Merkel, Rusya Politikasından Pişman Değil: Özür Dilemeyeceğim

Şansölyelik döneminde Rusya ve Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin ile ılımlı ilişkilerinden dolayı eleştiriler ile karşı karşıya kalan Angela Merkel, bugün (8 Haziran) itibariyle 105. gününde devam eden Rusya-Ukrayna savaşına ilişkin ilk kez açıklamada bulundu.

Başkentteki “Berliner Ensemble” salonunda Der Spiegel yazarı Alexander Osang’ın sorularını yanıtlayan Merkel, Putin’e yönelik muamelesi ile ilgili “hiçbir pişmanlığı olmadığını” söyledi, Rusya’nın işgaliyle başlayan savaşı “barbar bir saldırı savaşı” olarak nitelendirdi.

ABD’nin öncülük ettiği ve 2008 yılında Ukrayna ile Gürcistan’ın NATO üyeliğini öngören plana o dönemde karşı çıktığı için pişman olup olmadığı da sorulan Angela Merkel, Putin’in bakış açısından böyle bir hamlenin “savaş ilanı” olarak değerlendirileceğini kaydetti.

Putin’in “nasıl düşündüğünü bildiğini” söyleyen Merkel, durumu “daha fazla provoke etmek istemediğini” belirtti.

Putin’in 2007 yılında Soçi’de kendine, “Sovyetler Birliği’nin dağılmasının 20. yüzyılın en kötü olayı olduğunu” söylediğini ifade eden Merkel, bu nedenle ona hiçbir zaman tam olarak güvenmediğini anlattı.

“Diplomasi” vurgusu

Angela Merkel, ayrıca görev süresi içinde neyi ihmal ettiğine ilişkin soruyu da yanıtlayarak, “Böyle bir trajediyi önlemek için daha fazlası yapılabilir miydi, önlenebilir miydi? Bu nedenle bunlar soruluyor ve elbette bu soruları kendime tekrar tekrar soruyorum” dedi.

Kendi şansölyelik döneminde Almanya’nın izlediği politikaları savunan Angela Merkel, “Şimdi bu yanlıştı diyebileceğim bir şey görmüyorum. Bu nedenle de özür dilemeyeceğim” ifadesini kullandı.

Merkel, Rusya’ya “hoşgörülü davrandığına” ilişkin eleştiriler için de, “Diplomasi başarısız olduğundan dolayı yanlış olmaz” dedi, kendi döneminde Rusya ile gerilimin tırmanmaması için yeterince çalıştığını, ancak bunun başarılamamasının üzücü olduğunu kaydetti.

Arabulucu olacak mı?

Ülkede Aralık 2021’de kurulan Sosyal Demokrat Parti (SPD), Hür Demokrat Parti (FDP) ve Yeşiller koalisyon hükümetine atıfta bulunan Hristiyan Demokrat Partili (CDU) siyasetçi, “Mevcut federal hükümete [dış politikada] güvenmemeyi düşünemiyorum bile” dedi.

Merkel, Putin ile görüşüp arabulucu olup olmayacağına ilişkin soruya ise “Görev anlayışım, Almanya hükümetinin benden yapmamı istemediği hiçbir şeyi yapmayacağım şeklinde” cevabını verdi.

Bu konuda Almanya hükümetinin kendisiyle temasa geçmesini de beklemediğini söyleyen Merkel, “Bunun şu anda herhangi bir yararı olacağı izlenimine sahip değilim. Bana göre şu anda konuşulacak çok şey yok, özellikle de Ukrayna olmadan” değerlendirmesinde bulundu.

(Kaynak: Bianet)

Paylaşın

Vladimir Putin’in Önündeki Beş Senaryo

Rusya’nın Ukrayna’yı işgal girişiminin üzerinden ortalama bir ay geçti. Almanya’nın çok okunan tabloid gazetelerinden Bild, Rusya ile Ukrayna arasındaki savaşın gidişatı ile ilgili kapsamlı bir analiz hazırlayarak olası senaryoları masaya yatırdı.

“Putin’in Ukrayna’daki kanlı savaşı böyle bitebilir” başlığıyla kullanılan haberde, savaşın olası bitiş senaryoları mercek altına alındı.

  • Putin kazanırsa;

Bild gazetesi, bunu “felaket senaryosu” olarak yorumlarken, “Kremlin liderinin hayalleri gerçek olur. Kiev’in meydanında kırmızı, mavi ve beyaz bayrağın dalgalanması, başkanlık sarayının işgal edilmesi ve parlamentoya yeni vekiller getirilmesi olası. Ayrıca üst düzey Ukraynalı siyasetçileri ve direnenleri toplama kamplarına gönderebilir. İçerde baskıcı bir rejim olur ve dışarıdan da Putin’e bağlı bir yönetim olarak hem Baltık ülkelerine hem de Polonya’ya tehdit oluşturabilir” yorumunu yaptı.

Fakat gazete, Rus ordusunun savaşın başından beri Ukrayna’daki büyük kentleri ele geçiremediğine dikkat çekerken, “Neyse ki bu seçeneğin gerçekleşmesi imkansız” yorumunu yaptı.

  • Rusya çekilirse;

Bild gazetesi, Putin’in asla yenilgiyi kabul etmeyeceğini yazarken, Rusya Devlet Başkanı’nın imajını korumak için Donbas bölgesinde bazı toprakları ele geçirerek savaşı bırakmasının da bir senaryo olduğunu aktardı.

Mariupol’un için kritik bir önemi olduğuna dikkat çekilirken, “Putin, Mariupol’ü ele geçirirse askerlerine eve ‘zaferle’ dönmesine fırsat sağlayabilir” denildi. Bild gazetesi, bu olasılığın gerçekleşme ihtimali olduğunu yazarken, “Bu uygun. Kendini Rusya ve Ukrayna arasında arabulucu olarak konumlandıran Türkiye Cumhurbaşkanı Erdoğan, Cuma günü Putin’in ateşkes yapmasını istemişti. Erdoğan Putin’e, ‘Artık barış için atılacak adımın mimarı sen olmalısın demeliyiz’ demiş ve ‘Onurlu bir çıkış yap’ ifadesini kullanmıştı” hatırlatmasını yaptı.

  • Putin kaybederse;

“Rusya ordusu ilerleme kaydedemez, Rusya ekonomisi çökerse, Rusyalılar ayaklanırsa, Putin yenilmiş olur” diyen Bild gazetesi, Batı ülkelerinin ekonomik yaptırımlarının Rusya’da da hissedildiğini aktardı. Rusya içinde de birçok insanın savaşa karşı olduğuna dikkat çekti. Bild gazetesinde yer alan analizde bu olasılık ile ilgili olarak, “Şu an için bu çok olası değil fakat imkansız da değil. Savaş uzarsa bunun ihtimali artar” yorumunu yaptı.

  • Müzakerelerden sonuç çıkarsa;

Bild, “Ukrayna direnmeye devam ederse Putin savaşı kazanamayacağını anlayarak müzakere masasına oturabilir. Müzakerede Ukrayna’nın Kırım’dan vazgeçmesinin istenmesi ve Ukrayna’nın NATO ya da AB ile yakınlaşmasının da engellenmesi amaçlanabilir” yorumunu yaptı. Gazete, Ukrayna Devlet Başkanı Zelenskiy’nin de çözüm için referanduma gidilmesinin olası olduğunu söylediğine dikkat çekti. Bild, bu senaryonun da olası olduğunu fakat savaşın gidişatına bağlı olduğunu aktardı.

  • Bitmeyen savaş;

Şu an Ukrayna’nın birçok noktasında çatışmalar devam ediyor… Rusya, Kiev’i bombalamaktan çekinmezken, 24 Şubat’ta başlayan Rusya-Ukrayna savaşının en kötü senaryosunun savaşın bitmemesi olduğu belirtildi. Bild, savaşın bitmemesinin olası olduğuna da dikkat çekerken, “Eğer Putin, bütün uyarılara ve çağrılara rağmen savaşa devam ederse Rusya ikinci bir Afganistan’la karşılaşır. Sovyetler Birliği de Afganistan’da 10 yıl savaşmış ve ciddi kayıplar vermişti” ifadesine yer verdi.

Paylaşın

Putin’in Aklından Neler Geçiyor?

Batılı istihbarat birimleri, Rusya lideri Vladimir Putin’in kendi yarattığı bir çember içinde kapana kısıldığı görüşündeler ve bu onları endişelendiriyor. İstihbaratçılar yıllarca Putin’in planlarını anlayabilmek için onun kafasından geçenlerin peşine düştü.

Rus güçleri Ukrayna’da tıkanmış bir görüntü verirken, bu düşünceleri öğrenebilmek, Putin’in baskı altında nasıl reaksiyon vereceğini anlamak adına her zamankinden önemli bir hal almış durumda. Onun ruh halini anlayabilmek, krizin daha tehlikeli bir hal almasını önlemek adına hayati bir önem taşıyor.

Rus liderin hasta olduğuna dair spekülasyonlar yapılıyordu. Ancak birçok uzman Putin’in oldukça izole bir durumda olduğunu ve çevresinde alternatif olabilecek fikirleri dile getirecek kimse olmadığını değerlendiriyor.

Bu izole hal, uzun masalarda yalnız bir şekilde baş köşede oturduğu fotoğraflara da yansıyor. Bir Batılı istihbarat yetkilisi, Putin’in işgal planının bir KGB ajanı tarafından oluşturulmuşa benzediğini söylüyor ve planının, gizliliğe büyük önem veren “komplocu dar bir grup” tarafından oluşturduğunu değerlendiriyor.

Ancak sonuç tam bir kaos oldu. Rus komutanlar hazır değildi ve hatta bazı askerler niçin sınırı geçtiklerini dahi bilmiyordu.

Bir karar verici

Kaynakları hakkında ipucu vermeyen Batılı ajanlar, işgal planı hakkında, Rusya liderliği içindeki birçok kişiden daha fazla şey biliyordu. Ama şimdi daha zor bir görevleri var; Rusya liderinin bir sonraki adımını öngörmek.

CIA’in Rusya operasyonlarını yönetmiş bir isim olan John Sipher, “Kremlin’in bir sonraki adımını anlamaktaki zorluğun arkasında, Putin’in tek karar verici olması yatıyor” diyor.

İngiltere’nin Gizli İstihbarat Servisi’nin (MI6) eski başkanı John Sawers da benzer bir görüşü dile getiriyor ve “en yakınındaki isimler bile bilmezken” Putin’in ne düşündüğünü öngörmenin güçlüğüne vurgu yapıyor.

Psikoloji profesörü olan Adrian Furnham, Putin’in kendi propagandasının kurbanı olduğunu, görüş aldığı kişilerin çok sınırlı olması nedeniyle de dünyaya bakışının garipleştiğini görüşünde.

İstihbaratçılar, Putin’in yakın çevresinde hiçbir zaman fazla kişi bulunmadığını ancak konu Ukrayna’yı işgale geldiğinde bu çemberin iyice daraldığını söylüyorlar.

Bu çemberde yer alanların da, Putin’e tamamen inanmış, ihtiraslarını ve amaçlarını sorgulamayan kişilerden oluştuğu belirtiliyor. Bu yakın çevrenin ne kadar dar olduğu, işgal öncesi Kremlin’deki güvenlik zirvesinde ortaya serilmişti.

Onu yakından gözlemleyenler, 1990’larda Rusya’nın yaşadığı, Sovyetler sonrası kargaşa dönemini unutturma arzusu ile hareket ettiği görüşündeler.

Ayrıca, iktidarının Batı tarafından elinden alınmaya çalışıldığı ve aynı Batı’nın Rusya’nın önünü kapama kararlılığında olduğuna dair bir inançla hareket ettiğini düşünüyorlar. Putin’le tanışmış bir kişi, Kaddafi’nin 2011’de devrildikten sonra öldürülürken görüntülerini izleme takıntısını hatırlatıyor.

IA Başkanı William Burns’ten Putin’in ruh sağlığını değerlendirmesi istendiğinde şu yanıtı vermişti: “O, yıllardır kindarlık ve ihtirasla yanıcı hal alan bir motorla hareket ediyor.” Burns, Putin’in görüşlerinin yıllar içinde sertleştiğini ve alternatif görüşlere de kapandığını anlatıyor.

Rusya lideri delirdi mi?

Bu soru birçok Batı’da birçok kişi tarafından dile getiriliyor. Ve fakat az bir grup uzman bu soruyu yararlı buluyor. Bir psikolog, Ukrayna işgali kararının neden verildiğini, eğer o kararı veren kişiyi peşin hükümle deli olarak değerlendirirsek, anlayamayız diyor.

CIA bünyesindeki bir ekip, yabancı liderler hakkında, sağlık, geçmiş ve ilişkiler üzerinden “liderlik analizleri” yapıyor. Kullandıkları bir başka araç da, farklı liderlerle yapılan temaslardan elde edilen bilgiler. Örneğin, 2014 yılında Angela Merkel dönemin ABD Başkanı Obama’ya, Putin hakkında “o farklı bir dünyada yaşıyor” demişti.

Fransa lideri Macron da Putin ile son görüşmesinde, Rus lideri önceki görüşmelere göre “daha katı ve izole” gördüğünü söyledi. Peki bu arada bir şeyler mi değişti? Bazıları, fazla kanıt ortaya koymadan, Putin’in sağlığının kötüleşmiş olabileceğini ya da ilaçlara tepki veriyor olabileceğini ortaya atıyor.

Psikolojik faktörleri öne çıkaranlar da var. Putin’in Rusya’yı korumanın kaderi olduğunu düşündüğü ve yeniden süper güç statüsünü ona kazandırmak için az zamanı kaldığı düşüncesi ile hareket ediyor olabileceği görüşü dile getiriliyor. Bir taraftan da Covid’de kendini çok fazla izole etmiş olmasının yaratabileceği olası ruhsal etkilere atıf yapılıyor.

ABD yönetiminde diplomat olarak görev yapmış ve şimdi bir düşünce kuruluşunda olan Ken Dekleva, Putin’in ruh sağlığının bozuk olmadığını düşündüğünü ancak acele ile hareket etmeye başladığı görüşünü dile getiriyor.

Putin’in çemberi içine, yararlı bilgilerin ulaşmıyor olduğu endişesi de hakim. Rus istihbarat servisleri, Ukrayna’da askerlerin nasıl karşılanacağı gibi duymak istemeyeceği bilgileri işgal öncesi ondan saklamış olabilir.

Bu hafta bir Batılı yetkili, Putin’in halen birliklerinin durumu konusunda, Batılı istihbarat servisleri kadar bilgisi olmayabileceğini söyledi. Bu olası bilgi eksikliği, krizin derinleşmesi durumunda verebileceği tepki konusunda endişeler doğuruyor.

Deli adam teorisi

Putin’in kendisi çocukken bir fareyi nasıl kovaladığına ilişkin bir hikaye paylaşmıştı. Köşeye sıkışan farenin, saldırı haline geçtiği ve genç Vladimir’i kaçmaya ittiğini anlatmıştı. Batılı devlet insanları, Putin’in kendisini köşeye sıkışmış hissedip hissetmediği sorusunu dile getiriyor.

Bir Batılı yetkili, “Soru, acımasızlığın seviyesini artıracak ve krizi, kullanmaya hazır olduğunu söylediği silah sistemleri noktasına taşıyacak mı?” diyor. Putin’in taktik bir nükleer silah kullanabileceği bir süredir ifade ediliyor.

Psikoloji profesörü olan Adrian Furnham, ani bir kararla “düğmeye basın” diyebileceği endişesinin olduğunu söylüyor. Putin’in deli adam teorisi olarak adlandırılan bir taktiğe oynuyor olabileceği de dile getiriliyor.

Buna göre Rus liderin, düşmanlarını geri çekilmeye zorlamak için, nükleer silah kullanımı dahil, her şeyi yapabilecek bir deli adam olarak göstermek isteyebileceği de değerlendiriliyor.

Batılı ajanlar ve siyaset yapıcılar için Putin’in niyetlerini anlamak her zamankinden daha önemli. Onu, tehlikeli bir tepki verecek hale getirmeden nereye kadar zorlayabileceklerini tahmin edebilmeleri büyük önem taşıyor.

“Putin’in kendine bakışında, hataya ve zayıflığa yer yok. Hatta bunlara karşı nefret besliyor.” diyen Ken Dekleva devam ediyor: “Köşeye sıkışmış bir Putin, daha tehlikeli bir Putin’dir. Bazen ayının kafes dışına çıkış ormana geri dönmesine izin vermek daha hayırlıdır”

(Kaynak: BBC Türkçe)

Paylaşın

Avrupa Basını: NATO, Putin’le Doğrudan Karşı Karşıya Gelmemeli

Rusya’nın Ukrayna’yı işgali, son yıllarda eşi benzeri görülmemiş tehlike ve endişelere neden olurken, Avrupa basınında Rusya’nın Ukrayna’nın Polonya sınırına yaptığı saldırıyla Batı’ya verdiği gözdağı ve savaşın genişlemesi senaryoları ele alınıyor.

Hollanda gazetesi De Telegraaf, NATO’nun Ukrayna krizindeki tutumunu konu eden bir yoruma yer veriyor:

“En büyük ikinci nükleer güçle NATO’nun doğrudan karşı karşıya gelmesi geniş kapsamlı sonuçlar doğurabilir. Bu nedenle sert yaptırımlar ve Ukrayna’ya silah gönderilmesi daha iyi bir seçenek. Ne var ki Batı, bunun Rusları durdurmaya yetmeyeceğini önceden de biliyordu. Şimdi, çaresiz mültecilerin ve yıkılmış şehirlerin görüntüleri işleri iyice kızıştırırken daha fazlasını yapma yönündeki baskı da büyüyor.

Sinik gerçeklik ise Rusya’nın Ukrayna’daki savaşı NATO müdahalesi olmadan zorlaştırmanın ‘en az kötü olan’ senaryo gibi görünmesi. Ekonomik ve askeri açıdan yorulmuş bir Rusya, Başkan Putin ve ekibini Büyük Rus İmparatorluğu rüyasından uyandırmalı. Bu şekilde başka askeri maceraların da önünde geçilmiş olur. Siyasiler için bu, (kamuoyunu ikna açısından) zor bir argüman. Dışardan seyretmek dayanışma gibi görünmüyor. Ancak, bu çatışmaların büyümesini ve çok daha fazla kan dökülmesini engeller.”

İngiliz The Times, Ukrayna’nın Polonya sınırındaki Yavoriv’de askeri üsse balistik füzelerle yapılan saldırıyı şöyle yorumluyor:

“Şu ana kadar yapılan en Batıdaki Rus saldırısı Polonya ve Batıya da bir mesajdı. Batı’nın Ukrayna direnişine sinsi şekilde müdahale etmesi olarak yorumladıkları duruma misilleme olarak Ruslar, savaşı NATO sınırlarına ve ötesine genişletmekten çekinmeyecekler. Bu, gerilimi daha da tırmandırmaya yönelik bir adım ve Başkan Putin’in Ukrayna’ya müdahalesi halinde Batı’nın sonuçlarıyla yüzleşeceği tehdidini de güçlendiriyor. Ancak bu, Batı’nın hem kendini hem de yakında binlerce vatandaşını kaybedebilecek Ukrayna halkını savunma konusunda artan kararlılığını sarsmaya yetmedi.”

Belçika’da yayımlanan De Standaard, Rusya’nın Ukrayna’yı işgaline ilişkin şu satırlara yer veriyor:

“NATO hiçbir şekilde savaşa çekilmek istemiyor. Bu yüzden de Putin’in İttifak ülkelerine saldırabileceği bir durumun önüne geçmeli; zira böyle bir durumda NATO cevap vermek durumunda kalır. Dolayısıyla, ihtiyatlı hareket etmek elzem. (…) Ne var ki, Ukraynalılar yalnızca kendileri için savaşmıyor, aynı zamanda Putin’in bir sonraki hedefi olmaktan korkan ülkeler için de savaşıyor. Ne kadar uzun savaşırlar ve Rus ordusuna ne kadar fazla darbe vururlarsa, Putin’in eski bir Sovyetler Birliği ülkesinde yeni bir maceraya atılmayı ve bir NATO üyesine saldırmayı göze alamama şansı da o kadar yükselir.”

Zürih merkezli Tages-Anzeiger’da yer alan yorumda, Almanya’nın Rusya’ya enerji bağımlılığını azaltma çabaları ve Federal Hükümet’in enerji politikalarındaki olası dönüşüm senaryoları ele alınıyor:

“Habeck’in Ekonomi Bakanlığı’nda şimdilerde Rus gazına bağımlılık hızlı ve radikal biçimde nasıl azaltılır yönünde senaryolar geliştiriliyor. Katar ve ABD’den ithalat için yeni LPG terminalleri yapılmasından bellekte daha yüksek dolum seviyelerinin sabitlenmesine, yeni gazlı ısıtıcıların yasaklanmasından çatılarda güneş enerjisi zorunluluğuna ya da sanayide atık ısısı mecburiyetine kadar çeşitli tedbirler söz konusu. Bu tür önlemlerle Avrupa Birliği’nin çabaladığı bağımlılığı üçte iki oranında azaltmak mümkün olur mu, öngörebilmek olası değil.

Almanya’nın gaz ve petrol yaptırımlarını genişletip genişletmeyeceği sorusundan bağımsız olarak, Rusya’dan ithalatın kısıtlanacağı öngörüsü, hükümetin planladığı enerji dönüşümünü temel itibarıyla sorgulamaya açık hale getiriyor. Yeşiller partili Habeck, belki de gelecekte tüm yakıtlar arasında iklime en zararlı olan yerli linyit kömüründen daha fazla enerji elde etmeye mecbur kalacak. Almanya’nın 10 gün içinde devreye sokulabilecek kömür santrali rezervleri var. Ne var ki bu, trafik ışığı hükümetinin iklim politikaları için son derece acı bir sinyal olur.”

(Kaynak: DW Türkçe)

Paylaşın

Putin, Rusya’nın Nüfuz Alanlarını Nasıl İnşa Etti?

Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin, Ukrayna’yı işgal ederek Rusya’nın nüfuzunu genişletme sürecini bir üst noktaya taşıdı. Gazeteci Fehim Taştekin, Putin’in hamlelerini “Çeçenistan, Gürcistan ve Ukrayna: Putin, Rusya’nın nüfuz alanlarını nasıl inşa etti?” başlıklı yazı ile BBC Türkçe için analiz etti Taştekin’in yazısı şöyle;

Rusya Federasyonu Başkanı Vladimir Putin’in dağılmış Sovyet coğrafyasındaki Rus gücü ve nüfuz alanlarının yeniden inşasında Ukrayna çok farklı bir noktaya işaret ediyor.

“Çar’ın dönüşü” yakıştırmasına konu olan bu süreç; Çeçenistan’daki savaştan Gürcistan’dan bağımsızlığını ilan etmiş Abhazya ve Güney Osetya’nın tanınmasına, Güney Kafkasya ve Orta Asya’da istikrar misyonlarından Ukrayna’daki son müdahaleye kadar farklı çerçevelerde ilerleyen bir yol izledi.

Tüm bunlar, Sovyetler döneminin milliyetler siyasetine kara çalıp, imparatorluk döneminin kodlarıyla konuşan Putin’in ilan edilmemiş “Çar” tablosunu peyderpey tamamlar nitelikteydi.

2000’lerin ortalarından bu yana, Rusya Federasyonu’nun temelini oluşturan özerk cumhuriyetler ve oblastların (Slavca eyalet ve bölge anlamına geliyor) özerk karakterlerini daraltan otoriter bir merkezileşme yaşanıyor.

Hakim unsur, Rus kültürü ve kimliği

Bu sürece paralel olarak, Rus kültürü ve kimliği hakim unsur olarak tahkim ediliyor.

Komünist sistemde gerileyen muhafazakâr değerler desteklenirken, Çarlık ve imparatorluk dönemlerinde sisteme meşruiyet katan Ortodoks Kilisesi’ne itibarı iade ediliyor.

Ekonomik alanda sadakatlerini sunanlar hariç, oligarkların kontrol altına alınması “muktedir lider” imgesinin inşasında diğer ayağı oluşturuyor.

Savunmadan hücum pozisyonuna geçilirken, Batı’nın propaganda hegemonyasını kırmak için “agresif” bir medya yaratılıyor.

Bütün bunlar sistemin önce toparlanmasına, sonra otoriter sistemin yeniden inşasına hizmet etti.

Çeçenistan’a tankların sürülmesi ve Putin’in yükselişi

Çeçenistan’da 1994-1996’da Rusya aleyhine biten savaş hem Sovyetlerin çöküşünün biriktirdiği öfkeyi hem de iç bütünlüğü koruma kaygısını yansıtıyordu. Batı açısından da Rusya’nın toparlanmasını geciktiren bir savaştı.

1996’da Hasavyurt Anlaşması’yla Çeçenler karşısında yenilgiyi kabul eden Rusya’nın 1999’da yeniden Çeçenistan’a tankları sürmesi ile Putin’in yükselişi arasında bir bağ var.

Çeçenistan’da bağımsızlık iradesi tamamen ezilip Çeçen müftü Ahmet Kadirov ve oğlu Ramazan Kadirov eliyle Kremlin’e bağlı bir rejim oturtulurken, otoritenin restorasyonunda iki kolaylaştırıcı faktöre başvuruldu:

İlk olarak, Çeçenistan’ın siyasi, idari, bürokratik, güvenlik ve askeri birimleri Çeçenlere bırakıldı. Yani operasyon dahilde bir Ruslaştırılma işlemi değildi. Asi cumhuriyeti “Çeçenizasyon” ile merkeze taşıyan bir strateji güdüldü.

İkinci unsur, direngen Çeçen karakterini pasifize edecek Sufi İslam geleneğinin desteklenmesiydi.

Putin düzenli olarak Ortodoks Kilisesi’ne giderken Kadirov’un da kafasındaki takkesiyle dua edip Çeçenleri etrafında toplayacağı Osmanlı tarzı bir cami inşa edilmişti. Yerle yeksan edilmiş Grozni’nin yeni simgesiydi.

Direnişi ezme görevini Ruslardan devralan Kadirov’un İslam ve Çeçen geleneği adına yadırganan ya da tepki çeken ne kadar eylemi varsa Kremlin’in sonsuz hoşgörüsüne sahipti.

‘Muktedir’ lider Putin

Çeçenistan zaferi, Putin’i “muktedir” bir lidere dönüştürdü. Artık “Slavik” altın çağını yaşayabilirdi. Çeçenistan’daki kanlı dönem Rusya için gücünü ispat ve toparlanma iddiasıydı. Ve sonra sıra civara geldi.

Putin, Kafkasya’daki isyanı tamamen dış kaynaklı aşırılıkçı Vahabizme indirgeyen söylemine, El Kaide’nin 11 Eylül 2001’deki saldırılardan sonra Amerikalılardan karşılık buldu.

Ancak Çeçenistan’da savaşın bitmesinden sonra Batı’nın Rus nüfuz alanlarına yönelik operasyonları Gürcistan’da kendini gösterdi.

2003’te Mihail Saakaşvili’yi iktidara taşıyan “Gül Devrimi”, Sovyet kadrolarından gelmiş kliğin kırılmasında ilk başarıydı.

İkinci halka ertesi yıl “Turuncu Devrim”le Ukrayna’da koptu. Ardından sıra 2005’te Kırgızistan’daki Lale Devrimi’ne (Sarı Devrim) geldi. Orta Asya değişim sancısına tutulmuştu.

Afganistan işgaliyle ABD’nin Orta Asya’da edindiği üslere karşın Rusya da nüfuz alanını kaybetmemeye çalışıyordu.

Bu dönemde ayrıca Putin, Balkanlarda Slav dünyasının aleyhine gelişmelere dikkat kesilmek durumundaydı.

2006-2008’de Kosova’nın bağımsızlığını ve Birleşmiş Milletler kararı olmadan tanınmasını “Olumsuz emsal olur” uyarılarıyla karşılamıştı.

Rusya yakın çevrede Rus etkisine karşı gelişmeleri birkaç yıl izlemekle yetindi. Rusya’nın sabır saati rövanşın alınacağı günlere ayarlıydı.

Rusya’nın argümanı: ‘Vatandaşlarımız saldırıya uğradı, yanıtsız bırakamazdık’

ABD’nin 2002’den itibaren Gürcistan’da Türkiye’nin de yakın işbirliği ile yürüttüğü “Eğit ve Donat” programıyla Gürcü ordusunu bir savaşa hazırladığı yıllar sonra anlaşılacaktı.

Hedef Abhazya ve Güney Osetya’yı geri almaktı.

Durumu yakından izleyen Rusya, Bağımsız Devletler Topluluğu kararı uyarınca ambargo uyguladığı Abhazya ile Güney Osetya’da daha belirgin bir korumacı politikaya yöneldi; Abhazlar ve Osetlere Rus pasaportu dağıtmaya başladı.

Gürcistan’ın 2008’de Güney Osetya’ya askeri harekât başlatıp operasyonun ilk anlarında başkent Tshinval’deki Rus Barış Gücü Karargâhı’nı vurunca Putin’e tarihi fırsat doğmuştu.

Tankları birkaç saat içinde Vladikavkaz’dan Tshinval’e indirmekle kalmayıp Tiflis yakınlarına kadar sürerek, Gürcistan yönetimine “Güney Osetya ve Abhazya’yı ebediyen unutabilirsin” demiş oldu.

Rusya’nın argümanı, “Vatandaşlarımız saldırıya uğradı, yanıtsız bırakamazdık” şeklindeydi.

Ardından iki “de facto” bağımsız cumhuriyeti tanıyan adımlar atıldı. Fakat Abhazya ve Güney Osetya ilhak edilmedi. Abhazya, Güney Osetya ve Moldova’nın ayrılıkçı bölgesi Trans-Dinyester yıllardır pek çok konuda üçlü fotoğraf veriyor.

Rusya askeri güç bulundurduğu ve pasaport dağıttığı Trans-Dinyester’i henüz tanımadı. Yıllardır “Rusya ile geleceğe doğru” sloganıyla yaşayan Trans-Dinyester 2006’da Rusya’ya katılma önerisini yüzde 97 oyla referandumdan geçirmiş, 2014’te Duma’dan bu konuda adım atılmasını istemişti.

2008’e gelindiğinde Putin için izleme dönemi bitmiş, arka bahçeyi toparlama vakti gelmişti. 2013’de Mihail Saakaşvili’nin koltuğu kaybedip ülkesinde istenmeyen adam durumuna düşmesiyle Gürcistan, Rusya ile daha sakin bir döneme girdi.

Ukrayna’da Yanukoviç dönemi ve kaybedenler

Ukrayna’da ise Rus yanlısı Viktor Yanukoviç, 2003’te koltuğu Batı yanlılarına kaptırmanın intikamını 2010’daki seçimde alma şansını buldu. Ama Putin’in Ukrayna’yı yeniden yoğuracak siyasi araçlara sahip olduğu söylenemezdi.

Yanukoviç Avrupa Birliği ile ortaklık anlaşması için şansını denemiş ancak kredi için Uluslararası Para Fonu’nun (IMF) dayattığı reformlar konusunda epey zorlanmıştı.

Sonunda 2013’te yüzünü tekrar Rusya’ya döndüğünde, Meydan Gösterileri (EuroMaidan) tetiklenecekti.

2014’te Almanya, Polonya, Fransa ve Rusya’nın arabuluculuğunda Yanukoviç; erken seçim, 2014 anayasasına dönüş ve parlamenter sistemin güçlendirilmesini öngören bir anlaşmayı muhalif liderlerle birlikte imzalamıştı.

Ancak Rus istihbaratının yardımı ve keskin nişancılarla Meydan’ın dağıtılacağına dair gizli belgelerin sızdırılmasıyla olaylar tekrar çığırından çıkmış, imzalanan anlaşma çöpe atılmış ve milislerin tehdidi altındaki parlamento Yanukoviç’in fişini çekmişti.

Kaybeden sadece Yanukoviç değildi. Radikal sağ, aşırı milliyetçi ve neo-Nazi gruplarının zehirlediği siyasal iklimde etnik Ruslar da ayrılıkçı yola sürüklenecekti.

Paylaşın