Suriye’de Seçim Aldatmacası

Suriye’de 5 Ekim 2025’te gerçekleştirilen Halk Meclisi (parlamento) seçimleri, Beşar Esad rejiminin Aralık 2024’te devrilmesinden sonraki ilk seçim olarak tarihe geçti.

Haber Merkezi / Seçimler, geçiş hükümeti lideri Ahmed el-Şara (eski adıyla Ebu Muhammed el-Colani) yönetiminde dolaylı bir yöntemle yapıldı:

Ülkenin 10 ilindeki 50 seçim bölgesinde yaklaşık 6 bin seçici delege (Seçiciler Kurulu / Elektoral Kolej), 210 sandalyenin üçte ikisini (140 sandalye) belirledi; kalan üçte biri ise Şara tarafından doğrudan atandı.

Seçim süreci, kapsayıcılık eksikliği, azınlıkların dışlanması ve dolaylı yapısı nedeniyle “aldatmaca” olarak eleştiriliyor; bazı analistler yeni yönetimin gücünü pekiştirmek için seçimleri bir araç olarak gördüğünü ifade ediyor.

Seçimde, iç savaşın getirdiği zorluklar (nüfus kayıtları, yerinden edilme ve kimlik belgeleri gibi) nedeniyle doğrudan halk oylaması yapılmadı, elektoral kolejleri tercih edildi.

Eleştirmenler, bunun iktidarı elinde tutan Ahmed el-Şara’nın parlamentodaki etkisini artırdığını ve gerçek bir demokrasi adımı olmadığını söylüyor.

Güvenlik ve siyasi gerilimler nedeniyle Rakka, Haseke (Kürtlerin kontrolündeki kuzeydoğu) ve Süveyda (Dürzü çoğunluklu) illerinde seçimler ertelendi: 20 sandalye boş kaldı.

Demokratik Birlik Partisi (PYD), seçimleri “tek taraflı bir mizansen” olarak nitelendirerek, “tüm etnik ve siyasi bileşenleri içermeyen herhangi bir seçim süreci başarısızlığa mahkumdur” açıklamasını yaptı.

Süveyda’daki Dürziler de seçimleri “Şam’daki hükümetin otoriter bir hamlesi” olarak tanımlayarak, sürece katılmayı reddettiklerini bildirdi.

Ayrıca, Suriye ve Diaspora’daki Alevi İslam Yüksek Konseyi de seçimleri kesin biçimde reddederek, süreci “meşruiyetten yoksun ve halkın iradesini yansıtmayan bir atama girişimine kılıf” olarak değerlendirdi.

Suriye muhalefetinin büyük bölümü, söz konusu seçim sisteminin parlamentoyu sembolik bir yapıya indirgediği ve yürütmenin yasama üzerindeki hakimiyetini pekiştirdiğini belirterek bu değişiklikleri “otoriterliğin yeniden üretimi” olarak nitelendirdi.

Londra merkezli, muhalif Suriye İnsan Hakları Gözlemevi (SOHR), “kapsayıcı bir toplumsal sözleşmeye dayanmayan hiçbir seçimin meşru veya temsil niteliğinde sayılamayacağını” vurguladı.

Şara, geçen ay sonunda büyük ilgiyle izlenen New York’taki Birleşmiş Milletler Genel Kurul konuşmasında “Suriye, dünya ulusları arasında hak ettiği yeri geri alıyor” sözlerine vurgu yaptı.

Konuşmasında Alevi, Hristiyan ve Dürzi azınlıklar gibi dini ve etnik gruplara karşı mezhepsel şiddet olaylarına da değinen Şara, hükümet güçleri ve bunlara bağlı milislerin karıştıkları iddia edilen saldırılar konusunda, “Elleri Suriye halkının kanıyla lekeli olan herkesi adalete teslim etmeye söz veriyorum” güvencesini verdi,

Şara, Suriye’nin gerçekleri araştırma komisyonları kurduğunu ve BM’ye cinayetleri soruşturma izni verdiğini de sözlerine ekledi.

Ahmed el-Şara, BM Genel Kurul konuşmasında azınlık haklarına saygı gösterme ve Suriye’nin etnik ve dini yapısını yansıtan kapsayıcı bir hükümet kurma güvencesini verdi.

Bu seçimlerin Suriye’de siyasi istikrarın tesisini sağlayıp sağlamayacağı belirsiz.

Paylaşın

Trumpizm’in Çelişkileri

Trumpizm, ABD Başkanı Donald Trump’ın siyasi hareketi olarak tanımlanan ideoloji, sağ popülizm, milliyetçilik, anti-küreselleşme ve “Amerika Önce” (America First) söylemini temel almaktadır.

Haber Merkezi / Ancak, bu hareketin çekirdeğinde derin çelişkiler yatmaktadır: Tutarlı bir ideolojik çerçeveden yoksunluğu, vaatleriyle eylemleri arasındaki uçurumlar ve koalisyon içindeki çatışmalar.

Trumpizm’i “eklektik, doğaçlama ve sıklıkla çelişkili” olarak nitelendiren analizler (örneğin, Politico’nun Trump’ın 23 ana konuda 141 kez pozisyon değiştirdiğini belirten raporu), bu çelişkileri hem bireysel hem de yapısal düzeyde ele almaktadır.

Trumpizm’in başlıca çelişkileri dört ana başlık altında incelenebilir:

Ekonomik Politikalar: Serbest Piyasa mı, Devlet Müdahalesi mi?

Trumpizm, geleneksel muhafazakar/libertaryen köklerden (vergi indirimleri, deregülasyon) beslenirken, aynı zamanda ekonomik milliyetçiliği (gümrük vergileri, ticaret savaşları) savunmaktadır. Bu, neoliberalizmle çatışan bir hibrit bir ekonomi politik yaratmaktadır:

Elon Musk gibi figürler Trumpizm’i “bireysel büyüklük ve sınırsız kapitalizm” olarak görürken, Peter Navarro gibi ekonomik milliyetçiler, büyük şirketleri ulusal vizyona uymadıkları için eleştirirler.

Örneğin 2025’te Stephen Miran’ın dolar devalüasyonu planı, ABD’yi “küresel enayi” olmaktan kurtarmayı hedeflerken, Scott Bessent’in “özel sektör en iyisidir” yaklaşımıyla çelişmektedir. Bu, endüstriyel yeniden yapılanmayı (yerli üretim) teşvik ederken, küresel entegrasyonun çelişkilerini derinleştirmektedir.

Yabancı Politika: İzolasyonizm mi, Müdahalecilik mi?

“Amerika Önce” sloganı izolasyonist bir duruşu ima ederken, Trumpizm askeri güç ve ekonomik baskıyı (tarifeler, yaptırımlar) agresif kullanmaktadır:

Anti-küreselleşme söylemi, NATO eleştirileriyle birleşirken, Gazze veya Ukrayna gibi krizlerde “anlaşma odaklı” müdahaleler (örneğin, “Riviera planı”) devreye girmektedir. Bu, hem milliyetçi tabanı hem de uluslararası elitleri tatmin etme çabasıdır, ancak tutarsız sonuçlar doğurmaktadır.

Sosyal ve Kültürel Konular: Halkçı mı, Elitist mi?

Popülist bir hareket olarak Trumpizm, “halkın sesi” olmayı iddia ederken, milyarder destekçileri (Musk ve Thiel gibi) ve dışlayıcı kimlik politikalarıyla elitist kalmaktadır:

Trumpizm, işçi sınıfının öfkesini (eşitsizlik ve göç gibi) kanalize ederken, RFK Jr. gibi “çevreci hippi” figürlerle koalisyon kurmaktadır – ancak bu, ırkçı öfke ve çokkültürlülük karşıtlığıyla çelişmektedir. Trumpizm, tarihsel olarak Jacksoncı popülizmin “belirsiz ve çelişkili” vaatlerini taşımaktadır.

Örneğin, 2025 yılında DOGE (Department of Government Efficiency) girişimi, idari devleti yok etmeyi vaat ederken, Curtis Yarvin gibi gerici ideologların monarşik vizyonuyla birleşir – bu, “halk isyanı” kisvesi altında elit hakimiyetini güçlendirmektedir.

Retorik ve Gerçeklik: Tutarlılık mı, Şekil Değiştirme mi?

Trump’ın kişisel stili, Trumpizm’in en belirgin çelişkisidir: Yalanlarla, gerçeğin çarpıtılması.

Bu çelişkiler, Trumpizm’i “tanımsız bir fenomen” yapmaktadır: Faşizm mi, libertarianizm mi, yoksa neoliberalizmin “sapkın uzantısı” mı?

Eleştirmenler, bunları demokrasiyi aşındıran bir “psikotik olgu” olarak görürken, Trump’ın destekçileri daha çok pratik sonuçları (iş yaratma, ulusal güç) öncelemektedir.

Trumpizm’in geleceği, bu iç gerilimlerin nasıl çözüleceğine bağlı – ancak tarih, popülizmin çelişkilerinin genellikle kaosla sonuçlandığını göstermektedir.

Paylaşın

Esad’ın Devrilmesinden Bu Yana 509 Bin Suriyeli Geri Döndü

Ülkesine dönen Suriyelilerin sayısına ilişkin açıklama yapan İçişleri Bakanı Ali Yerlikaya, “8 Aralık 2024 tarihi sonrasında toplam 509 bin 387 Suriyeli kardeşimiz ülkelerine geri dönüş yaptı” dedi.

Suriyeli silahlı muhalifler, 13 yıllık iç savaşın ardından Şam’a girerek geçen sene 8 Aralık’ta Suriye Cumhurbaşkanı Beşar Esad’ı devirmişti.

İçişleri Bakanı Ali Yerlikaya, sosyal medya hesabından ülkesine dönen Suriyelilerin sayısını paylaştı. Yerlikaya, paylaşımda şu ifadeleri kullandı:

“Suriye’nin Özgürleşmesinden sonra 509 Bin 387 Suriyeli Kardeşimiz Ülkelerine Dönüş yaptı. Türkiye dün olduğu gibi gönüllü geri dönüş sürecinde de Suriyeli kardeşlerimizin yanında. 8 Aralık 2024 sonrasında Suriye’de meydana gelen gelişmelerin ardından gönüllü geri dönüşler hız kazandı.

8 Aralık 2024 tarihi sonrasında toplam 509 bin 387 Suriyeli kardeşimiz ülkelerine geri dönüş yaptı. 2016 yılından bu yana gönüllü geri dönüş yapan Suriyelilerin sayısı 1 milyon 249 bin 390 kişiye ulaştı.

Ülkemiz göç yönetimini, Cumhurbaşkanımız Sayın Recep Tayyip Erdoğan’ın liderliğinde yürütmekte; tarihsel tecrübesi, insani yaklaşımı ve rasyonel bakış açısıyla dünyaya örnek bir model ortaya koymaktadır. Ülkesine gönüllü, güvenli, onurlu ve düzenli bir şekilde dönmek isteyen Suriyelilerin işlemlerini gerçekleştirdikleri en önemli merkezlerden birisi, Adana Sarıçam’daki Gönüllü Geri Dönüş Koordinasyon Merkezi.

Gönüllü geri dönüş yapan Suriyeliler hüzün ve sevinci bir arada yaşıyor. Suriyeli kardeşlerimizin gönüllü geri dönüş işlemlerini Göç İdaresi Başkanlığımız koordinasyonunda büyük bir hassasiyetle yürütmeye devam ediyoruz.”

Paylaşın

İran, Mossad Adına Casusluk Yaptığı Gerekçesiyle Bir Kişiyi İdam Etti

İran, İsrail’in istihbarat teşkilatı Mossad adına casusluk yapmakla suçladığı bir kişiyi idam etti. İran’da bu yıl şimdiye kadar binden fazla idam cezasının infaz edildiği belirtiliyor.

İran, İsrail’e casusluk yapmakla suçladığı bir kişiyi idam ettiğini açıkladı. İran yargısına bağlı Mizan internet sitesinde yayımlanan açıklamada, İsrail’in dış istihbarat servisi Mossad’a çalışmakla suçlanan Behmen Çubi Asl adlı kişinin bu sabah asılarak idam edildiği bildirildi.

“Siyonist rejimin İran’daki önde gelen ajanlarından biri” olarak nitelendirilen kişinin bir telekomünikasyon şirketinde çalıştığı ve “İran’ın kritik ve egemen veri tabanlarına ayrıcalıklı erişim imkânının bulunduğu” belirtildi. Açıklamada, söz konusu kişinin ne zaman tutuklandığına dair bir bilgi ise yer almadı.

Haziran ayında İsrail’in İran’daki hedeflere hava saldırıları düzenlemesiyle başlayan ve İran’ın da İsrail topraklarına yönelik misilleme saldırıları düzenlediği 12 günlük bir savaşyaşanmıştı. İran rejimi, savaşın ardından İsrail ile iş birliği yapmakla suçlanan kişilere karşı yargı süreçlerinin hızlandırılacağını açıklamıştı.

İran yargısından 9 Ağustos’ta yapılan açıklamada, İsrail ile bağlantılı oldukları şüphesiyle 20 kişinin tutuklandığı bildirilmişti.

Uluslararası Af Örgütü verilerine göre İran’da bu yıl gerçekleştirilen infaz sayısı, son 15 yılın en üst seviyesine çıktı. Bu yıl şimdiye kadar binden fazla idam cezasının infaz edildiği belirtiliyor.

(Kaynak: DW Türkçe)

Paylaşın

Taliban, İktidarını Güçlendirmek İçin Kadın Haklarını Kısıtlıyor

Yeni yayınlanan bir raporda, Taliban’ın Afganistan’da iktidarını güçlendirmek için kadın haklarına getirilen kısıtlamaları silah olarak kullandığı, aynı zamanda dini okulları yayarak radikalliği körüklediği uyarısı yapıldı.

Haber Merkezi / Kanada merkezli Farageer tarafından hazırlanan “Alarm Zili: Afgan Kadınların Cinsiyet Ayrımcılığı ve Artan Aşırılık Tehlikesi Konusundaki Tanıklıkları” raporu New York’ta düzenlenen Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nun (BMGK) Afganistan etkinliğinde açıklandı.

Taliban’ın diğer aşırılıkçı gruplar gibi, Afgan toplumunu kontrol etmek ve gücünü korumak için kadın haklarının kısıtlanmasından yararlandığı belirtilen raporda, Taliban’ın kadın düşmanı radikal ideolojisine yönelik eğitimin sadece erkek çocukları ve genç erkeklerle sınırlı olmadığı, kız çocukları ve genç kadınları da kapsadığı belirtiliyor.

Taliban Eğitim Bakanlığı’ndan alınan verilere dayanarak yapılan araştırmada, Afganistan’da şu anda 22 bin 972 dini okulun bulunduğu ve üç milyondan fazla öğrencinin kayıtlı olduğu belirtildi. 2021 yılında Taliban’ın iktidarı ele geçirmesinden önce bu sayı yaklaşık 5 bindi. Son dört yılda Taliban sadece 269 modern okul inşa etti; bu da her yeni modern okula karşılık 85 dini okul kurulduğu anlamına geliyor.

14 ilde 600’ü kadın olmak üzere 700’den fazla kişiyle yapılan görüşmelere dayanan raporda, çoğunluğun Taliban’ın iktidara geri dönmesinden bu yana Afgan toplumunun daha radikal hale geldiğine inandığı ortaya çıktı.

Etkinlikte konuşan BM Afganistan İnsan Hakları Özel Raportörü Richard Bennett, Taliban’ın cihatçı ve dini okullara odaklanmasının Afganistan’ın geleceğini tehlikeye attığını söyledi. Bennett, grubun dini, özellikle Taliban politikalarının “boyunduruğu” altında yaşayan kadın ve kız çocuklarını kontrol etmek için bir araç haline getirdiğini belirtti.

Bennett, Taliban’ın “Erdemin Teşviki ve Kötülüğün Önlenmesi Yasası”na dikkat çekerek, bunu “katı ve baskıcı” bir toplumsal düzen dayatarak Taliban kontrolünü sağlamlaştırmak için hesaplı bir stratejinin parçası olarak nitelendirdi. Bennett, Yasanın hem Taliban baskısının bir belirtisi hem de bir aracı olduğunu söyledi.

Bennett, artan yoksulluk, sınırlı eğitim ve istihdam olanakları ve hak ve özgürlükler üzerindeki daha fazla kısıtlamanın radikalleşme tehdidini artırdığını ve bunun bölgesel ve küresel güvenlik açısından sonuçlar doğurduğunu da sözlerine ekledi.

Bennett, soruşturma mekanizmaları, cinsiyet ayrımcılığının insanlığa karşı bir suç olarak tanınması ve özellikle kadın örgütleri olmak üzere sivil topluma verilen desteğin güçlendirilmesi de dahil olmak üzere kapsamlı bir uluslararası müdahale çağrısında bulundu.

Etkinlikte konuşan Afgan sivil toplum kuruluşları üyeleri, aktivistler, eski hükümet yetkilileri ve akademisyenler de bu endişeleri dile getirerek, BM ve uluslararası toplumu durumun daha da kötüleşmeden harekete geçmeye çağırdı.

Paylaşın

Filistin Kurtuluş Örgütü: Dünü Bugünü

1964 yılında kurulan Filistin Kurtuluş Örgütü (FKÖ), Filistin halkının kendi kaderini tayin hakkı ile bağımsız bir devlet kurma mücadelesini temsil etmektedir.

Haber Merkezi / El Fetih, Halk Cephesi (FHKC) gibi çeşitli Filistinli grupları bünyesinde barındıran FKÖ, Filistinlilerin siyasi ve askeri temsilcisi olarak tanınmıştır ve 1974’te Birleşmiş Milletler (BM) tarafından Filistin halkının resmi temsilcisi olarak kabul edilmiştir.

FKÖ, Filistinlilerin İsrail işgaline karşı mücadelesini koordine etmek ve Filistin devletini kurmak amacıyla kurulmuştur. Başlangıçta silahlı mücadeleyi ön plana alan FKÖ, 1990’lardan itibaren diplomatik çabalara ağırlık vermiştir.

100’den fazla ülkede Filistin’in temsilcisi olarak tanınan FKÖ, BM’de gözlemci statüsüne sahiptir. FKÖ, 2015 yılında da Uluslararası Ceza Mahkemesi’ne (UCM) üye olmuştur.

1993’te İsrail ile imzalanan Oslo Anlaşmaları, FKÖ’nün İsrail’i tanımasını ve iki devletli çözüm için müzakerelere başlamasını sağlamıştır. Bu anlaşmalar, Filistin Yönetimi’nin (FÖY) kurulmasına yol açmıştır.

FKÖ, Filistin davasının uluslararası alanda savunulmasında hala önemli bir rol oynasa da, iç bölünmeler ve İsrail ile süren müzakerelerdeki tıkanıklıklar nedeniyle etkisi tartışma konusudur. Örgüt, iki devletli çözüm ve diplomatik çabaları desteklemeye devam etmektedir.

Yaser Arafat, 1969’dan 2004’teki ölümüne kadar FKÖ’nün lideriydi. Şu an ise Mahmud Abbas, FKÖ Yürütme Komitesi’nin başkanıdır.

Filistin Kurtuluş Örgütü’nün (FKÖ) Dikkat Çeken Eylemleri:

FKÖ, kuruluşundan itibaren Filistin davasını hem silahlı mücadele hem de diplomatik yollarla ilerletmek için çeşitli eylemler gerçekleştirmiştir. FKÖ’nün dikkat çeken eylemleri, tarihsel olarak farklı dönemlerde farklı stratejilere dayanmıştır.

Silahlı Mücadele Dönemi (1960’lar-1970’ler):

FKÖ, özellikle 1960’lar ve 1970’lerde İsrail’e karşı silahlı mücadele yürütmüştür. Bu dönemde dikkat çeken eylemler:

1965 El Fetih Saldırıları: FKÖ’nün ana bileşeni El Fetih, 1965’te İsrail’e karşı ilk gerilla saldırılarını başlatmıştır. Bu, FKÖ’nün silahlı mücadele döneminin başlangıcı olarak kabul edilmektedir.

Kara Eylül (1970): Ürdün’deki Filistin mülteci kamplarından Ürdün hükümetine karşı eylemler düzenleyen FKÖ, Ürdün ordusuyla çatışmıştır. Bu olay, FKÖ’nün Ürdün’den Lübnan’a sürülmesine yol açmıştır.

Münih Olimpiyatları Saldırısı (1972): FKÖ’nün bir kolu olan Kara Eylül örgütü, 1972 Münih Olimpiyatları’nda İsrailli sporcuları rehin almıştır. Operasyon, 11 İsrailli sporcunun ölümüyle sonuçlanmış ve uluslararası alanda büyük yankı uyandırmıştır. FKÖ, bu eylemi resmî olarak üstlenmese de, olay örgüte bağlanmış ve büyük tartışma yaratmıştır.

Lübnan İç Savaşı (1975-1982): FKÖ, Lübnan’da üslendiği dönemde Lübnan İç Savaşı’na karışmış ve İsrail’e karşı sınır ötesi saldırılar düzenlemiştir. 1982’de İsrail’in Lübnan’ı işgaliyle FKÖ, Beyrut’tan Tunus’a çekilmek zorunda kalmıştır.

Diplomatik Eylemler (1980’ler-1990’lar):

FKÖ, 1980’lerden itibaren silahlı mücadeleden diplomasiye yönelmiş ve uluslararası alanda meşruiyet kazanmaya odaklanmıştır:

1988 Bağımsızlık İlanı: Yaser Arafat liderliğinde FKÖ, 15 Kasım 1988’de Filistin Devleti’ni ilan etmiştir. Bu, Filistin davasının uluslararası alanda tanınmasında önemli bir adım olmuş ve 100’den fazla ülke tarafından desteklenmiştir.

Oslo Anlaşmaları (1993): FKÖ, İsrail ile gizli görüşmeler sonucunda Oslo Anlaşmaları’nı imzalamıştır. Bu anlaşma, FKÖ’nün İsrail’i tanımasını ve iki devletli çözüm için müzakerelere başlamasını sağlamıştır. Filistin Yönetimi’nin kurulması, bu dönemin en önemli sonucu olmuştur.

BM’de Gözlemci Statüsü (1974 ve 2012): FKÖ, 1974’te Birleşmiş Milletler’de Filistin halkının temsilcisi olarak tanınmıştır. 2012’de ise Filistin, BM’de “üye olmayan gözlemci devlet” statüsü kazanmıştır. Bu, FKÖ’nün diplomatik başarısı olarak görülmüştür.

İkinci İntifada ve Sonrası (2000’ler):

İkinci İntifada (2000-2005): FKÖ’nün ana bileşeni El Fetih, İkinci İntifada’da aktif rol oynamıştır. Bu dönemde hem silahlı eylemler hem de sivil direniş dikkat çekmiştir. Ancak FKÖ, Hamas’ın yükselişiyle etkisini kısmen kaybetmiştir.

Uluslararası Diplomasi: FKÖ, 2000’lerde ve sonrasında Filistin davasını BM, Avrupa Birliği ve diğer uluslararası platformlarda savunmaya devam etmiştir. Özellikle İsrail yerleşim politikalarına karşı uluslararası mahkemelerde (örneğin, Uluslararası Ceza Mahkemesi) girişimlerde bulunmuştur.

Paylaşın

Android Jelly Bean Nedir? Öne Çıkan Özellikleri

Android Jelly Bean, Google tarafından geliştirilen Android mobil işletim sisteminin 4.1 ila 4.3 sürümlerini ifade eder. 2012 yılında kullanıma sunulan bu sürüm, gelişmiş performans, daha iyi bildirimler ve geliştirilmiş sesli arama gibi önemli iyileştirmeler getirdi.

Haber Merkezi / Ayrıca, kullanıcılara alışkanlıklarına ve tercihlerine göre kişiselleştirilmiş bilgi ve öneriler sunmak üzere tasarlanmış bir özellik olan Google Now’ı da kullanıma sundu.

Google tarafından geliştirilen Android işletim sisteminin bir sürümü olan Android Jelly Bean, akıllı telefonlar, tabletler ve diğer mobil cihazlarda kullanıcı deneyimini iyileştirmek üzere tasarlanmıştır. Haziran 2012’de Android 4.1 olarak piyasaya sürülen sürüm, performans, kullanıcı arayüzü ve çok çeşitli işlevlere erişimde önemli iyileştirmeler sağlamıştır. Temel amaçlarından biri, kısmen dokunmatik ve görsel performansı iyileştirmeye odaklanan bir girişim olan “Project Butter” sayesinde daha akıcı ve daha hızlı bir kullanım sağlamaktı.

Jelly Bean ayrıca, gelişmiş sesli arama özelliği, daha zengin bildirimler ve gelişmiş metin girişi için geliştirilmiş bir klavye gibi özelliklerle daha sezgisel bir kullanıcı deneyimi sunmuştur. Android’in bu sürümü, daha güvenilir bir çalışma ve geniş bir uygulama ve hizmet yelpazesine erişim sunarak cihazları daha işlevsel ve kullanıcı dostu hale getirmeyi amaçlamıştır. Jelly Bean ayrıca, Google Now özelliği gibi çeşitli geliştirmelerle Google’ın hizmet ve uygulamalarının yeteneklerini genişletmeye büyük önem vermiştir.

Google Now, kişiselleştirilmiş, öngörülü ve bağlamsal olarak alakalı bilgiler sunarak kullanıcıların cihazlarıyla etkileşimini dönüştürdü. Bu akıllı kişisel asistan, kullanıcıların sorularını yanıtlamakla kalmadı, aynı zamanda kullanıcının konumuna, arama geçmişine ve ilgi alanlarına göre hava durumu tahminleri, trafik güncellemeleri ve etkinlik hatırlatıcıları gibi bilgiler sağlayarak ihtiyaçlarını da öngördü.

Android Jelly Bean’in piyasaya sürülmesi, Android işletim sisteminin evriminde önemli bir dönüm noktası oldu ve her biri yeni ve geliştirilmiş özellikler sunarak Android cihazları daha çok yönlü, verimli ve kullanıcı odaklı hale getiren sonraki sürümlerin önünü açmaya devam etti.

Android Jelly Bean Hakkında Sıkça Sorulan Sorular (SSS):

Android Jelly Bean’in öne çıkan özellikleri nelerdir?

Android Jelly Bean ile gelen en önemli özelliklerden bazıları şunlardır: Project Butter, Google Now, genişletilebilir bildirimler, hareketle yazma özelliğine sahip geliştirilmiş klavye, tabletlerde çoklu kullanıcı desteği, kablosuz ekran desteği, photosphere ve Daydreams.

Project Butter nedir?

Project Butter, Android Jelly Bean ile birlikte Android işletim sisteminin genel performansını iyileştirmek için başlatılan bir girişimdir. Daha akıcı bir dokunmatik deneyimi, daha hızlı ekran güncellemeleri ve daha kısa uygulama yükleme süreleri sunmaya odaklanmıştır. Bu, üçlü ara belleğe alma, genişletilmiş dikey senkronizasyon zamanlaması ve dokunmatik giriş hızlandırma gibi optimizasyonlarla sağlanmıştır.

Google Now nedir?

Google Now, Android Jelly Bean ile tanıtılan akıllı bir kişisel asistandır. Amacı, kullanıcılara arama geçmişleri, konumları ve diğer verilere göre alakalı ve güncel bilgiler sunmaktır. Bu, Google Now arayüzünde görünen ve öneriler, hatırlatıcılar ve diğer güncel bilgiler sunan “kartlar” aracılığıyla yapılır.

Cihazımı Android Jelly Bean’e nasıl güncellerim?

Cihazınızı Android Jelly Bean’e yükseltmek, cihazınızın üreticisine ve operatörünüze bağlıdır. Genellikle, Ayarlar > Telefon hakkında > Sistem güncellemeleri bölümüne giderek güncellemeleri kontrol edebilirsiniz. Mevcut bir güncelleme varsa, indirmek ve yüklemek için ekrandaki talimatları izleyin. Android Jelly Bean’in eski bir sürüm olduğunu ve birçok cihazın o zamandan beri daha yeni Android sürümlerine geçtiğini unutmayın.

Paylaşın

İngiltere, Kanada ve Avustralya Filistin’i Tanıdı

Filistin’in uluslararası diplomasi sahnesindeki konumunu güçlendirecek kritik adımlar atılmaya devam ediyor. İngiltere, Kanada ve Avustralya Filistin’i resmen tanıdı.

Haber Merkezi / Bu hamle, Gazze’de yaşanan insani kriz sürerken İsrail hükümeti üzerinde baskı oluşturma çabası olarak değerlendiriliyor.

Filistin devletinin varlığı, çoğunluğu on yıllar önce olmak üzere, 193 BM üyesinin yaklaşık 150’si tarafından kabul edilmiş durumda. ABD ve diğer Batılı ülkeler, uzun süredir devam eden Orta Doğu ihtilafını çözüme kavuşturacak nihai bir anlaşmanın Filistin devletini de içermesi gerektiğini savunarak bundan kaçındı.

İngiltere Başbakanı Kier Starmer, sosyal medya hesabından yayımladığı video mesajında “Ortadoğu’da büyüyen dehşet karşısında, barış ve iki devletli çözüm ihtimalini hayatta tutmak için harekete geçiyoruz. Bu yaşayabilir bir Filistin devletinin yanında güvenli ve İsrail demek ve şu an ikisine de sahip değiliz” dedi.

Daha sonra Filistin devletinin “tanınma zamanının geldiğini” vurgulayan Starmer, “Dolayısıyla bugün barış ve iki devletli çözüm umudunu canlandırmak için bu büyük ülkenin başbakanı olarak Birleşik Krallık’ın resmen Filistin devletini tanıdığını net bir şekilde duyuruyorum” dedi.

Starmer ayrıca bunun “Hamas için bir ödül olmadığını” çünkü ilanın aynı zamanda “Hamas’ın geleceği, hükümette ve güvenlik bir rolu olmayacağı anlamına geldiğini” vurguladı.

Kanada da Filistin devletini tanıyan ilk G-7 üyesi ülke oldu. Kanada Başbakanı Mark Carney “Kanada Filistin devletini tanıyor” dedi. Carney sosyal medya paylaşımında “Kanada Filistin devletini tanıyor ve hem Filistin devleti hem de İsrail devleti için barış dolu bir gelecek vaadini gerçekleştirmek için ortaklımızı sunuyoruz” ifadelerini kullandı.

Avustralya’nın, bugünden itibaren bağımsız ve egemen Filistin Devleti’ni tanıdığını bildiren Başbakan Anthony Norman Albanese, “Avustralya böylece Filistin halkının hakkı olan ve uzun zamandır hedeflediği amaçlarını tanımaktadır.” ifadesini kullandı.

İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu, Kanada ve Avustralya’nın kararını “terörü ödüllendirmek” şeklinde niteledi. Netanyahu, bu tür adımların Gazze’de ateşkesi ve rehinelerin serbest bırakılmasını zorlaştıracağını savunarak, “İsrail’in varlığını tehlikeye atan bir cihatçı devletin önünü açıyorlar” dedi.

Tanımanın Filistin açısından sonuçları ne ?

Filistin Devleti’nin İngiltere, Kanada ve Avustralya tarafından tanınması, otomatik olarak büyükelçiliklerin açılması ve büyükelçilerin değişimi anlamına gelmiyor. Gerçekte, diplomatik temsilin düzeyi daha çok devletler arasında aşama aşama müzakere edilecek.

Dolayısıyla üç ülkenin daha Filistin devletini tanımasının, Birleşmiş Milletler’deki statüsü üzerinde de hiçbir etkisi olmayacak. Filistin, 2012 yılından bu yana BM üyesi olmayan “gözlemci devlet” statüsüyle toplantılara katılıyor.

Filistin’in “üye devlet” statüsünün kabul edilmesine yalnızca Güvenlik Konseyi karar verebiliyor. Bu yöndeki bir öneri de masaya yatırılmış ve birkaç hafta önce Amerika’nın vetosu ile engellenmişti.

Bu nedenle Madrid, Dublin ve Oslo’nun, üçlü ve eşzamanlı tanınması, her şeyden önce siyasi bir jest. İsrailli liderlere, İsrail ile Filistin arasında iki devletli çözüm fikrini yeniden teyit etmeleri yönünde bir mesaj.

Ayrıca bu güne kadar güney ülkeleri tarafından tanınan Filistin devletinin Oslo ve Dublin gibi kuzey başkentleri tarafından da tanıması önemli bir aşama olarak tanımlanıyor.

Paylaşın

Taliban, Kadın Yazarların Kitaplarını Yasakladı

4 yıl önce Afganistan’da yönetimi ele geçiren Taliban, ülkedeki üniversitelerde kadın yazarların kitaplarını “Taliban ve şeriat politikalarına aykırı” olduğu gerekçesiyle yasakladı.

Üniversitelerde ayrıca 18 dersin artık okutulamayacağı bildirildi. Bir Taliban yetkilisi, bu derslerin “şeriatın ilkeleri ve sistemin politikalarıyla çeliştiğini” söyledi. insan hakları ve cinsel taciz dersleri de yasak kapsamına alındı.

Bu hafta içinde Taliban’ın lideri, “ahlaksızlığı önlemek” gerekçesiyle en az 10 vilayette fiber optik interneti yasakladı. Taliban yönetiminin kararları en çok kadın ve kız çocuklarının hayatını etkiledi. Kararlar kapsamında kız çocuklarının altıncı sınıf sonrası için eğitim hakları ellerinden alındı, 2024 sonunda ise gizlice ebe kurslarının kapatılmasıyla mesleki eğitim yolları da kapandı.

Şimdi ise doğrudan kadınlarla ilgili dersler hedef alındı. Yasaklanan 18 dersin altısı kadınlara dair. Dersler arasında toplumsal cinsiyet ve kalkınma, iletişimde kadının rolü ve kadın sosyolojisi de bulunuyor. Kitapları inceleyen kuruldan bir üye, BBC Afganistan’a yaptığı açıklamada kadın yazarların kitaplarının yasaklandığını doğruladı.

Bianet’in aktardığına göre; Taliban öncesi dönemde adalet bakan yardımcılığı yapan ve kitapları yasaklanan yazarlardan biri olan Zakia Adeli, karara şaşırmadığını söyledi: “Taliban’ın son dört yılda yaptıklarını düşününce müfredata müdahale etmeleri uzak bir ihtimal değildi. Kadınların eğitim görmesine izin verilmiyorsa onların görüş, fikir ve yazılarının da bastırılması doğaldır.”

Taliban dört yıl önce iktidara dönmesinin ardından temel hak ve özgürlüklere dair birçok kısıtlama getirdi.

Taliban ve Afganistan

Taliban Afganistan’da yönetimi elinde bulunduran Diyubendi İslamcı hareket ve askeri organizasyondur. Kendilerine Afganistan İslam Emirliği demekte olup ülke içinde bir savaş (veya cihat) sürdürmüştür.

İslam şeriatını yayma amacıyla Molla Muhammed Ömer tarafından 1994 yılında kurulan Taliban’ın 2016’dan beri lideri Mevlevi Hibetullah Ahundzade’dir.

Taliban, 1996’dan 2001’e kadar, Afganistan’ın kabaca dörtte üçüne hükmetmiş ve kendilerine göre yorumladıkları şeriatı uygulamıştır.

1994 yılında Afgan İç Savaşı’nın önde gelen gruplarından biri olarak ortaya çıkmıştı ve büyük ölçüde Afganistan’ın doğu ve güneyindeki Peştun bölgelerindeki geleneksel İslami okullarda (medreselerde) eğitim görmüş ve Sovyet-Afgan Savaşı’nda savaşmış öğrencilerden (talebe) oluşmaktaydı.

Muhammed Ömer’in önderliğindeki hareket, Mücahid liderlerinden aldığı güçle Afganistan’ın çoğu bölgesine yayıldı. 1996’da totaliter Afganistan İslam Emirliği kuruldu ve Afganistan’ın başkenti Kandahar’a transfer edildi. 11 Eylül saldırılarının ardından Aralık 2001’de Amerikan liderliğindeki Afganistan işgaliyle devrilene kadar ülkenin çoğunu kontrol etti.

En etkin dönemlerinde, Taliban hükûmeti diplomatik olarak yalnızca Pakistan, Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri tarafından tanındı. Grup daha sonra Afganistan Savaşı’nda Amerikan destekli Hamid Karzai yönetimine ve NATO liderliğindeki Uluslararası Güvenlik Destek Gücü’ne karşı bir direniş hareketi olarak yeniden bir araya geldi.

Taliban, birçok Afgan’a uygulanan sert muameleyle sonuçlanan şeriat yorumu nedeniyle uluslararası alanda kınandı. 1996’dan 2001’e kadar olan iktidarları sırasında, Taliban ve müttefikleri Afgan sivillere karşı katliamlar gerçekleştirdi, açlıktan ölmek üzere olan 160.000 sivile Birleşmiş Milletler’in gıda tedarikini engelledi ve yakıp yıkma taktiği uyarınca geniş ve verimli toprakları yakarak on binlerce evi yok etti.

Taliban, Afganistan’ı kontrol ederken, insanları veya diğer canlıları tasvir eden resimler ve filmler ile def haricinde bir enstrümanın kullanıldığı müziği yasakladı, kadınların okula gitmesini engelledi, kadınların sağlık hizmetleri dışındaki işlerde çalışmasını yasakladı (erkek doktorların kadınları görmesi de yasaklandığı için) ve kadınların dışarıda bir erkek akraba ile dolaşmalarını ve burka giymelerini zorunlu kıldı.

Belirli kuralları çiğneyen kadınlar alenen kırbaçlandı veya idam edildi. Dini ve etnik azınlıklar, Taliban yönetimi altında ağır bir şekilde ayrımcılığa uğradı.

Birleşmiş Milletler’e göre, 2010’da Afgan sivil ölümlerinin %76’sından, 2011 ve 2012’de ise %80’inden Taliban ve müttefikleri sorumluydu. Kültürel soykırıma da girişen Taliban, Bamyan’ın 1500 yıllık Buda heykelleri de dahil olmak üzere çok sayıda anıtı yok etmiştir.

Taliban’ın ideolojisi; Diyubendi köktendinciliği ve militan İslamcılığın, Peştunvali olarak bilinen Peştun sosyal ve kültürel normlarıyla birleştirilmesine dayanan “yeni” bir şeriat hukuku biçimi olarak tanımlanmıştır.

Uluslararası topluluklar ve Afgan hükûmeti; sıklıkla Pakistan’ın Servislerarası İstihbarat’ını ve ordusunu; kuruluşunda, iktidarda oldukları süre boyunca ve direniş süreci boyunca Taliban’a destek sağlamakla suçlamıştır.

Pakistan ise 11 Eylül saldırılarından sonra gruba yönelik tüm desteğini kestiğini belirtmiştir. 2001 yılında, El Kaide lideri Usame bin Ladin komutasındaki 2.500 Arap’ın Taliban için savaştığı bildirilmiştir.

2020’nin Şubat ayında Trump yönetimi, 1 Mayıs 2021 itibarıyla tüm Amerikan güçlerinin Afganistan’dan çekileceğine dair Taliban ile anlaşma imzaladı.

Karşılığında Taliban, El Kaide gibi terörist gruplarıyla bağlantısını kesecek, şiddeti azaltacak ve Amerika destekli Afgan hükûmetiyle müzakere edecekti. Her iki taraf da bu anlaşmanın şartlarını tam olarak yerine getirmese de, çekilme başladı.

15 Ağustos 2021’de Kabil’in düşmesiyle Taliban, Afganistan yönetimine tekrar sahip oldu.

Paylaşın

İran’da 3 Yılda 2 Bin 910 Kişi İdam Edildi

İran’da son 3 yılda  2 bin 910 kişinin idam edildiği açıklandı. İdam edilenler arasında 83 kadın, 37 siyasi tutsak, 14 gösterici ve 18 yaşının altındaki 4 çocuk bulunuyor.

İran İnsan Hakları Örgütü Başkanı Mehmud Emiri Muqedem, son 3 yılda İran’da 2 bin 910 kişinin idam edildiğini açıkladı. Veriler, Tahran’da “ahlak polisi” tarafından katledilen Jina Amini’nin katledilişinin üçüncü yıl dönümü dolayısıyla paylaşıldı. Emiri’nin aktardığı bilgilere göre; 26 Eylül 2022’den bu yana idam edilenler arasında 83 kadın, 37 siyasi tutsak, 14 gösterici ve 18 yaşının altındaki 4 çocuk bulunuyor.

Aynı dönemde, 2022’deki gösterilerde 551 kişi hayatını kaybetti, bunlardan 68’i çocuktu. Çok sayıda kişinin güvenlik güçlerinin doğrudan ateş açması sonucu yaşamını yitirdiği, baskı amacıyla özellikle kadınların hedef alındığı vurgulandı. Özellikle Sistan – Belucistan eyaletine bağlı Zahedan’da düzenlenen protestolarda 104 kişi katledildi; bunların 14’ü çocuk, 4’ü kadın olarak kayda geçti.

Açıklamada, Jina Amini’nin ölümünün ardından idamların belirgin şekilde arttığına dikkat çekilerek, bu uygulamaların toplumda korku yayma ve muhalefeti bastırma amacı taşıdığı ifade edildi. İdam cezasına çarptırılanların işkence ve kötü muameleye maruz kaldıkları, adil yargılanma haklarının ihlal edildiği belirtildi.

Açıklamada, İran’daki idamların, Birleşmiş Milletler (BM) tarafından bağımsız bir soruşturma ile incelenmesi gerektiği çağrısı yapıldı.

(Kaynak: MA)

Paylaşın