Vücuttaki Değişiklikler Bunamanın İşaretleri Olabilir

Yeni yayınlanan bir araştırma, demans (bunama) hastalığına yakalanan kişilerin teşhis konulmadan yıllar önce kilo vermeye ve bel çevrelerinin incelmeye başladığını ortaya koydu.

Haber Merkezi / Araştırmada, bu kişilerde, demans tespiti konulmadan önce “iyi” kolesterol olarak bilinen kolesterolün de daha yüksek olduğu belirtildi.

Avustralya’daki Monash Üniversitesi’nden Dr. Zimu Wu liderliğindeki araştırma, JAMA Network Open’da yayınlandı. Araştırmada, yaşlı yetişkinler üzerinde yapılan ve Aspirin’in Yaşlılarda Olayları Azaltma (ASPREE) adlı çalışmadan elde edilen veriler kullanıldı.

Bilim insanları, araştırmada iki yaşlı yetişkin grubunu karşılaştırdılar. Birinci grupta daha sonra demans teşhisi konulan 1.078 kişi yer alırken, ikinci grupta demans teşhisi konulmayan 4.312 kişi vardı.

Araştırmanın sonuçları, demans hastalığına yakalanan kişilerin, teşhis konulmasından yedi yıl öncesine kadar daha düşük vücut ağırlığına ve daha ince bel ölçüsüne sahip olduğunu gösterdi. Bu fiziksel değişiklikler, teşhisten önceki on yılda daha da belirgin hale geldi.

Bu durum, sağlıklı görünen yaşlı yetişkinlerde bile, belirgin bir sebep olmadan kilo vermenin, beynin değişmeye başladığının erken bir işareti olabileceğini düşündürüyor.

Araştırma ayrıca, demans hastalığına yaklanaan kişilerin, genellikle “iyi” kolesterol olarak adlandırılan yüksek yoğunluklu lipoprotein (HDL) seviyelerinin, teşhislerinden beş yıl öncesine kadar daha yüksek olduğunu buldu.

Bilim insanları, araştırmada kan basıncı ve kandaki yağ seviyelerini de incelediler. Demans hastalığına yakalanan kişilerde, teşhisten önceki on yıl boyunca sistolik kan basıncı ve kandaki bir tür yağ olan trigliserit seviyeleri daha düşüktü.

Yüksek trigliserid düzeyleri genellikle kalp sorunlarıyla ilişkilendirilirken, bu araştırma çok düşük düzeylerin demans riskiyle bağlantılı olabileceğini öne sürüyor.

Araştırmacılar, bu bulguların doktorların demans geliştirme olasılığı daha yüksek olan kişileri tespit etmelerine yardımcı olabileceğine düşünüyorlar. Araştırma, bunamanın sadece beyin hastalığı olmadığı fikrini destekliyor.

Paylaşın

Kahve, Kalp Sağlığını Desteklemek İçin Nasıl İçilir?

Semmelweis Üniversitesi’nde yapılan yeni bir araştırma, günde üç fincana kadar kahve içmenin kalbi koruyabileceği,  felç ve ölümcül kalp hastalığı riskini azaltabileceğini ortaya koydu.

Haber Merkezi / Araştırma, dünyanın en popüler içeceklerinden biri olan kahvenin uzun vadeli faydalarına dair yeni bakış açıları sunuyor.

Araştırmada, İngiltere Biyobankası’ndan yaklaşık yarım milyon katılımcının verileri 10 ila 15 yıl boyunca takip edildi. Araştırmanın başlangıcında, yarısından fazlası kadın ve ortalama yaşları 56 olan katılımcıların hiçbirinin kalp hastalığı yoktu.

Araştırmacılar, katılımcıları günlük kahve tüketimlerine göre üç gruba ayırdılar: Hiç kahve içmeyenler (Yüzde 22), az – orta düzeyde kahve içenler (Yüzde 58), ve çok tüketenler (Yüzde 20), günde 3 fincandan fazla kahve içenler.

Araştırmanın sonuçları, özellikle az ve orta düzeyde kahve içenler için umut vericiydi. Kahve içmeyenlere kıyasla, bu gruptaki kişilerin herhangi bir nedenden ölme riski yüzde 12, kalp hastalığından ölme riski yüzde 17 ve felç geçirme riski yüzde 21 daha düşüktü.

Günde üç fincandan fazla kahve tüketenlerde bile kalp sorunları veya ölüm riskinde artış görülmedi.

Araştırmada ayrıca kahvenin kalbi nasıl etkileyebileceği daha derinlemesine incelendi. Araştırmacılar, kalp sağlığını değerlendirmek için oldukça hassas bir araç olan kardiyak manyetik rezonans görüntüleme (MRG) kullanarak 30 binden fazla katılımcıdan oluşan bir alt grubu incelediler.

Araştırma, düzenli olarak kahve içenlerin, içmeyenlere kıyasla daha sağlıklı kalplere sahip olduğunu ortaya koydu. Bu, kahvenin yaşlanmanın kalp üzerindeki etkilerini dengelemeye yardımcı olabileceğini gösteriyor.

Kahvenin içeriğindeki antioksidan ve anti – inflamatuar maddeler gibi bileşiklerin kalp damar sağlığının korunmasında rol oynayabileceği düşünülüyor.

Paylaşın

Beslenme Kolorektal Kanser Riskini Nasıl Etkiler?

Oxford Üniversitesi’nden bilim insanları tarafından yapılan kapsamlı bir araştırma, tüketilen yiyeceklerin kolorektal kanserine yakalanma riskin büyük ölçüde etkileyebileceğini ortaya koydu.

Haber Merkezi / Kolorektal kanser, dünyada en sık görülen üçüncü kanser türüdür. Özellikle yüksek gelirli ülkelerde yaygın olmakla birlikte, dünyanın diğer bölgelerinde de vaka sayısı artmaktadır. Artış, beslenme ve yaşam tarzındaki değişikliklerden kaynaklanıyor olabilir; bu da hastalığın yapılan seçimlerden etkilenebileceği anlamına geliyor.

Nature Communications’da yayımlanan araştırmada, İngiltere’de yarım milyondan fazla kadının, yaklaşık 17 yıllık beslenme alışkanlıkları incelendi.

Bilim insanları, kanser riskini nasıl etkilediklerini görmek için 97 farklı yiyecek ve besin maddesini takip ettiler. Ayrıca, belirli yiyeceklerin kansere nasıl yol açabileceği hakkında daha fazla bilgi edinmek için genetik bilgileri kullandılar.

Bilim insanları, kırmızı ve işlenmiş et veya alkol tüketmenin kolorektal kanser riskini artırdığını buldular. Bir kişinin her gün içtiği her 20 gram alkol (yaklaşık iki kadeh) kanser riskini yüzde 15 artıyordu. Günde sadece bir dilim pastırma veya 30 gram kırmızı veya işlenmiş et yemek ise kanser riskini yüzde 8 artırıyordu.

Öte yandan araştırma, bazı yiyeceklerin kolorektal kanser riskini azaltmaya yardımcı olduğunu ortaya koydu. Günde bir bardak süt içmek (300 miligram kalsiyum) kanser riskini yüzde 17 oranında azaltıyordu. Süt ve yoğurt gibi süt ürünleri, kalsiyum açısından zengin oldukları için kanser riskini azaltmada faydalı olduğu görünüyor.

Araştırma ayrıca, yarım dilim tam buğday ekmeği (20 gram tam tahıl) yemenin riski yüzde 10, bir kase kahvaltılık gevrek (40 gram) yemenin riski yüzde 7, günde bir elma (5 gram lif içerir) yemenin  riski yüzde 8, bir kase meyve (200 gram) yemenin ise riski yüzde 10 oranında azalttığını ortaya koydu.

Araştırmada, her gün 100 mikrogram folat almanın kanser riskini yüzde 12, yeterli miktarda C vitamini almanın ise (100 miligram, yaklaşık bir portakaldaki miktar) kanser riskini yüzde 10 oranında azalttığı görüldü.

Paylaşın

Tatil Vücudu Nasıl Etkiler?

Tatile çıkmak sadece keyifli bir deneyimden ibaret değildir; aynı zamanda genel sağlık için de faydalar sunar. Bu etkiler, tatilin türüne, süresine ve tatilde neler yapıldığına bağlı olarak değişir.

Haber Merkezi / İşte tatilin vücut üzerindeki başlıca etkileri:

Stres azalması: Tatil, günlük yaşamın stresinden uzaklaşmayı sağlayabilir. Doğada vakit geçirmek, dinlenmek veya keyifli aktiviteler yapmak, kortizol (stres hormonu) seviyesini düşürerek zihinsel rahatlama sağlayabilir.

Ruh halinde iyileşme: Yeni yerler görmek, sevilen aktivitelerle uğraşmak veya aile üyeleriyle veya arkadaşlarla vakit geçirmek, serotonin ve dopamin gibi mutluluk hormonlarının salınımını artırabilir.

Zihinsel yenilenme: Rutinden uzaklaşmak, zihni yeniden odaklanmaya ve yaratıcılığa teşvik edebilir. Bu, iş veya okul performansını olumlu etkileyebilir.

Uyku kalitesinde iyileşme: Tatilde daha rahat bir ortamda bulunmak, uyku düzenini düzeltebilir ve vücudun dinlenmesine yardımcı olabilir. Ancak, farklı bir saat diliminde seyahat (jet lag) uyku düzenini geçici olarak bozabilir.

Fiziksel aktivite: Tatilin türüne bağlı olarak fiziksel aktivite artabilir (örneğin, yürüyüş, yüzme, kayak) veya azalabilir (örneğin, sadece dinlenme odaklı tatiller). Aktif tatiller, kardiyovasküler sağlığı destekler ve kas gücünü artırabilir.

Bağışıklık sistemi: Stresin azalması ve iyi bir dinlenme, bağışıklık sistemini güçlendirebilir. Ancak, kalabalık ortamlarda geçirilen tatillerde enfeksiyon riski artabilir.

Beslenme: Tatilde yemek alışkanlıkları değişebilir. Yeni lezzetler denemek keyifli olsa da, aşırı yemek veya sağlıksız beslenme kilo alımına neden olabilir. Öte yandan, sağlıklı beslenmeye odaklanan tatiller (örneğin, detoks kampları) sindirim sistemini destekleyebilir.

Enerji yenilenmesi: Tatil, tükenmişlik sendromunu önleyebilir ve genel enerji seviyelerini artırabilir.

Kalp sağlığı: Düzenli olarak tatil yapmak, kalp hastalığı riskini azaltabilir. Araştırmalar, tatilin kan basıncını düşürebileceğini ve kardiyovasküler sağlığı iyileştirebileceğini gösteriyor.

Motivasyon ve verimlilik: Tatilden sonra kişi, işine veya günlük yaşamına daha motive ve enerjik dönebilir.

Paylaşın

Oturmak, “Sigara İçmek” Kadar Ölümcül Olabilir

Bilim insanları son yıllarda, modern insanın sessiz ama ciddi bir sağlık düşmanı olan, uzun süre oturma alışkanlığına giderek daha fazla dikkat çekmeye çalışıyorlar.

Haber Merkezi / Peki hareketsiz yaşam tarzının riskleri neler? Ve oturmak gerçekten ölümcül olabilir mi?

The Lancet ve JAMA gibi saygın tıp dergilerinde yayınlanan çalışmalara göre, günde 6 ila 8 saatten fazla uzun süre oturmak şu sağlık risklerin artmasıyla ilişkili:

Kalp ve damar hastalıkları
Tip 2 diyabet
Kanser (özellikle kolon ve meme)
Depresyon ve anksiyete
Erken ölüm

Bazı bilim insanları oturma alışkanlığını “yeni sigara” olarak adlandırıyor.

Uzun süre oturulduğunda:

Özellikle alt ekstremitelerde kan dolaşımı yavaşlar,
Duruş ve denge için önemli olanlar da dahil olmak üzere kaslar zayıflar,
Metabolizma bozulur, insülin direnci oluşur,
Omurgaya dengesiz yük biner, bu da sırt ve boyun ağrılarına yol açar.

Çözümü var mı?

Evet, radikal değişiklikler gerektirmiyor; ancak bilinçli ve düzenli eylemler gerektiriyor:

Her 30-60 dakikada bir kısa bir yürüyüş veya esneme için ayağa kalkma,
Ayarlanabilir bir masa seçeneği varsa dik çalışma,
Asansör yerine merdivenleri kullanma,
Uzun yolculuklarda bacakları hareket ettirme,
Yürüme, bisiklete binme veya merdiven çıkma.

Oturma ve zihin

Hareketsiz bir yaşam tarzı sadece fiziksel bozulmaya değil, aynı zamanda zihinsel sorunlara da yol açar. Fiziksel aktivite olmadığında beyin, doğal “mutluluk hormonları” olan endorfinleri daha az üretir. Bu da düşük zihin haline, kaygıya ve hatta depresyona yol açabilir.

Paylaşın

Hasarlı Cilt Bariyeri Nasıl Onarılır?

Cilt bariyerinin ne olduğunu merak ediyor olabilirsiniz. Basitçe söylemek gerekirse, cilt bariyeri cildin en dış kısmını koruyan katmandır. Cilt bariyeri sağlıklı olduğunda cilt yumuşak, esnek ve dolgun hissedilir.

Haber Merkezi / Ancak cilt bariyeri hasar görürse cilt donuk görünür ve pürüzlü veya kuru hissedilir.

Cilt bariyerini onarmak için şu adımları takip edebilirsiniz:

Nazik temizleme: Cildi tahriş eden agresif temizleyicilerden kaçının. Sülfatsız, nazik bir temizleyici kullanın ve cildi fazla yıkamaktan kaçının (günde 1-2 kez yeterlidir).

Nemlendirme: Seramid, hyaluronik asit, niasinamid veya pantenol içeren nemlendiriciler kullanın. Bunlar cilt bariyerini güçlendirir ve nem kaybını önler.

Cilt bariyeri destekleyici ürünler: Centella asiatica, skualen veya yağ asitleri (omega-3, omega-6) içeren ürünler cildi onarmaya yardımcı olur.

Eksfoliyasyonu azaltın: Kimyasal peeling veya fiziksel eksfoliyantları bir süre kullanmayın, çünkü bu işlemler hasarlı bariyeri daha fazla tahriş edebilir.

Güneş koruması: SPF 30 veya üstü geniş spektrumlu bir güneş kremi kullanın. UV ışınları hasarlı cildi daha kötü hale getirebilir.

Basit bir rutin: Cilt bariyeri onarılana kadar az ürün kullanın. Temizleyici, nemlendirici ve güneş kremi yeterli olabilir.

Tahriş edici maddelerden kaçının: Alkol, parfüm, esansiyel yağlar veya retinoid içeren ürünlerden uzak durun.

Beslenme ve hidrasyon: Bol su için, omega-3 yağ asitleri ve antioksidan açısından zengin besinler tüketin (örneğin, somon, avokado, ceviz).

Nemlendirici ortam: Ortam nemini artırmak için bir nemlendirici cihaz kullanabilirsiniz.

Ne kadar sürer?

Cilt bariyerinin onarılması genellikle 2-6 hafta sürebilir, ancak bu süre cildin durumuna ve bakım rutinine bağlıdır.

Paylaşın

Kötü Beslenme Depresyona Neden Olabilir

Yeni bir araştırma, doğru ve dengeli beslenmenin depresyon belirtilerini önemli ölçüde azalttığı, sağlıksız beslenme alışkanlıklarının ise depresyon riskini artırdığını ortaya koydu.

Haber Merkezi / Science World Report’ta yayınlanan araştırmada, orta ila şiddetli depresyondan muzdarip 67 bireyin verileri incelendi.

Katılımcılar iki gruba ayrıldı: İlk gruba sosyal destek verildi ancak yapılandırılmamış beslenme ile devam edildi, ikinci gruba ise sebze, meyve, yağsız etler ve diğer temel besinler açısından zengin kontrollü beslenme planı uygulandı

Birkaç hafta sonra, ikinci gruptaki depresyon belirtileri yüzde 30 azalırken, ilk grupta yalnızca yüzde 8’lik bir iyileşme görüldü.

Araştırmanın sonucuna ilişkin konuşan uzmanlar, psikolojik sağlığın yalnızca sosyal veya çevresel faktörlerden değil, aynı zamanda günlük olarak beslenmeden de etkilendiğini söylüyorlar.

Columbia Üniversitesi’nden Dr. Drew Rems, sıklıkla fast food veya işlenmiş gıdalar tüketen kişilerin depresyon yaşama riskinin yüzde 60-80 daha yüksek olduğunu belirtiyor. Dr. Rems, “Tersine, besleyici bir tüketime bağlı kalmak bu riski aynı oranda azaltabilir” diye ekliyor.

Araştırmanın temel sonucu, sağlıklı bir beslenmenin sadece fiziksel değil, aynı zamanda zihinsel dengeyi de desteklediğidir. Uzmanlar, günlük beslenme alışkanlıklarının gözden geçirilmesini ve psikolojiyi düzenleyen besinlerin düzenli olarak tüketilmesini öneriyor.

Sağlıklı yiyecekler tüketmenin yanı sıra, beslenme düzenine, porsiyon boyutlarına ve gıda kalitesine de dikkat edilmesi gerekiyor.

Psikolojik dengeyi korumak için günlük olarak meyve, yapraklı yeşillikler, omega-3 açısından zengin besinler, süt ürünleri ve doğal antioksidanlar tüketilmesi öneriliyor. Bu arada, şekerli atıştırmalıklar, fast food ve aşırı işlenmiş ürünler sınırlandırılması tavsiye ediliyor.

Depresyon ve strese bağlı hastalıklar dünya genelinde yayılmaya devam ederken, beslenmeye dayalı yaklaşımlar duygusal dayanıklılığı ve uzun vadeli refahı desteklemenin etkili bir yolunu sunabilir.

Paylaşın

İnme Riskini Azaltmanın Doğal Yolları

İnme (felç), beyne giden kan akışının kesilmesiyle oluşan ciddi bir tıbbi durumdur. Bu durum beyin hasarına, sakatlığa ve hatta ölüme yol açabilir. İyi haber şu ki, sağlıklı yaşam tarzı değişiklikleri birçok inmeyi önleyebilir.

Haber Merkezi / Konuya ilişkin yapılan araştırmalar, vücuda ve zihne iyi bakmanın felç geçirme riskini büyük ölçüde azaltabileceğini gösteriyor.

En önemli adımlardan biri kan basıncını kontrol altında tutmaktır. Yüksek tansiyon, felç için önde gelen risk faktörlerinden biridir. Yüksek tansiyon, kan damarlarına ekstra baskı uygular ve zamanla hasara yol açabilir.

Araştırmalar, beslenme, egzersiz ve stres yönetimi yoluyla kan basıncını düşürmenin felç riskini yarı yarıya azaltabileceğini gösteriyor. Ayrıca, daha az tuz tüketmek, aktif kalmak ve sigaradan kaçınmak, kan basıncını sağlıklı bir seviyede tutmaya yardımcı olabilir.

Egzersiz, felç önlemede bir diğer güçlü araçtır. Fiziksel olarak aktif olmak kan basıncını düşürmeye, kalp sağlığını iyileştirmeye ve sağlıklı bir kiloyu korumaya yardımcı olur. Her hafta en az 150 dakika tempolu yürüyüş, bisiklet sürme veya yüzme gibi orta düzeyde egzersiz yapılması öneriliyor.

Ne tüketildiği de önemlidir. Meyve, sebze, tam tahıllar ve sağlıklı yağlar açısından zengin bir beslenme düzeni, kan damarlarını koruyabilir ve iltihabı azaltabilir.

Örneğin, Akdeniz diyetinin felç riskini azalttığı kanıtlanmıştır. Bu beslenme şekli zeytinyağı, balık, kuruyemiş ve yapraklı yeşillikler gibi yiyecekleri içerir. Öte yandan, çok fazla kırmızı et, işlenmiş gıdalar ve şekerli içecekler tüketmek felç riskini artırabilir.

Kan şekerinin yönetimi, özellikle diyabet hastaları için önemlidir. Yüksek kan şekeri zamanla kan damarlarına zarar verebilir. Araştırmalar, dengeli beslenme ve düzenli egzersizle kan şekeri seviyelerinin dengede tutulmasının, diyabetli veya diyabetsiz kişilerde felç riskini azaltmaya yardımcı olabileceğini göstermektedir.

Bir diğer önemli faktör ise kolesteroldür. Çok fazla LDL kolesterol (bazen “kötü” kolesterol olarak da adlandırılır) atardamarlarda birikerek tıkanıklıklara yol açabilir. Bu tıkanıklıklar felce neden olabilir. Doymuş yağ oranı düşük ve lif oranı yüksek besinler tüketmek, kolesterol seviyelerini sağlıklı tutmaya yardımcı olabilir.

Stres genellikle göz ardı edilir, ancak sağlığı birçok yönden etkileyebilir. Kronik stres kan basıncını yükseltebilir ve aşırı yeme veya sigara içme gibi sağlıksız alışkanlıklara yol açabilir. Farkındalık, derin nefes alma ve doğada vakit geçirme, stresle başa çıkmanın bazı basit yollarıdır. Yeterince uyumak, gecede yaklaşık 7 ila 9 saat, aynı zamanda daha düşük felç riskiyle de bağlantılıdır.

Özetle, küçük ve doğal değişiklikler yaparak felç riskini azaltabilir: Sağlıklı beslenme, daha fazla hareket, stres yönetimi ve yeterli uyku. Bu basit alışkanlıklar beyni korumaya ve tüm vücudu yıllarca daha sağlıklı tutmaya yardımcı olabilir.

Paylaşın

Karaciğeri Temizlemenin Doğal Yolları

Karaciğer, vücudun doğal detoks organıdır. Zararlı maddeleri filtrelemek, yağları parçalamak, ilaçları işlemek ve sindirimi desteklemek için gece gündüz çalışır.

Haber Merkezi / Karaciğer detoksu fikri popüler olsa da, neyin gerçekten işe yaradığını ve neyin faydadan çok zarar verebileceğini bilmek önemlidir. Gerçek şu ki, karaciğerin sağlıklı kalması için özel bir meyve suyu detoksuna veya pahalı bir takviyeye ihtiyacı yoktur.

Hatta piyasadaki birçok karaciğer detoksu ürünü, sağlam bilimsel araştırmalarla desteklenmemekte ve hatta tehlikeli bile olabilir. Karaciğeri desteklemenin en iyi yolu, onun doğal iyileşme ve kendini temizleme özelliğini destekleyen günlük alışkanlıklardır.

Bol su içmek, karaciğere yardımcı olmanın en basit ve en etkili yollarından biridir. Su, böbreklerin ve karaciğerin atıkları daha verimli bir şekilde atmasına yardımcı olur. Ayrıca, susuz kalmamak sağlıklı sindirimi destekleyerek karaciğer üzerindeki baskıyı azaltır.

Dengeli beslenmek bir diğer önemli adımdır. Antioksidan içeriği yüksek besinler (örneğin orman meyveleri, yapraklı yeşillikler ve brokoli ve Brüksel lahanası gibi turpgiller) iltihabı azaltmaya ve karaciğer hücrelerinin onarımını desteklemeye yardımcı olabilir.

Sarımsak ve soğan, toksinleri atmaktan sorumlu karaciğer enzimlerini harekete geçirmeye yardımcı olan kükürt bileşikleri içerir. Tam tahıllar, baklagiller ve meyveler gibi lif açısından zengin besinler de bağırsak sağlığını iyileştirmeye ve karaciğerin toksik yükünü azaltmaya yardımcı olur.

Yapılan araştırmalar, ölçülü miktarda kahvenin karaciğere de fayda sağlayabileceğini göstermiştir. Hepatology dergisinde yayınlanan bir araştırma, düzenli olarak kahve içen kişilerde iltihaplanma ile ilişkili karaciğer enzimlerinin daha düşük seviyelerde olduğunu ortaya koymuştur.

Yemeklerde sıklıkla kullanılan sarı bir baharat olan zerdeçal, karaciğer iltihabını azaltıp onarımını destekleyebilen kurkumin adı verilen bir bileşik içerir.

Bir diğer faydalı alışkanlık ise alkol tüketimini sınırlamaktır. Alkol karaciğer tarafından işlenir ve çok fazla içmek zamanla karaciğer hücrelerine zarar verebilir. Alkol alımında küçük bir azalma bile karaciğer sağlığında büyük fark yaratabilir.

Düzenli fiziksel aktivite karaciğer fonksiyonlarını desteklemede de rol oynar. Egzersiz, sağlıklı bir kilonun korunmasına yardımcı olur ve karaciğerdeki yağ birikimini azaltarak yağlı karaciğer hastalığı riskini azaltır. Günde sadece 30 dakika tempolu yürüyüş bile koruyucu etkilere sahip olabilir.

Özetle, karaciğer vücudu temiz tutmada harika bir iş çıkarıyor. Bunu sağlamak için süslü bir detoksa ihtiyaç yoktur.

Paylaşın

Yaş Aldıkça Kan Basıncı Beyni Nasıl Etkiler?

Yeni yayınlanan bir araştırma, yaşlandıkça kan basıncının beyni nasıl etkilediğine dair yeni bulgular ortaya koydu. Bulgular, kan basıncını yönetmenin hafıza kaybı, felç ve düşmelerden korumaya yardımcı olabileceğini gösteriyor.

Haber Merkezi / Kan basıncı, atardamarlarda hareket eden kanın kuvvetidir. İki sayı kullanılarak ölçülür. İlk sayıya sistolik basınç denir. Kalp attığında kanın ne kadar güçlü itildiğini gösterir.

İkinci sayı, kalbin atımlar arasında dinlenme halindeyken oluşan basıncı gösteren diyastolik basınçtır. Doktorlar, diyastolik basıncın 80 veya daha yüksek olması durumunda endişelenirler çünkü bu, kalp dinlenirken bile çok fazla basınç olduğu anlamına gelir.

Miami Üniversitesi’nde yapılan araştırmada, beyindeki beyaz cevher lezyonlarına odaklanıldı. Bu lezyonlar, beynin mesaj gönderme özelliğini etkileyen küçük yara izlerine benzer. Bu durum, düşünme, hafıza ve denge sorunlarına yol açabilir.

Araştırmacılar, 50 yaş ve üzeri 1.200’den fazla kişiyi inceledi. Daha düşük diyastolik kan basıncına (80’in altında) sahip kişilerin, daha yüksek diyastolik kan basıncına (90’ın üzerinde) sahip kişilere göre daha az beyaz cevher lezyonuna sahip olduğunu keşfettiler.

Araştırma ayrıca, beynin bazı bölgelerinin diğerlerinden daha fazla etkilendiğini de gösterdi. Diyastolik basınç çok yüksek olduğunda, belirli bölgelerdeki küçük kan damarlarına zarar vererek daha fazla beyin lezyonuna yol açabilir.

Bu büyük bir sorundur, çünkü beyaz madde beyinde otoyol görevi görür. Bu otoyollar hasar gördüğünde (yoldaki çukurlar gibi), beynin düzgün çalışması zorlaşır.

Yaşlandıkça beyaz cevher lezyonları daha yaygın hale gelir. 60’lı yaşlardaki yaklaşık her 5 kişiden 1’inde görülür ve yaşla birlikte bu sayı artar. Bu beyin yaraları, düşme, felç ve net düşünme güçlüğü riskini artırabilir.

Çalışmaya liderlik eden Michelle R. Caunca, kan basıncına dikkat etmenin sadece kalp sağlığı için önemli olmadığını, aynı zamanda beynin sağlığını korumak için de hayati önem taşıdığını söylüyor.

Özetle, bu araştırma diyastolik kan basıncını yönetmenin (özellikle 80’in altında tutmanın) yaşlandıkça beyin sorunları riskini azaltmaya yardımcı olabileceğini gösteriyor.

Paylaşın