Biz kendimiz mücadele ederek kazanacağız barışı da demokrasiyi de. Hiç kimse barışı bize altın tepside sunmayacak” diyen Hatimoğulları, sözlerini “Hep birlikte kazanacağız. Barışı her şeye rağmen sağlayacağız. Akan kanı hem Türkiye’de hem Suriye’de hem bölgede durduracağız. Bunun için daha güçlü olacağız” diyerek bitirdi.

Paylaşın

DEM Parti’den “Süreç” Açıklaması: Kritik Aşamada

DEM Parti Sözcüsü Ayşegül Doğan, partisinin “Barış ve Demokrasi”, iktidarın ise “Terörsüz Türkiye” adını verdiği sürece ilişkin, kritik bir aşamada olduğunu söyledi.

Haber Merkezi / Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi (DEM Parti) Sözcüsü Ayşegül Doğan, partisinin genel merkezide basın toplantısı düzenledi. Ayşegül Doğan, şunları söyledi:

“Dün saatlerce sürdü MYK Toplantımız. Gündem yoğun. Bir yandan tüm dünyanın gözleri önünde yaşanan bir soykırım gündemi var. MYK’mızın en başta değerlendirdiği konulardan biriydi. Filistin meselesinden bahsediyoruz. Biliyorsunuz, yeni bir gelişme var. İsrail ile Hamas arasında varılan anlaşmanın duyurulmasından bahsediyorum. Biz bu anlaşmanın nihayet sağlanabilmiş olmasını DEM Parti olarak memnuniyetle karşılıyoruz. Henüz ilk aşamasının onaylandığı açıklandı. Çok kritik saatler ve günler takip ediyor bundan sonraki aşamaları görmemiz için. Bunu da dikkatle, özenle ve hassasiyetle takip ediyoruz. Bir yandan da 13 Ekim’e doğru yol alıyoruz. 2 yıldır süren, on binlerce canın yitimine neden olan, bunun 20 binden fazlasının çocuk olduğu bir soykırımdan bahsediyoruz.

İkinci yılında böyle bir anlaşmanın sağlanmış olmasının değerinin bilinmesi gerekiyor. Bu konuda sorumluluk üstlenen, üstlendiğini söyleyen, sorumluluğu samimiyetle yerine getireceğini ifade eden herkesin sahici ve gerçekçi bir yaklaşımla meseleye yaklaşması gerekiyor. Barış ve istikrar için siyasetin ve müzakerenin zamanı diyoruz. Ancak bunu söylemek yetmiyor, çünkü yaraların sarılması gerekiyor. Bu yaraların sarılması da kolay değil. Blokajların kaldırılması gerekiyor. Bunların da zamana yayılmadan gerçekleşmesi gerekiyor. İki yıldır devam eden işgal ve trajedinin son bulması için de tüm uluslararası aktörlerin bu konuya ciddiyetle yaklaşması gerektiğinin bir kez daha altını çiziyoruz.

İsrail’in Gazze’ye yönelik başlattığı işgalin ikinci yılından ve soykırımdan bahsederken şunu da unutmamak gerekiyor. Sözünü ettiğimiz rakamlar insan canı, istatistiki veri değil. Üstelik bunlar yalnızca tespit edilebilenler. 67 bin 139 Filistinli katledildi. Yaklaşık 9.500 Filistinlinin akıbeti bilinmiyor şu anda. 20 binden fazlasının çocuk olduğu düşünülüyor. Bunu tekrar söylüyorum. 2700 ailenin tüm üyeleri bu savaş kabinesi tarafından öldürüldü. Tüm bunlar dünyanın gözleri önünde açık bir biçimde yapıldı. O yüzden bu konudaki sorumluluk, dünyada evrensel ilkelere bağlılığını ifade eden tüm ülkelerin söylemlerinin ötesinde eyleme geçmesi gereken bir sorumluluktur.

Bugün 9 Ekim, uluslararası bir komplonun da yıldönümü. 9 Ekim 1998’de başlayan, 1999’da 15’i 16’ya bağlayan gece Sayın Öcalan’ın esaretiyle devam eden ve bugün hala izlerini gördüğümüz uluslararası bir komplonun 27. yılındayız. Bu komplo, her şeye rağmen Öcalan’ın ısrarlı barış ve demokratikleşme çabalarıyla boşa çıkarıldı. 9 Ekim’de neydi yapılmak istenen? 9 Ekim 1998’de yapılmak istenen, açıkça bir Türk-Kürt savaşının fitilini ateşlemekti. Başarılamadı. İyi ki de başarılamadı. Ancak başarılamaması için çok büyük bir mücadele verildi, çok ağır bedeller ödendi.

Bölgesel etkileri itibarıyla Türkiye’de geldiğimiz aşama çok kritik. Çok önemli ve çok tarihi bir eşik. Bu sözleri ısrarla söylememizin nedeni de bir tesadüf değil. Kritik ve tarihi olduğu da yalnızca son 30 yılda Türkiye ve Ortadoğu bölgesinde yaşanan gelişmelere bakıldığında dahi görülebilir. Peki, bu süreçte Öcalan ne yaptı, nasıl bir irade sergiledi? Uluslararası aktörlerin de içinde yer aldığı bu komployu boşa çıkarmak için Sayın Öcalan, 27 yıldır sürdürülen tecride rağmen, ilmek ilmek örerek bir demokratik yaşam modeli teklif etti. Hem Türkiye’ye hem Ortadoğu bölgesine.

“Komplocu akıl hala çırpınıyor ama başaramayacak”

O yüzden bugün yaşananları değerlendirdiğimizde dünden bağımsız ele almamız mümkün değil. Biz bu komployu, bu komplocu aklı, buradan savaş ve yıkım yaratmak isteyen, buradan çok büyük bir halklar arası savaş kurgulayan aklı yalnızca kınamıyoruz; buna karşı yıllardır mücadele ediyoruz. Yalnızca lanetlemiyoruz, bunun gerçekleşmemesi için mücadelemizi can pahasına veriyoruz. Bu aklın yer yer hala devrede olduğunu görüyoruz. Evet, boşa çıkarılmış bir komplodan bahsediyoruz. Ancak bu akıl hala çırpınıyor; kalıcı, onurlu, eşit, adil bir barışın imkanlarını ve alanını hala daraltmaya çalışıyor. Başaramayacakları kesin. Geçen on yıllarda gördüğümüz gibi. Ancak kimsenin daha fazla can kaybına tahammülü yok. Bizim de yok, ülkenin de yok, Ortadoğu bölgesinin de yok.

O yüzden herkes ama herkes sürecin değerini bilmeli ve bundan sonra yapılması gerekenlere ciddiyetle yaklaşmalı. Sayın Öcalan’ın geliştirdiği Barış ve Demokratik Toplum Çağrısı bazı kavramlarla birlikte de değerlendiriliyor. Demokratik komünal toplum, eko-ekonomi, eko-endüstri, demokratik toplum sosyalizmi, demokratik entegrasyon ve son olarak da müzakereci demokrasi. Bunları yalnızca kavramlar olarak ele almamak gerekiyor. Sadece teorik bazı açılımlar değil bunlar. Sadece yeni tartışmalara kapı aralayan sözler ya da kavramlar değil. Öcalan’ın dünyaya, Türkiye’ye, bölgeye, bölgede yaşayan halklara sunduğu yeni yaşam modelinin anahtar kelimeleri bunlar. Kürt sorununa bakışının ne kadar derinlikli ve zengin olduğunun göstergesi aynı zamanda.

Kimileri son günlerde süreçle, komisyonla bağlantılı olarak, ‘Siz başka bir şey bilmiyor musunuz DEM Parti olarak? Öcalan’ın ana aktörlüğü, temel muhataplığı. Niye yalnızca bunları ifade ediyorsunuz?’ Bunu soranlara, bunu bu şekilde yüzeysel biçimde ele alanlara buradan soruyoruz: Sayın Öcalan’ın 27 Şubat çağrısıyla gerçekleşen, Sayın Öcalan’ın 9 Temmuz çağrısıyla ortaya çıkan gerçeği neden görmezden geliyorsunuz? Bu küçümsenecek, gayriciddi bir şekilde ele alınacak bir gelişme olarak değerlendirilebilir mi? Tekrar ediyoruz.

Sözünü ettiğimiz konu insan hayatı. Milyonlarca insanın hayatını ilgilendiren, milyonlarca insanın geleceğini şekillendirme potansiyeli taşıyan, milyonlarca insanın nasıl yaşayacağına dair anahtar çözümler içeren iki önemli çağrıya hiç kimse bu şekilde yüzeysel yaklaşamaz. Hiç kimse bu talepleri göz ardı edemez, etmemeli. Bizim bu konudaki tavrımız dün de böyleydi, bugün de aynı. Bunu geç anlayanlar, bunu idrak edemeyenler Türkiye’ye yalnızca zaman kaybettirmediler, can kaybettirdiler. Bunda daha fazla ısrar edilmemesi gerekiyor. Bu anın ıskalanmaması gerekiyor.

Hatırlayacaksınız, Cumhurbaşkanı Erdoğan şöyle demişti ilk açıklamalarından birinde. ‘Her olumlu adım bir sonrakine vesile olacaktır.’ 27 Şubat çağrısından sonra demişti. Yine MHP lideri Bahçeli, ‘Önce silahlar sussun, sonra her şey konuşulur’ demişti. Şimdi biz de diyoruz ki silahların susması önemli, ancak çatışmasızlığın kalıcı hale getirilmesi gerekiyor. Çatışmasızlığın kalıcı hale getirilebilmesi için de birtakım adımların atılması gerekiyor. Silahlar sustu; o halde şimdi yasaların, hukukun, demokrasinin görünür olması gerekiyor. Silahlar sustu; o halde şimdi tanınma ve kabul hukuken sağlanmalı. Ancak henüz yaprak kımıldamıyor. Önemli sözler söyleniyor, kıymetli laflar ediliyor. Evet, ezberler bozuluyor. Bunun farkındayız, bunu görüyoruz. Bunun anlamının da farkındayız. Ancak söylemek yetmiyor.

“Her şey yeni bir döneme geçişin gereklerine işaret ediyor”

Geçiş dönemi deniyor ama geçiş dönemi bazı mekanizmalar gerektirir. Geçiş döneminin gerekleri vardır. Geçiş döneminde olduğumuzu anlayabileceğimiz hem toplumsal hem siyasal bazı yeni gelişmelerin olması gerekir. Her şey bir yandan yeni bir döneme geçişin gereklerine işaret ediyor, öte yandan bu konuya ilişkin hiç somut adım atılmıyor. Yeni dönemde hukukun üstünlüğünün sağlandığının, adaletin tesis edildiğinin görülmesi gerekir. Yine mesela tecridin ortadan kalktığını görmemiz gerekir. ‘Niye konuşacak?’ sorusunun sorulmaması gerekir.

Konuşmasının neden elzem olduğunun anlatılması gerekir ve bunun da yalnızca DEM Parti’ye bırakılmaması gerekiyor. Bu yalnızca DEM Parti’nin değil Türkiye’nin meselesi, Türkiye toplumunun meselesi, Türkiye siyasetinin meselesi. Bu yalnızca DEM Parti ile sınırlı bir mesele değil. Bu yalnızca DEM Parti’nin sorumluluğu değil. Karşı karşıya kaldığımız vebal hepimizin ortak vebali. O halde hep birlikte bu konuya ilişkin bazı adımlar atılmasına dair çalışmalar yapılmalı. Sürecin gerekleri ve doğal koşulları için.

Son yapılan İmralı Heyeti ve Sayın Öcalan görüşmesinde de altı çizildiği gibi, komisyon çalışmalarını ne kadar önemsediğimizi biz de her defasında söylüyoruz. Ancak komisyonun bir şekilde Sayın Öcalan ile irtibat kurması gerekiyor. Sayın Bahçeli bu konuda açıklamalar yaptı. Biz bu açıklamaları memnuniyetle karşılıyoruz. Önemli açıklamalar. Geç de olsa Türkiye açısından değeri büyük açıklamalar. Ancak hala Meclis Başkanından ve Komisyon Başkanından bu konuya ilişkin herhangi bir açıklama gelmiyor. Ya da bunun planlamasına dair kamuoyunda herhangi bir bilgi yok. Bizde de olmadığı gibi. Komisyon üyelerinde de olmadığı gibi.

Dün koordinatör grup başkanvekilleriyle rutin buluşmasında Meclis Başkanı, komisyon başkanı sıfatıyla bu konuya dair herhangi bir bilgilendirme yapmadı. Her fırsatta zaman vurgusu yapanlar, bunun önemine dikkat çekenler, yitip giden zamanın hepimizin aleyhine işlediğini fark etmiyorlar mı? Bir an önce bu konuya dair Sayın Öcalan’ın görüşlerine başvurulmalıdır. Sayın Bahçeli’nin yaptığı çağrı dikkate alınmalıdır. Meclis’in asli görevi toplumsal taleplere kulak vermek ve bu talepler için çalışmalar yapmaktır. Yeni dönemde de bunları yapması gerekiyor.

6-8 Ekim olaylarının bir yandan yıldönümünü geride bırakıyoruz. Yarın da 10 Ekim’in 10. yılı. Hala acımız taptaze, öfkemiz dip diri. İşte tarihsel anda olma nedenlerimizden biri 10 Ekim, biri de Kobanî Kumpas Davası. Bir siyasi intikam davası. Bu siyasi intikam davasını sürdürmek isteyen akıl bununla neyin rövanşını almaya çalışıyor? Bunun süreçle dahi bağlantısı kurulmamalı. Hukuken olması gereken de hukuki hiçbir gerekçe olmadan hapsettiklerinizi zaten serbest bırakmanızdır.

Eğer gerçekten stratejik gelişmelere, stratejik bir değişim ve dönüşümle yanıt verecekseniz; yapılması gerekenler belli, yol haritası belli, açılması gereken yol belli, demokratikleşmeye dönük atılması gereken adımlar belli. Bunun için yeniden çalışmalar yapmaya gerek yok. Bunun için yeniden saatlerce, haftalarca, günlerce, aylarca sürecek dinlemeler yapmaya gerek yok. Gök kubbe altında Kürt meselesi ve Türkiye’nin demokratikleşmesine dair söylenmedik söz kalmadı. Her şey söylendi. Türk-Kürt ilişkilerinin yeniden tanımlanması için bu ilişkilerdeki çelişkilerin de giderilmesi gerekiyor.

Bugün barış Türkiye’nin demokratikleşmesi için önümüzdeki en gerçekçi, belki de tek imkan. O yüzden buna sımsıkı sarılmak zorundayız. Çünkü Türkiye’nin demokratikleşme umudu barıştan geçiyor. Bunları kimse kategorik bir biçimde birbirinden ayıramaz. Bunlara kimse kategorik bir biçimde yaklaşamaz. Birimize uygulanan adaletsizlik hepimize uygulanıyor. Günün sonunda bugün toplumun tamamı adaletsizlikten en çok şikayetçi. O halde bu adaletsizlikler, tüm farklılıklarının içinde yer aldığı ve ortak bir şekilde eşit nefes alabildiği bir fotoğrafla ancak giderilebilir.

“Kobanî Kumpas Davasında AİHM’in ihlal kararları doğrultusunda beraat kararı verilmeli”

Yeri gelmişken tekrar edelim Kobanî Kumpas Davası ile ilgili çağrımızı da. Kobanî Kumpas Davasından dolayı tutuklu bulunan başta Figen Yüksekdağ ve Selahattin Demirtaş olmak üzere arkadaşlarımıza yöneltilen suçlar, suç unsuru taşımıyor. Yaptıkları konuşmalar, açıklamalar, katıldıkları eylemler, mitingler… Suç işlendiğine dair makul bir şüphe dahi yok bu dosyalarda. Aynı zamanda milletvekilliklerinin sonlanması, yani dokunulmazlıklarının kaldırılması da hukuka aykırı bulunuyor. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi tarafından söyleniyor zaten bunlar. Ancak biz biliyoruz ki Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi tarafından söylenmesine dahi gerek yok.

Hatırlayın dönemin tartışmalarını, ‘Anayasaya aykırı ama evet’ tartışmalarını. Bırakın uluslararası sözleşmeleri, iç hukuktan bahsediyoruz. Bu bile davanın niye bir rövanş davası olduğunu bize tekrar anımsatıyor. O yüzden şu anda istinaf aşamasında olan Kobanî Kumpas Davası ki bu normalde dosyanın gözden geçirilmesi, yani yeniden gözden geçirilerek bir fırsatın sağlanması için de bir olanak. Hukuksuzlukların giderilebilmesi için bu fırsat iyi değerlendirilmeli. Daha fazla geciktirilmemeli. AİHM’in ihlal kararları doğrultusunda da beraat kararı verilmeli.

Gidip oralarda Büyük Dairenin yeni bir karar daha alması için itiraz hakkınızı kullanmak yerine, hukuku uygulayın ve böyle kararlara gerek bırakmayın. Türkiye’nin ne kadar antidemokratik bir ülke olduğunun konuşulduğu Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, Avrupa Konseyi, Avrupa Parlamentosu, Avrupa Birliği fotoğrafına değil; Türkiye’nin demokratikleşme yönünde nasıl hızlı bir ilerleme içerisine girdiğini gören ve kaydeden bir AB fotoğrafına ihtiyacımız var Türkiye’de. Bu ağır adaletsizlik ve hukuksuzluk artık son bulmalı.

Ayrıca yalnızca Kobanî Kumpas Davası da değil. AİHM kararlarının, AYM kararlarının uygulanmadığı pek çok örnek var. Artık Gezi Davası da son bulmalı. Artık Osman Kavala da serbest kalmalı. Artık Can Atalay da olması gerektiği yerde, Meclis’te olmalı. Artık Ayşe Barım’a yapılan zulüm de bitmeli. Böyle bir şey olabilir mi? Bu nasıl sürdürülebilir? Bunları tekrar ediyoruz. Süreçle bağlantılı olarak değil, demokratik değişim ve dönüşüm iddiası olan bir ülke ise Türkiye- ki böyle olduğunu söylüyor- o halde bu adımlar zaten atılmalı. Hukuksuzlukların giderilmesi için atılmalı. Eğer geçiş dönemindeysek, o zaman yüzümüzü demokrasiye döndüğümüzü gösteren adımları atmalıyız.

Önümüzdeki dönemin planlamasına ilişkin de Merkez Yürütme Kurulumuzda tartışmalar oldu. ‘Barış İstiyoruz Çünkü’ kampanyamız devam ediyor bir yandan. Ekim ayı boyunca da bu kampanya sürecek. Tüm il ve ilçe örgütlerimizde ve Türkiye’nin her bölgesinde sürdürülen bir kampanya bu. Aynı zamanda yeni planlamalar da yapılıyor. Meclis’te yeni dönemde ele alacağımız konulara dair de Merkez Yürütme Kurulumuzun tartışmaları oldu. Barış yoksunluğu, yani savaş dolayısıyla ülkedeki yoksulluğun da ne kadar derinleştiğini sıkça ifade eden ve bu konuda programlar, kampanyalar yapan bir siyasi partiyiz. Bununla ilgili de yeni dönemde bazı planlamalarımız olacak. Tüm bunlar netleştiğinde yine Merkezi Örgütleme Komisyonumuz bu planlamayı sizlerle paylaşacak.

“Süreç kritik aşamada, Sayın Öcalan’a karşılık verilmesi gerekiyor”

Pek çok başlık var. ‘Süreç nasıl gidiyor?’ diye tüm bu değerlendirmelerden sonra soracağınızı bildiğim için ona kısacık yanıt vermek istiyorum. Süreç kritik bir aşamada. Neden kritik bir aşamada olduğunu bu değerlendirmelerimizden süzülen başlıklarla sizlere ifade etmeye çalıştım. Sizler de görüyorsunuz bu kritik aşamanın nasıl aşılabileceğini. Takip diyorsunuz. Çünkü biz alanda da sıkça bu sorularla karşılaşıyoruz. Bütün buluşmalarımızda bu sorularla karşılaşıyoruz.

Bir yandan Suriye’deki gelişmeleri takip edip bağlantılandırmaya çalışanlar var. Öte yandan Türkiye’de komisyon çalışmaları üzerinden gelen sorular var. Diğer yandan nasıl olacak, Sayın Öcalan’ın görüşleri oraya nasıl akacak? Bunları soranlar var. Tüm bunlar adım atılmadığını bize gösteriyor. Şunu da ifade etmek gerekir. Sürecin sorumluluğu esasen Sayın Öcalan’a bırakılmış vaziyette bizim gözlemlediğimiz kadarıyla. Yapılan görüşmelerden bize aktarılan bilgilerle de edindiğimiz izlenim bu. Evet, çok önemli, çok değerli. Ancak buna karşılık verilmesi gerekiyor. Bu karşılığın da geciktirilmemesi gerekiyor.

SORU: Sürecin yavaş ilerlediği ile ilgili sürekli eleştiriler yapılıyor ya bir yandan. Somut adımlar atılıyor yasal zeminde. Bununla ilgili aslında henüz yasal bir şey yapmadan bile bazı şeylerin yapılabileceği ifade ediliyor. Peki, iktidar tarafından somut adım atılmamasının bir sebebi olarak Suriye’deki gelişmeleri görüyor musunuz siz de? Yani SDG ve YPG’ye de bir şekilde çağrı yapılıyor. Hükümet, iktidar, devlet yetkilileri tarafından. Mesela dün Dışişleri Bakanı Hakan Fidan yine SDG’ye yönelik bir açıklama yaptı. Halep’te yaşanan çatışmalardan sonra.10 Mart Mutabakatını hatırlattı. Hem Bahçeli hem Erdoğan hem Dışişleri Bakanlığı tarafından bu tarz açıklamalar geliyor sürekli. Türkiye içerisinde sürecin bu kadar yavaş ilerliyor olması Suriye ile doğrudan bağlantılı mı, siz düşünüyorsunuz?

Şimdi süreç doğrudan Suriye ile bağlantılı bir biçimde değerlendirilmemeli. Çünkü her iki ülkenin kendine özgü koşulları farklı, dinamikleri farklı, parametreleri farklı, yürütülmesi gereken prosedürler farklı. Dolayısıyla böyle doğrudan bağlantılı bir biçimde değerlendirilemez. Ancak nasıl ki Filistin meselesi bizi ilgilendiriyor. Yani dünyadaki gelişmeler, Ortadoğu’daki savaş ve barış hali elbette Türkiye’yi de ilgilendiriyor. Dolayısıyla Suriye kadar yakın bir ülke ki Dışişleri Bakanı tarafından da oradaki sınır güvenliğinden her defasında bahsediliyor.

Bu açıdan baktığımızda bile sürecin birbiriyle etkileşen yanları olduğunu kabul etmemiz gerekir. Halep’te, özellikle Kürt mahallelerinde son günlerde yaşananlar; mahallelerin abluka altına alınması, gündelik ihtiyaç ve yardım malzemelerinin girişlerinin engellenmesi ve süren duruma ilişkin oluşan kaygıyı da burada ifade etmek gerekiyor. Ancak şunu düzeltmek lazım;10 Mart Mutabakatının kilit noktası yalnızca “entegrasyon” kelimesi değil. 10 Mart Mutabakatının kilidi oradaki farklılıkların varlığının kabul edilmesidir.

Tabii ki Kürt varlığı da bu varlıklardan biri. Mesele sadece çoğulculukla sınırlı değil burada. Şam ile Kuzeydoğu Suriye Özel Yönetimi arasında uyum sağlanması gereken bazı başlıklar var. Yapılan açıklamalardan bunu görüyoruz. Eğitim, nüfus, özel hukuk, yeraltı kaynakları, uluslararası sınırların güvenliği gibi. Tabii ki asayiş ve ordu da önemli başlıklardan biri. İşte burada entegrasyon meselesi daha çok tartışılan, konuşulan konulardan biri. Ve bu konuda yine Kuzeydoğu Suriye yetkililerinin yaptığı açıklamalara dikkat çekmek isterim. Entegrasyonu tartışmaya kapalı olmadıkları söylüyorlar. Hatta daha dün yapılmış bir açıklamadan burada notları paylaşayım sizinle.

“Entegrasyon karşılıklı bir değişim ve dönüşüm olarak kabul edilmeli”

Tüm bu biraz önce ifade ettiğim başlıklara ilişkin komisyonlar ve öneriler hazırlamış olduklarını söylüyorlar. Hatta daha da ileri gidip kolay konulardan başlayarak karşılıklı güven oluşturmaya hazır olduklarını ifade ettiler. Geçici hükümetin bu diyalog çağrılarını cevapsız bıraktığını söylüyorlar ve YPG’nin entegrasyonu meselesini diğer tüm konuların önüne koyduğunu söylüyorlar. Yani entegrasyon bir tarafın diğer tarafa tabi olması yönünde ve anlamında değerlendirilmemeli.

Entegrasyon karşılıklı bir değişim ve dönüşüm olarak kabul edilmeli. Bu açıdan baktığımızda evet Türkiye’yi ilgilendiren bir tarafı var. Çünkü biz de burada demokratik entegrasyondan bahsediyoruz. Bütünleşmeden, yeniden o bütünleşmenin sağlanmasından. 27 Şubat’ta Sayın Öcalan’ın yaptığı çağrıda da özel olarak buna yapılmış bir gönderme vardı. Ama doğrudan bağlantılı bir şekilde değerlendirmiyoruz. İki ayrı süreç, iki ayrı prosedür, iki ayrı ülke ve farklı koşullar.

Dışişleri Bakanının yaptığı açıklamalar, bu konudaki yetkililerin yaptığı açıklamalar yapıcı olmalı. Dikkatli, özenli, hassas bir dil kullanılmalı. Kırılgan meselelerden bahsediyoruz. Kırılgan süreçlerden bahsediyoruz. Bu kırılganlık gözetilerek konuşulmalı. Taraflara eşit mesafede duramıyorsanız dahi bazı mesafeleri koruyarak, gözeterek konuşmanız gerekir. Bizim gördüğümüz kadarıyla şu ana kadar Türkiye’de bu eşit mesafe pek sağlanamıyor ne yazık ki.

Orada Kürtlerin kazanımları hala burada tehdit olabilirmiş gibi bir dil tercih ediliyor. Bundan vazgeçilmeli. Orada tehdit teşkil eden bir durum yok. Aksine, eğer sınır güvenliğiyse derdiniz, eğer gerçekten Türkiye’nin güvenliğini garanti altına almak istiyorsanız; o halde dostluk ilişkileri geliştirmeli ve buna uygun bir dil, buna uygun demokratik yöntemler tercih etmelisiniz.”

DEM Parti’nin grup toplantısında Öcalan’a ilişkin sloganlar atılmıştı. Öncelikle DEM Parti’nin bu duruma bir yorumu olur mu? Bir de dün AK Parti Sözcüsü Ömer Çelik’e bu soru yöneltildi. Ömer Çelik “Çok büyük hatalar yapıldığını görüyorum.” dedi. “Herhangi bir siyasi parti kendi spesifik ajandasını sürecin tamamının ajandası zannetmemelidir. Sorumsuzluklar başka sorumsuzlukları getirir. O zaman da ana fikri kaçırırız” dedi. Sizin yorumunuz ne olur?

“Her siyasi partinin grubuna gelenler, taleplerini iletmek isteyenler slogan atabilir. Her siyasi partinin grubunda slogan atılıyor. Son derece demokratik bir hak. Spesifik ve gizli bir ajandamız yok bizim. Ömer Çelik böyle ifade etmiş. Ajandamız açık. Bu basın toplantısının başında da söyledim. Bugün 9 Ekim, Sayın Öcalan’a yönelik başlatılan uluslararası komplonun yıldönümü dedim. Bu komplo boşa çıkarıldı? Büyük bir Kürt-Türk savaşını fitillemek isteyenler bunu başaramadılar.

Ancak bu süre zarfında milyonlarca insanın hayatını değiştiren, milyonlarca insanın hayatını kaybetmesine bir yandan neden olan. Şimdi niye böyle diyoruz? Hayatlar çalındı. Faili meçhul cinayetlerden tutalım da bugüne kadar bakalım neler olduğuna. Nasıl spesifik ve gizli bir ajanda olabilir barış ajandası, demokratik çözüm ajandası? Bu konuda Öcalan’ın liderlik yapabileceği yolların açılmasını istemek son derece demokratik bir hak. O gün grup toplantımıza katılanlar, o gün orada slogan atanlar bunu gizli bir şekilde yapmadılar.

Açıkça yıllardır ağır bedellerle, can pahasına, hapis pahasına, sürgün pahasına, soruşturma, kovuşturma, gözaltı pahasına bunu yapıyorlar zaten. Bu bir gerçeğin ifadesi. Bundan rahatsız olmak ya da bunu işte başka türlü değerlendirmek olsa olsa süreci anlamamışların yapabileceği bir şey olur. Sürecin içinde olup iktidar partisi adına böyle konuşmak esasen bizim bir başka ajanda mı var sorusunu sormamızı gerektirir. Bizim gizli bir ajandamız yok. Hiçbir şeyin önüne koyduğumuz bir ajandamız yok. Tek bir ajandamız var: Diyalog ve müzakere, barış ve demokratik çözüm. Bu kadar açık bizim için.”

Erdoğan dün bir anayasadan bahsetti. “1982 Anayasası miadını doldurdu. Çoktan doldurdu” dedi. Buna dair ne düşünüyorsunuz? Yani bir çalışma var mı? Ya da komisyonda böyle bir çalışması var mı?

“Şimdi anayasa meselesi tabii Türkiye’nin en kritik meselelerinden biri. Bizim de mücadelemizin en önemli varlık nedenlerinden biri. Türkiye’de yeni bir anayasaya, yeni bir toplumsal sözleşmeye ihtiyacımız olduğunu biz yıllardır söylüyoruz. Onlarca yıldır da bunun mücadelesini veriyoruz. Sonuç itibarıyla bir anayasasızlık halinden bahsediyoruz bugün geldiğimiz aşamada Türkiye’de. Bir darbe anayasası ile yönetiliyor Türkiye hala. Türkiye’nin yeni bir toplumsal sözleşmeye ihtiyacı olduğu kesin.

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın bu konuda yaptığı açıklama da ilk defa yapılan bir açıklama değil. İlk defa söylenen bir açıklama değil. Ancak komisyon bağlantılı sorduğunuz için söylüyorum. Komisyonun gündemi olmadığını, komisyonun yeni anayasa gündemli toplanmadığını ya da yeni anayasa yapmak için oluşturulmadığını da söylemek gerekir. Bizim için yeni anayasa ihtiyacı başka bir şey, yeni anayasa yapım süreci başka bir şey bu arada.

Bunları iki ayrı başlık olarak değerlendiriyoruz. Ancak şu kesin. Evet, Türkiye’nin yeni, özgürlükçü, demokratik, eşit kardeşlik hukukunun tesis edildiği bir anayasaya ihtiyacı olduğu gün gibi aşikar. Bunun nasıl yapılacağı, yapım süreci, bütün bunlar ayrı bir tartışma ve şu anda ne komisyonda böyle bir tartışma var ne de herhangi başka bir komisyon böyle bir tartışmayla toplanmış durumda.

Değerli Türkiye halkları, mutlaka başaracağız. Karamsarlığa kapılmayalım ve şunu bilelim. İçinden geçtiğimiz Barış ve Demokratik Toplum Sürecinde attığımız her adım, oynattığımız her kalem barışa ve demokrasiye dair olmalı. Aksi takdirde hep birlikte bu vebalin sorumlusu oluruz. Bunu başarabilmiş olmanın ve bunu kalıcı hale getirebilmiş olmanın sorumluluğunu hep birlikte taşıyalım. Bunun başarısı hepimizin olsun.”

Paylaşın

Hatimoğulları’ndan İktidara “Süreç” Çağrısı: Toplum Somut Adımlar Bekliyor

Partisinin grup toplantısında konuşan DEM Parti Eş Genel Başkanı Tülay Hatimoğulları, “süreç” için iktidara çağrıda bulunarak, “Fakat toplum artık somut adımlar bekliyor” dedi.

Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi (DEM Parti) Eş Genel Başkanı Tülay Hatimoğulları, partisinin haftalık grup toplantısında konuştu. Hatimoğulları’nın konuşmasından öne çıkan bölümler şöyle:

“İlk grup toplantımızı kadınlar öncülüğünde gerçekleştiriyoruz. ‘Umutla Özgürlüğe Yürüyoruz’ şiarıyla 1 Ekim’de Amed’den yola çıkan ve bugün Meclis önünde barış talebini yükselten sevgili kadınlar, Barış Anneleri; grup toplantımıza hepiniz hoş geldiniz. Savaşın yarattığı acıyı en iyi bilen ve yaşayan kadınlar, barışa neden ihtiyaç duyduğumuzu bugün de Meclis’in önünden bütün dünyaya haykırdılar.

Emeğinize, yüreğinize sağlık. Bir haftalık yürüyüşün finalinde buradasınız. Meclis, siyaset, bütün toplum; kadınların barış, özgürlük ve eşitlik mücadelesini duysun. Selam olsun bu yürüyüşü gerçekleştiren, her kentte onları karşılayan kadınlara. Selam olsun mücadeleden geri durmayan kadınlara. Selam olsun sizlere.

Türkiye çoklu krizlerle ve her alanda çözüm bekleyen sorunlarla karşı karşıya; adaletsiz yargı, kayyım rejimi, muhalefet belediyelerine saldırılar; dil, kültür, sanat ve yaşam tarzı üzerindeki baskılar… Derin yoksulluk, kadın cinayetleri, genç işsizliği, deprem kentlerinin bitmeyen bekleyişi, tarımın çöküşü, doğanın ve suyun feryadı; bu yaraları görmeyen bir Meclis, kendi varlık nedenini unutmuş demektir.

Türkiye belirsizliklerle dolu; her şey çok kırılgan. Siyasete düşen görev, ülkenin ve toplumun bütün düğümlerini çözmektir. Bu ülkede eksik olan beş şeyi arıyoruz: ekonomik geçim, adalet, barış, demokrasi ve özgürlük. Bu yıl Meclis tarihî sorumluluğunu yerine getirmeli; 86 milyonun bu beş hayati ihtiyacı için çalışmalıdır. Toplumsal refah yerine çatışmayı, özgürlükler yerine otoriter kontrolü önceleyen her siyasi akıl; yaşanan siyasal, toplumsal ve ekonomik çöküşün öncüsü olur.

Biz biliyoruz ki barış, toplumun onurudur ve Cumhuriyet’in ikinci yüzyılına verilecek en önemli armağanlardandır. Demokrasi yalnızca bir yönetim işi değil; birlikte, eşit ve ortak yaşamın inşasıdır. Ekonomi sadece kuru rakamlar değildir; sofrasında ekmeği eksilenin, işsiz kalan gencin, emeği görünmeyen kadının hayatıdır. Okul masrafını karşılayamayan velinin, bastıran soğuklarda doğalgaz ve elektrik faturasını ödeyemeyen yurttaşın, geçinemeyen emeklinin, barınamayan öğrencinin hayatıdır.

Demokratik toplum ve barış arayışında bir yılı geride bıraktık. Geçen bir yıl içinde Kürt meselesinin çözümüne ilişkin Sayın Öcalan’ın çağrısı, PKK’nin fesih kararı ve silah yakma töreni, Meclis bünyesinde kurulan komisyon tarihi gelişmelerdir. Bu süreçte ‘karşılıklı çatışmaların yok denecek seviyeye gelmesi, partilerin daha sık diyalog kurması ve barışın aciliyetine olan inanç’ önemli bir kazanımdır. TBMM bünyesinde kurulan Barış Komisyonu çok kıymetli bir adımdır; barışa olan inancı ve umudu yükseltmiştir. Fakat toplum artık somut adım bekliyor; durgun suyu daha çok bulandırmak isteyenlere fırsat vermeyelim.

Barış Komisyonu 14. oturumunu yapıyor. Dinlenenlerin çoğu, ‘Kürt meselesi amasız, fakatsız çözülmelidir; demokratik haklar ve eşit yurttaşlık konusunda hukuki adımlar mutlaka atılmalıdır’ dedi. O halde barış için ne zaman eyleme geçilecek? Geldiğimiz eşik budur. Unutmamak gerekir ki Sayın Öcalan ve hareketi attıkları adımlarla büyük bir eşiğin aşılmasına katkı sundu; komisyonun kurulmasıyla kurumsal eşiğin de önemli bir kısmı geçildi. Artık siyasi ve hukuki eşiği atlama zamanı gelmiş, hatta geçmektedir; demokratik entegrasyon için demokratik yasaları yapmak gerekir.

Komisyon, zaman kaybetmeksizin Sayın Öcalan’ı dinlemelidir. Nitekim kendisi, ‘Komisyon gelirse demokratik müzakere sürecini başlatacağım’ demektedir. Barışın anahtarı muhatapta, baş aktördedir; dünyadaki örneklerde görüldüğü gibi İmralı’ya uzanacak doğrudan diyalog, silahları susturup hukuki zemini kuracak en bağlayıcı adım olabilir. Bu, kişisel bir tercih değil; barışın ciddiyetinin ve devlet aklının kurumsallığının gereğidir. Komisyonun, Sayın Öcalan ile görüşerek önemli bir eşiğin daha aşılmasına katkı sunmasını bekliyoruz.

“Umut hakkı düzenlemesi bir an evvel hayata geçirilmeli”

Sayın Öcalan 27 yıldır, halkları karşı karşıya getirmeye çalışanlara karşı çözümü ve barışı ısrarla savunmuştur. Evet; Sayın Öcalan’ın umut hakkı tanınmalıdır. “Umut hakkı” sıradan bir hukuk maddesi değil, evrensel hukukun merkezindeki ilkelerdendir. 17 Eylül’de Avrupa Bakanlar Komitesi umut hakkıyla ilgili kararını açıkladı ve komisyondan, Meclis’ten bu konudaki beklentilerini ifade etti. Bu çok önemli bir karardır. Ömür boyu kapıyı kilitleyip anahtarı denize atamazsınız; toplumsal barış süreçleri, yeniden düşünme ve yeniden düzenleme perspektifi ile cesur adımlar atıldıkça ilerler. Sayın Öcalan için umut hakkı düzenlemesi bir an evvel acilen hayata geçirilmelidir.

6–8 Ekim 2014’te IŞİD’in saldırılarına karşı dünyanın birçok yerinde insanlar sokağa çıktı. Bu süreçte 47’si HDP üyesi ve seçmeni olmak üzere toplam 54 yurttaşımız yaşamını yitirdi. Gerçeklerin ortaya çıkması için 11 yıldır girişimlerde bulunduk; ancak ne Meclis ne de yargı gerekli iradeyi gösterdi.

6–8 Ekim gerekçe gösterilerek açılan Kobani davasında, Figen Yüksekdağ, Selahattin Demirtaş ve arkadaşlarına yüzlerce yıl hapis cezaları verildi; bazı sanıklar sürgünde. Bu dava, toplum vicdanında derin bir yara bıraktı. AİHM, 8 Temmuz’da üçüncü kez ‘Selahattin Demirtaş serbest bırakılmalı’ kararı verdi. Bu kararın 8 Ekim’de kesinleşmesi bekleniyor. Bu, barış ve demokrasi için bir fırsattır. Selahattin Demirtaş, Figen Yüksekdağ ve Kobani davası tutukluları derhal serbest bırakılmalıdır. Hepsi özgür olana dek mücadelemizi sonuna kadar devam ettireceğiz.

2005’ten bu yana 7 bin 810 kadın erkekler tarafından katledildi. Bu süreçte kadın düşmanlığı adım adım kurumsallaştı: Kadının adı bakanlıktan çıkarıldı; ‘aile’ vurgusuyla şiddet ve istismar görünmez kılındı; ‘tecavüzcüyle evlenirse dava düşer’ anlayışı meşrulaştırılmaya çalışıldı; kürtaj, ‘katliamdır’ denilerek hedef alındı; KHK’larla kadın dernekleri kapatıldı; kadın belediye eş başkanlarına kayyım atandı, görevden alındı, tutuklandı; kadın siyasetçiler ve aktivistler gözaltına alındı; cezaevlerinde baskılar arttı; sürgünler, çıplak aramalar ve infaz yakmalar… kadınların iradesini bu şekilde tutsak etmeye çalıştılar.

Diyanet’in fetvalarıyla hak ve özgürlüklere müdahale edildi; nafaka ve miras hakları tartışmaya açıldı; soyadı, doğum biçimi, çocuk sayısı ve giyim gibi kişisel alanlara müdahale edildi. Bu tablo, son yirmi yılın erkek egemen ve cinsiyetçi politikasının özetidir.”

Paylaşın

Tuncer Bakırhan’dan Yeni Anayasa İddialarına Yalanlama

TBMM’de oluşturulan Milli Dayanışma Kardeşlik ve Demokrasi Komisyonu’nun, bir anayasa yapma misyonu ve görevi olmadığını vurgulan DEM Parti Eş Genel Başkanı Tuncer Bakırhan, “DEM Parti ile AK Parti’nin dolaylı bir anayasa çalışması yürüttükleri gerçeği yansıtmıyor” dedi.

Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi (DEM Parti) DEM Parti Eş Genel Başkanı Tuncer Bakırhan, partisinin genel merkezinde gündeme ilişkin değerlendirmelerde bulundu. Tuncer Bakırhan, şunları söyledi:

“Biz bir eleştiri, öz eleştiri partisiyiz, hareketiyiz. Evet toplum eleştiriyorsa bundan kendimize dersler alıyoruz. Asla topluma rağmen siyaset yapmayız. Toplumun çoğunlukla eleştirdiği bir kareyi de bir zafer, bir başarı, onlara rağmen iyi bir şey olarak anlatmayız ama bir fotoğraf karesine de çok büyük anlam yüklememek gerekiyor. Meclis zaten müzakere, diyalog üzerinedir. Türkiye toplumu, siyasi partileri orada sorunları tartışsın, çözsün diye, bir arada müzakere etsin diye göndermiş.

Aslında bugüne kadar bu ve benzer görüntülerin olmaması büyük eksiklikti. Türkiye toplumunu getirdiğimiz yere bakar mısınız? Meclis’te siyasi partilerin bir araya gelmesi eleştiri konusu oluyor. Niye bugüne kadar olmamış? Her dönem bir parti, birkaç parti ötekileştirilmiş. Bugün bir araya gelince de toplum garipsiyor. Niçin Meclis’teyiz? Biz zaten ‘müzakere partisiyiz’ diyoruz. Müzakere için oradayız.

Kürt meselesi, ekonomi meselesi, Alevi yurttaşların sorunları, kadınların yaşadığı ağır sorunları gidermek, ekonomide adalet için, emekliler, ezilenler, katledilen doğa için tamamı için oradayız. Evet, rekabet var, mücadele var. Günün sonunda da eğer topluma da yarayacaksa, toplumu rahatlatacaksa ortak görüntüler de verilir, ortak masaya da oturulur. Ortak görüntü vermek, ittifak etmek, işbirliği etmek anlamına gelmiyor. Tam tersine artık konuşabilmeyi başarmalıyız. Böylesine bir kutuplaştırılmış ki toplum bir siyasi parti, bir başka partiyle oturduğu zaman çok büyük anlamlar yükleniyor. Biz Türkiye’nin en zorlu koşullarda mücadele eden çok önemli demokratik muhalefet zeminiyiz.

Bizim eğer tavrımız, duruşumuz merak ediliyorsa cezaevindeki yoldaşlarımızın ortaya koyduğu tutumdan nerede durduğumuz anlaşılır. CHP’ye, belediyelerine dönük operasyonlar ve tutuklamalar karşısında nerede durduğumuza bakılırsa bizim ne olduğumuz, kim olduğumuz, ne yapmaya çalıştığımız anlaşılır.

Hiç kimse Cumhuriyet Halk Partisi’nin İstanbul İl Örgütü’ne yapılan operasyon ve sonrasında polis ablukasını devirmek için gitmedi, biz Tülay Eş Başkanımızla birlikte oraya gittik. Polis panzerleri arasında binaya girdik. Net bir şekilde tavrımızı ortaya koyduk. ‘Bu bir yanlıştır’ dedik. ‘Bu tür şeylerden vazgeçilmelidir’ dedik. Hem de ayın 15’inden önce gittik. Niye? İktidarın bu konudaki politikalarını eleştirmek için, karar verilmeden önce DEM Parti’nin, Kürtlerin tavrını net bir şekilde ortaya koymak için gittik.

Ayıptır, bunları görmeden, bilerek iktidar namına çalışan kendisine tırnak içerisinde sol, ulusalcı diyen kimi çevreler aslında bir biçiminde bu fotoğraf üzerinde tepinerek bizim tabanımızı başka yere yönlendirmeye çalışıyor. Bilmeyerek yaptıklarını zannetmiyorum.

Biz beş dönemdir muhalefetle aslında bir biçiminde işbirliği yapan bir siyasi partiyiz. İki yerel seçimde, İnce’nin Cumhurbaşkanlığı seçiminde, en son Kılıçdaroğlu seçiminde… İkinci turda Cumhuriyet Halk Partisi’nin kendisi kimi illerde kepenk indirmesine rağmen biz bölgede kale denilen İzmir’in daha üzerinde yüksek oylar çıkardık. Biraz vicdanlı olmak lazım.

Binlerce karelik fotoğrafta bir tebessümlü bir kareyi alıp onun üzerinden Türkiye’nin en dinamik, en kararlı, 12 partisi kapatılmasına rağmen vazgeçmeyen, direnen, duran bir siyasi partisinin böyle bir biçimde eleştirilmesi doğrusunu söylemek gerekirse bizim açımızdan değil genel anlamda üzücü. Demokrasi adına üzücü. Biz bu meselenin çözümü için herkesle oturmaya, müzakere etmeye varız.

Bizi muhalefet olma, muhalefet yapma kimliğimizden alıkoymaz. Biz hem müzakere ederiz hem sokakta mücadele ederiz. Hem fotoğraf veririz hem çevre kırımı karşısında Muğla’da Cumhuriyet Halk Partisi’nin Genel Başkanı’yla birlikte miting yaparız. İstanbul İl Örgütü’ne dönük hukuksuzluklarla ilgili gider önünde açıklama yaparız. Biz üçüncü yoluz.

Müzakereye de açık yaklaşırız, samimi yaklaşırız, mücadeleyi de açık yaparız. Cezaevini, baskıları, kapatılmayı dikkate almadan doğruyu söyleriz. Şimdi böyle bir geleneği bir fotoğrafla, iktidarla ilişkilendirmek, başka anlamlar yüklemek gerçekten çok kötü çünkü açıkça sizin aracılığınızla söylüyorum; bunu yapanlar iyi niyetli değil. Bunu yapanların niyeti kırılgan olan Kürt kitlesini aslında muhalefet zemininden uzaklaştırarak tepkilendirecek bir noktaya getirmektir.

Diyarbakır’da, Kars’ta, Siirt’te kimi televizyon ve basın yayın organlarındaki bu söylemi kullanan insanların sanki ana muhalefet partisi adına konuştuğunu insanlar düşünüyor. Dolayısıyla herkese de bir sorumluluk düşüyor. Bizim mücadelemize bakarak değerlendirilelim. Bir fotoğrafa çok anlamlar yüklenmemeli ama biz bu süreci de önemsiyoruz.İlerlesin istiyoruz. Bu konuda samimiyiz. 7/24 saat sokaklardayız.”

“Özel’in yaklaşımını biz de, tabanımız da pozitif olumlu olarak değerlendiriyoruz.”

CHP Genel Başkanı Özgür Özel’in kendisini aradığı anımsatılarak, “Özel, ‘muhalefete muhalefet etme dönemi sona erdi’ dedi. Bekliyor muydunuz böyle bir çıkış ve bu telefon sizi şaşırttı mı?” sorusuna Bakırhan şu yanıtını verdi:

“Bizim Sayın Özel ile aslında dönem dönem görüştüğümüz, bir araya geldiğimiz bir durumumuz var. Çok önemli şeyler söyledi. Genel kapsayıcı, bu meselelere sağduyu ile yaklaşan bir lider. Bizi aramasına şaşırmadık, aramasaydı şaşırırdık çünkü duyarlı bir insan. Bu tür durumlarda kesinlikle tavrını net olarak ortaya koyan bir parti başkanı olarak gördüğümüz için şaşırmadık. Teşekkür ediyoruz. Sayın Özel, en zor süreçlerde bizi arayan ve dayanışma duygularını ortaya koyan, aslında Türkiye’deki siyasette de yeni bir çığır açan birisidir. Görüşüyoruz, konuşuyoruz. Dönem dönem memleket meselelerine ilişkin düşüncelerimizi de birbirimizle paylaşıyoruz. Özel’in yaklaşımını biz de, tabanımız da pozitif olumlu olarak değerlendiriyoruz.”

Erdoğan’ın yeni anayasa konusunda DEM Parti’nin desteğini almak amacıyla bu görüntüleri verdiği yönündeki eleştirilerin anımsatılması üzerine Bakırhan, TBMM’de oluşturulan Milli Dayanışma Kardeşlik ve Demokrasi Komisyonu’nun, bir anayasa yapma misyonu ve görevi olmadığını vurgulayarak, şöyle konuştu:

“Türkiye Cumhuriyeti’nin demokratik bir anayasaya ihtiyacı var mı, var ama bu, Komisyon’un işi değil. Dolayısıyla Meclis’te başta grubu bulunan partiler olmak üzere bu meseleden bağımsız bence önümüzde günler, aylar, yıllar var.

Demokratik bir anayasa gündemini açmaları Türkiye’nin yararına olur. Mevcut haliyle yapılan tartışmalar durumu çok tarif etmiyor. DEM Parti ile AK Parti’nin dolaylı bir anayasa çalışması yürüttükleri gerçeği yansıtmıyor. Bizim de öyle bir gündemimiz yok, komisyonun da böyle bir gündemi yok. Bize böyle bir gündemde bir teklif yok, bir talep yok, bir tartışma yok. Mevcut komisyonun anayasa yapma gücü, kapasitesi, yeterliliği yok. Belli amaçla kurulmuş, belirli bir süreyle kurulmuş bir komisyon. Ama Türkiye’deki bu sorunların temel kaynaklarından birisi, geçmişten beri askeri darbe dönemlerindeki yamanarak bugüne gelmiş Anayasa’dır. Bunun demokratikleşmesi gerekiyor. İkinci yüzyılda Türkiye demokratik bir anayasayı hak ediyor.

Bir parti anayasası değil ya da toplumun bir kesimin bir anayasası değil, demokratik Türkiye anayasası yapılabilir. Bu konuda biz düşüncelerimizi söyleriz. Mevcut komisyonun bir anayasa gündemi yok. Bize üretilmiş bir şey yok. Böyle bir tartışma yok. Böyle bir misyonu yok. Bu tür yürütülen tartışmaların da süreci bozmaya manipüle etmeye dönük olduğunu belirtmek istiyorum.”

Selahattin Demirtaş’ın serbest bırakılması yönündeki beklentilerin anımsatılarak, bunun sürece etkisinin sorulması üzerine, Bakırhan şöyle konuştu:

“Bu süreçten bağımsız, Sayın Demirtaş, Başkanımız Figen Yüksekdağ Kobani kumpas davasında yargılanan bütün arkadaşların serbest bırakılması gerekiyor. Süreçten bağımsız. AİHM üç defa karar vermiş. Türkiye’ye süre tanınmış. 8 Ekim’de süre doluyor. Yani bu bir şart, bir koşul değil, bir gerekliliktir. Hukukun bir gereğidir, verilen kararların bir sonucudur. Bu bir taviz değil. Sayın Demirtaş, Figen Yüksekdağ, Kobani kumpas davasında yargılanan arkadaşların serbest bırakılması gerekir. Bu, süreci de onarıcı, toplumun kafasındaki kaygıları, soru işaretlerini giderici bir adım olur. Sürece katkı sunar.

Sayın Demirtaş ve Figen Yüksekdağ’ın dışarıda olmaları halinde de sürece çok aktif destek verebileceklerini, çok büyük katkı koyabileceklerini düşünüyorum. İçeride olmalarına rağmen Kobani kumpas davasında yargılanan arkadaşlarımız bu süreçte çok büyük destek verdiler bizlere. Çok büyük emek ortaya koydular. Bu süreci onlarla birlikte yürütüyoruz. Böylesine bu süreçte katkı sunacak arkadaşlarımızın halen AİHM kararına rağmen, üç defa verilen kararına rağmen içeride tutulması anlaşılır gibi değil.

Peki toplumun kafasındaki bu güvensizliği ortadan kaldırmanın yolu nedir? Sadece Sayın Demirtaş değil. Yani İmamoğlu ve arkadaşları niye içeride? Tutuksuz yargılanamazlar mı? Yargı var, değerlendirir. Eğer gerçekten günün sonunda ceza alırsa zaten gereği yapılır. Dolayısıyla onarıcı, güven verici adımlar atmak gerekiyor. ‘Çözülsün’ diyenlerin bu sürece destek ve katkılarını almak için gerçekten ‘Evet Türkiye hukuk yolunda, demokrasi yolunda, adalet yolunda ilerliyor, ilerlemeye başladı dedirtmek için de yine bu adımların atılmasını, Demirtaş ve Yüksekdağ’ın arkadaşlarıyla birlikte serbest bırakılması gerektiğini belirtmek istiyorum.”

MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli ve kurmaylarının aksine AKP cephesinin somut adımlar konusunda yavaş hareket ettiği eleştirilerini değerlendiren Tuncer Bakırhan, şunları söyledi:

“Dümen şu anda AK Parti’de. Bence AK Parti bu meselede dümeni Milliyetçi Hareket Partisi’yle paylaşmalıdır. Niye diyeceksiniz? Çünkü Milliyetçi Hareket Partisi daha somut öneriler ile ortaya çıkıyor. İnfaz yasasından uzun tutukluluğa, Terörle Mücadele Kanunu’ndan TCK’ya ve benzeri konulara kadar. Dolayısıyla AKP’nin biraz daha somuta yönelmesi, biraz daha somut konuşması ve somut adımlar atması için bence dümeni Milliyetçi Hareket Partisi ile paylaşmalıdır. MHP’nin durduğu yer önemlidir.

Bu meselenin çözümüne dönük bir yıl önce aslında başlattığı süreç onlar açısından bence doğru yürüyor. Özellikle hukukçuları ve yöneticilerin yaptığı sağduyulu açıklamaları çok önemsiyoruz ama sadece sözde kaldığı için de bir üretime dönüşmedi. Dolayısıyla Milliyetçi Hareket Partisi’nin bugüne kadar yapmış olduğu değerlendirmeler ve somut öneriler konusunda adım atmaya, AK Parti’ye adım attırtmaya artık biraz da somut adımlar konusunda yoğunlaşmaya bence çağırmak gerekiyor.”

Paylaşın

Abdullah Öcalan’dan Mesaj: Sürecin Gelişmesi Siyasi Ve Hukuki Gerekliliklere Bağlı

PKK Lideri Abdullah Öcalan, 27 Şubat’ta yaptığı ilk “fesih çağrısına” atıf yaparak, sürecin ilerleyişinin “siyasi ve hukuki gerekliliklere bağlı olduğunu” belirtti.

Haber Merkezi / Abdullah Öcalan ayrıca, “müzakereci demokrasi” vurgusu yaparak bu yöntemin Türkiye’nin iç ve dış sorunlarının çözümünde temel alınması gerektiğini vurguladı.

Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi (DEM Parti) İmralı Heyeti, PKK (Kürdistan İşçi Partisi) Lideri Önderi Abdullah Öcalan ile görüştükten sonra açıklama yaptı. Açıklamada şu ifadelere yer verildi:

“3 Ekim 2025 tarihinde İmralı Cezaevi’nde Sayın Abdullah Öcalan ile üç buçuk saate yakın süren bir görüşme gerçekleştirdik. Sayın Öcalan her zamanki gibi son derece moralli, sağlıklı ve özgüvenliydi.

Bir yıl önce başlayan Barış ve Demokratik Toplum Süreci ile ülkemizde çatışmasızlığın hüküm sürdüğünü ve büyük tehlikelerin önüne geçildiğini, bunda rol oynayan herkesin büyük ve onurlu bir emeğin sahibi olduğunu belirtmiştir.

Sayın Öcalan, “Uygarlığın üç yüzyıl yıkıcı çatışmalardan ve dünya savaşlarındaki korkunç kayıplardan sonra geliştirdiği önemli çözüm modellerinden biri müzakereci demokrasidir. Bunun özünü oluşturan yöntem ve mekanizmalar, Türkiye’nin içeride ve dışarıda yaşadığı pek çok sorunun çözümü için esas alınmalıdır” diyerek, demokratik müzakerenin siyasi ve toplumsal tüm ilişkilere hakim kılınmasını önermiştir.

27 Şubat açıklamasında belirttiğimiz, sürecin gelişmesinin siyasi ve hukuki gerekliliklere bağlı olduğu cümlemizin arkasındayız” diyen Sayın Öcalan, gelinen aşamada hukuksal gerekliliklerin doğru ve bütüncül bir bakış açısıyla tespit edilerek hayata geçirilmesinin son derece önemli olduğunu vurgulamıştır.

Sayın Öcalan, son olarak Cumhuriyetin yeni yüzyılının barış ve demokrasi hukuku üzerine kurulması gerektiğini ifade etmiştir.”

Paylaşın

DEM Parti’nden “Demirtaş Ve Yüksekdağ” Çağrısı: Derhal Serbest Bırakılmalılar

DEM Parti AİHM’in hak ihlali kararlarını hatırlatarak, “Selahattin Demirtaş, Figen Yüksekdağ ve Kobani tutsakları ile tüm siyasi tutukluların özgürlüğü bir an evvel sağlanmalıdır” çağrısında bulundu.

Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi (DEM Parti) Hukuk ve İnsan Hakları Komisyonu, Selahattin Demirtaş, Figen Yüksekdağ ve diğer siyasi tutsakların, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) kararlarının gereği olarak derhal serbest bırakılması gerektiği çağrısında bulunarak şu açıklamayı yaptı:

“Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi, AİHM kararlarının uygulanması kapsamında 17 Eylül 2025’te aldığı kararda [(1537th meeting, 15-17 September 2025 (DH) H46-41 Selahattin Demirtaş (No. 2) v. Turkey (Application No.14305/17)], Selahattin Demirtaş’ın tutukluluğunun sözleşmenin 5.maddesinin 1 ve 3.fıkraları ile 18.maddesinin ihlali niteliğinde olduğunu hatırlatmış; Yüksekdağ ve Diğerleri davası hatırlatılarak dokunulmazlıklarının kaldırılmasının ve gözaltına alınıp tutuklanmalarının sözleşmeye aykırı olduğunu belirtmiş; Türkiye’nin Selahattin Demirtaş’ı bir an önce serbest bırakmasını talep etmiş ve bu davayla ilgili takibin üçer aylık dönemlerle yapılacağını açıklamıştır.

Bakanlar Komitesinin bu kararında her ne kadar Demirtaş ve Yüksekdağ kararlarına atıfta bulunulsa da esas olarak kamuoyunda “Kobanî Davası” olarak bilinen HDP MYK davasının dayanaktan yoksun olduğu ortaya konmuş ve aslında bu davada tutuklu bulunan tüm siyasetçilerin tahliye edilmesi gerektiği belirtilmiştir. Nitekim kararın genel önlemler kısmında da esasında Türkiye’de haksız tutukluluğa son verecek önlemler alınması istenmiştir.

Kobanî Davası kapsamında, eski Eş Genel Başkanlarımız Selahattin Demirtaş ve Figen Yüksekdağ’ın dışında Ali Ürküt, Nazmi Gür, Alp Altınörs, Günay Kubilay, Aynur Aşan, Bülent Parmaksız, Dilek Yağlı, İsmail Şengül, Pervin Oduncu, Zeynep Karaman ve Zeynep Ölbeci de halen tutukludur.

Ankara 22. ACM arkadaşlarımızın hükmen tutukluluk kararını 16 Mayıs 2024’te vermiş, bu kararın üzerinden 1 yıldan fazla bir süre geçtikten sonra 25 Haziran 2025’te gerekçeli kararını açıklamış ve dava dosyası da 24 Eylül 2025’te Ankara Bölge Adliye Mahkemesi 22. Ceza Dairesine intikal ettirilmiştir.

Bu yargılama sürerken, Selahattin Demirtaş’ın bizzat bu davadaki haksız tutukluluğuyla ilgili AİHM’in (13609/20 Başvuru No) 8 Temmuz 2025 tarihli kararı açıklanmıştır. Bu kararda, özellikle yargılamadaki tüm haksızlıklar açıkça ortaya konmuş ve Demirtaş’ın siyasi saiklerle tutukluluğunun devam ettiği belirtilmiştir.

Siyasi iktidara sesleniyoruz: Kobanî Davasında, başta Sayın Demirtaş olmak üzere Sayın Yüksekdağ ve diğer arkadaşlarımızla ilgili bugüne kadar verilmiş çok sayıda AİHM kararı dikkate alınarak ve en son AİHM’in 8 Temmuz 2025 tarihli kararı gözetilerek Bakanlar Komitesi kararının gereği yerine getirilmeli ve arkadaşlarımız serbest bırakılmalıdır.

Sayın Demirtaş ve Yüksekdağ’ın 4 Kasım 2016’dan bu yana haksız tutukluluğu göz önüne alınarak AİHM kararlarının gereği, Anayasa 90/5. fıkra uyarınca yerine getirilmelidir. Dava kapsamında tutuklu bulunan tüm siyasetçiler bir an önce tahliye edilmelidir. Adalete olan güvenin daha fazla sarsılmaması ve toplumsal barış beklentilerinin yükseldiği böylesi bir dönemde barışa olan inancın pekiştirilmesi için arkadaşlarımızın bir an önce tahliyesi sağlanmalıdır.”

Paylaşın

Bakırhan’dan “Süreç” Açıklaması: Siyasi Ve Hukuki Zemin Oluşmalı

DEM Parti Eş Genel Başkanı Tuncer Bakırhan, yeni sürece ilişkin, “Meclis’te bir komisyon kuruldu. O komisyondaki bütün önerilerimiz, bir hukuki zeminin oluşması, bu meselenin bir hukuka kavuşması ve hukukla çözülmesidir. Şu anda en geçerli akçe hukuktur” dedi.

MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin 1 Ekim 2024 tarihinde Meclis’te DEM Parti milletvekilleriyle el sıkışması ve sonrasında Abdullah Öcalan’ın “umut hakkı”nın sağlanması yönündeki çıkışının üzerinden 1 yıl geçti.

Bahçeli’nin Meclis kurulunda el sıkıştığı isimlerden biri olan Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi (DEM Parti) Eş Genel Başkanı Tuncer Bakırhan, 1 yıllık süreç ile bölgedeki gelişmeleri ve bunun Türkiye’ye yansımalarını Mezopotamya Ajansı’na (MA) değerlendirdi.

Tüm dünyada olduğu gibi coğrafyamızda da önemli gelişmeler yaşanıyor. Suriye’deki durum, İsrail’in Filistin’e saldırıları, Ukrayna-Rusya çatışması… Tüm bunlar BM’nin son toplantısında da gündeme geldi. Olup bitenleri “değişim sancısı” olarak okuyanlar da var, uluslararası güçlerin bölgeye müdahalesi olarak değerlendirenler de. Siz nasıl değerlendiriyorsunuz?

Evet, Ortadoğu’da önemli gelişmeler oluyor. Ortadoğu’daki sorunların ana kaynağı ve uluslararası müdahaleye açık olmasının temel sebebi, mevcut sistemlerin bütün farklılıkları ve renkleri tek renge ve tek kalıba koymasından kaynaklanıyor. 100 yıldır Ortadoğu’ya hiçbir zaman huzur gelmedi. Maalesef halklar hiçbir zaman huzurlu bir ortamda yaşamadı. Çünkü, bir asırdır bölgedeki gerçekliğe ters düşen yönetimler varlığını sürdürüyor. Çoğu zaman topluluklar da kendi kimliklerini ve farklılıklarını kabul ettirmek için direndiler, isyan ettiler.

Bir masa üzerinde Ortadoğu’nun sınırlarını belirleyen uluslararası güçler, bu çatışma ve çelişkilerden yararlandılar. Bu güçler, bölgede hayata geçirmeye çalıştıkları planlamaları bu çatışma ve çelişkiler üzerinden yürütüyor. Son dönemde de öyle.

Ortadoğu’da yeni bir denge oluştu. İran gibi, Rusya gibi bölgede etkili güçler tamamen olmasa da bölgeden büyük oranda çıkmak durumunda kaldılar. İsrail şu anda proaktif bir biçimde sahnede. İngiltere tekrar, 100 yıl önceki gibi Ortadoğu siyasetini belirlemek için ciddi bir diplomasi ve çalışma yürütüyor. Üzülerek belirtmek istiyorum; İngiltere hâlâ yapıcı bir rol oynamıyor. 100 yıl önceki rolüne benzer bir misyon yüklenmiş. Dönem dönem bunu da eleştiriyoruz.

Ortadoğu’da bir kırılma var. Yeni bir şekillenme, yeni ittifaklar var. Bunun demokratik bir zemine evrilmesi, 100 yıl önce yaşanılan eksiklerin ve yanlışların yaşanmaması için biz de mücadele yürütüyoruz.

Herkesin üzerinde durduğu bir gerçeklik var. O da Ortadoğu’nun eskisi gibi olmayacağıdır. Ortadoğu, geçmişte inkâr edilen kimliklerin güçleri ve mücadeleleri oranında yeni denklem ve dengenin içerisinde yer alacağı bir sürece giriyor.

Suriye için de özel bir parantez açmak gerekiyor. Suriye, Ortadoğu’nun önemli merkezlerinden biridir. Suriye’nin demokratik bir rejime dönüşmesi aslında Ortadoğu’yu bütünden etkileyebilir. Çünkü Suriye farklı hakların ve inançların birlikte yaşadığı çok stratejik ve jeopolitik bir konuma sahip. Hegemonik güçlerin Hindistan’dan Avrupa’ya ve Amerika’ya kadar götürmeye çalıştıkları enerji hatlarını da içeren ticaret koridorunun en önemli merkezlerinden birisidir. Suriye’de daha demokratik bir zemin oluşturulursa, yine yıllardır dışlanan ve inkâr edilen kimlikler ve inançlar rejim içinde eşit ve özgür bir biçimde var olabilirlerse Ortadoğu’da yeni bir süreç yaşanabilir. Aksi halde yine Kürt, Dürzü, Alevi ve Türkmenlerin hakları reddedilirse Suriye’de ve Ortadoğu’daki kriz, kaos, çatışmalar ve gerginlikler devam eder.

Türkiye’de de bir süreç yaşanıyor. Türkiye’nin de yeni bir yola girdiğini söyleyebilir miyiz? 

Değişim ve dönüşüm sancıları dünyanın dört bir yanında yaşanıyor, en fazla da Ortadoğu’da yaşanıyor. Türkiye de, Ortadoğu’dan azade değil, bunu hissedebiliyoruz. Bu değişim sancısının Türkiye’de demokratik ve barışçıl bir sürece evrilmesini arzuluyoruz. Birinci yılına giren süreç ile yeni bir yola girdik. Bu önemlidir. Kıymetlidir.  Ama bu yeni yolun henüz nereye evrileceği, nereye varacağını tam olarak kestiremiyoruz.

DEM Parti olarak, bu yeni yolda 100 yıldır tekrar eden yanlışların tekrar etmemesini istiyoruz. Bunun mücadelesini yürütüyoruz. Bu yeni yolda birlikte, refah içinde ve demokratik bir zeminde yürümek istiyorsak, geçmişteki inkârcı ve tekçi anlayışları bir kenara bırakmamız gerekiyor. Ülkedeki bütün halkların demokratik bir sistemde, bir arada yaşadıkları bir anlayışı egemen kılmamız gerekiyor.

Yeni yola çıkmak kendi başına çok değerlidir. Ama  bu yolun nereye varacağı Türkiye halklarının, emekçilerin ve ezilenlerin mücadelesine bağlıdır. Sürece sahip çıkabilmeliyiz. Sürece, inkâr edilenlerin rengini yansıtmak ve başarıya ulaşmak için dayanışma içerisinde olmamız gerekiyor.

Sistemin inkarcı politikaları bir yere kadar geldi. Bütün inkara rağmen Kürtler, emekçiler, ezilenler hatırı sayılır bir zemin elde etti. Şu anda Türkiye’nin üçüncü büyük zeminiyiz. İnkâr ve ret politikaları bir sonuç almadı. Evet, toplumda büyük yaralar açtı. Bu yara toplumun acıyan ve  kanayan yarasına dönüştü. Ama gelinen noktada artık yok sayman politikası sonuç vermiyor. Şimdi yeni bir sayfa açma zamanı. Kürt’ün dilini, kimliğini ve kültürünü tanıyan, Kürt’ü eşit yurttaş olarak gören, ayrıştırıcı bütün politikalara son veren, ötekileştirmeyi bir kenara bırakan, yine farklı inanç ve etnik kimliklere de aynı şekilde yaklaşan bir sistemi birlikte örebiliriz. Biz bu konuda kararlıyız.

Sayın Öcalan’ın da bu çerçevede yaptığı tarihi çağrı çok önemlidir. Sayın Öcalan da 26 yıldır bir hücrede olmasına rağmen çok ciddi bir barış diplomasisi yürüttü. Bu barış diplomasisinin  odağında hep demokrasi, barış ve demokratik toplum oldu. Türkiye’deki  inkârcı yaklaşımı demokratik bir zemine çekmek için çabaladı, durdu. Yeni yola girmemizde Sayın Öcalan’ın çok büyük katkıları olduğunu özellikle belirtmek istiyorum.

Hep birlikte, Türkiye’yi demokraside örnek bir ülke haline getirebiliriz. Bu sürece iyi niyet ve samimiyetle yaklaşabilirsek Türkiye’nin yüz yıldır yaşadığı kriz ve sorunların tekrar edilmeyeceği bir zemini yaratabiliriz. Bunun koşulları var mı? Var. Kürt’ün dilini konuşması, Alevi’nin inancını özgürce yaşaması, ekonomide adaletin sağlanması neden engel olsun? Hepimiz bu ülkenin yurttaşlarıyız. Eşit haklara sahip olmak istiyoruz. Ötekileştirilmek istemiyoruz.

Türkiye’yi Ortadoğu’daki badirelerden ve gelişmelerden azade tutamayız. Ortadoğu’da esen bir rüzgar başka bir ülkede yaprağın kıpırdanmasına neden olabiliyor. Biz de esen rüzgar ne  olursa olsun Türkiye’de yaşayan 86 milyon yurttaşa fayda getirmesini istiyoruz. Türkiye’de yakalanacak olan demokratik rüzgar tüm bölgeyi ferahlatabilir. Peki DEM Parti bu sürecin neresindedir? DEM Parti bu işin önemli merkezlerinden birisidir. Samimidir, inanıyor, kararlıdır. Ama sadece bizimle yürüyecek bir süreç değil. İktidar/devlet aklının da bu yeni sürece uygun bir anlayışa sahip olması gerekiyor. Olumlu her söz kıymetlidir ama bunu pratik adımlarla buluşturmak gerekiyor. Fakat bazı politikalar ve pratikler gerçekten sürecin ruhuna aykırı.

Evet, Kürt var deniliyor. Evet, Kürt kardeş deniliyor. Ama Amedspor, formasındaki Kürtçe bir reklam yüzünden ceza alıyor. Kürt kardeş ama parlamentoda iki kelime Kürtçe konuşamıyor. Şimdi bunlar toplumun kafasında kuşkulara, tereddütlere ve tedirginliklere sebebiyet veriyor. Tam da artık pozitif adımların atılması gerekiyor dememizin sebebi budur. Toplumdaki bu güvensizliği, tedirginliği, ortadan kaldırmanın yolu biraz önce söylediğim gibi bu yanlışları yapmak değil, bu yanlışları ortadan kaldıracak demokratik adımları atmaktan geçiyor.

Bahsettiğiniz süreç Bahçeli’nin sizinle tokalaşması ve Öcalan’ın Meclis’te konuşması için yaptığı çağrı üzerine başladı. Bu sürecin üzerinden 1 yıl geçti. Ancak Bahçeli’nin çağrısına rağmen henüz bir adım atılmadı. Bahçeli’nin sözlerinin havada kaldığını söyleyebilir miyiz? 

Sayın Bahçeli’nin günümüze kadar gelen süreçte yapıcı bir rol oynadığını belirtmek gerekiyor. Sonuçta Bahçeli iktidarı destekleyen, iktidarla ittifak halinde olan bir siyasi partinin lideri, ama tek başına iktidar değil. MHP ve Sayın Bahçeli daha aktif bir rol oynayabilir. Şimdi dünyanın her yerinde iktidarlar bu işin birincil muhataplarıyla görüşüyor. Dünya deneyimlerine de bakın süreci yürütmek için birincil muhatabın iletişim ve özgürlük koşulları oluşturuluyor. Yani iyi niyetin göstergesi aslında Sayın Öcalan’a yaklaşımın kendisidir. 1 Ekim sonrası tecridin belli oranda gevşemiş olması olumlu. Ama kabul etmek gerekir ki Sayın Öcalan’ın koşulları sürecin ruhuna uygun değil. Sayın Öcalan 26 yıldır cezaevinde. Bu konuda AİHM’in vermiş olduğu kararlar var. Yani bu süreçten bağımsız olarak “umut hakkı”ndan yararlanması gerekiyor. Öte yandan bu sürecin salahiyeti açısından da iletişim ve özgürlük koşullarının sağlanması elzemdir. Sayın Öcalan daha rahat hareket edebileceği koşullara kavuşursa daha çok katkı sunan bir rol oynayabilir.

Sayın Bahçeli’nin de sözlerinin artık karşılık bulması gerekiyor. Bir yıl içerisinde çok önemli şeyler söyledi. Biz de kıymet biçiyoruz. Sözlerinin yarattığı alan ve dinamiklere de ayrıca anlam veriyoruz. Evet, bütün eksikliklerine rağmen bu 1 yıllık sürecin hala devam etmesi de kıymetlidir. Bu da tarihi önemdedir. Dolayısıyla artık sözü aşan, toplumun kafasındaki tedirginliği ve güvensizliği ortadan kaldıracak adımların atılması gereken bir eşiğe geldik. Bu eşik kimin ne kadar samimi olduğunun ve kimin bu sürece nasıl yaklaştığının da en iyi göstergesi ve fotoğrafı olacak.

Siz sürecin bizzat içerisindesiniz, aynı zamanda Öcalan ile görüşen heyette yer aldınız. İktidarın sürece kalıcı bir çözüm perspektifiyle yaklaştığını düşünenler de var bu durumu bir araç olarak kullandığını düşünenler de. Sürecin başında kuşkularınız nelerdi ve halen devam ediyor mu? 

Sadece Türkiye’de değil, dünyanın her yerinde iktidarlar bu tür meseleleri kendi çıkarlarına göre ve kendilerine kazanç sağlayacak şekilde yürütmeye çalışırlar. Yeni bir hikâye yazmaya çalışırlar. Türkiye’de belki bu durum biraz daha fazladır. Siyaset niyet okuma üzerinden yapılamaz. Biz, iktidarın niyetinin ne olduğuna yoğunlaşmak yerine, devleti ve iktidarı çözüm zeminine nasıl daha fazla yaklaştırabileceğimizin uğraşındayız.

Türkiye’de iktidarın hangi niyette olduğunu sorgulamak istemiyorum. Yıllar sonra tekrar böyle bir sürecin başlamasını önemsiyorum, iktidarın durduğu yerin ötesine geçmesi gerekiyor.

Dünya değişiyor. Artık demokrasi ve demokratik toplum tek çıkış kapısıdır. Devlet de demokrasiyi benimsemeli, duyarlı hale gelmeli. Sadece bununla yetinmeyip buna uygun hukuki zemini de sağlamalı. Artık toplumun enerjisini ve ekonomisini yutan, toplumun huzursuz  ve mutsuz kılan bir ortamda yaşamamalıyız. Bunun kimseye bir yararı yok. Kürt mutluysa iktidar mutlu olmalı. Alevi mutluysa bu ülkeyi yönetenler mutlu olmalı. Yurttaş aldığı parayla geçinebiliyorsa bu ülkenin bakanı ve cumhurbaşkanı mutlu olmalı. Umutsuzluğa kapılmadan, geçmişteki eksiklere takılmadan, ama onları da unutmadan yürümeyi bilmek gibi büyük bir sorumluluğumuz var. DEM Parti şu anda bunu yapıyor.

DEM Parti, iktidar ve muhalefet üzeri bir rol oynuyor. Çünkü biz üçüncü yoluz. Ona buna teşne olmadan siyaset yapıyoruz. Yeri geliyor muhalefetin karşı karşıya kaldığı antidemokratik uygulamalara karşı muhalefetle dayanışıyoruz, yeri geldiği zaman iktidarın yol yürümesi için teşvik eden oluyoruz. Yol açan oluyoruz. İktidar ve muhalefet arasında da bir denge oluşturmaya çalışıyoruz. Bizim rolümüz çok özeldir. Biz klasik bir muhalefet partisi değiliz. Bu süreci yürüten klasik diğer siyasi partilere benzemiyoruz. Biz hem kendi tabanımızın taleplerini savunuyoruz hem bunun dışında kalan insanların da demokratik bir zeminde, kardeşçe bir arada yaşamasının mücadelesini yürütüyoruz.

Kısaca şunu söyleyelim; iktidarı çok iyi tanıyoruz ve birbirimize tarif etmemize gerek yok. İktidarın sopasını defalarca yiyen insanlar olarak bunu söylüyorum. Dolayısıyla iktidarın şu an geçmişteki karakterine bakıp “bu iş olmayacak” demek doğru değil. İktidarı zorlayacağız. Yürütmeye çalışacağız. Müzakere ve diyalog zeminini büyüterek, gidişatı bir barış ve demokrasi sürecine evriltmeye çalışacağız. Eğer olmuyorsa da mücadele edeceğiz. En iyi bildiğimiz şey mücadeledir. Şimdi müzakereyi de geliştirmeye çalışıyoruz. Müzakerede de ustalaşacağız.

Dikkat edin, bir yıllık süreç içerisinde bütün eksiklere, yetmezliklere ve yanlışlara rağmen öyle sağlam ve düzgün bir yaklaşım içerisinde bulunduk ki, iktidarı da, sağcısı da, solcusu da hakkımızı teslim ediyor. Çünkü biz samimiyiz, süreç ilerlesin istiyoruz. En ufak bir engelde sırtımızı dönüp “bu iş olmaz” demiyoruz. Devrimcilik budur. Pes etmeden, iğne ucu kadar bir ışık gördüğü zaman o ışığı büyütmeye çalışmaktır. Herkes düşüncesini söylüyor. Ama bu sürecin en baştan negatif olacağını söylemek doğru değildir. Yürümeyeceğini söylemek hiç doğru değildir. Ben “yüzde yüz yürüyecek, yüzde yüz başarılı olacak” demiyorum. Ama henüz yolun başındayken, henüz zemin taşları örülürken tepenin tarifini yapmak, oranın iyi olup olmayacağını söylemek için çok erkendir. Biz bunu yapan değiliz.

“Siyasi ve hukuki zemin oluşmalı”

Öcalan bu süreçte tarihi çağrılar yaptı, çağrı üzerine silah imha töreni gerçekleşti ve PKK kendini feshetti. Öcalan’ın bu süreçte en çok vurguladığı konuların başında hukuk geliyor. Hukuki zemin neden önemli? 

Sorunun kendisi siyasidir. Sorunun ana kaynağı ise hukuktur. Eğer Türkiye hukuk meselesini 100 yıldır çözebilseydi, zaten bu tür sorunlar olmazdı. Şu anda yaşadığımız şey hukuksuzluktur. Bu meselenin hukuki bir zeminde tarif edilmemesidir. Bir hukuka kavuşturulmamasıdır. Sayın Öcalan ile yaptığımız görüşmede de çok şey söyledi. Yaptığı açıklamalarda ve çağrılarında da bunlar vardı. En son “Siyasi ve hukuki zemin oluşursa…” diye bir belirlemede bulunmuştu.

Biz Kürtlerin temel haklarını hukuka kavuşturmak istiyoruz. Emekçinin, ezilenin, kadının, Alevinin haklarını hukuka kavuşturmak istiyoruz. Çünkü hukuk olmazsa ne demokrasi olur ne barış olur. Hukuksuz bir barış da barış değildir. Hukuksuz bir demokrasi de demokrasi değildir. Kişilerin ve partilerin iyi niyetine, inisiyatifine bırakmadan bunun bir hukukunu oluşturmak gerekiyor. Biz buna “bütüncül hukuk” diyoruz. Dolayısıyla hukuk önemlidir. Biz de bu zemini oluşturmaya uğraşıyoruz.

Meclis’te bir komisyon kuruldu. O komisyondaki bütün önerilerimiz, bir hukuki zeminin oluşması, bu meselenin bir hukuka kavuşması ve hukukla çözülmesidir. Şu anda en geçerli akçe hukuktur. İki insan arasındaki basit bir ticari alışverişin bile bir hukuku var. Yüzyıllık bir mesele, milyonlarca insanın yaşadığı bir meseleyi hukuka kavuşturmazsak yaptığımız her şey sözde kalır. Bu da samimi olmadığımızı ortaya koyar. Sayın Öcalan da çok doğru bir belirlemeyle bunu dile getirdi. Biz de buna katılıyoruz. Siyasi ve hukuki zemin oluşmalıdır.

Hukuki zemin sağlanmazsa ne olur? 

Aksi durumu sonra konuşuruz. Şimdi aksi halde deyip, parmak sallayacağımız bir noktada değiliz. Tüm çabamız da zaten bu zeminin oluşması ve çözüme vesile olmasıdır.

Sürecin başarısı için ilk adım olarak hangi adımlar atılmalı?

Amed’de, Diyarbakır Barosu’nun düzenlediği “Barışın İnşası” konulu bir programa katıldım. Bölge baro başkanları, kentin önemli kurumları ve dinamikleri de katılmıştı. Orada da çok net ifade ettim: Meclis açılır açılmaz, Sayın Öcalan’ın “ara dönem yasaları” dediği ve mevcut zeminde “geçiş yasaları” olarak tartışılan yasaların çıkarılması gerekiyor. İnfaz Kanunu’nun düzenlenmesi gerekiyor. Terörle Mücadele Kanunu’nun düzenlenmesi gerekiyor. Ceza Muhakemesi Kanunu’nun düzenlenmesi gerekiyor. Tutukluluk meselesinin keyfilikten çıkarılması gerekiyor. Bu irade gaspının artık son bulması gerekiyor. Bu örnekleri çoğaltmak mümkün. Meclis, öncelikli olarak bu konularda adım atmalıdır. Toplumu iyileştiren, toplumun güvenini kazanan ve gerçekten umut veren adımların atılması gerekiyor.

En başta da Sayın Öcalan’ın durumunu açık ve samimi bir şekilde konuşmamız gerekiyor. 26-27 yıldır cezaevindedir. Artık yetmedi mi? Sayın Öcalan, sürecin ana aktörlerinden birisidir. Biz de böyle görüyoruz, iktidar da, muhalefet de böyle görüyor. Sayın Öcalan olmadan bu süreç bu noktaya gelebilir miydi? Kim sorumluluk alabilirdi? Dolayısıyla bir iyi niyet var. Sorunun çözülmesine dönük bir irade ve bir inanç var. Yaşadığı her şeye rağmen demokratik zemini işaret etmesi çok kıymetli, çok değerlidir. Şimdi bu rolü oynayan, bu sorumluluğu alan, bu riski üstlenen ve herkesin de bu meselede en önemli taraflardan biri olarak kabul ettiği Sayın Öcalan’ın hâlâ 12 metrekarelik bir hücrede tutsak olarak kalması süreçle çelişmiyor mu? Sadece biz mi çelişki olarak görüyoruz bunu? Çözüme inanan herkes bunun çelişkili olduğunu söylüyor. Bu, meselenin bir parçasıdır. Sayın Öcalan koşulları düzelsin, rahat iletişim kurabilsin, kendi hareketiyle ve toplumla görüşebilsin. Belki o, toplumu etkileyebilecek. Yüz yıllık bir meselenin sonucunda ortaya çıkmış bir hareket ve onun önderi. Gerçekten sorunu çözebilecek tek aktördür. Başka da aktör yok, göremiyorum ben.

Ama bugün ne deniliyor? “Sen cezaevinde kal, sen hücrede kal! Keyfimize göre gönderilen heyetlerle görüş, istediğimiz zaman gönderdiğimiz avukatlarla altı yıl sonra görüş. Ama bu süreç de yürüsün…” Öyle olur mu?

Anketlerle, toplumun kimi kesimlerinin kaygılarıyla bu süreç yürür mü? En kaygılı kesim Kürtlerdir. Ama biz bu süreci yürütüyoruz. “Bu bizim meselemizdir” diyoruz. Kafalardaki soru işaretlerini gideriyoruz. Ev ev, köy köy dolaşıyoruz. 2 binden fazla toplantı yaptık, insanlara anlatıyoruz. Siz de bir zahmet, bu meseleye kaygıyla yaklaşan kesimler varsa onlara çözümün ne gibi katkılar sunduğunu anlatın. Çünkü biz birlikte yaşıyoruz. İstanbul, Türkiye’nin en büyük Kürt kentidir. Ne yapacaksınız yani? Kürtleri yok mu sayacaksınız? Zaten yok saydığınız için bu noktaya geldik. Ama bu mesele büyüyerek devam ediyor.

Dolayısıyla Sayın Öcalan ile ilgili durum artık somut bir adıma dönüşmelidir. Sayın Öcalan, “Türkiye çözümü” diyerek dünyaya bir model sundu. Partisini feshetti, “silahlar bırakılmalıdır” çağrısı yaptı ve buna cevaben kendi hareketi bir yanıt verdi. Bu adımlar karşısında “Biz ne yapmalıyız, nasıl yapmalıyız?” sorusunu bu ülkenin iktidarı kendisine sormalıdır.

Bu süreçte toplumun desteği yüzde 60-70’lerin altına da düşmedi. Demek ki toplumda da bu sürece bir destek var. Bir avuç ırkçı ve çözüm karşıtının ne dediğini sürekli manşet yaparsak, sürekli “bu 86 milyonun hassasiyeti” dersek doğru yapmayız. Sakine annenin de 4 çocuğu yaşamını yitirdi. Biz de “hassasiyet budur” dersek, o zaman yerimizde oturmamız gerekir.

Bu süreçte sivil topluma ve siyasete ne gibi görevler düşüyor? Siyasetin bu konuda yeterince sorumluluğunu yerine getirmediği eleştirileri var. 

Bu konuda negatif çok şey söylenebilir. Ama ben daha çok elde avuçtakini anlatarak cevap vermek isterim. Bence Türkiye’de siyasi partiler büyük oranda bu sürecin içerisindedir. Meclis’te kurulan komisyonda yer almaları değerli ve kıymetlidir. Buradan yola çıkarak değerlendirmek gerekiyor. Bence bu durum, zemini büyüterek devam ettirmek üzerine kurulmalıdır. Yoksa tek tek siyasi partileri masaya yatırırsak, elbette eleştireceğimiz yanları da vardır. Ama sürecin olumlu yürüyen yanlarını öne çıkararak, topluma da bu fotoğrafı çizmenin hem sürece hem de demokrasiye katkı sunacağını düşünüyorum.

Cumhuriyet Halk Partisi’nin bütün baskılara rağmen masada kalması, bu meselenin çözümü yönünde ortaya bir irade ve bir düşünce koyması kıymetlidir. Eksik ya da fazla olabilir. Zaten aynı düşünseydik ayrı partiler olmazdı. Demokrasi ve Atılım Partisi (DEVA), Gelecek Partisi, Yeniden Refah Partisi, Saadet Partisi , ittifak partilerimiz, demokratik örgütler, emek ve meslek örgütlerinin bu süreçteki yapıcı rolleri de çok değerli ve kıymetlidir. Eleştireceğimiz yanları elbette olabilir. Ama büyük bir yıkımın yaşandığı ve adaletsizlikten söz edenlerin başına bin bir türlü eziyetin geldiği bir süreçte insanların “Bu mesele demokratik yollarla çözülsün, diyalogla, müzakere ile çözülsün” demesi de kıymetlidir.

“Sürecin yürümesi için adımlar atılmalı”

Devlet-iktidarın adım atmaması ya da sürecin uzatılması hangi riskleri barındırıyor? 

Adım atılması gereken bir eşikteyiz, dedim. Bu saatten sonra konuşmanın, sözün elbette bir kıymeti var ama çok şey konuşuldu, her şey çok iyi tarif edildi. Artık ne yapmamız ve nasıl yapmamızı konuşmamız gerektiğini söylüyorum. Yani bir adım atılmazsa süreç nasıl yürüyecek? Bir sürecin yürümesi için adımların atılması gerekir.

Evet, geçen bir yılı çok daha iyi değerlendirebilirdik. Bu bir yılda çok daha önemli bir noktada olabilirdik: hukukta, adalette, demokraside, yerel yönetimlerde, kayyumlar meselesinde, cezaevleri konusunda, yargılamalar alanında… Daha iyi bir yerde olabilirdik. Ama artık önümüzdeki dönemde bu konularda adım atılması için daha teşvik edici olunması gerektiğini düşünüyorum.

DEM Parti, komisyonun Öcalan ile görüşmesi çağrısı yapıyor. Ancak Meclis Başkanı Numan Kurtulmuş “Öcalan ile görüşme henüz komisyon gündeminde yok” dedi. Bunu nasıl değerlendiriyorsunuz?

Öcalan, bu meselenin çözümünde olmazsa olmaz bir taraftır. Çünkü bu meselenin bir an önce çözülmesi gerekiyor. Hassasiyetler gerekçe gösterilerek sürecin önüne bariyer konulmamalı. Siyasal kararlılığın olduğu her adımda toplum desteği esirgemiyor. Sayın Öcalan’ın videolu konuşması durumunda kıyametin kopacağını söyleyenler oldu. Peki ne oldu? Sayın Öcalan videolu konuştu, hareketi bunun üzerine silahları yaktı. Kıyamet senaryolarının bir karşılığının olmadığını gördük. Yeter ki siyaset kurumu ürkek olmasın. Çünkü toplum çözüm bekliyor.

Devlet bürokrasisi dönem dönem farklılıklar gösterebilir. Ama komisyonun Sayın Öcalan’a gitmemesi sürecin ruhuna aykırı olur. Bu sadece bir Meclis Başkanı’nın “olsun” ya da “olmasın” demesiyle olacak bir şey değil. Meclis Başkanı burada pozitif bir rol oynamalı. Meclis komisyonu kuruldu, çalışıyor, dinlemeleri gerçekleştirdi, bayağı yol aldı. Şimdi o yolun İmralı’ya çıkması gerekiyor. Yani bir biçimiyle, uygun bir yöntemle komisyon adaya giderek çözüm yolunu daha sağlam döşeyebilir.

Sayın Öcalan’ı dinlemekten neden bu kadar korkuluyor? Zaten düşünceleri şu anda tartışılıyor. Bu süreci ören kişi Sayın Öcalan’ın kendisidir. Sanırım oraya giden komisyona da bugüne kadar açıkladığı düşüncelerinin dışında bir şey söylemeyecek. Sürecin yapıcı bir şekilde ilerlemesi için önerilerini sunacaktır. Öcalan takiye yapmıyor. Dolayısıyla bunun bir sorun hâline dönüştürülmesini anlamakta zorlanıyorum.

Meclis Başkanına bu konuda büyük görevler düşüyor. Komisyon kurulduysa ve onun başındaysa komisyonun içerisinden bir grup oluşturmalı ve oraya göndermelidir. Bu bir sorun olarak tartışılmamalıdır. Komisyon, Sayın Öcalan’ı dinlemeyecek de kimi dinleyecek? Bana mı? Kars il başkanımıza mı gidecek? Tabii ki bize de gelsin, biz de düşüncelerimizi söylüyoruz, söyleyeceğiz. Ama sonuçta bir hareketin lideridir. Bunu herkes kabul ediyor.

Dolayısıyla Sayın Öcalan’a gidilmeli. Çünkü sorunun bir tarafıdır. Bunu uzatmaya, zamana yaymaya, bu konuda her gün yeni bir şey söyleyerek toplumun aklını karıştırmaya kimsenin hakkı yoktur. Komisyonun 50’ye yakın üyesi var. İçinden 3-4 kişi, 5 kişi seçilir, gönderilir. Sayın Öcalan da düşüncelerini söyler ve toplumla paylaşır. Sürece yaklaşımın en önemli göstergelerinden biri budur.

Emin olun, bunun bu kadar zorlaştırılmasını, tartışma hâline getirilmesini anlamakta güçlük çekiyorum. Sayın Bahçeli diyor ki “Gelsin Meclis’te konuşsun.” Meclis Başkanı ise komisyonun gidip gitmemesi konusunda bir inisiyatif ve irade ortaya koymuş değil; topu sahaya atıyor. Ama topu sahaya atarsanız herkes bir yana vurur. Dolayısıyla orada bir hakem var. Usulüne göre yürütmeli, yönetmeli. Usulüne göre kararların çıkması için rol oynamalı. Sayın Meclis Başkanı, kimin gideceğini, nasıl gideceğini, ne zaman gideceğini ortak akılla belirlemeli.

Sonuçta bir komisyon kurulmuş ve bir başkanı var. Sayın Öcalan bu meselenin çözümünde olmazsa olmaz bir taraftır. Ona gidilecek tabii ki. Bu meselenin bir an önce çözülmesi gerekiyor.

Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi’nin “umut hakkı” noktasında Türkiye’ye yeniden süre tanımasını nasıl değerlendiriyorsunuz? Komite, gerekli mekanizmaların oluşmasını da istedi, düzenlemeler için de komisyona işaret etti. “Umut Hakkı”nın hayata geçmesi süreç açısından neden hayati?

Bu meseleyi halledin” diyor. Zaten AİHM’in ilgili kararı var. Dünya bile bunu dikkate alıyor, esas alıyor, izliyor, takip ediyor, referans gösteriyor. Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi bile komisyonu ve Sayın Öcalan’ı işaret ediyor. Bu da önemlidir. Ama bunlardan bağımsız bir süreç yürüyor ve sürecin bir tarafı cezaevinde tutuluyor. Böyle bir şey olabilir mi yani? Mandela örneği var, dikkate alsınlar. Henüz bir adım atılmadan, iletişim ve özgür yaşam koşulları düzenleniyor. Dünyanın her yerinde bu süreçler böyle yürütülüyor.

Her şey için “kötü bir Türkiye modeli” ya da “Türk tipi model” dememiz gerekmiyor. Dolayısıyla ben katılıyorum; hem AİHM kararının doğru olduğuna hem de Konsey’in kararına. Komisyonu referans olarak göstermesi ve ne yapılması gerektiğini çok net bir şekilde ortaya koyması da önemlidir. Sanırım Meclis Başkanı da bu okumayı yapmıştır.

Son olarak şunu ifade edeyim: Bu sürecin heba olmaması için elimizden gelen bütün gücümüzü ortaya koyacağız. Mücadele etmek zaten bizim adımızdır. Bu müzakere sürecinin ne kadar hassas olduğunun bilinciyle hareket ediyoruz. DEM Parti, yaklaşımıyla, disipliniyle, iyi niyetiyle bu sürecin demokratik ve barışçıl bir zemine evrilmesi için var gücüyle kendisini ortaya koyuyor, koymaya da devam edecektir.

 

Paylaşın

Tuncer Bakırhan: Meclis Artık Barış Yasalarını Gündemine Almalı

Meclis’teki komisyonun yeterince toplumun dinamiklerini dinlediğini, artık yeni bir sayfa açmanın zorunluluk olduğunu ifade eden DEM Parti Eş Genel Başkan Tuncer Bakırhan, “Meclis artık barış yasalarını gündemine almalı” dedi.

Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi (DEM Parti) Eş Genel Başkanı Tuncer Bakırhan, Barış ve Demokratik Toplum Buluşmaları kapsamında Diyarbakır’da bölge baroları ve sivil toplum kurumlarının temsilcileri ile bir araya geldi. Toplantının açılış konuşmasını yapan Bakırhan, şunları söyledi:

“Değerli arkadaşlar, barışın inşası konuşulacaksa tabi ki öncelikle konuşulacak kentlerden birisi Amed’dir. Bu başlıkla düzenlenen toplantının yapılması önemlidir. Amed’de başta baro yöneticileri olmak üzere buradaki kurum ve STK temsilcileriyle bir arada olmak önemlidir. Bu süreci beraber öreceğiz. Tartışacağız, konuşacağız, yol açacağız.

Yol üzerindeki engelleri kaldırmak için aynı sorumluluk ve kararlılıkla birlikte hareket edeceğiz. Çünkü barış dediğimiz şey toplumun tamamını ilgilendiriyor. İnşa edilirken de toplumun bütün dinamiklerini aktif bir şekilde bu sürece katmak gibi bir sorumluluğumuz var. Umutluyum. Kendi adımıza ve Amed adına ne kadar kararlı, samimi, disiplinli olduğumuzu ve önemli bir çalışma yürüttüğümüzü herkese kanıtlamaya çalışacağız.

Evet başkan da söyledi. Yaklaşık tam bir yıl önce el sıkışmayla başlayan ve bir yıldır da devam eden çok anlamlı ve tarihi bir süreci devam ettiriyoruz. Bu süreç 86 milyonu ilgilendiren bir süreçtir. Siz de takip ettiniz, hatta yer yer burada da bir araya gelip konuştuk. Sürekli parti olarak diyalog ve müzakerenin ne kadar kıymetli ve önemli olduğunu anlatmaya çalıştık. Bu zemini güçlendirmek için elimizden gelen çabaları ortaya koyduk.

Ama sadece bununla yetinmedik, aynı zamanda ülkedeki anti demokratik uygulamalar karşısında da bir muhalefet partisi olarak duruşumuzu net bir şekilde ortaya koyduk. Bu süreci güvenlik zemininden diyalog ve müzakere zeminine çekmek için elimizden gelen bütün çabaları ortaya koyduk. Bu tartışmaları güvenlik zemininden de çıkarmak çok önemli bir çalışmadır.

Geçen bir yılda önemli gelişmeler oldu. Çatışmaların neredeyse olmaması çok kıymetliydi. Diyalog zemininin oluşması ve bir yıldır devam etmesi de en az bu kadar kıymetliydi. Ayrıca, mecliste de ilk defa Kürt meselesinin tartışıldığı bir komisyonun oluşturulması da bizim için değerli ve kıymetlidir. Sayın Öcalan ve hareketinin bir yıl içinde ortaya koymuş oldukları duruş da takdire değerdir. Birçok eşiğin aşılmasına sebebiyet verdiler. Bununla birlikte mecliste komisyonun oluşmasını da önemsiyoruz.

Fakat  bu geçen bir yıla bakınca aslında çok daha önemli bir noktada olabilirdik. Bir yıl içinde Türkiye ve bölgeyi rahatlatabilecek adımların atılmasını hep birlikte sağlayabilirdik. Haklar, hukuk, adalet ve yerel demokrasi konusunda başta iktidar olmak üzere ülkeyi yönetenler daha cesur davranabilirlerdi. Bu konuda biraz tutuk kalma söz konusu oldu. Ama şunu söyleyebilirim ki tüm provokasyonlara, tüm karşı duruşlara rağmen bir yıldır bu sürecin devam etmesi çok değerlidir ve tarihi önemdedir.

Bu sürecin bozulması için birileri neredeyse cenaze marşı çalmak için büyük bir heves içinde yaşıyorlar. Ama çok heveslenmesinler. Başta Amed halkı, Amed’deki çok değerli bileşenler, Sayın Öcalan ve partimiz kimseyi bu konuda heveslendirmeyecektir. Çünkü biz bu sürecin kıymetli olduğunu biliyoruz ve bu sürecin devam etmesi ve yürümesi için elimizden gelen çabayı ortaya koyacağız. Bu sürecin barışla, demokratik toplumla buluşması için de 7/24 çalışmalarımızı sürdürmeye kararlı olduğumuzu söylüyoruz.

Şimdi Amed’de yapılan toplantıların benzerlerini Türkiye’nin dört bir yanında yapıyoruz. Yeni bir durum ortaya çıktı. Bir yıl oldu. Yeterince tartıştık, toplantılar aldık. Meclis Komisyonu neredeyse toplumun hatırı sayılır dinamiklerini dinledi. Artık bir yol haritası hazırlamak, daha kapsayıcı bir yol haritasıyla birlikte yeni bir sayfa açmak gibi bir zorunluluğumuzun olduğunu da belirtmek istiyorum.

Meclisteki komisyon, çalışmalarını yürütüyor. Baro başkanı da belirtti. Abdulkadir Başkan’ın dediklerine de katılıyorum. Mecliste Kürtçe sesi kısma ve bunun gibi yapılan birkaç eksikliğin dışında meclis çok önemli bir iş de yaptı. Bunun hakkını da vermek gerekiyor. Bu eksiklerin yanında bugüne kadar yapmış olduğu çalışmaları da önemsediğimizi belirtmek istiyorum. Neredeyse bir yıldır toplumun hemen hemen çok önemli dinamikleri dinlendi, düşünceleri alındı. Bunlara değer biçiyoruz.

Bugüne kadar akademisyenlerin, baroların, sivil toplum örgütlerinin bu meseleyi birebir yaşayan ve bunun ceremesini çekenlerin mecliste öne sürdükleri talepleri, önerileri alt alta sıralarsak ve sadece bu mecliste dile getirilenleri hayata geçirebilirsek emin olun Kürt meselesini büyük oranda çözmüş olacağız. Dolayısıyla Meclisin elinde çok önemli doneler var. Bu meselenin birebir mağdurları, bu meseleyi yaşayanların ortaya koymuş olduğu çözüm önerileri var. Önümüz dönem meclisin de bunu değerlendireceğini ve bu çerçevede yol alacağını da bekliyoruz. Artık meclis dinlemeleri bırakmalı, barış yasalarını gündemle almalı.

Barış yasalarını hayata geçirecek kanunlar çıkarmalıdır. Geldiğimiz nokta biraz odur. Meclis demokratik entegrasyonun tam olarak başarıya ulaşması için de yasalar geçirerek bunun altyapısını oluşturmalıdır. Ekim ayında meclisin açılışıyla birlikte tam da başkanın (Baro Başkanı) söylediği gibi en başta geçiş yasaları olmak üzere terörle mücadele kanunu, Türk Ceza Kanunu, Ceza Mahkemeleri Usul Kanunu gibi temel yasalar, yerel yönetimlerin güçlendirilmesi, infaz kanunu, tutuksuz yargılamayı keyfilikten çıkaracak yasal düzenlemeleri hızlı bir şekilde gündemine almalı ve bunları meclisten geçirmelidir. Çünkü bunlar toplumun genel talepleridir ve beklentileridir.

Yine demokratik entegrasyon dedik. Aslında meclis demokratik entegrasyonun tam olarak başarıya ulaşması için de yasalar geçirerek bunun altyapısını oluşturmalıdır. Evet, demokratik entegrasyon demişken kimi çevreler demokratik entegrasyonun bir asimilasyon süreci olduğunu belirtiyor. Bazıları da demokratik entegrasyonu bir teslimiyet süreci olarak değerlendiriyor. İkisi de değil.

Demokratik entegrasyon başta Kürtler olmak üzere herkesin hukuk içerisinde eşit yurttaşlar olarak yaşaması demektir. Demokratik entegrasyon aynı zamanda birlikte yaşamanın formülüdür. Hukuka dayanan bir ortak yaşam sözleşmesidir. Biz hukuka ve yaşama kendi bilincimizle, kendi rengimizle, kendi sesimizle, kendi varlığımızla katılmak istiyoruz. Barış ve demokrasiyi sağlamanın teminatı bütüncül hukuku hayata geçirmektir. Birinci  yüzyılda Kürtler hukuk dışına itildiler.

Bu ülkede yaşamadığımız acı kalmadı. 86 milyonun tamamı, ülkenin tamamı ama aslında Kürtlerin hukuk dışına itirilmesinden dolayı birçok olumsuzluk yaşadılar. 2. yüzyılda bu olumsuzlukların tekrar yaşanmamasını, Kürtlerin eşit hukuka dayalı yurttaşlar olarak demokratik bir cumhuriyette yaşamasını istiyoruz. Sadece biz istemiyoruz. Toplumun tamamı da bunu istiyor. Çözüm çok açık. Kürdü tanıyan hukuk ve demokratik Türkiye’yi oluşturmakla mümkündür.

Yanı başımızda da Suriye’nin çatışmalardan çıkmasından sonra çözüm arayışları içerisine girmiş. Henüz orada rejimin karakteri tam belli olmadığı için oradaki tartışmalar da devam ediyor. Türkiye’de de bir süreç yürüyor. Burada Amed’de basın mensuplarının huzurunda şunu belirtmek istiyorum. Suriye’deki mesele Türkiye’de tartışılan bu çözüm sürecinin önüne bir set olarak konulmamalıdır.

Suriye’deki mesele Suriye’deki dinamikleri bağlıyor. Tam tersine eğer Türkiye’de bu süreci başarıyla ulaştırabilirsek, Türkiye’deki bu süreç Suriye’de de aslında bir model olabilir. Orada değişimin lokomotifi olabilir. Ama bu sürecin önüne Suriye’deki meseleyi set olarak, koşul olarak koymak bu süreci zedeleyecektir. Türkiye’de esecek bir çözüm süreci sadece kendi sınırlarımızın içini rahatlatmayacak, aynı zamanda Qamişlo’yu, Hewlêr’i, Halep’i de ferahlatacaktır.

Bir şeyin altını özellikle çizerek konuşmama devam etmek istiyorum. Sayın Öcalan’ın koşullarının artık düzeltilmesi gerekiyor. Bu artık söz ve laf yapılacak noktayı aştı. Söylenen söylendi. Bu meselenin en temel dinamiği ve aktörü bugün İmralı Cezaevi’nde bulunuyor. 12 metrekarelik bir hücrede emin olun çok önemli bir barış diploması yürütüyor. 26 yıldır tutsak olan, 26 yıldır toplumla bir biçimle bağı kesilen Sayın Öcalan’ın barış diplomasisi konusunda ortaya koymuş olduğu sorumluluk değerli ve kıymetlidir. Bunu biz söylemiyoruz.

Hükümetin ortakları da söylüyor. Bunu bürokrasi de söylüyor. Türkiye’deki bütün renkler de dile getiriyor. Sayın Öcalan’ın özgür çalışma ve özgür iletişim koşulları artık sağlanmalıdır. Eğer Sayın Öcalan’ın özgür çalışma ve özgür iletişim koşulları değiştirilirse Sayın Öcalan’ın rahat koşullarında daha kapsayıcı, daha sorun çözümüne dönük bir tutum ortaya koyacağına inanıyorum. 26 yıldır cezaevindedir. Artık bu duruma bir son verilmelidir. Burada Sayın Bahçeli’nin bir yıl önce 22 Ekim’de söylediği Umut Hakkı için artık gerekli adımlar atılmalıdır. Bu konuda artık kulakları tıkamanın bir gereği yoktur.

“Barışı demokratik adımlar ve adaleti sağlayarak tesis edebiliriz”

Yine bu süreç iki temel direk üzerine kurulmuştur. Birincisi demokrasidir, ikincisi barıştır. Bunlar arasında bir tercih yapmıyoruz. İkisi bir parçanın olmazsa olmaz iki bütünüdür. Bunlar rekabet halinde olamaz. Birbirinden ayrı düşünülemez, barışsız demokrasi olamaz. Demokrasi olmadan da barış kalıcı olamaz. İkisi birden olacak. Barışsız demokrasi bir yanılsama olur. Demokrasisiz barış da geçici bir serap olur. Barışı demokratik adımlar ve adaleti sağlayarak tesis edebiliriz.

Yine başkan çok önemli şeyler söyledi. Ben tekrar önemli olduğu için altını çizerek devam etmek istiyorum. Toplumda gerilime neden olan ama olumlu adımlar atılması halinde de siyasi iklimi yumuşatacak kimi adımlar atılabilinir. Bu çerçevede öncelikle Sayın İmamoğlu tutuksuz yargılanmalı. Sayın Demirtaş ve Sayın Figen Yüksekdağ ile cezaevinde yargılanan arkadaşlarımız özgürlüklerine kavuşmalıdır. Seçilmiş insanların tutuklu bulunması demokrasiyle bağdaşmaz. Bu süreçte hiç bağdaşmaz. Hasta tutsaklar derhal serbest bırakılmalı, cezaevleri de artık boşaltılmalıdır diyoruz.

Türkiye’nin demokratik ve adil geleceğinde siz değerli hukukçulara, STK temsilcilerine, kanaat önderlerine çok büyük görev ve sorumluluklar düşüyor. Kürt meselesi bir hukuk meselesidir. Eşit yurttaşlar olma meselesidir. Bu hukuk meselesinde de el birliğiyle hep birlikte kendi kurumlarımız başta olmak üzere toplumun bütün zeminlerinde hukuk zemini oluşturmak için birlikte sorumluluk almalıyız. Bu mesele sadece partiler arasında yürüyecek ve partilerle sonuçlanacak bir mesele değildir. Kürdü tanıyan hukuk demokratik cumhuriyetin kapısını aralar.

Demokratik, Kürdü tanıyan hukuku hep birlikte desteklemeliyiz. Kürdü tanıyan hukuk olmadığı için seçilmiş belediye başkanları cezaevindedir. Kürdü tanıyan hukuku hep birlikte gerçekleştirmediğimiz için sadece Kürt illerindeki belediyelere değil, batıdaki belediyelere de kayyımlar atanıyor. Onun için önce Kürdü tanıyan hukuku birlikte savunmalıyız ki demokratik cumhuriyetin kapısını aralayalım. O demokratik cumhuriyette de kayyımsız, baskısız, eşit yurttaşlar olarak birlikte yaşayalım.

22 Ekim’de bir trenin sireni çaldı. 27 Şubat’ta tren hareket etmeye başladı. Biz Amed’den bir kez daha şunu söylüyoruz. Bu tren hiçbir durağı atlamadan, hiçbir rengi, hiçbir farklılığı dışında bırakmadan tamamını kapsamalı ve böyle yürümeli. Bu şekilde yürüyen bu tren emin olun 86 milyona eşit yaşayacakları demokratik bir cumhuriyeti getirebilir.

Aksi halde bu treni kaçırırsak tekrar 100 yıl önceki kaosu, krizi bu topluma yaşatmak durumda kalacağız. Bu treni bu sefer kaçırmayacağız. Kaçırmamak için el birliği, güç birliği ile omuz omuza mücadele edeceğiz. Tekrar bizi sabırla dinlediğiniz için, onure ettiğiniz için, bu toplantıya katıldığınız için her birinize tek tek teşekkür etmek istiyorum. Hepinize başarılar diliyorum.”

Paylaşın

DEM Parti’den “Süreç Komisyonu”na Çağrı: Abdullah Öcalan Dinleyin

DEM Parti’nin “Süreç Komisyonu” üyeleri, PKK Lideri Abdullah Öcalan’ın komisyon tarafından dinlenmesinin, sorunun kalıcı çözümü için bir gereklilik olduğunu açıkladı.

Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi’nden (DEM Parti) Türkiye Büyük Millet Meclisi (TBMM) Milli Dayanışma, Kardeşlik ve Demokrasi Komisyonu’nun çalışmalarına ilişkin önemli bir yazılı açıklama yayımladı. Partinin komisyon üyeleri Gülistan Kılıç Koçyiğit, Meral Danış Beştaş, Hakkı Saruhan Oluç, Celal Fırat ve Cengiz Çiçek imzasıyla yayımlanan metinde, komisyonun barışa ve çözüme dair tarihi bir rol üstlenebileceği vurgulandı.

DEM Parti, kalıcı bir çözümün sağlanması için komisyonun atması gereken en önemli adımı net bir şekilde dile getirdi. Açıklamada, PKK lideri Abdullah Öcalan’ın komisyon tarafından dinlenmesinin, sorunun kalıcı çözümü için bir gereklilik olduğu belirtildi.

Açıklamada yer alan ifadede, “Komisyonun Sayın Öcalan’ı dinlemesi, mevcut sürecin başarıyla nihayete erdirilmesi açısından belirleyici önemdedir” denilerek, Öcalan’ın görüşlerinin mevcut diyalog sürecinin sağlıklı ilerlemesi için anahtar rol oynayacağı vurgulandı.

DEM Partili komisyon üyelerinin açıklaması şöyle: “TBMM bünyesinde kurulmuş bulunan Milli Dayanışma, Kardeşlik ve Demokrasi Komisyonu, 5 Ağustos 2025 tarihinden itibaren faaliyetlerine devam etmektedir. Komisyon, Kürt meselesinin demokratik ve barışçı çözümüne katkı sunacak hukuki ve siyasi zeminin tesisi amacıyla oluşturulmuştur.

Cumhuriyet’in en temel sorunlarından birisi etrafında, halk iradesinin tamamına yakınını temsil eden siyasal partilerin Komisyon’da temsil edilmesini son derece kıymetli bulduğumuzu tekrardan belirtmek isteriz. Ortaya çıkan bu siyasal irade, sorunun çözümü için tarihsel rolü olması gereken siyaset kurumunu ve alanını, ilk defa bu düzeyde çözümün muhataplığına yakınlaştırmıştır.

Kendine has özellikleriyle öne çıkan, tarihsel çağrıların ve gelişmelerin gerçekleştiği bu süreçte, Komisyon’un parlamento zemininde kendi rolünü oynamasına dönük kamuoyu beklentisi yüksektir. Komisyon’un her şeyin muhatabı olmadığını bilmekle birlikte, rolünü doğru ve işlevsel oynaması durumunda tarihsel gelişmelere kapı aralayacak bir katkısının olacağının da bilincindeyiz.

1. Komisyon çalışmalarındaki birinci aşama tamamlanmakta ve dinlemelerin sonuna yaklaşılmaktadır. Farklı çevrelerden kişi ve kurumların barışa ve çözüme dair düşüncelerini, önerilerini son derece kıymetli bulduğumuzu yeniden ifade etmek isteriz. Partimiz açısından dinleme safhasının ana çıktısı, Kürt sorununun demokratik ve barışçı çözümünün kaçınılmazlığıdır. Referansları, dayanakları farklı olsa da Komisyon’da ifade edilenler, Kürt meselesinin tarihsel olarak çözümünün zorunlu olduğunu bir kez daha gözler önüne sermiştir.

2. Sürecin pozitif barış aşamasına geçmesinin en az çatışmasızlık hali olarak değerlendirilen negatif barış aşaması kadar önemli olduğu birçok kurum ve kişi tarafından ifade edilmiştir. Pozitif barış için “adaletin tesisi, toplumsal güvenin inşası, eşitliğin kurumsallaşması, farklı kimliklerin bir arada eşit olarak ve barış içinde yaşayabilme iradesinin net bir şekilde ortaya konulması” gerektiği; güven ortamının “karşılıklılık ilkesiyle sağlanabileceği”; sorunun sadece “silahlı hareket boyutuna sıkıştırılamayacağından” hareketle “kök nedenlerin ortadan kaldırılmasının” önemi; “sadece güvenlik politikalarıyla kalıcı barışın sağlanamayacağı”; “ret, inkar ve asimilasyon politikalarından vazgeçilmesi” gibi dinlemeler safhasında öne çıkan tespitleri çok kıymetli buluyoruz. Komisyonun bundan sonraki çalışmalarında, dinlemelerde öne çıkan bu önerilerden faydalanması gerektiğinin altını önemle çiziyoruz.

3. Sorunu siyasal, kültürel, toplumsal ve ekonomik boyutlarıyla ele alarak kalıcı çözümün geliştirilmesi doğru olandır. Meselenin bölgesel ve küresel bir karakter kazandığının da bilinciyle, örgütsel, siyasal ve toplumsal karşılığı ve belirleyicilik düzeyi açık olan Sayın Abdullah Öcalan’ın komisyon tarafından dinlenmesi, sorunun kalıcı çözümü için bir gereklilik olarak ele alınmalıdır. Gerçek çözüm, sorunu ismiyle çağırmaktan ve bulunduğumuz tarafa göre gerçeği eğip bükmeden hakikate göre düşünmekten, adım atmaktan geçmektedir. Komisyonun Sayın Öcalan’ı dinlemesi, mevcut sürecin başarıyla nihayete erdirilmesi açısından belirleyici önemdedir.

4. Meclis açılışıyla birlikte siyasal ve toplumsal aşama olarak nitelendirebileceğimiz birinci aşama, yerini hukuk aşaması olarak tarif ettiğimiz ikinci aşamaya bırakacaktır. Komisyon’un varlık gerekçesi, sürecin gerektirdiği yasa düzenlemelerine ilişkin tavsiyeler ve taslaklar oluşturmaktır. Partimizin ilgili kurullarının sürecin başından itibaren Geçiş Dönemi Kanunu, İnfaz Kanunu, TMK, TCK ve CMK’de ihtiyaç duyulan değişiklikler; başta kayyım düzenlemesi olmak üzere yerel yönetimlerin güçlendirilmesi ve demokratikleştirilmesi; ayrımcılıkla mücadele düzenlemeleri ve anadilinde eğitim-öğrenim gibi başlıklarda hazırlığı bulunmaktadır.

Yeni yasama yılının açılışıyla birlikte Komisyon’a üye veren partilerin ilgili başlıklarda somut öneriler sunması ve bu öneriler üzerinde ortaklaştırma hedefiyle çalışılması ikinci aşamanın en temel görevidir. Çünkü çatışma zemininin kalıcı olarak ortadan kaldırılmasının en önemli adımlarından birisi de hukukun tesisi ve yasa önünde eşitliğin sağlanmasıdır.

5. Öte yandan Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi’nin, 17 Eylül 2025 tarihli kararında Barış ve Demokratik Toplum Sürecine atıf yaparak, umut hakkına dair Komisyon ve parlamentonun görevlerine işaret etmesi dikkate değerdir. Bakanlar Komitesi’nin Türkiye’de ilgili siyasal ve hukuki adımlara işaret ettiği bir ortamda, umut hakkı bağlamında sürecin gerektirdiği adımları atmak, inisiyatifleri almak ve bunu bir ilke olarak kabul etmek Kürt sorununda adil, eşit, demokratik ve toplumsal çözümün en hayati gelişmelerinden birisi olacaktır.

6. Komisyon faaliyetleri kapsamında DEM Parti olarak temel amacımız, Kürt sorununu çatışma zemininden uzaklaştırarak hukuki ve siyasi çözümün olanaklarını yaratmaktır. Kürt meselesinin demokratikleşme perspektifiyle ve bunun gerektirdiği zihniyet dönüşümüyle ele alınması kaçınılmazdır. Dinlemeler esnasında bir akademisyenin belirttiği gibi “Her barış demokrasiyle sonuçlanmayabilir, ancak Kürt sorunu çözülmeden Türkiye’ye demokrasi gelmeyecektir.”

Paylaşın

DEM Parti’den “Süreç” Açıklaması: Toplum Somut Adımlar Görmek İstiyor

DEM Parti Sözcüsü Ayşegül Doğan, PKK Lideri Abdullah Öcalan’ın çağrısı sonrası başlayan sürece ilişkin, “Süreç ne aşamada? Durdu mu? Yavaşladı mı? Durağan bir hal mi aldı? Pürüz mü var? Riskli bir döneme mi girdi? İlerlemiyor mu? Dikkat ederseniz art arda sıraladığım bu soruların tamamında negatif çağrışımlar var” dedi ve ekledi.

“Sürece dair pozitif çağrışımlar içeren gelişmeleri kamuoyu görmediği için soruları bu yönde soruyor, haklı olarak. Niye, çünkü bir inançsızlık söz konusu. Bu inançsızlığı ortadan kaldırmak için komisyonun kuruluşu çok büyük bir coşkuyla karşılandı diyebiliriz. Çok büyük bir coşku diyorum. Sebebi şu. Somut adım görmek istiyor insanlar. Hem siyaset hem toplum somut adım görmek istiyor.”

Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi (DEM Parti) Sözcüsü Ayşegül Doğan, gündemdeki konulara ilişkin partisinin genel merkezinde basın toplantısı düzenledi. Ayşegül Doğan, şunları söyledi:

“Merhabalar değerli basın emekçileri. Türkiye’nin yoğun gündemlerinin uzun saatler değerlendirildiği ve önümüzdeki döneme dair planlamaların yapıldığı, son günlerdeki sıcak gelişmelerin de değerlendirildiği bir MYK sonrası huzurlarınızdayız. Ancak biz hazırlanırken yine Cumhuriyet Halk Partsi’nin kurultayı ile ilgili bir müdahale ile karşı karşıya kaldık. Yine bir mahkeme eliyle açıkça anayasal suç işleniyor. Bu bir CHP meselesi değil, Türkiye’nin demokrasi meselesidir. Biz de böyle yaklaşmalıyız. Göz göre göre bir siyasi partiye müdahalede ısrar etmek, üstelik zaten uygulanmayan darbe anayasasını dahi ihlal etmeyi göze almak, açıkça siyasi talimatla çalışmanın ifadesi olarak kamuoyuna yansıyor. Bu tutum ve yönelimden vazgeçmek gerekiyor.

Şu anda bir mahkeme heyeti ana muhalefet partisinin, son seçimlerde birinci parti olan bir siyasi partinin kurultayını durdurmak üzere heyet gönderiyor. Bu görüntüler Türkiye’ye yakışmıyor. Yıllardır tekrar ediliyor. Bu görüntülerin ortaya çıkmaması, bu görüntülerden vazgeçmek için taktiksel değişikliklere değil, zihinsel bir dönüşüme ihtiyaç var. Türkiye’de köklü bir sistem değişikliğine ihtiyaç var. Bugün CHP’ye, dün DEM’e, yarın yine DEM’e, sıra dolayısıyla her an herkese gelebilir. Sıranın her an herkese gelmemesi için eşit, hiç kimseye ayrımcılığın yapılmadığı köklü bir sistem değişikliğine ihtiyacımız var. Tabii ki Yüksek Seçim Kurulu’na da şu çağrıyı yapıyoruz.

Şu anda olağanüstü toplantı halindeler. Önümüzdeki dakikalarda -dakikalar olmasını ümit ediyoruz bunun, saatler değil- kararlarını duyacağız. Ancak daha önce verilmiş bir karar var. Ve Türkiye’de bu konudaki tek yetkili kurum Yüksek Seçim Kurulu. Buna rağmen 45. Asliye Ceza Mahkemesi bunu yapabiliyorsa Yüksek Seçim Kurulu yüksek sesle kararına sahip çıkmalıdır. Biz CHP’ye yönelik bu operasyonların, bu uygulamaların; barışçıl ve demokratik toplumu konuştuğumuz bir dönemde bu kadar çok arttırılmasının, bu kadar çok tırmandırılmasının bir tesadüf olmadığını düşünüyoruz. Doğrudan sürece yönelik gölge düşürücü, süreçle ilgili gelişmeleri hedef alan yaklaşımlar olarak değerlendiriyoruz.

Merkez Yürütme Kurulumuzun önemli başlıklarında biri toplumsal muhalefet ve siyasal muhalefet. Çünkü bizim en çok önemsediğimiz şey Barış ve Demokratik Toplum Sürecinin toplumsal ayağının güçlü bir şekilde inşa edilmesi ve bunun güçlendirilmesi. Bunun için şeffaflığı çok önemsediğimizi söyledik. Bunun için bizdeki her bilgiyi her an sizinle paylaşabilecek kadar açık olmaya çalıştık bu süre zarfında. Yaklaşık 1 yıl geçirdik, değerlendirmesini yaptı MYK’mız. Ancak tüm bunlara rağmen sürecin toplumsallaşmasını hedefleyen, anti demokratik uygulamalarda ısrar edenler olsa olsa süreç karşıtları olabilir. Süreç karşıtlığı üzerinden toplumsallaşma inşa edilemez.

Biz bunu görüyoruz. Bunun gayet açık bir biçimde farkındayız. Bu  çok tehlikeli bir senaryo. Bu çok tehlikeli bir oyun. Böyle oyunlar kuranları en başından buradan uyarmak durumundayız ve uyarıyoruz, yapmayın! Çözümsüzlükten medet ummak gözyaşı getirmek demektir. Ülke çok şey kaybetti. İnsan hayatlarından bahsediyoruz. Ülkenin enerjisi, potansiyeli kayboldu son yıllarda. O yüzden çözümsüzlüğe değil çözüme güç ve destek vermek gerekiyor. Bu tür oyunlardan medet umanlar da bilmeliler ki bu tür oyunlarla başarıya ulaşamazlar. Ve biz bu oyunları boşa çıkartabilecek deneyime de sahibiz.

“Filistin meselesi çözülmedikçe Ortadoğu’da eşit ve özgür bir yaşamdan bahsedilemez”

Çok önemli konulardan biri, belki de ilk kez bu şekilde dünyanın gündeminde yer alıyor. Tüm çağrılarımıza, bu konudaki eylemlerimize, açıklamalarımıza, dayanışmamıza rağmen Filistin meselesinden bahsediyorum. Ortadoğu’nun en köklü meselelerinden biri, en başında gelen meselelerinden biri ve ne yazık ki çözümsüzlüğe gark olsun diye daha çok çaba sarf edilen bir mesele olarak karşımızda duruyor. Oysa biz biliyoruz ki Filistin meselesi çözülmediği sürece Ortadoğu’da eşit, özgür bir yaşamdan, ezilen halkların özgürlüğünden bahsetmemiz mümkün değil.

Dolayısıyla Birleşmiş Milletler’in 80. Genel Kurulunun New York’ta toplanmış olması ve bu toplantıda resmen olmasa da Genel Kurulunun ana gündeminin Filistin olması, bu konuya ilişkin yapılan açıklamalar, dayanışma çağrıları, tüm bunların kalıcı bir barışa evrilmesi için somut adımlarla desteklenmesi gerektiğini düşünüyoruz DEM Parti olarak. Gazze’de artık Birleşmiş Milletler’in de resmi olarak kabul ettiğini söyleyebileceğimiz bir soykırım yaşanıyor. Ve bu soykırım yine dünyanın gözleri önünde açıkça yaşanıyor. Hastaneler, okullar, evler, gıda dağıtım noktaları vuruluyor. Temel ihtiyaç malzemeleri, gıda ve ilaca konulan ambargo nedeniyle çocuklar ya hastalıktan ya da açlıktan ölüyor.

Bu dramı görmemek, buna karşı bir çaba içerisinde olmamak insanlık adına utanç verici en hafif tabiriyle. Dolayısıyla Gazze’de en kısa sürede ateşkes ilan edilmeli. Kalıcı barışın müzakere yoluyla sağlanabilmesinin zemini oluşturulmalı. Ve bilinmeli ki Ortadoğu bir halklar ve inançlar bahçesi. Bu bahçede hiçbir tekçi anlayış çözüm üretemez, demokratik bir model üretemez. Tekçi anlayışlarla da demokratik bir çözüme ulaşılamaz. Biraz önce de ifade ettiğim gibi bu tekçi anlayışlar var oldukları ülkelere sadece kan ve gözyaşı getirdiler ne yazık ki.

Halkların eşit, özgür, barış içinde yaşayacağı demokratik bir modelin hayata geçmesini önemsiyoruz biz. Filistin coğrafyasında başta Yahudiler ve Araplar olmak üzere tüm halkların ve inançların bir arada, eşit ve özgür bir biçimde yaşaması gerektiğini, bunun koşullarını oluşturabilmek için de hepimizin gayret içerisinde inançla, kararlılıkla, müdahale azmiyle buna sahip çıkmamız gerektiğini düşünüyoruz ve bunu savunuyoruz.

Biz biliyoruz ki Ortadoğu’da patlayan her silah, atılan her bir bomba, kalkan her bir savaş uçağı ancak ve ancak halklar arasındaki yarılmaları derinleştirir. Bunu derinleştirmek yerine halklar arasındaki mesafeleri kapatmak ve yan yana gelişleri eşit ve özgür bir şekilde sağlamak gerekiyor. Bu sebeple de bu soykırım, uluslararası toplum tarafından atılacak somut adımlar olmadan durmaz. Bunu biliyoruz. Somut adımlara ihtiyaç var. Hem bu soykırımın durması hem de dünyanın gözü önünde devam eden bu ambargonun durdurulması ve kaldırılması için.

Bundan bağımsız olmayan bir başka konu Ortadoğu’nun Türkiye meselesi. Ortadoğu’nun Kürt meselesi, aslında Türkiye meselesi demek de bir sürçülisan oldu ama bir boyutuyla öyle bir hali de var. Evet, Ortadoğu’da Türkiye’nin üstleneceği rol, misyon açısından baktığımızda, Ortadoğu’nun Kürt meselesi, Türkiye’nin Kürt meselesi ve artık uluslararası bir mesele olan Kürt meselesi son bir yıldır dikkatle takip ediliyor. Yalnızca bizler tarafından değil, hem Ortadoğu’daki gelişmeler açısından baktığımızda dikkatle izleniyor.

Hem de dünyada ilgilileri dikkatle izliyorlar Türkiye’nin bu süreçte nasıl bir pozisyon alacağını, nasıl bir misyon üstleneceğini. Çünkü bunun bölgesel ve küresel etkileri var. Bölgesel ve küresel etkileri üzerinden de içerideki gelişmeler değerlendiriliyor. Bu açıdan baktığımızda biz de Merkez Yürütme Kurulumuzda son bir yılda yaşananları enine boyuna yeniden değerlendirmeye çalıştık. Biliyorsunuz yakın zamanda Meclis yeniden mesaiye başlayacak ve bir yandan da mecliste bir komisyon kuruldu ve komisyon çalışmaları devam ediyor.

“Toplum somut adım görmek istiyor”

Barış ve Demokratik Toplum Süreciyle başlamak istiyorum. Herkes şunu merak ediyor, süreç ne aşamada? Durdu mu? Yavaşladı mı? Durağan bir hal mi aldı? Pürüz mü var? Riskli bir döneme mi girdi? İlerlemiyor mu? Dikkat ederseniz art arda sıraladığım bu soruların tamamında negatif çağrışımlar var. Sürece dair pozitif çağrışımlar içeren gelişmeleri kamuoyu görmediği için soruları bu yönde soruyor haklı olarak. Niye? Çünkü bir inançsızlık söz konusu. Bu inançsızlığı ortadan kaldırmak için komisyonun kuruluşu çok büyük bir coşkuyla karşılandı diyebiliriz. Çok büyük bir coşku diyorum. Sebebi şu. Somut adım görmek istiyor insanlar. Hem siyaset hem toplum somut adım görmek istiyor. Bunun da çeşitli nedenleri var.

Tarihsel nedenleri var, sosyolojik nedenleri var. Bugüne kadar Türkiye’nin biriktirdiği acı deneyimler var. Bunların yaşanmaması için insanların bu inançsızlık vurgusunu sık sık ifade etme ihtiyacıyla karşı karşıya kaldıklarını sahada da gözlemliyoruz biz. Defaatle buradan da söyledik. Art arda sıralanan bu soruların negatif çağrışımlarla dolu olmasının nedenini maksatla değerlendirmiyoruz biz. Böyle yaklaşmıyoruz. Aksine bunu bir talep olarak, bunu bir sahip çıkma, bunu başarıya ulaştırma çabası olarak görüyoruz. O sebeple de buradan bir kez daha sürecin ilgililerine, karar vericilerine ivme kazanması için cesur bir kurucu iradeyi ortaya koymaları gerektiğini yineliyoruz.

Ne demek bu? En başında şunu söylemiştik. Eğer sürecin bütüncül bir tasarımı olsaydı yani bir yol haritası olsaydı, bir izleği olsaydı başladıktan sonra aşama aşama neler olduğu kamuoyuyla paylaşılsaydı ya da neler olacağı, neler yapılacağı, nelerin planlandığı bugün bu sorular bu şekilde sorulmazdı. Ancak şunu da ifade etmek durumundayız yaptığımız değerlendirmelerden süzülen bir bilgi olarak da, süreç hızlı ilerlemiyor. Bu açıdan baktığımızda bu monotonluk kamuoyunda kaygı yaratıyor. Bunu görüyoruz. Bu monotonluğu gidermenin, bu durağan hali gidermenin yolları var, mümkün. Biz bunu daha önce de söyledik. Yine söylüyoruz. Şimdi tek tek sıralayacağım.

Hatırlayalım. Geçen sene Ekim ayına gidelim. Tokalaşmayla birlikte başlayalım. Akabinde çeşitli açıklamalarla devam eden ve nihayetinde 27 Şubat’ta Sayın Öcalan’ın örgütüne yaptığı çağrıyla bambaşka bir boyut kazanan ve bir de ivme kazanan bir süreçten bahsediyoruz. Sonrasında ne oldu? İşte Mayıs ayında PKK Kongresini topladı. Kongresini topladıktan sonra fesih kararını duyurdu. Fesih kararından sonra silahlarını Temmuz ayında yakarak imha etti. Somut adımlar attı. Silahları yakarak imha etmek sembolik olmanın ötesine geçen bir anlam taşıyor. Somut bir eylem koydu ortaya. Taleplerini ifade etti örgüt olarak.

Demokratik siyaseti bir taktik olarak değil, stratejik bir karar olarak benimsediklerini kongre kararıyla da açıkladılar. Sayın Öcalan’ın çağrısının stratejik bir çağrı olduğu, taktiksel bir çağrı olmadığı, bütüncül bir şekilde ele alınması gerektiği defalarca bizim tarafımızdan da yine dile getirildi. Peki bunlara karşılık neler oldu diye bakalım. Açıklamalar oldu evet. Türkiye’de ezberleri bozan. Umut hakkından tutalım da Sayın Öcalan’ın Meclis’e gelip konuşma yapmasına kadar Türkiye’de ezberleri bozan açıklamalar oldu ve bunlar çok kıymetliydi.

Niye? Çünkü söze bir alan açılmaya çalışılıyordu. Epeydir konuşmayan, yan yana gelmeyen siyasi partiler istişarelerde bulunmaya başladı. Tabii ki bunların önemli olduğunun altını hep çizdik, hep vurguladık. Ancak sorunun derinliği, sorunun kökleri, sorunun nedenleri, sorunun tarihsel, sosyolojik, siyasal, ekonomik boyutları dolayısıyla yetersiz. Mesele bu. O yüzden bütüncül bir tasarıma, bir kareografiye ihtiyacı vardı bu sürecin. Nihayetinde hangi aşamaya geldik? Komisyon aşamasına geldik.

Komisyon Milli Dayanışma, Kardeşlik ve Demokrasi Komisyonu olarak kuruldu. Haftalardır bu komisyon dinlemeler yapıyor. Bu dinlemeler de çok kıymetli. Bu dinlemeleri de önemsiyoruz. Bu dinlemeler de gösterdi ki çatışma çözümlerinde dünya deneyimlerinin önemli olduğu kadar Türkiye’nin deneyiminin de bugüne kadar biriktirdiklerinin de kıymeti bilinmeli ve bunlardan da yararlanılmalı. Ancak bu da yetmiyor. Yalnızca dinlemelerle yol alabilen bir komisyon olamaz, olmamalı. Nitekim hem komisyon başkanı hem de meclis başkanı Sayın Kurtulmuş bugün komisyon toplantısı öncesi yaptığı açılış konuşmasında şu ifadeleri kullandı ki biz de önemli buluyoruz.

Kendileri açısından planladıklarından daha disiplinli bir süreç olduğunu ifade ediyor komisyon sürecinin. “Kimsenin fikirlerine, konuştuklarına müdahale etmedik bu süreçte” diyor. Burada bir düzeltme yapmak isteriz DEM Parti olarak. Müdahale edildi. Barış Annelerinin Kürtçe konuşmasına meclis komisyonunda müdahale edildi. Bu müdahale tarihe not düştü. Sorunun esas nedenlerinden biri budur. Bir halkın varlığını yok saymak, bu ülkedeki farklı kimliklerin varlıklarını yok saymak, bu ülkedeki farklı inançları yok saymak. İşte meselenin neden sonuç ilişkisi dediğimiz şey tam da bu.

Eğer çatışmalı bir süreçten ve bunun nihayete ermesinden bahsediyorsak bunun neden ve sonuç ilişkilerini doğru değerlendirmek gerekir. Teşhisi doğru yapmalıyız ki izlenebilecek yöntem ve yol bizi başarıya götürebilsin. Türkiye modeli olarak hayata geçirilmek istenen çatışma çözümü literatüründe model de nihayete erdirebilsin. O nedenle burada Kürtçeyi özel olarak not düşmek isterim. Anadilinde konuşma, anadilinde kendini ifade etme hakkı bir lütuf değildir. Bahşedilecek bir hak değildir. Bir insan hakkıdır. Tartışılmaz dahi bu hak.

Şunu çok iyi biliyoruz ki bu durum iç tüzükle anlatılamayacak, iç tüzüğe sığdırılamayacak. Bu ancak olsa olsa gerekçe olabilir. Bir müdahale gerçekleşti orada Barış Annelerine ve Kürtçe konuşmaları engellendi. Birilerinin anadiline müdahale ettiniz Sayın Başkan. Ve bu meselenin esas nedenlerinden biridir. Unutulacak bir şey değil. Alt çizilmesi gereken ve hep hatırlatılması gereken bir konu. ‘Her birisi kayda geçti diyor bu konuşmaların’. Evet bu durum da tarihte bir kez daha tezahür ettiği için bir daha kayda geçti ve ilk kez tezahür etmiyor meclis çatısı altında.

“Meclis’in barış mesaisi yapması gerektiğini düşünüyoruz”

“Ortak olarak söylenen hususlardan birisi eğer bu komisyon çalışmalarını başarıyla tamamlarsa tarihi bir fonksiyon icra etmiş olacak” diyor. Biz de bu tarihi fonksiyonun icra etmesi gerektiğini, meclisin böyle bir tarihi görev ve sorumlulukla karşı karşıya olduğunu neredeyse bir yıl önce ve bundan yıllar önce de her defasında söylemiştik. ‘Eşik aşılmış olacak’ diyor. Ümit ediyoruz ki bu eşik aşılır. Ve çok önemli bir şey söylüyor Numan Kurtulmuş. Bundan sonra bir raporlama olacağını söylüyor ve aynı zamanda yasal bir takım düzenlemelerin Ekim ayına yetiştirileceğini söylüyor. Geç kalmış bir açıklama ama değerli bir açıklama. Biz meclis açılışında, meclisin barış mesaisi yapması gerektiğini düşünüyoruz.

Ekim 2024’ten bugüne geldiğimiz sürece baktığımızda, bu süreci takip edecek birtakım yasal düzenlemeleri, hukuki düzenlemeleri, belki özel yasaları çıkarabilecek, infazla ilgili bir takım düzenlemeler yapabilecek bu komisyonun kurulmuş olmasının önemini ve bundan sonraki odağının ne kadar değerli olduğunu hep hatırlattık ve nihayet Komisyon başkanından bundan sonra bir takım düzenlemeler yapılacağına ilişkin açıklama geldi. Bunun takipçisi olacağız. Beklenen, daha hızlı ve odaklı çalışmasıydı. Umarız önümüzdeki dönem daha hızlı ve odaklı çalışır ve yine Kürt sorununu yaratan nedenlerin esasına dair de konuşabilir, tartışabilir ve buna ilişkin bir takım tekliflerde bulunabilir.

Tüm bu hatırlattığım gelişmeler içerisinde çok önemli bir taraf, ana bir aktör Sayın Öcalan. Yalnızca silahsızlanmaya indirgeyemeyeceğimiz, yalnızca bu kapsamda değerlendiremeyeceğimiz, çatışmasızlığın kalıcı hale getirilebilmesi ve demokratik entegrasyon projesinin hayata geçmesi için mutlaka dinlenmesi gereken bir ana aktörden bahsediyoruz. Buradan çağrımızı yineliyoruz komisyona. Burada bir yerinde sayma halinde durmamak gerekiyor. Madem ezberleri bozmaktan, madem tabuları yıkmaktan bahsediyoruz o halde cesaretle mecliste söylenmiş söze sahip çıkmak gerekir. Sayın Öcalan dinlenmeli.

Sayın Öcalan’ın görüşleri, önerileri bir şekilde bu komisyona akmalı. Bu olması gereken. Olması gereken bir şeyi yapmamanın ya da üzerine tartışmanın bir anlamı yok. Bu zaman kaybettirir. Daha hızlı ilerlemek için de bunu geciktirmeden hayata geçirmek gerekiyor. Gerçekçi bir yaklaşıma ihtiyaç var. Yalnızca çatışma çözümüne odaklı bir yaklaşımınız bile olsa, ki bu mesele yalnızca çatışma çözümüne odaklı, çatışmasızlık boyutuyla geçici bir biçimde bir yaklaşım olamaz. Yüzeysel bir yaklaşım olamaz. Daha derinlikli bir yaklaşımı gerektirir. O halde Sayın Öcalan’ı ana aktör olarak mutlaka dinlemeli, sözüne alan açmalı ve temas kurmalısınız.

Sürecin yarım asırdır süren bu çatışmalı döngüde milyonlarca insanın hayatı ile birlikte Türkiye’nin enerjisine, potansiyeline neler kaybettirdiğini hep söylüyoruz. Tarihin bize sunduğu bu nadide fırsatın kıymetini bilmek durumundayız. Aksi takdirde hepimiz için çok ağır bir vebal, çok ağır bir sorumluluk olur. Başarmak durumundayız. Milyonlarız, umudun kazandığını gören, bilen. Mücadele azminin ne kadar kıymetli olduğunu bilen. Bunun her şeye rağmen ne kadar dirençli olduğunu tek tek yaşayarak deneyimleyen milyonlarız. O yüzden bugün burada milyonlara sesleniyoruz DEM Parti adına.

Süreç yalnızca siyasi partilerin, yalnızca iktidar blokunun insafına bırakılabilecek bir süreç değil. Bu sürecin toplumsallaşması, bu sürecin her birimiz tarafından kendi hayatlarımıza sahip çıkıyormuşçasına desteğe, sarılıp sarmalanmaya ihtiyacı var. Kırılgan noktalarının arttırılmasına değil, aksine güçlü yanlarının arttırılmasına ihtiyacı var. O yüzden hep birlikte Barış ve Demokratik Toplum Sürecine sahip çıkıp meclisin yeni dönemde yeni yasalarla Türkiye’yi demokratikleştirecek, hepimizin özlem duyduğu eşit, özgür, demokratik bir Türkiye’ye bizleri götürebilecek yolu açacak, düzenlemeleri yapacak, bu mesaiyi yapacak, toplumla yeniden bütünleşecek bir mesai yapması konusunda kararlılığı gösterecek bir meclis dönemi olmasını temenni ederiz.

Bir arada yaşam bağlarının yeniden tanımlanmasından bahsediliyor. Bunun yeniden tarif edilmesinden bahsediliyor. Bin yıllık kardeşlikten bahsediliyor. İşte bunu güçlendirecek çalışmaların yapıldığı bir dönem olmasını temenni ediyoruz. Somut ve hızlı kazanımların toplumsal ikna ve bu inançsızlığın giderilmesi açısından çok önemli olduğunu düşünüyoruz. Bu önemin kavrandığı bir dönem olmasını temenni ediyoruz.

Çatışmaların kalıcı olarak sonlanması için yapılması gereken her şeyin yapılacağı, buna dair mekanizmaların işler hale getirileceği, tüm komisyonların gerekirse bunun için çalışacağı bir dönem olmasını temenni ediyoruz. Yine tekrar ediyoruz. Çözümü silahta değil, demokratik siyasette gören bir yaklaşımın değerini bilmek gerekiyor. Bu yaklaşımın stratejik bir yaklaşım olduğunu görmek gerekiyor ve buna stratejik bir şekilde yaklaşmak, stratejik bir şekilde karşılık vermek gerekiyor.

Barış ve Demokratik Toplum Sürecinin bir ayağı da sahada devam ediyor ve kesintisiz bir biçimde sürüyor. Şölenler, şenlikler, halk buluşmaları, mitingler yakın zamanda görmüşsünüzdür, takip etmişsinizdir. Oldukça kitlesel yürüyüşler gerçekleşti. DEM Parti’nin de katıldığı Barış ve Demokratik Toplum Süreci bağlamında ancak umut hakkı ile ilgili de çok büyük kitlesel yürüyüşler ve etkinlikler oldu. Mersin’de, Urfa’da, Diyarbakır’da yine öyle. Bir yandan yuvarlak masa toplantılarımız sürüyor. Bir yandan sivil toplum örgütleriyle yalnızca meclisteki komisyon kapsamında değil, çeşitli görüşmelerimiz devam ediyor.

Yine daha önce burada sizlerle paylaşmıştım. Meclis komisyonu için Merkez Yürütme Kurulumuzun kurduğu bir koordinasyon var. O koordinasyonun çalışmaları sürüyor bir yandan. Çeşitli kesimlerle bir araya geliyoruz. Görüş alışverişinde bulunuyoruz. Barış İstiyoruz Çünkü… kampanyasına start verdik. Bir yandan onunla ilgili il ve ilçe örgütlerimizde ve yine farklı yerlerde de çalışmalar sürüyor. Bu çalışmalarımız da devam edecek. Merkezi Örgütleme Komisyonumuz yakın zamanda yeni dönemle ilgili planlamayı netleştirdiğinde sizlerle paylaşıyor olacağız.”

Soru: Partinizin genişletilmiş bir heyetle İmralı Adası’na gideceği konuşuluyordu. MYK gündeminizde bunu ele aldınız mı?

“Merkez Yürütme Kurulumuzda bunu elbette değerlendirdik. Bu bizim zaten değişmeyen bir gündemimiz. Çünkü biz İmralı’daki bu tecrit tarihinin esnetilmesinin, tecritin bittiği anlamına geldiğini düşünmüyoruz. Evet, avukatlar yıllar sonra ilk kez görüştü. Bu çok önemli bir şey ama zaten olması gereken bir şeyi sevindirici ya da önemli ya da memnuniyet verici bir gelişme gibi görmek ve böyle değerlendirmek insan hakları ihlalinin sürdüğü bir yerde normal bir durum değil. Bu paradoksun bitmesi gerekiyor.

Bir kere aile görüşmeli, avukatlar görüşmeli, bütün haklarından elbette yararlanabilmeli. Ve elbette DEM Parti Eş Genel Başkanları başkanlığında Merkez Yürütme Kurulu üyelerimizden oluşan bir heyetin gideceğini söylemiştim. Biz bunu bekliyoruz. Bunun gerçekleşmesi gerekiyor tabii ki. Yani artık yalnızca DEM Parti ile değil, Sayın Öcalan Türkiye’de farklı kesimlerle iletişimde olmalı.

Pratik ve teorik önderlikten söz etmişti kendisi gönderdiği ilk mesajda. Hatırlarsanız Ekim ayında Urfa milletvekilimiz Ömer Öcalan’la yaptığı görüşmede, siyasi ve hukuki zemine çekebilecek tüm çatışma hâlinden ve çatışmasızlığı sağlayabilecek pratik ve teorik önderlik gücünün olduğundan bahsetmişti. Bu bir yıl içerisinde bu gücün ne kadar etkili olduğu, çeşitli defalar görüldü aslında. Şimdi böyle bir liderlik gücünü niye böyle bir koşulda tutarsınız? Niye özgür çalışma koşulları sağlamazsınız? Niye insanlarla temasından bu kadar korkarsınız? Aksine bir arada yaşam projesini güçlendirebilecek çok önemli bir isimden bahsediyoruz. Biz bekliyoruz, henüz netleşmiş bir tarih yok.”

Soru:  Öncelikle yakın zamanda Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi’nin AİHM’in Sayın Öcalan’ın dahil verdiği ihlal kararını ele aldığı bir toplantısı oldu ve Türkiye’ye bir kez daha aslında yasal değişiklik çağrısında bulundu. Haziran 2026’ya kadar da süre vermiş oldu. Ayrıca Bakanlar Komitesi biraz kendi misyonunun dışına çıkarak komisyonu işaret etti. Yani meselenin aslında siyasi boyutunu ele aldı. Yine, Avrupa’da da birçok yerde Öcalan’a Özgürlük kampanyaları devam ediyor. Sizin de yürüyüşleriniz sürüyor. Bu konuda siz de bahsettiniz komisyonla ilgili Öcalan’ın görüşmeleri ile ilgili hala tartışmalar devam ediyor. Bir iletişim sorunu hala var. Kısıtlı bir yerde. Umut hakkı gündemine dair önümüzdeki süreçte yakın dönemde bir gelişme beklemeli miyiz? Sizin bu konudaki tavrınız ne olacak?

“Ağırlaştırılmış müebbet ve ağırlaştırılmış müebbetle birlikte, ki yalnızca Sayın Öcalan’ı da değil Türkiye’de binlerce insanı ilgilendiren bir durumdan bahsediyoruz. Öyle ki tam olarak veri bile paylaşmıyor Adalet Bakanlığı. Ama hak kuruluşlarının edinebildiği bilgiyle 4.350’nin üzerinde insanın hayatını etkileyen bir durumdan bahsediyoruz. Yani bu açık bir insan hakkı ihlali. Tabii ki bu insan hakkı ihlali sonlandırılmalı ve umut hakkı ilkesinden yararlanmalı başta Sayın Öcalan olmak üzere bundan dolayı mağdur edilen herkes.

Fakat burada dediğiniz gibi önemli noktalardan biri de şu. Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi’nin bu durumun siyasi karakterine dikkat çekmesi. Bunu yineliyorum. İkincisi, sürece iktidar blokunun isimlendirdiği şekilde de dikkat çekiyor olması. Yani iktidar blokuna da seslenmiş oluyor diye düşünüyoruz. Bir başka önemli konu komisyona işaret etmesi, komisyondan faydalanılabileceğini söylemesi. Yine dikkat çekici bir konu.

Bugüne kadar bu konuda verilen kanun tekliflerinin halihazırda parlamentoda bulunan kanun tekliflerinin de meclis tarafından kabul edilmesi gerektiğini söylüyor. Yani Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi Türkiye’ye bir süre veriyor. Bu eleştirilmesi gereken bir taraf bir yandan. Siyasi bir karar olduğunu görüyor ama buna rağmen kendisine teşkil eden değerlere uygun davranmak yerine siyasi bir pozisyon alıyor. Fakat şu çok açık. Bu sürdürülemez, sürdürülmemeli, Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi’nin de söylediği bu, ki onların söylemesine gerek yok.”

SORU: Az önce siz de bahsettiğiniz Kurtulmuş artık bu aşamadan sonra yasal düzenlemelere geçirileceğini söyledi. Bu noktada DEM Parti’nin çalışmaları hazır mı? Komisyona hangi önerilerde bulunacak? Ve sizce komisyon öncelikli olarak hangi gündemleri, hangi yasa düzenlemelerini genel kurula taşımalı?

“DEM Parti’nin tabii ki bu konuda hazırlığı çalışması var. DEM Parti nasıl eşit, özgür, demokratik Türkiye olabiliriz’in mücadelesini onlarca yıldır veriyor. Dolayısıyla DEM Parti’nin bugüne kadar antidemokratik uygulamalara sebebiyet veren yasalarla ilgili elbette bir takım hazırlıkları var. Her şeyden önce parti yıllardır yeni bir anayasa mücadelesi veriyor Türkiye’de. Mevcut darbe anayasasından kurtulabileceğimiz bir yeni toplumsal sözleşmenin de mücadelesini veriyor. Dolayısıyla bizim bu konularda yasal ve anayasal boyutlarda hazırlıklarımız var. Ama bu komisyonun gündemi anayasa değil. Bu komisyonun gündemi bir yol açmak.

Öncelikle bu çatışmasızlığın kalıcı bir biçimde sonlanabileceği yolu açmak. Mesela tekrar edeyim ben bunu. Besê Hozat’ın açıklaması var. Ne dedi? “Barış ve Demokratik Toplum Grubu olarak demokratik siyasete dahil olmak istiyoruz” dedi. Nasıl? Mesela silah bırakma sürmeli diyor yetkililer yaptıkları açıklamalarda, görüyoruz. Nasıl sorusunu soruyoruz biz de buradan. Nasıl sürecek? Nasıl yapılacak? Silah bırakanlar nereye gelecek? Hayata nasıl dahil olacaklar? Bunu yalnız biz sormuyoruz. Komisyona giden çatışma çözümü deneyimleri çalışan bazı akademisyenler de soruyor, tutanaklardan görmüşsünüzdür. Yapılması gerekenleri açıkça sıralamışlar.

Aslında bir ara rapor çıkabilirse, komisyonun şu ana kadar neler yaptığını görebilirsek, kamuoyu görebilirse, yapılacaklar çok açık. Çok zor değil. Bizim bu konuda hazırlığımız var. İlk etapta neler meclis gündemine gitmeli? Yasal düzenleme olarak komisyon üyeleri ona karar verebilirler. Ortak bir mutabakatla ilk etapta meclis gündemine gidecek konu başlıklarını belirleyebilirler. Zaten komisyon üyeleri bunun için orada. Her biri aynı zamanda kendi siyasi partilerini temsil eden insanlar. Farklı siyasi partilerde de komisyon koordinasyon gruplarının oluştuğunu biliyoruz. Dolayısıyla siyasi partilerin bu konuda hazırlıkları olduğunu düşünüyoruz, ki bazıları sosyal medya hesaplarından da paylaşım yaptılar.”

Paylaşın