İklim Değişikliği, Kanserden İki Kat Daha Ölümcül Olabilir

İklim değişikliğinin bazı bölgelerde kanserden iki kat daha ölümcül olabileceğini gösteren bir rapor yayınlandı. Örneğin Bangladeş’in başkenti Dakka’da 2100’e kadar her yıl 100 bin kişiden 132’sinin bu sebepten öleceği kaydedildi. Bu sayı, kentteki kanser ölümlerinin iki, trafik kazası ölümlerinin 10 katı.

Raporda krizin, ülkelerarasında insan sağlığına dair eşitsizlikler doğurduğuna ve gelecekte bunun daha da artabileceğine dikkat çekildi.

Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı (United Nations Development Programme/UNDP) ve İklim Etkisi Laboratuvarı iklim değişikliğiyle ilgili korkutucu bir rapor yayımladı.

Dün paylaşılan bulgular, karbon emisyonunun yüksek seviyelerde kalması halinde, iklim değişikliğinin bazı bölgelerde kanserden iki kat daha ölümcül olabileceğini gösterdi.

Örneğin Bangladeş’in başkenti Dakka’da 2100’e kadar her yıl 100 bin kişiden 132’sinin bu sebepten öleceği kaydedildi. Bu sayı, kentteki kanser ölümlerinin iki, trafik kazası ölümlerinin 10 katı.

Raporda krizin, ülkelerarasında insan sağlığına dair eşitsizlikler doğurduğuna ve gelecekte bunun daha da artabileceğine dikkat çekildi.

G20 ülkelerinin üçte birinin iklim değişikliği kaynaklı ölümler göreceği, ancak bu sayının En Az Gelişmiş Ülkeler arasında dörtte üçe ulaşacağı belirtildi.

Verilere göre ülkeler içinde de eşitsizlikler artacak.

Yüksek karbon emisyonu devam ederse Kolombiya’nın kuzeyindeki liman kenti Barranquilla’da, artan sıcaklıklar sebebiyle her yıl 100 bin kişiden 37’sinin ölmesi bekleniyor. Bunun, Kolombiya’da bugünkü meme kanserinden ölüm oranının 5 katı olduğuna ve başkent Bogota’da daha az iklim kaynaklı ölümün gerçekleşeceğine dikkat çekildi.

Rapora göre sadece iklim değişikliğini azaltmak için değil, etkilerine uyum sağlamak için de hızlı hareket edilmesi gerekiyor. İklim değişikliği seviyesi azalsa bile Pakistan’ın Faysalabad kentinde bu sebepten ölümler 2020-2039’da yılda 100 bin insan başına ortalama 36 olacak. Ancak uyum çabaları olmasaydı bu sayının 67’ye çıkabileceğinin altı çizildi.

UNDP, insanlar sebebiyle atmosferdeki karbondioksitin tehlikeli seviyelere ulaştığını, sıcaklıkların yükseldiğini ve aşırı hava olayı sayısının arttığını belirtti. Ortak ve acil bir şekilde harekete geçilmeden, iklim değişikliği kaynaklı eşitsizliklerin kötüleşeceği vurgulandı.

Verilere göre Paris İklim Anlaşması’ndaki maddelerin uygulanması halinde 2100’e kadar aşırı sıcaktan kaynaklanacak ölümlerin yüzde 80 azaltılabileceği ve on milyonlarca hayatın kurtarılabileceği düşünülüyor.

İklim Etkisi Laboratuvarından Sol Hsiang, küresel verileri ve ayrıntılı iklim modellerini birleştirip analiz ettiklerini söyledi. Hsiang’a göre bulgular, iklim değişikliğinin en çok bugünün en sıcak ve yoksul bölgelerini etkilediğini gösteriyor: Neyse ki dünya hala emisyonları hızlı bir şekilde azaltarak rotasını değiştirebilir.

Paris İklim Anlaşması maddeleri arasında küresel sıcaklık artışını, 2 dereceyle sınırlamak ve mümkünse 1,5 derecenin altında tutmak var. Ayrıca insan kaynaklı sera gazı emisyonunun 2030’a kadar en az yüzde 50 azaltılması hedefleniyor.

(Kaynak: Independent Türkçe)

Paylaşın

Kansere Neden Olan 6 Virüs

Gerçek şu ki, doktorlarda dahil olmak üzere bilim insanları, çoğu kanser türüne neyin neden olduğunu bilmemektedirler. Kalıtsal faktörler ve sigara içmek gibi bazı yaşam tarzı alışkanlıkları riski artırsa da, nadir durumlarda kanser bir virüs tarafından tetiklenebilir.

Haber Merkezi / Virüsler, özellikle aşağıdaki gibi yüksek riskli davranışlarda bazı kanserlere neden olabilirler:

  • Damardan ilaç kullananların iğnelerin paylaşılması,
  • Birden fazla partnerle korunmasız cinsel ilişkiye girme,
  • Kansere bağlı belirli virüslere karşı aşılanmamayı tercih etme.

Kanser bir virüs müdür?

Hayır. Kanser, hücrenizin DNA’sının genetik kodunu değiştiren bir virüsün sonucu olabilir.

Virüsler nasıl kansere neden olabilir?

  • Bir virüs sağlıklı bir hücreye girer,
  • Hücrenin DNA’sına bağlanır ve genetik kodu değiştirmeye çalışır, vücudunuzdaki hücrelerin nasıl büyüdüğünü ve korunduğunu bildirir,
  • Bu, hücrelerin anormal davranmasına neden olur,
  • Bazı anormal hücreler kontrolden çıkarak kanserli bir tümör oluşturur.

Kanserele bağlantılı virüsler;

Epstein-Barr virüsü (EBV); Bu virüs en çok mononükleoza (mono) neden olmasıyla bilinir. Çoğu insan, hasta olsun ya da olmasın, bir noktada EBV virüsünü kapacaktır. EBV vücutta ömür boyu kalır ve genellikle sorun oluşturmaz. Ancak, EBV bazen bir tür lenfoma , lenfatik sistem kanserini tetikleyebilir.

Hepatit B ve C; Bu virüsler, enfekte kanla temas yoluyla ve enfekte olmuş bir kişiyle cinsel ilişki yoluyla yayılır. Bu virüsü kapmış kişiler, hepatit veya iltihaplı bir karaciğere sahiptir.

Enfeksiyon uzun sürerse, siroz adı verilen hastalık ortaya çıkabilir. Siroz karaciğer kanserine yol açabilir. İlaçlar hepatit C’den kurtulmaya yardımcı olabilirken, hepatit B’yi iyileştiremez. Hepatit B için bir aşı mevcuttur.

Herpes virüsü 8 (HHV-8); Bu virüs çoğunlukla tükürük yoluyla bulaşır, ancak cinsel temas veya kan yoluyla da bulaşabilir. Çoğu insanda semptomlara neden olmazken, özellikle bağışıklık sistemi zayıf olan kişilerde Kaposi sarkomuna neden olabilir.

HIV virüsü; HIV, enfekte kanla temas ve enfekte bir kişiyle korunmasız cinsel ilişki yoluyla bulaşır. En çok AIDS’e neden olduğu bilinse de HIV, beyaz kan hücrelerine bulaşır ve bağışıklık sistemini zayıflatır. Bu, kanser dahil her türlü hastalığa yakalanma riskini artırır. HIV, Kaposi sarkomu, lenfoma, baş ve boyun kanserleri ve anal kanser ile bağlantılıdır.

HPV virüsü; Bu virüs cildi veya mukoza zarların enfekte edebilir. Bazen genital siğillere neden olur. HPV cinsel aktivite yoluyla bulaşır ve cinsel açıdan aktif çoğu insan, yaşamları boyunca en az bir HPV enfeksiyonu geçirir.

Genellikle bağışıklık sistemi enfeksiyondan kurtulur, ancak bazen HPV rahim ağzı kanserine neden olabilir. Ayrıca gırtlak kanseri gibi bazı baş ve boyun kanserlerine de neden olabilir. HPV aşıları mevcuttur.

Dikkat: Sayfa içeriği sadece bilgilendirme amaçlıdır.

Paylaşın

Kanser Düşmanı Mor Domatesler Piyasaya Çıkmak Üzere Onay Aldı

Amerika Birleşik Devletleri Tarım Bakanlığı (USDA), 10 yılı aşkın bir sürenin ardından genetiği değiştirilmiş, besin değeri yüksek mor domateslerin yetiştirilmesini onayladı: Genetiği değiştirilmiş domatesleri yiyen farelerin ömrü yüzde 30 uzadı.

Doğal sebzelerden 10 kat fazla antisiyonin üretecek şekilde tasarlanan domatesler, bu onay sayesinde artık piyasaya çıkmaya hazır.

Bu domateslerin genetiğinin düzenlendiği ilk çalışma 2008’de hakemli bilimsel dergi Nature Biotechnology’de Birleşik Krallık’taki bilim insanları tarafından yayımlamıştı.

Makalede, bu domateslerde antosiyaninlerin yüksek miktarda üretildiği ifade edilmişti.

Antosiyaninler, yaban mersini ve kırmızı lahana gibi birçok gıdada doğal olarak var. Bu gıdalardaki mor renkten sorumlu olan madde, kalp hastalığı ve diyabet riskini azaltma gibi özelliklere sahip.

Doğada mor kabuklu bazı domates türleri mevcut. Ancak bunlar da düşük seviyelerde antosiyanin içeriyor. Bu nedenle araştırmacılar, söz konusu domateslerin genetiğiyle oynayarak bu maddenin üretimini artırıp artıramayacaklarını merak etmişti.

Çalışmada başka bir bitkiden (aslanağzı) iki gen alınmış ve bir mor domatese eklenmişti. Yeni genler, bitkinin antosiyanin üretme yeteneğini güçlendirmiş ve bütünüyle mor renkli, eşsiz bir domates ortaya çıkarmıştı.

Antosiyanin takviyeli domates, kansere yatkın olacak şekilde tasarlanmış laboratuvar fareleri üzerinde denenmişti. Mor domatesleri bolca tüketen farelerin, diğerlerinden yüzde 30 oranında daha uzun yaşadığı görülmüştü.

Öte yandan, gen düzenleme teknolojileri henüz pek çok açıdan tartışıldığı için bu yöntemlerle üretilen ürünlerin piyasaya çıkması için gereken testler çok uzun sürebiliyor.

Mor domatesler de 2008’den beri ABD’li gıda yetkililerinin onayını bekliyordu. USDA’nın Hayvan ve Bitki Sağlığı Denetim Servisi’nden onay alan domatesler, artık market raflarına hiç olmadığı kadar yakın.

Bu onay, genetiği değiştirilmiş bitkinin nerede ve nasıl yetiştirilebileceğine dair herhangi bir sınırlama kalmadığı anlamına geliyor. Yani diğer birçok ürün gibi ABD’nin herhangi bir yerinde yetiştirilmeleri önünde engel kalmadı.

Hayvan ve Bitki Sağlığı Denetleme Servisi aslında bu domatesleri yalnızca 13 aydır aktif olarak inceliyor. Birimden gelen izin ise, genetiği değiştirilmiş bir ürünün ABD’de topraklarında yetiştirilmek üzere aldığı ilk onay.

Mor domateslerin ticari kullanıma açılması için yıllardır uğraşayan Jonathan Jones, “Yaklaşık 15 yıl önce Birleşik Krallık’ta icat edilen, sağlığı iyileştiren, genetik açıdan geliştirilmiş mor domatesleri piyasaya sürmek için Norwich Plant Sciences adlı bir tesis kurduk” diye konuştu:

Onu kurduğumuzda, düzenleyicilerden onay almanın bu kadar uzun süreceğini hiç düşünmemiştik.

Domatesle ilgili deneylerde yer alan bilim insanı ve Jones’un ortağı Cathie Martin de, “Domateslerin Birleşik Krallık’ta değil Amerika’da satışa sunulması ilginç olacak” ifadelerini kullandı.

Gen düzenleme teknolojisi geliştikçe yeni ve daha sağlıklı olduğu belirtilen sebzeler de ortaya çıkmaya başladı. Bunlar arasında domatesler önde geliyor.

Birleşik Krallık’taki araştırma merkezi The John Innes Center’daki bilim insanları da mayıs ayında domateslerin genetiğiyle oynamış ve bunları D vitamini deposuna çevirmişti.

(Kaynak: Independent Türkçe)

Paylaşın

‘E-sigara Yeni Bir Kanser Dalgasına Neden Olabilir’ Uyarısı

Sigara tiryakileri tarafından, sigarayı bırakmak için yoğun şekilde kullanılan e-sigara’nın 10 yıl içinde yeni bir kanser dalgasına neden olabileceği uyarısı geldi. Sigara içmenin DNA’da kanserle sonuçlanabilecek doğrudan bir mutasyonu tetiklediği düşünülüyor.

Independent Türkçe’de yer alan habere göre, Bilim insanlarına göre, e-sigara kullanımı 10 yıl içinde yeni bir kanser dalgasına neden olabilir.

Francis Crick Enstitüsü’nden (FCI) araştırmacılar, e-sigara içmenin sigara içmekten daha güvenli olduğunu fakat uzun vadeli sağlık risklerinin belirsizliğini koruduğunu söylüyor.

Britanya’da yaklaşık 3,6 milyon kişinin içtiği e-sigara, eski sigara içiciler tarafından sigarayı bırakmak için yaygın biçimde kullanılıyor.

FCI’da klinik araştırmacı ve Birleşik Krallık Kanser Araştırmaları’nda baş klinik uzmanı olan Profesör Charles Swanton, e-sigara içmenin insanların sağlığı için muhtemel tehdit oluşturduğunu söyledi ve ekledi;

“E-sigara içmenin sigarayı bırakmak için kesinlikle güvenli bir seçenek olduğunu söyleyebileceğimizi sanmıyorum. Daha güvenli olabilir ama bu güvenli demek değil.

E-sigara kullanımının 10 yıl sonra akciğer kanserine yol açmayacağından emin değiliz.”

FCI’daki araştırmacılar, sigaranın hastalığın önde gelen nedenlerinden biri olmasına rağmen, Birleşik Krallık’ta akciğer kanseri teşhisi konanlardan bazılarının (yaklaşık 8 hastadan biri) neden sigara içmeyenlerden oluştuğunu anlamak için çalışmalar yürüttü.

İnsanlar ve fareler üzerinde, akciğerlerdeki kanserli hücrelerin büyümesine neden olabilecek, havadaki isli kirlilik parçacıklarına maruz kalmayı ölçen çalışmalar kullandılar.

Kanıtları, sigara içmeyenlerde tümörlere neden olan sürecin, sigara içmekten kaynaklanandan farklı olduğuna işaret ediyor. Sigara içmenin DNA’da kanserle sonuçlanabilecek doğrudan bir mutasyonu tetiklediği düşünülüyor.

Araştırmanın bulguları, hava kirliliği gibi tahriş edicilerin iltihaplanmaya neden olduğunu, ardından kanserli mutasyonlara yol açabilen, uykudaki hücreleri “uyandıran” bir iyileşme süreci geldiğini gösteriyor ve araştırmacılar, e-sigara içmenin de aynı süreci tetikleyebileceğinden endişeleniyor.

Bilim insanları iltihap önleyici ilaçların kansere neden olabilecek süreci durdurmayı sağlayabileceğine inanırken, bunu hayata geçirmenin yıllar alabileceği uyarısını yapıyor.

Profesör Swanton şunları söyledi: Tespit ettiğimiz mekanizma, hiç sigara içmeyenlerde akciğer kanserini önlemenin ve tedavi etmenin daha iyi yollarını bulmamıza yardımcı olabilir. Hücrelerin hava kirliliğinden kaynaklı büyümesini durdurabilirsek, akciğer kanseri riskini azaltabiliriz.

FCI’dan başka bir araştırmacı olan Dr. William Hill şunları söyledi: Hava kirliliğinin neden olduğu iltihabı engellemenin veya azaltmanın yollarını bulmak, hiç sigara içmemiş kişilerde akciğer kanseri riskini azaltmaya yardımcı olacaktır.

Paylaşın

Egzersiz Kanser Riskini Azaltabilir Mi?

Fazla kilolu veya obez olmanın 13 farklı kanser türüyle bağlantılı olduğu bilinmektedir. Günde bir saate kadar orta şiddette egzersiz veya 30 dakika kadar şiddetli egzersiz kanser riskini azaltmaya yardımcı olabileceğini biliyor muydunuz?

Haber Merkezi / Aslında egzersiz, bağırsak kanseri gibi birçok kanser riskini azaltmak için oldukça önemlidir. Egzersizden kaynaklanan yüksek aktivite seviyesi, vücuttaki östrojen seviyesini düşürmeye yardımcı olabilir, bu meme kanseri riskini de azaltabilir.

Egzersiz, ayrıca, tümör büyümesini de engelleyebilir: Vücut, tümör büyümesini hızlandıran insülin ve insülin benzeri faktörleri daha az üretmektedir.

Kanser riskini azaltmak için günde en az 1 saat orta şiddete egzersiz veya 30 dakika şiddetli egzersiz önerilir.

Herkes tarafından kolayca yapılabilecek bazı orta dereceli egzersizler;

  • Tempolu yürüyüş
  • Orta tempolu yüzme
  • Yavaş bisiklet
  • Yoga

Yoğun egzersizler arasından seçim yapabilirsiniz. Bunlar;

  • Futbol
  • Squash
  • Netbol
  • Basketbol
  • Aerobik

Herkesin bilmesi gereken bazı temel egzersiz kuralları;

  • Haftada 3 ila 5 kez orta yoğunlukta egzersiz yapılmalı,
  • Aerobik aktiviteden önce 5 ila 10 dakika ısıma,
  • Egzersiz yoğunluğunu 30 ila 45 dakika arasında korumalı,
  • Egzersizin yoğunluğu kademeli olarak azaltılmalı, ardından son 5 ila 10 dakika boyunca soğuma için açma germe yapılmalı,
  • Her egzersiz sonrası 20 ila 60 dakikalık aerobik egzersizi hedeflenmeli.

Özel bir nedenle veya bazı sağlık sorunları nedeniyle egzersize ara veriliyorsa, vücudu aktif tutacak bazı günlük alışkanlık;

  • Evi süpürme
  • Çim biçme makinesi ile çim biçme
  • Arabayı elle yıkamak
  • Bahçıvanlık
  • Ev temizliği
  • Çocuklarla oyun oynama
Paylaşın

Dondurulmuş Embriyolardan Doğan Çocuklarda Kanser Riski Daha Yüksek

Bilim insanları, donmuş embriyolardan doğan tüp bebeklerinin (IVF) daha yüksek kanser riski altında olduğu sonucuna ulaştı. Geniş kapsamlı bir İskandinav araştırması, donmuş embriyoların kullanımıyla doğan çocukların diğer yöntemlerle doğan çocuklara göre kanser olma riskinin az da olsa artabileceğini gösteriyor.

Gerçekte kansere yakalanmış çocukların sayısı düşük ancak araştırmacılar, embriyoların dondurulup çözülmesinin gelecek nesillerin sağlığını nasıl etkileyebileceği hakkında daha fazla şey öğrenilene kadar kliniklerin “her şeyi dondur” yaklaşımından uzaklaşmaları gerektiğini söylüyorlar.

Avrupa’da yaklaşık 12 çocuktan birinin şu anda tüp bebek (IVF) dahil olmak üzere doğurganlık tedavileri ile doğduğu tahmin ediliyor. Bu yardımcı üreme teknoloji, bir laboratuvarda insan yumurtası ve sperminden embriyoların oluşturulmasına ve üç gün sonra hastanın rahmine transfer edilmesine olanak tanıyor.

Ancak giderek daha sık olarak, IVF embriyolarının hamilelik için implante edilmeden önce birkaç ay veya yıl boyunca dondurulması tercih ediliyor.

8 milyon çocuk 170 bin IVF vakası incelendi

İsveç’teki Göteborg Üniversitesi’ndeki araştırmacılar, açık erişimli PLOS Medicine dergisinde yayınlanan çalışmaları için Danimarka, Finlandiya, Norveç ve İsveç’teki yaklaşık 8 milyon çocuğun tıbbi verilerini analiz etti.

Bunların 22 bin 630’u donmuş çözülmüş embriyo transferinden sonra doğanlar da dahil olmak üzere 170 bin IVF vakası incelendi.

Araştırma, donmuş ve çözülmüş embriyo transferinden sonra doğan çocukların, taze embriyo transferinden sonra doğan ve herhangi bir doğurganlık tedavisi görmeden doğan çocuklara göre kanser riskinin yaklaşık 1,6 ila 1,7 kat daha yüksek olabileceğini buldu.

Risk bu şekilde görünse de gerçekte oluşan rakamlar binde 2 gibi çok daha az sayıda.

Göteborg Üniversitesi’nde kadın doğum ve jinekoloji profesörü ve araştırmanın ortak yazarlarından Christina Bergh, Euronews Next’e verdiği demeçte, “Aslında bu artış oldukça mütevazı. Bu şekilde doğmuş çocukların çoğu şimdilik sağlıklı” dedi.

Bu neden önemli?

Yine de ekip, donmuş çözülmüş embriyo transferi kullanılarak doğan çocukların sayısı arttığından ve birçok ülkede artık taze embriyo transferlerinden sonra doğan çocukların sayısını aştığından, bulguların dikkate değer olduğunu söylüyor.

Önceki araştırmalar, donmuş embriyo transferlerinden sonra doğan bebeklerin, makrozomi (4 kg’ı aşan doğum ağırlığı) riskinin de yüksek olduğunu ve bunun kendisinin daha yüksek çocukluk kanseri riski ile ilişkili olduğunu gösteriyor.

Bununla birlikte, ’embriyoların dondurulması’ uygulaması ile ‘çocukluk kanseri riski’ arasındaki herhangi bir doğrudan bağlantı üzerine yapılan araştırmalar çelişkili sonuçlar gösteriyor.

Araştırmacılar, bu çelişkilerin  bu tür çalışmaların sınırlı boyutundan kaynaklanabileceğini söylüyor. Çünkü hem çok az çocuk gerçekten kanser geliştiriyor hem de ülkeler arasındaki kanser kayıt uygulamalarında farklılıklar mevcut.

Ancak yeni çalışmanın gücü, yüksek kaliteli sağlık kayıtları ile bilinen dört İskandinav ülkesinde otuz yıl kadar bir süre boyunca doğan popülasyonlara bakarak geniş örneklem büyüklüğüne sahip olması.

Ancak yazarlar, yeni çalışmalarının donmuş embriyo transferlerinin çocuklukta artan kanser riski ile kesin olarak ilişkilendiremeyeceğine de dikkat çekiyor. Verilerin gözlemsel olduğunu ve bunun yanı sıra genetik, ve yaşam tarzı gibi diğer faktörlerin göz ardı edilemeyeceğini belirtiyorlar.

Lösemi ve beyin tümörleri

Bu çalışmada bulunan en yaygın kanser türleri  lösemi ve merkezi sinir sistemi tümörleri oldu.

Ekip, ‘IVFTen sonra doğan çocuklar’ ile ‘spontan gebe kalma’ arasındaki; ‘dondurulmuş embriyo transferi’ ve ‘taze embriyo transferinden sonra’ doğan çocuklar arasındaki ve ‘donmuş embriyo transferinden sonra’ doğan çocuklar ile ‘spontan gebe kalma’ arasındaki kanser risklerini de karşılaştırdı.

Embriyo evresi, anne yaşı, doğum sırası, cinsiyet, doğum ağırlığı ve bebeklerin tek mi yoksa daha fazla sayıda mı olduğu gibi olası değişkenleri de hesaba kattılar.

Analizler; ‘donmuş-çözülmüş embriyo’ transferinden sonra doğan çocukların, ‘taze embriyo’ transferinden sonra doğan ve ‘yardım olmadan doğan’ çocuklara göre daha yüksek kanser riski altında olduğunu gösterdi.

Tek bir grup olarak analiz edildiğinde ise (donmuş-çözülmüş transfer ve taze embriyo transferi dahil) herhangi bir doğrum yardımı türünün kanser riskinde artışa neden olduğu görülmedi.

Çalışma, “Donmuş-çözülmüş embriyo transferi sonrası doğan çocuklarda olası daha yüksek kanser riskinin nedeni bilinmiyor” diyor.

Araştırmacılar, araştırma büyük olmasına rağmen, donmuş-çözülmüş embriyo transferinden sonra doğan ve daha sonra kanser geliştiren çocuk sayısının düşük olması (48 vaka) nedeniyle, bulgularının dikkatle yorumlanması gerektiğini vurguladı.

(Kaynak: Euronews Türkçe)

Paylaşın

Kanser Kaynaklı Ölümlerin Neredeyse Yarısı Yaşam Tarzından Kaynaklı

Dünya Sağlık Örgütü’ne (DSÖ) göre kanser, kalp hastalıklarından sonra dünya genelinde ikinci önde gelen ölüm nedenidir. Yeni bir araştırma, dünya genelinde kansere bağlı ölümlerin neredeyse yarısının önlenebilir risk faktörlerinden kaynaklandığını ortaya koydu.

Haber Merkezi / Araştırmaya iyi tarafından bakıldığı zaman, bu durum, önlenebilir risk faktörlerini kontrol ederek ve yöneterek, çeşitli kanser risklerinden ve ölümlerinden kaçınılabileceğini göstermektedir.

Araştırma, 2019 yılında yaşanan tüm kanser ölümlerinin yüzde 44,4’ünün yani nerdeyse yarısının önlenebilir risk faktörlerinden kaynaklanabileceğini ortaya koyuyor.

Veriler ayrıca, önlenebilir kanser ölümlerinin artmakta olduğunu ve 2010’dan 2019’a kadar dünya genelinde yüzde 20,4 oranında arttığını göstermektedir. Bu, endişe verici.

Dünya genelinde önlenebilir kanser ölümlerinin üç önde gelen risk faktörü bulunmaktadır:

Sigara kullanımı

Sigaradaki kimyasallar DNA’ya zarar verir ve hücrelerin herhangi bir DNA hasarını onarmasını zorlaştırır. Ayrıca hücreleri kanserden korumaya yardımcı olan DNA parçalarına da zarar vermektedir. Aynı hücrede zamanla oluşan bu DNA hasarının birikmesi kansere yol açmaktadır.

Sigara kullanımı vücudun hemen her yerinde kansere yol açabilir. Ağız ve boğaz, yemek borusu, mide, kolon, rektum, karaciğer, pankreas, gırtlak, soluk borusu, bronş, böbrek ve renal pelvis, mesane ve serviks kanserine neden olabilir.

Çok fazla alkol içmek

Çak fazla alkol tüketimi karaciğere zarar vererek iltihaplanma ve yara izine yol açarak karaciğer kanseri riskini artırabilir. Alkol tüketimi ayrıca daha yüksek kolon ve rektum kanseri riski ile ilişkilendirilmiştir.

Alkol alımını azaltmak kanser riskini azaltmaya yardımcı olabilir. Alkol tüketim ne kadar kısılabilirse, kansere yakalanma riski de o kadar azalmaktadır.

Daha az alkol tüketmek ayrıca, yüksek tansiyon ve karaciğer hastalığına yakalanma riskini de azaltmaktadır.

Yüksek vücut kitle indeksi yada kilo problemi

Çok fazla kilo, belirli kanser türlerini geliştirme riskini ve tedavi sonrası bile kanserin tekrar ortaya çıkma olasılığını artırabilmektedir.

Araştırmanın yazarları, bu bulgulara dayanarak, dünya genelinde kanser yükünün önemli bir bölümünün bilinen kanser risk faktörlerinden kaynaklı olduğunu ve risk faktörlerinin kontrolü yoluyla kanser yükünün büyük bir bölümünün önlenebileceğini vurguladılar.

Araştırma ilk olarak The Lancet dergisinde yayınlandı. Araştırmada bilim insanları, 2010’dan 2019’a kadar 204 ülkede 23 kanser türünü ve 34 risk faktörünü inceleyerek kanser ölümleri ve sakatlıklarına odaklandılar.

Paylaşın

Ham Muzda Bulunan Nişasta Kanser Riskini Yüzde 60 Azaltıyor

İngiltere’de uzmanlar 20 yıl süren bir araştırmanın sonucunda, henüz olgunlaşmamış yeşil muzlarda bulunan nişastanın bazı kanser türlerine yakalanma riskini yüzde 60’a kadar azalttığını ortaya koydu. 

İngiltere’nin Newcastle ve Leeds Üniversitesi’nden uzmanlar tarafından yürütülen araştırmanın, özellikle tespit edilmesi zor, vücudun bağırsak üstü kısımlarında oluşan kanserleri azaltmada önemli bir rol oynayacağı bildirildi.

Tıp dergisi Cancer Prevention Research’te yayımlanan çalışma için katılımcılara yıllar boyunca, olgunlaşmamış muz, yulaf, tahıllar, makarna, pirinç, bezelye ve fasulyede bulunan ve “dirençli nişastalar” olarak adlandırılan nişasta türü verildi.

Çeşitli kanserlere yakalanma riskini artıran kalıtsal bir bozukluk olan Lynch sendromuna sahip 1000 katılımcı, ortalama 2 yıl boyunca dirençli nişasta dozu aldı.

Araştırmanın bulgularına göre, nişasta bağırsak kanserine karşı etkili olmazken vücudun diğer bölgelerindeki kanserlerin görülme sıklığını yüzde 60 oranında azalttı.

Dirençli nişastaların özellikle yemek borusu, mide, safra yolu, pankreas, oniki parmak bağırsağı gibi üst gastrointestinal bölgede görülen kanser türleri üzerinde etkili olduğu saptandı.

Nişastanın etkisinin hastalar almayı bıraktıktan 10 yıl sonra belirgin bir şekilde ortaya çıktığı belirtildi.

Newcastle Üniversitesi’nden Profesör John Mathers araştırmaya ilişkin yaptığı açıklamada, “Dirençli nişastanın bir dizi kanser türünü yüzde 60’dan fazla oranda azalttığını bulduk. Bu etki bağırsakların üst kısmında daha belirgindi.” ifadelerini kullandı.

Her gün bir yeşil muza eşdeğer nişasta verildi

Marhers, deneklere verilen günlük dirençli nişasta miktarının orta büyüklükteki olgunlaşmamış yeşil bir muzda bulunan nişasta miktarına eşdeğer olduğunu söyledi ve “Muzdaki nişasta, muz tam olgunlaşmadan ve yumuşamadan önce bozulmaya karşı dirençlidir ve bağırsaklara ulaşır. Bir kere ulaştığında da orada yaşayan bakterilerin türünü değiştirebilir.” açıklamasını yaptı.

Mathers bu nişasta türünün kansere karşı koruyucu olmasında, bağırsakta bulunan ve DNA’ya zarar vererek kansere yol açtığı bilinen safra asiti sayısını azaltmasının etkili olduğunu düşündüklerini söyledi.

Leeds Üniversitesi Tıp Fakültesi’nden Profesör Bishop ile Mathers, bu bulguları doğrulamak için daha fazla çalışmaya ihtiyaç duyulduğunu belirtti.

Aynı çalışmanın bir parçası olarak yayımlanan daha önceki araştırmalar, aspirinin karın bağırsak kanseri riskini yüzde 50 oranında azalttığını ortaya koymuştu.

Paylaşın

Kanser Hastalığı Tarihinde Bir İlk: Deneye Katılan Tüm Hastalar İyileşti

Bir kanser deneyi beklenmedik sonuçlar verdi ve deneye katılan tüm rektum kanseri hastalarında tamamen iyileşme görüldü. Fizik muayene, endoskopi, PET taramaları veya MRI ile saptanamayan kanserin her hastada kaybolduğu anlaşıldı.

Euronews Türkçe’den Sertaç Aktan’ın haberine göre; Ancak yapılan çalışma sadece 18 kişiden oluşan küçük bir grup olduğu için şimdi uzmanlar deneyin daha büyük bir grup ile tekrarlanması gerektiğini söylüyor.

New England Journal of Medicine’de 5 Haziran Pazar günü yayınlanan ve ilaç şirketi GlaxoSmithKline tarafından desteklenen çalışmaya dair bir makale yazan Memorial Sloan Kettering Kanser Merkezi görevlisi Dr.Luis A. Diaz Jr. bu türden bir sonuca ulaşan başka hiçbir çalışma bilmediğini söyledi.

Dr. Diaz, “Bu durumun kanser tarihinde ilk kez gerçekleştiğine inanıyorum” dedi. San Francisco’daki California Üniversitesi’nde kolorektal kanser uzmanı olan ve araştırmaya dahil olmayan Dr. Alan P. Venook da bunun bir ilk olduğunu açıkladı ve “Her hastada tam bir remisyon duyulmamış şey” dedi.

Bu rektum kanseri hastaları, kemoterapi, radyasyon ve büyük olasılıkla bağırsak, idrar ve cinsel işlev bozukluğu ile sonuçlanabilecek yaşamı değiştiren cerrahi zorlu tedavilerle karşı karşıya kalacaklar ve bazılarının kolostomi torbalarına ihtiyacı olacaktı.

Çalışmaya da bu prosedürlerden geçmek zorunda kalacaklarını düşünerek girdiler çünkü kimse tümörlerinin kaybolmasını gerçekten beklemiyordu. Ancak artık hiçbirinin daha fazla tedaviye ihtiyacı kalmadı.

Hiçbir yan etki gözlemlenmedi

Dr. Venook, başka bir sürprizin de hastaların hiçbirinde klinik olarak önemli komplikasyonların olmaması olduğunu ekledi.

Ortalama olarak, her beş hastadan biri, hastaların aldığı dostarlimab gibi ‘kontrol noktası inhibitörleri’ olarak bilinen ilaçlara karşı ters tepkiye veriyor.

İlaç altı ay boyunca her üç haftada bir verildi ve doz başına yaklaşık 11 bin dolara mal oldu. İlaç kanser hücrelerinin maskesini kaldırarak bağışıklık sisteminin onları tanımlamasına ve yok etmesini sağlıyor.

Reaksiyonların çoğu kolayca yönetilebilse de, kontrol noktası inhibitörleri alan hastaların yüzde 3 ila yüzde 5’i, bazı durumlarda kas zayıflığına, yutma ve çiğneme güçlüğüne neden olan daha ciddi komplikasyonlar geçiriyor.

Önemli yan etkilerin olmamasını Dr. Venook şu şekilde açıklıyor: “Ya yeterli hastayı tedavi etmediler ya da bir şekilde bu kanserler tamamen farklı.”

Araştırma nasıl geliştirildi?

Rektum kanseri araştırmasının ilhamı, Dr. Diaz’ın 2017 yılında liderliğini yaptığı ve ilaç üreticisi Merck’in finanse ettiği bir klinik araştırmadan geldi.

Vücutlarının çeşitli bölgelerinden kaynaklanan metastatik kanserli 86 kişiyi içeriyordu. Ancak kanserlerin tümü, hücrelerin DNA’daki hasarı onarmasını önleyen bir gen mutasyonunu paylaşıyordu. Bu mutasyonlar tüm kanser hastalarının yüzde 4’ünde görülüyor.

Bu denemedeki hastalar iki yıla kadar bir Merck kontrol noktası inhibitörü olan pembrolizumab adlı ilacı aldı. Hastaların yaklaşık üçte biri ile yarısı arasında tümörler küçüldü veya stabilize oldu ve daha uzun yaşadılar. Tümörler, denemeye katılanların yüzde 10’unda ise tamamen kayboldu.

Bu, Dr. Cercek ve Dr. Diaz’ı şu soruyu sormaya yöneltti: İlaç, hastalığın seyri sırasında, kanserin yayılma şansı bulamadan çok daha önce kullanılsaydı ne olurdu?

Sadece lokal olarak ilerlemiş rektum kanseri olan hastalar üzerinde bir araştırma yapmaya karar verdiler.

Rektuma ve lenf düğümlerine yayılmış ancak diğer organlara yayılmamış olan tümörlere sahip hastalar bulundu. Dr. Cercek, 2017 denemesinde aynı mutasyonlara sahip hastaların bir kısmına kemoterapinin yardımcı olmadığını fark etmişti. Tedavi sırasında küçülmek yerine rektum tümörleri büyümüştü.

Dr. Cercek ve Dr. Diaz, bir kontrol noktası inhibitörü ile immünoterapinin bu tür hastaların kemoterapi, radyasyon ve ameliyattan kaçınmasına izin vereceğini düşündüler.

Dr. Diaz, kontrol noktası inhibitörleri yapan şirketlere küçük bir denemeye sponsor olup olmayacaklarını sormaya başladı. Ancak şirketler deneyin çok riskli olduğunu söyleyerek teklifi geri çevirdiler. Çünkü araştırmacıların önerdiği yöntem nedeniyle hastaların tedavi edilebilecekleri noktanın ötesine geçecek şekilde tümörlerinin büyümesine neden olabilirdi.

Dr. Diaz, “Tüm standart sağlık sistemi ve sektör bu durumda hep ameliyatı adres göstriyor.” diyor.

Umutlar tükenmek üzereyken küçük bir biyoteknoloji firması olan Tesaro, araştırmaya sponsor olmayı kabul etti. Ancak Tesaro da GlaxoSmithKline tarafından satın alındı. Dr. Diaz, bu büyük şirkete çalışma için onay aldıklarını hatırlattı çünkü bu küçük deney şirket yöneticilerinin gündeminde değildi.

İyileşen ilk hastanın hikayesi

Deneyin ilk hastası 38 yaşında olan Sascha Roth’du ve ilk olarak 2019’da bir miktar rektal kanama fark etmişti. Ancak bunun dışında kendini iyi hissediyordu.

Yakında Georgetown Üniversitesi’nde kemoterapiye başlaması planlandı, ancak bir arkadaşı önce Memorial Sloan Kettering’de Dr. Philip Paty’yi görmesi için ısrar etti. Dr. Paty, kanserinin kemoterapiye iyi yanıt vermesini olası kılmayan mutasyonu içerdiğinden neredeyse emin olduğunu söyledi. Bu şekilde Roth’un klinik araştırmaya girmeye uygun olduğu ortaya çıktı. Eğer kemoterapiye başlamış olsaydı bu deneye katılamayacaktı.

Dostarlimab’tan tam bir tedavi beklemeyen Roth, deneme bittikten sonra radyasyon, kemoterapi ve muhtemelen ameliyat için New York’a taşınmayı planlamıştı. Beklenen radyasyon tedavisinden sonra doğurganlığını korumak için yumurtalıklarını bile aldırıp ameliyatla kaburga kemiklerinin arkasına yerleştirtti.

İlaç tedavisinden sonra Roth tamamen iyileşti ve aradan iki yıl geçmiş olmasına rağmen hala vücudunda kanserden eser yok.

Paylaşın

Türkiye’de Her Yıl 3500 – 4000 Çocuğa Kanser Teşhisi Konuluyor

Türkiye’de yılda 3500 – 4000 çocuğa yani her 3 saatte 1 çocuğa kanser teşhisi konuluyor. Bu sayı nükslerle birlikte 5 bine ulaşıyor. Kanserli Çocuklara Umut Vakfı (KAÇUV), 15 Şubat Çocukluk Çağı Kanser Günü vesilesiyle çocukluk çağı kanserleri hakkında farkındalık yaratmak ve erken teşhisin önemini vurgulamak için #sarıyıfarket kampanyasına desteğe çağırıyor.

Vakıf, erken teşhisin önemine dikkat çekmek amacıyla gerçekleştirilen proje kapsamında İstanbul’da farklı billboard alanları, afişler, dijital ekranlar ve sokaklardan İstanbullulara #sarıyıfarket diyor ve kurumları ve bireyleri 15 Şubat günü farkındalık yaratmak için sosyal medya hesaplarından paylaşım yapmaya davet ediyor.

Çocukluk çağı kanserlerinde hastalığı erken evrede yakalamak kadar uygun merkeze ulaşıp tedavi almanın da büyük önem taşıdığına dikkati çeken KAÇUV Yönetim Kurulu Başkanı Prof. Dr. İnci Yıldız şu bilgileri paylaştı:

Her geçen yıl üç yaş altı çocuklarda kanser vakaları artıyor. Çocukluk çağı kanserlerinin en sık görüleni ve bilinen vakaların %30’u lösemi… Geri kalan %70 içinde, gelişmiş ülkelerdeki gibi Türkiye’de de ikinci sırada beyin tümörleri yer alıyor. Bugün çocukluk çağı lösemisinden eskisi gibi korkmuyoruz.

30 yıl önce görülen vakaların %20’si iyileşirken, bugün yüzde %70- 80’inden fazlası iyileşiyor. Çocukluk çağı kanserleri erişkin kanserlerinden türleri, tanı yöntemleri ve belirtileri bakımından ayrışıyor. Erişkinlerdeki gibi yerleşmiş tarama testleri olmadığından erken tanı alabilmeleri için ebeveynler tarafından bulgu ve belirtilerin bilinmesi büyük önem taşıyor. Bu nedenle çocukluk çağı kanserleri hakkında bilgi sahibi olmak gerekiyor.”

Kanserli Çocuklara Umut Vakfı

2000 yılında çocukları tedavi görmekte olan aileler ile hekimlerinin bir araya gelmeleriyle kuruldu. Vakfın temel amacı maddi sorunları nedeniyle tedavileri aksama riski taşıyan çocukların tedavilerinin sürekliliğini sağlamak.

Ayrıca kanser ile mücadelede önemli bir gereksinim olan psikolojik destek ve çocuk psikolojisine uygun tedavi ortamının yaratılması Vakfın öncelikli hedefleri arasında yer alır. Umudum Eğitim Burs Programı ile de kanser tedavisi gören veya tamamlanmış farklı yaş gruplarında çocukların eğitim giderlerini karşılıyor.

Paylaşın