Bakırhan’dan Özel’e: Cellat Defterini Açacaksak Hepiniz Borçlu Çıkarsınız

CHP Lideri Özgür Özel’in partisine yönelik eleştirilerine cevap veren DEM Parti Eş Genel Başkanı Tuncer Bakırhan, “Cellat defterini açacaksak, geçmişi konuşacaksak hepiniz borçlu çıkarsınız” dedi.

Haber Merkezi / Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi (DEM Parti) Eş Genel Başkanı Tuncer Bakırhan, partisinin TBMM’deki grup toplantısında konuştu. Tuncer Bakırhan’ın konuşmasından öne çıkan bölümler şöyle:

“Bu toprakların en kadim halklarından birisidir Romanlar. Onlara hoş geldiniz diyorum. Roman halkı yıllardır ciddi bir adaletsizliğe uğruyor. Sistematik olarak yoksullaştırılıyor. Mahallelerine hizmet götürülmüyor. Çocukları okullarda başka sınıflarda okutuluyor. İş başvurularında soyadları yüzünden ayrımcılığa uğruyor. Oysa Romanların kapısı herkese açıkken onlara açılan kapılar kapatılıyor.

Maruz kaldıkları hak ihlallerini buradan böyle sıralayabiliriz. Belediyeler Roman vatandaşlara hizmet üretsin. Roman dilinin ve kültürünün görünür olması sağlansın. Bu dayanışmayı eşit yurttaşlık temelinde ortak mücadeleyle yürütmeliyiz. Bu ötekileştirmeye, adaletsizliklere ve keyfi yaklaşımlara karşı herkesi mücadele etmeye çağırıyorum.

Millî Dayanışma, Kardeşlik ve Demokrasi Komisyonu’nun İmralı Adası’nda gerçekleştirdiği görüşme, çözüm yolunda atılmış çok önemli bir adımdır. Komisyonun Sayın Öcalan ile gerçekleştirdiği görüşme, Kürt meselesini güçlü bir siyasal zemine taşımıştır. Bu, Türkiye’deki çözüm aklının başarısıdır. Kardeşlik hukukumuzu çatışma zemininden çıkarıp yasal ve demokratik zemine kavuşturma zamanıdır. Görüşme öncesinde fırtınalar koparıldı, kıyamet senaryoları yazıldı. Peki, kıyamet mi koptu? Hayır. Aksine, barış yolunda önemli bir eşik aşıldı.

Toplumsal barışın inşası için atılan bu cesur adım, çözüm zeminini daha fazla güçlendirecektir. 4 Aralık’ta komisyon yeniden toplanacak ve görüşme tutanağı komisyon üyeleriyle paylaşılacak. Sayın Öcalan’ın toplumdan saklayacağı, gizleyeceği hiçbir şey yoktur. Kendisi her türlü fikrin kamusal şeffaflık içerisinde olması gerektiğini yıllardır söylüyor. O nedenle tutanakların kamuoyuyla da paylaşılmasını, şeffaflığın sağlanmasını ve toplumun rahatlamasını istiyoruz. İktidar da, toplumsal barışın sahiplenilmesini sağlayacak hukuki ve idari düzenlemeleri acilen yapmalıdır. Söz değil, artık pratik adımlar zamanıdır.

Türkiye barış için sözünü söyledi. Artık bu sözleri hayata geçirme zamanıdır. Çünkü söz uçar; önemli olan toplumsal mutabakatı kağıda dökecek adımlar atılmasıdır. Sorumluluk Meclis’te. Bütün partileri, Kürt meselesinin çözümüne ve Türkiye’nin demokratikleşmesine sahici katkı sunmaya çağırıyorum. Bu toprakların yaralarını saran, özgürlüğü inşa eden demokratik raporlar bekliyoruz. Çözüm odaklı raporların hızlıca yasalara dönüşmesi için ilk ve tarihi sorumluluk Sayın Numan Kurtulmuş’ta ve komisyondadır.

“Hep birlikte barışa ulaşacağız”

Barış kapısı açıldığında eşikte durmak siyaset değildir. Biz bu kapıdan tüm Türkiye halklarının geçmesini, kimsenin geride kalmamasını istiyoruz. Kürt meselesi yalnızca Kürtlerin değil, 86 milyonun sorumluluğudur; çözüm de birlikte üretilmelidir. Yüzyıllık acılar ancak geniş bir toplumsal mutabakatla, tüm renklerin yer aldığı ortak akılla çözülebilir.

Bu süreç bizler açısından hiçbir partiye angaje olmak değildir; ülkenin yüz yıllık meselesine çözüm arıyoruz. Bizim hattımız üçüncü yoldur: Ne başkalarının vagonu oluruz ne de çözümü erteleyenleri makul görürüz. Yolumuza ortak paydaları büyüterek, yapıcı dili koruyarak ve kararlılıkla devam edeceğiz. Ve sonunda hep birlikte barışa ulaşacağız.

Biz ortak paydaları büyütmeye çalışırken ana muhalefet partisinin lideri, partimize ve tabanımıza bazı ithamlarda bulunuyor. Öyle anlaşılıyor ki Sayın Özel, kurultay kürsüsünden bize “Stockholm sendromu” teşhisi koyuyor, “Celladına aşık olmayın” diyor. Biz de soruyoruz: Biz Meclis’te barış için yasa konuşurken, sokaklarda barışı toplumsallaştırırken, siz kürsüden neden bir halkı aşağılayıcı sözler kullanıyorsunuz? Sözü çözüm için kurmak varken, ucuz polemikler ve anlamsız kavgalara başvurmak siyasetsizliktir. Biz demokratik siyasi çözümü esas alan mücadele ve müzakere partisiyiz.

Halkımız barış içinde eşit ve özgür yaşamak istiyor. Böyle bir halkı sendromla itham etmek demokratik siyaset midir? Kürt halkına saygı duymak bu mudur? Biz bu coğrafyada halklar, inançlar, devrimciler, ezilenler olarak celladı iyi tanırız. Cellatları mezarlıklarımızdan, faili meçhullerden, yakılmış köylerimizden, direndiğimiz o zindanlardan iyi biliriz. Kimse bu hafızanın üzerine ucuz metaforlarla yaklaşmasın. Cellatlığımıza soyunan çok oldu, haklısınız, ama bizi kurban yapmaya kimsenin gücü yetmedi ve yetmeyecek.

Herkes çok iyi bilsin ki ‘cellat’ defterini açacaksak, geçmişi konuşacaksak hepiniz borçlu çıkarsınız. Herkesi polemikçi ve tutarsız dilden vazgeçmeye; çözüme ve barışa katkı sunmaya çağırıyorum. Açık konuşun. Bu sorunun çözümünün karşısındaysanız, sağa sola çekmeden, yaftalamadan sözünüzü söyleyin. Ana muhalefet partisi süreç karşıtlarının çekim merkezi olmaya adaysa büyük bir yanlış yapar.

Buradan iktidara yürürüm stratejisini düşünüyorsa kaybeder. Bu vesileyle bir kez daha CHP Genel Başkanlığına seçilen Sayın Özgür Özel’i tebrik ediyoruz. Başta ana muhalefet partisi olmak üzere bütün muhalefet partilerine, yüz yıllık meselenin çözümünde ellerini taşın altına koymaya, sorumluluk ve inisiyatif almaya çağırıyorum. Barışa ve çözüme ortak olan kazanır.”

Paylaşın

Bakırhan’’dan “Bahçeli” Yorumu: Tarihi Bir Sorumluluk Aldı

DEM Parti Eş Genel Başkanı Tuncer Bakırhan, MHP Lideri Devlet Bahçeli’nin “Gerekirse alırım yanıma üç arkadaşımı, kendi imkanlarımla İmralı’ya gitmekten imtina etmem” sözlerine ilişkin, “Tarihi bir sorumluluk alma cesaretini göstermektir” dedi.

Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi (DEM Parti) Eş Genel Başkanı Tuncer Bakırhan, partisinin TBMM’deki grup toplantısında konuştu. Sözlerine Ortadoğu’da yaşanan gelişmelere değinerek başlayan Bakırhan, “Ortadoğu, tarihi ve hayati dönemden geçiyor. Suriye’deki süreç kapsayıcı olmalı. Kürtleri, Dürzileri, Alevileri, Çerkezleri, Türkmenleri, Süryanileri kapsayan ve onların haklarını garanti altına alan bir süreç olmalı. Türkiye yardımcı olabilir. Türkiye’nin Suriye’deki rolünü önemsiyoruz ve doğru bir şekilde kullanılması gerektiğini bir kez daha söylüyoruz” dedi.

Bakırhan, daha sonra İstanbul Büyükşehir Belediyesi (İBB) hakkında hazırlanan iddianameyle ilgili şunları söyledi: “Siyasi davalar sadece insanları değil bir ülkenin adalet duygusunu da tutsak ediyor. Türkiye yine siyasi saiklerle yazılmış bir iddianame ve davayla karşı karşıya. İBB Başkanı Ekrem İmamoğlu hakkında hazırlanan bir iddianame çıktı. Biz de inceledik. Adeta bir labirent. İçine girdikçe kayboluyorsunuz. Ne kadar okursan oku “tamam iddianame buymuş” diyemiyorsun. Çünkü iddianame parçalı, maskeli. Kaygan ve sürekli yüzeyde kalan bir yorumlama çabası içeriyor.

En önemli suçlardan biri ‘CHP’de güçlenmek istediler’ diyor. Bir siyasetçinin kendi partisinin içinde güçlenmek istemesinin nesi suç? Biz de onu yapıyoruz. İnşallah hakkımızda dava açmazlar. Demokrasi yalnızca sandığa gitmek değil, önemli olan sandık sonuca saygı göstermektir. Türkiye’de siyaseti iddianame esaretinden kurtarma zamanı geldi. Birini diğerine feda edene her yaklaşımı reddediyoruz.”

Bakırhan, daha sonra süreçle ilgili şu ifadeleri kullandı: “Barışın ilk elden hızlanması için atılması gereken adımları paylaşacağım. Birincisi geçiş dönemi yasası çıkarılmalı. İkincisi kayyumların tamamen kaldırılması ve yerel yönetimlerin güçlendirilmesi”. Üçüncüsü İdari Gözlem Kurulu’nun kapatılması ve aslında tutsakların bırakılmasıdır. Dördüncüsü Barış Akademisyenleri’nin ve hukuksuzca ihraç edilen KHK’lilerin iade edilmesidir. Meslekleri ellerinden alındı. Hatta intihar edenler oldu. Barış çağrısı yapmak suç değil. Asıl suç barış diyenleri yargılamaktır. Bunun için yasaya gerek yok. Sadece idari yargının verdiği kararları uygulamak yeterlidir.

Beşincisi adalet reformudur. TCK, CMK, İnfaz Kanunu değişmeli. Terörle Mücadele Kanunu komple ortadan kaldırılmalıdır. Düşünce suç olmamalı, basın özgür olmalı, ifade özgürlüğü güvence altına alınmalıdır. Bu bir iktidarın ayıbıdır. Adelet zengin, fakir, güçlü, güçsüz ayrımı yapmamalıdır. Herkes için adalet tesis edilmeli. Barışın tüm gerekliliklerini tabi ki yapamaz. Görev alanları belli. Ama barışa giden yolu adalet, hukuk ve demokrasiyle döşeyebilir. Kimi eleştiriler kaldırmalıyız. Komisyon artık uzatmadan İmralı’ya gitme konusunda cesurca bir karar almalıdır. Geçiş yasası netleştirilmeli. Artık bir gün bile kaybetmeden İmralı’ya gitmesi gerekir.”

“Son derece önemli ve takdire şayan”

Bakırhan, MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin partisinin bugünkü grup toplantısında sarf ettiği “İmralı’ya gitmekten imtina etmem” sözlerini değerlendirdi: “Sayın Bahçeli çok önemli şeyler söyledi. Son derece önemli ve takdire şayandır. ‘Komisyon gitmiyorsa ben giderim’ demesi tarihi bir sorumluluk alma cesaretini göstermektir. Biz her zaman diyaloğun, yüz yüze görüşmenin ve sorunların masada konuşulmasının yanında olduk ve bunu savunduk. ‘Üç maymunu oynamaktan vazgeçelim’ çağrısı son derece isabetlidir. Sayın Bahçeli’nin ‘süreci zamana yayan ve erteleyen tutumlara karşı’ süreci korumak ve enfekte olmasını engellemek için yaptığı çıkışın gereği bir an önce yapılmalıdır. Meclis Komisyonu’nun artık bir gün bile kaybetmeden İmralı’ya gitmelidir. İmralı’ya gitmeyi bir siyasi uyuşmazlık haline getirmemek doğru bir tutum olacaktır.”

Bakırhan, grup toplantısının ardından gazetecilerin sorularını yanıtladı. Bahçeli’nin sözleriyle ilgili sorulan soruyu yanıtlayan Bakırhan, “Sayın Bahçeli’nin biraz önce bu salonda, Komisyonun bir an önce çözümün asıl muhatabı Sayın Öcalan’la görüşmesine dair ifade ettikleri son derece önemli ve takdire şayandır. ‘Komisyon gitmiyorsa ben giderim’ demesi, tarihi bir sorumluluk alma cesaretini göstermektir. Biz her zaman diyaloğun, yüz yüze görüşmenin ve sorunların masada konuşulmasının yanında olduk bunu savunduk Sayın Bahçeli’nin ‘üç maymunu oynamaktan vazgeçelim’ çağrısı son derece isabetlidir. Sayın Bahçeli’nin süreci zamana yayan ve erteleyen tutumlara karşı, süreci korumak ve enfekte olmasını engellemek için yaptığı bu çıkışın gereği bir an önce yapılmalıdır” dedi.

Paylaşın

Bakırhan’dan “19 Mart” Çıkışı: Yanlış Bir Hamle

Sürecin kırılma noktalarından biri olan ve CHP’ye yönelik başlayan 19 Mart yargı operasyonlarını değerlendiren DEM Parti Eş Genel Başkanı Tuncer Bakırhan, bunun süreci geriye çektiğini ve yanlış bir hamle olduğunu vurguladı.

Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi (DEM Parti) Eş Genel Başkanı Tuncer Bakırhan, T24 yazarı Murat Sabuncu’ya verdiği demeçte, Abdullah Öcalan’ın rolünden, CHP ile ilişkilere ve 19 Mart yargı operasyonlarının yanlışlığına kadar birçok konuda net mesajlar verdi.

Bakırhan, görüşmeyi, Edirne’de Selahattin Demirtaş’ı ve Kandıra’da Figen Yüksekdağ’ı ziyaretten yeni çıktıktan sonra gerçekleştirdi. Sürecin kırılma noktalarından biri olan ve CHP’ye yönelik başlayan 19 Mart yargı operasyonlarını değerlendiren Bakırhan, bunun süreci geriye çektiğini ve yanlış bir hamle olduğunu vurguladı:

“19 Mart operasyonları yanlıştı. Ne amaçlanıyor olursa olsun, her açıdan yanlışa çıkan bir yoldur. Sürecin ruhu ve aklını yok sayan, geriye çeken bir girişimdi. Bir tarafla barışı konuşuruz ama siyasetin geri kalanını istediğimiz gibi şekillendiririz demenin adı olarak algılandı… Ne kadar yanlış olduğunu bence en fazla AK Parti çevresi görüyordur. AK Parti’de aklı selim, bugün sesi duyulmayan çok insanın açık şekilde bu operasyona yanlış dediğine şahidim.”

Öcalan’ın silah bırakma çağrısı ve Meclis komisyonu ile görüşme talebine dair konuşan Bakırhan, Öcalan’ın zaten siyasetin merkezinde olduğunu savundu:

“Kendisi (Öcalan), sadece Türkiye’de değil, dört bir taraftaki Kürtler nezdinde de siyasi ve ideolojik referans merkezi olan ender aktörlerden biridir. Bu bakımdan varlık olarak zaten siyasetin merkezinde yer alan birinin, arzu olarak orada olup olmayacağını tartışamayız.”

1 Ekim’de Meclis açılışında yaşanan fotoğraf krizi ve CHP ile gerilim iddialarını değerlendiren Bakırhan, ilişkilerinin anlık polemiklere değil, demokrasi ve adalet ilkelerine dayandığını söyledi:

“19 Mart yargı operasyonları sürecinde partimizin sergilediği demokratik dayanışmaya yaptığı atıf… Bu, aramızdaki ilişkinin anlık polemiklerle değil, hukuksuzluklara ve baskı rejimine karşı ortak bir duruşla şekillendiğinin en net kanıtıdır. Böylesi tarihi bir dönemde CHP Genel Başkanlığında Sayın Özgür Özel’in bulunması büyük şanstır.”

Bakırhan, sürecin ikinci aşamasında CHP’nin sadece destekleyici değil, “oyun kurucu” bir pozisyonda olması gerektiğini belirterek, CHP’nin güçlü bir çözüm projesi ortaya koymasını ve barış mitingleri düzenlemesini önerdi.

Bakırhan, barışın toplumsallaşmasında eksiklik olduğunu belirterek, hem AK Parti hem de CHP tabanının sürece dahil olması gerektiğini vurguladı: “İktidarın suskunluğu ve sürece dair belirsiz tavrı, toplumdaki gerilimi artırıyor. Çözüm sürecine dair çerçeve konuşulmadıkça, boşluğu söylentiler ve provokasyon girişimleri dolduruyor.”

Cezaevinden çıkarken yaptığı çağrıyı yineleyen Bakırhan, Selahattin Demirtaş’ın bu sürecin neresinde olduğu sorusuna net cevap verdi: “DEM Parti sürecin neresinde ise sevgili Demirtaş da orasındadır. Ne bir adım önünde ne bir santim gerisindedir.”

Meclis sosyal medya hesaplarından Kürtçe paylaşımın ardından gelen tepkilere de değinen Bakırhan, anadilin tartışma konusu yapılmasının ayıp olduğunu belirtti: “Yıllardır ‘Kürtçe ülkeyi böler’ gibi kara propagandalarla toplumu bölenler de bilmelidir ki, Meclis’in sosyal medya hesabından Kürtçe tvit atılması ülkeyi bölmedi aksine birlikte yaşam umudunu güçlendirdi.”

Paylaşın

Bakırhan’dan CHP’ye: Ne Zaman Selahattin’ci, Figen’ci Oldunuz?

CHP’ye yönelik dikkat çeken mesajlar veren DEM Parti Eş Genel Başkanı Tuncer Bakırhan, “Siz ne zaman Selahattin’ci, Figen’ci oldunuz? Dokunulmazlıkların kaldırılmasına ‘evet’ oyu vermeseydiniz, bugün o insanlar partinin başında olacaktı, mücadelelerini yürüteceklerdi” dedi.

Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi (DEM Parti) Eş Genel Başkanı Tuncer Bakırhan, “Alan Burası” YouTube kanalında gündeme ve muhalefet partileriyle ilişkilerine dair önemli açıklamalarda bulundu.

Bakırhan, partisinin siyaset anlayışını “mücadele ve müzakere” kavramlarıyla tanımlayarak şöyle konuştu: Biz haksızlığa uğrayanın yanında olan bir siyasi partiyiz. Dün bize uygulanırken “bugün onlar neredeydi” diye sormayız. Bu, bizim anlayışımıza aykırıdır. Nerede bir zulüm varsa karşısında dururuz. Nerede bir hak arama mücadelesi varsa, yanında oluruz. Bu üç ilke bizi özetler. Cumhuriyet Halk Partisi’nin maruz kaldığı baskılar karşısında da doğru bir yerde durduk. Saraçhane’ye gittik, Sayın Özgür Özel’le birlikte açıklamalar yaptık. Ama biz sadece sokakta mücadele eden bir parti değiliz; aynı zamanda müzakere eden bir partiyiz.

Antidemokratik uygulamalara karşı dayanışırız, gerektiğinde sokaktayız. Ama bir masa kurulmuşsa, o masayı da yürütürüz. Müzakereyi de sonuca ulaştırmak için çaba gösteririz. Bizim ismimiz “mücadele ve müzakere partisi”dir. İkisi birbirinden ayrılmaz bir bütündür. Tek başına sadece müzakere de değil, sadece mücadele de değil. Mücadele, müzakere içindir. Neden mücadele ediyoruz? Çünkü meselenin çözümü için müzakere etmek gerekir.

Ancak sadece sokakta değil, masada da mücadele ettiklerini vurgulayan Bakırhan, “Biz hem sokakta direniriz hem müzakere yürütürüz. Çünkü meselelerin çözümü için ikisi de şarttır,” dedi.

“Biz sizi defalarca destekledik”

CHP’ye doğrudan seslenen Bakırhan, son yıllardaki seçim süreçlerini hatırlattı: CHP tabanına şunu söylemek isterim: Çok uzak bir tarihten bahsetmiyorum, biraz hafızaları tazelemek gerekiyor. Biz iki yerel seçimde CHP’nin adaylarını desteklemiş bir partiyiz.  İki cumhurbaşkanlığı seçiminde de CHP’nin adayı için oy verdik. Kemal Kılıçdaroğlu’na desteğimiz, açık ve ilkeli bir tavrın sonucuydu. Peki bizim neyimizi sorguluyorlar? Bu meselenin çözümünü ne zaman sağlayacağız? CHP’nin iktidar olmasını mı bekleyeceğiz? Ya da başka bir partinin iktidar olması mı çözümün garantisi olacak?

Biz bir partinin iktidara gelmesini beklerken, yiten canlara, çöken ekonomiye, çürüyen sosyolojiye, açlığa ve işsizliğe göz mü yumacağız? Hayır. Biz ne AK Parti siyasetiyiz, ne CHP siyaseti. Biz üçüncü yolu temsil ediyoruz. Mücadele etmeyi, müzakere yürütmeyi bilen, bunu bir arada yürütebilen bir geleneğe sahibiz. Müzakere etmek, ilkelerden vazgeçmek değildir. Masada oturmak, diğer tarafın dediklerine yüzde yüz katılmak değildir. Müzakere, herkesin ilkelerini ortaya koyması ve ortak bir yol bulunmasıdır. Bu yol, hem sorunu yaşayanları hem de ülkeyi rahatlatır, demokrasiyi büyütür.

AK Parti’nin siyasetini benimsemek, onun seçim hesaplarına dahil olmak hiç değildir. Mücadelemiz kendi kulvarında, kendi zemininde sürüyor. Aynı anda müzakere de devam ediyor. Ekoloji mücadelesinden kadına yönelik şiddete kadar her gün sokaktayız. Şırnak’tan Muğla’ya kadar eko-kırım politikalarına karşı mücadele ediyoruz. Kadın meclisimizin yürüttüğü mücadele sadece Türkiye’de değil, dünyada örnek gösteriliyor. Bir masa kuruldu diye biz ilkelerimizden vazgeçmeyiz. Ama bazen öyle yorumlanıyoruz ki, bu bizi gerçekten şaşırtıyor.

Bakın, kimlik sorunu olmayan, işsizlik yaşamayan, konforlu alanında oturmuş bazı kesimler “Kürtler niye müzakere ediyor” diye konuşuyor. AK Parti’yi biz mi yarattık? Biz mi 22 yıldır iktidarda tuttuk? Sizin muhalefetsizliğiniz, sizin uzlaşmacılığınız bu iktidarı sürdürüyor. İmamoğlu tutuklanma tehlikesiyle karşı karşıyayken biz eleştirdik, dayanıştık. Ama Diyarbakır’da kayyım atandığında siz neredeydiniz? Kayyım yasasını Anayasa Mahkemesi’ne götürmeyen sizdiniz.

Selahattin Demirtaş, Figen Yüksekdağ ve içerideki seçilmiş arkadaşlarımızın isimlerini bugün siyaset malzemesi yapanlar var. Ama önce o insanların içeride olmasının öz eleştirisini versinler. Siz ne zaman Selahattin’ci, Figen’ci oldunuz? Dokunulmazlıkların kaldırılmasına “evet” oyu vermeseydiniz, bugün o insanlar partinin başında olacaktı, mücadelelerini yürüteceklerdi. O yüzden kimse bizim kararlılığımızı ve onurlu mücadelemizi, bir masa kuruldu diye sorgulamasın. Biz dün olduğu gibi bugün de, yarın da mücadele eden ve etmesini bilen bir gelenekten geliyoruz.

“Kapalı kapılar arkasında pazarlık yapmayız”

DEM Parti’nin “gizli pazarlık” yaptığı yönündeki iddiaları reddeden Bakırhan, müzakereleri tüm şeffaflığıyla yürüttüklerini belirtti:

Bugün bize “kapalı kapılar ardında bir şeyler yapıyorlar” diyenlerin geçmişine bakın. Bizim geçmişimiz tertemizdir. Biz hiçbir zaman kapalı kapılar ardında oturup, ırkçı, Kürt karşıtı, Alevi karşıtı ya da ezilenlere karşı protokol imzalamadık. Her şeyi açık yaparız. Müzakerelerimizi de açık yürütüyoruz. Her görüşmenin ardından, başta Sayın Özgür Özel olmak üzere tüm muhalefet partilerini bilgilendiriyoruz. Görüşmelerin içeriğini anlatıyoruz, fikirlerini alıyoruz ve bunları sürece katıyoruz. Kimse bizim kararlılığımızı sorgulamasın. Biz dün olduğu gibi bugün de, yarın da mücadele eden, onurlu bir geleneğin temsilcisiyiz.

Alan Burası

Paylaşın

Tuncer Bakırhan’dan Yeni Anayasa İddialarına Yalanlama

TBMM’de oluşturulan Milli Dayanışma Kardeşlik ve Demokrasi Komisyonu’nun, bir anayasa yapma misyonu ve görevi olmadığını vurgulan DEM Parti Eş Genel Başkanı Tuncer Bakırhan, “DEM Parti ile AK Parti’nin dolaylı bir anayasa çalışması yürüttükleri gerçeği yansıtmıyor” dedi.

Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi (DEM Parti) DEM Parti Eş Genel Başkanı Tuncer Bakırhan, partisinin genel merkezinde gündeme ilişkin değerlendirmelerde bulundu. Tuncer Bakırhan, şunları söyledi:

“Biz bir eleştiri, öz eleştiri partisiyiz, hareketiyiz. Evet toplum eleştiriyorsa bundan kendimize dersler alıyoruz. Asla topluma rağmen siyaset yapmayız. Toplumun çoğunlukla eleştirdiği bir kareyi de bir zafer, bir başarı, onlara rağmen iyi bir şey olarak anlatmayız ama bir fotoğraf karesine de çok büyük anlam yüklememek gerekiyor. Meclis zaten müzakere, diyalog üzerinedir. Türkiye toplumu, siyasi partileri orada sorunları tartışsın, çözsün diye, bir arada müzakere etsin diye göndermiş.

Aslında bugüne kadar bu ve benzer görüntülerin olmaması büyük eksiklikti. Türkiye toplumunu getirdiğimiz yere bakar mısınız? Meclis’te siyasi partilerin bir araya gelmesi eleştiri konusu oluyor. Niye bugüne kadar olmamış? Her dönem bir parti, birkaç parti ötekileştirilmiş. Bugün bir araya gelince de toplum garipsiyor. Niçin Meclis’teyiz? Biz zaten ‘müzakere partisiyiz’ diyoruz. Müzakere için oradayız.

Kürt meselesi, ekonomi meselesi, Alevi yurttaşların sorunları, kadınların yaşadığı ağır sorunları gidermek, ekonomide adalet için, emekliler, ezilenler, katledilen doğa için tamamı için oradayız. Evet, rekabet var, mücadele var. Günün sonunda da eğer topluma da yarayacaksa, toplumu rahatlatacaksa ortak görüntüler de verilir, ortak masaya da oturulur. Ortak görüntü vermek, ittifak etmek, işbirliği etmek anlamına gelmiyor. Tam tersine artık konuşabilmeyi başarmalıyız. Böylesine bir kutuplaştırılmış ki toplum bir siyasi parti, bir başka partiyle oturduğu zaman çok büyük anlamlar yükleniyor. Biz Türkiye’nin en zorlu koşullarda mücadele eden çok önemli demokratik muhalefet zeminiyiz.

Bizim eğer tavrımız, duruşumuz merak ediliyorsa cezaevindeki yoldaşlarımızın ortaya koyduğu tutumdan nerede durduğumuz anlaşılır. CHP’ye, belediyelerine dönük operasyonlar ve tutuklamalar karşısında nerede durduğumuza bakılırsa bizim ne olduğumuz, kim olduğumuz, ne yapmaya çalıştığımız anlaşılır.

Hiç kimse Cumhuriyet Halk Partisi’nin İstanbul İl Örgütü’ne yapılan operasyon ve sonrasında polis ablukasını devirmek için gitmedi, biz Tülay Eş Başkanımızla birlikte oraya gittik. Polis panzerleri arasında binaya girdik. Net bir şekilde tavrımızı ortaya koyduk. ‘Bu bir yanlıştır’ dedik. ‘Bu tür şeylerden vazgeçilmelidir’ dedik. Hem de ayın 15’inden önce gittik. Niye? İktidarın bu konudaki politikalarını eleştirmek için, karar verilmeden önce DEM Parti’nin, Kürtlerin tavrını net bir şekilde ortaya koymak için gittik.

Ayıptır, bunları görmeden, bilerek iktidar namına çalışan kendisine tırnak içerisinde sol, ulusalcı diyen kimi çevreler aslında bir biçiminde bu fotoğraf üzerinde tepinerek bizim tabanımızı başka yere yönlendirmeye çalışıyor. Bilmeyerek yaptıklarını zannetmiyorum.

Biz beş dönemdir muhalefetle aslında bir biçiminde işbirliği yapan bir siyasi partiyiz. İki yerel seçimde, İnce’nin Cumhurbaşkanlığı seçiminde, en son Kılıçdaroğlu seçiminde… İkinci turda Cumhuriyet Halk Partisi’nin kendisi kimi illerde kepenk indirmesine rağmen biz bölgede kale denilen İzmir’in daha üzerinde yüksek oylar çıkardık. Biraz vicdanlı olmak lazım.

Binlerce karelik fotoğrafta bir tebessümlü bir kareyi alıp onun üzerinden Türkiye’nin en dinamik, en kararlı, 12 partisi kapatılmasına rağmen vazgeçmeyen, direnen, duran bir siyasi partisinin böyle bir biçimde eleştirilmesi doğrusunu söylemek gerekirse bizim açımızdan değil genel anlamda üzücü. Demokrasi adına üzücü. Biz bu meselenin çözümü için herkesle oturmaya, müzakere etmeye varız.

Bizi muhalefet olma, muhalefet yapma kimliğimizden alıkoymaz. Biz hem müzakere ederiz hem sokakta mücadele ederiz. Hem fotoğraf veririz hem çevre kırımı karşısında Muğla’da Cumhuriyet Halk Partisi’nin Genel Başkanı’yla birlikte miting yaparız. İstanbul İl Örgütü’ne dönük hukuksuzluklarla ilgili gider önünde açıklama yaparız. Biz üçüncü yoluz.

Müzakereye de açık yaklaşırız, samimi yaklaşırız, mücadeleyi de açık yaparız. Cezaevini, baskıları, kapatılmayı dikkate almadan doğruyu söyleriz. Şimdi böyle bir geleneği bir fotoğrafla, iktidarla ilişkilendirmek, başka anlamlar yüklemek gerçekten çok kötü çünkü açıkça sizin aracılığınızla söylüyorum; bunu yapanlar iyi niyetli değil. Bunu yapanların niyeti kırılgan olan Kürt kitlesini aslında muhalefet zemininden uzaklaştırarak tepkilendirecek bir noktaya getirmektir.

Diyarbakır’da, Kars’ta, Siirt’te kimi televizyon ve basın yayın organlarındaki bu söylemi kullanan insanların sanki ana muhalefet partisi adına konuştuğunu insanlar düşünüyor. Dolayısıyla herkese de bir sorumluluk düşüyor. Bizim mücadelemize bakarak değerlendirilelim. Bir fotoğrafa çok anlamlar yüklenmemeli ama biz bu süreci de önemsiyoruz.İlerlesin istiyoruz. Bu konuda samimiyiz. 7/24 saat sokaklardayız.”

“Özel’in yaklaşımını biz de, tabanımız da pozitif olumlu olarak değerlendiriyoruz.”

CHP Genel Başkanı Özgür Özel’in kendisini aradığı anımsatılarak, “Özel, ‘muhalefete muhalefet etme dönemi sona erdi’ dedi. Bekliyor muydunuz böyle bir çıkış ve bu telefon sizi şaşırttı mı?” sorusuna Bakırhan şu yanıtını verdi:

“Bizim Sayın Özel ile aslında dönem dönem görüştüğümüz, bir araya geldiğimiz bir durumumuz var. Çok önemli şeyler söyledi. Genel kapsayıcı, bu meselelere sağduyu ile yaklaşan bir lider. Bizi aramasına şaşırmadık, aramasaydı şaşırırdık çünkü duyarlı bir insan. Bu tür durumlarda kesinlikle tavrını net olarak ortaya koyan bir parti başkanı olarak gördüğümüz için şaşırmadık. Teşekkür ediyoruz. Sayın Özel, en zor süreçlerde bizi arayan ve dayanışma duygularını ortaya koyan, aslında Türkiye’deki siyasette de yeni bir çığır açan birisidir. Görüşüyoruz, konuşuyoruz. Dönem dönem memleket meselelerine ilişkin düşüncelerimizi de birbirimizle paylaşıyoruz. Özel’in yaklaşımını biz de, tabanımız da pozitif olumlu olarak değerlendiriyoruz.”

Erdoğan’ın yeni anayasa konusunda DEM Parti’nin desteğini almak amacıyla bu görüntüleri verdiği yönündeki eleştirilerin anımsatılması üzerine Bakırhan, TBMM’de oluşturulan Milli Dayanışma Kardeşlik ve Demokrasi Komisyonu’nun, bir anayasa yapma misyonu ve görevi olmadığını vurgulayarak, şöyle konuştu:

“Türkiye Cumhuriyeti’nin demokratik bir anayasaya ihtiyacı var mı, var ama bu, Komisyon’un işi değil. Dolayısıyla Meclis’te başta grubu bulunan partiler olmak üzere bu meseleden bağımsız bence önümüzde günler, aylar, yıllar var.

Demokratik bir anayasa gündemini açmaları Türkiye’nin yararına olur. Mevcut haliyle yapılan tartışmalar durumu çok tarif etmiyor. DEM Parti ile AK Parti’nin dolaylı bir anayasa çalışması yürüttükleri gerçeği yansıtmıyor. Bizim de öyle bir gündemimiz yok, komisyonun da böyle bir gündemi yok. Bize böyle bir gündemde bir teklif yok, bir talep yok, bir tartışma yok. Mevcut komisyonun anayasa yapma gücü, kapasitesi, yeterliliği yok. Belli amaçla kurulmuş, belirli bir süreyle kurulmuş bir komisyon. Ama Türkiye’deki bu sorunların temel kaynaklarından birisi, geçmişten beri askeri darbe dönemlerindeki yamanarak bugüne gelmiş Anayasa’dır. Bunun demokratikleşmesi gerekiyor. İkinci yüzyılda Türkiye demokratik bir anayasayı hak ediyor.

Bir parti anayasası değil ya da toplumun bir kesimin bir anayasası değil, demokratik Türkiye anayasası yapılabilir. Bu konuda biz düşüncelerimizi söyleriz. Mevcut komisyonun bir anayasa gündemi yok. Bize üretilmiş bir şey yok. Böyle bir tartışma yok. Böyle bir misyonu yok. Bu tür yürütülen tartışmaların da süreci bozmaya manipüle etmeye dönük olduğunu belirtmek istiyorum.”

Selahattin Demirtaş’ın serbest bırakılması yönündeki beklentilerin anımsatılarak, bunun sürece etkisinin sorulması üzerine, Bakırhan şöyle konuştu:

“Bu süreçten bağımsız, Sayın Demirtaş, Başkanımız Figen Yüksekdağ Kobani kumpas davasında yargılanan bütün arkadaşların serbest bırakılması gerekiyor. Süreçten bağımsız. AİHM üç defa karar vermiş. Türkiye’ye süre tanınmış. 8 Ekim’de süre doluyor. Yani bu bir şart, bir koşul değil, bir gerekliliktir. Hukukun bir gereğidir, verilen kararların bir sonucudur. Bu bir taviz değil. Sayın Demirtaş, Figen Yüksekdağ, Kobani kumpas davasında yargılanan arkadaşların serbest bırakılması gerekir. Bu, süreci de onarıcı, toplumun kafasındaki kaygıları, soru işaretlerini giderici bir adım olur. Sürece katkı sunar.

Sayın Demirtaş ve Figen Yüksekdağ’ın dışarıda olmaları halinde de sürece çok aktif destek verebileceklerini, çok büyük katkı koyabileceklerini düşünüyorum. İçeride olmalarına rağmen Kobani kumpas davasında yargılanan arkadaşlarımız bu süreçte çok büyük destek verdiler bizlere. Çok büyük emek ortaya koydular. Bu süreci onlarla birlikte yürütüyoruz. Böylesine bu süreçte katkı sunacak arkadaşlarımızın halen AİHM kararına rağmen, üç defa verilen kararına rağmen içeride tutulması anlaşılır gibi değil.

Peki toplumun kafasındaki bu güvensizliği ortadan kaldırmanın yolu nedir? Sadece Sayın Demirtaş değil. Yani İmamoğlu ve arkadaşları niye içeride? Tutuksuz yargılanamazlar mı? Yargı var, değerlendirir. Eğer gerçekten günün sonunda ceza alırsa zaten gereği yapılır. Dolayısıyla onarıcı, güven verici adımlar atmak gerekiyor. ‘Çözülsün’ diyenlerin bu sürece destek ve katkılarını almak için gerçekten ‘Evet Türkiye hukuk yolunda, demokrasi yolunda, adalet yolunda ilerliyor, ilerlemeye başladı dedirtmek için de yine bu adımların atılmasını, Demirtaş ve Yüksekdağ’ın arkadaşlarıyla birlikte serbest bırakılması gerektiğini belirtmek istiyorum.”

MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli ve kurmaylarının aksine AKP cephesinin somut adımlar konusunda yavaş hareket ettiği eleştirilerini değerlendiren Tuncer Bakırhan, şunları söyledi:

“Dümen şu anda AK Parti’de. Bence AK Parti bu meselede dümeni Milliyetçi Hareket Partisi’yle paylaşmalıdır. Niye diyeceksiniz? Çünkü Milliyetçi Hareket Partisi daha somut öneriler ile ortaya çıkıyor. İnfaz yasasından uzun tutukluluğa, Terörle Mücadele Kanunu’ndan TCK’ya ve benzeri konulara kadar. Dolayısıyla AKP’nin biraz daha somuta yönelmesi, biraz daha somut konuşması ve somut adımlar atması için bence dümeni Milliyetçi Hareket Partisi ile paylaşmalıdır. MHP’nin durduğu yer önemlidir.

Bu meselenin çözümüne dönük bir yıl önce aslında başlattığı süreç onlar açısından bence doğru yürüyor. Özellikle hukukçuları ve yöneticilerin yaptığı sağduyulu açıklamaları çok önemsiyoruz ama sadece sözde kaldığı için de bir üretime dönüşmedi. Dolayısıyla Milliyetçi Hareket Partisi’nin bugüne kadar yapmış olduğu değerlendirmeler ve somut öneriler konusunda adım atmaya, AK Parti’ye adım attırtmaya artık biraz da somut adımlar konusunda yoğunlaşmaya bence çağırmak gerekiyor.”

Paylaşın

Bakırhan’dan “Süreç” Açıklaması: Siyasi Ve Hukuki Zemin Oluşmalı

DEM Parti Eş Genel Başkanı Tuncer Bakırhan, yeni sürece ilişkin, “Meclis’te bir komisyon kuruldu. O komisyondaki bütün önerilerimiz, bir hukuki zeminin oluşması, bu meselenin bir hukuka kavuşması ve hukukla çözülmesidir. Şu anda en geçerli akçe hukuktur” dedi.

MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin 1 Ekim 2024 tarihinde Meclis’te DEM Parti milletvekilleriyle el sıkışması ve sonrasında Abdullah Öcalan’ın “umut hakkı”nın sağlanması yönündeki çıkışının üzerinden 1 yıl geçti.

Bahçeli’nin Meclis kurulunda el sıkıştığı isimlerden biri olan Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi (DEM Parti) Eş Genel Başkanı Tuncer Bakırhan, 1 yıllık süreç ile bölgedeki gelişmeleri ve bunun Türkiye’ye yansımalarını Mezopotamya Ajansı’na (MA) değerlendirdi.

Tüm dünyada olduğu gibi coğrafyamızda da önemli gelişmeler yaşanıyor. Suriye’deki durum, İsrail’in Filistin’e saldırıları, Ukrayna-Rusya çatışması… Tüm bunlar BM’nin son toplantısında da gündeme geldi. Olup bitenleri “değişim sancısı” olarak okuyanlar da var, uluslararası güçlerin bölgeye müdahalesi olarak değerlendirenler de. Siz nasıl değerlendiriyorsunuz?

Evet, Ortadoğu’da önemli gelişmeler oluyor. Ortadoğu’daki sorunların ana kaynağı ve uluslararası müdahaleye açık olmasının temel sebebi, mevcut sistemlerin bütün farklılıkları ve renkleri tek renge ve tek kalıba koymasından kaynaklanıyor. 100 yıldır Ortadoğu’ya hiçbir zaman huzur gelmedi. Maalesef halklar hiçbir zaman huzurlu bir ortamda yaşamadı. Çünkü, bir asırdır bölgedeki gerçekliğe ters düşen yönetimler varlığını sürdürüyor. Çoğu zaman topluluklar da kendi kimliklerini ve farklılıklarını kabul ettirmek için direndiler, isyan ettiler.

Bir masa üzerinde Ortadoğu’nun sınırlarını belirleyen uluslararası güçler, bu çatışma ve çelişkilerden yararlandılar. Bu güçler, bölgede hayata geçirmeye çalıştıkları planlamaları bu çatışma ve çelişkiler üzerinden yürütüyor. Son dönemde de öyle.

Ortadoğu’da yeni bir denge oluştu. İran gibi, Rusya gibi bölgede etkili güçler tamamen olmasa da bölgeden büyük oranda çıkmak durumunda kaldılar. İsrail şu anda proaktif bir biçimde sahnede. İngiltere tekrar, 100 yıl önceki gibi Ortadoğu siyasetini belirlemek için ciddi bir diplomasi ve çalışma yürütüyor. Üzülerek belirtmek istiyorum; İngiltere hâlâ yapıcı bir rol oynamıyor. 100 yıl önceki rolüne benzer bir misyon yüklenmiş. Dönem dönem bunu da eleştiriyoruz.

Ortadoğu’da bir kırılma var. Yeni bir şekillenme, yeni ittifaklar var. Bunun demokratik bir zemine evrilmesi, 100 yıl önce yaşanılan eksiklerin ve yanlışların yaşanmaması için biz de mücadele yürütüyoruz.

Herkesin üzerinde durduğu bir gerçeklik var. O da Ortadoğu’nun eskisi gibi olmayacağıdır. Ortadoğu, geçmişte inkâr edilen kimliklerin güçleri ve mücadeleleri oranında yeni denklem ve dengenin içerisinde yer alacağı bir sürece giriyor.

Suriye için de özel bir parantez açmak gerekiyor. Suriye, Ortadoğu’nun önemli merkezlerinden biridir. Suriye’nin demokratik bir rejime dönüşmesi aslında Ortadoğu’yu bütünden etkileyebilir. Çünkü Suriye farklı hakların ve inançların birlikte yaşadığı çok stratejik ve jeopolitik bir konuma sahip. Hegemonik güçlerin Hindistan’dan Avrupa’ya ve Amerika’ya kadar götürmeye çalıştıkları enerji hatlarını da içeren ticaret koridorunun en önemli merkezlerinden birisidir. Suriye’de daha demokratik bir zemin oluşturulursa, yine yıllardır dışlanan ve inkâr edilen kimlikler ve inançlar rejim içinde eşit ve özgür bir biçimde var olabilirlerse Ortadoğu’da yeni bir süreç yaşanabilir. Aksi halde yine Kürt, Dürzü, Alevi ve Türkmenlerin hakları reddedilirse Suriye’de ve Ortadoğu’daki kriz, kaos, çatışmalar ve gerginlikler devam eder.

Türkiye’de de bir süreç yaşanıyor. Türkiye’nin de yeni bir yola girdiğini söyleyebilir miyiz? 

Değişim ve dönüşüm sancıları dünyanın dört bir yanında yaşanıyor, en fazla da Ortadoğu’da yaşanıyor. Türkiye de, Ortadoğu’dan azade değil, bunu hissedebiliyoruz. Bu değişim sancısının Türkiye’de demokratik ve barışçıl bir sürece evrilmesini arzuluyoruz. Birinci yılına giren süreç ile yeni bir yola girdik. Bu önemlidir. Kıymetlidir.  Ama bu yeni yolun henüz nereye evrileceği, nereye varacağını tam olarak kestiremiyoruz.

DEM Parti olarak, bu yeni yolda 100 yıldır tekrar eden yanlışların tekrar etmemesini istiyoruz. Bunun mücadelesini yürütüyoruz. Bu yeni yolda birlikte, refah içinde ve demokratik bir zeminde yürümek istiyorsak, geçmişteki inkârcı ve tekçi anlayışları bir kenara bırakmamız gerekiyor. Ülkedeki bütün halkların demokratik bir sistemde, bir arada yaşadıkları bir anlayışı egemen kılmamız gerekiyor.

Yeni yola çıkmak kendi başına çok değerlidir. Ama  bu yolun nereye varacağı Türkiye halklarının, emekçilerin ve ezilenlerin mücadelesine bağlıdır. Sürece sahip çıkabilmeliyiz. Sürece, inkâr edilenlerin rengini yansıtmak ve başarıya ulaşmak için dayanışma içerisinde olmamız gerekiyor.

Sistemin inkarcı politikaları bir yere kadar geldi. Bütün inkara rağmen Kürtler, emekçiler, ezilenler hatırı sayılır bir zemin elde etti. Şu anda Türkiye’nin üçüncü büyük zeminiyiz. İnkâr ve ret politikaları bir sonuç almadı. Evet, toplumda büyük yaralar açtı. Bu yara toplumun acıyan ve  kanayan yarasına dönüştü. Ama gelinen noktada artık yok sayman politikası sonuç vermiyor. Şimdi yeni bir sayfa açma zamanı. Kürt’ün dilini, kimliğini ve kültürünü tanıyan, Kürt’ü eşit yurttaş olarak gören, ayrıştırıcı bütün politikalara son veren, ötekileştirmeyi bir kenara bırakan, yine farklı inanç ve etnik kimliklere de aynı şekilde yaklaşan bir sistemi birlikte örebiliriz. Biz bu konuda kararlıyız.

Sayın Öcalan’ın da bu çerçevede yaptığı tarihi çağrı çok önemlidir. Sayın Öcalan da 26 yıldır bir hücrede olmasına rağmen çok ciddi bir barış diplomasisi yürüttü. Bu barış diplomasisinin  odağında hep demokrasi, barış ve demokratik toplum oldu. Türkiye’deki  inkârcı yaklaşımı demokratik bir zemine çekmek için çabaladı, durdu. Yeni yola girmemizde Sayın Öcalan’ın çok büyük katkıları olduğunu özellikle belirtmek istiyorum.

Hep birlikte, Türkiye’yi demokraside örnek bir ülke haline getirebiliriz. Bu sürece iyi niyet ve samimiyetle yaklaşabilirsek Türkiye’nin yüz yıldır yaşadığı kriz ve sorunların tekrar edilmeyeceği bir zemini yaratabiliriz. Bunun koşulları var mı? Var. Kürt’ün dilini konuşması, Alevi’nin inancını özgürce yaşaması, ekonomide adaletin sağlanması neden engel olsun? Hepimiz bu ülkenin yurttaşlarıyız. Eşit haklara sahip olmak istiyoruz. Ötekileştirilmek istemiyoruz.

Türkiye’yi Ortadoğu’daki badirelerden ve gelişmelerden azade tutamayız. Ortadoğu’da esen bir rüzgar başka bir ülkede yaprağın kıpırdanmasına neden olabiliyor. Biz de esen rüzgar ne  olursa olsun Türkiye’de yaşayan 86 milyon yurttaşa fayda getirmesini istiyoruz. Türkiye’de yakalanacak olan demokratik rüzgar tüm bölgeyi ferahlatabilir. Peki DEM Parti bu sürecin neresindedir? DEM Parti bu işin önemli merkezlerinden birisidir. Samimidir, inanıyor, kararlıdır. Ama sadece bizimle yürüyecek bir süreç değil. İktidar/devlet aklının da bu yeni sürece uygun bir anlayışa sahip olması gerekiyor. Olumlu her söz kıymetlidir ama bunu pratik adımlarla buluşturmak gerekiyor. Fakat bazı politikalar ve pratikler gerçekten sürecin ruhuna aykırı.

Evet, Kürt var deniliyor. Evet, Kürt kardeş deniliyor. Ama Amedspor, formasındaki Kürtçe bir reklam yüzünden ceza alıyor. Kürt kardeş ama parlamentoda iki kelime Kürtçe konuşamıyor. Şimdi bunlar toplumun kafasında kuşkulara, tereddütlere ve tedirginliklere sebebiyet veriyor. Tam da artık pozitif adımların atılması gerekiyor dememizin sebebi budur. Toplumdaki bu güvensizliği, tedirginliği, ortadan kaldırmanın yolu biraz önce söylediğim gibi bu yanlışları yapmak değil, bu yanlışları ortadan kaldıracak demokratik adımları atmaktan geçiyor.

Bahsettiğiniz süreç Bahçeli’nin sizinle tokalaşması ve Öcalan’ın Meclis’te konuşması için yaptığı çağrı üzerine başladı. Bu sürecin üzerinden 1 yıl geçti. Ancak Bahçeli’nin çağrısına rağmen henüz bir adım atılmadı. Bahçeli’nin sözlerinin havada kaldığını söyleyebilir miyiz? 

Sayın Bahçeli’nin günümüze kadar gelen süreçte yapıcı bir rol oynadığını belirtmek gerekiyor. Sonuçta Bahçeli iktidarı destekleyen, iktidarla ittifak halinde olan bir siyasi partinin lideri, ama tek başına iktidar değil. MHP ve Sayın Bahçeli daha aktif bir rol oynayabilir. Şimdi dünyanın her yerinde iktidarlar bu işin birincil muhataplarıyla görüşüyor. Dünya deneyimlerine de bakın süreci yürütmek için birincil muhatabın iletişim ve özgürlük koşulları oluşturuluyor. Yani iyi niyetin göstergesi aslında Sayın Öcalan’a yaklaşımın kendisidir. 1 Ekim sonrası tecridin belli oranda gevşemiş olması olumlu. Ama kabul etmek gerekir ki Sayın Öcalan’ın koşulları sürecin ruhuna uygun değil. Sayın Öcalan 26 yıldır cezaevinde. Bu konuda AİHM’in vermiş olduğu kararlar var. Yani bu süreçten bağımsız olarak “umut hakkı”ndan yararlanması gerekiyor. Öte yandan bu sürecin salahiyeti açısından da iletişim ve özgürlük koşullarının sağlanması elzemdir. Sayın Öcalan daha rahat hareket edebileceği koşullara kavuşursa daha çok katkı sunan bir rol oynayabilir.

Sayın Bahçeli’nin de sözlerinin artık karşılık bulması gerekiyor. Bir yıl içerisinde çok önemli şeyler söyledi. Biz de kıymet biçiyoruz. Sözlerinin yarattığı alan ve dinamiklere de ayrıca anlam veriyoruz. Evet, bütün eksikliklerine rağmen bu 1 yıllık sürecin hala devam etmesi de kıymetlidir. Bu da tarihi önemdedir. Dolayısıyla artık sözü aşan, toplumun kafasındaki tedirginliği ve güvensizliği ortadan kaldıracak adımların atılması gereken bir eşiğe geldik. Bu eşik kimin ne kadar samimi olduğunun ve kimin bu sürece nasıl yaklaştığının da en iyi göstergesi ve fotoğrafı olacak.

Siz sürecin bizzat içerisindesiniz, aynı zamanda Öcalan ile görüşen heyette yer aldınız. İktidarın sürece kalıcı bir çözüm perspektifiyle yaklaştığını düşünenler de var bu durumu bir araç olarak kullandığını düşünenler de. Sürecin başında kuşkularınız nelerdi ve halen devam ediyor mu? 

Sadece Türkiye’de değil, dünyanın her yerinde iktidarlar bu tür meseleleri kendi çıkarlarına göre ve kendilerine kazanç sağlayacak şekilde yürütmeye çalışırlar. Yeni bir hikâye yazmaya çalışırlar. Türkiye’de belki bu durum biraz daha fazladır. Siyaset niyet okuma üzerinden yapılamaz. Biz, iktidarın niyetinin ne olduğuna yoğunlaşmak yerine, devleti ve iktidarı çözüm zeminine nasıl daha fazla yaklaştırabileceğimizin uğraşındayız.

Türkiye’de iktidarın hangi niyette olduğunu sorgulamak istemiyorum. Yıllar sonra tekrar böyle bir sürecin başlamasını önemsiyorum, iktidarın durduğu yerin ötesine geçmesi gerekiyor.

Dünya değişiyor. Artık demokrasi ve demokratik toplum tek çıkış kapısıdır. Devlet de demokrasiyi benimsemeli, duyarlı hale gelmeli. Sadece bununla yetinmeyip buna uygun hukuki zemini de sağlamalı. Artık toplumun enerjisini ve ekonomisini yutan, toplumun huzursuz  ve mutsuz kılan bir ortamda yaşamamalıyız. Bunun kimseye bir yararı yok. Kürt mutluysa iktidar mutlu olmalı. Alevi mutluysa bu ülkeyi yönetenler mutlu olmalı. Yurttaş aldığı parayla geçinebiliyorsa bu ülkenin bakanı ve cumhurbaşkanı mutlu olmalı. Umutsuzluğa kapılmadan, geçmişteki eksiklere takılmadan, ama onları da unutmadan yürümeyi bilmek gibi büyük bir sorumluluğumuz var. DEM Parti şu anda bunu yapıyor.

DEM Parti, iktidar ve muhalefet üzeri bir rol oynuyor. Çünkü biz üçüncü yoluz. Ona buna teşne olmadan siyaset yapıyoruz. Yeri geliyor muhalefetin karşı karşıya kaldığı antidemokratik uygulamalara karşı muhalefetle dayanışıyoruz, yeri geldiği zaman iktidarın yol yürümesi için teşvik eden oluyoruz. Yol açan oluyoruz. İktidar ve muhalefet arasında da bir denge oluşturmaya çalışıyoruz. Bizim rolümüz çok özeldir. Biz klasik bir muhalefet partisi değiliz. Bu süreci yürüten klasik diğer siyasi partilere benzemiyoruz. Biz hem kendi tabanımızın taleplerini savunuyoruz hem bunun dışında kalan insanların da demokratik bir zeminde, kardeşçe bir arada yaşamasının mücadelesini yürütüyoruz.

Kısaca şunu söyleyelim; iktidarı çok iyi tanıyoruz ve birbirimize tarif etmemize gerek yok. İktidarın sopasını defalarca yiyen insanlar olarak bunu söylüyorum. Dolayısıyla iktidarın şu an geçmişteki karakterine bakıp “bu iş olmayacak” demek doğru değil. İktidarı zorlayacağız. Yürütmeye çalışacağız. Müzakere ve diyalog zeminini büyüterek, gidişatı bir barış ve demokrasi sürecine evriltmeye çalışacağız. Eğer olmuyorsa da mücadele edeceğiz. En iyi bildiğimiz şey mücadeledir. Şimdi müzakereyi de geliştirmeye çalışıyoruz. Müzakerede de ustalaşacağız.

Dikkat edin, bir yıllık süreç içerisinde bütün eksiklere, yetmezliklere ve yanlışlara rağmen öyle sağlam ve düzgün bir yaklaşım içerisinde bulunduk ki, iktidarı da, sağcısı da, solcusu da hakkımızı teslim ediyor. Çünkü biz samimiyiz, süreç ilerlesin istiyoruz. En ufak bir engelde sırtımızı dönüp “bu iş olmaz” demiyoruz. Devrimcilik budur. Pes etmeden, iğne ucu kadar bir ışık gördüğü zaman o ışığı büyütmeye çalışmaktır. Herkes düşüncesini söylüyor. Ama bu sürecin en baştan negatif olacağını söylemek doğru değildir. Yürümeyeceğini söylemek hiç doğru değildir. Ben “yüzde yüz yürüyecek, yüzde yüz başarılı olacak” demiyorum. Ama henüz yolun başındayken, henüz zemin taşları örülürken tepenin tarifini yapmak, oranın iyi olup olmayacağını söylemek için çok erkendir. Biz bunu yapan değiliz.

“Siyasi ve hukuki zemin oluşmalı”

Öcalan bu süreçte tarihi çağrılar yaptı, çağrı üzerine silah imha töreni gerçekleşti ve PKK kendini feshetti. Öcalan’ın bu süreçte en çok vurguladığı konuların başında hukuk geliyor. Hukuki zemin neden önemli? 

Sorunun kendisi siyasidir. Sorunun ana kaynağı ise hukuktur. Eğer Türkiye hukuk meselesini 100 yıldır çözebilseydi, zaten bu tür sorunlar olmazdı. Şu anda yaşadığımız şey hukuksuzluktur. Bu meselenin hukuki bir zeminde tarif edilmemesidir. Bir hukuka kavuşturulmamasıdır. Sayın Öcalan ile yaptığımız görüşmede de çok şey söyledi. Yaptığı açıklamalarda ve çağrılarında da bunlar vardı. En son “Siyasi ve hukuki zemin oluşursa…” diye bir belirlemede bulunmuştu.

Biz Kürtlerin temel haklarını hukuka kavuşturmak istiyoruz. Emekçinin, ezilenin, kadının, Alevinin haklarını hukuka kavuşturmak istiyoruz. Çünkü hukuk olmazsa ne demokrasi olur ne barış olur. Hukuksuz bir barış da barış değildir. Hukuksuz bir demokrasi de demokrasi değildir. Kişilerin ve partilerin iyi niyetine, inisiyatifine bırakmadan bunun bir hukukunu oluşturmak gerekiyor. Biz buna “bütüncül hukuk” diyoruz. Dolayısıyla hukuk önemlidir. Biz de bu zemini oluşturmaya uğraşıyoruz.

Meclis’te bir komisyon kuruldu. O komisyondaki bütün önerilerimiz, bir hukuki zeminin oluşması, bu meselenin bir hukuka kavuşması ve hukukla çözülmesidir. Şu anda en geçerli akçe hukuktur. İki insan arasındaki basit bir ticari alışverişin bile bir hukuku var. Yüzyıllık bir mesele, milyonlarca insanın yaşadığı bir meseleyi hukuka kavuşturmazsak yaptığımız her şey sözde kalır. Bu da samimi olmadığımızı ortaya koyar. Sayın Öcalan da çok doğru bir belirlemeyle bunu dile getirdi. Biz de buna katılıyoruz. Siyasi ve hukuki zemin oluşmalıdır.

Hukuki zemin sağlanmazsa ne olur? 

Aksi durumu sonra konuşuruz. Şimdi aksi halde deyip, parmak sallayacağımız bir noktada değiliz. Tüm çabamız da zaten bu zeminin oluşması ve çözüme vesile olmasıdır.

Sürecin başarısı için ilk adım olarak hangi adımlar atılmalı?

Amed’de, Diyarbakır Barosu’nun düzenlediği “Barışın İnşası” konulu bir programa katıldım. Bölge baro başkanları, kentin önemli kurumları ve dinamikleri de katılmıştı. Orada da çok net ifade ettim: Meclis açılır açılmaz, Sayın Öcalan’ın “ara dönem yasaları” dediği ve mevcut zeminde “geçiş yasaları” olarak tartışılan yasaların çıkarılması gerekiyor. İnfaz Kanunu’nun düzenlenmesi gerekiyor. Terörle Mücadele Kanunu’nun düzenlenmesi gerekiyor. Ceza Muhakemesi Kanunu’nun düzenlenmesi gerekiyor. Tutukluluk meselesinin keyfilikten çıkarılması gerekiyor. Bu irade gaspının artık son bulması gerekiyor. Bu örnekleri çoğaltmak mümkün. Meclis, öncelikli olarak bu konularda adım atmalıdır. Toplumu iyileştiren, toplumun güvenini kazanan ve gerçekten umut veren adımların atılması gerekiyor.

En başta da Sayın Öcalan’ın durumunu açık ve samimi bir şekilde konuşmamız gerekiyor. 26-27 yıldır cezaevindedir. Artık yetmedi mi? Sayın Öcalan, sürecin ana aktörlerinden birisidir. Biz de böyle görüyoruz, iktidar da, muhalefet de böyle görüyor. Sayın Öcalan olmadan bu süreç bu noktaya gelebilir miydi? Kim sorumluluk alabilirdi? Dolayısıyla bir iyi niyet var. Sorunun çözülmesine dönük bir irade ve bir inanç var. Yaşadığı her şeye rağmen demokratik zemini işaret etmesi çok kıymetli, çok değerlidir. Şimdi bu rolü oynayan, bu sorumluluğu alan, bu riski üstlenen ve herkesin de bu meselede en önemli taraflardan biri olarak kabul ettiği Sayın Öcalan’ın hâlâ 12 metrekarelik bir hücrede tutsak olarak kalması süreçle çelişmiyor mu? Sadece biz mi çelişki olarak görüyoruz bunu? Çözüme inanan herkes bunun çelişkili olduğunu söylüyor. Bu, meselenin bir parçasıdır. Sayın Öcalan koşulları düzelsin, rahat iletişim kurabilsin, kendi hareketiyle ve toplumla görüşebilsin. Belki o, toplumu etkileyebilecek. Yüz yıllık bir meselenin sonucunda ortaya çıkmış bir hareket ve onun önderi. Gerçekten sorunu çözebilecek tek aktördür. Başka da aktör yok, göremiyorum ben.

Ama bugün ne deniliyor? “Sen cezaevinde kal, sen hücrede kal! Keyfimize göre gönderilen heyetlerle görüş, istediğimiz zaman gönderdiğimiz avukatlarla altı yıl sonra görüş. Ama bu süreç de yürüsün…” Öyle olur mu?

Anketlerle, toplumun kimi kesimlerinin kaygılarıyla bu süreç yürür mü? En kaygılı kesim Kürtlerdir. Ama biz bu süreci yürütüyoruz. “Bu bizim meselemizdir” diyoruz. Kafalardaki soru işaretlerini gideriyoruz. Ev ev, köy köy dolaşıyoruz. 2 binden fazla toplantı yaptık, insanlara anlatıyoruz. Siz de bir zahmet, bu meseleye kaygıyla yaklaşan kesimler varsa onlara çözümün ne gibi katkılar sunduğunu anlatın. Çünkü biz birlikte yaşıyoruz. İstanbul, Türkiye’nin en büyük Kürt kentidir. Ne yapacaksınız yani? Kürtleri yok mu sayacaksınız? Zaten yok saydığınız için bu noktaya geldik. Ama bu mesele büyüyerek devam ediyor.

Dolayısıyla Sayın Öcalan ile ilgili durum artık somut bir adıma dönüşmelidir. Sayın Öcalan, “Türkiye çözümü” diyerek dünyaya bir model sundu. Partisini feshetti, “silahlar bırakılmalıdır” çağrısı yaptı ve buna cevaben kendi hareketi bir yanıt verdi. Bu adımlar karşısında “Biz ne yapmalıyız, nasıl yapmalıyız?” sorusunu bu ülkenin iktidarı kendisine sormalıdır.

Bu süreçte toplumun desteği yüzde 60-70’lerin altına da düşmedi. Demek ki toplumda da bu sürece bir destek var. Bir avuç ırkçı ve çözüm karşıtının ne dediğini sürekli manşet yaparsak, sürekli “bu 86 milyonun hassasiyeti” dersek doğru yapmayız. Sakine annenin de 4 çocuğu yaşamını yitirdi. Biz de “hassasiyet budur” dersek, o zaman yerimizde oturmamız gerekir.

Bu süreçte sivil topluma ve siyasete ne gibi görevler düşüyor? Siyasetin bu konuda yeterince sorumluluğunu yerine getirmediği eleştirileri var. 

Bu konuda negatif çok şey söylenebilir. Ama ben daha çok elde avuçtakini anlatarak cevap vermek isterim. Bence Türkiye’de siyasi partiler büyük oranda bu sürecin içerisindedir. Meclis’te kurulan komisyonda yer almaları değerli ve kıymetlidir. Buradan yola çıkarak değerlendirmek gerekiyor. Bence bu durum, zemini büyüterek devam ettirmek üzerine kurulmalıdır. Yoksa tek tek siyasi partileri masaya yatırırsak, elbette eleştireceğimiz yanları da vardır. Ama sürecin olumlu yürüyen yanlarını öne çıkararak, topluma da bu fotoğrafı çizmenin hem sürece hem de demokrasiye katkı sunacağını düşünüyorum.

Cumhuriyet Halk Partisi’nin bütün baskılara rağmen masada kalması, bu meselenin çözümü yönünde ortaya bir irade ve bir düşünce koyması kıymetlidir. Eksik ya da fazla olabilir. Zaten aynı düşünseydik ayrı partiler olmazdı. Demokrasi ve Atılım Partisi (DEVA), Gelecek Partisi, Yeniden Refah Partisi, Saadet Partisi , ittifak partilerimiz, demokratik örgütler, emek ve meslek örgütlerinin bu süreçteki yapıcı rolleri de çok değerli ve kıymetlidir. Eleştireceğimiz yanları elbette olabilir. Ama büyük bir yıkımın yaşandığı ve adaletsizlikten söz edenlerin başına bin bir türlü eziyetin geldiği bir süreçte insanların “Bu mesele demokratik yollarla çözülsün, diyalogla, müzakere ile çözülsün” demesi de kıymetlidir.

“Sürecin yürümesi için adımlar atılmalı”

Devlet-iktidarın adım atmaması ya da sürecin uzatılması hangi riskleri barındırıyor? 

Adım atılması gereken bir eşikteyiz, dedim. Bu saatten sonra konuşmanın, sözün elbette bir kıymeti var ama çok şey konuşuldu, her şey çok iyi tarif edildi. Artık ne yapmamız ve nasıl yapmamızı konuşmamız gerektiğini söylüyorum. Yani bir adım atılmazsa süreç nasıl yürüyecek? Bir sürecin yürümesi için adımların atılması gerekir.

Evet, geçen bir yılı çok daha iyi değerlendirebilirdik. Bu bir yılda çok daha önemli bir noktada olabilirdik: hukukta, adalette, demokraside, yerel yönetimlerde, kayyumlar meselesinde, cezaevleri konusunda, yargılamalar alanında… Daha iyi bir yerde olabilirdik. Ama artık önümüzdeki dönemde bu konularda adım atılması için daha teşvik edici olunması gerektiğini düşünüyorum.

DEM Parti, komisyonun Öcalan ile görüşmesi çağrısı yapıyor. Ancak Meclis Başkanı Numan Kurtulmuş “Öcalan ile görüşme henüz komisyon gündeminde yok” dedi. Bunu nasıl değerlendiriyorsunuz?

Öcalan, bu meselenin çözümünde olmazsa olmaz bir taraftır. Çünkü bu meselenin bir an önce çözülmesi gerekiyor. Hassasiyetler gerekçe gösterilerek sürecin önüne bariyer konulmamalı. Siyasal kararlılığın olduğu her adımda toplum desteği esirgemiyor. Sayın Öcalan’ın videolu konuşması durumunda kıyametin kopacağını söyleyenler oldu. Peki ne oldu? Sayın Öcalan videolu konuştu, hareketi bunun üzerine silahları yaktı. Kıyamet senaryolarının bir karşılığının olmadığını gördük. Yeter ki siyaset kurumu ürkek olmasın. Çünkü toplum çözüm bekliyor.

Devlet bürokrasisi dönem dönem farklılıklar gösterebilir. Ama komisyonun Sayın Öcalan’a gitmemesi sürecin ruhuna aykırı olur. Bu sadece bir Meclis Başkanı’nın “olsun” ya da “olmasın” demesiyle olacak bir şey değil. Meclis Başkanı burada pozitif bir rol oynamalı. Meclis komisyonu kuruldu, çalışıyor, dinlemeleri gerçekleştirdi, bayağı yol aldı. Şimdi o yolun İmralı’ya çıkması gerekiyor. Yani bir biçimiyle, uygun bir yöntemle komisyon adaya giderek çözüm yolunu daha sağlam döşeyebilir.

Sayın Öcalan’ı dinlemekten neden bu kadar korkuluyor? Zaten düşünceleri şu anda tartışılıyor. Bu süreci ören kişi Sayın Öcalan’ın kendisidir. Sanırım oraya giden komisyona da bugüne kadar açıkladığı düşüncelerinin dışında bir şey söylemeyecek. Sürecin yapıcı bir şekilde ilerlemesi için önerilerini sunacaktır. Öcalan takiye yapmıyor. Dolayısıyla bunun bir sorun hâline dönüştürülmesini anlamakta zorlanıyorum.

Meclis Başkanına bu konuda büyük görevler düşüyor. Komisyon kurulduysa ve onun başındaysa komisyonun içerisinden bir grup oluşturmalı ve oraya göndermelidir. Bu bir sorun olarak tartışılmamalıdır. Komisyon, Sayın Öcalan’ı dinlemeyecek de kimi dinleyecek? Bana mı? Kars il başkanımıza mı gidecek? Tabii ki bize de gelsin, biz de düşüncelerimizi söylüyoruz, söyleyeceğiz. Ama sonuçta bir hareketin lideridir. Bunu herkes kabul ediyor.

Dolayısıyla Sayın Öcalan’a gidilmeli. Çünkü sorunun bir tarafıdır. Bunu uzatmaya, zamana yaymaya, bu konuda her gün yeni bir şey söyleyerek toplumun aklını karıştırmaya kimsenin hakkı yoktur. Komisyonun 50’ye yakın üyesi var. İçinden 3-4 kişi, 5 kişi seçilir, gönderilir. Sayın Öcalan da düşüncelerini söyler ve toplumla paylaşır. Sürece yaklaşımın en önemli göstergelerinden biri budur.

Emin olun, bunun bu kadar zorlaştırılmasını, tartışma hâline getirilmesini anlamakta güçlük çekiyorum. Sayın Bahçeli diyor ki “Gelsin Meclis’te konuşsun.” Meclis Başkanı ise komisyonun gidip gitmemesi konusunda bir inisiyatif ve irade ortaya koymuş değil; topu sahaya atıyor. Ama topu sahaya atarsanız herkes bir yana vurur. Dolayısıyla orada bir hakem var. Usulüne göre yürütmeli, yönetmeli. Usulüne göre kararların çıkması için rol oynamalı. Sayın Meclis Başkanı, kimin gideceğini, nasıl gideceğini, ne zaman gideceğini ortak akılla belirlemeli.

Sonuçta bir komisyon kurulmuş ve bir başkanı var. Sayın Öcalan bu meselenin çözümünde olmazsa olmaz bir taraftır. Ona gidilecek tabii ki. Bu meselenin bir an önce çözülmesi gerekiyor.

Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi’nin “umut hakkı” noktasında Türkiye’ye yeniden süre tanımasını nasıl değerlendiriyorsunuz? Komite, gerekli mekanizmaların oluşmasını da istedi, düzenlemeler için de komisyona işaret etti. “Umut Hakkı”nın hayata geçmesi süreç açısından neden hayati?

Bu meseleyi halledin” diyor. Zaten AİHM’in ilgili kararı var. Dünya bile bunu dikkate alıyor, esas alıyor, izliyor, takip ediyor, referans gösteriyor. Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi bile komisyonu ve Sayın Öcalan’ı işaret ediyor. Bu da önemlidir. Ama bunlardan bağımsız bir süreç yürüyor ve sürecin bir tarafı cezaevinde tutuluyor. Böyle bir şey olabilir mi yani? Mandela örneği var, dikkate alsınlar. Henüz bir adım atılmadan, iletişim ve özgür yaşam koşulları düzenleniyor. Dünyanın her yerinde bu süreçler böyle yürütülüyor.

Her şey için “kötü bir Türkiye modeli” ya da “Türk tipi model” dememiz gerekmiyor. Dolayısıyla ben katılıyorum; hem AİHM kararının doğru olduğuna hem de Konsey’in kararına. Komisyonu referans olarak göstermesi ve ne yapılması gerektiğini çok net bir şekilde ortaya koyması da önemlidir. Sanırım Meclis Başkanı da bu okumayı yapmıştır.

Son olarak şunu ifade edeyim: Bu sürecin heba olmaması için elimizden gelen bütün gücümüzü ortaya koyacağız. Mücadele etmek zaten bizim adımızdır. Bu müzakere sürecinin ne kadar hassas olduğunun bilinciyle hareket ediyoruz. DEM Parti, yaklaşımıyla, disipliniyle, iyi niyetiyle bu sürecin demokratik ve barışçıl bir zemine evrilmesi için var gücüyle kendisini ortaya koyuyor, koymaya da devam edecektir.

 

Paylaşın

Tuncer Bakırhan: Meclis Artık Barış Yasalarını Gündemine Almalı

Meclis’teki komisyonun yeterince toplumun dinamiklerini dinlediğini, artık yeni bir sayfa açmanın zorunluluk olduğunu ifade eden DEM Parti Eş Genel Başkan Tuncer Bakırhan, “Meclis artık barış yasalarını gündemine almalı” dedi.

Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi (DEM Parti) Eş Genel Başkanı Tuncer Bakırhan, Barış ve Demokratik Toplum Buluşmaları kapsamında Diyarbakır’da bölge baroları ve sivil toplum kurumlarının temsilcileri ile bir araya geldi. Toplantının açılış konuşmasını yapan Bakırhan, şunları söyledi:

“Değerli arkadaşlar, barışın inşası konuşulacaksa tabi ki öncelikle konuşulacak kentlerden birisi Amed’dir. Bu başlıkla düzenlenen toplantının yapılması önemlidir. Amed’de başta baro yöneticileri olmak üzere buradaki kurum ve STK temsilcileriyle bir arada olmak önemlidir. Bu süreci beraber öreceğiz. Tartışacağız, konuşacağız, yol açacağız.

Yol üzerindeki engelleri kaldırmak için aynı sorumluluk ve kararlılıkla birlikte hareket edeceğiz. Çünkü barış dediğimiz şey toplumun tamamını ilgilendiriyor. İnşa edilirken de toplumun bütün dinamiklerini aktif bir şekilde bu sürece katmak gibi bir sorumluluğumuz var. Umutluyum. Kendi adımıza ve Amed adına ne kadar kararlı, samimi, disiplinli olduğumuzu ve önemli bir çalışma yürüttüğümüzü herkese kanıtlamaya çalışacağız.

Evet başkan da söyledi. Yaklaşık tam bir yıl önce el sıkışmayla başlayan ve bir yıldır da devam eden çok anlamlı ve tarihi bir süreci devam ettiriyoruz. Bu süreç 86 milyonu ilgilendiren bir süreçtir. Siz de takip ettiniz, hatta yer yer burada da bir araya gelip konuştuk. Sürekli parti olarak diyalog ve müzakerenin ne kadar kıymetli ve önemli olduğunu anlatmaya çalıştık. Bu zemini güçlendirmek için elimizden gelen çabaları ortaya koyduk.

Ama sadece bununla yetinmedik, aynı zamanda ülkedeki anti demokratik uygulamalar karşısında da bir muhalefet partisi olarak duruşumuzu net bir şekilde ortaya koyduk. Bu süreci güvenlik zemininden diyalog ve müzakere zeminine çekmek için elimizden gelen bütün çabaları ortaya koyduk. Bu tartışmaları güvenlik zemininden de çıkarmak çok önemli bir çalışmadır.

Geçen bir yılda önemli gelişmeler oldu. Çatışmaların neredeyse olmaması çok kıymetliydi. Diyalog zemininin oluşması ve bir yıldır devam etmesi de en az bu kadar kıymetliydi. Ayrıca, mecliste de ilk defa Kürt meselesinin tartışıldığı bir komisyonun oluşturulması da bizim için değerli ve kıymetlidir. Sayın Öcalan ve hareketinin bir yıl içinde ortaya koymuş oldukları duruş da takdire değerdir. Birçok eşiğin aşılmasına sebebiyet verdiler. Bununla birlikte mecliste komisyonun oluşmasını da önemsiyoruz.

Fakat  bu geçen bir yıla bakınca aslında çok daha önemli bir noktada olabilirdik. Bir yıl içinde Türkiye ve bölgeyi rahatlatabilecek adımların atılmasını hep birlikte sağlayabilirdik. Haklar, hukuk, adalet ve yerel demokrasi konusunda başta iktidar olmak üzere ülkeyi yönetenler daha cesur davranabilirlerdi. Bu konuda biraz tutuk kalma söz konusu oldu. Ama şunu söyleyebilirim ki tüm provokasyonlara, tüm karşı duruşlara rağmen bir yıldır bu sürecin devam etmesi çok değerlidir ve tarihi önemdedir.

Bu sürecin bozulması için birileri neredeyse cenaze marşı çalmak için büyük bir heves içinde yaşıyorlar. Ama çok heveslenmesinler. Başta Amed halkı, Amed’deki çok değerli bileşenler, Sayın Öcalan ve partimiz kimseyi bu konuda heveslendirmeyecektir. Çünkü biz bu sürecin kıymetli olduğunu biliyoruz ve bu sürecin devam etmesi ve yürümesi için elimizden gelen çabayı ortaya koyacağız. Bu sürecin barışla, demokratik toplumla buluşması için de 7/24 çalışmalarımızı sürdürmeye kararlı olduğumuzu söylüyoruz.

Şimdi Amed’de yapılan toplantıların benzerlerini Türkiye’nin dört bir yanında yapıyoruz. Yeni bir durum ortaya çıktı. Bir yıl oldu. Yeterince tartıştık, toplantılar aldık. Meclis Komisyonu neredeyse toplumun hatırı sayılır dinamiklerini dinledi. Artık bir yol haritası hazırlamak, daha kapsayıcı bir yol haritasıyla birlikte yeni bir sayfa açmak gibi bir zorunluluğumuzun olduğunu da belirtmek istiyorum.

Meclisteki komisyon, çalışmalarını yürütüyor. Baro başkanı da belirtti. Abdulkadir Başkan’ın dediklerine de katılıyorum. Mecliste Kürtçe sesi kısma ve bunun gibi yapılan birkaç eksikliğin dışında meclis çok önemli bir iş de yaptı. Bunun hakkını da vermek gerekiyor. Bu eksiklerin yanında bugüne kadar yapmış olduğu çalışmaları da önemsediğimizi belirtmek istiyorum. Neredeyse bir yıldır toplumun hemen hemen çok önemli dinamikleri dinlendi, düşünceleri alındı. Bunlara değer biçiyoruz.

Bugüne kadar akademisyenlerin, baroların, sivil toplum örgütlerinin bu meseleyi birebir yaşayan ve bunun ceremesini çekenlerin mecliste öne sürdükleri talepleri, önerileri alt alta sıralarsak ve sadece bu mecliste dile getirilenleri hayata geçirebilirsek emin olun Kürt meselesini büyük oranda çözmüş olacağız. Dolayısıyla Meclisin elinde çok önemli doneler var. Bu meselenin birebir mağdurları, bu meseleyi yaşayanların ortaya koymuş olduğu çözüm önerileri var. Önümüz dönem meclisin de bunu değerlendireceğini ve bu çerçevede yol alacağını da bekliyoruz. Artık meclis dinlemeleri bırakmalı, barış yasalarını gündemle almalı.

Barış yasalarını hayata geçirecek kanunlar çıkarmalıdır. Geldiğimiz nokta biraz odur. Meclis demokratik entegrasyonun tam olarak başarıya ulaşması için de yasalar geçirerek bunun altyapısını oluşturmalıdır. Ekim ayında meclisin açılışıyla birlikte tam da başkanın (Baro Başkanı) söylediği gibi en başta geçiş yasaları olmak üzere terörle mücadele kanunu, Türk Ceza Kanunu, Ceza Mahkemeleri Usul Kanunu gibi temel yasalar, yerel yönetimlerin güçlendirilmesi, infaz kanunu, tutuksuz yargılamayı keyfilikten çıkaracak yasal düzenlemeleri hızlı bir şekilde gündemine almalı ve bunları meclisten geçirmelidir. Çünkü bunlar toplumun genel talepleridir ve beklentileridir.

Yine demokratik entegrasyon dedik. Aslında meclis demokratik entegrasyonun tam olarak başarıya ulaşması için de yasalar geçirerek bunun altyapısını oluşturmalıdır. Evet, demokratik entegrasyon demişken kimi çevreler demokratik entegrasyonun bir asimilasyon süreci olduğunu belirtiyor. Bazıları da demokratik entegrasyonu bir teslimiyet süreci olarak değerlendiriyor. İkisi de değil.

Demokratik entegrasyon başta Kürtler olmak üzere herkesin hukuk içerisinde eşit yurttaşlar olarak yaşaması demektir. Demokratik entegrasyon aynı zamanda birlikte yaşamanın formülüdür. Hukuka dayanan bir ortak yaşam sözleşmesidir. Biz hukuka ve yaşama kendi bilincimizle, kendi rengimizle, kendi sesimizle, kendi varlığımızla katılmak istiyoruz. Barış ve demokrasiyi sağlamanın teminatı bütüncül hukuku hayata geçirmektir. Birinci  yüzyılda Kürtler hukuk dışına itildiler.

Bu ülkede yaşamadığımız acı kalmadı. 86 milyonun tamamı, ülkenin tamamı ama aslında Kürtlerin hukuk dışına itirilmesinden dolayı birçok olumsuzluk yaşadılar. 2. yüzyılda bu olumsuzlukların tekrar yaşanmamasını, Kürtlerin eşit hukuka dayalı yurttaşlar olarak demokratik bir cumhuriyette yaşamasını istiyoruz. Sadece biz istemiyoruz. Toplumun tamamı da bunu istiyor. Çözüm çok açık. Kürdü tanıyan hukuk ve demokratik Türkiye’yi oluşturmakla mümkündür.

Yanı başımızda da Suriye’nin çatışmalardan çıkmasından sonra çözüm arayışları içerisine girmiş. Henüz orada rejimin karakteri tam belli olmadığı için oradaki tartışmalar da devam ediyor. Türkiye’de de bir süreç yürüyor. Burada Amed’de basın mensuplarının huzurunda şunu belirtmek istiyorum. Suriye’deki mesele Türkiye’de tartışılan bu çözüm sürecinin önüne bir set olarak konulmamalıdır.

Suriye’deki mesele Suriye’deki dinamikleri bağlıyor. Tam tersine eğer Türkiye’de bu süreci başarıyla ulaştırabilirsek, Türkiye’deki bu süreç Suriye’de de aslında bir model olabilir. Orada değişimin lokomotifi olabilir. Ama bu sürecin önüne Suriye’deki meseleyi set olarak, koşul olarak koymak bu süreci zedeleyecektir. Türkiye’de esecek bir çözüm süreci sadece kendi sınırlarımızın içini rahatlatmayacak, aynı zamanda Qamişlo’yu, Hewlêr’i, Halep’i de ferahlatacaktır.

Bir şeyin altını özellikle çizerek konuşmama devam etmek istiyorum. Sayın Öcalan’ın koşullarının artık düzeltilmesi gerekiyor. Bu artık söz ve laf yapılacak noktayı aştı. Söylenen söylendi. Bu meselenin en temel dinamiği ve aktörü bugün İmralı Cezaevi’nde bulunuyor. 12 metrekarelik bir hücrede emin olun çok önemli bir barış diploması yürütüyor. 26 yıldır tutsak olan, 26 yıldır toplumla bir biçimle bağı kesilen Sayın Öcalan’ın barış diplomasisi konusunda ortaya koymuş olduğu sorumluluk değerli ve kıymetlidir. Bunu biz söylemiyoruz.

Hükümetin ortakları da söylüyor. Bunu bürokrasi de söylüyor. Türkiye’deki bütün renkler de dile getiriyor. Sayın Öcalan’ın özgür çalışma ve özgür iletişim koşulları artık sağlanmalıdır. Eğer Sayın Öcalan’ın özgür çalışma ve özgür iletişim koşulları değiştirilirse Sayın Öcalan’ın rahat koşullarında daha kapsayıcı, daha sorun çözümüne dönük bir tutum ortaya koyacağına inanıyorum. 26 yıldır cezaevindedir. Artık bu duruma bir son verilmelidir. Burada Sayın Bahçeli’nin bir yıl önce 22 Ekim’de söylediği Umut Hakkı için artık gerekli adımlar atılmalıdır. Bu konuda artık kulakları tıkamanın bir gereği yoktur.

“Barışı demokratik adımlar ve adaleti sağlayarak tesis edebiliriz”

Yine bu süreç iki temel direk üzerine kurulmuştur. Birincisi demokrasidir, ikincisi barıştır. Bunlar arasında bir tercih yapmıyoruz. İkisi bir parçanın olmazsa olmaz iki bütünüdür. Bunlar rekabet halinde olamaz. Birbirinden ayrı düşünülemez, barışsız demokrasi olamaz. Demokrasi olmadan da barış kalıcı olamaz. İkisi birden olacak. Barışsız demokrasi bir yanılsama olur. Demokrasisiz barış da geçici bir serap olur. Barışı demokratik adımlar ve adaleti sağlayarak tesis edebiliriz.

Yine başkan çok önemli şeyler söyledi. Ben tekrar önemli olduğu için altını çizerek devam etmek istiyorum. Toplumda gerilime neden olan ama olumlu adımlar atılması halinde de siyasi iklimi yumuşatacak kimi adımlar atılabilinir. Bu çerçevede öncelikle Sayın İmamoğlu tutuksuz yargılanmalı. Sayın Demirtaş ve Sayın Figen Yüksekdağ ile cezaevinde yargılanan arkadaşlarımız özgürlüklerine kavuşmalıdır. Seçilmiş insanların tutuklu bulunması demokrasiyle bağdaşmaz. Bu süreçte hiç bağdaşmaz. Hasta tutsaklar derhal serbest bırakılmalı, cezaevleri de artık boşaltılmalıdır diyoruz.

Türkiye’nin demokratik ve adil geleceğinde siz değerli hukukçulara, STK temsilcilerine, kanaat önderlerine çok büyük görev ve sorumluluklar düşüyor. Kürt meselesi bir hukuk meselesidir. Eşit yurttaşlar olma meselesidir. Bu hukuk meselesinde de el birliğiyle hep birlikte kendi kurumlarımız başta olmak üzere toplumun bütün zeminlerinde hukuk zemini oluşturmak için birlikte sorumluluk almalıyız. Bu mesele sadece partiler arasında yürüyecek ve partilerle sonuçlanacak bir mesele değildir. Kürdü tanıyan hukuk demokratik cumhuriyetin kapısını aralar.

Demokratik, Kürdü tanıyan hukuku hep birlikte desteklemeliyiz. Kürdü tanıyan hukuk olmadığı için seçilmiş belediye başkanları cezaevindedir. Kürdü tanıyan hukuku hep birlikte gerçekleştirmediğimiz için sadece Kürt illerindeki belediyelere değil, batıdaki belediyelere de kayyımlar atanıyor. Onun için önce Kürdü tanıyan hukuku birlikte savunmalıyız ki demokratik cumhuriyetin kapısını aralayalım. O demokratik cumhuriyette de kayyımsız, baskısız, eşit yurttaşlar olarak birlikte yaşayalım.

22 Ekim’de bir trenin sireni çaldı. 27 Şubat’ta tren hareket etmeye başladı. Biz Amed’den bir kez daha şunu söylüyoruz. Bu tren hiçbir durağı atlamadan, hiçbir rengi, hiçbir farklılığı dışında bırakmadan tamamını kapsamalı ve böyle yürümeli. Bu şekilde yürüyen bu tren emin olun 86 milyona eşit yaşayacakları demokratik bir cumhuriyeti getirebilir.

Aksi halde bu treni kaçırırsak tekrar 100 yıl önceki kaosu, krizi bu topluma yaşatmak durumda kalacağız. Bu treni bu sefer kaçırmayacağız. Kaçırmamak için el birliği, güç birliği ile omuz omuza mücadele edeceğiz. Tekrar bizi sabırla dinlediğiniz için, onure ettiğiniz için, bu toplantıya katıldığınız için her birinize tek tek teşekkür etmek istiyorum. Hepinize başarılar diliyorum.”

Paylaşın

DEM Parti’den CHP’ye Ziyaret: “Ortak İrade Ve Kararlılık” Mesajı

Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi (DEM Parti) Eş Genel Başkanları Tülay Hatimoğulları ve Tuncer Bakırhan ile Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) Genel Başkanı Özgür Özel, İstanbul’da bulunan CHP Genel Başkanlığı Çalışma Ofisi’nde (Eski il binası) görüştü.

Görüşmenin ardından Özgür Özel ile Tuncer Bakırhan ve Tülay Hatimoğulları, basın mensuplarına açıklamalarda bulundular.

İlk söz alan Tuncer Bakırhan, “Bu sadece bir nezaket ziyareti değil. Hukuksuz, anti demokratik uygulamalara karşı aslında ortak bir irade göstermenin de ziyaretidir” ifadelerini kullandı.

“İktidar bu tür uygulamalardan vazgeçmelidir. Seçilmiş iradeyle, delegelerle uğraşmaktan vazgeçmelidir” diyen Bakırhan, “Seçme ve seçilme hakkına saygı gösterilmelidir. Olmazsa olmaz, en önemli koşullardan birisi budur. Bu ülke hepimizindir. Bu ülkeyi demokrasiye, düzlüğe çıkarma mücadelesine devam ettireceğiz” vurgusu yaptı.

Bakırhan’ın ardından söz alan Özgür Özel, “Büyük bir hukuksuzluğun, büyük bir saldırının karşısındayız. Suçumuz ne diye bakarsak, kaybetmeyi kabullenmiyoruz. Bu bina, kazanan bir binaya dönüştü. Bu bina, İstanbul’da Adalet ve Kalkınma Partisi karşısında en büyük zaferi kazandı. İstanbul’u kazananın Türkiye’yi kazanacağı gerçeğiyle birlikte bu bina hedef haline geldi” diye konuştu.

MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli ve AKP’li Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın sözlerine yanıt veren Özel, “Bugün sayın Bahçeli’nin ifadeleri var; ‘Sokakları mı karıştıracaksınız!’ Erdoğan diyor ki ‘Kimsenin sokağı karıştırmasına izin vermeyiz.’ Bizim niyetimiz sokağı karıştırmak değil, haneye tecavüze mani olmak. Buradaki direnişin hukuktaki ve vicdandaki adı meşru müdafaadır” dedi.

Genel Başkanlık Çalışma Ofisi’ne dönüştürülen eski İstanbul İl Binası hakkında açıklama yapan Özel, şunları söyledi: “Binanın tapusu bizde, Genel Merkez’de. Burası Genel Merkez Çalışma Ofisi’dir, İl Başkanlığı iki katlı bir binanın boş ikinci katıdır. Elbette burayı kayyuma vermeyeceğiz. Bugün de çalışmamızı yaptık, yarın geldiğimizde de çalışmamızı yapacağız. Buna karşı İstanbul Valisi 3 gün sonunda Ankara’ya yazdı. İçişleri Bakanı’nın talimatıyla adres değişikliğini sisteme girmiyorlar. Girseler, burada Genel Merkez’in olmasını istemediği kimse olmaz.”

Ankara’da 3. Asliye Hukuk Mahkemesi kararını değerlendiren Özel, şunları söyledi: “Bugün Ankara 3. Asliye Hukuk Mahkemesi karar verdi. Bakın o mahkeme dört ay önce açıldı. İstanbul’daki bütün başvurular, gerçekten hukukçu olan mahkeme başkanları, görevsizlik verdiler İstanbul’da. ‘Bu davalar Ankara’da görülür’ dediler. Ankara’ya geldi, birleşti. İstanbul İl Kongresi iptal davası 3. Asliye Hukuk Mahkemesi’nde, bütün yargılama süreçlerinden sonra, duruşma süreçlerinden sonra, bugün kesin karara bağlandı ve esastan reddedildi. Burada 15 gün önce açılmış.

Birinci kural; aynı konuda iki mahkeme varsa, ilk açılanda birleştirilir. Zaten İstanbul’da olması mümkün değil, Ankara’ya yollaması lazım. Hukuk yolu tüketildi ve mahkeme kesin karar verdi. Şimdi olması gereken; biz kararı 45. İstanbul Asliye’ye de gönderiyoruz, getiriyoruz, veriyoruz. Karar olduğu için tedbirin ortadan kalkmasıdır. Çünkü tedbir, karara kadar konulan bir tedbirdir. Orada bir mahkeme kararı var. Bunu yapıp görevini mi yapacak? Buna ayak sürüyüp de siciline bu kara lekeyi bu gencecik yaşında yine mi yazacak hakim? Onu öyle göreceğiz.

Göreceğiz bakalım ne yapacağını? Ama herkes biliyor, nasıl kararlar vermişti. Bütün ilçe kongrelerini durdur, il kongresini durdur. Delegeleri bilmem ne yap. YSK ne dedi? ‘Tam kanunsuzluk yaptığın işler’ dedi bu hakime, 45’e. ‘Hepsi devam edecek’ dedi. Dönecek dolaşacak, birkaç hafta içinde yeni ilçe başkanlarımız, bir ayı biraz geçen bir sürede yeni il başkanımız seçilecek. Zaten yapılan iş konusuz kalacak. Ama Ankara’da karara bağlandı.

Biz bu mahkemeye, bu verdiği tedbir kararına itiraz etsek, dakikasında istinaftan durdurulacak. İtiraz dilekçemizi o gün verdik, ertesi gün. O gün karara bağlaması lazım. Ne diyor arkadaş? ‘Eylülün sonunda 26’sında bir duruşmam var. O gün konuşuruz’ diyor. Yani düşünebiliyor musunuz? O güne kadar itirazı karara bağlamıyor. ‘Kararım bu’ de, arkasında dur. Dün verdiği kararı 26’sına kadar ‘Doğru mu yaptım?’ diye düşünerek, burayı kayyımda tutmaya çalışan bir anlayış.

45. Asliye Hukuk Mahkemesi kendisini, onu okutan hocalarının huzurunda ve gelecekte evlatlarının, torununun huzurunda mahcup edecek bir talimatı yerine getiriyor. Talimatı verenin kim olduğunu, niyetinin ne olduğunu biliyoruz. O yüzden biz bugüne kadar olduğu gibi bugünden sonra da tüm hukuk süreçlerini, zaten Yüksek Seçim Kurulu kördüğümün nasıl çözüleceğini İstanbul’da da gösterdi, Türkiye’de de gösterdi. O süreçleri sonuna kadar takip edeceğiz.”

“Bizi majestelerinin muhalefet partisi yapamazlar”

“Dimdik ayaktayız, buradayız, bundan sonra bu süreçleri en büyük kararlılıkla, titizlikle takip etmeye devam edeceğiz” diyen Özel, sözlerini şöyle sürdürdü:

“Bizi majestelerinin muhalefet partisi yapamazlar. Bizi süreçte kendileri için tehdit olan bir siyasi parti olmaktan çıkarıp iktidar umudu olmayan bir siyasi partiye dönüştüremezler. Partinin aldığı tarihsel tutarlılık içinde doğru kararlarla ortaya koyduğu iradeyi böyle yaparak sakatlayıp kendilerince CHP’yi süreçlerin dışına atmayı çalıştıklarının farkındayız. CHP olması gereken yerde duracak, konuşması gereken yerde konuşacak, mücadele etmesi gereken yerde mücadele edecek.”

Paylaşın

Bakırhan, İktidara Seslendi: Güzel Sözlerle Bir Yere Ulaşılmaz, İcraatlarla Ulaşılır

Sürece dair değerlendirmelerde bulunan DEM Parti Eş Genel Başkanı Tuncer Bakırhan, “İktidara sesleniyorum. Artık dilimizi, irademizi, haklarımızı kabul etmelisiniz. Dilimizi, irademizi ve haklarımızı inkar etmekten vazgeçmelisiniz” dedi ve ekledi:

Haber Merkezi / “Çünkü bu halk 40 yıldır baskıya, faili meçhul cinayetlere, yoksulluğa, bütün zulme rağmen vazgeçmedi. Vazgeçmeyecek. Vazgeçmesi gerekenler Kürt halkının dilini, kimliğini, yaşamını tanımayanlardır. Artık yasal ve hukuksal düzenlemelerin yapılması gereken bir dönemdeyiz. Kimse Kürdün hakkı olan yasal ve hukuksal düzenlemelerden artık kaçamaz. Barış sözle değil, icraatla sağlanır. Barış güzel sözler etmekle bir yere ulaşmaz. Ama barış icraatlarla bir yere ulaşır.”

Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi (DEM Parti) Eş Genel Başkanı Tuncer Bakırhan, emek ve demokrasi güçlerinin Urfa’da düzenlediği 1 Eylül Dünya Barış Günü Mitingine katıldı. Bakırhan, burada yaptığı konuşmada şunları söyledi:

“Değerli Urfalı hemşerilerim, yoldaşlarım, güneşin doğduğu kent. O güneşin bugün sadece bölgeyi değil, Ortadoğu’yu, Türkiye’yi, dünyayı aydınlattığı onurlu kentin yiğit evlatları, hepinizi saygıyla selamlıyorum. 1 Eylül Dünya Barış Günü hepimize, ezilen halklara, emekçilere, kadınlara hayırlı olsun. Konuşmama başlamadan önce Muhsin Melik’i, İbrahim Ayhan’ı, Feridun Yazar ve adını buradan sayamadığım binlerce yol arkadaşımı rahmet, minnet ve saygıyla anıyorum.

1 Eylül’de onurlu Urfa halkının önünden bir kez daha onlara sözümüzü yeniliyorum; bir gün ama bir gün mutlaka bu uğurda bedel ödeyen, emek veren, alınteri döken, bugün aramızda olmayan yoldaşların barış, demokrasi ve özgürlük bayrağını zirveye taşıyarak dalgalandıracağımızın sözünü veriyorum. Değerli halkımız yine sizin yiğit yoldaşınız, kardeşiniz Ayşe Gökkan ve Leyla Güven şahsında Selahattinler, Figenler şahsında bugün aramızda olmayan, dört duvar arasında yüreği bizimle atan barış ve demokrasi mücadelesinin neferlerini de, siyasi tutsakları da saygıyla, sevgiyle selamlıyorum. Urfa’dan cezaevlerine selam ve sevgilerimizi gönderiyorum.

Evet zor bir ayın içindeyiz. Zor günlerden geçiyoruz ama bir o kadar da umutluyuz. Çünkü bu topraklarda doğan Sayın Öcalan Barış ve Demokratik Toplum Çağrısını yaparak umutsuzluğu dağıttı. Bu ülkede yeniden gençlerin, kadınların, Kürtlerin, Alevilerin, ezilenlerin önümüz günlere umutla bakması için büyük bir sorumluluk aldı. Şimdi bizler Riha, Amed, Siirtliler olarak, Türkiye’de yaşayan emekçiler, yoksullar ve ezilenler olarak Sayın Öcalan’ın açmış olduğu demokrasi, barış ve özgürlük kapısından geçerek bu ülkede bir daha Kürtlerin yok sayılmadığı, Alevilerin eşit yurttaş olduğu, kadınların katledilmediği, çevrenin ranta peşkeş çekilmediği, gençlerimizin umutlarını büyüttüğü ve insanca yaşadıkları bir Türkiye yaratmak için daha fazla mücadele etmeliyiz. Var mısınız? Sayın Öcalan’ın araladığı bu kapıdan yoldaşça, dostça, omuz omuza mücadele ederek demokratik bir Türkiye yaratmaya Urfa halkı var mıdır?

Bakın, etrafımızda sorunları şiddetle, silahla, savaşlarla çözmeye çalışıyorlar. Ortadoğu kan gölü. Ukrayna’da savaş, Yemen’de savaş. Dünyanın birçok yerinde hak arayanları silah ve savaşla bastırmaya çalışıyorlar. Yanı başımız savaş ve çatışma içerisindeyken Sayın Öcalan bu topraklarda, bu ülkede sorunların şiddet, savaş, çatışma yerine diyalogla, müzakereyle çözülmesi için çok önemli bir çıkış yaptı. Değerli halklarımız, savaşın kaybedenleri emekçilerdir, halklardır. En fazla da kadınlardır. Savaşın kazananları egemenlerdir, silah baronlarıdır. Bizim kaybettiğimiz, egemenlerin kazandığı bir savaşta bizler barışın yanındayız, barışın tarafındayız. Sayın Öcalan’ın Barış ve Demokratik Toplum manifestosunun, perspektifinin yanında olmaya devam edeceğiz.

Nazım Hikmet ne diyor biliyor musunuz? Diyor ki savaş korku ve sefaletten başka bir şey vermez. Yakar, yıkar, öldürür ve yok eder. Yakan, yıkan, yok eden savaşlar bu topraklardan silininceye kadar adaletin, demokrasinin ve özgürlüklerin hakim olacağı bir Türkiye mücadelesini, demokratik bir Türkiye mücadelesini başarıya ulaştırmak için her birimize büyük görev ve sorumluluklar düşüyor. İşte tam da yanımızda savaşların olduğu bir ortamda barışı konuşuyoruz. Bize barışı konuşmamızın imkanını sunan, barışı mümkün kılan, bugün aramızda olan, olmayan bütün canlarımıza teşekkürlerimizi ve saygılarımızı sunuyoruz.

Emek olmasaydı, bedel olmasaydı, inatçı ve kararlı bir tutum olmasaydı bugün barışı konuşamayacaktık. Barışı var eden, barışı konuşturan sizlere ne kadar teşekkür etsek azdır. Genci ve kadınıyla birlikte barışı mümkün kılan sizlere teşekkürlerimi sunuyorum partim adına. Değerli arkadaşlar, hepinize minnettarız. Sayın Öcalan, sizin memleketliniz. Sayın Öcalan’ın barışın, umudumuzun büyümesi için açtığı yol Türkiye için çok kıymetlidir. Buradan bir kez daha umudumuzu büyüten, barışı büyüten Sayın Öcalan’a Urfa’dan selamlarımızı, saygılarımızı ve sevgilerimizi yolluyoruz.

Değerli kardeşlerim, yeni bir dünya kuruluyor. Bu yeni dünyanın ruhunu okuyamayanlar kaybeder, yanılır, kaybettirirler. Bu yeni dönemin ruhu nedir biliyor musunuz? Yeni dönemin ruhu barıştır. Yeni dönemin en güvenli limanı barıştır. Toplar, tüfekler, sınırdaki tel örgüler kimsenin güvenliğini artık sağlayamıyor. En büyük güvenlik limanı barıştır. Onun için barışı büyütmemiz, barışı gerçekleştirmemiz, barışı mümkün kılanlara layık olmamız için bugün Urfa’da olduğu gibi binlerle, on binlerle birlikte barışı haykırmamız gerekiyor.

Barış 86 milyonun geleceği ile ilgilidir. Barış, yoksulluktan intihar edenlerin intiharını önlemektir. Barış, katledilen kadının katledilmesini önlemektir. Sermayeye peşkeş çekilen çevreyi korumaktır. Barış ekmeğimizdir, zeytinimizdir, çocuklarımızın geleceğidir. Tabii ki biz barışa sahip çıkacağız. Tabii ki Sayın Öcalan’ın almış olduğu barış sorumluluğunun yükünü biz de onunla birlikte paylaşmaya devam edeceğiz.

“Barış güzel sözler etmekle bir yere ulaşmaz, icraatlarla bir yere ulaşır”

Değerli halkımız buradan bu meydanı yönetenlere göstermek istiyorum. Urfa’nın bu sıcağına rağmen on binler bu alanda bir aradadır. Ve iktidara sesleniyorum. Artık dilimizi, irademizi, haklarımızı kabul etmelisiniz. Dilimizi, irademizi ve haklarımızı inkar etmekten vazgeçmelisiniz. Çünkü bu halk 40 yıldır baskıya, faili meçhul cinayetlere, yoksulluğa, bütün zulme rağmen vazgeçmedi. Vazgeçmeyecek.

Vazgeçmesi gerekenler Kürt halkının dilini, kimliğini, yaşamını tanımayanlardır. Artık yasal ve hukuksal düzenlemelerin yapılması gereken bir dönemdeyiz. Kimse Kürdün hakkı olan yasal ve hukuksal düzenlemelerden artık kaçamaz. Barış sözle değil, icraatla sağlanır. Barış güzel sözler etmekle bir yere ulaşmaz. Ama barış icraatlarla bir yere ulaşır. Bu ülkeyi yönetenleri Urfa’da bu meydanı dolduran halkımızın taleplerine, iradesine saygı göstermeye ve kabul etmeye davet ediyorum.

Değerli arkadaşlar, Sayın Öcalan ile görüşmelerin önü açılmalıdır. Musluğu bir aç bir kapatla bu süreç yürümez. Sayın Öcalan Türkiye’nin tamamına birleştirici, bütünleştirici bir sözleşme öneriyor. Sayın Öcalan’ın paradigması ayrıştırıcı değil, aksine bütünleştirici yeni bir hayat modeli teklif ediyor. Dolayısıyla bu yeni hayat modeli 86 milyonun, eşit yurttaşlar olarak bu coğrafyada, bu ülkede insanca yaşamasını istiyor. Yine komisyon bir an önce Sayın Öcalan’ı ziyaret etmeli ve dinlemelidir. Komisyon barış gelsin diyen milyonlarca insanın iradesini temsil ediyor. Komisyonda Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde bulunan neredeyse bütün partiler var. Bu toplum barış istiyorsa komisyon barışa uygun adımlar atma, tartışma ve düzenlemeleri yapmak durumundadır.

Değerli halkımız, biz dünyayı yeniden keşfetmiyoruz. Başarısı kanıtlanmış çatışma ve çözüm örnekleri var. İrlanda’da, Kolombiya’da, Güney Afrika’da nasıl ki barışı silahı elinde bulunduranlarla görüşerek yaptılarsa bugün de barışı Sayın Öcalan’la yapmak durumundadırlar. Bizler 12 metrekarelik hücrede tecrit devam ederse, Sayın Öcalan İmralı Cezaevi’ndeki bu koşullarda bulunursa bu süreci yürütenlerin samimi olmadığına inanırız. Sayın Öcalan’ı bu saatten sonra 12 metrekarelik bir hücreye hapsedemezsiniz.

Sayın Öcalan ve düşünceleri o daracık İmralı Adası’na artık sığmaz. Sayın Öcalan’ın Urfa halkıyla fiziken, düşünsel olarak buluşmasının artık bir an önce inşa edilmesi gerektiğini belirtmek istiyorum. Bakın değerli dostlar, Sayın Öcalan 100 yıl önce kurulan Cumhuriyetin demokrasi ile taçlanmasını istiyor. Bazıları bu sürece karşı çıkıyor. Karşı çıkanlar aslında Sayın Öcalan’a, bize değil, demokratik Cumhuriyete karşı çıkıyor. Aşınıza, ekmeğinize, geleceğinize, umudunuza karşı çıkıyor. Bu karşı çıkanları tanımak, bunları teşhir etmek, bunlar karşısında 7’den 70’e bugün burada olduğu gibi partimize, bu sürece sahip çıkmak gibi büyük bir sorumluluğumuz olduğunu belirtmek istiyorum.

Altın ateşte, insan sıkıntıda belli olur diyorlar. Sıkıntıyı çözen taraf olmalıyız. Değerli arkadaşlar, Sayın Öcalan’ın umut hakkı artık tanınmalı. Bu bir lütuf değil. Barış umuduna tanınmış bir haktır. Umut hakkı, barışçılık çözüm için olmazsa olmaz koşullardan birisidir. Bugünden sonra topraklarımızda ölümü, savaşı ve hukuksuzluğu değil, barışı, müzakereyi, hakça yaşamı konuşalım diyoruz.

Bunun için mücadele etmeye sizleri davet ediyorum. Barış mücadele ile kazanılır. Biz durarak, izleyerek bu sürece katkı sunamayız. Bugün burada olduğu gibi sokaklarda, caddelerde partimizin yapmış olduğu etkinliklerde, haksızlıkta, hukuksuzlukta, 40 yıldır vermiş olduğumuz mücadeleden daha büyük bir barış mücadelesi ortaya koymalıyız ki bir an önce bu topraklara barış gelsin, demokrasi gelsin, özgürlük gelsin. Değerli halklarımız, hepinizi tekrar en kalbi duygularımla selamlıyorum. Sizler bugün bu on binlerle birlikte bize onur verdiniz.

Barış sürecine sahip çıktınız. Bizler de sizin bu kararlı duruşunuz karşısında sizlere layık olmaya Kürde, Türke, Araba, Aleviye, kadına, gence insanca, hakça ve yaşanılır bir Türkiye armağan edinceye kadar, yoldaşlarımızla birlikte gece demeden, gündüz demeden emek veren, bedel ödeyen, zindanda ve sürgünde olan yoldaşlarımıza layık bir mücadele ortaya koyacağımızın sözünü veriyoruz. Hepinizi saygıyla selamlıyorum. Ji me hemûyan re serkeftin.”

Paylaşın

Bakırhan’dan “Alevi” Çıkışı: Ayrımcı Politikalardan Vazgeçmeli

Ayrımcı politikaların son bulması için Alevi inanışına sahip olanlarla omuz omuza mücadele edeceklerini belirten DEM Parti Eş Genel Başkanı Tuncer Bakırhan, “Türkiye başta Aleviler olmak üzere ayrımcı politikalardan vazgeçmelidir” dedi.

Nevşehir’in Hacıbektaş ilçesinde düzenlenen 62. Ulusal, 36. Uluslararası Hacı Bektaş Veli Anma Törenleri ve Kültür Sanat Etkinlikleri bugün başladı. Etkinlikler, 17 ve 18 Ağustos tarihlerinde de devam edecek.

Etkinliğe, CHP Genel Başkanı Özgür Özel, DEM Parti Eş Genel Başkanı Tuncer Bakırhan, İstanbul Büyükşehir Belediyesi Başkan Vekili Nuri Aslan, Adana Büyükşehir Belediyesi Başkan Vekili Güngör Geçer, Kırşehir Belediye Başkanı Selahattin Ekicioğlu, eski CHP Genel Başkanı Hikmet Çetin ile sanatçı Zülfü Livaneli katıldı.

Etkinlikte konuşan DEM Parti Eş Genel Başkanı Tuncer Bakırhan, şunları söyledi: “CHP’nin sayın genel başkanı, siyasi partilerin çok değerli temsilcileri, Alevi Bektaşi derneklerinin yöneticileri, sevgili canlar hepiniz hoş geldiniz. Hepinizi saygıyla, hürmetle selamlıyorum. Bugün burada Hünkar’ın huzurundayız. İnsanlığı aydınlatan o kutsal çınarın altındayız. “İnsan insana köprü olmalıdır” diyen ses için toplandık.

Bu ses 700 yıldır bu topraklarda yankılanıyor. Bu çağrı bir dönemin değil tüm insanlığın ortak sesidir. Hünkar’ın yolu bizim yolumuz, nefesi bizim nefesimizdir. Bir Alevi deyişidir: ‘Her ne arar isen kendinde ara’. Biz hakikati bu topraklarda, Hünkar’ın topraklarında arıyoruz. İyi ki varsınız, iyi ki bir aradayız. Emin olun ki bir arada, birlikte olabilirsek demokratik ve aydınlık bir Türkiye’ye ulaşacağımız günler çok uzak değil.

Sevgili canlar, kıymetli yarenler; Kerbela’dan bugüne demokrasi mücadelesinin her döneminde, barışın kurulmasında, kardeşliğin büyümesinde, adaletin egemen kılınmasında Aleviler lokomotif güç oldular. Aleviler direndiler, mücadele ettiler; inançlarını koruyarak demokrasiye büyük güç verdiler. Canlar; kimliği inkar edilen bir kardeşiniz olarak, inancın inkar edilmesinin ne anlama geldiğini çok iyi biliyorum.

Yakın tarihe kadar insanlar kimliğini, inancını gizleyerek yaşadı ama o korku zincirini hep birlikte mücadele ederek kırdık. Birlikte haykırdık ve bugünlere geldik. Bütün halkların ve inançların eşit olacağı bir Türkiye için aynı acıya ortak olduk, aynı yola revan olduk. Türkiye’nin yeni yüzyılında artık bu toprakların özgür ve eşit yurttaşları olmak istiyoruz. Bunu hep birlikte başaracağımıza inanıyorum.

Bugün Alevi canların üzerinde büyük oyunlar oynanıyor, asimilasyon tuzakları kuruluyor. Bu sistem sizin iradenizi yok saymaya çalışıyor. Kendi inanç önderlerinizin yerine devletin belirlediği sınırları sizlere dayatıyor. Alevilere rağmen yürütülen bu faaliyetlere artık son verilmelidir. Hak teslimi, hak sahiplerinin özne olduğu bir süreçle olur. Sizin sözünüz, sizin iradeniz esas olmalıdır. Atamalarda dışlanıyorsunuz, kamuda görev alamıyorsunuz. Kamunun kapıları sizlere kapanıyor, sözlü sınavlarda eleniyorsunuz.

Zulüm ve ayrımcılık sizler için hala devam ediyor. Biz bu zulmün devam etmeyeceğini, etmemesi gerektiğini burada Hünkar’ın huzurundan haykırıyoruz. Bu sorunların çözümü artık ertelenemez. Türkiye başta Alevilere yönelik olmak üzere ayrımcı politikalardan vazgeçmelidir. Ayrımcı politikaların son bulması için de Alevi canlarla birlikte yaşamın her alanında omuz omuza mücadele edeceğiz.

“Alevilere yeni Kerbelalar yaşatılmasına asla izin vermeyeceğiz”

Bugün Aleviler Ortadoğu’nun birçok yerinde katliama uğruyor. Suriye’de Alevi kardeşlerimiz bir kıyıma maruz kaldı. Dönemin yezitleri, selefi çeteleri, IŞİD kalıntıları, El Kaide uzantıları tarafından gün yok ki Aleviler katledilmesin. Lazkiye’de, Hama’da, Humus’ta, Tartus’ta Alevi köyleri yakıldı ve Aleviler katledildi. Alevi kadınlar kaçırıldı, çocuklar öksüz bırakıldı. Onlar bizim kardeşlerimizdir.

Bu kıyıma sessiz kalmayacağımızı, Suriye’de yaşayan Kürtlerin de bu kıyımın karşısında sessiz kalmayacağını bir kez daha huzurlarınızda seslendirmek istiyorum. Alevilere yeni Kerbelalar yaşatılmasına asla izin vermeyeceğiz. Yezitlere karşı dün olduğu gibi bugün de var gücümüzle mücadele edeceğiz.

Barış gerçek bir yüzleşme olmadan kurulamaz. Koçgiri’den Dersim’e, Maraş’tan Sivas’a, Çorum’dan Gazi’ye kadar bu katliamların hesabı sorulmalı ve failler yargılanmalıdır. Acılar tanınmalı, hakikatle yüzleşilmelidir. Bakın, Hünkar’ın kucağında aslan ile ceylan bir arada birlikte duruyor. Bu resim bir mucizeyi anlatmaz; bir terbiyeyi, bir hakikati anlatır. Aslan, gücün ve kudretin sembolüdür. Ceylan ise kırılganlığın ve zarafetin sembolüdür. Doğanın kanununda asla bir araya gelmeyecek iki zıt kutup Hünkar’ın kucağında duruyor.

Hünkar’ın kucağında ikisi de sükunet bulur. Bu; güç ile haklılığın, kudret ile rızalığın, devlet ile toplumun, kimlik ile yurttaşlığın barış içinde buluşabileceğinin işaretidir. Sadece bir tasvir değil, Hünkar’ın bize sunduğu büyük bir barış manifestosudur. Aslanın pençesini unuttuğu, ceylanın korkusunu yendiği o kucak aslında bizlere devletin, toplumun, dünyanın nasıl olması gerektiğini açıklar. Bu sembolün olduğu yerde bugün barışı konuşuyoruz, mücadele ediyoruz.

Meclis’te bir komisyon kuruldu. Meclis’te kurulan o komisyonda her bir üye Hünkar’a bakarak sözünü kurmalı. Hünkar’a bakan barışı görür. Hünkar’a bakan adalete uygun konuşur. Vicdanlı ve kapsayıcı olur, inkarcı olmaz. Hünkar’ın gönüllere rehber olduğu bir süreç hepimizin teminatıdır. Hünkar’ın huzurunda buradan açıkça bir kez daha sesleniyorum: Kürt’e masa, Kürt’e demokrasi ama Alevi’yi görmezden gelen bir süreci asla kabul etmeyiz.

Bir masa kurulmuşsa onun diğer ayağı da Aleviler ve emekçilerdir. O masada bir hak elde edilecekse Kürt’ün elde ettiği kadar Aleviler de emekçiler de hak kazanacaktır. Sadece Kürtler için bir süreci kabul etmeyeceğimizi 40 yıldır yürüttüğümüz demokratik mücadeleden çok iyi bilirsiniz. Diyarbakır da özgür olacak, Nevşehir de özgür olacak, Hacıbektaş da özgür olacak. Mardin de Sivas da eşit olacak.

“Aleviler geleceğin teminatıdır, onların iradesini yok saymak yarınları yok saymaktır”

Değerli Alevi canlar; siz yıllardır dile getiriyorsunuz, biz bir kez daha huzurlarınızda yineleyelim. Yineleyelim ki duymayan kulaklar duysun. Aleviler eşit yurttaş olmalı, cemevleri yasal statü kazanmalı, zorunlu din dersleri kaldırılmalı, inanç özgürlüğü yasal güvenceye alınmalı, ayrımcılığa son verilmeli.

Biz DEM Parti olarak diyoruz ki Aleviler ortak geleceğimizin teminatıdır. Onların iradesini yok saymak, bugünü ve yarınlarımızı yok saymaktır. Hiçbir milletin, hiçbir insanın, hiçbir inancın ayıplanmadığı bir Türkiye için gece gündüz hep birlikte çalışacağız. Bu kararlılık ve inançla Hünkar’ın huzurunda son sözlerimi söylemek istiyorum. Bu topraklarda barışı mutlaka kuracağız, kardeşliği büyüteceğiz, adaleti mutlaka ama mutlaka bir gün egemen kılacağız.

Cezaevlerinde seçilmişlerin, siyasi tutsakların olmadığı demokratik bir hukuk düzenini kuracağımıza olan inançla mücadele edeceğiz. Gönülden gönüle köprüler kurarak yolumuza devam edeceğiz. ‘Sen seni bilirsen yüzün Hüda’dır, sen seni bilmezsen Hak senden cüdadır’. Bu sözü rehber edinip 72 millete aynı nazardan bakılan bir ülkeyi kuracağız. Hünkar’ın huzurunda sevgiyle hürmetlerimi sunuyorum. Hizmetleriniz kabul, dualarınız makbul olsun. Barış ve kardeşlik daim olsun. Aşk ile.”

Paylaşın